25 Kasım 2004
<B>TÜRKİYE</B> Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) <B>‘İyi yönetişim’</B> konusunda yaptığı faaliyetleri anlatmak için tanıtım toplantıları düzenledi. Bu toplantılarda açıklanan verilerden biri de yılda bir kez endeks olarak açıklanan ‘Mali Saydamlık İzleme Raporu’nun bu yılki sonuçları idi. Geçen yıla kıyasla bu yıl mali saydamlığın azaldığı saptandı. Mali saydamlık endeks değeri 2003 sonunda yüzde 44.1 iken, bu yıl sonunda yüzde 40.6’ya düştü.
Yeni hükümetin mali alandaki saydamlığı azalıyor. Bürokrasi, akademisyenler ve basın alanında seçilmiş kişilerle yapılan bu araştırmada saydamlığın azaldığı sonucu çıkmasında, uğranan hayal kırıklıklarının büyük payı olduğu belirtildi. Geçen yıl alınan önlemler neticesinde mali saydamlık algılamasında önemli bir oran yakalanmışken hükümetin beklenen saydamlık anlayışını hayata geçirememesi üzerine bu endeks düştü.
Endeks 6 alt grubu kapsıyor. Bunlardan ‘Kamuoyuna bilgi sunma ve raporlama düzeyi’ kategorisinde saydamlık oranı yüzde 45.1’den yüzde 41.3’e, ‘Bütçenin hazırlanma ve onaylanma sürecindeki açıklık’ yüzde 40.1’den yüzde 36.4’e, ‘Bütçenin uygulanması ve kontrol sürecindeki açıklık’ değeri yüzde 41.7’den yüzde 35.4’e, ‘Kesin hesapların parlamento tarafından onaylanması ile mali sonuçların dış denetiminde ve değerlendirilmesi sürecinde açıklık’ değeri yüzde 49.7’den yüzde 44.7’ye, ‘Mali istatistiklerin raporlanmasındaki kurumsal bağımsızlık ve güvenilirlik’ değeri yüzde 44.3’ten yüzde 39.6’ya düştü. Bu kategorilerden sadece ‘Kamu sektörünün ekonomide sahip olduğu rol ve sorumlulukların açık olması’ndaki değer yüzde 43.6’dan yüzde 46.4’e çıktı.
Yani geçen bir yılda gerek mevcut yasal düzenlemelerden geri adımlar atılması, gerekse uygulamalardaki bazı eski alışkanlıklara dönülmesi bu endeksin aşağı doğru inmesine yol açtı. Araştırma sonucunda 2005 mali yılı bütçe kanun tasarısına bakıldığında, mali saydamlığa aykırı bazı düzenlemelere devam edildiğinin görüldüğü saptamasına da yer verildi.
Aralık ayının ilk yarısında resmi olarak açıklanacak olan bu araştırmayla ortaya çıkan ilginç bir gelişme de, sadece akademisyenlerin ve basının bakışında değil, asıl olarak bürokrasinin bakışında saydamlığın önemli ölçüde gerilemesi oldu. Bürokrasinin saydamlık endeksindeki değer yüzde 45.3’ten yüzde 40.8’e inerken, akademisyenlerin algılamasında yüzde 44.1’den yüzde 41.5’e indi. Buna karşılık basın değerlendirmesinde yüzde 38.3’ten yüzde 38.7’e geriledi.
KAMU MALİ YÖNETİM KANUNUNUN KRİTİK ROLÜ
Mali saydamlık algalamasının gerilemesinde en önemli faktörlerden biri de; hükümetin sessiz sedasız kamu mali yönetim ve kontrol kanununun uygulamasını ertelemesi oldu. Yapılan araştırmada bu kanun tam olarak uygulandığı takdirde mali saydamlık endeksinin şu anki yüzde 40.6’lık düzeyinden birden bire yüzde 60.2’ye çıkacağı anlaşılıyor.
Bu kanun sadece mali saydamlık için değil, kamu borcunun sürdürülebilirliği açısından da kritik bir rol oynuyor. TESEV’in programında saydamlık araştırmasının yanısıra yaptıkları ‘Kamu borçlarının nasıl oluştuğu ve bu noktalara nasıl gelindiği’ne ilişkin araştırmalarını açıklayan Ferhat Emil ve Hakan Yılmaz, kamu borcu açısından geçmişteki büyük sorunlarla karşılaşmamak için yapılması gerekenlerin başında ‘Kamu mali yönetim ve kontrol yasasıyla, kamu finansmanı ve borç yönetimi yasası uygulamasında geriye dönüş yapılmaması’nın önemine değindiler.
Önümüzdeki döneme ilişkin kamu borcu açısından diğer riskler ise enerji sektöründeki maliyetler, yap-işlet-devret türü finansman yapısı, bankacılık sektörüyle, denetim ve gözetimiyle ilgili riskler, istanbul yaklaşımının uygulama sonuçları, belediyelerin aşırı borçlanma eğilimleri olarak sıralandı. Yani ‘geriye dönme riski’ hálá var...
TESEV Genel Sekreteri Şerif Sayın, ‘İyi yönetişim başlığı altında kamu borçları, bilgi edinme hakkı, devlet sırrı, yolsuzluklarla mücadele araştırmalarının devam edeceğini’ söylüyor.
Kısacası, sivil toplum kuruluşları ekonomide de etkinliğini artırmaya çalışıyor...
Yazının Devamını Oku 
23 Kasım 2004
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan</B> önceki gün Edirne’de temel atarken, <B>‘Genişletilmiş Teşvik Yasası’</B>nın yılbaşına kadar yetiştirilmesine çalışıldığını söylemiş.Erdoğan’ın Teşvik Yasası'nın genişletileceği demecinden tedirgin olduğumuzu söylemeliyiz.
Çünkü Erdoğan, önce kapsamı dar tutulup, ardından 36 ile yaygınlaştırılan mevcut teşvik sisteminin genişletilmesinden söz ediyor. Yani mevcut teşvik sisteminin çağdaş, Türkiye’nin geleceğini hazırlayacak bir teşvik sistemi olmadığının hálá tam olarak farkında değiller.
Halbuki TOBB da, son olarak TÜSİAD İnternational da, mevcut teşvik sisteminin teşvik olmadığını, ekonominin geleceği açısından yarar getirmek yerine zarar getireceğini defalarca söylediler. Her iki kuruluş da ‘sektörlere göre yatırım teşvikleri’ saptanmasından yana...
Sektörlere göre yatırım teşviklerinin tanınması, bu teşviklerin gerçekten teşvik olması, işsizlik için de ihtiyaç olan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi için de şart.
YATIRIM HARİTASI ŞART
Ancak böyle bir teşvik sistemi kurmak için, çalışmak gerekiyor. TOBB’un da daha önce söylediği gibi, önce bir ‘yatırım haritası’ çıkarılması gerekiyor. Ardından Türkiye’nin dünyada mukayeseli önceliği olacağı, rekabet edebileceği sektörlerin tesbit edilip, bu sektörlere göre teşvik verilmesinin gündeme gelmesi gerekiyor.
Ancak Hükümet böylesine zorlu ama efektif bir teşvik yolunu seçmek yerine, kolay olan ‘bazı illeri saptayıp o illere arsa, SSK primi ve vergi istisnası tanıma’ anlayışını sürdürüyor. Başbakanın "genişletme" sözünden anlaşılan 36 ilin kapsamının genişletilmesi, yani daha fazla ile aynı teşviklerin verilmesi...
KOMŞU NE YAPIYORSA
Halbuki biliyoruz ki; Türkiye’de yatırım yapacak kişilerin bir çoğu ‘komşusu ne iş yapıyorsa o iş alanını’ seçiyor. Ardından, talep olup olmadığına bakılmaksızın, o iş alanında bir üretim patlaması yaşanıyor. Daha sonra doğal olarak zararına satışlar başlıyor ve özellikle banka kredisiyle iş kurmuş olanlar, bir süre sonra işletmelerini kapatmaya başlıyorlar. Ardından bir sürü yeni işsiz yaratıldığı gibi, bankacılık alanındaki donmuş kredi sorunu da büyüyor... Onun ardından ‘çek-senet mafyası’nın devreye girdiğini, herkesin alacağını kendi kurallarıyla tahsile yeltendiğini de biliyoruz...
Yani öyle bir teşvik sistemi kurulmalı ki; planlı programlı gidilsin ve herkesin hesap yapmadan aynı işi yapmasının önüne geçilip, gerçekten yaşama şansı bulunan, rekabet gücü olan işletmeler açılabilsin...
Aksi takdirde geçmiş deneyimlerden hiç ders alınmamış, yeni işletme mezarlıklarının yeniden önü açılmış olur...
Mevcut teşvik sistemi belki ‘ucuz popülizm’ için uygun bir yol ama kimse unutmasın ki; böylesine bir teşvik sistemi Türkiye’nin geleceği açısından yararlı değil, hatta zararlı...
Onun için Hükümetin mutlaka daha akıllı, rasyonel, Türkiye’nin geleceğini hazırlayacak kapsamlı bir teşvik sistemi hazırlaması gerekiyor. İllere göre teşvik belirleyip, ne yapılacağına bakmazsanız; TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun sık sık verdiği örnek gibi, her ilde ihtiyacın 3-5 katı kapasitede kurulan ve çalışmayıp yıllardır boş duran un fabrikaları örneği çoğalır, yeni yeni boş fabrikalarla karşı karşıya geliriz.
Efektif olmayan bu teşvik sistemi ile yaratılacak boş fabrikalar ile, Başbakanın yakındığı ‘temeli atılıp da bitirilemeyen işletmeler’in birbirinden farkı kalmaz...
Umarız Hükümet bu gerçeği artık görüp, yeni teşvik sistemini ona göre kurar...
Yazının Devamını Oku 
22 Kasım 2004
<B>TÜRKİYE</B>’de yatırım yapmak isteyen yabancılar Ankara ve İstanbul’da dolaşıp, gidişat hakkında sık sık bilgi alırken, son dönemde Türk bankacıları da Avrupa ve Amerika’da çeşitli temaslar yapıp, Türkiye’nin geleceğinin ne olacağı konusunda nabız yoklamaya başladılar. Bu temaslar bir yandan iç piyasada etkili yabancı büyük grupların tavrını önceden kestirip ona göre pozisyon tutmayı, bir yandan da yabancılarla iş yapmayı kolaylaştırıyor.
İşte son dönemde bu tür temaslarda bulunan Türk bankacıları ile konuştuğumuzda hepsinin ortak kanısı ‘Yabancıların IMF anlaşmasına oldu gözüyle baktıkları’ biçiminde. Yani Amerika ve Avrupa’da, daha doğrusu Londra’daki yatırımcılar, buna göre Türkiye pozisyonu almaya hazırlanıyorlar. Bunların bir kısmının Türkiye’ye girmeye başladığı, ancak asıl girişler için 17 Aralık sonrasını bekledikleri gözleniyor. Bankacıların belirttiğine göre; yabancılar 17 Aralık’ta müzakere sürecinin başlaması konusunda da genellikle olumlular. Ancak özellikle Fransa’nın tavrı nedeniyle, IMF anlaşmasındaki gibi, AB müzakerelerinin başlamasına ‘oldu’ gözüyle, henüz bakmıyorlar.
Büyük yabancı kuruluşlarla, ABD Hazinesiyle, IMF ve Dünya Bankasıyla çeşitli temaslarda bulunan bankacıların gözlemlediği bir başka unsur ise ‘Bu kez IMF’le anlaşmaya en büyük direncin politikacılardan değil bürokrasiden geldiği’ yönünde.
Yani IMF bürokraside egemen olan ‘üstadlık tekeli’nin, piyasanın tam olarak kurumsallaştırılması için, kırılması gerektiği konusunda bu kez ısrarlı. Daha açık bir deyişle Bankacılık Yasasında bankalar yeminli murakıplarının tekelinin kırılması, Gelir İdaresinin yeniden düzenlenmesine ilişkin yasada hesap uzmanlarının tekelinin kırılması gerektiğini düşünüyorlar ve bu konuda bastırıyorlar. Buna karşılık hem hesap uzmanları hem de murakıplar, siyasileri kullanıp, ellerindeki yetkiyi kaybetmemeye çalışıyorlar.
Gelir İdaresinin yeniden yapılandırılması yasa tasarısının, nihayet üzerinde uzlaşılan metninde, IMF’in istediklerinin tam olarak bulunmadığı gözleniyor. Özellikle hesap uzmanlarının yetkilerinin azaltılmayacağı konusunda, kendisi de hesap uzmanı kökenli olan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın ‘güvence’ verdiği belirtilirken, IMF’in tasarının bu son şeklini kabul etmesinin mümkün olmadığı söyleniyor.
Bankacılık yasa tasarısında da bankalar yeminli murakıpları ellerindeki yetkinin gitmemesi için çalışıyorlar ve önümüzdeki hafta son şeklinin verilmesi gereken tasarıda, büyük ihtimalle IMF’in istediği unsurların hepsi yeralmayacak.
Ancak tasarıların üzerinden, IMF geldikten sonra bir daha geçileceği ve kurullara ilişkin yetkilerin TBMM’ye gönderilirken, ya da TBMM’de budanacağı tahmin ediliyor. IMF’in bu konuda ısrarlı olduğunu kaydeden bir bankacı, ‘Şimdiye kadar kurulların egemen olduğu tüm alanlarda bir başarısızlık sözkonusu ve kurullar hala statükoyu korumak istiyor. Ancak hem banka denetimlerinin sağlığı, hem vergi toplanıp kayıtdışının önlenmesi konusunda yeni bir anlayışa gerek var. IMF de bunu artık görüyor’ yorumunu yaptı.
Ankara’da birbirlerine ‘üstad’ diyen, etkin bir ‘Kurullar topluluğu’ var. Bu kurulların başında gelen ve dönem dönem bürokrasiye egemen olan Maliye Teftiş Kurulu yani müfettişlerin son dönemde etkinliği görülmüyor, üstüne üstlük tasfiyesi konuşuluyor. Bunun ardından ‘hesap uzmanları kurulu’ ve ‘bankalar yeminli murakıplar kurulu’ geliyor. Her üç kurul da özel sektör-kamu dengesi üzerine kurulu, kamudan ayrıldıkları zaman üstadları kanalıyla özel sektörde iş bulmaya, bunun için de karşılıklı görüş alışverişi boyutunu abartarak çalışıyor. Bu üç kurul birbirleriyle ‘kamu yönetiminde egemenlik’ konusunda ciddi kavgalara girerken, çoğu kez karar aşamalarında ‘ülke menfaatleri’ yerine ‘kurul menfaatleri’nin öne çıktığı gözleniyor. IMF; piyasa ekonomisinin oturtulması açısından bu tür kurulların etkin olduğu alanları rehabilite edilmesini şart koşuyor. Haksızlar mı?
Niyet Mektubu aralık başında gitmiş olur
BANKACILAR, bürokrasiden daha doğrusu kurullardan gelen direncin kırılmasının şart olduğunu, bu ayın sonunda bu konuda yoğun temaslar yapılmasının beklendiğini söylediler. Amerika’daki hava ‘Türkiye’nin IMF’le yeni stand-by anlaşması için gereken niyet mektubunu Aralık’ın ilk 10 günü içerisinde vereceği’ yönünde. Bir bankacı, ekonomik programın Aralık başında AB’ye sunulmasının ardından, IMF heyetiyle son temasların yapılıp niyet mektubunun verileceğini söyledi. Aynı bankacı, ‘niyet mektubunun 17 Aralık sonrasına kalma ihtimali’nin ise olmadığı izlenimini aldığını kaydetti. Ancak 17 Aralık tarihine kadar niyet mektubunun IMF Yönetim Kurulundan geçip geçmeyeceği konusunda kesin bir şey söylenemiyor. Yani IMF yönetiminden geçmese bile, Türkiye’nin 17 Aralık’a kadar IMF’le yeni stand-by için gereken niyet mektubunu imzalayarak Washington’a göndereceğine kesin gözüyle bakılıyor.
TÜSİAD International’dan atak
TÜSİAD bünyesinde kurulan TÜSİAD İnternational atağa geçti. TÜSİAD İnternational Başkanı Aldo Kaslowski ve beraberindekiler geçtiğimiz Cuma günü ,Ankara’da bir dizi temaslarda bulundular. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile görüşen Kaslowski ile, temaslarının bitiminde sohbet imkanı bulduk.
‘Artık iş yapma zamanı geldi’ diyen Kaslowski, bakanlara her şeyden önce TÜSİAD İnternational’ı anlattıklarını söyledi. Bu oluşumun, dışarıda gerçek bir lobi faaliyetine ihtiyaç duyulması nedeniyle kurulduğunu kaydeden Kaslowski, hedef olarak seçtikleri ülkelerle ticaretin nasıl artırılacağı, karşılıkla yatırımların nasıl canlandırılacağı ve dengesiz ticaret hacminin düzeltilmesi konusunda temaslar yaptıklarını söyledi.
Hedef ülke olarak seçilen Hindistan, Rusya, Çin, Kore gibi ülkelerle ticaretin canlandırılması için neler yapılabileceği konusunda görüş alışverişinde bulunduklarını belirtti.
Bakanlarla yaptıkları görüşmelerde ‘Türkiye’ye daha fazla yatırımın nasıl çekileceği’ konusu üzerinde ağırlıkla durduklarını kaydeden Kaslowski, İtalya’nın işadamları Federasyonu ile yaptıkları protokol sonucu 4. toplantının 13 Aralık’ta İstanbul’da yapılacağını, bu toplantı öncesi ‘Yabancılara Türkiye’de yatırım yapmaları için özendirici birtakım teşviklerin zeminin hazırlanması’ gerektiğini söyledi. Bakanlara 36 ildeki teşviklerin işlerliği olmadığını anlattıklarını, yabancı yatırımı çekmek için sektörlere göre daha kapsamlı bir teşvik paketinin hazırlanması gerektiğini söylediklerini kaydeden Kaslowski, Maliye Bakanı’nın kendilerine hak verdiğini ama öneri beklediğini söyledi. TÜSİAD olarak AB ülkelerindeki teşvikler konusunda bir çalışma hazırlayıp, yapılabilecekler konusunda bir rapor vereceklerini kaydetti.
Zaten Türkiye’de enerji fiyatlarının diğer ülkelere kıyasla çok fazla olduğunu, ulaşım gibi altyapı problemleri bulunduğunu kaydeden Kaslowski, ‘Dünyada yatırım için yer arayan muazzam bir sermaye var. Bunu kaçırmamamız gerektiğini, ne kadar çabuk hareket edersek o kadar iyi olacağını anlatmaya çalıştık’ dedi. Kaslowszki, Dışişleri Bakanı Gül ile AB müzakereleri konusunda da konuştuklarını belirtirken, Gül’ün ‘o kadar acele etmemiz gerekmiyor, hata yapmamız sözkonusu değil’ yanıtını verdiğini söyledi. Kaslowski, buna karşılık üçüncü eklerle gümrük birliği tür anlaşmaların geciktiğini bunların biran önce yapılması gerektiğini kaydetti.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’in Avrupa’daki benzerleri gibi etkin, kurumsal bir yapıya kavuşturulması gerektiğini, bunu bakanlara anlattıklarını kaydeden Kaslowski, yabancı yatırımcılar açısından ‘hukuk güvencesi’nin çok önemli olduğunu söyledi. Yabancıların orta ve küçük ölçekli sanayilere geleceklerini ve buralarda kayıtdışının yoğunluğu nedeniyle haksız rekabete uğramaktan korktuklarını kaydeden Kaslowski, yabancı sermayenin gelmesi açısından da , kayıtdışı ekonominin mutlaka önlenmesinin önemini bakanlara anlattıklarını söyledi.
Yazının Devamını Oku 
20 Kasım 2004
<B>GEÇEN</B> hafta uluslararası gelişmeler açısından oldukça hareketliydi. Neredeyse aynı güne denk gelen, şok haber bombardımanı vardı. Bir yandan Euro’nun dolar karşısındaki müthiş değer kazancı, diğer taraftan Çin ekonomisindeki gelişmeler ve bir süredir gündemde olan dünya petrol fiyatlarındaki seyir, herkesin başını döndürdü. Bunlar yetmezmiş gibi Rusya Devlet Başkanı Putin, ‘yeni bir atom bombası’ geliştirdiklerini açıklayıverdi.
Kerkük’teki gelişmeler, altın ve metal fiyatlarındaki hareket de işin cabası... Kısacası; dışarıda birşeyler oluyor...
Bu haberler, hemen sonuç vermese bile, önümüzdeki bir-kaç yıllık dönemde önemli değişimlerin yaşanacağının ipuçlarını veriyor gibi...
Peki biz ne yapıyoruz?
Hükümetin bütün işi, belki de doğal olarak, 17 Aralık’ta tam üyelik için müzakere takvimi almak. Bunun yanısıra IMF’yle yeni stand-by anlaşması bile unutulmuş gözüküyor...
AB’ye tabi ki odaklanmak lazım ama bir yandan da bu önemli uluslararası gelişmelerin Türkiye’yi, ekonomiyi nasıl etkileyeceğinin de daha titiz tartışılması gerekiyor.
Bütün bu gelişmeler önümüzdeki dönemin uluslararası etki açısından oldukça dalgalı bir seyir izleyeceğini gösteriyor. Bu da, Türkiye’nin hata yapma lüksünü tamamen ortadan kaldırıyor. Düşünsenize; zaten tek başına çok kritik bir dönemden geçerken, bunun üstüne devasa dış gelişmeler biniyor... Zaten dışarıya bakamazken, bir de içerde hata yapılırsa...
Hükümetin AB’ye odaklanması çok normal. Dışarıdan gelen kötü haberlere rağmen son dönemde olumlu atak seziliyor. Fransa’nın direnci kırılabilirse, 17 Aralık’ta, belki de 6 Aralık’ta Türkiye’nin lehine karar çıkma ihtimali artıyor.
AB İLE SEMBOLİK BAŞLANGIÇ
Söylenenlere göre; ‘Martta liderler toplantısında Türkiye’nin temsili olarak müzakere sürecini başlatılması’ bir orta yol olarak ortaya atılmış. Hükümet, temsili yani bir seremoni olarak martta bu işe başladıktan sonra fiili müzakerelere yıl sonunda başlanabilmesine yeşil ışık yakmış ve bu yolla Fransa’nın da rahatlatılacağı görüşündeymiş. Duyduğumuza göre; yeni yılın ilk yarısındaki dönem başkanı Lüksemburg’la yapılan son görüşmelerde, bu öneriyi yapıp kabul ettirmeye çalışması konusunda mutabakata varılmış.
Dışişleri Bakanlığı’nın korktuğu ise AB tarafından kabul edilemez şartların ortaya konması. Hükümet içinde Irak, Ermenistan, azınlıklar gibi konularda gelecek sert şartlara karşı çıkacaklar bulunduğunu biliyoruz. Ancak buna karşılık Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir yandan bu şartları yumuşatmaya çalışırken, öte yandan ne şart olursa olsun müzakereleri başlatmayı başarı olarak göreceğini söyleyenlerin sayısı hayli fazla... Dışişleri Bakanlığı’nın, daha doğrusu Bakan Abdullah Gül’ün tavrı ise merak konusu...
Yani AB konusunda, ne olursa olsun, zor ve etkileri olacak bir karar bizi bekliyor...
Yanısıra IMF’yle ilişkilerde bir gecikme sözkonusu. IMF’nin hem Gelir İdaresi'nin yeniden yapılandırılması, hem bankacılık reformu konusunda istedikleri, daha çok bürokratlara takılmış durumda. Bu direnç nasıl aşılacak, aşılacak mı göreceğiz...
Bu arada enflasyon açısından kötü haberler gelmeye başladı. Kasım enflasyon rakamının da yüksek çıkması halinde morallerin bozulacağı ve 2005 enflasyon hedefine güvenin azalacağı kesin. Merkez Bankası’nın işi hayli zorlaşabilir.
Merkez Bankası’nın son günlerdeki bu döviz girişi devam ettiği takdirde, önümüzdeki hafta döviz alım ihalelerine başlayabileceği belirtilirken, bir yandan da ABD’nin faiz artırımlarını, son gelişmeler ışığında artırması halinde, kısa vadeli yabancı sermaye konusunda tehlikeli hareketler olabileceği korkusu yaşanmaya başladı.
Yani zaten işimiz zordu, uluslararası gelişmelerle daha da zorlaştı. Hataya tahammül yok.
Yazının Devamını Oku 
18 Kasım 2004
<B>BAYRAM</B> öncesi kağıt satan yabancılar, dün yeniden alıma başladılar. Dün yüklü bir Tüpraş ödemesi vardı ama döviz girişi nedeniyle piyasalarda Tüpraş alımının olumsuzluğu yaşanmadığı gibi, olumlu yönde hareketler bile oldu. Bankacılar dün giren yabancı parasının 300 milyon dolar civarında olduğunu tahmin ediyorlar. Bu arada parite nedeniyle güç kaybeden doların, içerdeki fiyatı da olumlu etkilediği görüldü.
Yabancı girişi ABD’de kritik verilerin açıklanmasından önce gerçekleşti. Yani yurt içi piyasalar gelişmeleri takmadığı gibi, yabancı piyasalarda da artık veriler gözardı ediliyor.
Bir bankacı, piyasalardaki gelişmeleri, ‘haberler kötü ama yurtdışında likidite fazla’ diye özetledi. Yabancı büyük banka ve uluslar arası yatırım fonlarının bu yıl iyi kar elde edemediklerini hatırlatan aynı bankacı, bu nedenle yabancıların iyi kár gördükleri yerlere saldırdıklarını kaydetti. Türkiye’nin bu yönden bir şansı bulunduğunu kaydeden bankacı, aslında bu şansın bütün gelişmekte olan piyasalar için geçerli olduğunun altını çizdi.
Bankacılar dün yeniden başlayan yabancı girişinin devam etmesini bekliyorlar. Bu arada 17 Aralık’a kadar 1 aylık süre olduğu, yabancı fonların bu arada girip çıkarak kárlarını artırma çabası içinde oldukları da söyleniyor.
Özellikle Fransa’dan gelen haberlerin iyi olmadığını hatırlatan bankacılar, IMF’yle görüşmelerin de piyasaların sinirini bozan bir unsur olduğunu söylüyorlar. Bayram tatili öncesi kağıt satılmasının nedeninin; iyi çıkması beklenen ekim ayı enflasyon rakamının beklenenin çok üzerinde çıkması ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın IMF’yle yeni anlaşma için ‘1 Aralık sonrası bakarız’ türünden verdiği demeçler olduğunu kaydedildi. Bir bankacı, ‘Yani Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesi bekleniyordu ama bu iki olumsuz gelişme nedeniyle bu indirimin gelemeyeceği anlaşılınca, bayram öncesi satış oldu’ yorumunu yaptı. Aynı bankacı, yabancı fonların ve bankaların aşırı likidite içinde olmalarının ise bayram sonrası yeniden giriş hareketinin başlamasına neden olduğunu söyledi.
Dolayısıyla piyasadaki oyuncular pozisyonlarını korumaya çalıştıkları için, gelen olumsuz haberlere bile aldırmıyorlar, yabancılar da girince piyasalar olumluya dönüyor.
Bir bankacı, piyasaların davranışını ‘Şu anda piyasalar yüzde 80 oranında, hem AB’den iyi haber geleceğini, hem de IMF’yle anlaşma yapılacağını satın almış durumda’ şeklinde özetledi. Dolayısıyla buralardan kötü haber geldiği takdirde, piyasaların durumunun beklenenden fazla kötüleşme ihtimali bulunduğunu kaydeden aynı bankacı, ‘Yani enerji birikiyor, umarız buralardan kötü haberler gelmez çünkü o zaman biriken enerji patlayabilir’ dedi. Aynı bankacı, aslında kötü haberler çıktığı zaman piyasaların gazının yavaş yavaş alınması gerektiğini, bu tehlikeyi gören piyasa oyuncularının da ‘genel havaya uymazsak para kaybediriz’ korkusuyla harekete geçmeyip, genel gidişata uyduklarını kaydetti.
Bu arada giren kısa vadeli yabancı sermayenin, eskiden olduğu gibi, yılbaşına doğru toptan çıkma tehlikesinin de artık bulunmadığı belirtildi. Bankacılar, yabancı fonların toplanma ve bitiş sürelerinin birbirlerinden farklı olduğunu, hesap kesiminin kimi fonda ekim, kimisinde kasım, kimisinde aralık sonu olduğunu, bu nedenle artık toplu çıkış olmadığını söylediler. Bankacılar, bir tek uzun tatiller öncesi pozisyonu yüksek tutmama eğilimi olduğunu, bu nedenle Noel tatili öncesi biraz çözülme olabileceğini kaydederlerken, bu tarihe kadar AB ve IMF’nin netleşeceğini hatırlatarak, haberler olumlu olduğu takdirde noel öncesinde de fazla bir çıkış olmayacağını kaydettiler. Kötü haberler gelmesi halinde ise zaten noel tatilinin beklenmeyeceği görüşü hakim...
Bu arada bankacılar, bu döviz girişinin devam etmesi halinde Merkez Bankası’nın döviz alım ihalelerine başlamasını bekliyor ve ‘Böyle olursa faiz de dengelenir’ diyorlar.
Yazının Devamını Oku 
16 Kasım 2004
<B>BAYRAMIN </B>hemen öncesi markette rastladığım bankacı, kendisini tanıtıp, hemen sorusunu yöneltti: <B>‘Erdal Bey, ne oluyor? Yabancılar son günlerde sürekli kağıt satıyor, her şey iyi gidiyor derken, bizim bilmediğimiz bir şeyler mi dönüyor?’ Belli ki bu bankacı, bayram tatiline kafasındaki bu yoğun sorularla giriyordu. Belli ki bayram süresince başlıklarıyla, hatta satır aralarındaki detaylarıyla haberleri izleyecek, yarın piyasa açıldığında buna göre hareket etmeyi planlayacaktı...
Bizce, yılbaşına kadar bu tür sorunlarla sık sık karşıya gelip, yanıtlarını aramaya çalışacağız.
Ekim ayı enflasyon rakamı yüksek geldi ama kimse bunu önemsemedi, ‘Kasım ayını görmeden bir şey söylemek için erken’ yorumunu yapıp, üzerini kapattı. Ardından FED’in 0.25’lik faiz artırımı geldi. FED yayınladığı raporla, büyüme ve enflasyon üzerindeki risklerin dengeli olduğunu vurguladı ve faiz artışlarına ‘ölçülü’ biçimde devam edileceğini açıkladı. Yani uluslararası piyasalardaki volatilitenin azaldığı, risk alma eğilimlerinin tekrar gelişmekte olan ülkeler lehine dönmesi ile birlikte para girişlerinin yeniden başlaması bekleniyordu. Herkes yarın açıklanacak ABD TÜFE rakamlarını beklemeye devam ediyor ama FED açıklaması ortalığı yumuşattı diye görülüyor.
Yani yeniden sıcak para girişlerinin başlaması, dolayısıyla faiz oranlarının daha da düşmesi bekleniyordu ama son günlerde tam tersi oldu. Bankacılar yabancıların kağıt sattıklarını, o nedenle faizlerin yeniden yükselişe geçtiğini görüyorlar.
İşte işlerin düzelmesi gerektiği düşünülen bir dönemde, tam aksine yabancıların kağıt satışına başlaması., bankacıların özellikle de foncuların kafasını iyice karıştırdı.
Bizce yarın açılacak piyasalarla birlikte kritik, daha doğrusu dalgalı geçecek bir aylık bir sürece başlıyoruz. Bu süreç içerisinde, özellikle de 17Aralık yaklaştıkça, haber bombardımanı artacak. Piyasalar bir ileri bir geri gidip gelecekler.
KRİZİ SEVERLER
Aslında foncular böyle dönemleri daha çok severler. Zina krizine çoğu foncunun ‘iyi oldu gitti geldi biraz para kazandık’ diye baktığını biliyoruz...
Ancak bu kez olayları kestirmekte güçlük çekiyorlar. Yani dalgalı seyirde para kazanmak var ama oluşturdukları ana pozisyonları nedeniyle büyük zarar etme tehlikesi de var. İşte bu nedenle, bu bir aylık süreçte gelişmelere daha temkinli yaklaşacaklarını tahmin ediyoruz.
Bu süreç içerisinde hazine ihaleleri yapılacak, belki bir dış borçlanmaya da çıkılacak. Yani faizlerin seyri de özellikle AB’den gelecek haberlere endeksli olacak. Tabi bir de 3 Aralık’ta açıklanacak Kasım ayı enflasyon rakamlarını görmek gerekecek. Aslında 17 Aralık’tan bir hafta önce işin renginin ortaya çıkmaya başlayacağı söyleniyor. Yani Aralık başından itibaren piyasada nabızlar daha hızlı atmaya başlayacak.
Tabi bu arada IMF’yle yaşanacak gelişmeler de yakından takip edilecek. Bankacılar bir türlü Hükümetin IMF’yle anlaşma işini neden bu kadar uzattığını, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın ‘1 Aralık’tan sonra yeniden IMF’le anlaşmaya bakılacağı’ sözünün ne anlama geldiğin tartışıp duruyor. Hepsinin üzerinde mutabık olduğu konu ise ‘Hükümet gereksiz yere IMF’yle anlaşmayı uzatmasa yani şimdiye kadar imzalamış olsaydı, faizlerin bu seviyenin oldukça altında kalacağı’. Yani Hükümet Hazine’nin, dolayısıyla halkın faturasına zam yapmış oldu...
Bankacıların, en fazla yanıtını aradığı soru ise ‘Acaba AB’den 17 Aralık’ta kötü bir haber gelecek de yabancılar bunun tüyosunu aldı o nedenle mi kağıt satmaya başladılar?’.
Bizce de bu soru yabana atılacak bir soru değil. Eğer gerçekten 17 Aralık’ta kötü bir haber gelecekse, o zaman işimiz zor. Hükümet IMF’le anlaşmayı erteleyerek olabilecek kötü gelişmeleri artırmış oldu. İşte bu nedenle bile, ‘Hükümetin 17 Aralık’ta ne çıkarsa çıksın, iyi haber olarak lanse edeceği’ tahminleri yapılıyor. Bu tahminlere biz de katılıyoruz ama ‘mızrağın çuvala sığamayacağı’ kadar kötü haber gelirse, bizce Hükümet de bir şey yapamaz.
İşte bu nedenlerle, piyasalarda tedirgin sürecek bir aylık bir sürece başlıyoruz.
Umarız bu sürecin sonu iyi gelir.
Yazının Devamını Oku 
16 Kasım 2004
BAYRAMIN hemen öncesi markette rastladığım bankacı, kendisini tanıtıp, hemen sorusunu yöneltti: ‘Erdal Bey, ne oluyor? Yabancılar son günlerde sürekli kağıt satıyor, her şey iyi gidiyor derken, bizim bilmediğimiz bir şeyler mi dönüyor?’ Belli ki bu bankacı, bayram tatiline kafasındaki bu yoğun sorularla giriyordu. Belli ki bayram süresince başlıklarıyla, hatta satır aralarındaki detaylarıyla haberleri izleyecek, yarın piyasa açıldığında buna göre hareket etmeyi planlayacaktı...Bizce, yılbaşına kadar bu tür sorunlarla sık sık karşıya gelip, yanıtlarını aramaya çalışacağız.Ekim ayı enflasyon rakamı yüksek geldi ama kimse bunu önemsemedi, ‘Kasım ayını görmeden bir şey söylemek için erken’ yorumunu yapıp, üzerini kapattı. Ardından FED’in 0.25’lik faiz artırımı geldi. FED yayınladığı raporla, büyüme ve enflasyon üzerindeki risklerin dengeli olduğunu vurguladı ve faiz artışlarına ‘ölçülü’ biçimde devam edileceğini açıkladı. Yani uluslararası piyasalardaki volatilitenin azaldığı, risk alma eğilimlerinin tekrar gelişmekte olan ülkeler lehine dönmesi ile birlikte para girişlerinin yeniden başlaması bekleniyordu. Herkes yarın açıklanacak ABD TÜFE rakamlarını beklemeye devam ediyor ama FED açıklaması ortalığı yumuşattı diye görülüyor.Yani yeniden sıcak para girişlerinin başlaması, dolayısıyla faiz oranlarının daha da düşmesi bekleniyordu ama son günlerde tam tersi oldu. Bankacılar yabancıların kağıt sattıklarını, o nedenle faizlerin yeniden yükselişe geçtiğini görüyorlar.İşte işlerin düzelmesi gerektiği düşünülen bir dönemde, tam aksine yabancıların kağıt satışına başlaması., bankacıların özellikle de foncuların kafasını iyice karıştırdı.Bizce yarın açılacak piyasalarla birlikte kritik, daha doğrusu dalgalı geçecek bir aylık bir sürece başlıyoruz. Bu süreç içerisinde, özellikle de 17Aralık yaklaştıkça, haber bombardımanı artacak. Piyasalar bir ileri bir geri gidip gelecekler.KRİZİ SEVERLER Aslında foncular böyle dönemleri daha çok severler. Zina krizine çoğu foncunun ‘iyi oldu gitti geldi biraz para kazandık’ diye baktığını biliyoruz...Ancak bu kez olayları kestirmekte güçlük çekiyorlar. Yani dalgalı seyirde para kazanmak var ama oluşturdukları ana pozisyonları nedeniyle büyük zarar etme tehlikesi de var. İşte bu nedenle, bu bir aylık süreçte gelişmelere daha temkinli yaklaşacaklarını tahmin ediyoruz.Bu süreç içerisinde hazine ihaleleri yapılacak, belki bir dış borçlanmaya da çıkılacak. Yani faizlerin seyri de özellikle AB’den gelecek haberlere endeksli olacak. Tabi bir de 3 Aralık’ta açıklanacak Kasım ayı enflasyon rakamlarını görmek gerekecek. Aslında 17 Aralık’tan bir hafta önce işin renginin ortaya çıkmaya başlayacağı söyleniyor. Yani Aralık başından itibaren piyasada nabızlar daha hızlı atmaya başlayacak.Tabi bu arada IMF’yle yaşanacak gelişmeler de yakından takip edilecek. Bankacılar bir türlü Hükümetin IMF’yle anlaşma işini neden bu kadar uzattığını, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın ‘1 Aralık’tan sonra yeniden IMF’le anlaşmaya bakılacağı’ sözünün ne anlama geldiğin tartışıp duruyor. Hepsinin üzerinde mutabık olduğu konu ise ‘Hükümet gereksiz yere IMF’yle anlaşmayı uzatmasa yani şimdiye kadar imzalamış olsaydı, faizlerin bu seviyenin oldukça altında kalacağı’. Yani Hükümet Hazine’nin, dolayısıyla halkın faturasına zam yapmış oldu...Bankacıların, en fazla yanıtını aradığı soru ise ‘Acaba AB’den 17 Aralık’ta kötü bir haber gelecek de yabancılar bunun tüyosunu aldı o nedenle mi kağıt satmaya başladılar?’.Bizce de bu soru yabana atılacak bir soru değil. Eğer gerçekten 17 Aralık’ta kötü bir haber gelecekse, o zaman işimiz zor. Hükümet IMF’le anlaşmayı erteleyerek olabilecek kötü gelişmeleri artırmış oldu. İşte bu nedenle bile, ‘Hükümetin 17 Aralık’ta ne çıkarsa çıksın, iyi haber olarak lanse edeceği’ tahminleri yapılıyor. Bu tahminlere biz de katılıyoruz ama ‘mızrağın çuvala sığamayacağı’ kadar kötü haber gelirse, bizce Hükümet de bir şey yapamaz.İşte bu nedenlerle, piyasalarda tedirgin sürecek bir aylık bir sürece başlıyoruz.Umarız bu sürecin sonu iyi gelir.
button
Yazının Devamını Oku 
15 Kasım 2004
<B>BANKA </B>genel müdürlerinin, İstanbul’da Bankalar Birliği’nde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı <B>Tevfik Bilgin</B> ile yaptıkları toplantıdan memnun ayrıldıklarını gözlemledik. Banka genel müdürleri Bilgin’i müttefik bir tavır içinde gördüklerini belirterek, kendilerine ‘sıkıntıları karşılıklı görüşür, hallederiz’ mesajı verdiğini söylediler.
Genel müdürler toplantıda, 4. kez revize edilen ve son olarak ‘Finansal Hizmetler Kanun Tasarısı Taslağı’ adını alan Bankalar Yasası’nda yeralan, hálá itiraz ettikleri maddeleri gündeme getirmişler. Zaten birçok maddenin BDDK tarafından düzeltildiğini kaydeden bankacılar, kalan bazı sıkıntılı maddelerden çoğunun da düzeltileceği konusunda umutlu olduklarını söylediler. Bankacılar itiraz ettikleri maddelerden çoğu için Bilgin’in kendilerine hak verdiğini, en azından öyle söylediğini vurguladılar. Bir genel müdür, Tevfik Bilgin’in kendilerine ‘İtiraz ettikleri bazı köşeli maddeleri bayramdan sonra taslak Kurulda görüşülürken yumuşattıracağı’ sözünü verdiğini söyledi.
Bilgin’in toplantıda sürekli olarak karşılıklı işbirliğini artırmaları gerektiğinden söz ettiğini öğrendik. Kendisinin bankaları korumak için arada kaldığını, sıkıntılar yaşadığını, bankalara karşı gelen taleplerin hepsini yansıtmadığını kaydeden Bilgin, örneğin geçen mayıs ayında tüketici kredileri konusunda siyasilerden ve Hükümetten gelen baskıları göğüslediğini söylemiş.
Bilgin bankacılara, yasa taslağının bu kadar geniş ve kapsamlı hazırlanmasının nedeninin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) olduğunu da söylemiş. Kendisinin daha kısa bir yasadan yana olduğunu ancak TMSF yönetiminin kapsamlı değişiklikler istediğini anlatan Bilgin, bankacılara, yasanın bu nedenle uzun olduğunu belirtmiş.
Bankacılar birçok madde hakkında itirazlarını belirtmişler. İtiraz edilen maddelerden biri de Kurul tarafından banka yönetim ve denetim kurullarına gözlemci atanabilmesine imkan veren madde olmuş. Bankacılar bu maddeden şikayet edince Bilgin, ‘Aslında haklısınız, BDDK’nın gönderdiği adam yönetim kuruluna girerse, o yönetim kurulunda bir şey konuşulmaz. Yani zaten pratikte işlemeyecek bir madde’ demiş. Bilgin’in bu maddenin değişmesini isteyeceğini belirttiğini kaydeden bankacılar, ‘Ancak anladığımız kadarıyla Kurum içinde de Bilgin’in bazı sıkıntıları var’ yorumunu yaptılar. Bankacılar, Bilgin’in itiraz ettikleri maddelerin çoğu hakkında kendilerine hak verirken, bazı maddeler için ‘kendisinin bu şekilde hazırlanmasından habersiz olduğu’ izlenimini verecek sözler de ettiğini kaydettiler.
Bankacılar Bilgin’i, itiraz ettiği maddelerden en çok ‘banka yönetim kurullarına iki bağımsız üye atanması’ maddesinde ısrarlı gördüklerini söylediler. Bankacılar, Bilgin’in bu maddeyi de tekrar inceleyeceğini söylediğini ama değiştirmek konusunda fazla istekli görmediklerini, itiraz ettikleri diğer maddelerde yumuşama sinyali aldıklarını kaydettiler. Bilgin, bankacıların itiraz ettiği ‘müfettişlerin BDDK’ya rapor göndermeleri’ konusunda da yine pratikte fazla işlerliği olmayacağını söyledi. Bilgin, banka genel müdürlerinden, taslak ve kurum hakkında eleştilerini başkalarına anlatmayıp, kendisiyle paylaşmalarını da istemiş. ‘Üçüncü kişiler kanalıyla haberleşme’nin yanlış olduğunu kaydeden Bilgin, ‘Bizimle ilgili sıkıntılarınızı başka yerde dile getirmek yerine, doğrudan gelin bana anlatın, oturup karşılıklı konuşur çözeriz. Hepimiz aynı gemideyiz’ demiş. Bankacıların toplantıdan memnun kaldıklarını, yasaya, ‘artık fazla sorun kalmadığı’ gözüyle baktıklarını gözlemledik. Bankacılar daha sonra kendi aralarında konuşmuşlar ve ‘bankaların kendi otoritelerine karşıymış izlenimi yaratılmasının yanlış olacağı’ kanaatine varmışlar.
Bankalarla vakıfların ilişkileri değişiyor
‘FİNANSAL Hizmetler’ adını alan yeni Bankacılık Taslağı’nda, önemli bir değişiklik yer almış. Eski taslakta, ‘Sandıklara ilişkin işlemler’ başlığıyla 61. madde olarak yeralan maddede ‘Bu kanuna tabi kuruluşlarca münhasıran çalışanlarına ait olmak üzere sağlık ve sosyal yardım, emeklilik, ihtiyat ve tasarruf sağlama amaçlarıyla kurulan sandıklara, açıklarının kapatılması için kaynak aktarılamaz, kuruluşun zararına neden olabilecek herhangi bir işlem tesis edilemez’ deniyordu. Yeni taslakta ‘Sandık ve vakıflara ilişkin işlemler’ başlığıyla 60. maddede aynı hüküm, vakıfları da dahil etmek üzere, aynen yer alıyor ama maddenin sonuna ‘Ancak 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20. maddesi kapsamında kurulan sandık ve vakıflar ile yapılan işlemler bu madde sınırlamalarına tabi değildir’ hükmü eklenmiş.
Yani; belirli vakıf ve sandıklarına bazı bankalar yine kaynak aktarmaya devam edecekler. Bu kapsama Tütünbank, Şekerbank, Yapı ve Kredi Bankası, Akbank, Türk Ticaret Bankası, Eximbank, Garanti Bankası, TSKB, İş Bankası, Dışbank, Vakıflar Bankası, Osmanlı Bankası, Pamukbank, Esbank gibi bankaların çalışanlarına ait emekli sandığı vakıfları ile TOBB, Anadolu Sigorta, Doğan Sigorta, Milli Reasürans, Ankara Sigorta, Genel Sigorta, Şeker Sigorta gibi kuruluşların vakıflarının girdiğini tesbit ettik.
Bu vakıflardan bazılarına bankaları kaynak transfer etmiyor ama bazı bankaların vakıfları, o bankaların aynı zamanda ağırlıklı hisselerine sahip durumda. Yani bu maddeyle aslında tüm bankacılık sektörünü ilgilendiren kritik bir değişiklik yapılmış.
Avrupa’nın geleceği için Türkiye’nin büyük önemi var
TÜRKİYE Müteahhitler Birliği(TMB) Başkanı Erdal Eren, geçen cuma günü Berlin’de Avrupa Konut Yapımcıları ve İnşaatçıları Birliği (UEPC) Genel Kurulu’nda bir konuşma yaparak, 17 Aralık sürecinde meslektaşlarından Türkiye’ye destek vermelerini istedi.
Aynı akşam Müteahhitler Birliği UEPC delegelerine bir yemek verdi. Berlin’de sayıları 8’e ulaşan Hasır Restaurant’ta verilen yemekte, Avrupalı müteahhitlere başta kebap olmak üzere Türk mutfağından örnekler sunuldu. Küçük bir müzik grubu, Türk sanat müziğinden örnekler de sundular.
Erdal Eren de yemekte, genel kuruldaki konuşmasına atıfta bulunarak, ‘Türkiye bugüne kadar hep turistik çekiciliği, mutfağı, güneşli sahilleri ve misafirperverliği ile tanındı. Şimdi bir diğer özelliğimiz daha göze çarpıyor: Güven ve vaad. Neden bahsettiğimi AB ile 45 yıllık ilişkimize dayanarak (love story) eminim biliyorsunuz’ dedi.
UEPC Başkanı Gianfranco Pavan da, ‘Avrupa’nın geleceği için Türkiye’nin öneminin büyük’ olduğunu kaydederek, şunları söyledi: ‘Türkiye Atatürk zamanında demokrasiyi ve laik devlet modelini seçmiş bir ülke. Türkiye dini prensipleri ile demokrasinin ölçütlerini kombine etmeyi başarmış bir ülke ve fundemantalizmi, onun kötü şekillerini reddediyor. UEPC de AB’nin kararını bekliyor. Türkiye’nin AB’nin bir parçası olmasını diliyoruz.’
Yazının Devamını Oku 