29 Aralık 2003
<B>HAZİNE </B>Müsteşarlığı, bono-tahvil ihalelerinde 'Çoklu fiyat sistemi'ne geri dönmeye hazırlanıyor. Hazine'nin uzun zamandır bu sisteme geri dönmek istediği ancak özellikle bazı büyük bankaların uygulanan 'tekli fiyat sistemi' nin devam etmesini istediği biliniyordu. Şimdi büyük bankaların da çoklu fiyata dönmeye razı oldukları öğrenildi.
Geçtiğimiz Cuma günü Hazine'de yılın son ‘Piyasa Yapıcıları Toplantısı’ gerçekleştirildi. Bu toplantıda daha çok teknik konular üzerinde duruldu. Toplantıda Hazine yetkililerinin piyasa yapıcısı bankaların temsilcilerine ‘Artık çoklu fiyata geri dönüş gerekiyor, bu konuda itirazı olan var mı?’ diye sorduğu ve bütün bankaların artık bu sisteme geri dönmeye razı olduğunun ortaya çıktığı kaydedildi.
Toplantıya katılan bazı bankacılar, aynı akşam Ankara'da gerçekleştirilen ‘Para Yöneticileri Derneği’nin resepsiyonuna katıldılar. Resepsiyonda görüştüğümüz bir büyük banka yöneticisi, ‘Bu yıl başlarında, gecikme olmadan çoklu fiyata geri dönüş gerçekleşir’ dedi. Aynı bankacı, ‘Muhtemelen Şubat ayında çoklu fiyat sistemiyle ihalelelere başlanacağı’ tahmininde bulundu.
Hazine yöneticileri ise bu sisteme geri dönüşün kaçınılmaz olduğunu belirtirken, ne zaman geçileceği konusunda bankacılar kadar rahat konuşamıyor, tarih veremeyeceklerini söylüyorlar.
Yılın son piyasa yapıcıları toplantısında, bu konunun yanısıra Hazine'nin ‘2 yıllık yeni bir banchmark kağıt’ kararını açıkladığını öğrendik. Yanısıra, yeni değişken faizli kağıt (FRN) çıkarılacağı da, bu toplantıda bankacılara bildirildi. FRN kağıtların eski kağıtlar olduğu, vadesine 7 ay kaldığı belirtilirken, ihtiyaç dolayısıyla yeni FRN kağıt ihracının başlayacağı belirtildi.
İYİ DEALER’LAR KENDİNİ BELLİ EDECEK
Bankacılar açısından, yılın son piyasa yapıcıları toplantısının en önemli gündem maddesi ihalelerde çoklu fiyat sistemine geri dönüş oldu. Bu sisteme geri dönüşle birlikte bankaların fon yönetimi birimlerinde çalışanların daha çok çalışacağı, ihalelere teklif verirken artık çok daha hassas hesaplar yapmaları gerekeceği ortada.
Çoklu fiyat sisteminde, bankalar eğer kabul edilen teklifler arasındaysa, teklif ettikleri fiyattan bono-tahvil alacaklar. Halbuki uygulanan mevcut sistemde, bankalar verdikleri teklif eğer kabul edilen teklifler arasında yeralıyorsa, verdikleri fiyattan değil, kabul edilen tekliflerin ağırlıklı ortalaması üzerinden hesaplanan faiz oranlarından kağıt alıyorlardı. Yani başka bankalara kıyasla, daha yüksek fiyattan, daha fazla para vererek aynı kağıdı almaları gibi bir risk yoktu. Şimdi, bir banka daha ucuza kağıt alırken, aynı kağıdı bir başka bankanın daha pahalıya alma riski olacak. Bu da, fon yöneticilerinden daha iyi hesap yapanları öne çıkaracak.
Yaşanan krizlerden önce çoklu fiyat sistemi uygulanıyordu. 2001 krizinin ardından yapılan ilk Hazine ihalesinde başarısız olununca, tekli fiyat sistemi gündeme geldi. Hazine, krizlerin ardından bankacıların ihalelere teklif vermekten çekindiklerini, verilen teklifler arasındaki farkın çok büyümesi üzerine fon yöneticilerinin, ‘hata yapmaktansa hiç teklif vermemeyi tercih ettiklerini’ görünce, tekli fiyat sistemine geçti.
Böylece bankacıların çekinceleri ortadan kaldırılarak, ihalelere yeniden teklif vermeleri sağlandı. Bankacılar, bütün bankalara aynı fiyattan kağıt satıldığını görünce, yapacakları hatanın müeyyidesi olmayacağı için, ihalelere daha rahat teklif vermeye başladılar. O dönemde tekli fiyat uygulanarak bankaların yeniden ihalelere girmesi, Hazine'ye de yeniden borçlanma imkanı yaratıldı. Yani tekli fiyat sistemi sayesinde, belki de Hazine'nin uzun süre borçlanamaması sonucu doğabilecek konsolidasyon tehlikesinin de önüne geçilmiş oldu.
Büyük bankaların da, artık düşen faiz ortamında, verilen teklifler arasında çok büyük farklar olmayacağını gördükleri için, ‘çoklu fiyata geri dönüşü’ kabul ettikleri tahmin ediliyor.
FAİZLER BİRAZ YÜKSELEBİLİR
Çoklu fiyat sistemini değerlendiren bankacılar, ‘Gerçek fiyatların görülmesi açısından çoklu fiyatın artık şart olduğunu’ söylediler. Tekli fiyatın iyi hesap yapamayan bankaların yanısıra Hazine'nin de işine geldiğini kaydeden bir bankacı, ‘Çoklu fiyata geri dönülmesiyle birlikte faizlerin bir miktar yükselebileceğine’ dikkat çekti. Bir bankanın, örneğin 27.5-28 arasında bir rakamı uygun gördüğünü ama alabilmek için 27'den teklif verdiğini kaydeden aynı bankacı, ‘Şimdi o banka mümkün olduğunca 28’e yakın bir rakam teklif edecek. Bunu bütün bankalar yapacağı için, ortalama faizler biraz yukarı çıkacaktır' dedi.
‘Oyuna yeniden heyecan gelecek’ diyen aynı bankacı, iyi dealarların ortalama ile maksimum arasında teklif atanlar olacağını, bu nedenle rekabetin artacağını kaydetti. Bu arada teknik nedenlerle, çoklu fiyata geçilmesiyle birlikte, ilk bir-kaç ihalede karışıklık yaşanabileceği, daha sonradan sistemin oturacağı belirtildi. Bir bankacı, mevcut sistemde bankaların kağıt alabilmek için biraz düşük fiyattan, almak istedikleri miktar kadar teklif verdiklerini hatırlatarak, buna karşılık çoklu fiyat sisteminde, alım riski artacağı için, değişik fiyatlardan daha çok sayıda teklif verileceğini, bunun da 10 bankada toplanan tekliflerin ihaleye yetişmesinde bazı sıkıntılar yaratabileceğini söyledi. Aynı bankacı, bir-kaç ihaleden sonra, eski sistemi iyi bilmeyen genç dealarların da alışmasıyla, sistemin oturacağını söyledi.
İmar Bankası komisyonu tartışılmaya başlandı
MALİ kesimdeki tarihin en büyük yolsuzluğu olarak ortaya çıkan İmar Bankası olayında yeni bir aşamaya gelindi. Bu olaya özel oluşturulacak komisyona artık atamaların yapılması gerekiyor ve yapılacak atamalar şimdiden tartışılmaya başlandı.
Ankara'da bu komisyona atanacak kişi ya da kişiler hakkında çeşitli isimler dolaşmaya başladı. Atanacak kişilerin isimleri, işin hassasiyeti nedeniyle tartışmaya açık olacak. Ankara'da komisyon için adı geçen, şimdilik 2-3 kişi bulunuyor. İsmi geçenlerin hepsinin eskiden kamuda çalıştıkları görülürken, bunlardan birinin batan bir bankanın ait olduğu grup adına Ankara'da iş takibi yapıp, dönemin bürokratlarına koalisyonun bir kanadına dayanarak tehditler savuran bir kişi olduğu görülüyor. AKP Hükümetinin batan bankalarla yeniden ilişkiye geçip, kurtarma planları yaptığı hatırlandığında bu kişinin BDDK konusunda objektif olamayacağı söyleniyor.
İsmi geçen bir eski bürokrat da, görevde bulunduğu sırada bazı, daha sonradan batan, bankalara bilgi sızdırdığı yolunda yoğun spekülasyonlara hedef olmuştu. İş hayatının çoğu kamuda geçmesine rağmen, yaptığı büyük servetle dikkat çeken bu kişinin, yazılarında BDDK'nın eski yönetimine yüklenmeye başlayıp, bu işe talip olduğunu belli etmeye çalıştığı iddia ediliyor.
Hükümetin İmar Bankası olayını araştırmak için kurulacak komisyona atayacağı kişiler hakkında işi zor görünüyor. Hükümetin atayacağı kişi ya da kişiler konusunda IMF'in onayını alması bekleniyor. Çünkü İmar Bankası için Ombudsman atanması teklifi ilk kez BDDK'nın eski yönetimi tarafından önerilmiş, IMF de bu öneriye sahip çıkmıştı. Eski yönetimin teklifi üzerine Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener 'ombudsman atanacağı' açıklamasında bulunmuş, bu işin savsaklanması üzerine IMF devreye girerek, bu konuda söz verilmesini istemişti. İşte bu nedenle Ali Babacan da, 6. gözden geçirmeye ilişkin niyet mektubunun IMF İcra Direktörleri Kurulu'nda görüşüleceği gün yazılı bir açıklama yaparak, Hükümet adına bu konuda söz verdi.
Komisyona atanacak kişi ya da kişilerin, en geç, IMF'in 7. gözden çalışmaları için Ankara'ya geleceği tarihe kadar kesinleştirilmesi bekleniyor.
Hanehalkı anketi irdelenmeye devam ediyor
DİE'nin Hanehalkı anketi irdelenmeye devam ediyor. DPT İktisadi Planlama eski Genel Müdürü, şu anda Merkez Bankası Danışmanlığı yapan Zafer Yükseler, 2002 hanehalkı bütçe anketi :gelir dağılımı ve tüketim harcamalarına ilişkin sonuçların değerlendirilmesi isimli bir çalışma yaptı.
Zafer Yükseler'in çalışmasının 'sonuç' bölümünden bazı değerlendirmeler şöyle :
- 2002 Hanehalkı Bütçe Anketinin Gelir Dağılımı verilerinin, izafi kira gelirlerini kapsamaması ve menkul kıymet gelirlerine ilişkin bulgularının 1994-2002 dönemindeki mali varlıklardaki artış ve yüksek reel faiz ödemeleri ile uyumlu olmaması nedeniyle, 1994 yılı ile karşılaştırılırken daha dikkatli olunmasını gerektirmektedir.
- Hanehalkı gelirinin türler itibariyle dağılımı incelendiğinde, ekonomide üretici kesim olan müteşebbis gelirlerinin önemli ölçüde azaldığı ve bu azalmanın büyük ölçüde maaş ve ücretlilerin payındaki artıştan kaynaklandığı sonucu çıkmaktadır. Ancak, 1994-2002 dönemindeki makroekonomik gelişmeler incelendiğinde, maaş ve ücret gelirlerinde sınırlı bir artışa karşılık menkul kıymet gelirlerinde önemli bir yükselme olması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bilindiği gibi, yüksek reel faiz nedeniyle, müteşebbis gelirlerinin olumsuz etkilendiği, bunun da ekonomide reel sektör yatırımlarını sınırlandırarak, üretim ve istihdam kapasitesinin yeterince artırılmasını önlediği uzun yıllardan beri tartışılmaktadır. Ancak, bulgulara göre, müteşebbis gelirlerini olumsuz etkileyen unsurun ücret ve maaşlardaki artış olduğu sonucu çıkmaktadır.
- Hanehalkı gelirleri içinde devletten sağlanan transfer gelirlerinin (emekli aylıkları , sosyal yardımlar, tarımsal destekler gibi) payı önemli bir orana yükselmiş bulunmaktadır. Maaş ve ücret gelirleri içinde devlet tarafından da ödenenler dikkate alınırsa, 1994 yılında hanehalkı gelirlerinin yaklaşık yüzde 20'si devlet tarafından sağlanırken, bu oranın 2002 yılında yaklaşık yüzde 33'e yükseldiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak bu dönemde, kamu kesimi faiz ve yatırım dışı harcamalarının (sosyal fonlar kamu harcamalarına dahil edilmiştir) GSMH'ya oranı, özellikle transfer harcamalarındaki artışın etkisiyle, yüzde 16.2'den yüzde 21.4'e yükselmiştir.
Yazının Devamını Oku 
27 Aralık 2003
İMAR Bankası'nın hayali bono satışına dönük soruşturma yüzünden BDDK Başkan Yardımcılığı görevinden uzaklaştırılan Teoman Kerman, ‘‘Bu hareket beni şok etti. Çalıştığım hiçbir kurumda böyle olay görmemiştim’’ dedi. Kerman, attığı bütün imzaların arkasında olduğunu söyledi. İMAR Bankası'nın bono satışı ile ilgili açılan soruşturma nedeniyle görevinden uzaklaştırılan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkan Yardımcısı Teoman Kerman, ‘‘Şok oldum’’ dedi. Hedef haline getirildiğini, bu tür büyük bankacılık operasyonu yapanların başka ülkelerde korumaya alındığını ama Türkiye'de hedef tahtası haline getirildiğini söyledi. ‘‘Attığım bütün imzalarımın arkasındayım’’ diyen Kerman, en fazla imza atan bürokratın kendisi olduğunu kaydederek, hukuki mütalaa almalarının bile suç duyurusu konusu yapıldığını vurguladı. Kerman, sorularımızı şöyle yanıtladı:
İmar Bankası'nın Hazine Bonosu satışı ile ilgili yapılan soruşturma için BDDK Başkan Yardımcılığı görevinizden uzaklaştırıldınız. 24 yıllık bürokratsınız, bu durum sürpriz oldu mu? Soruşturma hangi aşamada?
- Benim için sürpriz değil, büyük bir şok oldu. Çalıştığım hiçbir kurumda değil ben herhangi bir kişinin görevden uzaklaştırıldığına şahit olmadım. Benim bankacılık ile ilgili sorumluluğum 1999 Temmuz ayında Hazine Müsteşar Yardımcılığı görevine atanmam ve bana Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü'nün bağlanmasıyla başladı. Sistemin yeniden yapılanmaya olan acil ihtiyacı nedeniyle IMF destekli programın en önemli parçasını bankacılık oluşturdu. Reform programının yürütülmesinden sonra başıma bunların geleceğini bilsem asla BDDK'ya geçmezdim. Yaptığımız işin değeri daha sonra anlaşılacak ama göle su gelene kadar da kurbağanın gözü patlayacak herhalde. Soruşturma halen sürüyor. Umarım ben emekli olmadan biter.
Teftiş Kurulu'nun İmar Bankası'nın hayali bono satışı konusunda BDDK'ya yapılan bildirime kayıtsız kaldığınız iddiasına ne diyorsunuz?
- Ne Maliye Müfettişlerinden ne de başka bir kurumdan İmar Bankası'nın usulsüz, yetkisiz veya hayali Hazine Bonosu sattığına ilişkin bize yazılı veya sözlü bildirimde bulunan olmadı. Durum devletin arşivlerinde açık seçik görüldüğü halde bir takım belgeler ele geçirilip, doğru düzgün okumadan veya kasıtlı olarak çarpıtılarak sanki böyle bir ihbar yapılmış izlenimi yaratılmaya çalışıldı. Maalesef bunda da başarılı olundu. Bu karalama kampanyasını yürütenlerle elbette yargı önünde hesaplaşacağız. Maliye Müfettişleri 27.12.2002'de tüm bankalara bir yazı göndermişler ve Vergi Usul Kanunu 135, 148 ,151 ve 256. maddeleri gereği Sadece ‘‘Ankara ili ve bağlı ilçelerindeki’’ banka şubelerinde menkul sermaye geliri elde eden mudilerin 60 gün içinde Maliye Müfettişlerine bildirilmesini istemişler. İmar Bankası'nın Maliye Müfettişlerine gönderdiği 13 Ocak 2003 tarihli cevapta, ‘‘Menkul kıymet geliri elde eden herhangi bir mudiye rastlanamamıştır’’ denilmiştir. Maliye müfetişinin BDDK'ya gönderdiği 14 Mart 2003 tarihli yazıda ‘‘BDDK tarafından en kısa sürede inceleme yapılarak devlet tahvili ve Hazine Bonosu alış satış işlemlerinin olup olmadığının tesbitinin vergi incelemeleri açısından önem arzettiği’’ belirtilmiştir. Bu yazıda İmar Bankası'nın yetkisiz Hazine Bonosu sattığına ilişkin hiçbir ifade yer almamaktadır. Maliye müfettişinin inceleme talebi, yetkisiz satış yapıldığı ihbarına değil bankanın Hazine Bonosu satıp satmadığına ilişkin olması ve bu araştırmalara da vergi incelemeleri açısından gerek duyulduğu belirtildiğinden VUK açısından inceleme yapma yetkisine haiz Maliye Müfettişlerinin konuyu incelemelerinin daha uygun olacağı tarafımdan imzalanan yazı ile Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına bildirilmiştir. Eğer ihbar yazısı olsaydı, bankanın verdiği cevap iki ay bekletildikten sonra BDDK'ya inceleme talebinde bulunulmazdı. Kaldı ki, bahse konu inceleme Maliye Müfettişleri tarafından Temmuz 2003'te başlatılmıştır. Böylece benim imzaladığım yazının doğruluğu 4 ay gecikmeyle de olsa Maliye Müfettişlerince de kabul edilmiş.
SPK'ya bakmadılar beni suçlu gördüler
İmar Bankası'nın hayali bono satışında diğer kurumların sorumlulukları hakkında neler söyleyeceksiniz?
- Kurumların birbirini suçlamasını doğru bulmuyorum. Ancak, bu konuda SPK'nın açıklamalarını yadırgıyorum. Aracılık faaliyetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi SPK'nın görev alanına girmektedir. Benim BDDK Başkan Yardımcısı olarak sermaye piyasası faaliyetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi yetkim yoktur. Hal böyleyken tek suçlu ben ilan edildim. SPK'nın açıklamalarında İmar Bankası'nın aracılık faaliyetinde bulunma yetkisinin 1990'da kaldırıldığından bahsedilerek, sermaye piyasası faaliyetinde bulunma yetkisi olmayan kurumların SPK tarafından denetlenemeyeceği ifade ediliyor. Bu bakış açısı bana ehliyetine el konulan sürücünün araba kullanmaya devam etmesi, hatta araba kullandığını gazetelere ilan vererek duyurması durumunda bile ehliyete el koyan trafik polisinin ‘‘Bana ne bu kişinin araba kullanma yetkisi yok ki ben neden müdahale edeyim’’ demesine benziyor. İmar Bankası'nın aracılık faaliyetinde bulunma yetkisi 1990 yılında durdurulmuş ama daha sonra bankanın İdare mahkemesinde aldığı karar uyarınca bankanın iptal edilen izni geri verilmiş. Daha sonra SPK'nın Danıştay'da bu kararı temyiz etmesi sonucunda bankanın yetkisi yeniden iptal edilmiş. Bu sürecin sadece 1990 yılı ile ilgili olan iptal yazısı SPK tarafından Hazine'ye bildirilmiş, yetkinin bankaya iade edilmesi ve geri alınmasını kapsayan ve yaklaşık üç yıl süren döneme ilişkin hiç bir bildirimde bulunulmamıştır. Hazine'de Daire Başkanı olarak görev yaptığım 1991 yılında bilgi için ben daha Daire Başkanı olarak atanmadan önce Hazine'ye gönderilen İmar Bankası'nın aracılık faaliyetini durdurulduğunu belirten yazıyı üzerinde yapılacak bir işlem olmadığı için dosyasında saklanmasına onay verdiğim için de sanki bir kusurum varmış gibi basında konu oldum.
Banka operasyonu yapanı başka ülke korumaya alır
BDDK'da yaşanan görev değişiklikleri, İmar Bankası olayı ve tüm bu soruşturmalar BDDK'nın sürekli gündemde kalmasına neden oldu. Bu sürecin BDDK'nın imajı üzerindeki olumsuz etkisi ve BDDK'nın Türk mali sektöründeki yeri hakkında neler söyleyeceksiniz? Büyük çaplı bankacılık operasyonu yapan diğer ülkelerdeki bürokrasi, bizdeki gibi suçlandı mı?
- BDDK'nın imajına en fazla zarar veren hususlardan biri bence batık bankalara aktarılan kaynakların abartılı olarak gündemde tutulması olmuştur. Bankacılık sisteminin yeniden yapılanmasından doğan ve yılların birikimi olan zararların sanki sorumlusu BDDK imiş gibi gösterilmiştir. Sadece üç cümle ile anlatılabilecek bir olay ısrarla bazı kesimler tarafından 47.2 milyar dolarlık maliyetin tamamı BDDK'nın eseriymiş gibi gösterilmektedir. Bizim gibi bankacılık sektörünü yeniden yapılandıran ve büyük maliyetlerle karşılaşan diğer ülkelerde bu sorumluluğu üstlenen bürokratlara bize yapılanların hiç biri yapılmamıştır. Bu ülkelerde bankacılık operasyonunu yürüten kişiler ya başka kurumlarda görevlendirilerek gözden uzak hale getirilmekte ya da mevcut görevlerine devletin himayesiyle devam etmektedirler. Bizde ise bu kadar riskli operasyonları yapanlar günah keçisi haline dönüştürülüp, hakkında soruşturma açılmakta ve haksız yere hedef gösterilmektedir.
Soruşturmaları şeffaf yapın
ESKİ BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman, soruşturmalar konusunda da şunları söyledi:
‘‘BDDK kurulalı üç yıldan biraz fazla zaman geçti. İki yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından denetime tabi tutulduk. Daha sonra TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu tarafından incelendik. Ayrıca, bizler hakkında yapılan şikayetler dolayısıyla da soruşturmalar yapılıyor. Bunlara ilaveten Kurumun hesaplar da yasa gereği üçlü denetime tabi tutuluyor. Halen Kurumda 37 müfettişin olduğunu duydum. Bu kadar soruşturmaya tabi tutulmak çalışanları huzursuz ediyor. Soruşturmalar gizli olmakla beraber zaman zaman çarpıtılmış bir biçimde sızanlar olabiliyor. Kendinizi savunma imkanı bulamadan suçlu ilan edilebiliyorsunuz. Bu nedenle benim önerim soruşturmalar gizli belgeler için önlem almak şartıyla herkesin bilgisine açık olarak yapılmalı. Ben hiç bir inceleme ve soruşturmadan çekinmiyorum. Attığım her imzamın sonuna kadar arkasındayım. Sanıyorum Cumhuriyet kurulduğundan beri benim düzeyimdeki hiç bir bürokrat benim kadar imza atmamıştır. Bu kadar çok imza atarsanız bol bol suçlanırsınız. Bizim komşumuz bana hep ‘‘Doğru duvar yıkılmaz’’ diyor ama duvara devamlı ya yazı yazılıyor yada taş atılıyor. Son zamanlarda çekiçle bile vuranlar var. Bakalım ne olacak ben de merak ediyorum. Bizim yaptığımız görev dünyanın belki de en zor görevi. Suç duyurularında tereddüt ettiğimiz durumlar olduğunda ceza hukukçularından veya hukuk müşavirliğimizden görüş alıyoruz ama bu da hoş karşılanmıyor. Halen yürütülmekte olan incelemenin bir tanesi murakıp raporunda önerilen suç duyuruları için neden hukuki mütalaa aldığımızla ilgili.
Yazının Devamını Oku 
25 Aralık 2003
<B>İŞ </B>dünyası gibi Uluslararası Para Fonu (IMF) da asgari ücrete yapılacak zammın yüzde 20'nin üstüne çıkmasına karşı. Başbakan'ın ‘‘Yüzde 55 zam talimatı’’nı öğrenen IMF'nin devreye girerek, ekonomi yönetimine ‘‘Yüzde 20'nin üzerine çıkacak zammın sıkıntı yaratacağı’’ görüşünü ilettiğini duyduk.
Parti toplantısından çıkan bu haberi kimse yalanlamadı. Daha sonra Başbakan ve bakanlar zam konusunda daha yuvarlak konuşmaya başladılar. Ardından da Erdoğan, ‘‘İşveren yüzde 20 zam yapsın gerisini bize bıraksın’’ dedi. Bununla birlikte asgari ücretteki SSK primi ve vergilerin devlet tarafından karşılanarak, daha yüksek zam oranlarına ulaşmanın yolları aranmaya başladı.
Dün yapılan 5. asgari ücret toplantısından da bir karar çıkmadı. Aslında bu toplantıdan bir karar çıkmayacağı daha önceden biliniyordu ama toplantıya girene kadar kimse bir şey söylemedi.
İşin aslı şu; partiden sızan ve ilk aşamada yalanlanmayan haber, yani Erdoğan'ın yüzde 55 zam anlamına gelen ‘‘Asgari ücret net 450 milyon olsun’’ talimatı, bizce doğru. Ancak bu haberlerin sızması üzerine ekonomi bürokratları, bu oranda bir zammın getireceği mali yük ile ekonomik program ve enflasyona yapacağı olumsuz etkileri hükümete anlattılar. ‘‘Popülist kararlar geliyor’’ başlıklı yazımızın hemen ardından iş dünyası, bu durumda rekabet gücünün nasıl azalacağını, bu tür popülist kararlara ekonominin tahammülü olmadığını, hükümete iletti. Aynı anda IMF de devreye girerek yüzde 55'lik bir zammın kabul edilemeyeceğini ekonomi yönetimine iletti.
Şimdi Hükümet yüzde 55'lik zam sözünden, zarar görmeden çark etmenin yollarını ararken, yine de yüksek zam yapmış olabilmek için yüzde 20'nin üzerine çıkacak formülleri arıyor.
Bu işin sonunda ancak yüzde 25-30'luk bir zam yapılırsa, büyük ihtimalle ‘‘Biz istiyorduk ama ekonomik program nedeniyle şimdi ancak bu kadarını verebiliyoruz’’ diyecekler. Yani her zaman olduğu gibi yine hesapsız bir vaat verildi, şimdi çark edilmeye çalışılacak. Sonuçta da ‘‘iyi polis’’ Başbakan ve Hükümet olurken, ‘‘kötü polis’’ rolü iş alemi, bürokratlar ve IMF'ye düşecek...
YASA GEREKİYOR
Hükümetin önündeki seçenekler aslında sınırlı. İşverenin yüzde 20'lik zammına ek olarak hükümet, SSK primlerini ve vergileri azaltarak, yüzde 35-40'lık bir zamma için çalışırsa yeni bir yasa çıkarması gerekiyor. SSK primlerini indirmek için yasa gerekmiyor ama bunun vergiden karşılanması, vergiden indirim yapılması için yasa gerekiyor. Bürokratlar hükümetin işini kolaylaştırmak için, ‘‘Sadece SSK primi indirilirse baz ücret artacağı için muhtasar vergilerle bu farkı kapatırız’’ argümanını ilettiler ama hükümete bu da yeterli olmadı, daha fazlasını istiyor.
İşte bu nedenle yeni yasa gerekiyor. Yani en erken ocakta asgari ücret kararı çıkar, yasa da o zamanda çıkarsa, işverenler belirlenecek ücretin bedelini bir aylık da olsa ödeyecekler.
Sadece başka yerden ek vergi alıp bunu karşılamak da yetmiyor. Bu nedenle doğacak iç talep artışının enflasyona etkisini tolere etmek için kimse unutmasın ki; o çok yakınılan döviz kurları daha da aşağı çekilmek zorunda. Yani TL'nin biraz daha değerli olması gerekecek ki, enflasyon hedefi yakalanabilsin. Hem ücret artışı nedeniyle, hem de kur nedeniyle ‘‘özel sektörün rekabet gücü daha da azalmış’’ olacak. Özel sektör bunu karşılamak için daha önce işçi çıkardı, yine işçi çıkaracak. Yüksek zammın sakıncaları bununla da bitmez. Kayıtdışı işçilik yüzde 50 deniyor bu daha da artacak, stand-by'ın son senesinde bu tür kararlar iç ve dış kamuoyunu ‘‘güven’’ açısından rahatsız edecek. Bütçe daha başlamadan delinmiş olacak.
Sonuç; yüzde 20 zam bile şu anda fazla, vergi, SSK primi alınmaz yüzde 40'a çıkılırsa, ‘‘sosyal’’ denilen bu karar işsizliğin, kayıtdışının artmasına yol açar. Unutmayın, ‘‘asgari ücretli için’’ alındığı belirtilen karar programı batırırsa, en fazla asgari ücretli ve yoksulu vuracak.
Sonuçta da, bu tür popülizmin devam ettiğini hatırlatıp, ‘‘Bu program felsefe işi, mantalitenin değişmesi gerek aksi takdirde bu mantıkla heran kaza çıkabilir, bu tür yanlış kararlar birikir, bizi geri götürür’’ diyenler ‘‘yoksul düşmanı’’ oluyor. Hep aynı senaryo, halimiz de ortada...
Yazının Devamını Oku 
23 Aralık 2003
DEVLET Bakanı Ali Babacan, IMF'le ilişkilerin 2004 sonrasında rutin konsültasyonlar içeren 4. madde kapsamında yürüyeceğini söylemiş. Babacan'ın dediğine göre, Türkiye 2004 sonrası için IMF'le yeni bir anlaşma yapma gereğini duymuyor. Bu demeç, önümüzdeki dönem çok tartışılır.Bence Türkiye'nin IMF'le ilişkilerde 'kompleks' içine girme lüksü yoktur. En azından, bizim literatüre soktuğumuz 'Yakın İzleme Anlaşması' yapılıp, IMF'in dünya kamuoyuna sürekli 'Türkiye ekonomisi iyi gidiyor' mesajını vermesi gerekir. Aksi takdirde, her an popülizme dönebileceğini kanıtlamış politikacılara tüm insiyatifi vermiş olursunuz ki; politikacıların zorlama olmadan rasyonel kararları alacağı konusunda, ne iç ne de dış kamuoyunda güven yok.Kaldı ki; Dünya Bankası'ndan 3 yıl için kullanılacak 4,5 milyar dolarlık krediyi, kendileri aksini söyleseler de, IMF'in yakın gözetimi olmadan almak, mümkün değil. Buradan alınacak para önemli değil, kalıcı büyüme için gereken yapısalların yerine getirileceği imajı yok olur.Türkiye'nin 2004 sonrasında da, esnek de olsa, IMF ile bir anlaşma yapıp, sürekli gözetimde olması gerektiğini birçok tablodan görmek mümkün. Dünya Bankası'nın Türkiye Raporu'nda yeralan 'Maliye politikalarının sürdürülebilirliği' başlıklı şu yorum ve tablolar sadece bir kanıt:Hükümetin önündeki en büyük sorun mali disiplini nasıl oluşturacağı ve sürdüreceği sorunudur. Sıkı maliye politikaları, bankacılık sisteminin sermayelendirilmesi ve yeniden yapılandırılması maliyetinin finansmanına yardımcı olmak ve kamu borç stokunu azaltmak için, kısa ve orta vadede zorunludur. Makro politikalar oluşturulurken cevap verilmesi gereken soru; ne kadar faiz dışı fazla vermemiz gerektiği ve bu yüksek faiz dışı fazlayı sürdürmek için maliye politikalarının nasıl oluşturulacağıdır. Aşağıdaki tablo, çeşitli reel faiz oranı ve büyüme senaryoları altında kamu borcunun GSMH ya oranını sabit tutmak için ne kadar faiz dışı fazla verilmesi gerektiğini göstermektedir. Örneğin, yüzde 5 büyüme ve yüzde 13 reel faiz varsayımı ile borç stokunun GSMH' ya oranının sabit kalması için yüzde 5.7 faiz dışı fazla verilmesi gerekmektedir. Eğer büyüme yüzde 3 olursa, gereken faiz dışı fazla yüzde 7.3'e yükselmektedir. Program hedefleri yüzde 5 büyüme ve yüzde 6.5 faiz dışı fazla olduğuna göre, borç stokunun GSMH'ya oranında bir miktar düşüş hedefleniyor demektir.Aşağıdaki tablo da Türkiye'nin kamu borç stokunun orta vadede projeksiyonlarını göstermektedir. Bu tabloya göre borcun GSMH oranı 2008 yılında yüzde 71.7'ye düşmektedir. Kamu borç stokundaki bu azalma programlanan yüzde 6.5 seviyesindeki faiz dışı fazlanın, yukarıdaki tabloda açıklanan sürdürülebilir faiz dışı fazla rakamından yüzde1 daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır.
button
Yazının Devamını Oku 
22 Aralık 2003
<B>IMF </B>ve Dünya Bankası, geçtiğimiz ay, kamuoyundaki eleştiriler üzerine, ekonomi yönetiminden, Bankacılık Yasa Tasarısı'nın metnini ısrarla istemiş, çeviriyi alıp baktıktan sonra da işe müdahale etmiş ve tasarı neredeyse tümüyle değişmişti. IMF ve Dünya Bankası şimdi de, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan tarafından geçen hafta açıklanan vergi paketinin çevirisini bekliyor. Bu kez, bankacılık yasasındaki kadar köklü görüş ayrılıkları beklenmiyor ama yine de çevirinin incelenmesinden sonra, bu kuruluşların tasarıda bazı değişiklikler isteyebileceği tahmin ediliyor.
IMF ve Dünya Bankası, Bakan Unakıtan'ın 17 Aralık'ta kamuoyuna açıkladığı vergi paketini görünce bazı maddelerine şaşırdılar ve tasarının çevirisini istediler. Geçtiğimiz hafta kendilerine çevirinin verileceği söylenmişti ama hala alabilmiş değiller.
Tasarının çevirisinin gecikmesine, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan taslağın bazı maddelerine Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesinin yaptığı itirazların neden olduğu söyleniyor.
Kanunlar Kararlar Dairesi daha önce Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanarak TBMM'den geçirilen bazı yasaların, ek vergilerde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması üzerine, ince eleyip sık dokumaya başladı. Açıklanan taslak metninde yer alan bazı maddelerin Anayasa aykırı bulunabileceği görüşüne varan Kanunlar Kararlar, Maliye Bakanlığı'ndan bazı maddelerin metinlerinin değiştirilmesini istedi.
Bu nedenle Maliye Bakanlığı, bu görüşler doğrultusunda hazırladığı taslağın metnini değiştirmeye çalışıyor. Bu çalışmaların uzaması üzerine, taslağın son şeklini alması gecikirken, daha türkçesi çıkmadığı için, çevirisi tamamlanamadı.
IMF ve Dünya Bankası yetkilileri geçen hafta sonuna kadar almayı bekledikleri çeviriyi, henüz alamadılar. Çevirinin bu hafta içinde IMF ve Dünya Bankası'na gönderilmesi bekleniyor.
2004 borç çevirme oranı yüzde 90, faiz yüzde 29
HAZİNE Müsteşarlığı, uzun zamandır beklenen '2004 yılı finansman programı'nı, önümüzdeki hafta sonuna doğru açıklayacak. Büyük ihtimalle, yılın son Cuma günü olan 26 Aralık günü Hazine yönetimi, bütün detayları kamuoyuna vermiş olacak. Böylece Hazine'nin ne kadar ödeme yapıp, bunun ne kadarı için yeniden borçlanacağı, faizleri hangi oranda tahmin ettiği de bilinecek.
Hazine'nin açıklamasının gecikmesine karşılık, bir süredir, özellikle bankaların araştırma-iktisat bölümleri tarafından, 2004 yılı finansman programına ilişkin tahminler yapılıyor.
Bu tahminlerin çoğunda Hazine'nin içborçlanmada çevirme oranı, yani ödenecek borçların ne kadarı için yeniden borçlanacağını gösteren oran için 'Yüzde 90' tahmini yapılıyor. Bizim duyumlarımıza göre de çevirme oranı, bir puan altında ya da üstünde olabilir ama, yüzde 90 olarak açıklanacak. Başta bankacılar olmak üzere, finans kesimi tarafından en çok merak edilen başka bir oran da Hazine'nin borçlanmasında oluşacak faiz oranı. Bütçe yapılırken bu oran yıllık ortalama olarak, yüzde 29 olarak alınmıştı. Bunun muhafazakar bir oran olduğu, yıl sonu yaklaştıkça iyice ortaya çıktı. 2003 yıl sonunda ulaşılan hatta altına inilen bu oran, gelecek yılın da ortalama faiz oranı olarak alındı. Bütçe yapılırken bu oran baz alınırken, Hazine de kendi içinde ortalama faiz oranı için başka senaryo çalışmalarını, tabi ki yaptı. Aldığımız bilgilere göre; yine muhafazakar bir tahminle, Hazine bu oranı yüzde 26-27 olarak alıyor.
Hazine'nin yapacağı açıklamada hangi oranı vereceğini bilmiyoruz ama muhafazakar bir tutum içinde olacağını söyleyebiliriz. Hazine yapacağı faiz açıklamasıyla, belki bankalara kağıtlar için yüksek kar rakamı göstermemiş olacak ama asıl düşündüğü şeyin, 'Düşük bir oran açıklayıp da bazı aksiliklerle faizler yükseldiğinde, panik olunmasını engellemek' olduğunu söyleyebiliriz.
Muhafazakar veya değil, Hazine'nin açıkladığı finansman programı ve burada verilecek rakamlar bankacılık kesiminin 2004 yılı için yapacağı planlara ışık tutacak. Bankalar, uzun süredir yerli ve yabancı kaynaklar tarafından açıklanan raporları, özellikle de bu raporlarda yeralan risk unsurlarını, bilinçli biçimde gözardı ediyorlar ama 'finansman programını' inceleyecekler. Bu finansman programına göre, artık her şeyin eskisi gibi olamayacağını, yani kağıtlardan 2004 yılı için belirledikleri karı alamayacaklarını gördüklerinde ne yapacaklar, göreceğiz...
En büyük rahatsızlık faiz geliri beyanındaki erteleme
MALİYE Bakanlığı tarafından açıklanan vergi düzenlemelerine, IMF ve Dünya Bankası'ndan gelecek en önemli itirazın, 'mevduat dahil faiz gelirleri için verilecek beyannamenin bir yıl daha ertelenmesi' üzerinde yoğunlaşması bekleniyor. Nisan'da Maliye ile birlikte hazırlanan genel anlayışa ters olan bu ertelemenin, IMF ve Dünya Bankası itirazlarına neden olması bekleniyor.
Unakıtan'ın açıkladığı düzenlemeler içinde 'mevduat faizleri, faizsiz olarak kredi verenlere ödenen kar payları ve repo gelirleri ile yatırım fonlarının katılma belgelerine ait kar payları için yıllık gelir vergisi beyanname verilmemesine yönelik düzenleme ile devlet tahvili ve hazine bonosu faiz gelirleri için bu yıl sonunda biten beyanname verme istisnasının bir yıl daha uzatılması' yer alıyordu.
Dünya Bankası ve IMF, hem doğrudan vergilerin toplam vergiler içindeki payının artırılması hem de kayıtdışı ile mücadele için bu beyannamelerin şart olduğu konusunda daha önce Maliye Bakanlığı ile mutabakata varmış ve istisnaların artık uzatılmamasını istemişti.
Bu madde dışında başka itirazlar da olabileceği kaydediliyor.
Bu arada metin üzerinde yapılan değişikliklerin uzaması nedeniyle, yasa tasarısının Bakanlar Kurulu'ndan geçip, TBMM'ye gitmesi de gecikti. IMF ve Dünya Bankası'nın çeviriyi inceledikten sonra 'değiştirilmesi şart maddeler' görmeleri halinde, bu değişikliklerin TBMM'de tasarı komisyonlarda görüşülürken yapılacağı tahmin ediliyor.
Yazının Devamını Oku 
20 Aralık 2003
<B>KENTBANK</B>'ın ardından Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu, <B>‘‘Demirbank'a el konulmasının yanlış olduğu’’</B>na karar verdi. AKP Hükümeti'nin bağımsız kurumları içine sindiremediği, verilen yetkileri fırsat buldukça budadığı, çerçeve yasada bütün kurulların üyelik sayısını 7'ye indirirken, istediği kurumlarda çoğunluğu sağlamak için yasa çıkartıp, sayıyı 9'a çıkardığı, ortada olan gerçekler.
Yargının son aldığı kararları kullanıp, Hükümet'in bağımsız kurumlar konusundaki görüşlerini, yani bunların yeniden siyasi otoritenin güdümüne sokulması niyetini gerçekleştirmeye çalışması sürpriz olmaz.
Yargının aldığı son kararlar üzerine, Bankacık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) nasıl karar aldığına bir bakalım...
BDDK'nın, İmar Bankası'nda açıkca ortaya çıktığı gibi, tabi ki tam anlamıyla denetim ve gözetim fonksiyonunu yerine getirdiğini söylemek mümkün değil. Ancak BDDK ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) çok çabuk karar alması gereken kurumlar.
Merkez Bankası ve Hazine ile koordineli çalışarak, ödeme güçlüğü içine girmiş, likidite sıkıntısı had safhaya ulaşmış ve mali sistemi tehdit eder duruma gelmiş, diğer şartlara uymayan bankaları Fon'a alırlar ya da İmarbank'ta olduğu bankacılık yetkisini iptal edip, tasfiyeye götürürler.
BDDK uzman bir kuruluştur, hangi bankanın nasıl likidite sıkışıklığına girdiğini, hangi kredilerin donuk hale geldiğini, bankanın sıkıntısının bir-kaç günlük mü yoksa kalıcı mı olduğunu saptamak BDDK'nın işidir. Kurum çalışanları zaten bu işte uzman kişilerdir ve Kurul üyeleri de ince ince, konuyu bütün detaylarıyla ele alıp, karar alırlar.
Bu yüzden Kurul'un toplanma sayısı ve karar yeter sayıları yüksek tutulmuştur. Yani hata, mümkün olduğunca azaltılmaya çalışılır.
KURUMLARA GÜVENİN
Bu kadar ince eleyip sık dokuyan bir kurumun yaptıkları, kararın alındığı dönem düşünülerek ve uzmanlıklarına güvenilerek değerlendirilmeli.
Şimdi ‘‘ilkesel’’ bazı noktalara değinmek istiyorum...
Bağımsız kurumlar, uzmanlık gerektiren alanlarda, siyasi otoritenin etkisinden uzak, mali ve yönetim bağımsızlığıyla çalışılması, yani kararların bağımsızca alınabilmesi için kurulmuşlardır. Bağımsız denetim organlarının kararlarını yargının değerlendirmesinin, aldığı kararların doğru olup olmadığı ya da çok teknik bir konuda yargı olarak yorumda bulunarak karar almak biçiminde değil de, alınan kararlar yasalara uygun mu, yolsuzluk usulsüzlük var mı, kasıt var mı diye değerlendirmesi en doğrusudur. Yani; yargı organlarının, ‘‘aslında BDDK'nın donmuş dediği krediler donmuş değildi’’ diye yorumda bulunabilecek teknik bilgileri yoktur, zaten olamaz da... Ya da ‘‘Biraz para verilseydi bu banka kurtarılırdı’’ diye yorumda bulunarak karar almak durumunda kalmamalıdır. BDDK bir bankaya rasyolarını düzeltmek için için belli bir süre vermiş olabilir ama bu yasada yer almaz, uygulama kararıdır.
Ekonomide öyle bir şok olur ki: ne yapılırsa yapılsın o bankanın kurtarılamayacağı anlaşılır ve BDDK, verdiği süreye rağmen sistemin tümünü kurtarmak için, Fona alınma kararı alabilir. Ya da diğer otoriteler, ‘‘ödeme yapamıyor tüm sistemi tehdit ediyor’’ diye görüş bildirir, bir bankanın örneğin günde 15 milyon dolara varan açıklara düştüğü saptanabilir ve kısa sürede bu açığın kapatılamayacağı görülüp Fona alınır.
BDDK hepsi acil olan kararları hemen alıp uygulamazsa, bankacılık sisteminin batmasına yol açabilir ve bunu sektörün içindeki herkes bilir.
Bu nedenle, bu Kurum'un başına getirdiğiniz kişilere güvenip, sadece, onların yasalar içinde kalıp kalmadığını, usulsüzlük ve yolsuzluk olup olmadığını denetlemek, yargılamak gerekir.
Bu şartlarda artık, ‘‘ekonomiyi kurtarmak için’’ bile olsa, Kurul üyeleri nasıl acil kararlar alacaklar? ‘‘Niye tüm sistemin elden gittiğini gördüğünüz halde karar almadınız’’ deme hakkımız olamaz.
Şimdi, Kurullar'ın gerekli kararları almaları beklenemeyeceği gibi, artık yabancıların da bu sektöre yatırım için gelmesini bekleyemeyiz...
Yazının Devamını Oku 
19 Aralık 2003
IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk, ‘‘2004 yılında Türkiye'nin özelleştirme çalışmalarını hızlandırmasını bekmliyoruz. Büyük ölçekli özelleştirmelerde işler yavaş yürüyor’’ dedi. ULUSLARARASI Para Fonu (IMF) Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk, 2004 yılında özelleştirmelerin hızlanmasını, diğer alanlardaki gelişmelerle arasındaki farkın kapatılmasını beklediklerini söyledi. Özelleştirmeyi ‘‘Umulandan yavaş geliştiğini gördüğümüz alan’’ olarak nitelendiren Brekk, ‘‘Özelleştirme İdaresi daha küçük ölçekteki varlıkların özelleştirmelerinde ilerleme sağladı ancak maalesef, büyük ölçekli özelleştirmeler yapılamadı’’ dedi.
IMF İcra Kurulu'nun 6. gözden geçirmeyi görüştüğü toplantıdan önce konuştuğumuz Brekk, genel olarak programın gelmiş olduğu aşamadan memnun. 7. gözden geçirme için IMF Heyeti'nin ocak ayı içinde Türkiye'de olacağını belirten Brekk, kesin tarihin ise belli olmadığını kaydetti.
Brekk, hükümetin asgari ücret ve emekli maaşlarına yapmayı düşündüğü yüksek oranlı zam ile bazı batık banka patronlarıyla, yapılan anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi yönündeki sorularımıza ‘‘devam eden işler’’ olduğu gerekçesiyle, yanıt vermedi.
‘‘Türkiye'nin 2004 sonrası için, kendileriyle bir anlaşma yapmasını isteyip istemediklerini’’ sorduğumuzda ise Brekk, prensip olarak çok değişik işbirliği türleri bulunduğunu, daha önce yapılan yakın izleme anlaşmasının bu opsiyonlardan biri olduğunu belirterek, bunun Hükümetin vereceği bir karar olduğunu söyledi.
Brekk, ‘‘İnanıyoruz ki, bu değişik opsiyonlardan biri olsa da olmasa da, Türkiye şu anda ekonomideki mevcut stratejiyi devam ettirecektir’’ dedi. Brekk, Türkiye'nin devam ettirmesi gereken ilkeleri ise; sağlıklı borçlanmanın sürdürülmesi için belli oranda faiz dışı fazla vermeye devam etmesi, Merkez Bankası'nın bağımsız yapısıyla enflasyonla mücadele odaklanması ve yapılan reformların hayata geçirilmesi olduğunu söyledi. ‘‘Bizim için şu anda önemli olan program çalışıyor, işliyor ve çok olumlu sonuçlar alıyoruz. Aynı anda hem büyümenin umulandan yüksek olması, hem de enflasyonun umulandan hızlı düşmesi bunun en iyi kanıtı’’ dedi.
‘‘Buna karşılık krizden büyümeye geçiş süreciyle birlikte sürdürülebilir büyüme çizgisine oturtulması da ayrı bir önem taşıyor’’ diyen Brekk, istihdam ve yatırımlarda beklendiği kadar iyileşme sağlanmadığını hatırlatarak, ‘‘İstihdam ve yatırımlarda beklenen gelişmeler olduğunda, denebilir ki; ekonomi krizden büyümeye geçti ve sürdürülebilir büyümeye ulaştı’’ diye konuştu.
Brekk, Türkiye'nin IMF'ye olan, 2005 sonrasına biriken borçların yeniden ertelenip ertelenmeyeceği konusundaki sorumuza karşılık ise, ‘‘Şu anda bu konuda verilmiş bir karar olmadığını ama prensip olarak bunun mümkün olduğu’’ yanıtını verdi.
Brekk'e, ‘‘IMF'nin bu Hükümete daha öncekilerden daha esnek davrandığı’’ yönündeki yorumları hatırlattığımızda ise ‘‘Öyle bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim. 4. 5. ve 6. gözden geçirmelerde gerekenler zamanında yapılmadığı için gecikmeler olması bence bunu kanıtlıyor. Aynı tutarlı yaklaşımı gösteriyoruz’’ yanıtını verdi.
Sizi destekliyoruz İmar olayını çözün
BAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener'in İmar Bankası'yla ilgili olarak açıkladığı, ‘‘kapsamlı araştırma’’ kararının kendilerini memnun ettiğini kaydeden IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk, ‘‘İmar Bankası'yla ilgili olarak yapılacak çalışmalara destek veriyoruz. Bu çalışmalar hem bu olayın bulgularının tam olarak ortaya çıkması, hem de bankacılık sektöründe denetimin bu olaydan çıkarılacak derslerle yeniden düzenlenmesi için çok önemli’’ dedi ve bu konuda 2004 yılında gelişme beklediklerini kaydetti.
Bu arada ‘‘İmar Bankası'yla ilgili bonozedelere yapılacak ödemelerden vazgeçilmesinin olumsuz bir durum yaratıp yaratmayacağını’’ sorduğumuzda ise Brekk, ‘‘Bu konuda BDDK ve Hükümetin anlayışının olumlu olduğunu ve bu anlayışla sorunların çözüleceğini’’ kaydetti.
Brekk, yatırımcıların da mevcut durumu anlayacaklarını tahmin ettiğini söyledi. Brekk, kayıtdışı ekonominin önlenmesi için oluşan çabayı olumlu karşıladıklarını, bu çabaya destek olduklarını belirterek, bu konuda çalışan IMF Heyeti'nin, daha çok kurumlar arası koordinasyonun sağlanması, vergi toplama ve denetimi ilgili iyileşmelere odaklandığını ve kurumsal bir reform için çalışmalar yaptığını söyledi.
Hükümet sosyal güvenlik için çalışmaya başladı
IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk'e, Dünya Bankası'nın sosyal güvenlik alanında yeni bir reform istediğini, buna karşılık IMF'in bu konuda fazla bir şey söylemediğini hatırlattığımızda ise, ‘‘IMF olarak bu konuda Dünya Bankası ile aynı görüşteyiz Hükümet bu alanda çalışmaya başladı. Dünya Bankası ile çalışılıyor ve IMF olarak reform opsiyonlarının maliyetleri ile daha fazla ilgileniyoruz’’ dedi.
Brekk, 2004 yılında ekonomi yönetiminin dikkat etmesi gereken konuların neler olacağı konusunda ise, 2004'de yapılacakların 7. gözden geçirme görüşmeleri sırasında belirleneceğini kaydetti.
Buna karşılık önümüzdeki yıl yapılması gerekenler arasında, özelleştirmelerin artık 2004 yılında hızlanmasını ve diğer alanlardaki gelişmelere yetişmesini beklediklerini, Merkez Bankası'nın bağımsız bir şekilde enflasyonla mücadeleye devam etmesi ve yapısal reformların uygulamaya geçmesini beklediklerini kaydetti.
Yazının Devamını Oku 
18 Aralık 2003
<B>İMAR </B>Bankası'ndaki Hazine bonolarının ödenmesine ilişkin maddenin, ilgili yasadan çıkarılması, bankacıları ve bürokratları tedirgin etti. İmar Bankası'nın normal bir banka olmadığı, tasfiye aşamasına gelindikten sonra ortaya çıktı. Bu bankadaki hesapların yüzde 80'inin kayda girmediği anlaşıldı. Yani, büyük bir sahtecilik sözkonusu ve bankacılık kuralları ve teamülleri dışında çalışıldığı kesinleşti.
Ancak buna rağmen İmar Bankası'ndan Hazine Bonosu alanların paralarının ödenmemesinin, diğer bankaları da etkilemesinden korkuluyor. Bankacılar, özel bankaların hepsinin, yabancı bankaların çoğunun, topladıkları mevduatların büyük bölümünü hazine kağıtlarına yatırdığını, şu anda Hazine kağıdı portföyünün yaklaşık yarısının halkın elinde olduğunu hatırlatarak, ‘‘Halkın artık bankalardan Hazine Bonosu, tahvil alırken tedirgin olabileceklerini’’ söylediler.
Hazine'nin borçlanma gereğinin devam ettiğini, borçların çevrilmesi konusunda en ufak bir endişeye tahammül bulunmadığını hatırlatan bürokratlar ise, ‘‘Belki bu olumlu hava içinde hemen hazine bonosundan caydırıcı bir rol oynamaz ama önümüzdeki dönemde herhangi bir bankada bono sıkıntısı çıkması halinde bile, bu durum hatırlanacak, olay büyüyebilecektir’’ dediler.
Bir bankacı ise bu kararın tasarrufçuları özel bankalardan Hazine Bonosu almaktan caydırırken, kamu bankalarından daha fazla kağıt alınmasını beraberinde getirebileceğini söyledi.
Bankacılar, doğabilecek tedirginliğin borçlanma maliyetlerini artırabileceğine, artacak riskin faizlerde yapacağı bir-kaç puanlık artırımın bile sistemi derinden, olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyor. Bir puanlık faiz artışının bile, Hazine'yi trilyonlarca lira zarara uğratacağını kaydeden bir bankacı, ‘‘AKP Hükümeti'nin, 2 kuruş tasarruf edeceğim derken, 22 kuruş ek maliyet getirmiş olabileceğini’’ ifade etti.
AKP Hükümeti denmekte haklı, çünkü AKP milletvekilleri istemediği için bu maddenin yasadan çıkarıldığı söyleniyor ama Hükümet bastırsaydı, bizce bu madde de yasada yeralacaktı.
SÖZÜNDEN
DÖNMÜŞ OLDU
AKP Hükümeti, maliyetleri artırmanın yanısıra İmarbank ödemeleri konusunda verdiği sözü de yerine getirmemiş oldu. Aylar süren çalışmalar sonucu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, ardından da Devlet Bakanı Ali Babacan tarafından, İmarbank için yapılacak ödemelerin detayları açıklanmıştı. Bu açıklama içinde, bir yasa maddesiyle, aslında yetkisi olmadığı halde İmarbank tarafından satılan Hazine bonolarının da ödeneceği, açıkca belirtildi. Ancak önceki gün TBMM Genel Kurulu'ndan geçen yasa içerisinde Hazine bonosu alanlara yapılacak ödeme yer almadı.
Peki gerekçe ne derseniz, yine aynı: AKP milletvekilleri istemedi. Yani, ilk tezkerenin geçmeyişindeki gerekçe: ‘‘Parti içi demokrasi var.’’
Aslında AKP milletvekilleri İmarbank'ta mevduatı olanların alacakları paraların da 50 milyar lira ile sınırlı olmasını istedi. Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan, karşı çıkınca milletvekilleri mevduatların tümünün ödenmesini kabul ettiler. Yani, o konuda ‘‘parti içi demokrasi’’ denmedi.
O zaman rahatlıkla denebilir ki; Başbakan ısrar etseydi, bono alanların parası da ödenecekti...
O zaman, niye böyle bir tasarı TBMM'ye gönderildi, o zaman niye Başbakan Yardımcısı, bakanlar açıklamalar yaptılar ve bu kişilere açıkca ‘‘ödeyeceğiz’’ taahhüdünde bulundular?
Kısacası; ileride bu karar nedeniyle hazine bonosu satışlarında sıkıntı çıkma, maliyetlerin artması ihtimalinin yanısıra, siyasi iktidar, ekonomide güveni zedeleyecek bir davranış içine de girdi.
Sürekli tekrarlanan bir gerçek vardır ki; güveni kazanmak zor, kaybetmek ise çok kolaydır.
Hükümetin piyasada güveni zedeleyebilecek herhangi bir davranıştan çekinmesi gerekiyor. Şu andaki olumlu havanın, ‘‘Piyasanın işine geldiği için bu kadar olumlu olduğunu’’ unutmaması şart. Asgari ücretteki aşırı artış, bono ödemeleri gibi kararlar, ilerideki sıkıntıları büyütecektir.
Yazının Devamını Oku 