20 Ekim 2003
<B>HAZİNE </B>Müsteşarlığı tarafından hazırlanıp, bankalar ve kamu kuruluşlarının görüşüne açılan 33 sayılı Kararname'nin getirdiği yeniliklerin bir bölümü, cumartesi günü gazetemizde yeraldı. Bu kararname, kambiyo serbestisi getiren meşhur 32 sayılı kararnameyi yeniden düzenliyor. Kararname taslağı, AB standartları da göz önünde tutularak, bir anlamda kambiyo rejiminde güncelleştirme amacıyla hazırlanmış. Ancak kararnamenin getirdikleri bununla sınırlı değil.
Faizsiz bankacılık yapan şirketleri, son dönemde, 'birer banka' haline getirme çabalarının bu kararnameye de yansıdığı, dolayısıyla ideolojik bir çabanın yeraldığı hissediliyor.
Ama bence asıl tehlikeli nokta, kararname taslağında 'sermaye hareketlerine kısıtlama getirme isteği'nin açıkça gözükmesi. Yani bu kararname taslağı ile ekonomi yönetiminin, Kemal Derviş'in son günlerde yeniden gündemimize soktuğu, 'sıcak para ile mücadele' kaygısı yeralıyor,.
32 sayılı kararın 'Krediler' başlıklı 17 maddesi, 'Türkiye'de yerleşik kişilerin yurtdışından kredi temin etmeleri, bu kredileri bankalar ve özel finans kurumları aracılığıyla kullanmaları kaydıyla serbesttir. Ancak prefinansman kredilerinin vadesi bakanlık tarafından belirlenir' deniyordu.
Halbuki 33 sayılı kararla bu maddeye, altın kredisi dahil edilip, 'Bakanlık yurtdışından temin edilen kredilerin kullanımı, geri ödemeleri ve vadeleriyle ilgili esas ve usulleri belirlemeye, gerektiğinde bu kredilerin temini ve geri ödenmesiyle ilgili sınır koymaya yetkilidir' deniyor.
TAHDİT YETKİSİ
Yani; Hazine yönetimi, gerektiğinde kullanılmak üzere, yurt dışından kullanılan kredilere hatta geri ödemelerine bile çeşitli tahditler getirebilme yetkisini, ilgili Devlet bakanlığına alıyor.
Zaten gerekçe bölümünde de, 'AB müktesabatı dahil tüm çok taraflı anlaşmalarda bulunduğu' savıyla, 'bu hükmün sermaye hareketlerinde önemli yeri bulunan ve zaman zaman dış borç yükü içerisinde kaldırılamayacak boyutlara ulaşan kısa vadeli kredilerle ilgili zamanında önlem alınabilmesini teminen doğrudan ilgili madde içerisine konulması uygun görülmüştür' deniyor.
ÇOK TEHLİKELİ
Bankacılar, kendilerine sunulan metinlerde yeralan bu ibarenin 'çok tehlikeli' olduğu konusunda birleşiyorlar. Bakanlığın, böyle bir yetkiyi almasının 'demoklesin kılıcı'nı eline geçirmesi anlamına geldiğini kaydeden bir bankacı, 'Belli ki sıcak para korkusu ekonomi yönetimini telaşlandırmış. Sıcak paranın ekonomik bir gerçeklik olduğu, bir sonuç olduğu anlaşılmamış ki, kısıtlamaların kapısı aralanıyor' yorumunu yaptı. Bankacılar, Hazine'den sorumlu Bakanlığın bırakın yeni kredileri, geri ödemeleri bile içine alan büyük yetki almasının altında, 'özel sektör borçlarının yeniden yapılandırma isteği' bulunabileceğini akla getirdiğini söylüyorlar.
Merkez Bankası'nda görev dağılımı
Devlet Bakanı Ali Babacan, çocukluk ve okul arkadaşı, Danışmanı Erdem Başçı 'yı, sonunda 'Bağımsız Merkez Bankası'nın Başkan Yardımcısı yaptı. Başçı geçen hafta göreve başladı.
Başçı'nın gelişiyle birlikte Başkan Yardımcıları arasındaki görev dağılımı de yeniden belirlendi. Başçı'ya Dışilişkiler ile Bankacılık ve Finansal Kuruluşlar Genel Müdürlükleri ile temsilcilikler bağlandı. Yani Başçı bundan sonra, bol bol yurt dışı seyahat yapan Bakan arkadaşıyla birlikte, bu seyahatlara katılıp, Başkanın olmadığı yerde, Merkez Bankası'nı temsil edecek. Bu görev IMF'le ilişkileri ve güncel hale gelecek 33 sayılı kararla ilgili düzenlemeleri de kapsıyor....
Başçı'nın gelmesinden sonra diğer yardımcıların görev alanları da şöyle oldu:
Fatih Özatay; Araştırma Genel Müdürlüğü, Başhukuk Müşavirliği ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, İstatistik Genel Müdürlüğü, İşçi Dövizleri Genel Müdürlüğü.
Şükrü Binay: Banknot Matbaası Genel Müdürlüğü, Bilgi İşlem Genel Müdürlüğü, Emisyon Genel Müdürlüğü, Güvenlik ve Savunma Sekreterliği, şubeler.
Sedef Ayalp: İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü, İnşaat ve Malzeme Genel Müdürlüğü, Muhasebe Genel Müdürlüğü, Sosyal İşler Genel Müdürlüğü.
Piyasalar Genel Müdürlüğü, İçdenetim Genel Müdürlüğü ve İletişim Genel Müdürlüğü ile Teftiş Kurulu, Başkan Süreyya Serdengeçti'ye bağlı çalışmaya devam edecek.
Bankacılarda ‘linç psikolojisi’ endişesi
Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 'banka hortumcularına savaş' sloganıyla lanse edilen taslak, kamuoyunda büyük destek gördü. Böylesine yoğun bir destek taslağın sağlıklı tartışılmasını engellerken, taslağa karşı söz söylemeyi de bir anlamda 'günah' kıldı.
Adalet Bakanı daha sonra taslağın sakıncalarını görmüş olmalı ki, 'Tabii ki bizde hata yapabiliriz, hatalı yönleri varsa düzeltir, daha iyi düzenleme yaparız' demeye başladı.
Herşeyden önce şunu söyleyelim ki; yasa taslağı ne ilgili düzenleyici kuruluş olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'na (BDDK) soruldu, ne de bankaların ortak örgütü olan Bankalar Birliği'ne. Birlik, Bakanlığın sitesinden alarak, üyelerine yani bankalara gönderdi ve taslak hakkındaki görüşlerini iletmelerini istedi.
Özetle söylemek gerekirse; hangi bankacıyla konuştuysak, bu taslağı 'felaket' olarak görüyor. Tümüyle bir tepki yasası olduğunu belirten bankacılar, 'yaratılan linç psikolojisi'nden ciddi ciddi endişe duyuyorlar. Bu tür yasalar çıkarılırken, yasa yapmanın gereği, görüş sorulması gerektiği bir yana, hukuken büyük hatalar olduğunu, herşeyden önemlisi de iyi-kötü bankacı ayrımı yapmadan, tümüyle bankacıları cezalandırma mantığı barındırdığı görüşündeler. Taslağın hukukun temel ilkelerinden olan 'geriye yürümemesi' ilkesini çiğnediğini, her şeyiyle yasanın 'kamuoyundaki aşırı tepkileri karşılamaya dönük popülist bir metin' olduğu görüşündeler.
Sanıyoruz yakında bankalar, Birlik kanalıyla hem hukuki, hem de ilkesel sıkıntıları Bakanlığa bildirecekler. Bildirilecek sıkıntı sayısı hiç de az olmayacak, şimdiden görülüyor.
Bir yabancı bankacı 'Bizde sorun değil ama Türk bankaları çalışacak bankacı bulamaz' diyor.
Yazının Devamını Oku 
18 Ekim 2003
<B>2000</B>'de uygulamaya giren ekonomik program, sadece yıllar itibariyle bütçe dengesinin sağlanıp, parasal gelişmelerin düzeltilmesinden ibaret değil. Programın asıl amacı Türkiye'nin ekonomide, hatta siyasette de, kalıcı istikrara kavuşması için gereken yapısal tedbirlerin gerçekleştirilmesi, kara deliklerin kapatılması, ekonominin günlük politik kaygılardan uzaklaştırılması, küreselleşmenin gerektirdiği kurum ve kurumsallaşmanın sağlanması idi.
Yani yüzde 6.5 faiz dışı fazlayı sağlamak, ekonomide sağlanan olumlu havanın devam etmesi için yetmiyor. IMF de maalesef, 6.5'in dışında, kalıcılığı sağlayacak bu unsurlara bakmıyor. Şimdi ekonominin geleceğini belirleyecek asıl unsur olan, yapısal tedbirlere bakalım...
En önemli kara deliklerden sosyal güvenlikte, neredeyse 1999 reformu öncesine döndük. Açıkların kalıcı kapatılması için bir şey yapılmadığı gibi, af gibi günlük işler yapılıyor. Sağlık ve sosyal güvenliğin ayrılması gerekiyor, hazırlanan taslakların arkasında finansal plan yok. Sadece ilaç giderlerinin kısılması planlanıyor, yakında kısıntı sıkıntıları başlayacak.
Tarım reformunda hiçbirşey yapılmadı, reformun başlangıcını oluşturan doğrudan gelir desteği sistemi, mazot desteği gibi popülist yöntemlerle sulandırılarak, daha da geri gidildi. Ürün desteği gibi eski sisteme daha doğrusu karakucak sistemsizliğe geri dönüşün sinyalleri görülüyor.
Enerjide yasa çıktı, düzenleyici kurul oluştu ama kurulun dedikleri dinlenmiyor. Acil olarak Kurulun bölgesel fiyat belirlemesi ve özelleştirme gerekiyor ama yapılamıyor. Kurumlar arasında gerekli koordinasyon yok ve bu, büyük ölçüde siyasi iradenin olmamasından kaynaklanıyor.
Vergi reformu başlamıştı ve devamı getirilecekti. Halbuki alınan, son 1500 doların altındaki illere teşvik ve serbest bölge kararları, geriye dönüşü çağrıştıran düzenlemeler.
Harcama reformu kamu mali yönetim reformu için bekletildi. Harcama reformu için hazırlanan metin, mali yönetimle uyumlaştırılacak diye bekletiliyor, siyasi irade gözükmüyor.
Yolsuzlukları önlemek için hazırlanan plan kapsamında sadece bilgi edinme hakkı yasası çıkarıldı. Siyasi irade yolsuzlukları araştırma konusunda sadece popülist kararla yetinip, yolsuzluğun kalıcı olarak önlenmesi için hazırlanan uluslar arası plana bile bakmıyor.
BAĞIMSIZ KURUMLARA BASKI
Bankacılıkta kamu bankaları için önce bilanço temizliği yapıldı, sonraki adım özelleştirme ve ticari banka haline getirilmesi idi. Şimdi tarımla birlikte eskiye dönüşün sinyalleri alınıyor, yeniden personel alımı için kamu bankaları yöneticileri ‘‘kanun çıkaralım’’ demeçleri veriyor.
İmar Bankası, bir daha bu olayların olmaması için önlem alma gereğini ortaya çıkardı ama kalıcı birşeylere henüz başlanmadı, tüm sistemi birden cezalandıran yöntemlere başvuruluyor.
* Programın temel amaçlarından biri çağdaş ekonomik sistem için gereken bağımsız kurumların oluşturulması idi. Siyasi irade başından beri bunu içine sindiremediğini gösterdi. IMF ve Dünya Bankası'nın zoru ile sessiz kaldı ama her fırsatta ‘‘Kurumlara kendi adamlarını atamak’’, kurumları yeniden siyasi otorite güdümüne sokmak için çabalarına devam ediyor. İhale Yasasındaki değişiklikler bunun bir parçası olarak göze çarptı.
Son dönemde BDDK üzerinde büyük baskı oluşturulmaya başladı. TBMM Komisyonunun soruşturmaları dışında, Başbakana bağlı Teftiş Kurulu yoğun soruşturmalar başlattı. Son olarak da 1990 yılındaki bir olay bahane edilerek, Kurum Başkan Yardımcısı geçici olarak görevden uzaklaştırıldı.
Bağımsız kurumların, bağımsız teftiş kurulları ve yargı tarafından denetlenmesi gerekirken, Başbakan talimatıyla harekete geçirilen soruşturmalar ‘‘siyasi baskı’’ olarak göze çarpmaya başladı.
Yolsuzluk veya kayırma ile ilgisi olmadığı, kişiliği Bakanlar tarafından da bilinen Teoman Kerman'ı, görevden uzaklaştırmak zorunda kalan Kurul Başkanının, siyasi kaygı taşımayan Kurul üyelerinin, personelin, bu müdahalelerden rahatsızlık duymaması mümkün mü?
Kurullara müdahale dahil, programı bozacak kararların bizi getireceği nokta görülmüyor mu?
Yazının Devamını Oku 
16 Ekim 2003
<B>AKP</B> Hükümeti'nin IMF'yle yaşadığı en kolay gözden geçirme tamamlandı sayılabilir. Heyet Başkanı <B>Moghadam</B> ve Devlet Bakanı <B>Ali Babacan</B>, bazı tedbirlerin tamamlanmasının ardından, kasım ayı içinde IMF Yönetimi'nin 6. gözden geçirmeyi görüşerek tamamlayacağını söylediler. Aldığımız bilgilere göre; daha önceki gözden geçirmelerde Heyet Türkiye'den ayrılırken tamam olmayan, Niyet Mektubu taslağı da bu kez son şeklini, şimdiden aldı. İmzalanıp Heyete verilmedi ama gerekenler yapıldıktan sonra, imzalanıp gönderilmek üzere tamamlandı.
En başından beri, bu gözden geçirmenin kolay tamamlanacağını söylüyoruz. Hatta Heyet'in Ankara'daki görüşmelerine başlamasından kısa bir süre sonra, ‘‘Gözden geçirmenin ek gelir tedbiri olmadan tamamlanacağı’’ belli olmuştu. Yani, mutabakat çabucak sağlanmıştı.
Daha sonra görüşmeler ilerleyince iki önemli pürüz çıktı. Birincisi; devam edeceği varsayılan Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali oldu. İkincisi de Başbakan Tayyip Erdoğan'ın vergi teşvikleriyle ilgili yapılacak düzenlemeye, ekonomi yönetimi ile IMF'nin üzerinde mutabık kaldıkları metne, itiraz etmesi oldu.
Dün yapılan açıklamalara bakıldığında, otomobil ve alkollü içkilerdeki vergi artışının dışında, başka gelir tedbiri olmadığını görüyoruz. Hatta bütçede Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi'nin iptalinden doğacak kayıp 900 trilyon lira olarak belirtilirken, yapılan son vergi artışlarının gelir etkisi Maliye Bakanı tarafından 600 trilyon lira olarak açıklandı. Yani kaybın bile altında...
Başbakan'ın doğrudan vergi reformu metninde yeralacak düzenlemelere yaptığı itiraza gelince...
Dünkü açıklamalara baktığımızda, büyük ölçüde IMF'nin dediğinin olduğunu görüyoruz. Başbakan kişi başına milli geliri 1500 doların altında kalan illerdeki vergi ve SSK teşviklerinin daha fazla olmasını, mevcut yatırımlara da uygulanmasını istiyordu. Devlet Bakanı Tüzmen de ‘‘Başbakan söz verdi’’ diyerek, serbest bölgelerdeki tüm ayrıcalıkların devam etmesinde, yeni katılımcılara da aynı teşviklerin sağlanmasında ısrar etti.
Dünkü açıklamalara göre; geliri 1500 doların altındaki 36 ilde ancak yeni yatırımlara toplamı yüzde 35 olan vergi ve SSK avantajı sağlanıyor. Mevcut işletmelerin bundan sonraki ilave istihdamları için de geçerli olacak. Yani vergi sisteminin bu teşvik nedeniyle delinmesi, tam olmasa da biraz engellendi, vergi ve SSK primi kaçırmak için cennet olmaları engellendi.
Dolayısıyla, sonradan çıkan iki pürüz de giderilince, Niyet Mektubu son şeklini aldı.
Bizce IMF, biraz oluşan olumlu havaya zarar gelmesin diye, biraz da ABD'nin desteğini arkasına alarak, eskilere kıyasla daha gevşek bir tavır içinde. Babacan özel gelir ve fonlardan 2004'te 2 katrilyon tasarruf edileceğini söyledi, IMF'nin bu kalemi sorguladığını biliyoruz ama bizce yeterince sorgulamamış, çünkü tasarruf rakamı hálá yüksek seviyelerde.
Yüzde 6.5'luk faiz dışı fazlanın yüzde 5'inin bütçeden geleceğini baştan beri biliyoruz. Bu kapsamda çok fazla tasarruf kalemi var ve bize göre bunların çok sıkı takibi gerekecek.
Babacan, baştan beri IMF'yle çabuk uzlaşılmasının nedeni olarak sıraladığımız, ‘‘Kurlardaki ve enflasyondaki düşüşün işleri kolaylaştırdığını’’ da, dün açıkca söyledi.
Bu arada KİT'lerin faiz dışı fazlaya katkısı da artarak, milli gelirin yüzde 1.5'i olarak belirtildi. Bizce KİT senaryosunun ardındaki rakamların daha detayıyla ortaya çıkması gerekecek.
Öyle ya da böyle, IMF'nin gevşek tavrı olsa bile, 6. gözden geçirmenin bu kadar çabuk tamamlanması, ekonomi yönetimi açısından başarıdır. Başbakan'ın vergiye ilişkin tedbirleri kabul etmesinde, bence, başta YÖK olmak üzere piyasaları tedirgin edecek çatışmaların ortaya çıkması etkili olmuştur. Bu eğer ‘‘piyasa duyarlılığı’’ ise olumlu bile görülebilir.
Yani; ‘‘anlaşalım’’ diye oturulan masadan sonuç, kolay çıktı. Ancak kurlar ve önlem kaygısı açıkca görülen cari işlemler açığındaki gelişmelerin, ‘‘programın sadece rakam olmadığını’’ iktidarın anlayıp anlamadığının ve bence abartılı tasarruf kalemlerinin çok sıkı takibi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
14 Ekim 2003
<B>HAZİNE</B> yönetimi bugün yapacağı ihale ile 28 Ocak'ta vadesi dolacak kağıtları, 27 Ekim kağıtlarıyla değiştirmeye çalışacak. Ocak sonunda başlayıp, 36 günde toplam 28 katrilyon liralık geri ödeme yapacak olan Hazine, bu geri alım ihalesi ile sıkışık dönemini rahatlatmaya çalışacak. Aslında bu ilk değil. Bu yıl bazı ihalelerle piyasa yapıcı bankaların elindeki kağıtlar değiştirilmeye çalışıldı. Bu yıl 15 kez değiştirme yapıldı ama ilk kez ‘‘geri alım ihalesi’’ duyurusu yapılıp, yeni yöntem olarak duyuruluyor. Bankacılar, bu ihale için ‘‘deneme’’ deyip, Hazine'nin bundan sonra ihalelere devam edeceğini söylüyorlar. Özellikle ocak-şubat-mart dönemine geri ödemesi gelen kağıtları, bu tür geri alım ihaleleri ile bundan sonra da değiştirmeye çalışacağını belirtiyorlar.
Bankacıların bir beklentisi de; Hazine'nin daha önce yapılan takas işlemi sırasında ihraç edilen kağıtları, zamanı geldiğinde bu yolla değiştirmeye çalışacağı yönünde.
Toplam 9 milyar dolarlık takas kağıdı çıktığını, bunun 3 milyar dolarlık kısmının TL bazında olduğunu, 3 milyar dolarının 3 yıl, geri kalan 3 milyar doların da 5 yıl vadeli olduğunu belirten bankacılar, haziran ayında 3 milyar dolarlık 3 yıl vadeli takas kağıtlarının geri ödemesinin geldiğini, Hazine'nin bir anlamda hazirandaki bu geri ödemeler için hazırlık yaptığını söylüyor. Bu kağıtların TL ödemeli dövize endeksli kağıtlar olduğu, Hazine'nin bunun yerine döviz veya dövize endeksli kağıt çıkmadığı takdirde, bankaların o miktarda açık pozisyona düşecekleri de unutulmamalı.
Bugün yapılacak ihaleye gelince... Piyasa yapıcılarıyla yapılan son toplantıda bu kağıt için geri alım ihalesi açılması gündeme gelmiş ve genellikle ‘‘bu kağıtların çoğunun halkın elinde olduğu, bu nedenle başarılı olamayacağı’’ söylenmiş.
Buna karşılık şu anda elinde en fazla kağıdı tutan, ‘‘oturan banka’’ dediğimiz özel bankanın temsilcisi, ‘‘bankaların elinde bu kağıttan yeterince var’’ demiş. Bankaların beklentisi o ki; bu ‘‘oturan banka’’ geri alım ihalesine büyük miktarla girecek ve ihale bir anlamda onlar için yapılmış olacak.
Bu kağıt ilk kez 21 Ocak 2003'de 5.4 katrilyon nominal miktarla ihraç edilmiş. Aynı kağıt 4 Şubat'ta bu kez 4.7 katrilyonluk ihraç edilmiş. Yani geri alımı yapılacak 28 Ocak vadeli kağıdın toplam miktarı 10.1 katrilyon lira. Bunun ne kadarı halkın elinde derseniz, bankacıların tahminine göre sadece 3 katrilyon civarındaki kısmı bankaların elinde, geri kalanı halkta.
‘OTURAN BANKA’ GİRECEK
Halkın, teknik olarak, piyasa yapıcısı bir bankaya gidip ihaleye girme imkanı var. Ancak halktan bu ihaleye girecek fazla kişi olmayacağı, vergi sorunu olanların zaten satmayacağı söyleniyor.
Yani ocak ayında gelir yazacak olan bir kişi, geri alım ihalesine girdiği zaman, sattığı değerden faiz gelirini bu yıla alıp, faiz limitine girebilecek, bu nedenle kağıdını satmak istemeyecek.
Yani; talebin çok büyük ölçüde bankalardan, özellikle de ‘‘oturan banka’’dan gelmesi gerekecek. Bu banka zaten bu yıl çok yüksek kárlar elde edip, bunun vergisini ödeyecek. Geri alıma soktuğu zaman gelecek yılki kárını bu yıla alıp, daha fazla vergi ödemeyi seçecek mi, göreceğiz...
Bankaların yatırım portföylerine aldıkları kağıdı, Hazine geri aldığı için, muhasebeleştirme imkanları var. Bankacılar talebi yaratacak en önemli unsuru; ‘‘bu kağıdın daha fazla kár marjının kalmaması’’ olarak belirtiliyor ve ihaleye katılımın ancak bu kaygıyla olacağını söylüyorlar.
Hazine'nin ‘‘Neden alacağı kağıdı fikslemek yerine, satacağı kağıdın fiyatını fiksleyip, diğerini ihaleye açtığı’’ konusunda ise bankacılar, ‘‘Hazine Sayıştay sıkıntısı nedeniyle, kendi kağıdı için fiyat belirlemek yerine, piyasanın belirlemesini istiyor’’ yorumunu yaptılar.
Halbuki daha önce, ismi bu şekilde konmayan geri alımlarda, Hazine kendi kağıdının fiyatını belirlemişti...
Öyle ya da böyle, Hazine yeni bir işe başlıyor ve bundan sonraki geri alım ihaleleri, bir anlamda bugünkü ihaleye bakılarak, devam edecek. Bizce 10 katrilyonluk bir kağıtta, geri alım en azından 1 katrilyonu bulmalı ki; bundan sonraki geri alım planları tehlikeye girmesin...
Yazının Devamını Oku 
13 Ekim 2003
GEÇTİĞİMİZ hafta Uluslararası Para Fonu (IMF) Heyeti ile ‘‘İmarbank ödemeleri’’ de konuşuldu. Devlet Bakanı Ali Babacan'ın da bulunduğu toplantıda, daha önce hazırlanan seçenekli ödeme planı Heyet Başkanı Rıza Moghadam'la tartışıldı. IMF Heyeti hazırlanan plan kapsamındaki seçeneklere onay verdi. IMF'le yapılan toplantıdan sonra, ekonomi yönetimi biraraya gelerek, ödemeleri, ödemelerin nasıl yapılacağını ve olası etkilerini tekrar konuştu ve Hükümete sunacağı seçeneği hazırladı.IMF'in 10 ve 15 milyar liralık peşin ödeme seçeneklerinin ikisini de kabul ettiği öğrenilirken, ekonomi yönetiminin Hükümete 15 milyar liralık peşin ödeme seçeneğini önereceği belirtildi.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Bakanlar Kurulu'nun bu seçeneği kabul etmesi bekleniyor. Çünkü 10 milyar lira ile 15 milyar lira ödeme arasında, ‘‘Alacağını taksitsiz alan mudi sayısı’’ açısından büyük fark olacak. Erdoğan'ın siyasi açıdan 15 milyarı seçmesi, büyük ihtimal.Hükümetin 15 milyar liralık ödemeyi kabul etmesi halinde, İmar Bankası mudilerine ödenecek peşin paranın toplamı ise yaklaşık 3,5 katrilyon lira olarak hesaplanıyor.15 milyar liranın üzerindeki alacakların ödenmesi için tanınacak vade ise 36 ay veya 48 ay olacak. 48 ayın en uzun süre olduğu belirtilirken, Başbakan Erdoğan'ın paranın tümünün ödenmesi için tanınacak süreyi 36 aya indirmesi de, yine büyük ihtimal olarak gözüküyor. İmarbank mudilerinin alacakları saptanırken uygulanacak faiz oranı, Hükümete sunulacak metinde ‘‘enflasyon oranı’’ olarak yer aldı.Bu arada Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından hazırlanıp Hükümete sunulan yasa taslağı, mevduatın yanısıra İmarbank'tan Hazine kağıdı alanların paralarının ödenmesini öngörüyor. Bankadan hazine kağıdı alacaklılarının toplamının 700-800 trilyon lira arasında olduğu tahmin ediliyor. Bakanlar Kurulu'nun mevduat ödemeleri için karar alırken, bu taslağı da TBMM'ye sevketmesi bekleniyor.Peşin ödemelerin bu yıl sonuna kadar yapılacağı tahmin ediliyor. Ocak ayından itibaren yoğun geri ödemelerin olması, İmar Bankası ödemelerinin bundan önce yapılması ihtimalini artırıyor.Sadece Hazine kontrolörleri yurtdışına tayine gidiyorBU arada Dubai'de Dünya Bankası ile yapılan görüşmelerde, DPT'nin yine Hazine'den birşeyler kopardığını öğrendik. Toplantılarda DPT, özellikle proje kredilerinde Dünya Bankası ilişkilerini almak istediğini açıkca söylemiş, Hazine yönetimi sesini çıkarmayınca bunu da sağlamış. IMF'le görüşmelerdeki ağırlığını da Maliye'ye bırakan Hazine Müsteşarlığı, yeni yönetimle birlikte kan kaybediyor. Bu kan kaybetme, 'ekonomi yönetiminde daha etkin örgütlenme modelinin bir parçası' olsa, herkes hoş görecek, halbuki bunun adı: Bürokratlar arası çatışma. DPT'den gelen Hazine yönetimi, kurum içinde de tarafsızlığını ve adaletini (!) gösteriyor. Yeni yönetim geldikten sonra, görevden alınan müsteşar yardımcılarından bazıları başta olmak üzere, genel müdürler, yardımcıları, daire başkanlarından birçok kişi yurt dışı tayin istedi. Şimdiye kadar bu isteklerden sadece üçü kabul edildi. Teşvik Genel Müdürü Turhan Serdengeçti, Kontrolörler Kurulu Başkanı Özcan Elverdi ve İdari işler Daire Başkanı Bülent Demirbağ.Bu üç bürokratın ortak bir yönü var: Hazine kontrolörü kökenli olmaları. Bürokratken AKP'de çalışıp, Babacan bakan olduğunda danışmanlığına getirilen, daha sonra Müsteşar Yardımcılığına vekaleten atanan ama asaleten ataması Cumhurbaşkanlığı'ndan dönen Burhanettin Aktaş'ın kontrolör kökenli olmasının, acaba bu adaletli seçimde etkisi var mı?Dünya Bankası'na ‘IMF’den sonra gel' dendiIMF'yle görüşmeler giderek karmaşık hale gelirken, Dünya Bankası görüşmeleri unutulmuş görünüyor. Halbuki daha IMF Heyeti gelmeden bir Dünya Bankası Heyeti gelmiş ve görüşmeler başlamıştı. Şu aralar Ankara'da başta bankacılık olmak üzere bazı Banka uzmanları çalışıyorlar.Dünya Bankası'yla asıl müzakereler ise IMF Heyeti ABD'ye döndükten, belki de gözden geçirme Fon Yönetiminin onayından geçtikten sonra başlayacak. Bu konunun Dubai'deki IMF-Dünya Bankası Genel Kurulu sırasında gündeme geldiğini, ekonomi yönetiminin Banka yetkililerine, ‘‘IMF görüşmeleri nedeniyle yoğun olacağız, o nedenle IMF heyeti döndükten sonra sizle görüşelim’’ dediği, Banka'nın da Türk tarafının bu isteğini kabul ettiğini öğrendik.Dünya Bankası ile kritik görüşmelerin yapılması gerekiyor. Birinci dilimi kullanılan 900 milyon dolarlık kredinin kalan kısmı için, özelleştirme başta olmak üzere, bir çok önlemin alınması gerekiyordu ama Hükümetten hala ses yok. Eğer Nisan ayına kadar bir şey yapılamazsa, bu kredinin kadük olma ihtimali hayli yüksek. Yani bu kredi kadük olursa, bu gözden geçirme ile IMF'den alacağımız kadar bir parayı, bu nedenle kaybetmiş olacağız.Bu arada önümüzdeki yıldan başlayarak 3 yıl vadeye yayılacak ülke kredisi için de görüşmeler yapılacak. Dünya Bankası ‘‘IMF'yle ilişkinin sürmesi halinde’’ bu kredinin hacmini 4.5 milyar dolara kadar çıkaracak, IMF'le ilişki biterse 3 yılda ancak 1,5 milyar dolarlık kredi kullandıracak. AKP Hükümeti, herhalde seçimden sonra, IMF'yle ilişkiler konusunda da bir karar verecektir.
button
Yazının Devamını Oku 
11 Ekim 2003
<B>IMF</B> Heyeti bu hafta sonu için ABD'ye dönüş biletini almıştı ancak, zorunlu olarak, Ankara'da kalış süresini uzattı. IMF Heyeti dönüş biletini, önümüzdeki çarşamba gününe çevirtti. Bu süre daha uzar mı, onu da herhalde pazartesi günü yapılacak Yüksek Planlama Kurulu (YPK) toplantısındaki gelişmeler belirleyecek. IMF'yle önceleri çok iyi giden görüşmelerin gün geçtikçe karmaşıklaşması ve buna bağlı olarak heyetin Ankara'da kalma süresinin uzamasında, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tavrı ve Anayasa Mahkemesi'nin ek vergilerle ilgili aldığı karar etkili oldu.
Başbakan Erdoğan, teknisyenlerle IMF Heyeti'nin üzerinde mutabık kaldığı vergi reformuna ilişkin tedbirlere itiraz etti. Gerek serbest bölgelerdeki vergi muafiyetlerinin azaltılması, gerekse vergi teşviklerine ilişkin olarak ortak bir formül bulunmuştu ama bunu Erdoğan kabul etmedi. Teknisyenlerin bulduğu orta yol formülüne karşılık Erdoğan, ‘‘Ben söz verdim, kişi başına geliri 1500 doların altında kalan illere büyük vergi muafiyeti ve SSK prim muafiyeti getirilecek’’ dedi. Aynı şekilde Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen de, ‘‘Başbakanımızın verdiği sözler var, ben bunları kabul etmem’’ dedi ve serbest bölgelerdeki vergi muafiyetlerinin azaltılması için IMF'yle bulunan orta yol formülü de yeniden tartışılmaya başlandı.
Uzmanlar, Başbakan'ın dediği gibi bir teşvik çıkması halinde, vergide yapılanların neredeyse tümüyle geri döndürüleceğini söylüyorlar. Buradan kaybedilecek gelirin kağıt üzerinde önemli bir miktar olmamasının Başbakanı yanılttığını kaydeden uzmanlar, ‘‘Ekonomik programla birlikte vergide sağlanan ilerleme, karar bu şekilde çıkarsa tümüyle kaybedilir, geri gider’’ diyorlar.
Maliye'nin zaten Kurumlar Vergisi tahsil edemediğini, Başbakan'ın söylediği biçimde çıkarsa, artık Gelir Vergisi de alınamayacağını kaydeden bir uzman, şu değerlendirmeyi yaptı:
‘‘Türkiye'de etkin vergi denetimi yok. Kişi başına geliri 1500 doların altında 30'dan fazla il var. Bir kere bu muafiyetle ileride bütün illerin taleplerinin artması söz konusu olur, bu hep yaşandı. İkincisi; vergi denetimi olmadığı için yani bir şirketin İstanbul'da çalıştırdığı işçinin bu teşvik verilecek illerde çalışıyor gibi gösterilmesi denetlenemeyeceği için, bu çok büyük bir kaçak yolu açılmış olacak. Kağıt üstünde getireceği fazla bir şey yok ama tüm sistemi vurur.’’
EK TEDBİR İHTİYACI
IMF Heyeti'nin temaslarının uzamasının bir nedeni de Anayasa Mahkemesi'nin verdiği Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi'ni iptal kararı. Önceleri Maliye'nin bu vergiyi üçüncü kez çıkarma niyeti olduğunu gördük ama kamuoyundan gelen tepkiler ve Başbakan'ın yaptığı açıklama nedeniyle Maliye de çark edip, verginin mahsup edileceğini açıklamak zorunda kaldı.
Maliye yetkilileri 2003 için, sadece bu vergiden 900 trilyon lira kayıp olacağını söylüyorlar. Bu verginin, baştan beri 2004 yılında da devam ettirilmesi planlanıyordu ve hesaplar ona göre yapılıyordu. Yani gelecek yıl bu Ek Vergi'nin olmaması ve bu yıl alınan vergilerin mahsup edilmesinin getireceği vergi kaybı 2 katrilyon lirayı aşıyor. Şimdi Maliye yetkilileri ve IMF bu açığın nereden karşılanacağı konusunda harıl harıl çalışıyorlar.
Bu arada IMF Heyeti, bütçe kalemleri üzerinde de daha hassas durmaya başladı. Örneğin daha önce gündemde olmadığı halde geçen hafta ‘‘özel gelir ve fonlardan yapılacak tasarruf’’ kalemi tartışmaya açıldı. Bu yıl böyle bir kalemden tasarruf yapılacağı belirtilmiş, sonradan hesaplara alınmştı ama o dönemde de uyardığımız gibi, o kadar tasarruf sağlanamadı. Şimdi IMF Heyeti Maliye'nin gelecek yılın bütçesine yazdığı bu tasarruf kalemini daha yakından inceliyor ve büyük ihtimalle bu rakam düşürülecek.
Yani görüşmeler ilerledikçe ek tedbir ihtiyacı çıkmaya, büyümeye başladı.
Bu arada IMF'yle müzakere edip mutabakata varan bürokrat ve bakanların, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın karşısında, kendi görüşlerini pek savunamadıkları da görülüyor. Bakalım YPK toplantısına sunulacak, IMF'yle mutakabata varılacak yeni hesaplar, kabul ettirilebilecek mi?
Yazının Devamını Oku 
9 Ekim 2003
<B>IMF</B> Heyeti, bu kez çok kolay bir gözden geçirme yaşandığı haberlerinden rahatsız oldu. Ekonomi yönetiminin yaptığı genel bütçe ve makro denge rakamları üzerinden gidilip, ek gelir tedbirine bile gerek olmadan bu işin çözüleceğine ilişkin genel mutabakata varılması, gazetelere yansıyınca, Ankara'da bir rahatsızlık başladı. Bu haberi, ‘‘Gerekli titizliği bile göstermeye gerek olmadan anlaşma sağlıyor’’ biçiminde yorumlayan IMF Heyeti, bu işten duyduğu rahatsızlığı ekonomi yönetimine de söyledi. O zamana kadar IMF görüşmeleri hakkında hiçbir bilgi verme gereği duymayan ekonomi bakanları, daha sonra teker teker ‘‘Henüz görüşmeler tamamlanmadı, görüşmeler devam ediyor’’ demeçleri vermeye başladılar. Yani Heyetin isteği oldu...
Yine söylüyoruz; geçen hafta sonu itibariyle, IMF Heyeti ile, hem de ek gelir tedbirine gerek olmadan, rakamlar üzerinde genel mutabakata varılmıştı....
Ama bu hafta içinde işler değişmeye başladı. ‘‘Çabuk anlaştı’’ haberinden, gocunacak bir şeyleri olsa gerek, rahatsız olan IMF Heyeti, bu imajı silmek için göstermelik tedbir isteme yoluna gider mi, bilemiyoruz. Ancak kamuoyuna yansıyan elektrik zammı, akaryakıt zammı istekleri, bizce indirimin beklendiği, işadamlarına ‘‘maliyetlerini düşüreceğiz’’ sözü verilen bir ortamda, geçerli olacak bir şey değil. Yine KDV zammı da direkt enflasyona etki edecek bir unsur...
Bizce, ancak Ek Taşıt Vergisi yerine geçecek yeni bir ek gelir tedbiri gelebilir. Geçtiğimiz gün Anayasa Mahkemesi'nin Ek Taşıt Vergisi'ni iptal edip yürütmeyi durdurmasının ardından, bu gelir kalemi kadar bir boşluk oluştu. Hükümetin şimdi karar vermesi gerek; eğer ek taşıt vergisi gelecek yıl yürürlükte olmayacaksa bunun yerine bir ek gelir tedbiri lazım. Hükümet bu yıl vergi ödeyenleri koruyup, adalet sağlamak için ödenen vergileri mahsup edecek veya geri ödeyecekse ek gelir ihtiyacı daha da büyür. Bütün bunların IMF le konuşulup, bütçeye monte edilmesi gerek.
Bu arada gazetelerde ortalama enflasyon olarak bilinen GSMH deflatörü rakamının da değiştirildiği yolunda haberler yer aldı. Geçen hafta sonu itibariyle deflatör rakamı yüzde 13.7 olarak alınıyor, bütçe kalemleri bu rakama göre büyütülüyordu.
HEDEF DEĞİŞİYOR MU?
Şimdi deflatör için değişik rakamlar var ve bunlar yüzde 11.9'a kadar iniyor. Deflatör inecekse, aslında bu hedef yıl sonu enflasyon hedefinin de düşürülmesi anlamına gelir. Bu yıl için enflasyon rakamını revize edecekler mi etmeyecekler mi, eğer edeceklerse yüzde 20 yerine kaça indirecekler bilmiyoruz ama, eğer 2004 deflatörü yüzde 11.9 olacaksa, enflasyon hedefi de matematik olarak, zaten yüzde 12 olan hedefin altına inecek demektir. Yani eğer bu deflatör revizyonu doğru ise, 2004 yıl sonu enflasyon hedefini Hükümetin 12 yerine 10, hatta ‘‘tek rakam olsun’’ diye 9 olarak belirlemesi, kimseye sürpriz olmasın...
Bu arada bizce önemli bir hedef da cari işlemler açığı olacak. Geçen hafta sonu itibariyle bu rakam belirlenmemiş, 6 ile 8 milyar dolar arasında rakamlar tartışılıyordu. Cari işlemler açığı önemli çünkü; alınacak mali tedbirlerin yoğunluğu da bu rakamla bağlantılı olacak.
Dalgalı kur uygulandığı için bir ortalama dolar kuru, hedef olarak alınmıyor. Ancak buna rağmen bir hesap yapabilmek için, ortalama dolar kuru rakamı tabi ki tahmin ediliyor. Bu rakam 2004 için 1 milyon 604 bin lira olarak alındı.
Şimdi bu dolar kuru rakamını değiştirmeden enflasyon rakamını düşürürseniz, TL'nin değerlenme oranı azalır. Buradan yola çıkarak cari işlemler açığını da daha düşük belirlersiniz. Cari işlemler açığı çok önemli çünkü; eğer bu rakam düşük olursa mali disiplini daha da pekiştirmeniz gerekir, yani daha sıkı tedbirler almak zorunda kalırsınız. Daha önceki normal tavrını sürdürdüğü takdirde IMF, cari açığı tahminlerin üst sınırında alır, buna göre mali disiplini üst seviyede tutardı. Şimdi ne olacağını göreceğiz...
Dengelerle kağıt üzerinde çok oynanırsa, bu rakamlar tutmaz, güven kaybı olur...
Yazının Devamını Oku 
7 Ekim 2003
<B>2004</B> bütçesinde gerekli faiz dışı fazlayı sağlamak için 3-4 katrilyon liralık bir ek gelir önlemi yer almasını beklerken, ek önleme gerek kalmadan IMF'yle dengeler üzerinde mutabık kalındığını yazdık. Bu, çoğu kimse gibi, bizi de şaşırtan bir gelişmeydi ama toplantılardan çıkan sonuç buydu. Peki bu nasıl gerçekleşecek diye araştırdığımızda ise karşımıza SSK açığındaki düşüş çıktı. Yapılan görüşmelerde bu yıl bütçeden karşılanan SSK açığı 4.8 katrilyon lira civarında iken, 2004 bütçesinde bunun 2.7-2.8 katrilyon lira olarak yer alacağını öğrendik. Bunun nedenini sorduğumuzda ise SSK prim affı tahsilatının büyük kısmının 2004'de gerçekleşeceği, aftan sonra önümüzdeki yıl prim tahsilatının önemli ölçüde artırılacağı ve özellikle ilaç giderlerinde büyük tasarruf yapılacağı yanıtını aldık. SSK açığındaki bu düşüşe karşın Emekli Sandığı ve Bağ-Kur açıkları ise sürüyor.
Böylece, gereken ek gelir ihtiyacının büyük bölümünün SSK açığından yapılacak tasarruf ile gerçekleştirilmesinin planlandığı ortaya çıktı.
Önümüzdeki yıl için enflasyon yüzde 12, deflatör yani ortalama enflasyon ise yüzde 13.7 olarak hesaplanıyor. Bütçe gelir ve giderleri ise, bir-kaç istisna dışında, deflatör oranında yani yüzde 13.7 oranında artırılıyor.
SSK açığındaki bu istisnanın dışında, personel giderleri kaleminde de deflatörün altında, yüzde 10 civarında bir artışın planladığını öğrendik. Bunun nasıl olacağını sorduğumuzda ise ‘‘bu yıl yapılan ek ödemelerin gelecek yıl olmayacağı ve personel giderleri içinde de yeralan ilaç harcamalarında yapılacak kısıntı’’ yanıtını aldık. Personel harcamalarında ‘‘enflasyon farkının ödeneceği’’ varsayımı olmasına rağmen, bu gerçekleştirilecekmiş.
Diğer harcama kalemleri deflatör oranında artırılırken, gelirlerin, bu kapsamda vergi gelirlerinde de deflatör oranında artılıyor. Bu yıl vergi affından gelecek yaklaşık 2.5 katrilyon gözönüne alındığında, bunun nasıl sağlanacağı merak konusu oluyor. Buna verilen yanıt ise her yıl vergi gelirlerinin deflatörün epeyce üzerinde hedeflenip genellikle tutturulduğu hatırlatılıyor ve buna ek olarak yeni tahsilat yöntemlerinin devreye sokulacağı ve bu gelire ulaşılacağı belirtiliyor.
BÜTÇE FAİZ DIŞI FAZLA YÜZDE 5
Bu arada 2003 için revize edilen bütçe rakamları, faiz dışı fazlanın yüzde 4.9-5.0 olarak gerçekleşeceğini gösteriyor. Yetkililer 2004 yılı için de bütçe faiz dışı fazlasının aynı oranda alınacağını söylediler.
İşte şüpheli kalemlerden birini de bu oluşturuyor. Bu yıl bütçedeki faiz dışı fazla yüzde 5.4 olarak hedeflenmişken, aradaki farkın 'bütçe dışı faiz dışı fazlanın artışından' sağlanacağı ortaya çıkıyor. Aynı şekilde gelecek yıl da, bütçe dışındaki kamu dengesinin yüzde 1.5 oranında fazla vermesi hedefleniyor. Burada da KİT'lerin durumu öne çıkıyor. Hükümetin KİT'lerde bu kadar fazlayı nasıl sağlayacağı, zamların enflasyon hedefi nedeniyle sınırlı kalma ihtiyacının devam ettiği, mahalli idarelerin seçim nedeniyle büyüyen açığının nerede gösterileceği, doğal olarak merak konusu oluyor.
Bütün bu rakamlar, iktisatçılar ve piyasa oyuncuları tarafından, kamuoyuna detaylarıyla açıklandığında, iyice sorgulanacak. Bunların gerçekleşme ihtimalleri tartışılacak ve inandırıcı bulunduğu takdirde 2004 dengelerine güvenilip güvenilmeyeceği ortaya çıkacak.
Piyasalar, elbette IMF'nin bu rakamlara onay verip, 6. gözden geçirmenin sorunsuz gerçekleşmesine olumlu bakıyor. Ancak IMF Heyetinin, ABD etkisiyle her zamankinden ‘‘ılımlı’’ olduğunu da artık herkes görüyor. O nedenle bu rakamların IMF tarafından iyice sorgulandığı konusunda artık ciddi şüpheler var. Vergi iadesi gibi her yıl hedefin çok üzerine çıkan rakamların inandırıcılığı, seçim öncesi personel harcamalarında bu tasarrufun sağlanıp sağlanmayacağı, ilaçta ne kadar tasarruf sağlanırsa sağlansın SSK açığının bu kadar azaltılıp azaltılamayacağı, bütçe dışındaki kamu dengesinden bu kadar fazlanın nasıl sağlanacağı haklı olarak tartışılacak.
Bizce bütçe dengelerinin bu kadar kolay çatılıp, IMF'yle çabukca anlaşılması, herşeyin hallolduğu anlamına gelmiyor. Aksine çok daha hassas bir dengenin varlığı, ekonomi yönetiminin çok daha dikkatli yürütülmesi gereği ortada. Bu kadar siyasi risk birikmişken, yapılacak küçük hataların bile, dengelerin bu kadar kolay çatılmasına neden olan kur ve faizdeki hassas dengeyi heran bozabileceği riskini de, hiç akıldan çıkarmamak gerek.
Yazının Devamını Oku 