12 Ocak 2004
<B>ŞU </B>anda çok uzak bir tarih gibi görünüyor ama bankacılık sektöründe, şimdiden, 1 Temmuz'a dönük alarm sinyalleri yanmaya başladı. Şu andaki cılız sinyallerin önümüzdeki aylarda güçleneceğini ve giderek dikkat çekici bir hal alacağını söyleyebiliriz.
Alarm sinyalleri, 1 Temmuz'da sona erecek olan 'pasif ve mevduat garantisi' için yanmaya başladı. Yaşanan krizlerin ardından bankacılık sektörünün, yani tüm banka bilançolarının pasifleri ve topladıkları mevduatlar için devlet garantisi getirilmişti. Hatırlıyorum da; dönemin bürokratları IMF'in isteği üzerine bu kararı almaktan büyük hicap duyduklarını söylemişlerdi. Başbakan Ecevit eline tutuşturulan kağıttan bu garantiyi açıkladı, ardından bürokratlar yine geçiştirmeye çalıştılar ama başaramadılar, kabul edip uygulamak zorunda kaldılar. Yani 'pasifler ve mevduatlara' verilen devlet garantisi, IMF'in zoruyla verildi.
IMF'in bu ısrarının nedeni ise, açıktı: Yabancı bankaların, fonların Türk bankalarına verdikleri kredilerin geri ödenmesini garantiye almak..
Bu garanti o zaman gerekiyor muydu derseniz; bence, daha fazla bankanın sektörden tasfiyesi önlenmeye çalışılıyordu ve o şartlarda verilmek zorunda kalınmıştı. Aksi takdirde sektördeki birçok bankanın yabancılardan kredi kullanma limitleri kapatılacaktı.
Bu garantiler elbette ki ilelebet sürdürülebilecek garantiler değildi. Her iki garanti de herşeyden önce, sektörde gerçek bir rekabetin oluşmasının önündeki en önemli engellerden. İyi banka- kötü banka farkının ortaya çıkmasını saklayan bir faktör. Bunun dışında rekabeti bozan başka faktörler yok mu? Elbette var ve belki de bunların en büyüğü kamu bankaları ama...
Peki bu garantilerin ortadan kalkması, neden alarm sinyallerinin yanmasına neden oluyor?
Belki de, her iki garantiyi ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Mevduat garantisi, Başbakanın daha önceleri dediği gibi tümüyle ortadan kalkacak bir garanti değil. Zaten Başbakan son bir-iki demecinde de, baştan beri dediğimiz 'tümüyle kalkar demeyin' noktasına geldi ve 'belli bir miktarın üzerinde' devlet garantisinin kalkacağını söylemeye başladı. BDDK'nın açıkladığı gibi 1 Temmuz'dan itibaren 50 milyar liranın üzerindeki tasarruf mevduatlarındaki garanti kalkacak. Bu, elbette sektöre bir hareketlilik getirecek ama sonuçlarının çok vahim olacağını sanmıyorum. Bazı bankacılar, küçük bankalardan mevduat çekileceğini, mevduatların büyük bankalarda yoğunlaşacağını söylüyor ama 50 milyar lira sınırlaması nedeniyle, büyük bankalardaki yüksek miktardaki mevduatların bölünerek başka bankalara da kayacağını gözden uzak tutmamak lazım.
1 Temmuz'da kalkacak ve sektörü daha fazla etkileyecek garanti ise bilançodaki pasiflere verilen garanti Bu garanti yabancılar için verildi ama yerli bankalar da bu garanti kapsamında. Yani Türk bankaları kredi kullandırdıkları diğer yerli bankalara verdikleri borçlara devlet garantisi alıyorlar. Sektörde yabancılardan çok, özellikle kısa dönemli olarak yerli bankaların birbirlerinden kredi kullandıklarını gözönüne alırsak, bu garantinin önemi de kendiliğinden ortaya çıkıyor.
İşte 1 Temmuz'a ilişkin asıl tehlike, buradan kaynaklanıyor. Bazı büyük, likiditesi yüksek yani kredi kullandırıcısı büyük bankaların, şimdiden alıcı bankalara olan kredi limitlerini gözden geçirmeye başladıklarını duyuyoruz. Yani fon kullandıran bankalar 1 Temmuz'da pasif garantisi kalkacağı için, bu tarihten sonra eskisi gibi gözlerini kapatıp kredi veremeyeceklerini görüyorlar ve bu nedenle yeniden hesap yapıyorlar. 1 Temmuz için şimdiden hazırlık yapmaya başladılar. Önümüzdeki günlerde, her bankaya özel, yeni kredi limitlerini belirleyecekler. Aslında bazı bankalar için yeni limitlerine geçmeye başladılar, bile...
Bu durumda ne mi olacak? Yoğun kredi kullanıcısı bankalar için zor günler başlayacak. Belki o krediyi yine başka yerlerden bulabilecekler ama örneğin maliyetleri eskisi gibi olamayacak. Bazıları, belki ihtiyaç duydukları likiditeyi, istedikleri zaman bulamayacaklar da.
Bazı bankaların karşı karşıya kalabilecekleri sıkıntıları daha fazla uzatmak istemiyoruz ama şunu unutmamak gerekir; bankaların içine girecekleri sıkıntı sektörün tümünü hatta genel ekonomik dengeleri etkileyecektir ve şimdiden dikkatli olunması gerekiyor.
Bütün bankaların, özellikle de güçlü bankaların bazı bankaların sıkıntılarını gidermek için hassas davranmalarını, kimse beklemesin. Hatta 'sıkıntılarını artırma' yolunu seçtiklerini, yaşadığımız kriz ortamlarında çok yakından yaşadık, gördük.
Oyunun kuralı bu, o nedenle hiçbir bankayı suçlamadan, 'toplumsal sorumluluk duymuyorlar' diye kızmadan, oluşabilecek sıkıntıları önceden görmek, buna göre önlem almak gerekiyor.
Murakıplar Özer Çiller dönemini hatırlatıyor
PASİF garantisinin kalkmasıyla sıkıntıya düşecek bankalar hakkında, şimdiden bankacılık kulisleri hareketlenmeye başladı. Sıkıntıya girecek bankalar arasında, kamu sermayeli bankalardan, küçük ölçekli bankalara kadar, hiç de azımsanmayacak sayıda bankanın adı geçmeye başladı
Peki, bu isimler nereden çıkıyor derseniz, her bankaya ilişkin çeşitli bilanço rakamları, rasyoları doğru-yanlış konuşulmaya, 'X Bankası'nın şu rakamı böyleymiş' denmeye başladı.
Banka rakamlarına ilişkin bu söylentilere dayanak olarak da, 'bankalar yeminli murakıplarının raporları, söyledikleri' gibi gerekçeler gösteriliyor. Bankacılık kulislerinde, 'bankalar yeminli murakıplarının çeşitli bankalar hakkında rakamlar verdikleri' konuşuluyor. Gerçekten verilen rakamlar doğru mudur, gerçekten murakıplar mı bu rakamları yayıyor, tabi ki bilinemez ama sektörde çıkan söylentilerin ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabildiğini, daha önce gördük...
Bu arada bankalar evvelden beri bünyelerinde murakıp istihdam ederler ama son dönemde murakıplara olan talebin yeniden artmaya başladığı gözleniyor. Bunun nedeni ise açık; BDDK Başkanının murakıp olması, düzenlemeden sorumlu başkan yardımcılığına bile bir murakıbın atanması. Yani denetimden gözetime, BDDK yönetimi tümüyle murakıp olmaya başladı.
Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde murakıplar 'altın çağları'nı yaşamışlardı. Başbakanın eşi Özer Çiller'e yakın olan bir-kaç murakıbın başı çekmesiyle, ekonomi yönetiminde murakıp ağırlığı bariz bir hal almıştı. O nedenle 'Murakıpların Özer Çiller Dönemi' diye adlandırılan, ekonomi yönetiminde tarihi bir dönem vardır. Bu dönemde de bütün bankalar murakıp istihdam etmeyi artırmışlar, herşey onlardan sorulur olmuştu. Hatta İstanbul'da meşhur murakıp toplantısı düzenlenmiş, 'ekonomi yönetimini tümüyle ele geçirme planları' yapmışlardı. Sonunda, o dönemin en çok nelerle hatırlandığını, herkes biliyor...
Şimdi yeniden 'murakıpların Özer Çiller Dönemi'ne dönüşünden sözedilir oldu. Murakıpların 'megaloidea'sı BDDK'nın tümüyle ele geçirilmesi idi. BDDK kurulurken buna çok uğraştılar ama murakıpların denetimden sorumlu olmasına rağmen, gözetim ve düzenlemenin, makro ekonomiyi daha iyi bilen uzmanlara verilmesi gerektiği görüşü benimsendi ve kurum ona göre dizayn edildi. Halbuki şimdi, murakıpların 'teftiş formasyonu' tüm bankacılık sistemine hakim kılınıyor Bunun da ötesinde, bu egemenliğe göre bankalar kendilerini düzenlemeye başladı.
Halbuki şu anda bankacılık sektörü hala çok hassas durumda ve olaya, ekonominin tümüne çok daha geniş açıyla bakacak uzmanlara ihtiyaç var. 'Dar ve tek bakış açısı', sektörün bu hassas döneminin sağlıklı yönetilmesini sağlayacak mı, göreceğiz...
Yazının Devamını Oku 
10 Ocak 2004
<B>ÖNÜMÜZDEKİ</B> hafta Türkiye'de olacak IMF Heyeti'yle, bütçe kalemleri üzerinden yeniden geçileceği, bu arada yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla hedefinin de yeniden hesaplanacağı öğrenildi. IMF Türkiye Masası Şefi Odd Per Brekk, dün ‘‘6.5'luk faiz dışı fazla hedefinin yakalanması için Hükümet'in emekli maaşları ve asgari ücret artışını karşılama çerçevesinde ek önlemler alması gerektiğini’’ söyledi. Bu sözler, IMF'nin, Hükümet'in ‘‘yeterli’’ dediği personel dışındaki bütçe ödeneklerinden yapılacak yüzde 10'luk kesintiyi yeterli görmediğini ortaya koyuyor. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla; bütün hesaplar önümüzdeki hafta yeniden ele alınacak ve açık rakamları o zaman kesinleşecek. Yani, IMF her şeyden önce bu zamların faturasını sorgulayacak, emekli zamlarının gerçekten 2.6 katrilyon mu yoksa daha mı fazla olacağını, toplam faturanın 4 katrilyonu aşıp aşmayacağını, oturup yeniden hesaplayacak.
Bunun ardından ise yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla yeniden hesaplanacak. Yüzde 10'luk kesintinin gerçekten bütün kalemlerden yapılıp yapılamayacağına, her kalem ayrı ayrı ele alınıp bakılacak. Bu kesintiler açığı kapatmazsa, ekonomi yönetiminden açığı karşılayacak ek önlemlerin alınması istenecek. Yani yeni paket, büyük olasılıkla gündeme gelebilir.
Geçtiğimiz yıl bütçeden epeyce kesinti yapılabilmişti ama buna imkan sağlayan unsurlar; kurların düşük seyretmesi, dolar-Euro paritesindeki gelişmeler ve petrol fiyatlarındaki düşük düzeydi. IMF de, bu yıl TL'nin değerlenmesinin geçen yılki kadar olamayacağını, diğer uluslararası gelişmelerin mali disipline bu kadar büyük katkı yapamayacağını biliyor. Bunun da ötesinde, daha kasım ayında IMF hesaplara bakmış ve ekonomi yöneticileri, örneğin şimdi yüzde 10'luk kesintiye sahne olan kalemlerde, ‘‘en alt limitlerde olduklarını’’ söylemişlerdi. İşte bu nedenle yüzde 10'luk kesintinin tüm kalemler için kabul edilemeyeceği, kalan açık için ise en azından kaldırılan vergilerin geri gelebileceğinden söz ediliyor. Tabi ki bütün bu vergi artışlarının, artık çok daha hassaslaşan enflasyon oranlarına yapacağı olumsuz etki de, gözardı edilemeyecek.
PİYASA TAKMIYOR
Görüldüğü gibi; bir hata daha yapıldı ve şimdi bundan dönülmeye çalışılacak. Enflasyonda bu kadar önemli bir başarı sağlanmışken, yapılan bu hata, umarız vakit geçmeden düzeltilir.
Peki, Hükümet IMF'yle yapılacak bu görüşmelerden sonra, yaptığı hatayı telafi eder mi? Yoksa Başbakan, seçimleri gerekçe gösterip, alınması gereken önlemleri reddetme ya da erteleme yoluna gider mi? Yani bir efelik yapıp, dengeleri tehlikeye atma riskini alır mı?
Piyasaların tavrından anlaşılan o ki; neredeyse herkes Hükümet'in, IMF'nin istediği önlemleri ‘‘nasıl olsa’’ alacağına oynuyor. Ya da artık IMF'yi kimse takmıyor... Özellikle geçen sefer yapılmayan bir çok şeye rağmen IMF'nin olumlu tutum göstermesi, piyasalarda ‘‘IMF, ABD'nin zoruyla Hükümet ne yapsa da destek olmaya devam edecek’’ bakışını oluşturdu.
Aslında IMF'nin olumlu gidişe çomak sokacak bir girişime kalkışamayacağı ortada. Kısa vadeli başarılar IMF'ye de lazımdı ve bu nedenle yumuşak davrandı. Ancak son dönemde piyasalarda oluşturulan ‘‘aşırı olumlu hava’’, artık çoğu bankacıyı bile tedirgin eder noktalara geldi ve ‘‘Bu rakamlar ekonominin durumunu yansıtmıyor’’ yorumları giderek çoğalmaya başlıyor.
Bu arada IMF'nin, ‘‘kararların mali etkilerini araştırmak için bir grup göndermek’’ istediği, bunun yanlış anlaşılacağı kaygısıyla ekonomi yönetiminin Moghadam'a, ‘‘Siz de gelin yoksa Heyet gelmedi denir. Daha sonra şubatta ikinci tur yaparız’’ ricasında bulunduğu, IMF'nin de kabul ettiği söyleniyor. Yani Moghadam'ın gelişi de, ‘‘olumlu hava’’ içinmiş...
Ankara'da, ‘‘IMF, Erdoğan'ı sıkıştırmak için Bush'a malzeme hazırlamak için geliyor’’ spekülasyonları da var. Bakalım, bu işin sonu ne olacak?
Hükümetler ‘‘gerekenler’’i, IMF için değil de Türkiye için yapmayı, ne zaman başaracaklar?
Yazının Devamını Oku 
8 Ocak 2004
<B>MERKEZ</B> Bankası'nın döviz alım ihalelerine yeniden başlayacağını, ihaleler için günlük sabit miktarla çıkılan eski yöntem yerine, yeni yöntemlerin arandığını öğrendik. Önceki gün Bankalar Birliği yönetimi ile buluşan Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, bankalarla döviz alım ihalelerine yeniden başlamayı tartıştıklarını belirterek, ‘‘İhale sistemini daha esnek hale getirmek için çalışıyoruz’’ dedi. Serdengeçti'nin döviz alım ihalelerinde daha esnek bir yönteme geçileceğini belirtirken, ‘‘oynaklık müdahalelerine daha az başvurmak için’’ böyle bir değişikliğe gideceklerini söylediğini öğrendik.
Bankacılar, Serdengeçti'nin söylediklerinden ‘‘oynaklığın azaltılması’’ için çalışıldığı anlamını çıkardıklarını söyledi.
Bankacılar, Serdengeçti'nin 2004'e ilişkin bir sunum yaptığını belirtti. Serdengeçti'yi bazı endişelere karşın genelde iyimser gördüklerini kaydeden bankacılar, reel kesim güven endeksindeki iyileşmenin durduğuna, bunun izlenmesi gerektiğine dikkat çeken Serdengeçti'nin, buna karşılık enflasyon beklentileri ile enflasyon hedefi arasındaki farkın son ankette yüzde 1.9'a kadar inmesini ‘‘çok olumlu bir gelişme’’ olarak kaydettiğini söyledi.
Serdengeçti, bankacılara sektörün açık pozisyonunun 300 milyon dolar olduğunu, burada sıkıntı görmediklerini belirtirken, cari işlemler açığında sıkıntı beklemediğini, rezervlerin yüksekliğini, dalgalı kur uygulandığını hatırlatmış. Serdengeçti, açık enflasyon hedeflemesine geçiş için kamu maliyesinin daha da toparlanması gerektiğini, ayrıca kamu borçlarının piyasalardaki hakimiyetinin azalması gerektiğini de tekrarlamış.
Sürdürülebilir büyüme hakkındaki sorulara karşılık Serdengeçti, bu oranın yüksek olabilmesi için yapısal tedbirlerin gerçekleşmesine, yabancı sermayeye ve yönetişime dikkat edilmesi gerektiğini kaydetmiş.
Serdengeçti, bağımsız olan Merkez Bankası'nın maliyetlerine dikkat etmesi gerektiğini belirterek, yüksek borç servisi nedeniyle döviz rezervlerinin yüksek olmasını istediklerini, diğer yandan maliyetlerine dikkat etmeleri gerektiğini kaydetmiş. Serdengeçti, ‘‘Yüksek maliyetli döviz kaynaklarından da çıkmak durumunda olduklarını’’ kaydetmiş.
Serdengeçti, enflasyon uyarısında bulunurken, ‘‘Mart sonunda daha düşük enflasyon oranlarına ineriz ama sonra bir miktar kıpırdanma olabilir, telaşlanmamanız lazım. Dirençleri kırmak için çalışacağız’’ demiş.
DTH'larda stok çözülmesi için zaman gerekeceğini kaydeden Serdengeçti, vadeli işlem piyasasının çalışması gerektiğini, Merkez Bankası olarak bu piyasaya seviye kaygısı nedeniyle giremeyeceklerini kaydederek, ‘‘Bu iş size düşüyor bu piyasanın derinleştirilmesine çalışmak gerek’’ demiş.
Bu arada bazı banka genel müdürlerinin Serdengeçti'ye ‘‘faiz indirimi’’ni ısrarla sordukları öğrenilirken. Serdengeçti, bu sorulara somut bir yanıt vermeyerek, ‘‘faiz indirimi ya da artırımı için her alana bakıyoruz ve baktığımız şeyleri artık biliyorsunuz’’ demekle yetinmiş. Bu arada bazı genel müdürler asgari ücret ve yüksek emekli zammının kaynağı konusundaki endişelerini dile getirirken bazıları ‘‘Herhalde Hükümet bunları IMF'yle görüşmüştür, değil mi’’ demiş.
Kerman, BDDK'dan tümüyle gitti, kadrolaşma hızlandı
BANKACILIK Düzenleme ve Denetleme Kurumu'ndaki (BDDK) kadrolaşma endişeleri gerçek oluyor. Salı günü toplanan Kurul, soruşturma nedeniyle açığa alınan Başkan Yardımcısı Teoman Kerman'ın da görevinden alınıp danışman yapılmasına karar verdi. Başkan Tevfik Bilgin'in isteği üzerine ayrıca ‘‘karar alma mekanizmaları ile hiç ilgisi olmayan’’ 3 daire başkanı da görevinden alındı.
Uluğşat Gürbüzer, Refika Kocaer ve Önder Yeğen'in görevlerinden alınmasıyla idari mali işler, İnsan kaynakları birimleri yani kadrolaşmayı sağlayacak birimler temizlenmiş oldu. Bilgin'in Zekeriya Temizel döneminden gelen bu üç maliye kökenli uzmanı alması dengeleri de değiştirdi.
Kerman'ın yerine, ‘‘Kurumdaki en sert yeminli murakıp’’ olarak bilinen Sabri Davas atandı. Davas'ın ‘‘genç ve hızlı bir murakıp’’ olduğu belirtilirken, Bilgin'in gelişiyle dikkat çeken ‘‘murakıp kadrolaşması’’ da tescillenmiş oldu. BDDK'nın denetleme ve düzenleme olarak iki bölüm olduğu gözönüne alınırsa, şu anda hem denetleme, hem de düzenleme birimleri tümüyle murakıplara geçmiş oldu.
AKP'nin atadığı İkinci Başkan Ahmet Şirin'in bu kararları imzalamadığı belirtilirken, eskiden kalan kurul üyelerinin imzalamaları da, dikkat çekici başka bir unsurdu.
Bankacılar, ‘‘İmar Bankası, gözetim sisteminin iyileşmesi, temmuzdaki mevduat ve daha da önemlisi pasif garantisinin kalkmasının yaratacağı etkileri hiç tartışmayan Kurul'un sadece Çukurova ile atamalar ve kadrolaşma ile uğraşması çok dikkat çekici’’ yorumunu yaptı.
Yazının Devamını Oku 
6 Ocak 2004
<B>PİYASALAR</B> aldı başını gidiyor. Nereye gittiğini bildiğini zannetmiyoruz ama, gidiyor... Bu ‘‘fazla iyi’’ gidiş, piyasada şimdiye kadar olumsuz haberleri gözardı edip, iyiyi satın alma yolunu seçen dealer'dan bazılarını bile tedirgin edecek duruma geldi.
Piyasaların coşmasındaki en büyük neden yabancılar. Geçen cuma günü ve dün, döviz satıp bono alan yabancı foncuların getirdiği döviz miktarı, en az 300 milyon dolar olarak belirtiliyor. Yani piyasaların coşup, doların 1 milyon 375 bin liraya, faizin yüzde 24'e inmesini sağlayan yabancılar oldu. Yabancılar uyarılara rağmen 1 milyon 375 binden dolar satmaya razı oldular. Beklenti ne? Beklenti; hedefin altına inen enflasyon ve enflasyondaki düşüşün devam edip faiz düşüşüne yol açacağı, doların da fazla yükselmeyeceği...
IMF'yle sıkıntı çıkmış, asgari ücret ve emekli maaşları nedeniyle yüklü bir paket yoldaymış, yabancıları ilgilendirmiyor, almaya devam ediyorlar. Merkez Bankası Başkanı uyarıyor, popülist kararlara, yüksek ücret zamlarına dikkat çekiyor ama dinleyen yok. Merkez Bankası faiz indirmeyi erteleyip, emekli maşlarına yapılacak zammı, IMF'nin tavrını bekliyor ama yabancılar sanki bütün bunlar hallolmuş, Merkez Bankası da yüklü indirimler yapacakmış gibi davranıyor.
Herhalde, ‘‘Bir-kaç ülke dışında borçlanan ülke kalmadı. Henüz de yılın başındayız. Türkiye'ye girip kar ederiz, işler tersine dönerse yılın sonuna kadar başka yerlerden nasıl olsa buradan doğabilecek zararı karşılarız’’ diye düşünüyorlar.
Yabancılar elbette ki fonlarının kar maksimizasyonu için Türkiye'ye geliyorlar ama yerliler de buna ses çıkarmıyor. Hatta onlara uyup, hala dolar satıp bono alanları bile var...
Yabancılara danışmanlık yapanlar şimdiye kadar, ‘‘ne varsa alın’’ diyorlardı, edindiğim izlenim; bugünden sonra bu tavırları değişeceğe benziyor. Hem hisse senedinde hem de bonoda, ‘‘edilecek kár edildi’’ görüşüne geldiler ve artık ‘‘aman dikkat’’ uyarısında bulunmaya başlayacaklar. Yabancılar bu danışmanları dinleyecekler mi, göreceğiz.
Eğer dinlemezlerse, bu arada yerlilerin gözünü de kan bürür, bu aşağı gidişi hızlandırırlarsa, işte o zaman çok dikkatli olmak gerekiyor. Şu anda ekonomiyi yöneten bakanlar bilmezler ama, o dönemde alt kademelerde görev yapmış, şimdiki üst düzey yöneticilerine mutlaka sormaları lazım. Sorumlu bürokratlar ve bakanlar, bu aşırı gidişatı kaygıyla değerlendirmek zorunda. Aksi takdirde ‘‘her aşağı inişin çıkışı olduğu’’nu unutur, hızlı aşağı gidişlerin yukarı çıkışlarının da hızlı olacağını, atlarlar. Sonuçta zarar gören halk olur. Zarar gören seçim öncesi hızla yukarı çıkışın yaratacağı panik nedeniyle Hükümet olur. Bakanlarda ‘‘Nasıl olsa döviz rezervi yüksek, Merkez Bankası bu gidişatı durdurur’’ gibi bir eğilim seziyorum. Belki, Merkez Bankası yönetimi de bu izlenimi verdi ama geçmişte gördük, çığ gibi geliverir, kimse bir şey yapamayabilir.
GÖZDEN GEÇİRME AZALACAK
Merkez Bankası'nın bu gidişatı biraz kaygıyla izlediğini biliyorum. Bugün bankacılara da, belki duyduğu kaygıları daha detayıyla anlatır. Başkan Serdengeçti'nin sık sık gündeme getirmeye başladığı, ‘‘açık pozisyon uyarısı’’ da bu nedenle geliyor. Şu anda bankacılıkta açık pozisyon gözükmüyor ama ‘‘sıcak para’’ dediğimiz, her an dönecek para miktarı artmaya devam ediyor.
Merkez Bankası'nın faiz indirimi için beklemesinin nedenlerinden biri emekli maaşları, biri de IMF'yle ilişkilerin ne olacağı. Yani IMF'nin kendisine verilen sözün tersi yapıldığı için güven kaybettiğini, ‘‘asgari ücret ve emekli maaşı için ek tedbirleri’’ beklediğini biliyor.
Bu arada IMF Heyetinin 7. gözden geçirme için geldiğinde, bu yılki 5 olan gözden geçirme sayısının azaltılmasını da görüşeceği ve büyük ihtimalle 3'e düşmesine razı olacağını öğrendik.
Ancak IMF heyetinin geliş tarihi belli olmadı. Bakan Babacan daha önce, ‘‘5 Ocak'ta geliyorlar’’ demişti, olmadı. Şimdi ay ortası gelip İcra Kurulu'ndan geçişi Şubat sonuna almak niyetindeler. Ama şimdilik bekliyorlar. Umarız, IMF konusunda oluşan belirsizlik çabuk çözülür.
Yazının Devamını Oku 
5 Ocak 2004
<B>YENİ </B>yıla <B>'IMF'le sıkıntılı' </B>giriliyor. AKP Hükümeti, tam programa uyum sağladı derken, asgari ücret IMF'le ilişkilerin yeniden gerilmesine neden oldu. Mevcut durum, 'asgari ücret konusunda kendisine verilen sözler tutulmadığı için IMF tam bir hayal kırıklığı yaşıyor' diye özetleniyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan önce ses çıkarmadı, işler karışınca 'Ben rakam vermedim' dedi, yüzde 55'lik zam 35'e indi ama sorun hala çözülmüş değil. Ekonomi yönetiminin sosyal güvenlik açığını artıracak karar almayıp, aksine bu yıl açığı azaltacak önlemler almayı taahhüt ettiği IMF, yüzde 35'lik asgari ücret zammına ve kişi başına 46 milyonluk prim sübvansiyonu verilmesine karşı çıkmaya devam ediyor. IMF Türkiye masası yetkililerinin 'Biz gözden geçirme için geldiğimizde konuşalım,. O zamana kadar asgari ücret açıklamasını geciktirin' talebi de bir işe yaramadı ve Başbakanın talimatıyla yüksek oranlı asgari ücret ve prim sübvansiyonu açıklandı.
Asgari ücreti açıklamak için IMF heyetinin gelişini beklemeyen Hükümet, yine Başbakanın söz verdiği 'SSK ve Bağ-kur emeklilerine yüksek zam' konusundaki kararını ise beklemeye aldı. Ankara Kulislerinde, 'Hükümet asgari ücreti açıkladı ama IMF'den gelen sert tepki nedeniyle emekli zamlarını belirlemek için bu kez Heyetin gelişini bekliyor' söylentisi dolaşıyor.
AKP Hükümeti göreve geldiği ilk aylarda da emeklilere yüksek oranlı seyyanen zam yapmış, bütçe dengelerini tehlikeye sokmuş, IMF buna sert tepki göstermiş, bunun üzerine de Hükümet 'Biz kendi programımızı uygulayacağız' restini çekmişti. Ancak daha sonra işler kötüye gitmeye başladığında, 1. tezkere de TBMM'den geçmeyince, zorunlu olarak IMF Programına uyum başlamıştı. O dönem ücretler nedeniyle sertleşen IMF'le ilişkiler, programın uygulanmasından çok olumlu sonuçlar alınmasına rağmen, AKP Hükümeti tarafından ücretlere yüksek oranlı zamlar yapılarak, yeniden gerilimli bir ortama sokulmuş oldu.
GÖZDEN GEÇİRME ERTELENİR Mİ?
İçeride, asgari ücrete yapılan yüksek oranlı zam fazla tepki görmedi. İşalemi önce tepki gösterip sonra sustu ama yüksek oranlı asgari ücret zammı özellikle IMF tarafından büyük tepki gördü.
Bilgi veren yetkililer bu 'emrivaki' karar üzerine, IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam'ın da kendi kuruluşu nezdinde zor durumda kaldığını, bu kararın herşeyden önce oluşturulan güveni zedelediğini söylüyorlar. Durumun sanılandan daha ciddi olduğunu kaydeden IMF'e yakın bir kaynak, 'IMF'in mutlaka bu işin temizlenmesini istediğini, bu iş temizlenmeden gözden geçirme çalışmalarına başlamayabileceğini' söyledi. Yanısıra, IMF heyetinin oluşan güvensizlik nedeniyle 7. gözden geçirme için gelip, çok sayıda performans kriteri koyabileceği de söyleniyor.
Bu arada Ankara Kulislerinde 'Hükümetin 7. gözden geçirme için IMF heyetinin gelişini seçim sonrasına ertelemek isteyebileceği' de söylenmeye başladı. Kimi yetkililer 'Hükümetin buna cesaret edemeyeceğini' söylerken bazıları 'Hükümetin seçim öncesi popülist kararlarda ısrarlı olduğu, bu nedenle gelişi seçim sonrasına atabileceğini' söylüyorlar.Bu şimdilik zayıf ihtimal.
IMF Heyetinin geliş tarihi henüz kesinleşmedi. Heyetin önümüzdeki hafta Ankara'da olması bekleniyordu ama kesin tarih belirlenmemişti. Şimdi heyetin geliş tarihi ve geliş öncesi ek önlemlerin gündeme gelip gelmeyeceği merakla bekleniyor.
DPT ve Hazine'den büyük tepki
AKP Hükümeti'nin göreve getirdiği ekonomi bürokratları, ilk kez Hükümetleriyle bu kadar ters düştü. Asgari ücret belirlenmesi aşamasında özellikle DPT ve Hazine bürokratları başarılı bir sınav verdiler. Sonuçta Hükümeti ikna edemediler ama bu kararın getireceği sıkıntıları, ellerinden geldiğince anlatmaya çalıştılar. Başbakan Erdoğan'ı kararından caydırmak için her yolu denediler, AKP dışından etkili olabilecek kişilere bile gidip durumu anlattılar ama Erdoğan'ı ikna etmeleri mümkün olmadı.
Hem yüksek oranlı zam yapılmasına hem de SSK açığının büyümesine yol açacak uygulamaya karşı çıkan bürokratlar, oran belirlenmesinde etkili olamayınca bu kez, 'Bu açıklamayı nereden kaynak yaratılacağını de belirterek, birlikte açıklayalım' diye bastırdılar ama bunda da başarılı olamadılar. Maliye Bakanlığı'na gidildi, orada bu açığı karşılayacak ek tedbirler için çalışma yapıldı ama Erdoğan'ın 'seçim öncesinde ek tedbir filan olmaz' diyerek kaynak açıklanmasına karşı çıktığı, dolayısıyla bürokratların bu yöndeki çabalarının da boşa gittiği öğrenildi.
Hepsi AKP Hükümeti tarafından göreve getirilen bu bürokratların 'Çok başarılı bir yıl geçti, bütün emeği boşa çıkarmayın' argümanları bile boşa çıktı. Açıkcası; gerçekten teknisyen niteliği taşıyan bürokratların önümüzdeki dönemde Hükümet ile, 'popülist harcama' için çatışmalarının artacağını tahmin ediyoruz. Bazılarının istifaya kadar gidebileceği bile söylenmeye başladı.
Bürokratların itirazları birden fazla noktadaydı. Herşeyden önce, kur da düşükken özel sektörün rekabet gücünü kaybedeceği, ücretlerde 'geriye doğru endeksleme'nin IMF programına tümüyle ters olduğu ve SSK açığının kapatılması için önlem gerekirken, bu kararla açığın büyüyeceği anlatılmaya çalışıldı ama Hükümet dinlemedi. Yanısıra toplam 5.7 milyon sigortalının 3.7 milyonunun asgari ücretten gösterildiği, bu kararın, hem normal maaş yerine asgari ücretli gösterilen sayısını artıracağı hem de kayıtdışı işçiliği özendireceği anlatıldı ama dinlenmedi. Bürokratlar, sadece asgari ücretli için 46 milyon lira sübvansiyon verilmesi halinde asgari ücretli sayısının artacağını, yüksek ücret gösterilen sigortalıların asgari ücret kısmı için yine 46 milyon sübvansiyon uygulanması halinde ise açığın çok daha büyüyebileceğini de anlattılar.
Alınan karar hala teknik olarak netleşmiş değil. Sadece asgari ücretliler için mi, kişi başına 46 milyon lira SSK sübvansiyonu verileceği yoksa daha yüksek maaşlıların asgari ücret kısmına da, yani 5.7 milyon sigortalının hepsine de 46 milyon liralık sübvansiyonun mu uygulanacağı, netleşmedi. İki durumda da sıkıntı büyük. Bürokratlar, artan gelir vergisi matrahı nedeniyle gelecek vergi düşüldüğünde bile en azından 650-700 trilyonluk ek yük geleceğini, netleşecek formüle göre yükün 1.5 katrilyon lirayı bulabileceğini söylüyorlar.
Yeni popülizm alanı: Kamu bankaları
HÜKÜMET aldığı harcama artırıcı, toplumun çeşitli kesimlerine 'ulufe' dağıtan uygulamalarına 'sosyal harcama' derken, bu popülist kararlara her gün yenisinin eklendiği görülüyor. Yüksek asgari ücret zammından sonra taşıma fiyatlarında indirim için yapılan deniz taşımacılığındaki akaryakıttaki ÖTV muafiyeti yürürlüğe girdi. Bunun ardından Hükümet öğrencilere Kredi yurtlar kurumundan verilen aylıkları yüzde 100 artırdı. Bunun ek maliyetinin 250 trilyon lira civarında olacağı tahmin edilirken, bu kaynağın kurum yatırımlarından mı karşılanacağı, belli olmadı.
Hükümet seçim öncesinde kamu bankalarını kullanmaya da hazırlanıyor. Yetkililer kamu bankaları reformu kapsamında en önemli adımlardan biri olan 'personel sayısındaki artışın yüzde 1'li sınırlandırılması' kararını Hükümetin kaldırmayı düşündüğünü, bunun için bir kararname hazırlandığını söylediler. Bu sınırın kaldırılmasıyla birlikte AKP Hükümeti kamu bankalarına istediği gibi adam alma imkanına kavuşacak. Danıştay'ın kamu bankalarından başka kurumlara personel gönderme işleminde yürütmeyi durdurma kararı aldığı hatırlatılarak, kamu bankalarının bu kararı kullanıp kullanmayacağının belli olmadığını, Hükümetin eski adamları geri almaktan çok kendi adamlarını alabilmek için çaba gösterdiği bu nedenle, Danıştay'ın bu kararından bağımsız olarak yüzde 1'lik sınırlamanın kaldırılabileceği iddia ediliyor.
Bu sınırlamanın kaldırılmasına ilişkin kararnameye IMF'in de, öğrendiği zaman, karşı çıkması bekleniyor ama asıl tepki Dünya Bankası'ndan gelecek. Dünya Bankası yetkililerinin donan mali sektör kredisinin kullanılabilmesi için, kamu bankaları reformunun devam ettirilmesi konusunda Hükümete acil önlem talebini ilettikleri ancak Hükümetten hiç ses çıkmadığı belirtiliyor.
Bu arada bürokratlar, özellikle nakit sıkıntısı olmayan Ziraat Bankası'nın, kredileri hızlandırmaya başladığına dikkat çekiyorlar. Yetkililer 'sicil affı'nın çıkmasıyla birlikte kamu bankalarından kullandırılacak kredilerin artmasını bekliyorlar. Özel bankalar affa girse bile güvenilmeyen kişilere kredi vermeyeceklerini Hükümete iletmişlerdi. Kamu bankaları ve Vakıfbank'ın ise sicil affına giren, özellikle 'partili şirketler'e kredi kullandırmaya hazırlandıkları söyleniyor.
Yazının Devamını Oku 
3 Ocak 2004
<B>MERKEZ</B> Bankası, yılın ilk iş gününde yaptığı açıklama ile hem Hükümeti hem de piyasaları uyardı. Merkez Bankası'nın Hükümete uyarıları mali disiplinden taviz verilmemesi, seçim ekonomisi uygulanmaması, yapısal tedbirlerin mutlaka hayata geçirilmesi ve gelir ve ücretler politikasında dikkat edilip, geçmişe doğru endekslemeden vazgeçilmesi noktalarında yoğunlaşıyor. Merkez Bankası'nın piyasalara uyarısı ise volatiliteye izin verilmeyeceği, örtük enflasyon hedeflemesine devam edileceği ve ‘‘açık pozisyon’’u artırmamaları yönündeydi ve bunlara karşı önlem alınacağının altı çizildi.
Merkez Bankası seçim ekonomisi ve popülist harcamalara dönük şu yorumları yaparken, ‘‘örtük’’ olarak, asgari ücretteki artışa gösterdiği tepkiyi de dile getirdi: ‘‘2004 Mart'ında yapılacak yerel seçim öncesinde, ekonomik aktörlerin, geçmiş deneyimlerinden kaynaklanan bazı şüpheleri gündeme getirmeleri riski vardır. Bu şüpheleri ortadan kaldırmanın tek yolu, ücret ve gelirler politikasını program hedefleriyle uyumlu biçimde devam ettirmektir. Bu konuda gelecek olumsuz bir sinyal, başta enflasyon ve cari açık olmak üzere genel makroekonomik dengeler konusundaki bekleyişlerde olumsuz etkilerde bulunacaktır. Dahası, makroekonomik hedeflerle uyumlu olarak algılanmayan bir ücret ve gelirler politikası, sonradan bu etkilerin telafi edilmesine yönelik tedbirler alınsa bile, belirsizlik ve risk algılamasının artmasına neden olarak, bekleyişlerde bozulmaya yol açacak ve enflasyon üzerinde olumsuz etki yaratabilecektir.’’
Merkez Bankası, yüksek belirlenen, SSK açığını artıracak asgari ücretin ve emekliye yapılacak muhtemel yüksek zammın veya seçim öncesi yeni harcama artırıcı kararların, maliyetleri için gelir yaratılsa bile, bekleyişleri, dolayısıyla enflasyonu olumsuz etkileyeceğini söylemeye çalışıyor.
DÖVİZ BELİRLEYİCİ
Döviz kurlarının hálá enflasyon dinamikleri içinde en belirleyici unsurlardan biri olmaya devam ettiği belirtilen açıklamada, ‘‘Döviz kurlarının izleyeceği seyir, geçmişte olduğu gibi, 2004 yılı enflasyonu açısından da önemli olacaktır. 2004'te ekonomik programla uyumlu bir maliye ve para politikası uygulanması ve yapısal reformlarda süreklilik sağlanması durumunda döviz kurlarında enflasyon hedefini tehlikeye sokacak bir gelişme beklenmemekle beraber, kamu mali disiplinininz kalitesini orta ve uzun dönemde daha da sağlamlaştıracak yapısal reformlar gerçekleşmedikçe, döviz kurundaki dalgalanmalar bir risk unsuru olmaya devam edecektir’’ deniliyor. Yani; yapısal reformlar yerine getirilemediği takdirde bunun beklentilere, kurlara etki yapacağı, bunun da enflasyon hedefini riske sokacağı söylenmeye çalışılıyor.
Açıklamada sıkça yapısal reformlara, iyileşmede kalıcılık, dengelerin sürdürülebilmesi için reformların devam etmesi gereğine değiniliyor.
Merkez Bankası, kendi deyimiyle ‘‘açık ya da fazla döviz pozisyonu taşıma risklerinin, bir defa daha altını çizmekte’’ yarar görüyor. Dalgalı kur rejiminin devam edeceğinin de vurgulandığı açıklamada, bu rejimde kurların dışsal şoklar ekonomik gelişmeler ya da bekleyişlerdeki değişmeler nedeniyle aşağı yukarı hareket ettikleri hatırlatılırken, ‘‘Bunun yanısıra açık ya da fazla döviz pozisyonu tutma eğilimi bu dalgalanmaların şiddetini daha da artırmaktadır. Bu nedenle ekonomik birimlerin döviz pozisyonu riski almamaları ve döviz pozisyonlarını vadeli işlemlerle dengelemeleri önem kazanmaktadır’’ deniliyor.
Yani mali disiplin gevşerse, beklentiler kötüleşirse, içeriden ya da dışarıdan kurları etkileyecek bir etki gelirse, açık pozisyonun olduğu ortamlarda, bu etki büyüyebiliyor. Merkez Bankası, açık pozisyon tutma eğiliminin, kur ve faizlerdeki seyir nedeniyle doğal olarak, artmasından endişe ediyor ve bu konuda piyasa oyuncularını uyarma ihtiyacı duyuyor.
Merkez Bankası'nın bu açıklamaları, nasıl kritik bir yılda olduğumuzun göstergesi.
Yazının Devamını Oku 
1 Ocak 2004
<B>BİR</B> büyük bankanın fon yöneticisiyle 2003'ün nasıl geçtiğini konuşurken, yorumu şu oldu:<B> ‘‘Böyle mükemmel bir yıl olamazdı...’’</B> Bu bankanın büyük kárlar elde ettiğini biliyoruz. Bütün bankalar bu kadar kár etmedi ama bankaların tümü için, genel olarak kárlı bir yıl oldu.
Bankaların bu kadar kárlı bir yıl geçirmesi, ekonominin tümü için iyi bir yıl olduğunu göstermez ama ekonomideki temel göstergeler açısından da olumlu bir yıl olduğunu söyleyebiliriz.
AKP Hükümeti, karşı çıktığı IMF destekli ekonomik programı uygulayarak bu olumlu havayı yakaladı. Bilindiği gibi; AKP, kendi ekonomik programını rafa kaldırmış durumda. Buna karşılık 2000'den beri yürütülen ekonomik programı uygulayarak bu sonuçları aldı. Yani işin sırrı uygulanan ekonomik programa sadık kalmak. Zaman zaman programdan sapmalar yaptı ama sonunda aynı yola girip, ‘‘gerekenler’’i, istemese de yaptı ve geldik bugüne...
Buradan yola çıkarak diyoruz ki; AKP Hükümeti bu ekonomik programı uygulamaya devam ettiği takdirde, ekonomik göstergeler 2004'de olumlu olacak.
İşalemi ve piyasa oyuncuları, zaman zaman gösterilen sapmalara hep ‘‘nasıl olsa dönüp gerekeni yapar’’ diye baktı ve hep ‘‘işler iyi gidecek’’e oynadılar. Bu oyunu bu şekilde oynamalarındaki en büyük neden ise kendi kárlarını düşünmeleri idi. Kimisi kısa vadeli kárlar elde edip durumunu toparlamak, şart koşulan sermayeyi bu kárla karşılamak için risklere, olumsuz haberlere gözlerini kapadı, kimisi ise daha uzun vadeli kaygılarla ‘‘Dünya görüşümüze uymasa da çoğunluk Hükümeti ve AB şartlarını yerine getiriyor’’ diye... Kimisi de iki kaygıyı birlikte taşıyarak...
Yani siyasi ve ekonomik çıkarlar birleşti ve bu olumlu hava yaratıldı.
Bence şu andaki ekonomik göstergeler, olması gerekenden daha olumlu bir havayı gösteriyor. Kimse unutmasın ki; ekonomi sadece ‘‘basılan hava’’ ile ilelebet olumlu kılınamaz. Olumluluğun altyapısı tamamlanamaz, yani beklendiği gibi ‘‘istim arkadan gelmez’’ ise iş zorlaşır.
GÜNÜ KURTARDILAR
Bu ekonomik programı, diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, sadece mali ve parasal tedbirler değil, ekonomiyi, hatta siyaset etme biçimini kökünden değiştirecek yapısal tedbirleri içermesi idi. Herkesin de gördüğü gibi; AKP Hükümeti'nin yapısal tedbirlerin yerine getirilmesi konusunda, performansı iyi değil. Sadece IMF gözden geçirmelerini atlatmaya yarayacak yapısal tedbirlere dokundular, gerisine, ekonominin altyapısını sağlamlaştıracak yapısal tedbirlere dokunmadılar. Yapısal tedbirlerin felsefesini içlerine sindiremediklerini ise, gerek son bankacılık düzenlemeleri, gerek bağımsız kurumlar konusundaki tavırlarıyla ortaya koydular.
Ekonomik programın doğal sonucu olarak değişmesi gereken ‘‘siyaset etme biçimi’’ni eskiye döndürme niyetleri, günlük ekonomik kararlarıyla, yoğun ve yetersiz atamalarıyla kendini belli etti. Yani, yöntem olarak eskiyi benimsediler. Eski yöntemlere, eski işleyişe geri dönüldüğünde bu sonuçların hızla değişeceğini görmezden gelerek, bu çabayı sürdürüyorlar. Peki, bu ‘‘programın felsefesi’’ dediğimiz anlayışın değiştiğini, eski anlayışla işin yine kötüye gideceğini gören yok mu? Bence, bu tehlikeli anlayışı görebilenler bile, ‘‘Anlamasa da, benimsemese de gerekenleri yapıyor ya, bu yeter’’ diyerek işi geçiştirip, günü kurtarmaya çalışıyorlar... Umarız yeter...
2003 yılı, bazı aydınlar küçümsese, bazıları önemsemese de, toplumsal olarak yoğun çatışma ortamının ipuçlarını aldığımız bir yıl oldu. Değişimin şart olduğuna artık herkes inanıyor ama değişimin siyasi ya da askeri ‘‘mutlak otorite’’ ile sağlanamayacağını görenlerin sayısı henüz az. Bazılarının soru sormayı bırakması, o soruların varlığını ortadan kaldırmıyor. ‘‘İki kötü arasında seçime zorlandıklarını’’ hissedenler ve ‘‘kaderciliği’’ kendine yakıştıramayanlar, işleri ne olursa olsun, ancak yeniden soru sormaya başladıklarında, susturulmadıklarında, yanıt bulabildiklerinde her türlü zorbalığa karşı çıktıklarında, umudu yeniden kazanabilecek. Piyasa ekonomisi de ancak demokrasi içinde, özgürlüklerle varolabilir. Umarız çağdaşlığı isteyenlerin sayısı artar. Umarız 2004, gelecek için umutların yeşerdiği bir yıl olur. Herkese sağlık ve mutluluk dileklerimle.
Yazının Devamını Oku 
30 Aralık 2003
<B>PİYASALARIN </B>bu haftayı sakin geçirmesi bekleniyor.Noel tatili nedeniyle ABD ve Londra kaynaklı hareket olmadığını kaydeden bankacılar, 5 Ocak'tan, yani önümüzdeki haftadan itibaren hareketin yeniden başlayacağını söylüyorlar.
Yeni yılda özellikle ABD kaynaklı olarak, Hazine kağıtlarına yabancılardan talep gelebileceği belirtiliyor. Faizlerin çok düştüğünü, Merkez Bankası'ndan yeni bir faiz indirimi gelmesi halinde bile faizlerin bu seviyenin altına inmesinin zor olduğunu kaydeden bankacılar, buna rağmen yabancılardan kağıt talebi gelmesini bekliyorlar. Hazine kağıtlarına talep beklenirken, hisse senetlerine yabancı talebi konusunda, seviye yüksekliği nedeniyle, fazla bir beklenti bulunmuyor.
Bankacılar yılın ilk aylarında enflasyondaki düşüş trendiyle birlikte, olumlu bir dönem bekliyorlar. Önemli bir siyasi sıkıntı olmaması halinde, faizlerdeki düşüşün, eskisi kadar hızlı olmasa da, yılın ilk yarısında sürmesini bekleyen bankacılardan bir bölümü, yılın ikinci yarısı için ise aynı olumluluktan söz edemiyorlar. Enflasyonun ikinci yarıda artmaya başlayacağını, buna bağlı hareketlenme yaşanabileceğini kaydeden bir bankacı, ABD'de yılın ortasında küçük da olsa bir faiz artırımı beklendiğini söyledi.
ABD'DEKİ BÜYÜME
ABD'de büyümenin başladığını bunun enflasyona etkisinin genellikle 6 ay sonra başladığını hatırlatan aynı bankacı, ABD'de yıl ortasında 0.25 gibi küçük bir artırımın piyasaları fazla etkilemeyeceğini ancak artırımların süreceği beklentisinin oluşması halinde, bunun Türkiye gibi ülkelere zararı olacağını söyledi. Bankacı, gelişmekte olan piyasaların birlikte değerlendirildiğine, faiz artırımları halinde bu piyasalardaki fonların geri dönmeye başlayabileceğine dikkat çekti. Aynı bankacı, Kıbrıs, AB gibi sıkıntılı konuların netleşmeye başlayacağı yılın ikinci yarısını ‘kritik’ olarak nitelendirdi. İkinci yarıyı kritik kılan bir başka unsurun da, Hükümetin 2004 sonrasında IMF'le ilişkiler konusunda vereceği karar olduğu söyleniyor. 2004 sonrası için IMF'le tüm ilişkinin kesilmesi, 'yakın izleme anlaşması' türü esnek bir programın bile istenmemesi halinde, tedirginliğin artacağının altı çiziliyor.
Ekonomi yönetiminin bu analizleri yapıp yapmadığını, yaptıysa önlemlerini buna göre alıp almadığını bilmiyoruz. Bu konuda ipuçları verecek olan '2004 yılı Finansman Programı' da yıl bitmesine rağmen hala açıklanmış değil. Gerçi finansman programının en kritik oranlarından borç çevirme oranında yüzde 90 civarında bir beklenti var ama, bankacılar yine de detay programı görmek istiyor. Geçtiğimiz Cuma günü gerçekleştirilen Piyasa Yapıcıları toplantısında bu programın açıklanması bekleniyordu ama Hazine yönetimi bunu açıklamadı. Şimdi, yılın ilk günlerinde Bankalar Birliği'nin bir toplantı düzenlemesi, bu toplantıya Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti ve Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı'nın katılıp 2004'e nasıl baktıklarını anlatmaları, Çanakçı'nın bu toplantıda finansman programını da açıklaması bekleniyor.
BANKACILAR İSTEDİ
Bankacıların merak ettiği bir konu da; yeni yılda yeni Eurobond ihracı olup, olmayacağı. Son piyasa yapıcıları toplantısında bankacılar, yine, yüklü miktarda Eurobond ihracı istediler. Hazine yöneticileri de böyle bir ihracın düşünüldüğünün ipuçlarını verdiler.
Aldığımız bilgilere göre; Ocak ayı başında, daha doğrusu Ocak'ın ilk yarısında eurobond ihracı başlayacak. Bankacıların istediği gibi ilk ihracın, mevcut 2015 ve 2030 vadeli kağıtlar arasındaki bir vadede, örneğin 20 yıllık olabileceği belirtiliyor. Bundan sonra çıkılacak roadshow'un da ardından, 2030 vadeli kağıdın yeniden ihracı bekleniyor. Yani Hazine'nin yıla eurobond ihracıyla başlaması ve Ocak ayı içinde en azından 1 milyar dolarlık bir ihraç yapılmasını bekliyoruz.
Hazineciler bayramdan sonra bu ihracın planlandığını ama bombalamalar nedeniyle bekletildiğini kaydederek, şimdi zamanı geldiğini, bankacılardan da büyük talep olduğunu söylediler.
Bu arada Hazine ihalelerinde geçilecek 'çoklu fiyat sistemi'nin de Ocak sonu ya da Şubat ayına yetişmesi, bu duyurunun da Hazine Müsteşarı tarafından yapılması bekleniyor.
Yani sakin geçecek bu haftanın ardından, bankacıları yeni yılda hareketli günler bekliyor.
Yazının Devamını Oku 