EKONOMİK İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) Türkiye raporundaki benzer yorumların ardından, dün de Moody’s’den, ‘Türkiye’nin kritik bir kavşağa geldiği’ değerlendirmesi geldi.
Herkes bize ‘kritik bir kavşaktasınız’ demeye başladı. Bu sözler aslında, ‘İyi bir noktaya geldiniz ama, geriye gitmemeniz için gereken kritik kararları da alıp, yolunuza devam etmek zorundasınız’ anlamına geliyor.
Bu arada gelinen noktanın önemsendiğini de söylememiz gerekiyor. Moody’s raporunda da belirtildiği gibi, ‘siyasi istikrar, Avrupa Birliği perspektifi, sıkı maliye ve para politikaları sonucu enflasyonun 30 yıldan bu yana ilk kez tek hanelere gerilemesi’ sağlanan önemli aşamayı da gösteriyor. Ancak bu geri dönülmez bir aşama, henüz değil...
Geri dönülmez bir ekonomik iyileşme için daha Türkiye’nin atması gereken çok radikal ve önemli kararlar var. Yıllardır söylediğimiz yapısal tedbirlerin önemi de burada ortaya çıkıyor. Öyle bir değişimi sağlamak zorundayız ki; bir daha hiçbir politikacı, koalisyonlar yaşansa bile hiçbir Hükümet, gelinen noktadan ekonomiyi geri götüremesin. Bunun için sistem kurmak gerekiyor ve şimdi o aşamada bulunuyoruz. İşte bu nedenle, kritik kavşaktayız...
Moody’s tarafından yayınlanan yıllık Türkiye raporunda, özel tüketim ve yatırımların artması nedeniyle ekonomik büyüme patlamasının yaşandığı vurgulanmış. OECD raporunda da benzer sözler vardı ama arkasından da ekleniyordu: ‘Sağlam büyümenin üç tuzağı olan, güven düşüklüğü, zayıf yönetişim ve kayıt dışından kurtulma şansı güçlendi.’
Gerçekten de tümüyle Hükümete ve ekonomi yönetimine güvenin sağlanabildiğini, kurumlarda yetkinlik ve kurumlararası iletişimin tam olduğunu söylemek mümkün değil. Daha geçen gün yaşanan Ziraat Bankası’ndaki bilgisayar sıkıntısı bile, tek başına, kişisel hatalardan, ‘ben yaptım oldu’ anlayışından başımıza ne büyük belalar gelebileceğini çok iyi gösterdi. Biz Başbakanın ‘işin içine girdikçe, tarikata mensup olması ya da partiye yakın olmasıyla kamuda bir yerlere atama yapmanın yanlışlığını, sonunda Hükümetin zarar gördüğünü anlayacağını’ sanıyorduk. Ama maalesef başka konularda daha çabuk öğrendiğini ortaya koyan Başbakan, henüz bu konuda çağdaş yönetim anlayışına gelemedi...
FDF AÇIKLAMASI OLUMLU
İşte güvenin tam oluşturulamamasında ve yönetişimin yeterli olmamasında, hala hüküm süren bu anlayışın çok büyük payı var. OECD raporunda açıkca Merkez Bankası yönetiminin başarısından sözediliyor. Ancak biliyoruz ki partide ve Hükümette Merkez Bankası yönetimi için hálá ‘bizden değil onun için iyi de değil’ anlayışı hüküm sürüyor. Örneğin, bu anlayıştan geri dönülmemesi halinde, gelecek yıl nisanda bu iş başımıza büyük bir bela açabilir.
Yapısal tedbirlerin, bir daha geri dönülemez noktaya gelinebilmesi için şart olduğunu, dolaylı olarak anlatan OECD ve Moody’s raporlarında, bir ortak nokta da, ‘borçların sürdürülebilirliği ve cari açık tehlikesi’ olarak gözüküyor. Moody’s raporunda, hızlı büyümenin, artan dış ticaret ve cari işlemler açığından kaynaklandığı yolundaki ihtiyatlarını korunduğunu kaydedilerek, ‘Kamunun borcunun önemli bir kısmının dövize bağlı olması, bir başka deyişle kamu borcunun kurla ilişki yüzünden, artan dış ticaret ve cari işlemler açıklarının, potansiyel bir devalüasyonun olumsuz sonuçları hakkında kaygı yarattı’ da belirtiliyor.
Benzer eleştirilerin IMF’den de geldiğini ve büyümenin frenlenmesi, cari açığın daraltılıp, finansmanın sıkıntı olmaması için müzakereler yapılıp, önlemler planlandığını biliyoruz.
Bu aşamada OECD toplantısında Başbakan Tayyip Erdoğan’dan gelen mesajı ise ‘çok olumlu’ buluyoruz. Erdoğan, 2005’in yanısıra, 2006 ve 2007 yıllarında da yüzde 6.5’lik faiz dışı fazlayı koruyacaklarını söylemiş. Bence bu kritik kavşakta, cari açık ve aşırı büyümenin sıkıntı olduğu iklimde, bu demeç çok yerinde oldu. Umarız sözde kalmaz, gerekenler yapılmaya devam eder.