Erdal Sağlam

IMF borcuna ikinci erteleme planı

17 Kasım 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>Ağustos ayı başında, IMF'e olan borcun 2004 ve 2005 yıllarına düşen kısmını erteleyen ekonomi yönetimi, şimdi de ikinci kez ertelemeye hazırlanıyor. Ekonomi yönetiminin 2006 ve 2007 yıllarına biriken IMF borçlarını, bir kez daha erteleme planı yaptığı öğrenildi. IMF uzmanları ise, bu ertelemenin bir yıl önce, yani 2005 yılında gündeme getirilmesinin daha yerinde olacağını düşünüyorlar.

Yapılacak bu ertelemenin, IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun 6. gözden geçirme onayının hemen ardından gündeme getirilmesi bekleniyor. Yetkililer IMF'le konunun müzakere edildiğini, 6. gözden geçirmenin onaylanmasıyla birlikte konuyla ilgili açıklama yapılabileceğini söylediler.

Türkiye'nin, daha önce yapılan anlaşma uyarınca, bu ertelemeyi yapma imkanı bulunuyor.

2 Ağustos 2003 tarihinde 'Uluslararası Para Fonu'ndan Kullanılan Kredilerin Yeni Ödeme Planı' başlığıyla, Hazine Müsteşarlığı tarafından yapılan açıklamada da bu imkandan söz ediliyor.

Bu açıklamada 1 Ağustos'ta yapılan IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun kabul ettiği yeni ödeme planı yeralmıştı. Daha önce yapılan erken ödeme planına göre; 2004 yılında 9.7 milyar dolar, 2005 yılında da 10.1 milyar dolar IMF'e kredi geri ödemesi yapılacaktı. Ağustos'taki revizyon ile 2004 ödemeleri 5.2 milyar dolara, 2005 ödemeleri ise 7.8 milyar dolara düşürülmüştü.

Bu ertelemeler üzerine yük, ağırlıklı olarak 2006'ye yığıldı. İşte yeni ödeme planıyla birlikte, bu kez 2006, 2007, 2008 ve 2009 yıllarındaki IMF geri ödemeleri yeniden düzenlenmiş olacak.

Ağustos'taki erteleme ile 2006 yılına kalan geri ödeme, birdenbire 10.7 milyar dolara çıkıyordu. Şimdi yapılacak yeni erteleme ile bu 10.7 milyar dolarlık yük 7.3 milyar dolara indirilecek, 2007'deki 1.8 milyar dolarlık ödeme ise 3.6 milyar dolara çıkacak. Bu erteleme ile 2008'deki 0.8 milyarlık geri ödeme 1.8 milyar dolara yükselirken, 2009'a 800 milyon dolarlık yük aktarılacak.

3 Ağustos 2003 tarihinde yapılan Hazine açıklamasında bu imkan hakkında, 'Geri ödeme planı şu anda sadece 2004 ve 2005 yılları için değiştirilmiştir. Türkiye'nin daha sonraki yıllarda da, erken ödeme planından normal ödeme planına geçme hakkı vardır' denilmişti.

Hazine açıklamasında yeralan IMF'e geri ödeme planı tablodaki gibiydi.

OCAK AYINA KALABİLİR

Daha önceki gözden geçirmelerin hiçbirini zamanında tamamlayamayan AKP Hükümetinin, 6. gözden geçirmeyi de zamanında tamamlayamayacağı artık ortaya çıktı. IMF heyeti Ankara'dan ayrılırken, Ekim sonu-Kasım başı gibi gözden geçirmenin İcra Direktörleri'nin onayından geçebileceğini açıklamış, daha sonra ise bu onayın Kasım ayı ortasını bulacağı söylenmişti.

Şimdi, en erken Aralık ayının 3. haftasında IMF onayı bekleniyor. Uzun bayram tatili nedeniyle TBMM'nin çalışamayacak olması, çalışmaları iyice aksattı. En erken Aralık ayı başında gerekli yasaların çıkabileceğini kaydeden yetkililer, bazılarında hazırlıkların bile tamamlanamadığını, bu nedenle TBMM çalışmaya başladıktan sonra, en azından iki hafta gerekeceğini söylüyorlar.

Aralık ayının son haftasının Noel tatiline denk geldiği hatırlandığında, TBMM'nin bu çalışmaları Aralık ortasına kadar tamamlayamaması halinde, 6. gözden geçirmenin onaylanmasının da Ocak ayını, hatta Ocak ortasını bulabileceği kaydediliyor. Yetkililer gözden geçirme için şart olan Bankalar Yasası'nın içindeki BDDK'nın davalarına ilişkin iki maddenin yasadan ayrılıp, IMF isteğine uyarak, TBMM'den acil geçirilmesi konusunda hala netlik olmadığını, yine şartlardan olan Kamu Mali Yönetim Tasarısının 80 maddeyi aşkın bir yasa olduğunu hatırlatarak, 'Gözden geçirme onayı Ocak ortasını bulursa sürpriz olmamalı' diyorlar.

6. gözden geçirmenin gecikmesi demek, otomatik olarak 7. gözden geçirmenin de aksaması anlamına geliyor. Aralık ayında gelmesi beklenen 7. gözden geçirmeye ilişkin IMF Heyetinin, en erken Ocak ayında gelebileceği, bu incelemenin yıl sonu hesaplarına ilişkin olması nedeniyle, sıkıntı olabileceği kaydediliyor.

Piyasanın bombalara tepkisi merak konusu


GEÇTİĞİMİZ hafta çok yoğun tartışma konuları vardı ama piyasalar bu tartışmaların, çatışmaların hiçbirisine kulak asmadı. AB'ye tam üyelik için Kıbrıs şartı, ardından IMF'in Bankacılık yasasına gösterdiği büyük tepki, BDDK eski Başkanı Engin Akçakoca'nın evine yapılan polis baskını, hiçbir şekilde piyasanın tepkisine yol açmadı. Döviz fiyatları düşmeye devam ederken, Borsa endeksi yükselmeye, faizler düşmeye devam etti

Bugün piyasalar, Cumartesi günü İstanbul'da yapılan büyük Sinagog bombalamalarının ardından ilk gününü yaşayacak. Bombalamalara piyasaların vereceği tepki merak konusu...

Piyasaların tepkisizliği aslında bazı bankacıları bile şaşırttı. Bu kayıtsızlığı soruşturduğumuzda ise ortaya çıkan nedenin, 'yıl sonu yüksek kar yazma' olarak adlandırılan genel hedefin yanında, 17 günü bulan bayram hazırlığı olduğunu öğrendik. Bankacılar, bu haftadan başlayarak bayram sonrasına yaklaşık 17 günlük süre olduğunu hatırlatarak, bayram öncesi döviz bozdurulacağını, bu nedenle dövizde kar marjı olmayacağını, geçen hafta dövizden çıkıp kağıda girenlerin, 17 günlük kağıt karı yazma planı yaptıklarını söylediler. Bu nedenle, piyasanın hiçbir olumsuzluğu satın almayıp, rahatına devam edeceğini söyleyen bankacılar olduğu gibi, Sinagog baskınlarının her şeyin önüne geçebilecek bir tedirginliğe yol açabileceğini tahmin edenler de var.

Bu arada bazı bankacılar, geçen hafta yaşananlara verilmeyen tepkinin normal olmadığını, şimdi etkisini göstermese bile bu olumsuzlukların 'Bir birikim' yarattığını söylediler. Sinagog baskınlarına da tepki vermemesi halinde bu birikimin artacağını kaydeden bir bankacı, 'Geçmişte bu birikimlerin, küçük bir olumsuz hareketi bile nasıl büyüttüğünü gördük' yorumunu yaptı.

Bankacılar Yasası'nda ‘süper müfettiş’ parmağı


BANKACILARIN büyük tepki verdiği, IMF'in bu şekilde çıkmasına karşı çıktığı bankalar yasasında ilginç bir ismin parmağı ortaya çıktı. Birara 'süper müfettiş' olarak gazete manşetlerine çıkan Maliye Müfettişi Süreyya Turgut'un, bu taslağın hazırlanmasında Adalet Bakanlığı'na yardım ettiği öğrenildi. Hatta Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in Süreyya Turgut'a özel olarak teşekkür ettiği ve 'keşke sizin gibi bürokratlar daha fazla olsa' diye övgüler düzdüğü öğrenildi.

Süreyya Turgut'un Adalet Bakanlığı'na ettiği yardım, Ankara'da herkesi şaşırttı. Turgut'un Zekeriya Temizel'in Maliye Bakanlığı döneminde öne çıktığını ve 'süper müfettiş' olarak adlandırıldığını, daha sonra ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in çok yakınında çalıştığını hatırlatanlar, Turgut'un 'Kemalist ve devletçi' kimliği ile tanındığını belirttiler. Turgut'un ideolojik kimliği ile AKP Hükümeti'ne yardımcı olabilecek son bürokrat olarak görüldüğünü kaydeden bürokratlar, 'Herhalde ilginç bir amaç birliği doğdu' yorumunu yapıyorlar.

Bu arada Bankalar Birliği ile bile yasa tasarısını tartışmaya yanaşmayan Adalet Bakanlığı ve hükümetin, IMF'in tepkisi üzerine tümüyle çark ettiği görüldü. Adalet Bakanlığı'nın, görüşünü bile almadığı bankacılara şimdi, 'Taslaktaki maddeler yerine neyin geçebileceğini yazıp getirin' dediği öğrenildi. Şimdi önümüzdeki hafta ertelenen komisyon çalışmaları için taraflar harıl harıl çalışıyor. Hükümetin, gelecek önerileri nasıl karşılayacağını ise bu hafta göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

BDDK bağımsızlığına daha fazla sahip çıkmalı

15 Kasım 2003
<B>BANKACILIK </B>Düzenleme ve Denetleme Kurumu <B>(BDDK) </B>Perşembe günü resmi bir açıklama yaparak, artık 'eski' olan Başkanları <B>Engin Akçakoca</B>'nın evine yapılan polis baskınını kınadı. Açıklamada her şeyden önce BDDK ve TMSF'nin faaliyetlerine ilişkin tüm evrak, bilgi ve dosyaların mevzuat uyarınca muhafaza edildiği belirtilerek, Kurumun yaşanan kritik dönemde ne denli zor bir görev üstlendiği özetlendi. Ardından da 'Kurum'da üst seviyede görev yapmış kişiler ile ilgili olarak çeşitli mercilerce yapılacak işlemlerin bu kişilerin konumlarına uygun olması ve ayrıca kurumları ve çalışanlarını yıpratıcı nitelik kazanmaması hususunda gereken hassasiyetin tüm kesimlerce gösterilmesi gerektiği düşünülmektedir' denildi. Bence yetmez....

Geçtiğimiz hafta yaşananlar, sadece Kurumun bir üst düzey yöneticisine yapılan, gerçekten hangi yönden düşünürseniz düşünün insaf sınırlarını aşan, ancak 'gövde gösterisi' olarak tanımlanabilecek bir hareket. Ama bunun ötesinde Kurumun bağımsızlığına vurulmuş bir darbe...

Yani 'otorite' bu hareketiyle, Hükümetle çatışma ya da görüş ayrılığı yaşansa bile bunun kamuoyuna, açıkca olmasa bile, duyurulmasını hoş karşılamadığını göstermiş oldu.

Bu hareket sizce mevcut yöneticilere ve geleceklere 'Bak, böyle olursun' demek değilse, nedir?

Siz, Hükümetin, en azından Adalet Bakanı ya da İçişleri Bakanı'nın haberi olmadan, böyle bir baskının gerçekleşeceğini tahmin edebilir misiniz? Bankanın soyulduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte BDDK'nın ısrarlarına rağmen hızlı hareket edemeyen yargının, hem de 'isimsiz bir telefon ihbarı' ile, kendiliğinden böyle hızlı hareket etmesine bir anlam verebilir misiniz?

TARİH YANITLAYACAK

Bu olayda sorulacak, belki çoğunun yanıtı belli ama yakın bir tarihte açığa çıkmayacak, o kadar çok soru var ki... Herhalde, bu soruların açık yanıtlarını tarih verecek, ileride öğrenebileceğiz.

Ancak Bankayı soydukları açıkca belli olan kişilerin parti temsilcilerinin, 'Oh oldu, şimdi gördü' şeklindeki demeçleri bile, olayın içinde nelerin olabileceğini açıkca ortaya koyuyor.

İmar Bankası olayı ortaya çıkıp, biraz geliştiğinde, 'Yahu onlara bir şey olmaz, olayın üstüne giden bürokratlara fatura çıkarılır' diye absürd senaryolar konuşuluyordu. Şimdiki tablo şu değil mi? Olay anlaşıldıktan sonra ısrarla işin üzerine gidenlerin evine polisle baskın yapılıyor, suçu açık olan insanlarla bakanlar konuşuyor ve 'Bir daha konuşacağız' açıklaması yapabiliyorlar....

Hükümetten sadece Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in çıkıp, 'İmza atılan evrakların fotokopisinin alınması normaldir' açıklaması, belli ki kişisel, gerçekten saygıya değer bir davranış. Ancak bunun dışında Hükümet yetkililerinden ses çıkmaması ilginç değil mi?

TÜSİAD Başkanı Özilhan, 'Bu şekilde görev yapacak kişi bulamazsınız' derken haklı değil mi?

FAZLASI LAZIM

Kurumun bu aşamada eski Başkanlarına sahip çıkması da, Kurumun 'Kurum' olması açısından saygı duyulacak bir davranış. Ancak, dediğimiz gibi, yetmez, daha fazlası lazım...

Engin Akçakoca'nın TBMM'deki komisyon çalışmaları sırasında eski Başkan Zekeriya Temizel'e yapılan haksız sataşmalara karşı, Kurum olarak yaptığı açıklama unutulmamalı...

Kurumun bağımsızlığını koruması için, yeni gelecek başkana da çok iş düşüyor. Ancak bu açıklamayı yapan Kurul üyeleri, zaten çoğunluktalar ve bu hareketi sürdürmeliler.

Ben biliyorum ki; AKP'nin Kurul üyeliğine atadığı kişi, bir süre Kurul üyeliği yaptıktan sonra yakınlarına, 'Yahu aramızda bankacılıktan gerçek anlamda anlayan tek kişi Başkan Akçakoca. Bütün Kurulu O sürüklüyor, O olmasa ne yaparız bilmiyorum' diyordu.

'Akçakoca gidince Başkan olacaksın' diye getirilen ikinci Başkan Ahmet Şirin'in de, işlerin içine girip nüfuz ettikçe, Akçakoca'nın işinin ne kadar zor olduğunu anladığını biliyoruz.

O zaman bu işin parti işi olmadığını, Kurumun bağımsızlığını korumanın her bir üyenin 'Profesyonel ahlak'ı açısından şart olduğunu unutmamalılar. Kurum çalışanları, her türlü saldırıya rağmen, bunun bilincinde. Kurul üyeleri de 'ekonominin ve bankacılığın yeniden politikacıların eline bırakılmaması'nın kritik önemini kavrayıp, buna göre davranmalı.
Yazının Devamını Oku

Ekonomide çok iyi gidiyoruz işçi atamadık özür diliyoruz

13 Kasım 2003
<B>DEVLET </B>Bakanı <B>Ali Babacan</B>'ın <B>‘‘Çantamda’’</B> dediği, yaklaşık 10 gün önce Uluslararası Para Fonu'na (IMF) gönderilen ve IMF İcra Kurulu'nda görüşülmeyi bekleyen 6. gözden geçirmeye ilişkin Niyet Mektubu'nu ele geçirdik... Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin imzasını taşıyan, IMF Başkanı Horst Köhler'e hitaben yazılan Niyet Mektubu'nda öncelikle ekonomideki olumlu gelişmeler dile getirilip, sonra da ileriye dönük özellikle çeşitli yasaların çıkarılması konusunda sözler veriliyor. KİT'lerdeki istihdamın yeterince azaltılamadığı ve ekim ayı verilerinin tamam olmaması nedeniyle faiz dışı fazla hesapları için ‘‘waiver’’ (özür) talebi yeralıyor.

Niyet Mektubu'yla birlikte kamuoyunda tartışılan bazı konular da açıklığa kavuşuyor. Niyet Mektubu'na göre 3 bin kişisi Tekel'den olmak üzere, yıl sonuna kadar KİT'lerde istihdam azaltımına gidileceği belirtiliyor.

Yılbaşına ertelenen ‘‘enflasyon hedeflemesi’’ne geçişin 2005 yılı başına bırakıldığı Niyet Mektubu'yla birlikte ortaya çıkıyor.

Niyet Mektubu'yla birlikte ABD'den alınacak 8.5 milyar dolarlık kredinin kullanımı konusu da açıklık kazanıyor. Bu kredinin kullanılması halinde parasal tabanlarda artırım istenirken, bu paranın Merkez Bankası'nda tutulacağı ve dış borç ödemelerinde kullanılacağı kaydediliyor. Mektupta ilk taksit için bu uygulama belirtilirken daha sonra yeniden değerlendirme yapılacağı yer alıyor. Mektupta, 8.5 milyar dolarlık kredinin kullanımı konusunda ihtiyatlı dil dikkati çekiyor.

Niyet Mektubu'nda belli bir özelleştirme geliri rakamı yer almazken, mektubun IMF İcra Direktörleri Kurulu'nda görüşülmesinden hemen önce rakamın belirlenmesi bekleniyor.

Programa bağlıyız ekonomi iyi gidiyor

IMF
'ye gönderilen son Niyet Mektubu'nda öncelikle ekonomideki olumlu gelişmeler şöyle dile getirildi: ‘‘IMF destekli ekonomi programımız amaçlarına uygun bir şekilde devam etmektedir. 5. gözden geçirmenin tamamlanması ve devam eden yapısal reformlar piyasada güven ortamını iyileştirmiştir. Döviz rezervimiz programlananın üzerinde artmış ve net uluslararası rezervler program başladığından beri ilk defa pozitif olmuştur. Hazinenin borçlanma şartları önemli ölçüde iyileşmiş, Türk Lirasına olan güvenin göstergesi olarak ölçüt bononun faizi yüzde 30 un altına düşmüştür. Uluslararası piyasalarda en son 1.25 milyar dolarlık tahvil ihracımıza yüksek talep gelmiştir. Reel sektör performansı güçlenmeye devam etmiştir. Eylül sonu itibariyle yüzde 14'ün altına düşen kümülatif enflasyon rakamı yıl sonu hedefinin tutacağını göstermektedir. Yılın ilk yarısındaki sanayi üretimi, kapasite kullanımı ve ihracat göstergeleri yıl için yüzde 5 olan büyüme hedefini tutturabileceğimizi göstermektedir.’’

Tekel'den 3 bin kişi çıkarılacak

IMF
'ye gönderilen Niyet Mektubu'nda KİT'lerde personel indirimiyle ilgili şu sözler veriliyor: ‘‘Yapısal reform tarafında, eylül sonu itibariyle 2002 yılı başından beri KİT lerde fazla personelin 33 bin 060 ü azaltılmıştır. (bu yılın ocak ayı sonu itibariyle 19 bin 400'dü). 7 bin kadro azaltılması kaldığı halde bazı KİTlerde hedefin 3 bin 100 üzerinde personel azaltımı sağlanmıştır. Bu hedefin üstündeki performansın dikkate alınacağına inanıyoruz. Aynı zamanda yıl sonu hedeflerine ulaşmak için gayret sarfedeceğiz. Personel azaltımı ile ilgili revize kanun tasarısını Meclis'e sunduk ve bu kanunun ekim ayı sonu itibariyle geçmesini bekliyoruz. Bunun yanında bu yılın son çeyreğinde özelleştirme kapsamındaki KİT'lerde personel azaltımına gidilecektir, bunun 3 bini Tekel'de olacaktır. Dünya Bankası'ndan kıdem tazminatı destek programlarını, kaynakların özelleştirme sonrası değil özelleştirme öncesi kullanılabilecek şekilde değiştirmelerini istedik.’’

Sosyal güvenlik ve vergi reformu olacak

IMF
'ye gönderilen Niyet Mektubu'nda sosyal güvenlik ve vergi reformu konusunda şu ayrıntılar yer alıyor:

Sosyal güvenlik reformunun gelecek ayağı için mali hedeflerle çatışmayacak şekilde hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Sosyal güvenlik reformunda, 2003 sonunda değişik alternatiflerin mali etkilerini değerlendirme sürecini bitireceğiz. Reforma başlamadan önce reformun maliyetini telafi edecek mali tedbirleri alacağız.

Vergi tabanını genişletmek için IMF den teknik yardım istedik. Bu çalışma, kayıtdışı ekonominin vergi ağı içine alınması yöntemlerini ve gelir vergisi sistemimizin reforme edilmesini kapsayacaktır. Bu calışma sonucunda vergi idaresi reformu ile birlikte vergi gelirlerini artırmayı amaçlıyoruz. Bu konudaki hukuki düzenlemeyi Ocak 2004 sonu itibariyle hazırlamayı ve mart sonu itibariyle Meclis'ten geçmesini bekliyoruz.

BDDK'ya bağımsız bütçe geliyor

HÜKÜMET
, IMF'ye Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) bağımsızlığının güçlendirilmesi konusunda şu sözleri veriyor: ‘‘BDDK ile ilgili davaların hızlandırılması ile ilgili yasal değişikliği parlamentoya sunmuş bulunmaktayız. Önerilen yasanın ekim sonu itibariyle geçeceğini bekliyoruz (performans kriteri) Bu değişiklikler şöyle:

Danıştay'da BDDK'nın da dahil olduğu bağımsız kurulların davalarına bakacak ihtisaslaşmış daireler kurulacak.

BDDK'ya karşı açılmış olan davaların görüşülmesini katı süreler konularak hızlandırılacak.

Temyiz davalarından BDDK'nın haberdar edilmesi ve son karar verilmeden önce BDDK'nın dinlenmesi sağlanacaktır.

BDDK'nın bağımsızlığını korumak amacıyla yeni Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası çerçevesinde BDDK'nın bütçesinin doğrudan Meclis'e sunması sağlanacaktır. Bağımsız kurullar konusunda Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasası ile tutarlı yeni bir çerçeve yasa hazırlığımız devam ediyor.

Dalgalı kurdan dönüş yok döviz alımı sürebilir

IMF
'ye giden Niyet Mektubu'nda dalgalı kurdan vazgeçilmeyeceği konusunda taahhüt verilerek, şöyle deniliyor: ‘‘Güçlü ödemeler dengesi ve ters para ikamesinin devam etmesi ışığındadöviz alım ihalelerine devam etmiş bulunmaktayız. Bu bize eylül sonu net uluslararası rezerv program hedeflerimizi 7 milyar dolardan fazla aşmamızı sağlamıştır. Bu nedenle yılsonu hedefimizi 4 milyar dolar artırmış ve yeni 2004 hedefi saptamış bulunmaktayız. Döviz kurlarındaki volatiliteyi azaltmak amacıyla bir kaç kere doğrudan müdahele yapılmış olsa bile bu tür müdaheleler sınırlı kalacaktır. Döviz arzına bağlı olarak döviz alım ihaleleri devam edecektir.’’

ABD'nin 8.5 milyar doları asla piyasaya çıkmayacak

IMF
'ye gönderilen son Niyet Mektubu'nda da ABD'den gelmesi söz konusu 8.5 milyar dolarlık krediyle ilgili şu ayrıntılar yer alıyor: ‘‘8.5 milyar dolarlık finansman paketi için Amerikan yetkilileri ile anlaşmış bulunmaktayız. 1 milyar dolar hibenin karşılığı olan bu kredi 6 aylık dönemler halinde 4 eşit taksitte kullanıma hazır olacaktır. 2004 yılı borçlanma stratejimiz bu kredinin kullanılması dikkate alınmadan hazırlanmıştır. Bu krediyi kullanırsak, şu andaki projeksiyonlarımıza göre, bire bir Merkez Bankası'ndaki döviz mevduatımızı güçlendirecegiz ve döviz rezervini artıracağız. Eğer bu krediyi ileride kullanırsak, en azından ilk taksit için, döviz borçlarımızın ödenmesinde kullanacağız.’’

Enflasyon hedeflemesi 2005 yılına kalıyor

IMF
'ye sunulan Niyet Mektubu'nda enflasyon hedeflemesi takvimi şöyle değiştiriliyor: ‘‘Merkez Bankası'nın para politikaları enflasyon hedefine odaklanmaya devam edecektir. Eylül 2003 sonu itibariyle bütün parasal hedefler tutturulmuş bulunmaktadır. Enflasyon hedefini tutturmakta TL'nin değerlenmesi ve beklentilerin iyileşmesi önemli bir rol oynamıştır. Bu bize faiz oranlarını düşürme olanağı sağlamıştır. TL mevduata olan talep artışı doğrultusunda yılsonu para tabanı hedefi revize edilmiştir. Enflasyon hedeflemesi şartları oluşturulurken, para tabanı programı 2004 sonuna uzatılmıştır. Geçen yıl da olduğu gibi para talebinde bir değişme olacağına dair güçlü göstergeler oluşursa program hedefleri revize edilebilir.

Pamukbank'ı satma işi yıl sonuna kadar biter

IMF'ye sunulan Niyet Mektubu'nda Pamukbank'ın satış süreci şöyle anlatılıyor: ‘‘Yapı Kredi'nin finansal durumu düzelmeye devam ediyor. Pamukbank süreci yıl sonunda bitme aşamasına gelecek. Tercih edilen opsiyon, bankanın satışı ve kalan varlıkların köprü bankası olan Bayındırbank'a devridir. Eğer satış gerçekleştirilemezse Pamukbank birleştirme veya tasfiye şeklinde çözümlenecek.

İmar Bankası ödemesi için plan devreye girdi

IMF'ye sunulan Niyet Mektubu'nda İmar Bankası ödemeleri şöyle yer alıyor: ‘‘Bankacılık sistemini güçlendirmek için reformlara devam ediyoruz. BDDK'nın bağımsızlığı güçlendirilmektedir. Pamukbank'ın çözümlenmesi ve varlık satışları konusunda planlandığı gibi ilerleme sağlanmıştır. İmar Bankası'ndaki bireysel mevduat ve bono sahiplerine ödeme yapmak üzere aksiyon planını başlatmış bulunmaktayız.’’

Vakıfbank'ın satışı için iki test daha yapılacak

IMF'ye gönderilen Niyet Mektubu'nda Vakıfbank ile Ziraat Bankası ve Halk Bankası'ın özelleştirme stratejileri şöyle dile getiriliyor:

Şubat 2004 sonuna kadar Vakıfbank'ın satışı için iki test yapılacak. Bunların sonucunda 1 ay içinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün sahip olduğu hisselerin satış yöntemine karar verilecek.

Memura yeni kurallar geliyor

IMF'ye gönderilen Niyet Mektubu'nda iş ortamının daha da iyileştirilmesi için şu düzenlemelerden söz ediliyor:

‘‘İş ortamını daha da iyileştirmek için memurlar ve kamu yöneticilerinin uyması gereken kuralları oluşturan yasa hazırlıyoruz ve 2003 yılının sonuna kadar meclise sunmaya niyetliyiz. Ayrıca Türkiye'de yatırım ortamının iyileştirilmesi faaliyetlerine devam ediyoruz.’’
Yazının Devamını Oku

IMF yoksa, Dünya Bankası'ndan 4.5 milyar dolar da yok

11 Kasım 2003
<B>GEÇEN</B> hafta Dünya Bankası İcra Direktörleri Kurulu Türkiye'ye 3 yıllık dönemde 4.5 milyar dolarlık kredi verilmesini onayladı. Bir gün sonra Hazine Müsteşarlığı bir açıklama yaparak, bu haberi kamuoyuna duyurdu. Bence bu açıklama biraz eksik. Çünkü 4.5 milyar dolarlık bu hacim ‘‘şartlar yerine getirildiği takdirde kullanılabilecek’’ bir hacim. Şöyle örnek vereyim; geçtiğimiz 3 yıllık dönem için önce 5 milyar dolarlık bir hacim belirlenmiş, artırımlarla bu hacim 6.2 milyar dolara çıkmıştı. Bunun ancak 4.2 milyar dolarlık kısmı kullanılabildi. Aslında ‘‘kullanılabildi’’ demek yanlış, çünkü 4.2 milyar dolarlık kısmı İcra Direktörleri Kurulu'nda onaylandı, yani bunun da hepsi kullanılamadı.

Açıklamadaki bir eksik de onay tarihine ilişkin. Çünkü onayın temmuzda olması gerekiyordu. Dünya Bankası'nın mali yılları temmuz-temmuz ve 3 yıllık süre 1 Temmuz 2003'de başladı. Yani Hükümet bir türlü karar veremediği için, yaklaşık 5 aylık bir gecikme sözkonusu...

Açıklamadaki en büyük eksik ise bu portföyün, ‘‘Türkiye'nin uyguladığı ekonomik programa devam etme koşulu’’na bağlı olması. Onaylanan metinde yer alan bu şart, açıklamada yoktu. Eğer Türkiye ekonomik programı uygulamaya devam etmezse 3 yıllık sürede kullanabileceği miktar 1.3 milyar dolara iniyor. Yani yapısal uyum kredilerini kullanamıyor, sadece deprem, sağlık, eğitim, kırsal gelişme gibi sosyal amaçlı projeler için kredi alabiliyor.

Peki, Türkiye'nin ekonomik programa devam edip etmediği nasıl belirlenecek?

Yetkililer,önümüzdeki yıl sonunda bitecek IMF anlaşmasından sonra Dünya Bankası yönetiminin IMF'yle yeni bir anlaşma olmasa bile, ‘‘Türkiye ekonomik programa devam ediyor’’ saptamasında bulunup, bu hacmin tümünün kullanılmasına karar verebileceğini söylüyor. Ardından ‘‘Ancak’’ diye ekleyip, Dünya Bankası'nın şimdiye kadar böyle bir kararının bulunmadığını ekliyorlar. Yani Dünya Bankası ülkelerin ekonomik programa devam edip etmediğini belirleme işini, hep IMF'ye bırakmış. Yazılı olmasa da fiili gerçek şu; IMF programı bir şekilde 2004 sonrasında da devam ederse, Türkiye Dünya Bankası'ndan 4.5 milyar dolar kredinin tümünü, şartları da yerine getirirse alabilir. IMF anlaşması biterse, kredinin hepsini alamaz.

YAPISALLARI SAVSAKLIYOR

‘‘Olumlu hava pompalaması’’ içinde yeterince işlenmeyen bir şey var, o da; Hükümet'in kalıcı büyüme için gerekli olan yapısal tedbirler konusunda niyetli olmaması. Bu nedenle daha çok yapısallara önem veren Dünya Bankası ile ilişkiler de pek hoş değil. Daha Dubai'de Dünya Bankası yönetimine ‘‘IMF'yi halledelim sonra sizinle detaylı görüşmelere başlayalım’’ dediler ama hálá çağırmadılar. Dünya Bankası'nın yeni direktörü ABD'den döndükten sonra, gelecek hafta belki Devlet Bakanı Ali Babacan'la bir görüşme bekleniyor. Sosyal güvenlik, özelleştirme, enerji, tarım, bankacılık gibi, kesinlikle reformların sürmesi gereken alanlarda, Hükümet'ten ses yok.

Hükümet'in yapısallara, dolayısıyla Dünya Bankası'na soğuk davranmasının en büyük kanıtı 2002 yılı Temmuz ayında kullanılan 300 milyon dolarlık ikinci eğitim kredisinden buyana, hiç kredi kullanılmamış olması. Yani Hükümet Dünya Bankası'ndan hiç kredi kullanamadı.

Geçmiş dönemde sağlanan 1 milyar 350 milyon dolarlık kamu sektörü ve bankacılık reformlarına ilişkin yapısal uyum kredisinin daha öne 450 milyon dolarlık kısmı kullanılmıştı. Sonraki dilimler için şart olan Vakıfbank'ın özelleştirme stratejisinin belirlenmesi, doğrudan gelir desteği için çerçeve kanun çıkması, kamu mali yönetim reformu ve fonların kapatılmasına ilişkin yasalar çıkmadığı için, toplam 900 milyon dolarlık bölümü geçen temmuzda iptal edildi. Hükümet özellikle doğrudan gelir ve Vakıfbank için, hala bir şey yapmak istemiyor.

İşte iptal edilen bu kredi yeniden, 4.5 milyar dolarlık yeni kredi portföyüne dahil edildi.

IMF'nin de hatası nedeniyle, Hükümet sadece IMF'nin kısa vadeli şartlarına bakıp, asıl kalıcı ve istikrarlı büyümeyi sağlayacak yapısal tedbirleri es geçiyor. Bu, çok büyük bir tehlike işareti...
Yazının Devamını Oku

Kredi BDDK’ya takılınca Digiturk Turkcell’e kaldı

10 Kasım 2003
ÇUKUROVA Grubu'nun, yabancı ortak Sonera'nın büyük tepkisine rağmen, Digiturk'ü Turkcell bünyesine katmak istemesinin ardında, 'Digiturk'ün büyük borçları'nın yattığı öğrenildi.Grubun Digitürk'ün borçlarını ödeyebilmesi için Yapı Kredi Bankası'ndaki mevcut kredinin yenilenmesini, üzerine bir de yeni kredi açılmasını istediği, BDDK'nın bu isteğe karşı çıkarak reddettiği, bunun üzerine Grubun Turkcell'de karar aldırıp, Digitürk'ü Turkcell bünyesine almak için girişimlere başladığı belirtiliyor.Digitürk'ün yüzde 65 oranındaki hissesi Yapı ve Kredi Bankası'na ait bulunuyor. BDDK'nın Çukurova Grubu'yla 2003 Ocak sonunda yaptığı protokol uyarınca, Gruba, 'Bir yıl içinde parasını ödeyerek, Yapı Kredi'deki Digitürk hisselerini satın alma hakkı' tanınmış. Gruba tanınan bu imkanın Bankayı zarara uğratmaması için de, dolar bazında belli bir ödeme formülü oluşturulmuş Çukurova Grubu Digitürk'ün, özellikle Futbol Federasyonu'na maç yayınları nedeniyle yüklü borcu olduğunu belirterek, Banka'dan kredi talebinde bulunmuş. Bunun üzerine BDDK, 'Eğer Digiturk'ü satın alma hakkınızdan vazgeçtiğinizi, yani artık almayacağınızı resmi olarak taahhüt ederseniz Banka kredi talebinizi görüşebilir, aksi takdirde böyle bir kredinin imkanı yok' demiş. BDDK yapılan bu protokolle Yapı ve Kredi Bankası'nın grup kredilerini de kesmişti.Grup Digiturk'teki hisseleri satın alma hakkından vazgeçmek istememiş. Borcunu ödeyecek imkanı bulamayınca da, şirketi Turkcell'e aldırarak, darboğazdan kurtarma girişimi başlatmış.Grubun Digiturk'teki yüzde 65 oranındaki hisseyi alabilmesi için kendilerine tanınan süre 2004 Ocak sonunda doluyor. Yine Grubun, yapılan protokol uyarınca Ocak sonunda, Pamukbank nedeniyle oluşan borçları nedeniyle yaklaşık 200 milyon dolarlık ödeme yapması gerekiyor. Yani Ocak sonu Grubun kader tarihi olacak. Grup yetkilileri bir süredir Hükümet nezdinde yeniden girişimler başlattılar. Bu tarihe yaklaştıkça Grubun kulis çalışmalarının hızlanması bekleniyor. Yani; AKP Hükümeti'nin batık bankalar konusundaki 'sınav tarihi' yaklaşıyor...YABANCI TÜMÜYLE VAZGEÇERSonera'nın Çukurova Grubunun bu girişimine karşı çıkıyor ve zor durumda olan Digiturk'ü kurtarmak için, ortağı olduğu Turkcell kanalıyla yapılan girişimi engellemeye çalışıyor. Ancak Grubun bu niyetinden vazgeçmediği, Aralık sonunda genel kurul toplama kararıyla ortaya çıktı.Hem bankacılık kesiminde, hem Ankara'da bürokrasi çevrelerinde Turkcell'in bu girişimi yoğun tartışma konusu. Sonera'nın hassasiyetinin Hükümete de iletildiği ve Çukurova Grubu'nun bu girişiminin engellenmesinin istendiği biliniyor. Herkesin üzerinde mutabık kaldığı konu ise 'Telsim'deki yabancı ortak Motorola'nın ardından şimdi de Turkcell'de yabancı ortak Sonera'ya karşı yapılacak bu hareketin, yabancı sermayenin önünü tümünü tıkayacağı'. Grubun bu girişimi gerçekleştiği takdirde, yani Turkcell'in Digiturk'e sahip olması halinde, bir anlamda 'Türk özel sektörü yabancı ortağını çağırıp, bulduğu ilk fırsatta kazıklıyor, yönetimler de buna göz yumuyor' imajı iyice pekişecek.Yani Hükümetin sınavı, aynı zamanda yabancı sermaye konusunda da...Dokunulmazlar hortumu önleyebilir mi?CHP geçtiğimiz hafta yolsuzluklar gündeme geldiğinde, baştan beri yaptığı çağrıyı bir kez daha tekrarladı: 'Milletvekili dokunulmazlığını kaldıralım'. Çok yerinde ve zamanında bir çağrı...Çünkü 'hortumcu yasası' adıyla politikacı, elini yine bankacılığın içine sokmak istiyor...Politikacılar, batığın büyük bölümü olan kamu bankalarında, bu batığa neden olan görev zararlarına imza atmışlar, olmadık kişilere banka satma, devretme kararlarını imzalamışlar, yani şimdi 'alalım' dedikleri paraları, bizzat elleriyle vermişler. 'Bunlar eski politikacılardı' denmez, hepsinin kaygısı aynı. Kaldı ki; o imzayı atanların bir kısmı, belki şimdi de Hükümette...Bu tasarıyı hazırlayan Adalet Bakanı'nın TBMM'de Cumartesi günü söyledikleri ve komisyonda tartışılanlar da, aslında durumu ve getirilmeye çalışılan tasarının, politikacıya yeniden bankalar konusunda yetki verilmesinin, ne kadar sakıncalı olduğunu ortaya koyuyor. Bakan, batık banka patronlarının VIP salonundan geçtiğini, çaldıklarının bir bölümü ile okul yaptırdığı için madalya sahibi olmasıyla bu hakkı kazandığını, ayakkabısının memurun bir maaşı kadar olduğunu söylüyor. Çok doğru söylüyor ve bunlardan paranın mutlaka alınması gerekiyor.Eğer Bakanın kastettiği kişi dünkü Milliyet Gazetesi'nin söylediği kişi ise Bakanın, komisyonda sorulan 'Başbakan seçim gezilerini neden bu patronun helikopteriyle yaptı, bütün banka patronlarını da alıp Bozöyük Zirvesi yaptı' sorusunun yanıtlanması gerekmez mi?O kişinin Başbakanla, bakanlarla son dönemde de sık sık toplandığını biliyor musunuz? Buralarda ne konuşulduğu hakkında basına hiç bilgi verildi mi? Bakan Cem Uzan ile görüştüğünü, Uzan'ın açıklaması üzerine kabul etti. Acaba bu toplantıda sadece 'paranızı ödeyin' tartışması mı oldu? Sadece bunlar değil, diğer batık banka patronları da sık sık Hükümetle konuşmaya başlamadı mı? Acaba bu toplanmalarda neler konuşuluyor? Bu talepler niye getirilen taslaktan sonra arttı? Acaba bağımsız kurumlara söz geçiremeyenler, top politikacının eline geçince mi hareketlendi?Yani asıl soru şu; 'Dokunulmazlar, yani yaptıkları işler nedeniyle yargılanmayacak olanlar, gerçekten hortumu engelleyebilir mi, yoksa başka amaçları mı var?' Dokunulmazlığı kaldırın, alın politikacıya batık bankalarla pazarlık yetkisini, o zaman tamam... Veri açıklamaları gecikmeye başladıGEÇTİĞİMİZ hafta, ciddi bankacılar ve iktisatçılarını tedirgin eden bir gelişme yaşandı. Hazine her zaman ilk iki işgünü, en fazla üç işgünü geçtikten sonra aybaşında açıklanan bir önceki aya ait nakit dengesi açıklamalarını bu kez geciktirdi. Bu da dediğimiz kişileri rahatsız etti.Çünkü piyasa ekonomisinin olmazsa olmaz koşullarından biri veriler. Bunların zamanında açıklanması, bu verilere güvenin olması, temel koşullardan biri. Çünkü bankacılar o verilere göre değerlendirme yapıyor, gelişmeleri irdeliyor plan yapıp, yatırım kararı alıyorlar...Artık kurumsallaşan 'hızlı ve sağlam veri açıklaması'nda da geri adım düşünülemez.'Ekim 2003 Nakit Gerçeklemeleri' nihayet Cuma akşamı, yani 7 kasım 2003 tarihinde yapıldı. Bu açıklama gecikince, daha önceki açıklamaların ne zaman yapıldığına bakalım dedik. Gerçekten de şimdiye kadar, en geç açıklama ayın 5'inde yapılmış, 6'sını bile bulan yok. Acaba hep Cuma günleri, hafta bitimi mi yapılıyor, bu nedenle tarih mi gecikti, 'iyiniyetli olalım' diye baktık. Ama iş öyle değil, Pazartesi günü açıklandığı da olmuş, Salı ve Çarşamba günleri de...Örneğin bundan önceki açıklamalar 3 Ekim Cuma, 2 Eylül Salı, 5 Ağustos Salı, 4 Temmuz Cuma, 4 Haziran Çarşamba, 5 Mayıs Pazartesi. Böyle gidiyor. Yani 2, en fazla 3 işgünü sonra açıklama yapılmış. Şimdi tam 5 işgünü geçtikten sonra...Bu çok tehlikeli bir eğilim... Sonra piyasa, 'Acaba rakamlar...' diye konuşmaya başlar...
Yazının Devamını Oku

BDDK’da ‘hem hakim hem savcı’ dönemi

8 Kasım 2003
<B>ENGİN Akçakoca</B>, bir süredir BDDK Başkanlığından istifaya zorlanıyordu. Sonunda dayanamayıp istifa edince, bağımsız kurumları içine sindiremeyen Hükümet de istediğini elde etmiş oldu. Şimdi herkes, açıklanan isim olan <B>Tevfik Bilgin</B>'in atamasının resmileşmesini bekliyor. Bilgin konusunda çoğu kişinin pek bir fikri yok. Bankacılarla konuştuğumuzda tanıyana pek rastlamadık. Çok kısa süre murakıplığı, ardından şirket tecrübesi fikir vermiyor.

Halk Bankası görevi de kısa sürdüğü için, başarısı konusunda fikir oluşmamış. Önceden söyleyelim ki; önyargılı olmamak lazım. Genç, bilinmeyen bir kişi ama baştan başarısız olacağı kanısına varmak yanlış.

Buna karşılık Bilgin'in göreve geliş biçimi ve zamanlamasının kendisi için çok büyük handikap oluşturduğu söylenebilir. Yani dışarıdan, partili izlenimi vermeyen bir kişi olsaydı ya da zorla istifa ettirilen, başarısını kanıtlamış bir BDDK Başkanı'nın ardından göreve gelmeseydi, işi çok daha kolay olur, çok daha rahat kendini ispatlama imkanı bulurdu.

Yani Hükümet, ‘‘Parlak geleceği olan bir kişinin geleceğini baştan karartmış’’ olabilir...

Bilgin'in bu göreve getirileceğinin açıklanmasıyla birlikte, Ankara'da bürokrasi koridorlarında, bankacılık kesiminde, çeşitli spekülasyonlar da hemen başladı. Spekülasyon niteliği taşımayan, bizim de katıldığımız bir zorluktan başlayalım...

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), adından da anlaşılacağı gibi ‘‘düzenleme’’ ve ‘‘denetleme’’ birimlerinden oluşuyor. Yanısıra bir de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yani Kurumun en fazla başını ağrıtan batık bankalarla ilgili işlemleri yürüten bir birim de bünyede.

Hem TMSF'nin BDDK'nın dışında olması gerektiği, hem de düzenleme ve denetleme birimlerinin aslında ayrı örgütler olarak düzenlenmesi, evvelden beri tartışılan unsurlar.

Mevcut yapıda denetleme görevini kurum içinde nisbi özerkliğe sahip Bankalar Yeminli Murakıpları yürütüyor. Murakıpların zaman zaman Kurul başkanına kafa tuttukları da bilinir.

Şimdi Kurum'un başına gelecek Bilgin ise murakıp kökenli bir kişi. Teftiş kurullarını bilenler, hem kurulların içinde çeşitli klikler olduğunu hem de kurulların yayılma, bulundukları kurumları ele geçirme çabalarını iyi bilirler.

Bankalar Yeminli Murakıpları da böyledir. Maliye Teftiş Kurulu da, Hesap Uzmanları Kurulu da... Çeşitli hükümetler döneminde farklı kurulların etkinliği görülür. Çatışmalar olur. Kurul menfaatleri ülke menfaatlerinin bile önüne geçebilir...

Şimdi murakıp bir kişinin BDDK'nın başına gelmesi, özellikle düzenleme birimlerinde büyük tepki çekecektir. Ki; bu tepki şimdiden oluşmaya başladı. Bir murakıbın BDDK'nın başına gelmesi, ‘‘Hem hakim hem savcı’’ konumu olarak belirtiliyor ki, bu hiç de haksız bir eleştiri değil...

AHMET ŞİRİN NE YAPACAK?

Bunun dışında Bilgin'in ‘‘göreve atanmak için gereken süre ve şartlara sahip olmadığı’’ da tartışılmaya başladı. 10 yıllık bir süre gerekirken Bilgin'in 9.5 yıllık olduğu, murakıplığın atama şartlarından olan ‘‘üst düzey yönetici’’ kavramı içine girmediği, şimdiden konuşuluyor.

Konuşulan başka bir şey de Bilgin'in nüfus cüzdanında ‘‘Aydın’’ yazmasına rağmen aslen Sivaslı olduğu ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ile akrabalık ilişkisi... Bu unsurlar nedeniyle, ‘‘Cumhurbaşkanı'nın onayının beklenmesi gerektiği’’ söyleniyor.

Söylentiler ne kadar doğru bilmem ama Bilgin'in bence en büyük handikapı AKP iktidarıyla ilişkisi. IMF şimdiye kadar görevden ayrılan bir bürokrat için yaptığı en keskin yorumda bulundu ve Hükümeti bir anlamda uyardı.

Akçakoca'nın program ve bankacılık sisteminin düzeltilmesinde kilit rol oynadığını, profesyonel tutumunun ilerlemede büyük rol oynadığını söyledi.

Bilgin'in önce bağımsızlığını ve profesyonelliğini ispat etmesi gerekecek ki, Hükümetin anlayışıyla, bu çok zor. Herkes ister istemez , ‘‘Hükümet bankacılıkta kendi sözünü yerine getirecek kişiyi getiriyor’’ diyor. Bilgin'in işi çok zor...

Bu arada 2. Başkan Ahmet Şirin'in ne yapacağı merak konusu. Şirin huzursuz çünkü Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığından bu göreve, ‘‘Akçakoca gidince Başkan olacaksın’’ diye getirilmiş...
Yazının Devamını Oku

Başkan'ın istifasını Başbakan istedi

6 Kasım 2003
<B>BANKACILIK</B> Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı <B>Engin Akçakoca</B> dün Başbakan Yardımcısı <B>Abdüllatif Şener</B>'e istifasını verdi.Akçakoca'nın istifayı sunmasından önce, sabah saatlerinde Ankara'da yaşananlar çok ilginçti. Dünkü gazetede yeralan Akçakoca söyleşimiz üzerine Abdüllatif Şener, ‘‘Saat 12.00'de randevu istedi verdim. Gazetede yer alanlardan, istifadan haberim yok, öğreneceğiz’’ demeci verdi. Başbakan Tayyip Erdoğan da, Akçakoca'ya baskılardan haberi olmadığını belirtip, ‘‘Şikayet varsa bunlar bakana aktarıldı. Gazetelerden okuduk, şık olmadı’’ dedi.

Bu açıklamalar üzerine gerçeği söylemek, farz oldu: Şener ve Erdoğan'ın söylediklerine bakmayın, bundan haberleri vardı. Daha da ötesinde Akçakoca'nın istifasını, Şener kanalıyla Başbakan Tayyip Erdoğan istedi. Yani Erdoğan'ın dediği gibi, ‘‘Çalışırsın başarılı olursan halk takdir eder’’ diye bir şey yok, istifasını kendisi istedi...

Akçakoca ile söyleşi yaparken ‘‘Hükümetin istifasını isteyip istemediğini’’ ısrarla sorduk ama kendisi ısrarla bu konuda bir şey söylemek istemediğini söyledi. Ancak Akçakoca ‘‘evet’’ demese bile, aldığımız bilgilerin sağlamlığına güveniyoruz. Daha önce Akçakoca, her devlet adamı terbiyesi almış bürokrat gibi, iktidara geldiklerinde ‘‘isterseniz giderim’’ demişti. Ancak o dönemde buna cesaret edemediler. Ancak yaklaşık 15 gün önce Abdüllatif Şener kanalıyla, ‘‘Hani baştan istifa edebileceğini söylemiştiniz ya’’ denilip, bunu Başbakan'ın şimdi istediği söylendi. Bununla birlikte Başbakan'a bağlı müfettişler birdenbire Kurul'a araştırma sonuşturma için dolmaya başladılar. Doğal olarak hükümetten bağımsız hareket etmeyen AKP'li milletvekilleri de birdenbire BDDK'yı soru yağmuruna tutmaya başladı. Ardından en son hamle geçtiğimiz hafta sonunda geldi. Şener, bizzat Akçakoca'yı ziyaret edip, ‘‘ne zaman ayrılacağını’’ sordu.

BU MU ŞIK OLAN

Bu durumda Şener'in ‘‘Görüşeceğiz ama niye geliyor bilmiyorum’’ demesi ya da Erdoğan'ın ‘‘Gazetelerden öğreniyorum’’ diye konuşması sizce doğru oldu mu? Bu mu şık olan?

‘‘Ne söyleyecek bilmiyorum’’ deyip, aynı gün yeni başkanın ismini açıklamak tek başına, bu işi bizzat planladıklarını ortaya koymuyor mu?

Kaldı ki; yaklaşık 10 gün önce Kurum Başkan Yardımcısı Teoman Kerman, yani soruşturmayı yapan bayan müfettişin ‘‘bu işlemler nasıl oluyor, nereye bakılıyor’’ diye sorup da rapor yazdığı kişi, Başbakanlık teftiş kurulunun isteği üzerine görevinden uzaklaştırıldı. O dönemde de Akçakoca rahatsızlığını yoğun biçimde dile getirdi. Yine son dönem müfettişlere bilgi vermek için özel daire kurmak zorunda kaldıklarını, bu şartlarda iş yapılamayacağını yine Şener'e iletti.

Ankara'da bürokrasiye yeni başlamş taze memurlar bile bilir ki; birini görevinden uzaklaştırmak isteyen bir Hükümet, teftişi, diğer baskıları yoğunlaştırıp bıktırır, istifaya zorlar.

Daha da ötesine giden Hükümetler, Kanunlar Kararlar'ı uyarır, Kurul kararlarının resmi gazetede yayımlanmasını bile, sanki o adamın şahsi işiymiş de devlet işi değilmiş gibi, zorlaştırır.

İşte, özerklik ya da bağımsızlık kavramlarının içinin ne olduğunu bilmiyor ya da biliyor da içinize sindiremiyorsanız, böyle yaparsınız...

Bence Akçakoca'nın istifaya zorlanması tek başına bir olay değil. Kesinlikle bir niyetin, bir anlayışın ürünü ve bununla birlikte gelen diğer kararlara da bakmak lazım. Yani TBMM'ye gönderilen ve birçok yetkiyi siyasi otoriteye alan kararlarla birlikte değerlendirmek lazım.

Daha önce de tekrarladığım gibi ‘‘politikacının elinin bankacılık sisteminin içinde olduğu’’ eski sisteme geri dönülüyor. Eskisinden de vahim olacak. Çünkü eski dönemde yine Hazine, Merkez Bankası gibi kurumlara yetki dağılmış, bir ölçüde dengeleme yapılmıştı. Şimdi tüm yetkilerin toplandığı BDDK ve buraya atanacak siyasi bir kişi kanalıyla ve yapılacak diğer düzenlemelerle ‘‘politikacının elinin tümüyle içinde olacağı bir bankacılık sistemi’’nden sözediyoruz...
Yazının Devamını Oku

Yabancılar Kıbrıs'ı soruyor

4 Kasım 2003
<B>EKONOMİDEKİ</B> olumlu hava Ankara'ya gidip gelen yabancı yatırımcı sayısını, yine artırdı. Yıllardır konuşulur, ‘‘kısa vadeli yabancı sermaye yerine doğrudan yatırım yapacak yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmesi gerektiği’’ söylenir. Yine öyle bir döneme giriyoruz ama görünen o ki; doğrudan yabancı sermaye yatırımı için daha epey bir süre beklememiz gerekecek.

Enflasyonun düşmesi, enflasyon muhasebesine geçiş, yatırım için gelecek yabancı sermayeyi özendirecek unsurlar. Ancak bunlar yeterli değil. Türkiye'nin ‘‘yabancı sermayenin gelip de yatırım yapacağı kadar istikrarlı bir ülke olması’’ gerekiyor ki; bu ortam henüz yok.

Bunun için altyapının hazırlanması gerek. Altyapı dediğimizde ise mantalite değişikliğinden, hukuksal altyapının düzenlenmesine kadar bir dizi kapsamlı önlemden sözetmek mümkün.

33 sayılı karar taslağında yeralan unsurlar, Türkiye'deki yabancı bankaları bile ürkütürken, bu sektöre yatırım için yeni bankaların geleceğini düşünmek safdillik olur. Keza; Telsim olayından sonra Turkcell'de de yabancıları devre dışı bırakıp mağdur edecek yeni kararlar yoldayken, ciddi yabancı sermayenin yatırım için gelmesini beklememek lazım. Aynı şekilde Türkiye'de mevcut iktidara karşı siyasi ve ideolojik güvenin hálá sağlanamadığını, herkes gibi yabancılar da görüyor.

Doğrudan yabancı sermaye çok şey istiyor ama portföy yatırım için gelecek sermaye, yani kısa vadeli sermaye hareketlerini yönetenler, daha kısa vadeli unsurlara bakıyorlar.

Ankara'da, son günlerde yine portföy yatırımı planlayan yabancı sermayenin yoğun ilgisine neden oluyor. Türkiye'de iş yaptıkları banka, aracı kuruluş ya da danışmanlık şirketlerinin temsilcileri ile birlikte Ankara'da, politikacılar, bürokratlar ve gazetecileri dolaşıyorlar.

Son dönemde, bu sohbetlerin konularının değiştiğini, siyasi içerik kazandığını söyleyebilirim.

Yabancılar ekonomik detaylardan uluslararası sorunlara kadar birçok soru sorarak, muhtemel gelişmeleri kestirmeye çalışıyor. Bu sohbetlerden edindikleri izlenimleri, iktisatçıların ve uluslararası kuruluşların raporlarıyla birleştirip, Türkiye'de yatırım yapıp yapmayacaklarını, hangi dönemlerde girip ne zaman çıkacaklarını, Türkiye'ye yapacakları yatırımların yönettikleri portföyler içinde alacağı payı planlıyorlar.

SEÇİMİ KİM KAZANACAK?

Son dönem yabancı portföy yöneticilerinin yönelttikleri soruların Kıbrıs'ta yoğunlaştığını söyleyebilirim. Bu kişilerle çalışan iktisatçılar ve dealarlara sorduğumda da, bankacılarla konuştuğumda da, aynı izlenimi alıyorum. Kıbrıs'ta seçimi kimin kazanacağını, kim kazanırsa ne olacağını, Türkiye'nin AB'yle müzakerelerinin nasıl etkileneceğini sorguluyorlar.

Peki, durum ne diye baktığımızda görünen o ki; AKP Hükümetinin tümüyle ‘‘Kıbrıs'ta Denktaş'a karşı olan partilerin seçimi kazanacağı’’na dönük bir beklentisi var. Yani Denktaş'ın yanındaki partiler seçimi kazandığı takdirde Hükümetin planladığı bir şey, yani ‘‘B Planı’’ bulunmuyor.

Kıbrıs konusunda çeşitli görüşler var. Bunlardan kuvvetli olanı, ‘‘AB için Kıbrıs'ı son koz olarak kullanalım’’ tezi. Gördüğümüz kadarıyla; Dışişleri Bakanlığı'nda hakim olan görüş bu ve sivil toplum kuruluşlarını bile bu teze uygun yönlendiriyorlar...

Türkiye'nin geleceği için çok kilit hale gelen Kıbrıs konusunda el yordamı ile gidiliyor ve mayısta Kıbrıs Rum kesimi AB'ye fiilen girdiğinde, işler iyice karışacak. Kıbrıs Rum kesiminin talebiyle, AB ile Türkiye, bırakın bu konuda uzlaşmayı, karşı karşıya gelebilir ve ‘‘AB topraklarından 30 bin Türk askeri çıksın’’ noktasına bile gelinebilir. Mayıstan sonra pazarlık yapacağı derken, Annan Planı'nı bile aratacak bir formül önümüze konduğunda, iç dinamiklerin bizi nereye götüreceğini AKP iktidarı hiç hesaplıyor mu, bilmiyoruz.

Kısacası; ekonomide hava olumlu ve bu herkesin işine geliyor. Ancak hálá rakamların gerektirdiğinden çok daha fazla olumlu havaya sahibiz ve IMF desteğiyle bu kadar iyiyiz. Yani dengeler, hálá bıçak sırtında ve ‘‘sürekli iyi’’ye göre ayarlanmış durumda. Yabancıların da gördüğü gibi; Kıbrıs gibi havayı tersine çevirebilecek risklerimiz olduğu unutulmamalı.
Yazının Devamını Oku