30 Ekim 2004
<B>BANKACILIK </B>Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı <B>Tevfik Bilgin</B>, önceki gün <B>‘Yasa taslağının son şeklini, 3 hafta sonra Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’e sunacaklarını’</B> söylemiş. Hatırlıyorum da aynı Bilgin, daha önce, 25 Ekim civarında taslağın Şener’e sunulacağını da söylemişti. Yine aynı Bilgin’in ondan önce de taslağın Kurul'da görüşülmesi, Başbakan Yardımcısına sunulması ve yasalaşması konusunda değişik tarih açıklamaları olmuştu. Hatta ilk hazırladıkları taslağı eleştirenlere bile kızmışlar, bankalara ‘demeç vermeyin’ diye talimatlar göndermişler, basında yeralmasına hiddetlenmişlerdi. Ancak taslak hakkındaki gelişmeler hiç de BDDK yönetiminin planladığı gibi olmadı. Abdüllatif Şener’in de bu kadar yoğun eleştiri alan BDDK taslağına da, hazırlayanlara da artık şüpheyle baktığını sanıyoruz. Bu nedenle Şener, büyük ihtimalle taslağı aldıktan sonra, ayrıca bankacılarla görüşme yolunu seçecek. BDDK yönetimi bankaların Şener’le bağlantı kurmasını engelleyip, taslakla ilgili eleştirileri kendilerine ulaştırmalarını istedi ama deneyimli Bakanın işin farkında olduğunu sanıyoruz.
Taslak hakkındaki bir patırtı da IMF’yle yaşandı ve bu patırtı henüz bitmiş değil. IMF’nin hukukçuları hálá taslak üzerinde çalışıyor. İstanbul-Ankara arasında epeyce mekik dokudular. BDDK yönetiminin, önceden haber aldıkları IMF’yle görüşecek sektör yetkililerine ‘şikayetçi olmayın’ isteğinde bulundukları bile söyleniyor. Ancak IMF, herkesten özgür iradesiyle eleştirilerini alamasa da, taslağın bu haliyle çıkamayacağının da farkında.
BDDK yönetimi, kendi Kurul'u dahil herkese ‘Bankaların öyle fazla bir itirazları yok’ diye yaymaya çalıştı. Ancak Birliğin taslağın neredeyse üçte ikilik bölümünün değiştirilmesini istediği ortaya çıkınca, ‘fazla sorun yok’ demekten de vazgeçmek zorunda kaldı.
Yani ortalıkta sorun yokmuş, kendilerinin hazırladıkları taslak büyük ölçüde kabul görmüş gibi hava yaymaya çalışıyorlardı ama mızrak çuvala sığmadı.
Şimdi taslak hakkında hálá çalışılıyor. ‘IMF’yi karıştırmayız’ demeçlerinin altında kalındı ve çıkacak son taslağı göreceğiz. Son taslak ile BDDK yönetiminin ilk hazırladığı taslak arasındaki farklara da hep birlikte şahit olacağız. Bakalım o zaman BDDK yönetimi ne diyecek?
HEPSİ AYNI FİKİRDE DEĞİL
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin, kendisi de murakıp olduğu için, IMF’nin ‘denetim sisteminin değişmesi gerektiği’ düşüncesine tabii ki karşı çıkıyor. Bununla ilgili bir soruya ‘BDDK’nın personeli ile ilgili hususlar ve BDDK’nın geleceği ile ilgili çok ince dizaynlar bizim tarafımızdan yapılmalı’ demiş.
‘Bizim tarafımızdan’ demekle kastı tümüyle Kurul çalışanları olamaz. Çünkü yönetim tek taraflı olarak, tümüyle murakıp denetimine girdi. Bilgin, murakıplarla ilgili değişikliklerin, kendisinin de dahil olduğu, şu anda BDDK yönetimine hakim murakıp ekibi tarafından yapılmasını istiyor. Buradan sizce ‘değişiklik’ çıkabilir mi? Bilgin’in İmar Bankası için hazırlanan tarafsız rapora neden bu kadar çok kızdığını, şimdi anlıyor musunuz?
Bilgin’in etrafındaki murakıp ekibi derken, tüm murakıplara haksızlık etmemek gerekiyor. Örneğin, Bilgin’in eski Murakıplar Kurulu Başkanı Abdülhalik Berber’i pavyonların olduğu apartman dairesine gönderip sabah akşam imza koyması, bununla yetinmeyip İstanbul’a tayinini çıkarması ve sonunda Berber’in emekliliğini istemesine yolaçması, kendisi açısından ‘zafer’ gibi görülse de, eski ve mesleğe yeni girmiş, henüz karmaşık ilişkiler içerisine girmemiş murakıpları rahatsız ettiğini biliyoruz. Murakıpların, Bilgin’in etrafında yer alıp şu anda gücü paylaşan, ideolojik orta kademe murakıp ekibinin yanısıra, başmurakıplar ve yeni murakıp olmuş veya adaylar olarak 3 gruba bölündüğü söyleniyor. Yani gücü paylaşanların dışındaki çok sayıdaki murakıp da, bu agresif heyetçilikle ‘Heyete zarar verildiğini’ görüyor.
Yazının Devamını Oku 
28 Ekim 2004
<B>2005</B> yılı bütçe ve makro denge rakamları, henüz tüm detayları ortaya çıkmamasına rağmen, daha bir belirginleşmeye başladı. Piyasalar tarafından genel olarak olumlu karşılanan bütçeye daha titizlikle bakıldığında, bazı handikapların varlığı dikkat çekmeye başladı. 2005 yılı bütçesinin genel karakterine bakıldığında, kamunun yeniden yatırımları artırdığı gözlenirken, kamu tüketiminin arttığı, buna karşılık özel kesimin tüketiminin azaldığı, kamunun yatırımlar için ek vergi toplayarak bunu karşılamaya çalışacağı gözleniyor.
Bütçe dengeleri belli ki önemli bir sıkıntı olmadığı varsayımıyla hazırlanmış.
Önce dışborçlara bakacak olursak, 2005 yılında bütçeden yapılacak dışborç geri ödemeleri 19.7 milyar dolar olarak gözüküyor. Bunun 7.8 milyar doları ise IMF’ye yapılacak geri ödemelerden oluşuyor. Devlet Bakanı Ali Babacan’ın ‘net geri ödeyici olacağız’ sözlerine dayanarak, IMF’ye yapılacak 7.8 milyar dolarlık geri ödemeye karşılık aynı yıl için 5, en fazla 6 milyar dolarlık yeni finansman sağlanacağını söyleyebiliriz. Yani 14-15 milyar dolarlık net borç geri ödemesi yapılacağı anlaşılıyor.
Türkiye tarihinde en yüksek dışborçlanmayı 10.3 veya 10.4 milyar dolarla, bildiğimiz kadarıyla, 2000 yılında yapmıştı. Bu bir rekordu. Türkiye eğer dışborç geri ödemelerini tümünü yeniden borçlanacak olursa, yeni bir rekor kırmış olacak.
Bu yeniden borçlanmalar için IMF’yle yeni bir stand-by anlaşmasının ‘olmazsa olmaz koşul’ olduğu böylece iyice açığa çıkıyor. Üstüne üstlük AB’den de ‘kesin bir tarih kararı’ çıkması gerekiyor ki, bu borçlanmalar sorun olmasın...
Buna bir de dünya petrol fiyatlarının çok yüksek seyretme riskini, artı olarak AB Merkez Bankası’nın seçim sonrası faiz artırmayı hızlandırıp, gelişmekte olan piyasalara fon akışının yavaşlaması riskini koyarsanız, dış borçlanmanın hiç de kolay olmayacağı kendiliğinden ortaya çıkıyor..
İçborçlanmaya baktığınızda ise yine çok rahat bir ortam yok. 56 katrilyonluk geri ödemeye karşılık bunun çoğu için yeniden borçlanmak gerekecek. Bildiğimiz kadarıyla, Hazine önümüzdeki yıl yeniden borçlanmasını yaparken, yıl içine bir daha yük getirmemeye çalışacak. Neredeyse kısa vadeli olarak, bir tek referans ihaleleri yapmakla yetinip, ortalama 14 aylık borçlanma yoluna gidecek yani geri ödeme yükünü ertesi yıla yaymaya çalışacak.
KİT VE BELEDİYELER
Bunların yanısıra zorluklardan birini de KİT’ler ve belediyeler oluşturacak. İpotekli konut kredileri gibi projelerde hazine garantisi verme niyetini, SSK’nın yükünün daha da artması tehlikesini de ‘olası risk unsurları’ olarak sayabiliriz.
Kimsenin şüphesi olmasın ki; belediyeler bütçeden aldıkları payı önümüzdeki yıl artırmak için atağa girecekler, bunun işaretleri şimdiden alınıyor. Ya da tahkim gündeme gelecek...
Gelir tarafından gerçekten iddialı hedeflerin alındığı da ortada. Yani özel sektörden, tüketimden vergi alınarak bütün bu harcamalar yapılmaya çalışılacak ama yıl içinde daha acı frene basılmak zorunda kalınırsa veya bu kadar artan vergi yüküne nedeniyle kayıt dışına kaçış eğilimi artarsa, bu gelirlerin toplanması, doğal olarak zora girecek.
Yani demeye çalıştığımız o ki; önümüzdeki yıl içinde IMF’le tekrar tekrar masaya oturulup, ek tedbirler alınmak zorunda kalınabilir...
Hatırlayın bu yılın başında faizler neydi, şimdi ne oldu? Yüzde 25-26’lardan ancak 22.5’lara gelindi. Nedeni ise açık; Hükümet arada hata yaptı, faizler çok yükseldi, güven kayboldu ve yeniden faizlerin inmeye başlaması epey zaman aldı. Yani; Hükümet yeniden harcama artırma eğiliminde ve zamanında önlemleri alamazsa fatura daha yüksek olur.
Yani reel faizlerin önümüzdeki yıl da yüksek kalması kaçınılmaz. Belki de bu riskleri düşündüğü için Hazine reel faizleri yüzde 8’lik enflasyona karşılık, yüzde 10-12 düzeyinde tuttu. Enflasyon hedefinin gerçekleşmesi konusunda da ciddi riskler var ve Merkez Bankası faiz artırmasa bile, faiz indirimlerini çok daha temkinli yapmak zorunda kalabilir.
Kısacası; AB ve IMF olsa da, her şey çözülmüş olmayacak.
Yazının Devamını Oku 
26 Ekim 2004
DEVLET Bakanı Ali Babacan, dün baklayı ağzından çıkardı ve IMF’le görüşmelerin daha süreceğini, anlaşmanın Aralık ayı başını bulabileceğini söyledi.Babacan’ın verdiği bilgilere göre sosyal güvenlik, gelir idaresinin yeniden yapılandırılması ve bankacılık yasa tasarısı üzerindeki çalışmalar henüz tamamlanmadı.Babacan, bu konuda kendi çalışmalarını tamamlayıp, daha sonra IMF’le konuşacaklarını söyledi. Ancak durum pek öyle değil... Biliyoruz ki; gelir idaresinin yeniden yapılandırılması konusundaki yasa taslağı, en az 6 aydır tartışılıyor. Başbakanlık Müsteşarlığı İdarenin yeniden yapılandırılması konusunda, fazlasıyla işin içine girdi. Gelirler Genel Müdürlüğü yetkilileri ile Başbakanlık Müsteşarlığı arasında çok sayıda görüşme yapılıyor ama taslak IMF’in onay vereceği hale getirilemedi. Başbakanlık Müsteşarının gelir idaresinin siyasi otoriteden bağımsız olmasına sıcak bakmadığı söyleniyor. AB’nin eşiğinde böyle bir anlayış hala neden var bilinmez ama belli ki IMF, doğru dürüst, siyasi otoriteden bağımsız çalışacak bir gelir idaresi kurulmadığı takdirde, yeni program konusunda yeşil ışığı yakmayacak...Kredi kuruluşları yasa taslağı olarak adlandırılan bankacılıkla ilgili düzenleme konusunda da, kendi içimizde taslağın tamamlanıp da daha sonradan IMF’le tartışılması gibi bir husus söz konusu değil. IMF yaklaşık iki ay önce BDDK’nın hazırladığı taslağı İngilizce’ye çevirtip incelemelerine başladı. Bu arada IMF hukukçuları Bankalar Birliği ile de görüştü ve taslağın çok büyük bölümüne itiraz eden bankacıları dinlediler. Biliyoruz ki; IMF herşeyden önce BDDK yönetimi ile aynı anlayış içerisinde değil. BDDK yöneticileri önce ‘biz IMF’e taslağı göstermeyiz’ gibi bir hava içine girdiler ama sonradan mecburen, taslağı IMF’le tartışmaya başladılar. IMF yetkilileri TMSF yönetimini daha makul buluyor ama BDDK yönetiminin anlayışına ve taslağa yansıttığı görüşlerine karşı çıkıyor.Yani IMF bankacılık taslağını çok yakından izliyor ve birçok noktada itirazları var. Herşeyden önce de ‘tümüyle denetçi’ mantığının taslağa hakim olmasından rahatsızlar.Sosyal güvenlik reformu konusunda ise öyle detaylarıyla bir görüşme yapılmış değil. IMF uzmanları sadece planlanan reform adımları konusunda bilgi aldılar. Yani plan henüz IMF’le tam olarak bile tartışılmadı.3 yıllık ekonomik programa hangi aşamalar ne şekilde girecek belli olmadı. Bizce, herşeyden önce Hükümetin oturup sosyal güvenlik reformu için hazırlanan plana olur vermesi gerekecek ki, bu metin üzerinden IMF’le tartışılsın. Daha sonra da belki IMF’in itirazları doğrultusunda yeniden Hükümetin bunu görüşmesi gerekecek.BÜTÇENİN KOMİSYONDAN GEÇMESİ DE BEKLENECEK Yani iş daha uzun ve 3 yıllık ekonomik program konusunda sanıldığı kadar ilerleme kaydedilmiş değil. Çünkü asıl meseleleri zaten bu yapısal tedbirler oluşturuyor.Babacan’ın açıklamalarıyla ortaya çıktı ki, şimdiye kadar bir tek 2005 yılı bütçe rakamları konusunda mutabık kalınmış. Belki, 2006 ve 2007 yıllarına ilişkin makro göstergelerin üzerinden geçilmiş ama fazla bir şey yapılmamış. Çünkü Babacan’ın söylediği bu üç temel tedbir için yapılacaklar. 2006 ve 2007 bütçe ve makro dengelerini yakından etkileyecek.Bu arada öyle sanıyoruz ki; IMF 2005 yılı bütçe ve program rakamlarının TBMM plan ve Büktçe Komisyonu’ndan geçmesini de bekleyecek. Plan bütçe komisyonundan geçen taslağa, genel kurulda harcama artırıcı ekleme yapılmayacağı için, IMF işi garantiye almak yani komisyon geçmesini bekleme taraftarı olabilir.Bu arada bu üç yapısal tedbir konusunda da bizce IMF ‘olmazsa olmazlarını’ ekonomi yönetimine iletip ABD’ye geri dönecek. Ondan sonra iş Hükümeti ve Başbakanı ikna etmeye kalacak. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra da oturulup program metnine tam şekli verilecek. Babacan, bu metni Aralık başında AB’ye de sunacakları belirtti. Bizce AB de, IMF’in onayını alan bir programa evet diyeceği için, iş yine IMF’i ikna etmeye kalıyor. Yani IMF’le yeni 3 yıllık ekonomik programın henüz sadece ilk yılı dengeleri ve ilkeleri konusunda mutabakata varılmış durumda. Ama hala alınacak yol uzun gibi...
button
Yazının Devamını Oku 
25 Ekim 2004
<B>ENERJİ</B> Bakanlığı’nın geçen dönem TBMM’ye gönderdiği <B>Enerji Yasa Tasarısı </B>hakkında, özellikle piyasa ekonomisine aykırılığı için, eleştirilerimizi daha önce yazmıştık. Geçen hafta da AB’nin ilerleme raporuyla bu yasa tasarısının nasıl çeliştiğini ortaya koymuş ve Bakanlık bürokratlarının bile bile, neden böyle bir tasarıyı sunduklarını anlamadığımızı söylemiştik.
Bu yazımız üzerine, hafta içinde, yasa tasarının aslında başka amaçlar için verildiği yolunda ciddi iddialar bize ulaştı. Bunları incelerken, hafta sonunda Bakanlığın geçen haftaki yazımız hakkında yaptığı açıklama elimize ulaştı. Bakanlığın bu açıklamasını aynen vereceğiz.
Ancak bu açıklama ile birlikte, iddialar hakkında da bazı özet bilgileri okuyucularla paylaşmanın doğru olacağına inandık.
Herşeyden önce KARTET (Karadeniz Toplan Elektrik Ticareti A.Ş.) şirketinin karıştığı ‘Irak’a elektrik satışı’ işi var. Bu şirketin ismi, yanlış hatırlamıyorsak, daha önce kamuoyuna da yansıyan başka ilginç ve büyük davalarda da karşımıza çıkmıştı...
Bu şirket 15 Eylül 2003 tarihinde Irak’a elektrik ihracına başlamış. Ancak bunun için resmi izin filan ortada yokken, şirket yetkililerinin deyimiyle, ‘kamu yetkililerinin verdiği sözler’e dayanarak ihracat yapmışlar. Sonunda iş anlaşılmış ve 2003’ün sonunda TETAŞ yönetim kurulu bir karar almış, şirkete 6 trilyon liralık bir fatura çıkarmış. Bunun üzerine şirketin 11 Ocak 2004 tarihinde TETAŞ Yönetim Kurulu’na yazdığı bir yazı var. Bu 6 trilyon liralık faturaya ‘mesnetsiz’ diyerek, bakın şirket nasıl bir uslupla TETAŞ’a itiraz ediyor:
‘Takdir edersiniz ki itiraz etmek için yapılan başvurularımızda teşekkül yöneticilerinin ‘Biz sizinle kişi olarak görüştük, sözlerimiz kurumu bağlamaz’ ifadeleri kabul edilemez. Zira görüştüğümüz yönetim kurulu başkanı, genel müdür veya genel müdür yardımcısı sıfatı taşıyan kamu görevlilerine yetki belgesi sorma yükümlülüğümüz yoktur. Ayrıca teşekkülünüzün en üst kademesini teşkil eden bu kamu görevlilerinin beyanına şirketimiz itimat etmeyecekse, kime itimat edecektir?’
Yani şirket diyor ki; siz bize ucuz fiyat da dahil, ihracat için söz verdiniz biz ihracata başladık. Sonunda resmiyete dökmeyi beceremediniz üstüne üstlük bize ceza çıkarttığınız...
ENERJİ CİDDİ İŞ
Peki, Bakanlığın çıkartmaya çalıştığı yasa ile bu Irak’a kaçak elektrik satışının ne ilgisi var?
İşte burada iddialar bayağı büyük. Denildiğine göre; bu kaçak elektrik işi çözülemediği için, tam işin çözülemez hale geldiği tarihlerde, bu yasa taslağı girişimi başlamış. İddialara göre TETAŞ yönetim kurulu, bazı ‘otoriteye uymayan’ üyeler nedeniyle buna itiraz etmiş, muhalefet şerhleri konmuş ve ceza kararı almak zorunda kaldığı için, ‘artık bu işi TETAŞ’ın çözme imkanının ortadan kalktığı’na karar alınmış. (Bu aşamada önce satışa karşı çıkıp, daha sonra ‘yapalım’ diyen TETAŞ yönetimindeki Hazine temsilcisinin sonradan üst düzey görevlere atanmasına da dikkat çekiliyor) Taslakta yeralan EÜAŞ’a elektrik satış izni verilmesinin bir nedeni, bu işin EÜAŞ kanalıyla daha rahat çözülmesi imkanının görülmesiymiş. Denildiğine göre; EÜAŞ’ta otoriteye itiraz edecek yönetim kurulu üyesi pek yokmuş, o nedenle işler kolay olacakmış. Bir başka iddia da, EÜAŞ’a elektrik satış izni verilerek satılacak elektriğin fiyatının düşürülecek olmasıymış. Yani EÜAŞ’tan TETAŞ’a geçene kadar maliyetler binip, satış fiyatları yukarı çıkarken, Irak’a bu fiyatın altında TETAŞ’ın elektrik verme imkanı yokmuş, bu nedenle EÜAŞ’a bu izin verilerek hem işler kolaylaştırılacak, hem de ihracat fiyatı aşağı çekilecekmiş. Bu arada sadece KARTET’in işi çözülmüyor, aynı zamanda Afşin Elbistan’dan bazı şirketlerin elektrik alıp Irak’a ucuza satış yapması için de EÜAŞ’a satış izni çıkarılıyor, yani kılıf hazırlanıyormuş...
Bu iddialar doğru mu bilmiyoruz ama gördüğümüz kadarıyla hayli ciddi iddialar...
Hatta bir-iki ay önce Irak’ın ilgili Bakanı bu nedenle Ankara’ya gelip, EPDK ile görüşmüş...
Siz ülke menfaatleri gereği Irak’a elektrik ihracatı, hem de ucuz elektrik ihracatı yapabilirsiniz. Ama bunu alacağınız siyasi karar neticesinde, varsa zararını bir yere yazar, ona göre elektrik ihracatı yaparsınız. Eğer resmi olmayan yollarla bu işi yapmaya çalışır, bu nedenle işi dolandırmaya çalışırsanız, şimdiye kadar hep gördük ki; birileri resmi olmayan usulleri, dolambaçlı yolları, şeffaf olmayan usulleri kendileri için kullanırlar...
Eğer bu iddialar doğru ise, buradan kişisel menfaat da dahil, bir çok senaryo çıkmaz mı?
Enerji işi çok ciddi bir iş. Uluslar arası menfaat çatışmalarının tam ortasında, büyük rantların döndüğü, ülke yönetimlerinin çok ciddi ele almaları gereken bir iş. Üstüne üstlük AB ile uyumun yani piyasa şartlarına uyumun da zorunlu hale geldiği bir dönemde olduğumuz için işin ciddiyeti daha da artıyor. Bu nedenle bu işi yönetecek insanların çağdaş, piyasa ekonomisine inanmış, bilimsel anlamda donanımlı ve dürüst insanlar olması gerekiyor. Aksi takdirde başka ülkelerde örnekleri görüldüğü gibi, ‘enerji tepişmesi’ hükümetleri götürecek boyutlara bile varabilir. Kısacası; bu iş çok ciddi, şimdiden bu kadar çok iddiayı da taşıyamaz.
Enerji Bakanlığı’nın açıklaması
GEÇEN haftaki yazımıza, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Basın ve Halka İlişkiler müşaviri Bülent İşmen imzasıyla gönderilen, 18 Ekim 2004 tarihli, açıklamayı aynen veriyoruz:
‘Gazetenizin, 18.10.2004 tarihli nüshasının, 10 sayfasında, ‘Başbakan’ın kastettiği bürokratlar bunlar mı?’ başlığı ile Sn. Erdal Sağlam tarafından kaleme alınmış bulunan yazıda, bakanlığımız üst düzey bürokratları hedef alınarak, bazı kabul edilemez varsayımlarla, bazı görüşlere yer verilmiş bulunmaktadır. Şöyle ki;
Bürokraside, ‘devletçi’ anlayışın bazı alanlarda devam ettiği ileri sürülerek, bazı bürokratların, kamunun elinde olan yetkileri bırakmak istemedikleri savunulmaktadır.
Oysa ki, bakanlığımız bürokratlarının, günümüze kadar sergilediği icraatlar, tüm kamuoyu ve enerji sektörü tarafından çok iyi bilinmekte ve bakanlığımız bürokratları, ellerinde bulunan kamusal yetkilerini, ülke menfaatleri ve nihai tüketicinin menfaatleri doğrultusunda kullanmaktan kaçınmamaktadırlar. Bu icraatların örneği, Petrol Kanunu, Petrol Piyasası Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu, LPG Piyasası Kanunu ve Maden Kanunu gibi bir çok yasal çalışmada sektör ile birlikte ortak çalışma yapılarak sergilendiği gibi, bakanlığımızca özelleştirmeye devredilen kuruluşlar göz önüne alındığında, yetki ve güç devrinde, bakanlığımızın davranışı ortadadır.
Bakanlık bürokratlarının ellerindeki yetkiyi kullanarak, özel sektöre istedikleri ulufeyi dağıtmaya devam ettikleri ve böylece devletçi anlayışlarını sürdürdükleri ifade edilerek, etkinlikleri ve koltuklarını güçlendirmeyi sürdürdükleri ileri sürülen yazıda, ‘Kamunun elindeki gücü, bu kadar açık gerekçeler olduğu halde bırakmamanın başka ne nedeni olabilir ki?’ şeklindeki sorunun ne manaya geldiği de izahtan varestedir.
Oysa ki, bakanlık bürokratlarının sergilediği icraat, Sn. Erdal Sağlam’ın da yazısında sözünü ettiği gibi, TÜSİAD üst yönetimi ile biraraya gelerek, özel sektörün de fikirlerini almak ve ülke menfaatleri doğrultusunda birlikteliği sağlamak amacını gütmektedir.
Yazıda, Sn. Sağlam’ın ileri sürdüğü gibi, Abant’ta TÜSİAD yöneticileri ile yapılan toplantıda, Sn. Bakanın ‘Herkes beni yumuşak tanıyor, müsteşarın sert ve işleri zorlaştırdığını söylüyor.’ Şeklinde bir ifadesi kesinlikle olmamıştır. Sn. Bakan, müsteşar Sn. Sami Demirbilek ve bakanlık bürokratları ile son derece uyumlu bir çalışma sergilemektedir.
Sn. Sağlam’ın yazısının diğer bölümlerinde ileri sürdüğü gibi, AB ilerleme raporunun bakanlık politikalarına karşı çıktığı varsayımları ise, Sn. Sağlam’ın kendi üşünceleri ile sınırlı kalan yorumu olup, AB İlerleme Raporunda belirtilenler, ülkemizin AB Enerji Piyasasına uyumu ile ilgili olarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
Yukarıda yer alan görüşlerimizin, gazeteniz yazarlarından Sn. Sağlam’ın köşesinde, yasal haklarımız saklı kalmak koşuluyla yer almasını rica ederiz.’
Yazının Devamını Oku 
23 Ekim 2004
<B>EKONOMİK</B> İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) Türkiye raporundaki benzer yorumların ardından, dün de Moody’s’den, <B>‘Türkiye’nin kritik bir kavşağa geldiği’</B> değerlendirmesi geldi. Herkes bize ‘kritik bir kavşaktasınız’ demeye başladı. Bu sözler aslında, ‘İyi bir noktaya geldiniz ama, geriye gitmemeniz için gereken kritik kararları da alıp, yolunuza devam etmek zorundasınız’ anlamına geliyor.
Bu arada gelinen noktanın önemsendiğini de söylememiz gerekiyor. Moody’s raporunda da belirtildiği gibi, ‘siyasi istikrar, Avrupa Birliği perspektifi, sıkı maliye ve para politikaları sonucu enflasyonun 30 yıldan bu yana ilk kez tek hanelere gerilemesi’ sağlanan önemli aşamayı da gösteriyor. Ancak bu geri dönülmez bir aşama, henüz değil...
Geri dönülmez bir ekonomik iyileşme için daha Türkiye’nin atması gereken çok radikal ve önemli kararlar var. Yıllardır söylediğimiz yapısal tedbirlerin önemi de burada ortaya çıkıyor. Öyle bir değişimi sağlamak zorundayız ki; bir daha hiçbir politikacı, koalisyonlar yaşansa bile hiçbir Hükümet, gelinen noktadan ekonomiyi geri götüremesin. Bunun için sistem kurmak gerekiyor ve şimdi o aşamada bulunuyoruz. İşte bu nedenle, kritik kavşaktayız...
Moody’s tarafından yayınlanan yıllık Türkiye raporunda, özel tüketim ve yatırımların artması nedeniyle ekonomik büyüme patlamasının yaşandığı vurgulanmış. OECD raporunda da benzer sözler vardı ama arkasından da ekleniyordu: ‘Sağlam büyümenin üç tuzağı olan, güven düşüklüğü, zayıf yönetişim ve kayıt dışından kurtulma şansı güçlendi.’
Gerçekten de tümüyle Hükümete ve ekonomi yönetimine güvenin sağlanabildiğini, kurumlarda yetkinlik ve kurumlararası iletişimin tam olduğunu söylemek mümkün değil. Daha geçen gün yaşanan Ziraat Bankası’ndaki bilgisayar sıkıntısı bile, tek başına, kişisel hatalardan, ‘ben yaptım oldu’ anlayışından başımıza ne büyük belalar gelebileceğini çok iyi gösterdi. Biz Başbakanın ‘işin içine girdikçe, tarikata mensup olması ya da partiye yakın olmasıyla kamuda bir yerlere atama yapmanın yanlışlığını, sonunda Hükümetin zarar gördüğünü anlayacağını’ sanıyorduk. Ama maalesef başka konularda daha çabuk öğrendiğini ortaya koyan Başbakan, henüz bu konuda çağdaş yönetim anlayışına gelemedi...
FDF AÇIKLAMASI OLUMLU
İşte güvenin tam oluşturulamamasında ve yönetişimin yeterli olmamasında, hala hüküm süren bu anlayışın çok büyük payı var. OECD raporunda açıkca Merkez Bankası yönetiminin başarısından sözediliyor. Ancak biliyoruz ki partide ve Hükümette Merkez Bankası yönetimi için hálá ‘bizden değil onun için iyi de değil’ anlayışı hüküm sürüyor. Örneğin, bu anlayıştan geri dönülmemesi halinde, gelecek yıl nisanda bu iş başımıza büyük bir bela açabilir.
Yapısal tedbirlerin, bir daha geri dönülemez noktaya gelinebilmesi için şart olduğunu, dolaylı olarak anlatan OECD ve Moody’s raporlarında, bir ortak nokta da, ‘borçların sürdürülebilirliği ve cari açık tehlikesi’ olarak gözüküyor. Moody’s raporunda, hızlı büyümenin, artan dış ticaret ve cari işlemler açığından kaynaklandığı yolundaki ihtiyatlarını korunduğunu kaydedilerek, ‘Kamunun borcunun önemli bir kısmının dövize bağlı olması, bir başka deyişle kamu borcunun kurla ilişki yüzünden, artan dış ticaret ve cari işlemler açıklarının, potansiyel bir devalüasyonun olumsuz sonuçları hakkında kaygı yarattı’ da belirtiliyor.
Benzer eleştirilerin IMF’den de geldiğini ve büyümenin frenlenmesi, cari açığın daraltılıp, finansmanın sıkıntı olmaması için müzakereler yapılıp, önlemler planlandığını biliyoruz.
Bu aşamada OECD toplantısında Başbakan Tayyip Erdoğan’dan gelen mesajı ise ‘çok olumlu’ buluyoruz. Erdoğan, 2005’in yanısıra, 2006 ve 2007 yıllarında da yüzde 6.5’lik faiz dışı fazlayı koruyacaklarını söylemiş. Bence bu kritik kavşakta, cari açık ve aşırı büyümenin sıkıntı olduğu iklimde, bu demeç çok yerinde oldu. Umarız sözde kalmaz, gerekenler yapılmaya devam eder.
Yazının Devamını Oku 
21 Ekim 2004
<B>BAKANLAR</B> Kurulu’nun aldığı, <B>‘SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri’</B>kararı tüm kesimlerden tepki çekti. İşçi ve işveren birlikleri, bu kararı protesto etmeye hazırlanıyor. IMF destekli yeni ekonomik programın en önemli ayaklarından birini, sosyal güvenlik reformunun oluşturmasını bekliyoruz. Bu reformun önemli amaçlarından birini de sağlık ve sigorta hizmetlerinin birbirinden ayrılması oluşturuyor. Planlanan sosyal güvenlik reformu açısından bakıldığında SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri, amaçlardan biri değil. Yani, bu adımın gerisinin gelmesi gerekiyor. Çünkü, hazırlanan reform çalışmaları içerisinde her bir hastanenin ayrı işletme olması planlanıyor. Her bir hastane özerk, kendi ayakları üzerinde duran ve aşırı kár gütmeyen birer sağlık işletmesi olacak.
Sağlık Bakanlığı’nının ise kural koyucu, standartları oluşturan bir kurum haline gelmesi amaçlanıyor. Bu çerçevede hastanelerin herbiri kendi kararlarını, çizilen çerçeve içerisinde, kendisi verecek ve doğal olarak yerel koşullara göre çalışan birer işletme olacak.
Bu sadece sosyal güvenlik reformunun bir parçası değil, aynı zamanda Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan, ‘Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin de bir ayağı. Projenin öneriler bölümünde şu görüşlere yer veriliyor:
‘Üniversiteler ve Milli Savunma Bakanlığına ait olanlar hariç, Sağlık Bakanlığına, Sosyal Sigortalar Kurumuna, İçişleri Bakanlığına, Milli Eğitim Bakanlığına, Ulaştırma Bakanlığına, KİTler, belediye ve özel idarelere ait, yataklı-yataksız tüm tedavi kurumlarının personeli, gayrimenkulleri, müştemilatı, her türlü donanımı, hak ve borçları dahil; tüm personeli ile birlikte sevk, idare ve işletmesinin nasıl özerkliğe kavuşturulacağına yönelik çalışmalar sonuçlandırılmalı ve hukuksal durumlarına netlik kazandırılmalıdır.’
Aynı projede açıkca, ‘Sağlık yönetimine yeni bir vizyon kazandırılması, Sağlık Bakanlığı’nın görev, yetki ve sorumluluklarının yeniden gözden geçirilerek sağlık hizmeti sunuculuğu görevini bırakarak, sağlık politikaları yapıcı, izleyici ve denetleyici bir rol üstlenmesi gereği’nden sözediliyor.
IMF’YLE TARTIŞILMADI
Yani Sağlık Bakanlığı, SSK hastanelerini de üzerine alarak, daha yoğun sağlık hizmeti sunan bir kuruluş haline gelirse, bu çözüm olmayacak. Sağlık Bakanlığı’nın, bundan sonra atılacak adımlarla, ayrı birer işletme olacak hastanelerin çalışma kurallarını koyan, izleyen ve denetleyen bir düzenleyici kurum haline gelmesi gerekiyor.
Bu çerçevede ise SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devrinin, tek başına, sağlık hizmetlerini düzeltecek adım olmadığı ortada. Bu adımın gerisinin gelmesi, adım adım vatandaşın daha iyi sağlık hizmeti alacağı, verimli çalışan bir sistemin kurulması gerekiyor.
Bu açıdan bakıldığında SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri, hazırlanan IMF destekli yeni ekonomik programda yeralacak sosyal güvenlik reformunun hedeflediği amaçlardan biri olamaz. Ancak ‘bir ilk adım’ olabilir ama hedeflerden biri olamaz.
Öğrendiğimiz kadarıyla IMF’yle henüz, hazırlanan sosyal güvenlik reformu, detaylarıyla tartışılabilmiş değil. Belki bu hafta içerisinde konu oraya da gelecek ve 3 yıllık program çerçevesinde sosyal güvenlik reformu kapsamında neler yapılacağı, IMF heyetiyle de tartışılacak. Bizce burada tüm detaylar bitmez, sosyal güvenlik uzmanlarının da katılımıyla, program çerçevesinde atılacak sosyal güvenlik adımları, daha sonra kesinleştirilir.
Eğer Hükümet SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devri kararı ile yetinme niyetindeyse bile, bunun bu noktada kalmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu haliyle bir çözüm olması mümkün değil. Hükümet, IMF ve Dünya Bankası destekli, kendi hazırladığı sağlık projesi kapsamında da, bundan sonraki gerekli adımları da atıp, hastahaneleri ayrı birer işletme haline dönüştürmeye çalışmak zorunda. Tabi ki, tepkileri de göğüslemek zorunda...
Yazının Devamını Oku 
19 Ekim 2004
<B>HAZİNE</B> Müsteşarlığı bugün 3 yıl vadeli kağıt ihracına başlıyor. 17 Ekim 2007’de vadesi dolacak bu kağıdın 6 ayda bir kupon ödemesi olacak ve bu kuponlara 6 ayda bir yüzde 10 sabit getiri sağlayacak.Yani yüzde 10 getiri zaten var, bir de verilecek tekliflere göre artı bir getiri olacak. 6 ayda bir verilen faiz böylece yüzde 10’un 1-2 puan daha üstünde olacak.
2005 için yüzde 8’lik enflasyon hedefini gözönünde tuttuğunuzda, cazip bir kağıt gibi gözüküyor. Bazı bankacılar uzun vadeli kağıdın olumlu olduğunu ancak Hazine’nin değişken faiz yerine neden sabit faiz vererek bu kadar yüksek getiri sağlama gereği duyduğunu pek anlamadıklarını söylediler. Buna rağmen piyasada olumlu bir ihraç olarak karşılandı.
Bu arada bu kağıdı isteyenlerin yabancı yatırımcılar olduğunu öğrendik. Hazine yönetiminin geçen hafta piyasada nabız yokladığını ve geçen piyasa yapıcıları toplantısında konunun gündeme geldiğini kaydeden bankacılar, ‘Bu toplantılarda kağıda yerli bankalar ilgi göstermedi. Ama Londra kaynaklı çok sayıda talep geldiğini biliyoruz’ dediler.
Yabancıların istemesinin en büyük nedeninin fonlar olduğu kaydedildi. Bu arada Londra kaynaklı 3 yıl vadeli TL bazında swap işlemleri yapıldığını hatırlatan bankacılar, bu işi yapan yabancı bankaların 3 yıl vadeli kağıtla kendilirini hedge edeceklerini, bunlar için uygun bir kağıt olduğunu söylediler.
Bugün yapılacak ihalede ağırlıklı olarak yabancı bankalardan talep gelmesi bekleniyor. Bilgi veren yetkililer, uzun vadeli kağıdı yerli bankaların şu anda fazla istemediklerini ama ‘yabancılar alıyor diye bazı yerlilerin de talepte bulunabileceklerini’ söylediler.
Bilgi veren bankacılar fazla bir satış beklemediklerini kaydederek, zaten Hazine’nin de çok yüksek bir satış beklemediğini, yeni bir enstrüman olması ve piyasaların denenmesi açısından olumlu olduğunu söylediler.
Hazine yaptığı açıklamada ‘aktif borç yönetimi stratejisinin bir unsuru olarak’ bu kağıdın ihracının kararlaştırıldığını kaydederken, ‘Borçlanma vadesinin uzatılması ve yatırımcı tabanın genişletilmesi amaçlarına yönelik’ ihraç olduğunu da hatırlattı. Senedin kupon ödeme tarihlerinde yeniden ihraç edilmesinin planladığını kaydeden Hazine, ‘Ayrıca, senedin likiditesini ve derinliğini artırmak amacıyla kupon ödeme tarihleri dışında da yeniden ihraçlar gerçekleştirilebilecektir’ açıklamasında bulundu.
7 AYRI KAĞIT GİBİ İŞLEM GÖRECEK
Hazine açıklamasında söz konusu tahvilin kupon tarihleri 20 Nisan.2005, 19 Ekim.2005, 19 Nisan 2006, 18 Ekim 2006, 18 Nisan 2007 ve 17 Ekim 2007 olarak belirtilip, ‘kuponlar ayrıştırılarak işlem görebilecektir’ ibaresine yer verildi.
Bankacılar, yapılacak işlemin strip (ayrıştırma) işlemi olduğunu, bu işlem sayesinde bu kağıdın, daha doğrusu kağıtların likidite kazanacağını söylediler.
Hazine’nin yıllar önce böyle bir kağıdı çıkarıp, kupon ile anaparasını ayırdığını ama ‘Ben izin veriyorum Merkez Bankası’na gidip strip yaptırabilirsiniz’ dediğini hatırlatan bankacılar, Hazine’nin şimdiki açıklamasından ise otomatik olarak kupon ve anapara kağıtlarının ayrıştırılarak ayrı ayrı işlem görebileceği anlamı çıktığını kaydettiler.
Dolayısıyla 3 yıl vadeli bu kağıdın, 6 kupon kağıdı ve anapara kağıdı, yani 7 ayrı kağıt gibi işlem görebileceği kaydedildi. Böylece her bir bölüm kağıdın ayrı bir likiditesi oluşacağını kaydeden bankacılar, yerli bankaların da kağıdın bu yönünü ve likiditesi anladıktan sonra bu kağıda talep göstereceğini söylediler.
3 yıl vadeli kağıdın portföyler için yabancıların istediği bir kağıt olduğunu ama yerli bankaların da, bu yönünü gördükten sonra kısa vadeli yatırım için de ilgi gösterebileceğini kaydeden bir bankacı, ‘Yani özellikle bir sonraki kupona ilişkin kağıt, ayrı işlem göreceği için, yatırım fonlarına da girebilir, Kısacası kağıt portföyün yanısıra al-sat kağıdı da olabilir’ yorumunu yaptı. Bankacılar yine de bugün, yani bu yönü anlaşılana kadar, fazla bir satış olmayabileceğini, bunun yadırganmaması gerektiğini ifade ettiler.
Yazının Devamını Oku 
18 Ekim 2004
<B>ANLAMAK </B>mümkün değil. Herhalde, Enerji Bakanlığı’nın bu tasarıyı hazırladığını bildiğimiz en üst düzey bürokratik kademesi, bile bile Türkiye’nin menfaatlerine aykırı bir şey yapacak değil... O zaman da belirtmiştik; bürokraside ‘devletçi’ anlayış bazı alanlarda devam ediyor. Bazı bürokratlar, kamunun elinde olan yetkileri bırakmak istemiyorlar. İster istemez de ülkenin menfaati ya da daha doğru bir deyimle nihai tüketicinin menfaati, kurumsal menfaatlerin arkasında kalıyor.
Yani bu yolla, ellerindeki yetkiyi devam ettiriyor, özel sektöre istedikleri ulufeyi dağıtmaya devam ediyor, etkinliklerini ve koltuklarını güçlendirmeye devam ediyorlar. Öyle ya, kamunun elindeki gücü, bu kadar açık gerekçeler olduğu halde bırakmamanın başka ne nedeni olabilir ki?
Bu arada Bakan ne yapıyor derseniz, bilemiyoruz. Böyle bir bürokratik anlayışı görmemesi, bunun liberal ekonomiye, AB hedeflerine ters düştüğünü görmemesi, bizce mümkün değil. O zaman acaba, ‘Bürokrasinin bu anlayışı, daha çok yetki isteyen bakanların işine mi geliyor?’ demekten kendimizi alamıyoruz.
Ancak Enerji Bakanı Hilmi Güler’in özel sektöre ve piyasa ekonomisine samimi olarak inandığını tahmin ettiğimiz için, bu kaygının rol oynadığını düşünemiyoruz.
Gerçi özel sektörle yapılan son Abant toplantısında, duyduğumuz kadarıyla Bakan Hilmi Güler, yanında Müsteşarı olduğu halde, biraz gülümseyerek, ‘Herkes beni yumuşak tanıyor, Müsteşarın sert ve işleri zorlaştırdığını söylüyor’ demiş. Ama bunun anlamını bilemiyoruz...
Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık yakındığı, ‘bürokrasiyi aşamıyoruz’ söyleminin arkasında acaba bu tür bürokratlar mı var, diye düşünmekten, insan kendini alamıyor. Öyle ise bu direnci Bakan ve Başbakan görmüyor mu? Yoksa bu yakınmalarında o kadar ciddi değiller mi?
DÜZELTİLMELİ
Şimdi bütün gözler askıya alınan TBMM’deki, piyasaya ters bu yasa tasarısında. TÜSİAD ve sektör birlikleri Başbakana durumu ilettiler ama biliyoruz ki; bakanlık bürokrasisi hala bu tasarının yasalaşmasında ısrarlı. Hatta Abant toplantısı yapıp, BOTAŞ’ın tekel konumunu sürdürmek için bulunan ‘miktar devri formülü’ ile özel sektörün de sanki bu uygulamaya onay vermiş gibi gösterilmeye çalışılıyor..
Ancak İlerleme Raporu buna açıkca karşı çıkıyor. Özel sektör temsilcileri ‘AB’nin bu şartlarının 17 Aralık’a kadar yerine getirilmesi gerektiğini’ söylüyorlar. Yani bakanlığın bu konudaki tavrı devam eder, yeni formüllerle yasa çıkarılırsa, AB hedefi tehlikeye girmiş olacak.
İlerleme Raporunun 14. Bölümünde konuyla ilgili yer alanlar şunlar:
‘BOTAŞ ithalat, ticaret, üretim ve depolamaya ilişkin tekel konumunu muhafaza etmektedir. Bu çerçevede Doğalgaz Piyasası Kanunu 2003 yılından itibaren BOTAŞ’ın ihale yöntemiyle mevcut doğalgaz alım satım anlaşmalarını piyasadaki payı yıllık tüketimin yüzde 20’sine (kontrat devri) düşünceye kadar, diğer piyasa katılımcılarına devretmesini öngörüyor. Ancak bugüne kadar herhangi bir somut ilerleme kaydedilmemiştir. Türkiye özelleştirmeler de dahil olmak üzere gaz sektöründeki reform çalışmalarına devam etmelidir . Bu çerçevede doğal kontratlarının devredilmesine ilişkin birinci safhanın uygulanmasında halıhazırda bir gecikme meydana gelmiş ve bu gecikme özellikle piyasaya yeni girecek yatırımcılar için piyasada belirsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu çerçevede, halihazırda uygulanmasında gecikme meydana gelmiş gaz kontratlarının devredilmesine ilişkin olarak çok somut bir stratejinin geliştirilmesi gerekmektedir. Piyasada yeterli açıklığın sağlanmasına rağmen, AB müktesabatına uyumlaştırma çalışmaları tamamlanmalıdır. Bu çerçevede BOTAŞ’ın tekel yapısının kaldırılmasına ilişkin gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bununla beraber BOTAŞ’ın AB müktesebatına uygun olarak faaliyetlerinin hesap ve yasal ayrıştırmasını yapması beklenmektedir. Ayrıca çapraz sübvansiyonunun kaldırılmasına ilişkin olarak da bir takvim geliştirmesi gerekmektedir. Doğalgaz transit taşımacılığında şeffaf ve adil bir ortam yaratacak uygun yasal ve mali çerçevenin geliştirilmesi, Türkiye’nin Avrupa’ya transit doğal gaz taşımacılığında çok önemli bir rol oynamasını sağlayacaktır. ‘
ELEKTRİKTE DE AYNI
AB İlerleme Raporunda vurgu yapılan bir başka konuda elektrik piyasası yasasında değişiklik
yapılmasını öngören ve Meclis gündeminden çekildikten sonra yeni yasama yılında görüşülmesi beklenen kanun tasarısıyla gündeme gelen, Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ’nin hakim durumunun devam ettirilmesiyle ilgili. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hedefleriyle çelişen bu düzenlemeye tasarıda ‘Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş. 31. 12. 2006 tarihine kadar serbest tüketiciler ile enerji alım ve enerji satış sözleşmeleri imzalayabilir’ şeklinde yer veriliyordu. Elektrik Piyasası yasası, reform çalışmaları ve Özelleştirme Strateji Belgesi ile de açık olara çelişen bu düzenlemeye, başta TÜSİAD olmak üzere özel sektör birlikleri ve yetkilileri tarafından çeşitli platformlarda karşı çıkılmıştı. TETAŞ’ın hakim durumunun devam ettirilmesi halinde özel sektörden yeni üretim yatırım beklenmemesi ve hatta faaliyette olan santrallerin de kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı açıkca söylenmiş, taslak eleştirilmişti.
Bu gelişmeler üzerine AB İlerleme Raporunda da TETAŞ’ın hakim durumuna da yer verilmiş ‘Devlet mülkiyetindeki ticaret şirketinin toptan satış pazarındaki hakim durumu düzeltilmelidir’ deniliyor. Yani TETAŞ’ın hakim durumunun rekabetçi bir elektrik piyasası oluşmasının önündeki engellerden biri olduğunu altı çiziliyor.
Hükümet yeni taslak ile AB hedefleri arasında seçim yapmak zorunda olacak.
Ancak herşeyden önce anlayışın değişmesi, samimi olarak piyasanın içe sindirilmesi gerekiyor.
Mevcut enerji politikasıyla AB bir hayal
AB’nin İlerleme Raporu, Türkiye’nin mevcut enerji politikasıyla AB’ye uyumunun sözkonusu olamayacağını, her şeyden önce derin bir anlayış farklılığı bulunduğunu açıkca ortaya koyuyor.
2001 yılı Mayıs ayında yasalaşan 4646 sayılı doğalgaz piyasası kanunu ile gaz sektöründe gerçek anlamda bir piyasanın oluşturulması, rekabet getirilerek tüketicinin kaliteli ve daha ucuz doğalgaz almasının yolu açılmıştı. Bu çerçevede BOTAŞ elindeki kontratları özel sektöre devredecekti. Enerji piyasasının düzenlenmesi amacıyla kurulan Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu (EPDK) kuruldu ve AB hedefleri doğrultusunda BOTAŞ dışında özel sektörün piyasa girip, Türkiye’ye gaz temini işine girmeleri için çabaladı. Ancak bugüne kadar bu konularda somut bir gelişme sağlanamadı.
3 yıllık sürede bu konuda somut bir adım atılamazken, Enerji Bakanlığı TBMM kapanmadan önce piyasaya tümüyle ters, bir yasa tasarısını Bakanlar Kurulu’ndan da geçirip, Meclise sundu.
O dönemde de yazmıştık; Genel Kurul gündemine alınan tasarı yasalaştığı takdirde serbest piyasadan ve enerji piyasasındaki reformdan tümüyle uzaklaşmış olunacaktı. Bu taslak aynı zamanda kamunun ağırlığını piyasada daha da artıracak, ayrıca AB’nin kararı ve yazılacak İlerleme Raporunu etkileyecekti. Çünkü taslak 2009 yılına kadar yüzde 20’ye düşmesi gereken doğalgaz piyasasındaki BOTAŞ’ın payını, yeniden yüzde 75’e çıkarıyordu.
Bu taslağa daha sonra TÜSİAD karşı çıktı ve planlanan değişikliklerin serbest piyasaya ve AB hedeflerine ters olduğunu açıkca söylediler. TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, bu konuda ciddi uyarılar yapan açıklamalarda bulundu.
Peki, herkes gördü de, taslağı hazırlayan Enerji Bakanlığı, bu sakıncaları neden görmedi? Ya da gördüğü halde neden Türkiye’nin menfaatlerine ters böyle bir kararı TBMM’ye gönderdi?
Yazının Devamını Oku 