Erdal Sağlam

Orta ve uzun vadeye bakma zamanı

16 Aralık 2003
<B>DÜNYA</B> Bankası'nın Türkiye Raporu, ekonomideki orta ve uzun vadeli risklerin ortaya çıkması, bunlar için alınacak önlemler açısından çok yararlı oldu. Dün, raporun tartışıldığı konferansta aslında ekonominin geleceğini tehdit edecek, önemli risklerin varlığı ve ‘‘yapısallar’’ adı verilen reformlara biran önce başlanması gereği ortaya çıktı.

Piyasalar bu konularla pek ilgilenmiyor ama Türkiye'de şu anda sadece ‘‘krizden çıkış’’ senaryosu yürürlükte. Krizden çıkışta şimdiye kadar sağlanan başarı devam etmezse kısa süre içerisinde olumlu gelişmelerin tersine dönme riski hálá büyük. Olumlu gelişmenin kalıcı olumluluğa, yani istikrara dönüşebilmesi için ise daha alınması gereken epeyce yol var.

Dünkü konferansa katılan DPT Müsteşarı Ahmet Tıktık, orta vadeli riskleri yapısal tedbirlerin iyi yönetilememesi ve AB tam üyeliğinin kesintiye uğraması olarak özetledi.

Prof. Dr. Merih Celasun ise krizin faturasının milli gelirin yüzde 32'sine ulaştığını kaydederek, krizden çıkışın iyi yönetildiğini söyledi. Piyasa ekonomisinin sosyal dengeleri, gelir dağılımını gözetmeyeceğini bu nedenle de ‘‘devletin dengeleyici unsur olarak piyasada varolması gereğini’’ hatırlatan Celasun, ekonomide devletin payının tartışılmasını istedi. Raporda, piyasa içinde devlet eliyle büyümeye kalkmanın neler getirdiğinin, özel sektör eliyle büyümeye geçmenin gerekliliğinin anlatıldığını kaydeden Celasun, bunun dengesini bulmak gerektiğini söyledi.

Celasun, sosyal güvenlikte yeni reform yapılması ve doğrudan vergilerin artırılması gerektiğini, sürdürülebilir büyüme için bunların şart olduğunu söyledi. Celasun, Türkiye'nin sosyal güvenlik primleri ve doğrudan vergilerinin milli gelir içindeki payları açısından Avrupa ortalamasına erişildiği takdirde 26 milyar dolarlık bir ek gelir oluşacağını söyledi. Celasun, bunların sadece teknik sorun olmadığını, politik karar gerektiğini belirtirken, ekonominin önündeki en acil iki tedbirin bu olduğunu söyledi.

HUKUK REFORMU ŞART

Prof. Dr. Berna Bayazıtoğlu ise bankacılık kesiminin makro ekonomi kadar sağlıklı olabileceğinin altını çizerek, bankacılığın raporda yer verilen diğer ana konular olan kamu reformu ve şirketler reformu ile birlikte ele alınması gereğine işaret etti . Bayazıtoğlu, ayrıca raporda yer almayan hukuk reformunun da şart olduğunu söyledi. Bayazıtoğlu, bağımsız bir denetim ve gözetim otoritesinin sorunları çözmek için yeterli olamayacağını, denetim otoritesinin önümüzdeki dönemde sorunları çözebilmek için hem Merkez Bankası, hem Hükümetle yakın çalışıp, yurt dışındaki gözetim otoriteleriyle birlikte çalışması gereğine işaret etti.

Prof. Dr. Ercan Uygur ise kriz sonrası eğitim ve sağlık harcamalarının düştüğünü, üstüne reel ücretlerdeki gerileme nedeniyle bireylerin sağlık ve eğitime ayırdıkları paraların da azaldığını belirterek, beşeri sermayeye yatırımın şart olduğunu, aksi takdirde geleceğini kaybolacağını söyledi. Uygur, Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranıyla karşı karşıya bulunduğumuzu belirterek, ‘‘İstikrar tanımı yapılırken mutlaka sosyal boyuta, işsizliğe bakılması gerek’’ dedi.

Prof. Dr. Asaf Savaş Akat da, bu kadar dengesizliğin bulunduğu bir ekonomiye yabancı sermayenin, doğal olarak gelmediğini söyledi.

Dünya Bankası raporunda yer alan baz senaryoya göre; Türkiye'nin her yıl yüzde 5 büyümesi öngörülürken, aslında bunun da yeterli olamayacağı görüşü belirtiliyor. ‘‘Yeterli olmaz’’ denilen yüzde 5 büyümeyi sürekli kılmak için bile, yapısal mali reformların derinleştirilmesi, kamu harcamaları yönetimini iyileştirecek reformların devamı, bankacılık, enerji, telekomünikasyon ve tarım alanlarında yapısal reformların sürdürülmesi, kamu bankaların özelleştirilmesi gerekiyor.

Yapısal reformların yavaşlaması halinde, sürdürülebilir mali uyum için gereken koşulların yerine gelmeyeceği, bunun da düşük büyüme, buna bağlı bütçe gelirlerinin düşmesi ve kamu kesimi borçlanma gereğinin kötüleşip, enflasyonla mücadelenin aksamasına yol açacağı ifade ediliyor.

Maalesef, Hükümetin yapısallar konusunda gerekli duyarlılığa sahip olduğunu söyleyemiyoruz.
Yazının Devamını Oku

AB de şart koydu, sıra yapısal tedbirlere geldi

15 Aralık 2003
<B>BİR</B> süredir, <B>'Hükümetin kısa vade için ekonomide başarı sağladığı ama orta ve uzun vadeyi kurtaracak olan yapısal tedbirlerin geciktiği'</B> konuşuluyor. Avrupa Birliği Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi'ne, Türkiye'nin müzakereler öncesi 'makroekonomik dengesizlikler ve yapısal eksiklikleri' tamamlaması şartının konması 'çifte standart' gerekçesiyle eleştiri alırken, bu ibare yapısal tedbirlerin aciliyetini bir kez daha ortaya koydu.

Devlet Bakanı Ali Babacan, yapısal tedbirlerin geciktiği yolundaki görüşlere katılmadığını belirterek, 'Ancak Dünya Bankası projelerinin hayata geçmesi geciktiği için, yurt dışındaki kamuoyunda yapısal tedbirlerin de geciktiği yolunda bir imaj oluşuyor. Bunu önlemek için Dünya Bankası ile üzerinde çalışılan projeleri ve kredi kullanımını hızlandıracağız' dedi.

Bu projelerden gelecek paralara Türkiye'nin ihtiyacı bulunmadığını ancak kredi kullanımı oldukça dışardaki imajın kırılacağını kaydeden Babacan, IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun önümüzdeki Perşembe günü 6. gözden geçirmeyi konuşacağını, bununla ilgili yasal tedbirlerin bittiğini belirterek, artık Dünya Bankası projeleri üzerinde yoğunlaşacaklarını ifade etti.

Bu arada Dünya Bankası'nın Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgeden sorumlu yeni Başkan Yardımcısı Shigeo Katsu, Ankara'ya geldi. Babacan, Katsu'nun asıl geliş sebebinin bugün yapılacak olan Konferans olduğunu belirterek, Linn'den görevi alan Katsu'nun ilk kez Türkiye'ye geldiğini, bu nedenle Başbakan dahil, tanışma ziyaretleri de yapacağını söyledi.

Dünya Bankası yönetimiyle, 4.5 milyar dolarlık yeni proje portföyü için mutabakata varıldığını, proje paketleri içinde yeralan tedbirler konusunda epeyce yol alındığını kaydeden Babacan, paket içindeki önlemlerin tamamlanmasıyla kredi kullanımına da yakında başlayabileceklerini kaydetti.

Bu kapsamdaki tarım reformu için oluşan görüş ayrılığının giderildiğini,. Doğrudan Gelir Desteği (DGD) ile ilgili yasa istenirken, bunun diğer tarım desteklerini de içine alacak 'Tarımsal Destekleme Çerçeve Yasası'na dönüştürülmesi için anlaştıklarını kaydeden Babacan, 'DGD'nin bütçeden yapılacak toplam destekte çok büyük pay almasını istediler ancak müzakereler sonucu DGD'nin toplam içindeki payının yüzde 55-60'a indiği bir formül üzerine anlaştık' dedi.

Sosyal güvenlikle ilgili acil yapılacak iş kalmadığını, geçen yıl alınan bütçe harcamalarını kısıcı, geliri artırıcı önlemlerin bu yılki açığın azaltılmasında etkili olduğunu kaydetti.

Aynı kapsamda yeralan Ziraat ve Halk Bankalarının özelleştirilmesi konusunda 'bekle-gör politikası' içine girdiklerini, IMF ve Dünya Bankası'nın da bunu kabul ettiğini kaydeden Babacan, 'Şartlar daha iyi olduğunda değerlendirilmek üzere, bu bankaların özelleştirmelerinin beklemeye alandığını'söyledi. Vakıfbank için ise IMF'e verilen niyet mektubuna '2004 Şubat ayı sonuna kadar değer tesbit çalışmasının tamamlanması' şartının konduğunu belirten Babacan, bu banka için değer tesbitinden sonra karar verileceğini söyledi. 'Vakıfbank'ın Ziraat'e devri sözkonusu mu ? 'sorumuza ise Babacan, 'Alternatifler arasında bu da konuşuldu ama devir ya da birleşme değil de Ziraat Bankası'nın, karmaşık olan Vakıfbank sermayesini temsil eden hisselerin bir bölümünü alması biçiminde konuşuldu' dedi. Babacan, 'karar değer tesbitinden sonra' dedi

Hükümet olarak bankacılığın özel sektör eliyle yapılmasına inandıklarını kaydeden Babacan, 'Ancak şartların oluşması lazım, örneğin 3 ay sonra, 6 ay sonra uygun bir konjonktür çıkar, bu bankalar daha rahat satılma durumuna gelirse, o zaman karar vereceğiz' dedi.

'Vakıfbank yönetiminin örneğin bomba mağdurlarına sıfır faizli kredi gibi kararlar aldığını, bunun nereden karşılanacağını' sorduğumuzda ise Babacan, özelleştirilecek kuruluşların kendi yönetimleri tarafından özelleştirilmelerinin çok zor olduğunu belirterek, 'Büyük reformlarda, özelleştirmelerde mutlaka bunların dışardan bir perspektifle yapılması gerekir. Aksi takdirde kurumların başındakiler direnç gösterir. Bu sadece bizde değil dünyanın her yerinde böyle' dedi.

Zamlar yüzde 6.5 içinde olur

SON
dönemde gündeme gelen 'asgari ücrete yüzde 55, emeklilere de yüksek zam', 'popülizm' kaygısıyla iş alemini korkutmaya başladı. Bu konuyu açtığımızda Babacan, 'Denge bulunmasına çalışıldığını' söyledi. Geçtiğimiz Pazartesi günü Çalışma Bakanı Başeskioğlu, Maliye Bakanı Unakıtan ve bürokratlarla konuyu tartıştıklarını, şimdi çalışma yapıldığını, önümüzdeki hafta yine biraraya geleceklerini kaydeden Babacan, bu ayın sonuna doğru kararın verileceğini söyledi.

226 milyon liralık asgari ücretin çok düşük olduğunu, bunun artması gerektiğini, zammın ortalama 2 milyar lira işçilik maliyeti olan kamuya yük getirmediğini ancak özel sektörü etkilediğini kaydeden Babacan, 'Hem özel sektöre işçilik maliyetleri açısından bir yük getiriyor, hem de çekirdek enflasyon ve TEFE'ye yapacağı etki var. Bütün bunlar araştırılıyor' dedi. Emekli maaşlarının da çok düşük olduğunu kaydeden Babacan, ‘Bürokratlar ne kadar yük getireceğini, bunun nerelerden karşılanacağını, hangi alternatifte ne olacağını hesaplayacaklar' dedi. Bunları 'popülist karar' değil, 'sosyal harcamalar' olarak gördüklerini kaydeden Babacan, 'Bir denge mutlaka bulunacak. Ancak kesin olan şey şu ki; bu artırımlar kesinlikle yüzde 6.5 faiz dışı fazlayı olumsuz etkilemeyecek. Yani kaynağı bulunmamış zam olmayacak' dedi.
Yazının Devamını Oku

ABD, AB ve Kıbrıs seçimleri

13 Aralık 2003
<B>KIBRIS</B> hakkındaki en sağlıklı yorumları yaptığını düşündüğüm gazetecilerden biri olan <B>Erdal Güven</B>, dünkü yorumunda, Pazar günü yapılacak seçimlerin, <B>'siyasi kriz' </B>çıkaracağını söylüyor. Kıbrıs’taki seçimin sonuçları, Kıbrıs'ın olduğu kadar, belki daha fazlasıyla Türkiye'nin geleceğini etkileyecek. Ve görünen o ki; Türkiye'yi pek de iyi günler beklemiyor.

Güven'in seçimden iki gün önce yaptığı bu yorum üzerine, bir süredir Ankara'da yoğun olarak konuşulan bir senaryonun artık yazılması gerektiğini düşünüyorum.

Her şeyden önce, AB ve ABD'nin Türkiye'ye ve Kıbrıs'a bakışını irdelemek gerekiyor...

ABD'nin 'Türkiye'nin AB'ye girişini destekliyor' gözükmesine rağmen, aslında bunu istemediği yoğun olarak söyleniyor. Bir-kaç ay önce Washington'da, ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye uzmanlarının da bulunduğu bir yemekte, 'Biz destekliyoruz ama AB sizi almayacak' dediklerine şahsen şahit olduğum için, bu görüşe büyük ölçüde katılıyorum.

Aslında AB'nin de Türkiye'yi bu aşamada, yani ileride getirmeyi düşündüğü 'çeper ülke' tanımlamasından önce, Türkiye'yi tam üye olarak almak istemediği de biliniyor. Çünkü AB'nin, tam üyelik müzakereleri başladığı takdirde, Türkiye'ye aktarması gereken kaynak AB'nin bir yıllık bütçesine eşit olacak. AB doğal olarak 'hazım' sorunu yaşayacağı için bunu istemiyor. 'Hazım sorunu' sadece ekonomik de değil.. Kanada'da Milletlerarası Ticaret Odası Başkanı, eşi Avrupa Parlamentosu'nda olduğu için iyi bildiğini kaydederek, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu'na 'Size samimi davranmıyor, bunu açıkça söylemiyorlar ama AB sizle tam üyelik sürecini başlatmayacak. Söyleyemedikleri en büyük neden de din' demişti...

ABD, tam üyelik sürecinin başlamasıyla birlikte, Türkiye'nin Avrupa Güvenlik ve Savunma

Kimliği (AGSK) içerisinde, Avrupa inisiyatifi dışında hareket edemeyeceğini çok iyi biliyor. Halbuki bu, ABD yönetiminin yeni bölge stratejisine tümüyle ters düşüyor. Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman'ın Ankara ziyaretinde, ABD'nin yeni askeri stratejisi kapsamında, ülke dışındaki askeri güçlerini yeniden yapılandırdığı ve bu kapsamda İncirlik üssünü kullanmaya devam etmek istediği haberleri, gazetelerde yeraldı. ABD'nin isteklerinin bununla sınırlı kalmayacağını söylemek için, herhalde kahin olmaya gerek yok.

ABD'nin başta Afganistan ve Irak olmak üzere, Suudi Arabistan, Suriye, İran'ı da kapsayacak bölgeye dönük, petrol bazlı, yeni planları olduğunu, bu planları uygulamak için İsrail'in yanısıra, Türkiye'yi daha yoğun biçimde işin içine katmak istediğini de, artık herkes biliyor. Bu kapsamda Türk Ordusu’nun artık AGSK inisiyatifi içinde yer almasının ABD'nin işine gelmeyeceği açık. 'Tarihi zirve' olarak nitelenen, gelecek yıl Haziran'da yapılacak Nato Zirvesi'nin de bu kapsamda 'tarihi' olduğu ve bu planların o zirvede son şeklini alacağı da konuşuluyor.

AB'nin Türkiye'yi tümüyle kaybetmek istemeyeceği açık. Ancak bunca maliyeti yüklenmeden, yani tam üye olmadan, ileride yaratılacak 'çeper ülke' tanımlamasıyla, Türkiye pazarını kaybetmeden bir formül yaratmak, AB'nin işine gelecek. AB, daha önce verdiği sözler nedeniyle Türkiye ile tam üyelik süreci başlatması gerektiğini biliyor ama yan çizmek istiyor. İşte bu nedenle bulduğu tek gerekçe Kıbrıs. Eğer Kıbrıs'ta bir çözüm bulunamazsa, Annan Planı üzerinde mutabakat sağlanmazsa, AB tam üyelik sürecinin başlamasını engellemiş olacak.

Peki, AKP bütün oyun planını üzerine kurduğu AB tam üyeliğinin gittiğini görmüyor mu?

Maalesef hayır... AKP iktidarı tam anlamıyla rüzgarın önünde, oradan oraya savruluyor.

Kısacası; Kıbrıs'ta çözüm bulunamayıp, tam üyeliğin kesilmesi, Türkiye'nin ABD ile tam entegrasyon içine girmesine neden olacak. Yani Türkiye'nin seçeneği, inisiyatifi sıfırlanacak.

Bu sonuç, kısa dönemde belki ABD muslukları da açacağı için, dealar mantığı ile düşünen piyasa oyuncularının ve bazı kesimlerin hoşuna bile gidecek bir formül olabilir. Ama ya sonrası...

AKP, bu sonuçla 'İslam dünyasına karşı bir üs' olacağını, acaba görüyor mu?
Yazının Devamını Oku

‘Popülist kararlar’ geliyor

11 Aralık 2003
<B>SON </B>bir-kaç gün içinde ekonomi sayfalarında yeralan haberler, yerel seçimler için, AKP iktidarının <B>'popülizm düğmesi'</B>ne bastığını gösteriyor. Başbakan Tayyip Erdoğan yılbaşında SSK ve Bağ-kur emeklilerine yüksek oranlı zam için talimat vermiş.

Devlet Bakanı Ali Babacan da bu talimatı kabul ediyor ve 'ya yeni kaynak yaratacağız ya da ödenekler arası aktarma ile bu zammı karşılayacağız' diyor. Demek ki, hazırlıklar doğru...

İkince habere göre Başbakan Parti toplantısında 'çay-simit' edebiyatı yaparak, asgari ücretin net 350 milyon liraya çıkarılmasını istemiş. Bu yüzde 55'lik zam anlamına geliyor. Herhalde Ali Babacan da yakında çıkar, 'Asgari ücretin devlete olan yükünü rahatlıkla karşılayabiliriz' der.

Demeçlere bakıldığında, olayın sadece 'ödenekler arası aktarma' ya da 'yeni bir kaynak' işi olarak görüldüğü fark ediliyor. Babacan asıl etkilerini biliyordur ama, politika böyle demek ki...

EMEKLİ ZAMLARI

Recep Tayyip Erdoğan
daha Başbakan olmadan emekliye yüksek zamlar yapmış, buna kendi atadığı bürokratlar bile karşı çıkmış, sonunda bir formülle toplam yükü biraz azaltmışlardı.

Şimdi daha kritik noktadayız; emekliye verilecek zammın mutlaka artık konuşulmaya başlanan 'talep artışı' ile birlikte düşünülmesi şart. Asgari ücretliye verilecek yüzde 55'lik zammın faturası kamuya çıkmaz ki, zaten kur düşükken rekabet gücünü, özel sektörü baltalar.

SİCİL AFFI

Popülist kararlar bununla da sınırlı değil... Bir süredir konuşulan 'sicil affı' için de hazırlık yapılıyor ve büyük ihtimalle seçim öncesi çıkarılacak. Sicil affıyla birlikte bir çok esnafın, KOBİ'nin, tüketici kredisi kullanıp ödemeyen vatandaşların sicili temizlenmiş olacak. Bankaların kendi aralarında tuttukları 'kara kaplı defter'de yazılı isimler, sözde silinecek. Halbuki özel bankalar kara defter yazan kişilere, sicil affı getirilse bile, kredi açmayacaklarını, daha önce Hükümet yetkililerine söylediler.

Buradan yola çıkarak, 'O zaman sicil affının af edilenlere bir yarar getirmeyeceği' sanılabilir. Ama dikkat; kamu bankalarını unutuyorsunuz.

İçlerinde AKP yakınlarının bulunduğu çok sayıda kişi ve şirket kamu bankalarına talepte bulunup, yeni kredi almak istiyorlar. Ama kamu bankaları yöneticileri kara kaplı defter de bulundukları için, bunlara kredi açamayacaklarını söylüyorlar. Yani özel sektör sicil affı gelse de o kişiye kredi açmayacak ama kamu bankalarının, 'yasal olarak' bu kişilere kredi açmasının önündeki engeller temizlenecek. Kamu bankası yöneticilerinin sorumluluğu kaldırılacak.

Bence AKP iktidarının popülist kararları bununla da bitmeyecek. Seçim öncesinde daha çok şeyler göreceğiz. Örneğin bütçeye konan doğrudan gelir desteği ödemeleri, daha önce yılın ikinci yarısında ödenirken, 2004'de büyük ihtimal seçim öncesi, yani ilk aylarda ödenecek.

YIĞILMA OLACAK

Bu gidişle bütçede yeralan harcama kalemlerinin büyük kısmı seçim öncesine yığılacak.

Çünkü AKP'nin niyeti yerel seçimlerden çok büyük oy farkıyla çıkmak. Bunun için siyasi olarak da kuran kursları gibi kararları gündeme getirip, 'devlet istemiyor, çatışma çıkmaması için geri çekiyoruz' diyor ve bence, bu yolla 'oyumuzu daha artırıp, uygulamaya sokarız' mesajı veriyor.

Peki, IMF, bütçede yer almayan, enflasyonla mücadeleyi olumsuz etkileyeceği kesin olan bu kararlara onay verecek mi? Yoksa, yüzde 12'lik enflasyon hedefine karşılık ücretlere yapılacak yüzde 55'lik zamma, yani'geriye endeksleme'ye, yine göz mu yumacak?

ABD ETKİSİ

Herhalde bu konuda ABD yönetiminin etkisini önümüzdeki günlerde de göreceğiz.

Merkez Bankası Kasım ayında Bakanlar Kurulu'na yaptığı sunumda, enflasyondaki düşünün devam etmesi için gerekenleri sıralarken; gelirler ve maliye politikalarındaki disiplinin tavizsiz sürdürülmesini, bekleyişlere dikkat edilerek mali piyasalarda dalgalanmalara yol açacak gelişmelere izin verilmemesi, tüketimde görülen canlanmanın kontrollü bir biçimde devam etmesi ve enflasyon üzerinde baskı yaratmamasını da saymış, bunlara 'şart' demişti.

FAİZ ARTARSA

Bağımsız Merkez Bankası, böyle kararları görüp, 'faiz artırırsa' kim ne diyebilir?

Hükümet 'oldum' demeye başladı, hala çok kritik noktada olduğumuzu, umarız unutmaz...
Yazının Devamını Oku

Kurdaki düşüşe müdahale beklentisi

9 Aralık 2003
<B>YIL</B> sonu yaklaştıkça, piyasalarda, dövizden çıkıp bono alma telaşı da iyice arttı. Bankacılar, herkesin yüzde 12'lik 2004 yılı enflasyon hedefinin tutacağına şimdiden inandığını, bu nedenle faizler daha da düşmeden bono alma telaşına girdiğini söyledi. Bu telaşa, özellikle yeni mali dönemlerini başlatan, yabancıların da katıldığı görülüyor. İşte bu nedenle, dolar fiyatı giderek düşmeye devam ediyor. Euro'daki değerlenme buna yardım ederken, dün hem Euro'da hem de dolarda bankalara satış için gelen çok oldu.

Botaş'ın geri ödemesi olmasına rağmen, yani yüksek döviz talebine rağmen dolar fiyatı düşmeye devam etti.

Bazı bankacılar dolar kurunun 1 milyon 420 bin liraya kadar geleceğini, hatta 1 milyon 400 bin liraya bile inebileceğini söylerken, ‘‘işte bu aşamalarda Merkez Bankası'nın müdahalesini beklemeye başlarız’’ diyor.

Yani; bankalar önümüzdeki günlerde dolar kurunda inişin devam etmesini, Merkez Bankası'nın bir aşamada müdahale ederek bu inişi durdurmasını bekliyorlar ve ‘‘Eğer Merkez Bankası müdahalesi gelmezse, bu gidiş doların 1400'ün de altına geleceğini gösteriyor’’ diyor.

‘‘Peki bu gidiş nereye kadar?’’ diye sorduğumuzda aldığımız yanıt ise, ‘‘2004 Mart sonuna kadar gider’’ oluyor. 2004'ün ilk aylarında enflasyondaki düşüş trendinin devam edeceğini kaydeden bankacılar, ‘‘yılın ilk aylarında bir-kaç faiz indirimi de gelebilir’’ görüşündeler. Yaz aylarında, bir önceki yılın yüksek oranları devreden çıkacağı için, enflasyonun yeniden artış trendine girebileceğini kaydederek, ‘‘Bu kez 2004 yaz ayları sorun olabilir’’ yorumunu yapıyorlar.

Dolardaki bu düşüşe karşılık, faizlerde de küçük indirim devam ediyor.

Bu arada Hazine'nin bugün yapacağı döviz kağıdı ihalesine bankaların yüklü tekliflerle gelmesi bekleniyor. Bankacılar bu ihalede 1 milyar dolar civarında bir satış beklerken, çok fazla satış yapılması halinde bile döviz fiyatlarının fazla etkilenmesini beklemiyorlar.

Son dönemde, ‘‘başka kár kapısı’’ görünmediği için bazı yerli ve yabancı bankaların ‘‘bonoda pozisyon alma’’ya başladıkları görülüyor. Yabancı fonlar için de kağıt alan bu bankaların, ‘‘2004 performansı için, iyi kár yazılacak 2003'ün baz alınmasının’’ baskısı altına girdikleri, bu nedenle pozisyon tutmaya başladığı görülüyor.

2004 FİNANSMAN PROGRAMI

Her yıl bu zamanlarda bankacıların ısrarla istedikleri, ‘‘Bir sonraki yılın Hazine finansman programının açıklanması’’ taleplerini de, bu yıl göremiyoruz. Kimsenin yayınlanan raporlara bakmaya gerek duymadığını, herkesin furya halinde döviz satıp kağıt aldığını kaydeden bir bankacı, ‘‘Örneğin; şu an tersinin olacağını bile bile, Kıbrıs seçimlerini Denktaş karşıtları kazanmış ve AB'ye girmişiz gibi davranılıyor’’ yorumunu yaptı.

Yeni yılda İmar Bankası için yüklü kağıt verileceğini, kamu bankaları, BDDK ve Merkez Bankası'na daha önce verilen nakit dışı kağıtların, Merkez Bankası kár etmeyeceği, Ziraat'ın çeşitli nedenlerle ihtiyacı artacağı için, nakde çevrileceğini biliyoruz. ÇTTH'daki kağıtların, önümüzdeki yıl yüklü ödeme yapılacağı için nakde çevrileceği ortada.

Hálá içborç stokunun yarısı döviz bazında ve yarısı da değişken faizli olduğu için, ‘‘Borçlanmanın faiz ve kura hassasiyeti had safhada’’ devam edecek. Yapılan hesaplara göre 2004 borçlarında çevirme oranının yüzde 90'ların üzerinde belirlenmesi büyük ihtimal.

8.5 milyar dolarlık ABD kredisinin de ‘‘laf olarak ortada kalması’’nın tercih edildiği görülüyor.

Ancak, bütün bu detaylarla ince ince uğraşan, bunları bir an önce bilmek isteyen bankacılardan, aralıkın yarısı gelmesine rağmen ‘‘Hadi açıklayın’’ diye bir talebin gelmediğini görüyoruz.

Herhalde, bankacılar artık gelecek yılın planlamasına filan da bakmıyor.

Ne olursa olsun, bu eğilimin normal olmadığı ortada. Aslında bankacılar da bunu kabul ediyor ama oluşan furyaya katılmaktan kendilerine alamıyorlar. Umarız sonumuz kötü olmaz...
Yazının Devamını Oku

IMF’ye ‘TMSF için ayrı yasa’ sözü verildi

8 Aralık 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>hafta, bankacılık yasasıyla ilgili yoğun günler yaşandı. Bankacılar ve hukukçular, bu yasanın ilk halinin sorumluluğu konusunda, Ankara'da herkesin topu birbirine attığını söylüyorlar. Son anda Devlet Bakanı Ali Babacan'ın devreye girmesiyle belirli bir uzlaşma noktası bulunup, tasarıya son şekli verilirken, tartışmaların burada bitmediği, önümüzdeki günlerde konunun tekrar gündeme geleceği konusunda, herkes hemfikir.

IMF ve Dünya Bankası'nın, her şeyden önce kendilerine hiç sorulmadan, sadece iki madde ile sınırlı olacağı söylenip, böyle bir yasa hazırlanmasından çok rahatsız oldukları ortaya çıktı. Son anda devreye girip tasarının birçok maddesinin değişmesine neden olan IMF'e, 'yakında TMSF için bir düzenleme daha yapacağız' sözü verilerek, tasarının bu şekline ikna edildiğini öğrendik.

Bulunan ortayola göre; TMSF'nin idari olarak BDDK'ya bağlı kalması, yönetimine yeni kişiler atanmasına IMF razı oldu. İşte IMF'in böyle bir formüle razı olmasının ardında, verilen 'TMSF' nin önümüzdeki günlerde yeni bir yasayla ayrı örgütleneceği' sözünün yattığı ortaya çıktı.

Ancak bunun nasıl bir yasa olacağını,en azından şimdilik, kimse bilmiyor. IMF ve Dünya Bankası uluslar arası örneklere bakarak buna razı oldular ama bu son 10 güne kadar böyle bir şey gündemde yoktu. Yani Hükümetin zaten böyle bir şeyden haberi yoktu, IMF ve Dünya Bankası da, yapılacak vahim hatayı düzeltelim derken, böyle bir yola, düşünmeden girmiş oldu.

Şimdi, TMSF'nin BDDK'dan ayrılmasını konuşacağız. Konuşacağız ama kimse hazırlıklı değil. Bu nedenle de, bilinçli bir tartışma ortamı sağlanması güç. Çünkü; IMF ve Dünya Bankası'nın razı olduğu TMSF'nin sigorta şirketi gibi BDDK'dan alınıp ayrı bir çatı altında örgütlenmesinin, çözüm getirmesi zor Dünyadaki eğilim tasarruf mevduatının daha çok özel sigorta şirketleri eliyle sigorta edilmesi, buna karşılık varlık yönetim şirketleri kurularak, banka batıklarının bu şirket ya da şirketler kanalıyla tahsil edilmesi. Hükümet bu yasayı getirirken 'batıklardan tahsilat için hazırlandı' demişti ya, işte tahsilat yapmanın çağdaş yolu varlık yönetim şirketlerinden geçiyor. Aslında BDDK'nın, yani denetim gözetim organının, tasarrufa verilecek devlet güvencesinin, mevduata bankaların ayrı bir sigorta yapma ihtiyacının, batıkların tahsilatının ayrı ayrı, ama bir bütünün parçası olarak ele alınıp çözümlenmesi gerekiyor. Bunun için 'ille de şu model' demenin anlamı yok. Değişik ülkelerde çok değişik uygulamalar var ve Türkiye'nin kendine uygun modeli, ciddi olarak tartışarak belirlemesi gerekiyor.

Bence; IMF ve Dünya Bankası'nın da razı olduğu, rastgele çıkan TMSF'nin BDDK'dan ayrı örgütlenmesi, Türkiye şartlarına pek uymuyor. Bunun yerine zaten yasası çıkmış varlık yönetim şirketlerinin devreye sokulması, TMSF'nin BDDK bünyesinde teknik bir kurum olarak yeralması ya da Merkez Bankası bünyesine verilmesi üzerinde tartışmak daha yararlı olacak.

Umarım; Adalet Bakanlığı'nın bilmeden hazırladığı taslağı düzeltelim derken yapılan bu hata, bir fırsata dönüştürülür de, bankacılık sisteminin ihtiyaçları masaya yatırılıp, daha entellektüel bir tartışma sonucu, doğru dürüst., bir daha bozulmayacak bir formülle çözülür. Bunu yapmak için de tabi ki bir bakanlığın 'ben yaptım oldu' dememesi, hukukçusunun,bankacısının, uluslar arası kuruluşunun, ilgili diğer uzmanların katılımıyla, ortak bir yol bulunması doğru olan yoldur.


Board için en son tarih 19 Aralık


IMF Sözcüsü 'yasalar yetiştirildiği takdirde 6. gözden geçirmenin İcra Kurulu'nda bu yıl görüşülebileceği' ni söyledi, ama bu çok zor. Konuyla ilgili bir Bakana, 'Bu yıla yetişme imkanı var mı?' diye sorduğumuzda aldığımız yanıt: 'Çok zor ama hala umut var' oldu.

Bakanın verdiği bilgiye göre; IMF İcra Kurulu'nun bu yıl 6. gözden geçirmeyi tamamlaması için en geç tarih 19 Aralık Cuma günü. ABD'den, 22 Aralık Pazartesi gününden itibaren Noel tatiline girildiği için, en son görüşme tarihi olarak 19 Aralık'ın bildirildiğini kaydeden Bakan, 'TBMM takvimi nedeniyle şimdiden kesin bir şey söyleyemiyoruz. Yasalar hızlandı, önümüzdeki hafta yasaları bitirir ya da son aşamasına gelirsek, belki 19 Aralık'a yetiştirebiliriz' dedi.

Hükümette, piyasalardaki olumlu havanın, 6. gözden geçirmenin yeni yıla kalması halinde bile bozulmayacağı yönünde bir görüş olduğunu, yani rahat olduklarını gözledik. Piyasanın, gözden geçirmenin yeni yıla sarkmasını satın aldığını kaydeden aynı Bakan, 'Tabi ki tamamlanabilirse çok iyi olur, ama gelecek yıla kalsa bile fazla sorun olmayacak gibi gözüküyor' dedi.

Bu yıl sonuna kalmadan 6. gözden geçirmenin tamamlanmasına çalışan Bakan, bu belirsizlik nedeniyle, şu günlerde Board tarihini soranlara 'Ya bu yıl son günlerinde, ya da yeni yılın ilk günlerinde' yanıtını vermekle yetiniyor. Umarız, 'sorun yaratmaz' diye bakılan piyasalar, bunu yılbaşından sonra satınalmaya kalkmaz.


‘İşçilerim fabrikayı işgal eder’ tehdidi tutacak mı?


BU arada bankacılık yasasına konan, 'İstanbul yaklaşımına girmiş anlaşmalar dahil, BDDK'nın taraf olduğu tüm yeniden yapılandırma anlaşmalarına yeniden görüşülme imkanının getirilmesi', önümüzdeki dönemde epeyce tartışma yaratacak.

Başından beri; teknik olarak gerçekleşmiş bu anlaşmaların silbaştan, hem de siyasiler tarafından yeniden ele alınmasının yaratacağı sıkıntıları, bu imkanın ister istemez 'siyasi bir silah' olacağını, AKP'nin bu maddeyle ekonomide servet dağılımını kendisine göre yeniden düzenleme imkanı yarattığını, söyleyip duruyoruz. Bu iddiamızda ısrarlıyız,. Yasa bu şekliyle geçerse, hemen önümüzdeki günlerden başlayarak, siyasi pazarlıkların gündeme gelmesi kaçınılmaz. Ankara kulislerinde bu maddenin, 'onlardan parayı alacağız' denilen batık banka patronları ile yeniden pazarlık masasına oturulması amacıyla çıkarıldığı, yoğun olarak söyleniyor.Örneğin; Ocak ayı sonunda yüklü geri ödemesi gelen bir batık banka patronunun, şimdiden Hükümetle bu konuyu görüştüğü, teknisyenlerin hazırladığı, kendisinin de kabul ederek imzaladığı, bu ödemenin de yeraldığı anlaşmayı, Hükümetle müzakere etmeye başladığı söyleniyor. Bunun ne anlama geldiği açık: 'Yeni imkanlarla, yeniden ödeme planı' hazırlanacak demek.

Bu arada bir batık banka patronunun ise BDDK'nın hazırladığı ödeme planını kabul etmediği, batırdıklarına karşılık fabrikalarından hiçbirini vermeye yanaşmadığı, BDDK'yı da 'Bunlar ümüğümü sıkıyor' diyerek Başbakan dahil hükümet üyelerine şikayet ettiği biliniyor. Bu, belki de Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in yakındığı batık banka patronunun, Hükümete 'Benim fabrikamı alırsanız, bütün işçiler benim hemşehrim, fabrikayı işgal ederler' dediği, yani bir anlamda işgalle tehdit ettiği de biliniyor. Başbakanla ve Hükümet üyeleriyle hem seçim öncesi, hem seçim sonrası sık sık konuşma fırsatı bulabilen bu kişinin, bu yasa maddesine dayanarak, Hükümetle pazarlık etmek isteyeceği, açık değil mi? Sizce bu kişi başarılı olmayacak mı? Şimdi bu yasa mı, 'batık banka patronlarından tahsilat' için hazırlandı?. Yoksa, sadece, bu yasa çalışmaları sırasında bazılarının dile getirdiği, 'Tabloları hala duvarında, yatlarında gezmeye devam ediyor' dedikleri batık patrondan mı tahsilat amaçlıyorlar?


Sıra kamu bankalarına geliyor


IMF ve Dünya Bankası'nın, bankacılık yasasıyla ilgili son deneyimleri nedeniyle, bundan sonra Hükümete çok daha fazla şüpheyle yaklaşacağı kesin. Özellikle Dünya Bankası'nın Hükümetin tavrından rahatsız olduğu bir konu da, kamu bankaları konusu. Başta Başbakan olmak üzere Hükümet üyelerinin, Vakıfbank, Ziraat ve Halk bankalarının daha önce hazırlanan reform planının tersine, 'bu bankaları siyasi olarak kullanmak amacı taşıdıkları'ndan şüphe ediyorlar.

İşte bu nedenle önümüzdeki günlerde kamu bankalarının durumu yeniden masaya yatırılacak. Özelleştirilecek derken Vakıfbank'ın satışında bilinçli olarak savsaklama görülmesi, aksine kamunun elindeki bu bankanın açılmaya devam etmesi, rahatsızlık konusu. Bu nedenle Dünya Bankası Vakıfbank için ikinci bir 'alıcı incelemesi' istedi. Bu bankayı yakın takibe alacaklar. Bu arada Ziraat ve Halk bankaları yönetimlerinin 'yeni personel alımı' başta olmak üzere, reform programına ters taleplerinin artması da, rahatsızlık yaratıyor.
Yazının Devamını Oku

Bankacılık Yasası bu şekliyle de kalmaz

6 Aralık 2003
<B>30</B> maddelik bankacılık yasası, 28 önerge ile değiştirilip, TBMM Adalet Komisyonu'ndan geçti. Bu demektir ki; Bakanlar Kurulu'ndan geçen yasa tasarısı, neredeyse tümüyle değişti. Tasarı çıkıp, Komisyon'dan geçene kadar yaşananlar, ne kadar hazırlıksız, bilgisiz, salt kamuoyunda büyük baskı oluşturularak <B>‘‘popülist bir yasa’’</B> olarak çıkarılmaya çalışıldığını, açıkca gösterdi. Herşeyden önce bankacılıkla ilgili herkesi ve kurumları etkileyen böyle bir tasarının BDDK'dan ya da Hazine'den sorumlu bakanlar tarafından değil de, neden Adalet Bakanlığı tarafından hazırlandığını kimse anlamış değil. Hukuka uyması gereken kurumların başında Adalet Bakanlığı gelir, değil mi? Tasarının neredeyse tümü, ‘‘hukuka aykırı’’ diye değişti, biliyor musunuz?

Bakanlar Kurulu'ndan geçirilen taslak için kimseyi dinleme niyeti yoktu. Ta ki IMF, yazılar, yorumlar üzerine harekete geçip, ‘‘ne oluyoruz’’ diyene kadar. IMF ‘‘Durun bakalım’’ deyince, Bankalar Birliği de dahil ilgili kurumları dinlediler, ‘‘hukuka aykırı’’ bazı maddeleri değiştirdiler.

Dünya Bankası da işin içine girdi, ama daha çok BDDK ve TMSF'nin bağımsızlığı üzerinde durdular. Dünya Bankası hukuk bilen bir adamını gönderdi ama Türkiye'deki hukuku bilecek değil ya, bazı rötuşlar yapılınca onay verildi. Hukuka uymak kimin işi?

Tasarının, İmar Bankası başta olmak üzere ‘‘batan bankalardan tahsilatı hızlandırma’’ iddiasıyla hazırlandığını biliyoruz. Yazdığımızda herkes şaka zannetti ama, Komisyon'da kabul edilen önergelerden biri ‘‘Fon'a alınan bankaların yanısıra kapatılan bankaları da kapsaması’’ idi. Yani İmar Bankası için hazırlandığı söylenen taslakta bu banka yer almıyordu...

IMF ve Dünya Bankası istediği için, tahsilatın Maliye Bakanlığı'na verilmesinden vazgeçildi, yerine bakanların atayacağı ayrı TMSF yönetiminin oluşturulması benimsendi. IMF ve Dünya Bankası buna onay verdi ama bu madde çok sorun çıkaracak. Sabah 05.00'de BDDK, X Bankasının Fon'a alınmasına karar verecek, aynı sabah mesai başlamadan Fon'un da yöneticileri atayıp, bankaya el koyması gerekecek. Aynı kurum bünyesinde karar verildiği için, bu iş kararın hemen ardından işleme konuyordu. Şimdi BDDK karar verip sabah 05.00'de TMSF'ye durumu yazıyla bildirecek. Mesai başlayacak, TMSF üyeleri o gün işe geldilerse durumdan haberdar olacak, sonra oturacaklar, en erken öğlen saatleri olacak. Sonra karar verip o bankaya ne yapacaklar, kimi atayacakları belli olacak. Gitti mi en azından bir gün. O bir gün içinde, neler olabilir, düşünsenize. O arada malların büyük bölümü kaçırılmaz mı?

VARLIK ŞİRKETİ

Bunun yerine batılı örnekleri gibi Varlık Yönetim Şirketi kurup, tahsilat yapılsa olmaz mıydı?

Bu yasa TBMM'den böyle geçer ama uygulanır mı, şüpheliyiz. Herşeyden önce hukukçu olan Cumhurbaşkanı'nın bu yasayı onaylamayacağı söyleniyor ama Cumhurbaşkanı da CHP gibi davranır, ‘‘Hortumcu Yasası'na karşı çıkıyor gözükmeyeyim’’ derse, onaylar.

Sonra biri Anayasa Mahkemesine gider mi, hangi yolla gider, bunların hepsi belirsiz.

Banka hukukçuları bu yasanın, bazı yerleri düzeltilse bile, yine hukukun temel ilkelerine, Anayasa'ya aykırı olduğunu söylüyorlar. Zaten CHP'li milletvekilleri ‘‘Bu yasanın hukukun temel ilkelerine ve Anayasa'ya aykırı olduğu ortada bunun kayda geçirilmesini istiyoruz’’ demişler. Ama ardından da ‘‘Yasanın temel amacına katılıyoruz, kabul oyu veriyoruz’’ demişler.

Türkiye'nin düşmüş olduğu durumu görüyor musunuz? İktidar hortumculardan para alacağım diyerek, hukukun temel ilkelerine ters bir yasa çıkartıyor, muhalefet de ‘‘bu ilkelere ters ama kabul ediyoruz’’ diyor. Artık bu kadar zavallı bir durumu hak ettiğimizi de düşünmüyorum.

Evet, öyle bir soygun yaşandı ki; bankacılıkla ilgisi yok, çete işi ve Bankacılık Yasası çalınan paraların alınmasına izin vermiyor. Mutlaka bunu almak lazım ve değişiklik lazım. Ama kimsenin aklına asıl sorun olan ‘‘Hukuk reformu’’, ‘‘Hukukun hızlı işletilmesi’’ gelmiyor...

Demokrasi aksadığı zaman ‘‘Demokrasiye ara verelim’’ taleplerinin çağdışı olduğunu AKP de, CHP'nin bir bölümü de kabul ediyor ama hukuk ilkelerine, işlemeyince ‘‘ara verelim’’ diyorlar.
Yazının Devamını Oku

Hazine ihalesine iyi bakmak gerekiyor

4 Aralık 2003
<B>BU</B> hafta yapılan Hazine ihalelerine dikkat etmek gerekiyor. Bu ihalelerde Hazine planladığı satış rakamına ulaşamadı. Bunun nedeni gelen tekliflerin beklenenin altında kalması idi. Bu hafta yapılan ihaleyi, ‘‘tehlike sinyali’’ olarak görmek için henüz erken. Bence o noktada değiliz ama neden bu tür bir gelişme yaşandığını da iyi irdelemek gerekiyor. Bu haftaki ihalelere iyi bakılıp, doğru dürüst analiz yapılamazsa, ileride sıkıntı doğabilir. İşte o zaman geriye dönüp, ‘‘Yahu aralık ayının ilk ihalesinde bu tehlike kendini göstermişti’’ diye hayıflanabiliriz. Geçmişte, ‘‘Niye zamanında bu tehlike görülemedi’’ diye, yoğun tartışmalar yapıldığına, çok şahit olduk.

Bankacılar arasında ihalenin başarısızlığı konusunda çeşitli tahminlere rastladık. Görüşbirliği oluştuğunu söylemek mümkün değil ama bundan sonraki ihalelere bakılıp, daha net şeyler söyleme imkanını bulunacağını sanıyoruz.

Herşeyden önce bazı bankacılar, ‘‘yanlış kağıt seçildiği’’ kanaatinde. Ancak Hazine'nin bu tür yüklü geri ödeme dönemlerindeki ihalelere çıkarken piyasaların, büyük oyuncuların görüşlerini aldığını biliyoruz. Bu nedenle piyasanın ihtiyacına ters bir kağıtla çıkıldığını sanmıyoruz.

Bazı bankacılar ise ‘‘Önümüzdeki 1-1.5 aylık dönemde faiz indirim beklentisi olmadığı için’’ bu haftaki ihaleye talebin az olduğu kanısındalar. Yani, Merkez Bankası'nın yeni faiz indirimine gitmeyeceği varsayımında olan bazı büyük oyuncuların, ocak ortasına kadar faizden kár marjı olmayacağı için talep göstermediklerini söylüyorlar. Döviz bozdurup kağıda girmek isteyenlerin ise hem faizde kár marjı olmadığı, hem de döviz fiyatları düşük kaldığı için bekledikleri sanılıyor. Bu ihtimal doğru ise ocak ortasına kadar Hazine pek kağıt satamayacak demektir.

Peki, Hazine bu dönemi nasıl geçirecek? Kasım sonu itibariyle büyük bir cephane ile girilemediğini, özellikle yüklü dış borç geri ödemeleri bulunduğunu biliyoruz. Kağıda talep iyice azalırsa, o zaman faizlerde yukarı doğru trend görülebilir. Bunun özellikle büyük oyuncuların işine gelmeyeceğini biliyoruz. İşte bu nedenle de diyoruz ki; büyük bankalar ve son dönemde aktif olarak devreye giren kamu bankaları faizlerin yükselmesini önleyecektir. Bu nedenle az da olsa Hazine ihalelerine belirli bir ilginin, en azından yılbaşına kadar, sürmesi bekleniyor.

Hazine yönetiminin ne yapacağı, tabi ki çok önemli. Eğer bu hafta sonu açıklanacak, gelecek haftanın programında, ‘‘baba kağıt’’lar olursa, Hazine'nin de biraz telaşlandığını söyleyebiliriz.

TEHLİKELİ İHTİMAL

Bunlar, yani kısa vadeli kaygılar giderilebilir ama eğer bazı büyük bankalar artık kağıttan çark etme eğilimine girmiş ve ‘‘gelecek yıl başka bir oyuna geçme kararı’’ vermişler ise, o zaman kötü. Bir-kaç büyük bankanın böyle bir eğilime neden girebileceğini düşünürken, aklıma ilk gelen, ‘‘geçmişte yüklü kağıt stoku bulunan bazı bankaların durumuna düşmemek kaygısı’’ aklıma geliyor. Ancak bu ihtimali engelleyecek en önemli unsur ise ‘‘Bu bankaların kağıttan boşalttıkları paraları ne yapacakları?’’ sorusunun, şimdilik yanıtsız olması. Yani, bu kadar yüklü borç stokunda en önemli alıcı hálá devlet ve bankaların da başka seçenekleri çok kısıtlı.

Ekonomi yönetimi bu haftaki ihaleyi tüm yönleriyle, dikkatlice masaya yatırmalı. IMF gözden geçirmesinin bu yıla yetişmemesi, kamu mali yönetim reformunun alt komisyona havale edilip, IMF'yle bankacılık yasasında uzlaşılamaması, artık büyük handikap olmaya başladı. Yani hükümetin ‘‘söyledikleriyle yaptıkları arasındaki fark’’ arttıkça, Hükümet gönülsüz iş yaptıkça, tedirginlik büyüyor. Bütün bunlar bu yıl sonuna kadar önemli bir tehlikenin olmayacağını ama yılbaşından sonra birikimlerin artarak tehlike doğurabileceğini gösteriyor.

Bu en tehlikeli ihtimalin gerçekleşme ihtimalini güçlendiren bir başka gelişmeyi de ‘‘geri alım ihalelerinde’’ görüyoruz. Hazine bence bu ihalelere katılacak bankalar razı olsaydı, geri alım ihalelerine devam ederdi, o bankalar istemediği için bu ihalelere devam edemiyor.

Yani bazı bankalar Hazine'ye, başka seçenekleri olmasa bile, artık uzun vadeli borç vermek istemiyor. Eğer bu haftaki ihale bunun başka bir işareti ise, işte o zaman ‘‘tehlike sinyali’’ demek.
Yazının Devamını Oku