Erdal Sağlam

Çukurova olayı BDDK ve AB süreci

16 Ekim 2004
<B>DÜNKÜ</B> Financial Times gazetesinde, <B>Brian Groom</B> imzalı, <B>‘Turkish debacle’</B> başlıklı bir yazı yayımlandı. Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Sedat Ergin’e danıştığımda, ‘fiyasko’ biçiminde de çevrilebilecek ‘debacle’ı, ‘bozgun’ biçiminde çevirmenin daha anlamlı olacağını söyledi. Yani yazı, ‘Türk bozgunu’ başlığını taşıyor

Yazının içeriği ise son Çukurova olayı, BDDK’nın bağımsızlığı ve AB ile ilişkilere ayrılmış.

Brian Groom, finansal karmaşanın bir kez daha Türkiye’nin büyük holdinglerini içine alarak yuttuğunu ve bu durumun bankacılık reformu için ‘kritik bir test’ haline geldiğini söylüyor. Bu durumun oldukça ciddi olduğunu, AB ile ilişkiler ve IMF ile yapılacak anlaşmayı olumsuz etkileyebileceğini söylüyor.

4 yıl önceki finansal kriz sonrasında kurulan bağımsız denetleme kurulu BDDK’nın bankacılık reformunun anahtarı olduğunu ancak Hükümetin bağımsızlığı güçlendirme yerine denetlemenin genişletilmesi doğrultusunda yönlendirdiğini söylüyor. Çukurova olayında yaşanan problemlerin BDDK’nın bağımsızlığı için de bir test haline geldiğini kaydeden Groom, kurumun bağımsızlığının kısıtlanmasının güveni zedeleyeceğini ve AB üyeliği görüşmelerini zorlaştıracağının altını çiziyor. Ayrıca, bu durumun Şubat ayında gerçekleşecek yeni IMF stand-by anlaşmasını zorlaştıracağını da söylüyor.

Yani Türk bankacılık sektörü, bağımsız kurumlar, bir kez daha uluslar arası finans çevrelerinin, yine tedirginlik yaratacak biçimde dile düşmüş durumda.

Groom’un yazısında stand-by’ın şubat ayında yapılacağı gibi, artık eskiyen bilgiler de var. Ancak dışarının bakış açısı olarak ortaya çıkan gerçek şu ki; Çukurova olayından artık politikacıların elini çekmesi gerekiyor. Kurumlar ise gerçekten bağımsız olarak yapılacakları saptamalı. Bu kriz derinleştiği veya çözülemediği takdirde Türkiye’nin AB ile ilişkilerine ve stand-by anlaşmasına zarar verecek boyutlara ulaşacağı da ortada.

Bankacılar, uzun bir süredir Yapı ve Kredi Bankası’ndaki gelişmelerden rahatsızlar ve bu bankanın sahipliği konusunda biran önce çözüm istiyorlar. Çünkü biliyorlar ki; Banka’ya bir şey olduğu takdirde, sektördeki bütün bankalar bundan olumsuz etkilenecek.

Bugüne kadar ne yapıldı derseniz, sadece ve sadece zaman kazanıldı. TMSF ve BDDK’nın bu konuda politikacılardan bağımsız karar aldıkları konusunda, kamuoyunda ciddi şüpheler var. Çünkü şeffaflık tam sağlanabilmiş değil.

Yani artık çözüme dönük kararlar alınmalı, Yapı ve Kredi Bankası’nın bu zor durumdan acil olarak çıkarılmasına yoğunlaşılmalı ve artık genel ekonomik gidişat düşünülüp, patronun yüzdürülmesi önceliğinden vazgeçilmeli.

Aksi takdirde Financial Times’te ipuçlarını gördüğümüz çok daha büyük belalar, ekonominin ve bankacılık kesiminin başına iş açacak ...

AB: BDDK’YI GÜÇLENDİRİN

AB’nin ilerleme raporunun detaylarına girildiğinde, ekonomide yanlış yapılan ve düzeltilmesi gereken daha çok fazla unsur olduğunu rahatlıkla görüyorsunuz.

Örneğin; Financial Times yazarı Groom’un söylediği gibi BDDK’nın bağımsızlığı ile AB şartları arasında ciddi bir ilişki var. Raporda daha önce müktesebata uyumlu hale getirilen yasaların uygulanmasında eksikliklerin sürdüğü, müktesebatın uyarlanması ve uygulanması için birçok alanda yönetsel kapasitenin artırılması gerektiği belirtiliyor. Bağımsız düzenleme kurumlarının oluşturulduğu alanlarda, ‘Bu mekanizmanın görevini yapabilmesi için yeterli şekilde güçlendirilmesi gerektiği’ kaydediliyor. Bu çerçevede bu kurumların yeterli personele sahip olması gerektiği ve aldıkları kararların uygulanması gerektiğinin altı çiziliyor. AB raporunda açıkca ‘Bu kurumların özerlikleri garanti altına alınmalı’ deniyor.

Yani artık BDDK başta olmak üzere, bağımsız kurumlar AB’nin de güvencesi altında. Hükümet umarız bu uyarıları dikkat alır ve Çukurova olayı başta olmak üzere işi artık bağımsız karar alan teknisyenlere bırakır. Aksi takdirde AB ile ilişkiler de zarar görecek...
Yazının Devamını Oku

Sigara zammı ve mali disiplin kalitesi

14 Ekim 2004
<B>AKP </B>Hükümeti sigara ve içkiye yapılan zamları ideolojik hale getirdi. Her başı sıkıştığı yerde, gelir gerektiğinde sigara ve içkiye yeni zamlar yapıyorlar. Yapılan zamların adı da sürekli değişiyor. Kimi zaman ‘memura zam için mecbur kaldık’ deniyor, kimi zaman ‘yatırımlar için gerekiyor’ deniyor...

Bu arada son yılların mali disiplin göstergesi olan faiz dışı fazla ile birlikte sürekli sigara ve içki zamları birlikte anılır oldu. Faiz dışı fazlanın artırılması gerektiğinde, sigara ve içkiye zam yapılır oldu.

Bu arada akaryakıt zammı da Hükümetin en önemli silahlarından biriydi. Ancak bundan önceki hükümetlerin hiç hayal bile edemedikleri, dolar bazında akaryakıt fiyatların geldiler. Son dönemde ise ancak dünya petrol fiyatyarındaki artışı akaryakıt zammına ekleyebiliyorlar. Çünkü akaryakıt zammının, mücadele edilen enflasyona da çok büyük olumsuz etkisi oluyor.Ama buna rağmen yeniden akaryakıta zam yapmak zorunda kalacaklar.

Bu arada hem IMF hem Merkez Bankası bir yandan da, ‘mali disiplinin kalitesi’nden sözedip duruyorlar. Yani söyledikleri şu: yapısal tedbirleri alın, sürekli açık veren kara delikleri kapacak önlemleri alın, bu arada vergi idaresi reformu yapıp vergiyi tabana yayın, bununla birlikte gereksiz harcamaları azaltın ki, mali disiplin kaliteli olsun, ekonomik büyüme ve düşük enflasyon sürekli hale gelsin. Yani ‘Zamsız mali disiplin’ istiyorlar....

Ancak Hükümetin aklına faiz dışı fazlayı artırın deyince, örneğin hiç 2 yıldır zam gerektiği halde yapılmayıp başka kaynaklardan yiyen elektrik fiyatlarına zam yapmak gelmiyor. Özelleştirmeyi doğru dürüst yapıp buradan gelir sağlamak, ya da harcamaları daha da kısmak gelmiyor. Faiz dışı fazlada açık oldukça, yükleniyorlar sigara ve içkiye...

Bu tür vergilerin vergi adaletini bozduğunu, gelir üzerinden vergi alınması gerektiğini, verginin tabana yayılıp, kayıtdışının önlenmesi gerektiği gerçeğini bakanlar da kabul edip söylüyor ama sigara ve içkiye zam yapıyorlar. Bunun adı da mali disiplin oluyor...

YÖNTEM YANLIŞ

Sigara ve içkiye yapılan zamlarla şu geçtiğimiz iki yılda ne kadar çok oynandığına bir bakın..

Bu bile bu vergilemede bir istikrarsızlık yaratıldığını, bu alanlarda yatırım yapanların caydırıldığını, bu arada yakında bu alanlardan vergi toplayamaz noktalara geleceklerini, bizce çok iyi ortaya koyuyor. Siz olsanız bu alanlara girer misiniz?

Bu arada Maliye’nin sigaraya yapacağı zammı maktu vergiler üzerinden değil yine oransal vergiyi artırarak yapacağını duyuyoruz. Yani fiyat üzerinden alınan vergiyi artırıyor, sabit vergiyi artırmıyorlar...

Teknik olarak, her şeyden önce söylemek gerekir ki; hedefledikleri ek vergi tahsilatına ulaşmaları bu yöntemle hemen hemen imkansız. Çünkü, özellikle orta kademedeki sigaralarda gelecek vergiyi sineye çekip, üreticilerin fiyat artırmama ihtimalleri hayli yüksek. Bunu zaten daha önce de gördük. Yani tüketici pahalı sigara yerine, orta fiyattaki sigaraya kayacak., buradaki üreticilerin kar marjı olduğu için vergi kadar zam yapmayacaklar., O zaman da fiya üzerinden aldığı vergiyi artırdığı için Maliye istediği vergiyi alamayacak.

Yani bu yöntem uygulanırsa, yine sigara vergileri ve fiyatlarıyla bol bol oynanacak.

Yanısıra son dönemdeki zamlar nedeniyle arttığı bilinen kaçak sigara hacmi daha da büyüyecek. Kaçak sigaranın az olduğu Ankara’da bile sokak aralarında sigara tezgahlarının arttığını görüyoruz. Ankara’daki Maliye bürokratları görmüyor mu, bilemiyoruz...

Yani bariz biçimde sigara içeni cezalandırmak yerine, ‘vergisiz’ kaçağı artırıyorlar.

Sigara vergileriyle bu kadar çok oynanmanın sonucunda, satmaya çalıştıkları tekel’in satışı tehlikeye düşürdüklerini, kimsenin bu vergilerle yeni yatırıma kalkışmayacağını, yani Maliye’nin elindeki kazı öldürmek üzere olduğunu görmemeleri imkansız.

İçki vergilerinde yapılacak zam da, herhalde Tekel’in alkol bölümünü alan özel sektörü aldığına pişman etmiştir. Bu kadar vergiyle alkollü içkide de kaçak olması normal değil mi?
Yazının Devamını Oku

Sigara zammı ve mali disiplin kalitesi

14 Ekim 2004
AKP Hükümeti sigara ve içkiye yapılan zamları ideolojik hale getirdi. Her başı sıkıştığı yerde, gelir gerektiğinde sigara ve içkiye yeni zamlar yapıyorlar.Yapılan zamların adı da sürekli değişiyor. Kimi zaman ‘memura zam için mecbur kaldık’ deniyor, kimi zaman ‘yatırımlar için gerekiyor’ deniyor...Bu arada son yılların mali disiplin göstergesi olan faiz dışı fazla ile birlikte sürekli sigara ve içki zamları birlikte anılır oldu. Faiz dışı fazlanın artırılması gerektiğinde, sigara ve içkiye zam yapılır oldu.Bu arada akaryakıt zammı da Hükümetin en önemli silahlarından biriydi. Ancak bundan önceki hükümetlerin hiç hayal bile edemedikleri, dolar bazında akaryakıt fiyatların geldiler. Son dönemde ise ancak dünya petrol fiyatyarındaki artışı akaryakıt zammına ekleyebiliyorlar. Çünkü akaryakıt zammının, mücadele edilen enflasyona da çok büyük olumsuz etkisi oluyor.Ama buna rağmen yeniden akaryakıta zam yapmak zorunda kalacaklar.Bu arada hem IMF hem Merkez Bankası bir yandan da, ‘mali disiplinin kalitesi’nden sözedip duruyorlar. Yani söyledikleri şu: yapısal tedbirleri alın, sürekli açık veren kara delikleri kapacak önlemleri alın, bu arada vergi idaresi reformu yapıp vergiyi tabana yayın, bununla birlikte gereksiz harcamaları azaltın ki, mali disiplin kaliteli olsun, ekonomik büyüme ve düşük enflasyon sürekli hale gelsin. Yani ‘Zamsız mali disiplin’ istiyorlar....Ancak Hükümetin aklına faiz dışı fazlayı artırın deyince, örneğin hiç 2 yıldır zam gerektiği halde yapılmayıp başka kaynaklardan yiyen elektrik fiyatlarına zam yapmak gelmiyor. Özelleştirmeyi doğru dürüst yapıp buradan gelir sağlamak, ya da harcamaları daha da kısmak gelmiyor. Faiz dışı fazlada açık oldukça, yükleniyorlar sigara ve içkiye...Bu tür vergilerin vergi adaletini bozduğunu, gelir üzerinden vergi alınması gerektiğini, verginin tabana yayılıp, kayıtdışının önlenmesi gerektiği gerçeğini bakanlar da kabul edip söylüyor ama sigara ve içkiye zam yapıyorlar. Bunun adı da mali disiplin oluyor...YÖNTEM YANLIŞ Sigara ve içkiye yapılan zamlarla şu geçtiğimiz iki yılda ne kadar çok oynandığına bir bakın..Bu bile bu vergilemede bir istikrarsızlık yaratıldığını, bu alanlarda yatırım yapanların caydırıldığını, bu arada yakında bu alanlardan vergi toplayamaz noktalara geleceklerini, bizce çok iyi ortaya koyuyor. Siz olsanız bu alanlara girer misiniz?Bu arada Maliye’nin sigaraya yapacağı zammı maktu vergiler üzerinden değil yine oransal vergiyi artırarak yapacağını duyuyoruz. Yani fiyat üzerinden alınan vergiyi artırıyor, sabit vergiyi artırmıyorlar...Teknik olarak, her şeyden önce söylemek gerekir ki; hedefledikleri ek vergi tahsilatına ulaşmaları bu yöntemle hemen hemen imkansız. Çünkü, özellikle orta kademedeki sigaralarda gelecek vergiyi sineye çekip, üreticilerin fiyat artırmama ihtimalleri hayli yüksek. Bunu zaten daha önce de gördük. Yani tüketici pahalı sigara yerine, orta fiyattaki sigaraya kayacak., buradaki üreticilerin kar marjı olduğu için vergi kadar zam yapmayacaklar., O zaman da fiya üzerinden aldığı vergiyi artırdığı için Maliye istediği vergiyi alamayacak.Yani bu yöntem uygulanırsa, yine sigara vergileri ve fiyatlarıyla bol bol oynanacak.Yanısıra son dönemdeki zamlar nedeniyle arttığı bilinen kaçak sigara hacmi daha da büyüyecek. Kaçak sigaranın az olduğu Ankara’da bile sokak aralarında sigara tezgahlarının arttığını görüyoruz. Ankara’daki Maliye bürokratları görmüyor mu, bilemiyoruz...Yani bariz biçimde sigara içeni cezalandırmak yerine, ‘vergisiz’ kaçağı artırıyorlar.Sigara vergileriyle bu kadar çok oynanmanın sonucunda, satmaya çalıştıkları tekel’in satışı tehlikeye düşürdüklerini, kimsenin bu vergilerle yeni yatırıma kalkışmayacağını, yani Maliye’nin elindeki kazı öldürmek üzere olduğunu görmemeleri imkansız.İçki vergilerinde yapılacak zam da, herhalde Tekel’in alkol bölümünü alan özel sektörü aldığına pişman etmiştir. Bu kadar vergiyle alkollü içkide de kaçak olması normal değil mi?
Yazının Devamını Oku

Petrol fiyatları ve iç talep

12 Ekim 2004
<B>CARİ</B> işlemler açığı ve aşırı büyüme nedeniyle iç talepteki artış yine gündeme geldi ama enflasyondaki başarı, bu tartışmayı biraz geriye itti. Merkez Bankası dikkatle izlediği iç talep konusunda şimdiye kadar hiç telaşa kapılmadı. Eleştirilerin aksine, özetle ‘Takipteyiz ama enflasyonu etkileyecek bir iç talep artışı yok’ görüşünü zaman zaman belirtti.

Merkez Bankası eylül ayı enflasyon raporunda da, ‘Mal fiyatlarının mevsimsel etkilere rağmen oldukça sınırlı artış göstermesi, fiyatlar üzerinde güçlü bir talep baskısı olmadığına işaret etmektedir’ derken, daha açık ifadeyle, aynı raporda şu saptamayı yaptı: ‘Eylül ayı enflasyon rakamları, aynı zamanda iç talepteki artışın enflasyon üzerinde belirgin bir baskı yaratmadığına dair saptamalarımızı doğrular niteliktedir.’

Merkez Bankası buna rağmen temkini elden bırakmama eğiliminde. Özel tüketim artışının alt harcama grupları itibariyle yaygınlaşması ve yarı dayanıklı-dayanıksız tüketim malları ile diğer hizmetlere yönelik harcamalardaki artışların hız kazanmasının, ‘iç talep göstergelerinin yakından takip edilmesini’ gerektirdiği görüşünde.

Merkez Bankası yönetimi eylül ayında, eğitim dönemine rağmen, enflasyondaki gidişattan memnun kaldı. Son dönemde kredi hacmindeki hızlı artışın göreli olarak yavaşlaması ve para talebinde de benzer bir eğilimin gözlenmesi dikkat çekici bulunurken, mali piyasalardaki dalgalanmanın ardından yılın ikinci yarısına doğru alınan bir dizi seçici önlemin dayanaklı tüketim malları ve otomobile yönelik talepte bir yavaşlamaya yol açtığı gözleniyor. Bu nedenle Merkez Bankası yılın son çeyreğinden itibaren büyüme hızında bir yavaşlama olacağını tahmin ediyor. Ancak bu yavaşlamanın yumuşak olacağı ve istikrarlı seyreden dış talep ile tüketici güvenine paralel üretimdeki yüksek seviyelerin devam edeceğini öngörüyor. Yani enflasyon için tehlike görmüyor.

Merkez Bankası bunu açıkca söylemiyor ama biliyoruz ki; artan dünya hampetrol fiyatları bu seviyelerini koruduğu müddetçe, bunun iç piyasaya yansıması kaçınılmaz olacak ve bu da iç talepteki artışı iyice frenleyecek. Ancak enflasyona olumsuz katkısı da kaçınılmaz olacak.

AKARYAKIT ZAMMI KAPIDA

Gerçekten de dünya petrol fiyatları çok yüksek seyrediyor. Eylül ayının son günlerinde yapılan akaryakıt ve doğalgaz zammı, eylül ayı enflasyon rakamlarına yansımadı ama ekim ayı enflasyonunu etkileyecek. Ancak bu zamla yetinilemeyeceği anlaşılıyor. Bir müddet stoktan yiyebilirsiniz ama akaryakıtta yeni bir zam gereğinin doğduğu açık.

IMF’yle yeni stand-by anlaşmasının arefesinde, gereken zamların tutulamayacağı da ortada. Üstüne üstlük IMF’nin, bu yılki yüksek büyüme nedeniyle, faiz dışı fazlanın da yüksek olması gerektiğini, yani tasarrufların bile harcanmaması gerektiğini söylediğini biliyoruz. Yani akaryakıtın ÖTV’sinden fedakarlık edip, fiyatları sabit tutmak mümkün değil.

Yani önümüzdeki hafta bir akaryakıt zammı gelebilir. Dünya fiyatları böyle gittiği müddetçe, en geç ekim sonunda bu zammın yapılması kaçınılmaz olur.

Bu arada, elektrikte zam gerekirken, yeni indirimin maliyeti en az 300 trilyon lira olarak hesaplanıyor. Sizce, faiz dışı fazlanın yüzde 7’ye çıkarılmasını isteyen IMF, bu uygulamaya, daha doğrusu yeniden sübvansiyon döneminin açılmasına nasıl bakar?

Merkez Bankası da, ‘2005'te iç talep ve işgücü maliyetlerinin geçtiğimiz üç yıldaki kadar, enflasyonun düşmesine destek vermeyebileceği, yüksek petrol fiyatlarının enerji maliyetlerini artırarak hem cari işlemler, hem de enflasyon üzerinde baskı yaratabileceği, uluslar arası piyasalarda meydana gelebilecek likidite daralması ve faiz artışlarının kurlar üzerinde baskı yaratabileceği gibi risk faktörleri bulunmaktadır’ diyor.

Bu riskleri dengelemenin tek yolu ise ‘kaliteli bir bütçe disiplini’nden geçiyor. Yani AB, IMF derken işler kolaylaşıyor gibi gözüküyor ama tek haneli enflasyon zor iş.
Yazının Devamını Oku

IMF faiz dışı fazla talebini yüzde 7’ye çıkardı

11 Ekim 2004
<B>3 </B>yıllık yeni ekonomik program yapılıyor, buna bağlı stand-by anlaşması imzalanmak üzere derken, bu aşamaya gelebilmek için belirlenmesi gereken temel rakamlardan biri olan <B>‘faiz dışı fazla’ </B>hedefi üzerinde bile, henüz uzlaşmaya varılamadığını öğrendik. Faiz dışı fazla (FDF) tartışmalarının ABD’deki müzakerelerde çok önemli bir yer tuttuğu, ancak hala bu rakam üzerinde IMF ile Türk tarafı arasında anlaşmaya varılamadığı belirtildi. Yetkililer, kamuoyunda varolan, ‘IMF’le yüzde 6.5 faiz dışı fazla konusunda anlaşmaya varıldı’ yargısının henüz gerçek olmadığını, bu konunun bile müzakere edildiğini söylediler.

Bu arada IMF Heyetinin 2005 yılı için FDF hedefini yüzde 6.5 değil, yüzde 7 olarak istediği ortaya çıktı. Buna karşılık ise Türk tarafının FDF pazarlığına yüzde 5.5’dan başladığı, ama bunun gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını kendisinin de bildiği kaydediliyor.

IMF’nin 2004 için belirlenen yüzde 5’lik büyüme hedefine karşılık yüzde 10 civarında bir büyüme seyri görüldüğünü hatırlatarak., buna bağlı olarak hem bu yıl FDF gerçekleşmesinin yüksek tutulmasını istediği, hem de gelecek yılki hedefin 6.5 yerine yüzde 7 oranında saptanması gerektiğini belirttiğini öğrendik.

IMF, ‘payda büyüdüğü için payın da büyümesi gerektiği’ anlayışından yola çıkıp, FDF’nin artırılmasını isterken, bu yolla hala büyük bir risk olan borçların milli gelire oranının da düşürülmesini istiyor. Bu arada IMF yönetiminin büyüyen cari açıktan da çok rahatsız olduğu ve yüksek faiz dışı fazla ile büyüyen cari açığın biraz olsun dengelenmesini istediği öğrenildi. Hem içerdeki, hem de dışardaki piyasalarda cari açık ve aşırı ısınmanın bir risk olarak algılanmaya başladığı hatırlatılarak, bunların ancak ‘mali disiplinin sürmesi halinde’ önemli sorun olarak görülmekten çıkacağı kaydedildi ve bunu göstermek için de faiz dışı fazlanın kritik bir rakam olduğunun altı çizildi. IMF, mali disiplin imajının verilebilmesi açısından da faiz dışı fazlanın yüzde 7 olarak belirlenmesini istiyor.

İLK YPK BUGÜN

Bu arada Washington’da bulunan Devlet Bakanı Ali Babacan Başkanlığındaki Türk Heyetinin tamamı hafta sonuna doğru Ankara’ya döndü. Heyetin büyük bölümü ABD’den Almanya’ya geçerek, TÜSİAD’ın düzenlediği toplantılarda yeralmıştı.

Bu arada Rıza Moghadam Başkanlığındaki Türkiye Masası uzmanları da yine hafta sonunda Ankara’ya ulaştılar. Başta faiz dışı fazlanın belirlenmesi olmak üzere, temel makro ekonomik dengeler üzerindeki IMF müzakerelerine bugünden itibaren yeniden başlanacak.

Bu arada, bu akşam Başbakan Tayyip Erdogan başkanlığında Yüksek Planlama Kurulu (YPK) toplantısı da yapılacak. Bu toplantıda FDF hedefinin de tartışılması ve Başbakan Erdoğan’a müzakerelerin kaba hatlarıyla anlatılması beklenirken, bunlar hazır olmadığı için, asıl olarak 2005 bütçesinde yeralacak yatırımlar konusunun ele alınması bekleniyor.

Bizce asıl müzakereler ise bu hafta içinde yoğunlaşacak. Çünkü 17 Ekim’de 2005 yılı bütçe yasa tasarının TBMM’ye verilmesi gerekiyor. Ki; 2005 bütçesi ve oluşacak dengeler, 3 yıllık ekonomik programın ve yeni stand-by anlaşmasının ilk yılı olması nedeniyle kritik.

İşte IMF heyetinin bu kritik dönemde Ankara’da olması da, bütçe ve 3 yıllık program dengelerinde bir sapma olmasını engellemeye dönük olarak görülüyor. Ekonomi bürokratlarında hakim olan görüş; bugün yapılacak YPK toplantısında mevcut durumun ve yapılması gerekenlerin Başbakan ve ilgili bakanlara anlatılması, ardından da hafta içinde 3 yıllık ekonomik program ve bunun ilk yılı olan 2005 makro ekonomik dengelerinin çatılması. Bunun için de elbette temel hedef olan FDF hedefi üzerinde ve FDF hesabı kapsamına hangi kalemlerin alınacağı konusunda, mutabakata varılması gerekiyor.

Ankara’da, bürokratlarda, ‘IMF’nin de biraz Türk işi pazarlık yapmak istemiş olabileceği’

görüşü hakim. Yani 2005 yılı için baz alınacak FDF konusunda, mevcut tanım baz alınarak yine yüzde 6.5 oranı üzerinde mutabakata varılmasını bekliyorlar. Başta Maliye bürokratları olmak üzere, bir-kaç aydır yeni yıla ve döneme ilişkin hesaplarını yüzde 6.5 FDF üzerinden yapıyorlardı. Bu arada IMF’in yüzde 7’de ısrar etmesinin, böylesine sıkışık bir takvime denk gelmesinin de etkisiyle, büyük sıkıntı çıkaracağından da korkulmaya başlandı...

Ortadoğu ve Kuzey Afrika için TOBB modeli tartışılıyor

ABD’
nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ülke yönetimlerini dönüştürme gayretleri, ‘iş dünyası’ çerçevesinde devam ediyor. ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Alan Larson, 23 Eylül’de Washington’da, G-8 ülkeleri yöneticileri ile bu bölgedeki işadamlarının katıldığı bir toplantı yaptı. Bu toplantı yakında Fas’ta yapılacak toplantının hazırlığı niteliğini taşıyordu.

Bu toplantıya Türkiye’den davetli olan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, Türkiye deneyimlerini anlatırken, bölgeye dönük iş ilişkilerinin geliştirilmesi ve işadamları sayı ve etkinliklerinin artırılması konusunda tavsiyelerini de sundu. Hisarcıklıoğlu’nun amaçlanan, ‘bölgede özel sektörün geliştirilmesi’ amacı çerçevesinde, Türkiye’de kurulu olan ‘zorunlu oda sistemi’ni önerdiği öğrenildi. Bu önerinin geliştirilip, Fas’ta da gündeme gelebileceği belirtildi. Hisarcıklıoğlu, konuşmasında 1960-80 arasında TOBB’a üye sayısının 8 kat artıp 55 bine çıktığını, ancak dışa açılma ve liberalizasyon ile birlikte 1980 ile 2000 arasında kendi kuruluşlarına üye işadamı sayısının, 20 yılda 20 kat artarak 55 binden 1 milyon 200 bine çıktığını söyledi. Hisarcıklıoğlu, liberalizasyon ile ile birlikte bölge ülkelerinde gelişecek işadamlarının, Türkiye’deki gibi ‘zorunlu oda sistemi’ içine alınmasının özel sektörün etkinliğinde önemli rol oynayacağını kaydederek, serbestleşme aşamasında bazı ülkelerde zorunlu oda sistemi olmaması nedeniyle özel sektörün etkinliğinin yeterince sağlanamadığın hatırlattı. Hisarcıklıoğlu, zorunlu oda sistemiyle birlikte işadamlarının birlikte hareket etmeye ve yönetimler üzerinde etkili olmaya başladığını kaydederek, ‘Bu aşamayla birlikte aynı zamanda siyasi otoriteden bağımsız olmanın’ önemine de değindi. Bu nedenle böyle bir sistem oluşturulurken, mali yönden denetlense bile, kararlar açısından siyasi otoriteye bağlı olmayan bir sistemin kurulması gerektiğini söyledi.

Hisarcıklıoğlu’nun bu önerisi ABD başta olmak üzere, G-8 ülkeleri ve toplantıya davet edilen bölge işadamları tarafından da dikkatle dinlendi ve bunun üzerinde konuşulması gerektiği belirtildi. Bu konunun iyice detaylandırılıp, bölge ülkelerinin yönetimlerine ‘işadamları için zorunlu oda sistemi’nin önerilebileceği tahmin ediliyor.

Bu arada bölge işadamlarına insangücü eğitiminin önemi üzerinde de konuşan Hisarcıklıoğlu’nun, bu aşamada ‘laik eğitimin önemi’ üzerinde de durduğu ve özel sektörün gelişimi için bunun şart olduğunu söylediğini de öğrendik.

23 Eylül 2004’de Council on Foreign Relations’da Gerçekleştirilen G-8 İş Diyaloğu Toplantısının Konu Başlıkları şöyleydi:

Yatırım ve Ticaret Konuları

- OECD yatırım girişimi, IFC imkanı ve diğer G-8 girişimleri.

- ABD/AB/DTÖ girişimleri ve bölgesel ticaret gayretlerinin açıklanması.

- Bakanlara sunulacak önceliklerin tartışılması.

- İnsan Sermayesi Gelişimi- Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde girişimcilik ve ticaret yeteneğinin geliştirilmesi için uzmanlaşmış eğitim ve öğretim.

- G-8 girişiminin açıklanması.

- Diğer bölgesel ve ülkesel girişimlerin tartışılması.

- Bakanlara sunulacak önceliklerin tartışılması.

Yönetişim

- Ticari faaliyetlerde hukukun üstünlüğü.

- Kurumsal yönetişim ve şeffaflık konularındaki gelişmelerin tartışılması.

- Bakanlara sunulacak önceliklerin tartışılması.

Diğer Adımlar

- Bölgedeki ilk toplantı için gündem/yer/tarih ile ilgili öneriler.

- İş Diyaloguna yeni katılımcılar ile ilgili öneriler.

- Yatırım üzerine görev gücü kurulması ile ilgili planlar.

- Sonbahardaki ilk Forum toplantısına katılımın tartışılması.
Yazının Devamını Oku

'AB tamam yatırım patlayacak' balonu şişirilmesin

9 Ekim 2004
<B>AB </B>Komisyonu’nun kararı arkasından, ekonomiye dönük abartılı yorumlar başladı. Bazı bakan ve bürokratların da üflemesiyle, <B>‘AB tamam, artık yatırım patlayacak’</B> balonu şişirilmeye başlandı. Bu balonun fazla şişirilmemesi lazım. Çünkü bundan önce aşırı şişirilen balonların sonunda patladığını ve ‘fazla şişkinlik nedeniyle normalin üzerinde ses çıkarıp, tahbirat yaptığını’ çok yaşadık. Bu nedenle, erken ve hızlı üflenen ‘patlama’ balonlarına temkinli yaklaşmakta fayda var.

Herşeyden önce 17 Aralık’ta kesin müzakere tarihinin çıkması halinde bile, yatırımların hemen patlamayacağını, herkesin bilmesi lazım. Yatırımlar patlasa bile, bu işsizliğe çare olacak doğrudan yatırımlarda değil, kısa vadeli sermaye yatırımlarında olur. Ki; kısa vadeli sermayenin o kadar hızla gelmesi de, aniden çıkış riskini artıracağı için, artık o kadar da olumlu karşılanması gereken bir şey değil.

Asıl istenen yabancı sermayenin, yani doğrudan yatırım için gelecek yabancı sermayenin gelebilmesi için ise, AB’den tarih alınmasının yanısıra, daha çok iş yapılması lazım.

Herşeyden önce IMF’yle yapılacak yeni stand-by anlaşması, bu anlaşmanın yapısal tedbirleri ne kadar kapsayacağı, doğrudan yabancı sermaye girişinde çok önemli rol oynayacak.

Onun da dışında, örneğin enerjide gördüğümüz, ‘devletçi kafalar’ın artık bırakılması gerekiyor ki, yabancılar gelebilsin...

Bunun yanısıra bir türlü halledilemeyen özelleştirme konusunda, artık bundan sonra hukuki sıkıntı çıkarmayacak düzenleme ve uygulamaların devreye sokulması gerekiyor. Unutulmamalı ki; özelleştirme, özellikle de büyük işletmelerin blok satışında yabancı sermaye katkısı çok önemli rol oynayabilir. Zaten oynamalı ki, değerini bulabilsin...

Tabi ki devletçi kafaların hakimiyeti nedeniyle ve buna politikacıların ‘yetkilerini elden bırakmama’ niyetlerinin eklenmesiyle, piyasaları düzenleyecek bağımsız kurumları, başta Hükümet olmak üzere, artık herkesin içine sindirmesi gerekecek.

Sadece AB’den tarih almakla bu işlerin çözülemeyeceği ortada. Bu nedenle yabancı sermayenin gelebilmesi için tarih almanın yanısıra, çok önemli zihinsel ve yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi gerekiyor.

Zaten AB’nin raporlarında yeralan, ekonomik gelişme övülmesine rağmen, yöneltilen eleştiriler de, yabancı sermayenin patlamayacağını gösteren birer işaret olarak görülmeli.

BEŞ AYRI BAKANLIK

AB’nin bu haftaki raporlarında yeralan, bazı ekonomik sıkıntıları sayalım:

Ekonomik politikalar 5 ayrı bakanlık tarafından yürütülüyor, cari açık büyüyor, borçlanmadaki sürdürülebilirlik faiz ve döviz kurlarındaki dalgalanmaların etkisinde, devletin borçlanma gereği özel sektör yatırımlarını engelliyor, devlet hálá petrol, doğalgaz, elektrik gibi kamu hizmetlerinin fiyatlarını belirliyor, bankacılık ve bazı temel sanayi kollarında devlet varlığını sürdürüyor, ticari yargı güçsüz, bürokrasi yavaş, büyümede kayıt dışı ekonominin etkisi fazla, piyasaya giriş ve çıkışlarda varolan engeller halen iç rekabetin önünde engel oluşturuyor, ticari mahkemeler yasa ve sözleşmelerin uygulanmasında engel oluşturuyor, çerçeve yasalarının onayı ve uygulanması arasında geçen süre uzun, fikri mülkiyet haklarının uygulanması yetersiz, bankaların özel sektöre aktardığı kaynaklar yetersiz, bankalardaki karmaşık ortaklık yapısı saydam işleyişi engelliyor, yabancı bankaların sektördeki payı düşük, kamu işletmelerinin yeniden yapılandırılması ihtiyacı var, karayolu, liman ve havayolu hizmetlerindeki gelişmeler finansman güçlükleri nedeniyle yetersiz kalıyor, devlet yardımlarının kontrol edilmesi ve izlenmesi gerekiyor...

Siz büyük uluslararası bir şirket olsanız, hálá bu kadar iş yapma riski ve belirsizliği olan bir ülkeye, sırf AB’den müzakere tarihi aldı diye, hemen getirip yatırım yapar mısınız?

Kendimizi kandırmayalım; kimse gözü kapalı bu pazara girmez. Yapılması gereken, programa sadık kalıp, yapısal tedbirleri hayata geçirmek ve yatırımın önündeki belirsizlikleri temizlemektir. Bunun sancılı bir süreç olacağını da unutmadan...
Yazının Devamını Oku

Ertürk: Fon alacakları maddesi yumuşatılır

7 Ekim 2004
<B>TASARRUF</B> Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı <B>Ahmet Ertürk</B>, hazırlanan yeni Kredi Kuruluşları Taslağı’nda yeralan Fon alacaklarının önceliklerine ilişkin bazı hükümleri yumuşatma kararı aldıklarını söyledi. Bankalar Birliği’nin Fon alacaklarının öncelikleri ile ilgili şikayetlerini kendilerine ilettiklerini ve birlikte üzerinde çalışma başlattıklarını kaydeden Ertürk, ‘Bankaların bazı haklı şikayetleri var, bunları düzeltmeye çalışıyoruz’ dedi.

Yapılan çalışmaların iki yasa çerçevesinde yürüdüğünü kaydeden Ertürk, ‘Bankalara, 5020 sayılı kanunun getirdiği avantajlara bir süre daha ihtiyacımız olduğunu açıkca söyledik’ dedi. Kamuoyunda yoğun eleştirilere neden olan banka sahiplerine ve çalışanlarına ağır müeyyideler getiren yasanın daha da sertleştirilmesi ve şartların kalıcı hale getirilmesi konusunda ise Ertürk, ‘Bankalarla konuşuyoruz, 5020 ile getirilen hükümler daha da sertleştirilmeyecek. Bu konuda taslakta yeralan aşırı hususlar varsa onları düzelteceğiz’ dedi.

Bu arada bankaların ‘Hiç olmazsa 5020 sayılı yasa hükümlerinin 26 Aralık 2003 tarihine kadar Fon’a devredilmiş banka, sahip ve yöneticileri için geçerli olması’ konusunda talepte bulundukları öğrenildi. Ertürk, bu konunun da Fon bünyesinde konuşulup tartışıldığını belirterek, uygun görüldüğü takdirde böyle bir sınırlamanın getirilebileceğini kaydetti.

Bankaların haklı bazı şikayetleri bulunduğunu ama kendilerine bir süre daha bu yasanın bazı hükümlerinden yararlanmak istediklerini tekrarlayan Ertürk, Fon alacaklarının tahsili için buna zorunlu olduklarını anlatmaya çalıştıklarını kaydetti.

Ertürk, normal döneme geçildikten sonra bu hükümlerin de ortadan kaldırılabileceğini belirterek, ‘Ama 5020’nin genel hükümlerine dayanarak son dönemde artırmaya çalıştığımız tahsilatı, devam ettirmek zorundayız’ dedi.

DAHA SERT OLMAZ

Yeni taslakta, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Kanun’un Fon alacaklarına dönük olarak bazı sertleşmeler olduğunu da kabul eden Ertürk, ‘Bankalara da söyledik, 6183 konusunda mevcut uygulamadan daha sert bir uygulamaya geçilmeyecek’ dedi. Ertürk, yeni yasa taslağında 6183’ün bazı maddelerinin fon alacakları konusunda sertleştirildiğini ama önümüzdeki dönemde yapılacak çalışmalarla bu sertleşmelerin temizleneceğini, 6183 sayılı kanunun uygulamasının mevcut uygulamadaki gibi olacağını söyledi.

Bankalar Birliği, BDDK’ya yeni taslakla ilgili gönderdiği görüş yazısında, ‘Fon’a alınan bankaları ve büyük ölçüde İcra ve İflas Kanunu veya Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Kanunu ilgilendiren bazı maddelerin Anayasa’ya, hukukun temel ilkelerine, adil yargılamaya, kanun önünde herkesin eşit olduğu kuralına, rekabete ve ekonomik realitelelere aykırı görüldüğü’ açıkca belirtilmişti. Bu tür düzenlemelerin takip ve alacak hukuku açısından da rekabet eşitliğini bozucu nitelikte olduğu belirtilerek, ‘Öte yandan özel düzenlemeler yoluyla Fon alacakları ile diğer alacaklılar arasında rekabet eşitliği bozulmaktadır’ görüşüne yer verildi. Görüş yazısında değişiklik istemi konusunda şunlar da vurgulanmıştı:

‘5020 sayılı kanun ile getirilen düzenlemelerin olağanüstü koşulların bir sonucu olduğu, geçici olarak düzenlendiği ve 2003 sonuna kadar Fon’a alınan bankalar ile sınırlı tutulduğu, faaliyetini sürdürmekte olan bankaların haklarına zarar verilmeyeceğinin garanti altına alındığı hususlarında Hükümet tarafından ve Meclis’te yapılan görüşmelerde açıklama ve güvence getirilmesine rağmen, kapsamın daha da genişletilmesinin nedeni anlaşılamamıştır. Daha da önemlisi bu tür düzenlemelerin Bankalar Kanunu’nda değişiklik yapılmasının temel gerekçelerinden bir tanesi olan uluslararası prensiplere uyum yoluyla düzenlenme ve denetlemede etkinliğinin artırılması, böylece bankaların mali yapılarının güçlendirilmesi amacı ile ciddi olarak çeliştiği düşünülmektedir.’
Yazının Devamını Oku

Bankacılık yeni stand-by'a kaldı da...

5 Ekim 2004
<B>DEVLET </B>Bakanı <B>Ali Babacan</B>, 9. ve 10 gözden geçirmelerin ve karşılığında gelecek 1.3 milyar doların yeni yapılacak stand-by anlaşmasına devredildiğini kaydetmiş. Babacan, bankacılıkla ilgili yeni yasanın TBMM’den geçirilmesinin de yılbaşına kaldığını söylemiş.

Bu arada BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in Kararnamede adı olduğunu ama ‘Ankara’da kalarak yasa çalışmalarını yürütmek üzere’ Washington’a gelmediğini söylemiş.

Bilgin kaynaklı haberlerde ise daha önce, BDDK’nın IMF’yle yeni yasayı konuşmaya yanaşmadığı, Washington’a da çağrılmadığı belirtiliyordu.

Demek ki bir sorun var ve hálá da çözülmüş değil. Yasa yılbaşına kaldığına göre, yasa çalışmalarının o kadar acil olmadığı da ortada iken, Bilgin belli ki Washington’a bilerek gitmemiş ve IMF’yle sıkıntı da devam ediyor...

Yasanın yeni yıla kaldığı, iyi mi oldu kötü mü oldu bilemeyiz ama BDDK’nın bu yasa konusunda daha çok işi olduğu ortada. Bankacılar hálá açık açık konuşamıyorlar ama ‘BDDK’nın yeni yasayla sadece gözetim kurumu haline geldiğini’ söylüyorlar. BDDK yönetiminin, belki de tümüyle artık teftiş kariyerinden gelen bir kuruluş haline geldiği için, kendi düzenleme yetkilerini yasaya devretmesinin, anlaşılır bir şey olmadığını kaydediyorlar. Önümüzde çok dinamik bir süreç olduğunu, düzenlemelerin bu yasaya göre artık BDDK tarafından zamana göre değiştirilmesinin mümkün olamayacağını, yeni yasalarla değişmesi gerekeceğini, bunun da sektör için büyük bir risk olacağı görüşündeler.

Gelişmiş ülkelerde denetim ve düzenleme otoritelerine çok geniş yetkiler tanındığını kaydeden Bankalar Birliği’nın taslak hakkındaki görüş yazısında, ‘Her konunun detaylı olarak düzenlenmesi yaklaşımı, kanunun bir bütün olarak anlaşılmasını ve uygulanmasını da güçleştirmektedir’ deniliyor.

Yeni yasayla ilgili olarak bankaların en önemli şikayetlerinden biri de fon alacaklarının öncelikli hale gelmesi ve bunun yarattığı haksızlığın devam ediyor olması. Bu nedenle anayasaya ve hukuka aykırı olduğunu iddia ettikleri bu hususun giderilmesini istiyorlar.

BDDK GÖRMÜYOR MU?

Bankacıların açıkca söylemedikleri bir eleştiri de ‘BDDK’nın bankaları korumak için bu maddelerin değiştirilmesini istemesi gerekirken, ses çıkarmadığı ve hazırladığı yasaya bu maddeleri koyması’. BDDK’nın bankacılık sektörünün sağlığından sorumlu olduğunu kaydeden bir bankacı, ‘Tüketici yasasına tüketici kredilerinin faizlerinin sabit olması şartı getirildi, bu bankalar için giderek daha büyük risk oluşturmasına rağmen BDDK’nın buna ses çıkarmaması çok ilginç’ eleştirisini yaptı.

Bankacılar, açıkca söylemeseler de, bir büyük özel bankanın sahiplik konusunun netliğe kavuşmamasından çok derece rahatsızlar. Kendilerine rakip olmasına rağmen, bu büyük bankanın hacmi nedeniyle zor durumda kalması halinde hepsinin birden, yani sektörün zora gireceğinden endişe ediyorlar. Bu konuda BDDK’nın mutlaka bir şey yapması gerektiğini kaydeden bankacılar, ‘İleride borçların ödenememesi durumunda hepimiz zarar göreceğiz, sahipliğin biran önce zora girilmeden halledilmesi lazım’ diyorlar.

Bu arada bu bankaya dönük eskiden sadece ‘sahiplik belirsizliği’ varken buna son günlerde bir de ‘yönetim zaafiyeti’ sorunun da eklendiği görüşündeler. Devletin atadığı yönetim kurulu başkanlarının özel bankalarda koridorlarda küfrederek, idarecileri azarlayıp, küçük düşürerek dolaştığını kaydeden bir bankacı, ‘Bu banka en zor durumlarında bile, iyi yönetim sayesinde ekonomiye yük olmaktan kurtarılmıştı, şimdi o güvence de yok’ dedi. 250 dolarlık masraf için bile yönetim kurulu başkanının ‘benden geçecek’ diye genel müdüre baskı yapmasının anlaşılır bir şey olamayacağını, bankaların böyle yönetilemeyeceğini kaydeden aynı bankacı, ‘İşin kötüsü abimiz diye, aynı kuruldanız diye kötü yönetim görüle görüle, ‘satmayız' anlamına gelen demeçler görüle görüle, ses çıkarılamaması zaafiyettir’ dedi.

Bu konuda TMSF’nin herşeyi bilip, BDDK nedeniyle bir şey yapamaması da zaafiyet.
Yazının Devamını Oku