25 Aralık 2004
<B>SOSYAL </B>güvenlik reformunu oluşturan 4 yasa tasarısından 3’ünün taslağı tamamlanarak, görüş almak için ilgili taraflara gönderildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, taslaklar hakkında 5 Ocak’ta düzenleyeceği geniş kapsamlı toplantıda görüşleri alacak. Daha sonra teknik ekipler kurulup, taslaklara son şekli verilecek ve ocak sonunda TBMM’ye sunulacak.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı, işçi ve işveren kesimlerinin taleplerinin mümkün olduğunca taslağa yansıtılması ve genel bir uzlaşma zemini yaratılması konusunda samimi bir çaba içinde görüyoruz. Bu reformun geleceği açısından bizce çok önemli bir çaba...
Taslaklardan biri ile tüm sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı kurulması öngörülüyor. Bu kurumun oluşumunda ‘vatandaş odaklı’ genel bir anlayışın hakim olduğu gözleniyor. Bu, bizce çağdaş devlet anlayışının bir gereği olarak, diğer kamu kurumlarına da örnek oluşturması gereken bir anlayış.
Bu anlayışın en önemli göstergelerinden biri olarak taslakta, ‘zamanında işlemleri tamamlanmayan işçi ve emeklilere devlet tarafından tazminat ödenmesi" yeralıyor. Yani Sosyal Güvenlik Kurumu işlemler ve hangi sürede sonuçlandırılacağı konusunda önceden süre taahhüdünde bulunacak. Örneğin iş kazası için ya da emeklilik için başvuran bir çalışana yönetmelikle belirlenecek bir süre verilecek. Eğer bu süre içerisinde olumlu ya da olumsuz emeklilik işlemi tamamlanmaz, aylık bağlanmazsa, bu çalışanın gecikmeden ötürü Kurumdan tazminat isteme hakkı doğacak. Bu hak taslakta güvenceye alınıyor.
Taslağın 92. maddesi aynen şöyle:
‘Haklı sebepler olmaksızın, bu kanunda belirtilen teminat, hakediş, iskan ve benzerlerinin alınması için tespit ve işlemlerin, asgari işçilik, iş kazası veya sigortalılık tespitlerinin, ilişiksizlik belgesi verilmesi, aylık ve gelir bağlanması işlemlerinin, yönetmelikte bu işler için belirlenen sürede tamamlanmaması halinde, bu tespit ve alacağa esas miktar için, yürürlükte bulunan kanuni faizin , gecikilen güne oranı kadar miktarı, ilgililere gecikme faizi olarak ödenir.’
Bununla birlikte Sosyal Güvenlik Kurumu ve personeline, zamanında yerine getirilmeyen işlemler için belirli müeyyideler getirilecek. Bir anlamda performans denetimi olan bu müeyyideler, yönetmeliklerle belirlenecek.
KİMLİK NUMARASIZ İŞLEM YOK
Sosyal güvenlik sisteminin oturduğu en önemli ayaklardan biri TC Kimlik numarası olacak. Oluşturulacak veri sistemi ile hem kaçakların takibi, hem hizmetlerin daha sağlıklı verilmesi, hem de sistemin tümünü kapsaması açısından, bu sistem kilit rol oynayacak. Taslakta kamu kurumları, bankalar, özel finans kurumları, ‘yaptıkları işlem, işlemi yaptıran kişilerin bu kanuna göre sigortalı olmalarını gerektiriyorsa, bu kişilerin sigortalılık durumunu kurumun veri tabanından araştırarak, sigortasız kişilerin tescil belgelerini istemekle yükümlü’ olacaklar. Bu yükümlüğü yerine getirmeden işlemi yerine getiren kuruluşlara ise idari para cezası uygulanacak.
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun örgütlenişinde de çağdaş ve işe dönük bir anlayışın kurulmaya çalışıldığı gözleniyor. Kurumun Genel Kurulunda toplam 81 kişi bulunuyor ve bunun 58 kişisi işçi, memur, işveren, esnaf, emeklilerin temsil edildiği sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden oluşuyor. Oluşturulacak Danışma Kuruluna da aktif rol veriliyor ve genel kurul kararlarının yerine getirilmesini takip etmekle görevlendiriyor. Bu kurum bünyesinde yeralan 3 genel müdüre de geniş yetkiler veriliyor.
Kurum üç yıllık bilançolar, faaliyet raporları ve kısa vadeli sigorta kolları için gelecek 10 yıl, uzun vadeli sigorta kolları için ise gelecek 50 yıllık gelir-gider dengesini sigorta kolları itibariyle gösterir aktüeryal hesaplar yapacak ve genel kurul bu hesapları onaylayacak.
Kamu dengesi açısından yeni sosyal güvenlik reformuna ihtiyaç var. Kayıtdışının önlenmesi çabaları ile bütünleşecek bu reform, ülkenin geleceği açısından kritik önem taşıyor.
Yazının Devamını Oku 
23 Aralık 2004
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan</B>, vergi indirimlerini açıkladığı basın toplantısında, sorular üzerine teşvik verilen il sayısının artırılacağını söylemiş. Halbuki uzun zamandan beri Erdoğan’ın sözünü ettiği bu teşvikler tartışılıyor ve bunun yanlışlığı herkes tarafından dile getiriliyordu.
Erdoğan 31 ile verilen teşviklerin genişletilmesini istiyor. Büyük ihtimalle 51 ile bu teşvikler genişletilecek. Bu sayının değişik kriterlere göre artabileceği de tahmin ediliyor.
Verilen teşviklerin 51 ile genişletilmesi halinde, bu bir anlamda Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın organize sanayi bölgelerinde boş olan arazileri tahsis etmeye karar verdiği iller olacak. Yani kalkınmada öncelikli yöreler tanımına uygun bir hale gelmiş olacak.
31 ile teşvik uygulamasına kalkınmada öncelikli iller uygulaması yanlış olduğu varsayımıyla geçilmişti. Dolayısıyla yine aynı standartlara geri dönülmüş olacak.
Sanayi Bakanlığı’ndan sızan bilgilere göre; 51 olan il sayısı birkaç il daha artırılabilirmiş. Ancak çalışmalar bildiğimiz kadarıyla gizli yürütülüyor. Başbakanlık ile Sanayi Bakanlığı arasında evraklar gidip geliyor.
Kapsama girecek iller gizli tutuluyor, çünkü haklı olarak kapsam dışında kalacak olan illerden büyük tepki geliyor. Bütün milletvekillerinin, kendi illerinin kapsama dahil edilmesi için uğraştığı, bu nedenle illerin gizli tutulduğu kaydediliyor.
Başından beri savunduğumuz gibi; illere göre teşvik verirseniz, bu uygulama giderek yaygınlaşır, neredeyse büyükşehir dışındaki tüm illere zaman içinde yaygınlaşır. Öyle olunca da bütün illere teşvik verilmiş olur. Yani teşvikler teşvik olmaktan çıkar...
Adım adım buraya doğru gidiyoruz. Olacağı buydu, çünkü daha önceki teşvik uygulamalarında da bu seyri yaşamıştık...
Peki ne yapılması gerekir denirse, aslında bunun yanıtı uzun zamandır bürokrasi ve iş alemi içinde tartışılıyor. AB hedefi doğrultusunda bir formül bulunması gerektiği, sektörel ve bölgesel teşviklerin gündeme gelmesi kaçınılmaz görülüyor.
Bunun için Türkiye’nin bir sanayi envanterinin çıkartılması gerekiyor. AB ile sektörel bazda girişilecek pazarlıklar için, zaten bu tür bir araştırmaya ihtiyaç var. Bu araştırma sonuçlarına dayanarak hangi sektöre hangi bölgelerde teşvik verileceğinin, ne kadarlık teşvik verileceğinin ortaya çıkması gerekiyor. Bunu yaparken AB kriterleri çerçevesinde kalınması önemli. Ama bundan daha önemlisi Türkiye’nin küresel dünyada, hangi alanlarda rekabet gücü olduğunu, hangi sanayi veya hizmet alanlarında yoğunlaşıp, hangi alanlarda söz sahibi olacağının belirlenmesi gerekiyor.
Aksi takdirde her alanda birden söz sahibi olmanın imkanı yok ve olamaz.
İşte bu nedenle illere göre, her sektörün her yatırımın teşvik edilmesi çağdaş bir uygulama olamaz. Bu yöntemin yanlış olduğunu bakanlar da itiraf ediyor ama Başbakan Tayyip Erdoğan’a söz geçiremediklerini belirtiyorlar. Erdoğan’ın 36 ilde verilen verilen teşviklerin yaygınlaştırılmasıyla, yatırımların canlandırılması ve sorun olan işsizliğin bir nebze olsun önlenebileceğini düşündüğünü ama bunun yanlış olduğunu söylüyorlar.
TOBB başta olmak üzere özel sektör ise sektörlere göre teşviklerin saptanmasından yana.
Bu uygulamanın devamı AKP açısından da sorunlar doğuracak, küskün sayısı artacak ama buna rağmen neden ısrar ediliyor, anlaşılır gibi değil.
Kimsenin şüphesi olmasın ki; mevcut teşvik sistemi işsizlik dahil hiçbir soruna çözüm olamayacağı gibi, Türkiye’nin geleceğini düşünen bir teşvik de değil. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde değiştirilmek zorunda. Bunu önceden görüp biran önce kapsamlı araştırma yapılmaya başlansa iyi olur ama böyle bir hareket de görülmüyor.
Herhalde, yine iş dayatınca yanlıştan döneceğiz...
Yazının Devamını Oku 
21 Aralık 2004
AB kararıyla birlikte Merkez Bankası yönetimi de atağa geçti. Aslında IMF’yle anlaşma yapılacağının açıklanmasının ardından böyle bir hareket gelebilirdi ama 17 Aralık yaklaştığı için AB kararı da beklendi...Piyasalar uzun zamandır bir faiz indirimi beklentisi içindeydi ama Merkez Bankası yönetimi temkinli davranarak, önünü iyice görmek istedi. Dün yapılan 2 puanlık faiz indirimi bazı bankacılar tarafından ‘yeterli olmadığı’ için eleştiriliyor ama bazı bankacılara göre uygun bir hareket oldu. Merkez Bankası’nın faiz indiriminde, yine muhafazakar bir tutum izlediğini görüyoruz. Bunun nedeni ise önümüzdeki yıl çok daha etkinleşmesi gereken enflasyonla mücadele...Merkez Bankası sonunda IMF’nin ısrarlarına dayanamadı ve ‘enflasyon hedeflemesi’ için düğmeye bastı. Gerçi yine 1 yıllık bir geçiş süresi kazandı ama artık enflasyon hedeflemesinden geri adım atılamayacağı da ortaya çıktı.Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesine geçebilmesi için, şeffaflığın artırılması başta olmak üzere, ek birtakım argümanların da devreye girmesi gereği ortada. İşte bu nedenle Para Piyasası Kurulu’nun toplantılarında alınan kararların basına açıklanması yoluna gidilecek. Her ayın 8’inde yapılacak bu toplantıların herkes tarafından dikkatle izlenmesi gerekecek. Yani piyasalar FED toplantıları gibi, Merkez Bankası Para Piyasası Kurulu toplantılarının arkasından yapılacak açıklamaları da, çok detayıyla incelemek zorunda kalacak.Bu açıklamalarla birlikte Merkez Bankası’nın faiz indirme ya da aynı düzeyi devam ettirme yönünde alacağı kararlar ve mutlaka ne yapılacağına ilişkin açıklamaları gelecek. Yani faiz indirimleri bundan sonra daha öngörülebilir, hatta ölçülebilir bir hale gelecek.Aslında Merkez Bankası bu uygulamaya geçerek, taşın altına elini iyice sokmuş olacak. Yani yönetimi açısından, alacağı risk artacak. Bu kaçınılmaz olarak Merkez Bankası’nın bundan sonra, ekonomide diğer karar alıcılar konusunda yapacağı yorumları daha da netleştirmesini beraberinde getirecek. Yani ekonomi yönetiminde ve politikada, hangi noktada nelerin yanlış hatta eksik yapıldığını açık açık kamuoyuna açıklaması gerekecek ki; sonuçta çıkacak olumsuzlukların nedenleri tüm çıplaklığıyla ortaya konabilsin...ABD’DEKİ GİBİABD’de zaman zaman gördüğümüz ‘Hükümet-Merkez Bankası çatışması’, Türkiye’de de bundan sonra kaçınılmaz bir çatışma olacak. Daha doğrusu işin doğasında olan bu çatışma, bundan sonra, daha fazla gözönünde yaşanacak.Belki de Merkez Bankası önümüzdeki dönemde Hükümete daha ağır eleştiriler, yoğun uyarılar yöneltmek zorunda kalacak. Şimdiden Başbakan dahil bakanların ve diğer ekonomi bürokratlarının bu duruma kendilerini alıştırmaları lazım.Enflasyon hedeflemesine geçilmesi isteniyorsa, bu tür eleştirilerin kaçınılmaz olacağının da şimdiden görülmesi, hazmedilmesi gerekecek.Hazırlıklı olunması gereken bir başka nokta ise ‘bundan sonra likiditenin çok sıkışık seyredeceği’ gerçeği. Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, bütün yıl sürecek döviz alım ihalelerinde döviz alıp Türk Lirası verilecek olmasına rağmen, önümüzdeki yıl likidite sıkışıklığı yaşanacağı konusunda şimdiden uyarılarını yaptı. Likidite sıkışıklığının piyasadaki faiz indirimini engelleyecek düzeye gelmemesi için de, yeni uygulamaya koyduğu mekanizmaları anlattı.Belli ki Merkez Bankası enflasyonla mücadele hedefi için likiditeyi rahatlatmayacak. Daha doğrusu likiditenin ‘öldürmeyecek ama fazla canlandırmayacak’ kadar seyretmesini istiyor. Böyle olunca bankaların çok daha hassas nakit yönetimi yapma gereği de ortaya çıkıyor.Açıkca söz edilmese de, yeni açıklanan para ve kur politikalarının getireceği sonuçlardan bazıları bunlar... Hem Merkez Bankası, hem bankalar için işler daha da zorlaşacak.
button
Yazının Devamını Oku 
20 Aralık 2004
<B>IMF’</B>le anlaşma yapılacağının açıklanmasının ardından, 17 Aralık zirvesinden başarıyla çıkılması, piyasalarda bir dizi kararın alınmasını da zorunlu kılacak Merkez Bankası’nın kısa bir süre içerisinde döviz ve faize müdahalesi bekleniyor. Merkez Bankası yönetimi, dün, hafta sonu olmasına rağmen, durum değerlendirmesi için yoğun mesai yaptı. Bir süredir dövizdeki arzı yakından takip edip, bankalardan‘döviz alım ihaleleri’ konusunda nabız tutmaya devam eden Merkez Bankası’nın bugün döviz alım ihaleleri konusunda bir açıklama yapabileceği tahmin ediliyor. Merkez Bankası yetkilileri, bankalardan gelen sinyallerin ‘döviz alım ihaleleri için şartların olgunlaştığına işaret ettiğini’ söylediler. Ancak buna rağmen alım ihalelerine ne zaman başlanacağı konusunda somut bilgi vermekten kaçınıyorlar.
Döviz alım ihaleleri dışında, Merkez Bankası’nın volatilitenin arttığını saptar saptamaz doğrudan döviz alımı yoluyla dövize müdahale edebileceği de tahmin ediliyor. Yani, bugün sabah itibariyle yüklü bir döviz girişi olduğu takdirde, Merkez Bankası piyasaya girip doğrudan alım yapabilir. Yetkililer Cuma günü bir giriş olduğunu hatırlatarak, bugün de yüklü girişle piyasanın açılması halinde bu kez doğrudan alım yapılabileceğini söylediler.
Kısacası; Merkez Bankası’nın döviz arzı fazlalığını dengelemek için bir müdahaleye girişmesi artık kaçınılmaz görülüyor. Bu müdahale hemen bugün de başlayabilir, bir-kaç gün içinde de olabilir. Ayrıca hem dövize doğrudan müdahale hem de döviz alım ihaleleri birlikte olabilir.
Kişisel kanım bugün Merkez Bankası’nın dövize müdahale ile haftaya başlayacağı yönünde. Merkez Bankası bu müdahaleyi daha önceki açıklamalarında olduğu gibi ‘volatilite’ nedeniyle yaptığını açıklayacaktır. Ancak bununla birlikte bugünden itibaren daha da aşağı düşmesi beklenen kurların dengelenmesi de beraberinde gelecektir. Kurların çok yüksek seviyelere gelmesi tabi ki istenmiyor ama böyle bir müdahale, Türkiye’nin dışsatımda rekabet gücünü korumak için de herkes tarafından olumlu karşılanacaktır...
Faiz kararına gelince. Merkez Bankası yönetimi açısından bu daha zor bir karar olacak. Merkez Bankası’nın bugün aynı zamanda bir faiz indirimine gidebileceğini de tahmin ediyoruz. Belki faiz indirimi, oluşan olumlu havanın da etkisiyle kimse tarafından yadırganmaz ama indirimin dozunun ne olacağı merak konusu. Çünkü IMF’le henüz anlaşmanın bitirilmemiş olması, yüksek indirimlerin önündeki bir engel olarak duruyor. Merkez Bankası bu nedenle yine parça parça indirim yoluna gidebilir. Ancak bunun yanında, dövize müdahale ile birlikte yüksek faiz indirimleri yoluyla Merkez Bankası’nın piyasaya şok verebileceğini tahmin edenler de var. Bu arada dövize yapılacak müdahale ya da müdahaleler ile faizde yapılacak indirimin, aynı zamanda Hazine’nin borçlanmasını da rahatlatması üzerinde duruluyor. Şu sıralarda likiditenin dar olması, Hazine’nin ihalelerini zorlaştıran bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Bunun hem alım ihalelerine gelen teklif miktarını, hem de dolayısıyla faiz oranlarını olumsuz etkilediğini belirten Hazine yetkilileri, bir süredir Merkez Bankası’nın piyasadan döviz alıp karşılığında Türk Lirası vermesiyle birlikte likiditenin rahatlatılmasını istiyorlar. Merkez bankası kategorik olarak Hazine’ye yardımcı olma görevi bulunmadığını doğal olarak tekrarlayıp duruyor ama piyasada Hazine faizlerinin düşürülmesi yönündeki baskıyı da üzerinde hissediyor.
Öte yandan Merkez Bankası’nın, daha önce de açıkladığı gibi, döviz rezervlerini güçlendirmek amacı taşıması, dövize doğrudan müdahale ve döviz alım ihalelerinin bir başka argümanını oluşturuyor. Bunun yanında bir de faiz indirimi beklentisi var ki; bu da yerine gelecekmiş gibi gözüküyor.
Merkez, bugün para programı açıklıyor
MERKEZ Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti bugün 2005 yılı para programını açıklayacak. Saat 10’da basın toplantısı ile para programının esaslarını açıklayacak olan Serdengeçti, bugün akşam ise İstanbul’da bankacılarla biraraya gelecek. Banka genel müdürlerine de 2005 para programını açıklayacak olan Serdengeçti, bankacıların sorularını da yanıtlayacak. Bu Merkez Bankası’nın yapması beklenen döviz ve faiz müdahalelerinden ayrı olarak hazırlanmış bir program. Daha önce yazılı olarak yapılan açıklamanın bu yıl yeni bir dönem olması nedeniyle basın toplantısı ile açıklanması uygun görüldü. Bu para programının açıklanması piyasaların çok hareketli olacağı bir güne denk geldi. AB kararının piyasalarda yaratacağı hava ve bu havayla açılacak olan piyasalarda dövize müdahale ve alım ihaleleri açıklamaları gelebilir. Yanısıra sabah saatlerinde belki de hem müdahale hem de faiz indirim kararı birlikte açıklanabilir. Eğer bunlar da olursa Serdengeçti’nin yapacağı toplantıda ister istemez bu unsurlar öne çıkar. Bu kararlar bugün açıklanmasa bile, en geç bu hafta içinde gerçekleşmesi bekleniyor. Dolayısıyla faiz ve döviz müdahaleleri olmasa da, bunların ipuçlarının ortaya çıkması açısından, Serdengeçti’nin toplantısı hem basın hem de bankacılar için çok önemli hale geliyor.
İşalemi teşvik için hükümeti doldurmamalı
İŞ aleminin AB hedefi doğrultusunda şimdiye kadar iyi bir sınav verdiğini söyleyebiliriz. Ancak bu sınavın devam ettiğinin de unutulmaması gerekiyor.
İşaleminin bir süredir özellikle teşvikler konusunda taleplerini artırdıkları gözleniyor. Yatırımların canlandırılması için aceleci davranan işaleminin, AB’den çıkan olumlu kararı da bahane ederek, önümüzdeki günlerde bu yöndeki taleplerini daha da artıracağı konusunda ipuçlarını şimdiden almaya başladık.
Bizce bu tarihi bir yanlış olur. Bütün işalemine 1994 yılındaki krizden sonraki gelişmeleri hatırlatmakta yarar görüyoruz. Kriz sonrası alınan tedbirler daha henüz sonuçları vermeye başlamıştı ki, Başbakan Tansu Çiller TOBB’da bir toplantı yapıp, alınan tedbirlerden geri dönüşü hazırlayan kararlara, işaleminin baskısıyla imza attı. Sonunda ekonomi yine bozuldu ve borçlarının ödenemez hale gelmesiyle 2000 programı uygulamaya konmak zorunda kaldı. Ve 1994’deki bu hatanın birikmiş sonuçlarını yaşadığımız 2000 ve 2001 krizlerinde yaşadık.
Hala belimizi doğrultamadığımızı, bu hale düşmemizde 1994’de işaleminin baskısıyla basiretsiz davranma yolunu seçen iktidarın davranışını, herkesin hatırlaması lazım. Politikacılar her ne kadar,’ayağımız yere basmaya devam edecek’ deseler de, disiplini bozma konusunda her zaman teşnedirler. Yani zaten politikacılar popülizme kaymaya hazırken, bir de işaleminin baskısı olursa, bu yola yeniden sapabilirler...
Kısacası, mali disiplinin bozulmaması gerekiyor. Başbakanını zaten yatırımların açılması için, teşvikleri artırmak için IMF’den taviz istediğini biliyoruz. Mali disiplin konusunda şimdiye kadar sağduyulu davranan, kısa vadeli çıkarlarını arkaya itip, programa sadık kalınmasını savunan işaleminin bu görevi henüz bitmiş değil.
AB’den tarih alınması elbette büyük başarı ama bu çok büyük bir zafermiş zannedilmesin.. Müzakerelere katılan diplomatların çoğunun da söylediği gibi, ‘bu ancak bir zaman kazanma hareketi’ oldu. Yani iş bitmiş değil. İşaleminin, medyanın temkini elden bırakmaması gerekiyor. İşalemi ve medya bu işi fazlaca abartıp, ‘iş bitmiş’ gibi davranırsa, iktidarın hata yapma riskini de artırırlar. Halbuki şimdi çok daha hassas ve temkinli olma zamanı.
Yazının Devamını Oku 
18 Aralık 2004
BRÜKSELSON iki gündür Brüksel’de yaşananlar, AB’den müzakere tarihi alınsa da, IMF’yle anlaşma olsa da, ekonominin stresten uzak kalamayacağının bir işareti idi.İki gündür yaşanan stres atakları ve gel-git’ler, böyle dönemlerin zaman zaman tekrarlanacağını da gösteriyordu. Conrad Otel’de sürekli volta atan politikacılardan gazetecilere kadar, herkeste birden surat ifadeleri neredeyse yarım saatte bir değişiyor, tam ‘kalkıp gidiyoruz’ derken, yeniden bir umut ışığı doğduğu kulislere yayılıyordu. Bu durumu yorumlayan bir AB uzmanı, ‘Bu olaylar bize gösterdi ki; bundan sonra bu tür stresli pazarlıklara hazır olunmalı, çünkü AB’de işler böyle yürüyor’ diyordu. Gerçekten de Brüksel’de işlerin böyle yürüdüğü şimdi açıkça görüldü. Bu daha önceki müzakerelerde, zirvelerde de görülmüştü ama 17 Aralık tarihi, stres derecesi açısından da pik noktasıydı...Gazeteciler Ankara ve İstanbul’la sürekli telefon konuşmaları yapıyor ve gazete bürolarından ‘Biz de maç gibi gelişmeleri televizyonlardan izliyoruz’ yanıtı alıyorlardı.Televizyondaki bilgiç bilgiç yapılan ve tüm detaylara sahipmiş gibi verilen izlenimlere bakıp aldanmamak gerekiyor. Pazarlıkların tüm detayları, şu aşamada kimse tarafından bilinmiyor, zaten bilinmesine de imkan yok. Bu süreçte politikacıların ve diplomatların ara ara verdikleri bilgiler ise ışık hızıyla yayılıp, hemen insanların suratlarına yansıyordu. Türk diplomatların bilgi sızdırmaları ise daha çok Rum ve Yunan gazetecilerine sızdırılan haberlerden sonra, bu sızdırmaların pazarlıkları etkilediği görüldükten sonra gerçekleşiyordu...Dolayısıyla 17 Aralık zirvesinden çıkarılacak bir başka sonuç da, devletin basın ve halkla ilişkiler alanında da daha aktif bir politika izlemesi gereği idi. Çünkü belli ki bundan sonra böyle müzakereler çok olacak ve medya yoluyla etkileşimin derecesi hayli fazla olacak. Bu ise bir yandan süren müzakereleri anında etkileyebiliyor. Yani müzakereler sırasında bile adım adım medya hareketleri izlenmek ve etkileri ölçülmek zorunda...Brüksel’de yaşananlar ise bir barometre gibi iç piyasaları etkilemeye devam ediyordu. Örneğin, Conrad Otel’deki az sayıda bankacıdan, morallerin en bozuk olduğu anda gelen ‘yabancılar hisse senedi almaya başlamış’ sözü, yeniden telefonların açılmasına, müzakerelerde bir değişiklik olup olmadığının acil olarak diplomatlara sorulmasına neden oluyordu...ALIŞMAMIZ GEREKİRDemek istediğim o ki; bütün yönleriyle hepsi birbirinin içinde bir süreç ve bundan sonra bu süreçleri zaman zaman yaşamaya alışmamız gerekiyor.Daha önce IMF’nin 3 ayda bir ‘gözden geçirme’ dönemlerine endeksli bir ekonomimiz vardı. Şimdi bir yandan bu gözden geçirmeler devam ederken, bir yandan da AB’yle ekonomik ve siyasi müzakere tarihlerinin yaratacağı streslere, verilecek tarihlerin yaratacağı stresli süreçlere de hazırlıklı olmak zorundayız.Bu da doğal olarak, hata yapma lüksünün tümüyle yitirilmesine de neden oluyor.
button
Yazının Devamını Oku 
16 Aralık 2004
<B>UZUN</B> zamandır konuşulan ama bir türlü gerçekleştirilemeyen, <B>‘kamunun ilaç alımındaki tasarruf’</B> nihayet sağlandı. İlaç fiyatlarında yüzde 14.5’lik indirim gerçekleşirken, kamu harcamalarında bu yolla yapılacak tasarrufun tutarı 1 katrilyon liranın biraz üzerinde hesaplanıyor.
Alınan bu karar karşılığında eczacılar ve ilaçcıların kazanımı, bütün sigortalıların SSK hastahanelerindeki eczanelerin yanısıra, tüm eczanelere sigortalılara satış imkanının tanınması oldu. Sigortalılar hastahanelerde uzun ilaç kuyruklarında beklemekten kurtulurken, daha ucuza ilaç alacakları için hem sigortalıların hem de devletin faturasında düşüş olacak.
Bu başarıda en önemli payın, ‘bu olayda kamu kuruluşlarının koordinasyon içinde çalışmalarında’ olduğunu gördük. Dinlediğimiz hikayeye göre, daha önce denenip başarılamayan ilaç fiyatlarının indirimi için son olarak 6 ay önce yeniden düğmeye basılmış. Bu kez ciddi olunduğunu göstermek için toplantılara 4 bakan birden katılmış. Daha sonra ilaçcılar ve eczacılar ile yapılan pazarlıklarda,yine her gerekli görülen durumda bu 4 bakan biraraya gelip, gerekli tavırları eşgüdüm içinde vermişler.
Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu’nun başı çekmesiyle, Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan sürekli bu konunun peşinde olmuşlar ve ihtiyaç duyulan zamanlarda gerekli tavrı göstermişler. Yani ilaçcılar ve eczacılara karşı devlet yönetimi müzakerelerde ‘tek ses’ vermiş.
İşin teknik yönden koordinasyon görevi Çalışma Bakanının isteği ve diğer bakanların kabulü ile Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Vekili Tuncay Teksöz’e verilmiş. Bir komite kurulmuş ve bu komitede gerçekten kendi yönlerinden işlerini bilen yöneticiler yer almış. Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sebahattin Aydın, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı Birol Aydemir, Hazine Müsteşar Yardımcısı Burhanettin Aktaş, Maliye Bakanlığı Bütçe-Mali Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Hayati Gökçe, bu komitede yeralmış.
Ekip düzenli toplantıların yansıra gerektiğinde birbiriyle haberleşip, bu ilgili 4 kurumun, Teksöz sözcülüğünde, tek bir ses çıkarmasını sağlamış.
Böyle olunca da başarı gelmiş...
SIRA REFORMDA
Önceki gün saat 14.00’de yapılan toplantıda bu ilaç indirimi açıklanırken, yarım saat öncesine kadar yani 13.30’a kadar pazarlıklar devam etmiş. Piyasanın yüzde 52’sine sahip Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği, son dakikada uzlaşılan kurum olmuş.
Pazarlıklarda karşı tarafta ise Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği Başkanı Başkanı Altan Demirdere, İlaç İşverenleri Sendikası Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Türkiye İlaç Sanayicileri Derneği Başkanı Cengiz Celayir ve Türk Eczacılar Birliği Başkanı Mehmet Domaç varmış ve uzun süren müzakereler sonunda bir ortak yol bulunabilmiş.
Pazarlıklar doğal olarak çok çetin geçmiş. Ancak sonunda gelinen nokta her açıdan tatmin edici bulunuyor.
Bu olayın gösterdiği bir başka gerçek; kamu yönetiminde herkesin işi kendine yontmayıp, tek bir hedefe kilitlenip, ortak ve eşgüdümlü hareket edince, işlerin gerçekleştirilebileceği...
Uzun süredir hem iç hem dış çevrelerde ‘AKP Hükümetinin artık reform yapamaz hale geldiği’ konuşulmaya başladı. Bunun en önemli sebeplerinden birini, bakanların kendi koltuklarını güçlendirip, her işe al atma eğilimine girmeleri olduğunu herkes görüyor. Aslında Başbakanın yakındığı ‘bürokrasi’ de, bakanların tavrına göre çalışıyor...
Şimdi yapılacak çok iş var... Örneğin sosyal güvenlik reformu için çok çetin bir yol var. 4 yasa gelecek ve sosyal güvenlikte başlayan reformun ikinci ayağı gerçekleştirilecek.
Bunun devlet yararına, kamu dengeleri yararına olduğunu herkes görüyor ama herkes işi kendine yontmaya devam ederse, bu işin başarılamayacağı da ortada. Şimdi bu eşgüdümün sosyal güvenlik reformunda da devam ettirilmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
14 Aralık 2004
<B>IMF</B>’yle yapılan görüşmeler konusunda dün öğlen saatlerine kadar bir ses çıkmadı. İstanbul’da IMF Heyeti’yle görüşen yetkililerle konuştuğumuzda, IMF Heyeti’nin 14 Aralık’ta Washington’a geri dönüş planları bulunduğu öğrendik. Yani IMF Heyeti normal şartlarda bugün ABD’ye geri dönecekti. Ancak dün öğlen saatlerine kadar Heyet’in geri dönüşü konusunda resmi bir açıklama yapılmadı.
Ankara’da kulislere sızan haberlere göre müzakereler özellikle de Bankacılık Yasası ve Gelir İdaresi ile ilgili taslaklar üzerinde yapılan müzakereler, dün itibariyle bitmiş değildi. Son olarak murakıpların yetkileriyle ilgili maddelerde IMF’yle BDDK arasında ‘al gülüm-ver gülüm’ pazarlığının başladığı, IMF’nin bazı temel isteklerinin taslağa eklenmesi halinde, BDDK yönetiminin murakıplar lehine istediği bazı unsurları kabul etme eğilimine girdiği söyleniyor. Aynı şekilde Gelir İdaresi’nin bağımsızlığı ve hesap uzmanlarının durumuna ilişkin olarak da benzer bir sürecin yaşandığı kaydedildi.
Bu pazarlığın son aşamasının bugünlerde bitmesi bekleniyor.
Bilgi veren yetkililer, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın dünkü Bakanlar Kurulu toplantısında IMF’yle müzakereler hakkında bilgi verdiğini söylediler. Ancak detaylar konusunda bir bilgi verilmedi.
Bunun yanısıra dün akşam saatlerinde AKP’nin parti toplantısı da vardı. AB ile ilişkilerin yanısıra IMF’yle ilişkilerin de parti toplantısında gündeme gelebileceği kaydedildi.
Kısacası; bir yandan AB’de son noktaya gelinirken, öte yandan da IMF’yle ilişkilerin ne olacağına ilişkin somut gelişmeleri de artık beklemeye başladık. Bizce hata yapıldı; AB ile IMF süreci biraraya getirilerek, Hükümetin ekonomik program konusunda kararlılığı hakkında şüpheler doğmasına neden olundu ama artık sonuna da gelindi. Bugün olmazsa bile IMF Heyeti bu hafta içerisinde Ankara’dan ayrılır. Ankara’dan ayrılırken de büyük ihtimalle Devlet Bakanı Ali Babacan ve IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam ortak basın toplantısı yapıp, görüşmeler hakkında bilgi verirler.
Piyasadaki beklenti bu basın toplantısında, ‘Yeni stand-by anlaşması konusunda Heyet’le uzlaşmaya varıldığı’ şeklinde olur.
EDELMAN’LA IMF KONUŞMASI
Bu sürecin tamamlanması yani yeni programın uygulamaya girmesi için ise IMF İcra Kurulu’nun toplanıp bu anlaşmayı kabul etmesi gerekecek. Bu hafta içerisinde Niyet Mektubu’nun imzalanıp IMF’ye gönderilmesi halinde, Noel tatili öncesi İcra Kurulu’nun toplanabilmesi mümkün olabilir. Niyet Mektubu’nun gönderilmesinin önümüzdeki haftaya sarkması halinde ise yeni anlaşmanın onayının büyük ihtimalle yeni yıla kalacağını şimdiden söyleyebiliriz. Zaten eski anlaşma da 2005 Şubat’ta bitiyordu...
Anlaşmada kritik konulardan birini 3 yıllık stand-by anlaşması karşılığında IMF’nin taahhüt edeceği finansman olacak. Bu üç yılda IMF’ye yapacağımız geri ödemelerin ne kadarının yeniden finansmanla karşılanacağı, piyasaların da merakla beklediği bir konu.
Bununla birlikte dün akşam saatlerinde Başbakan Tayyip Erdoğan uzun bir aradan sonra, ilk kez ABD Büyükelçisi Eric Edelman ile görüştü. Uzun zamandır Başbakan’ın Edelman’ı kabul etmediği söyleniyordu, bu ne kadar doğru bilmiyoruz ama bu görüşme IMF Heyeti’nin temaslarının bitimine denk geldiği için bizce ayrı bir önem taşıyor.
Tahminimiz o ki; Bakanlar Kurulu’nda görüşülen IMF ilişkileri, bir biçimde ABD Büyükelçisi ile yapılan toplantıda da gündeme geldi. ABD’nin IMF’de ne kadar etkili olduğu gözönünde tutulursa, bu kaçınılmaz gibi görülüyor.
Peki, Başbakan IMF’yle ilgili büyükelçiden ne istemiş olabilir, derseniz, somut olarak bilmiyoruz ama gündeme getirdiğini de tahmin ediyoruz. Başbakan’ın finansmanın artırılması için yardım isteyeceğini tahmin etmiyoruz ama bir şey isteyeceği de kesin...
Umarız bu istekler yine kararlılığı gölge düşürecek yeni bir istek olmaz...
Yazının Devamını Oku 
13 Aralık 2004
‘<B>17 Aralık patırtısı’</B> içinde bazı önemli ziyaretler gözden kaçabiliyor. Geçen hafta sessiz sedasız gerçekleştirilen bir ziyaret de, AB Komisyonu uzmanlarının yaptığı ziyaretti. AB Komisyonu’nun Bankacılık ve Finans Grubu uzmanları, yaklaşık 1 hafta İstanbul ve Ankara’da temaslar yapıp, Brüksel’e geri döndüler.
AB Komisyonu ‘nun Türkiye ile, belki de tarama sürecinde kullanılmak üzere, bir dizi ekonomik temasa hazırlandığını öğrendik. İşte Bankacılık ve Finans Grubu uzmanlarının ziyareti de, daha sonra yapacakları kapsamlı inceleme için hazırlık niteliği taşıyordu. AB uzmanları yeni yılın ilk aylarında gelerek kapsamlı bir bankacılık analizi yapmak için resmi ve özel görüşmeler yapacaklarını söyleyip, bu kez sadece sivil yetkililer ile görüşmelerle yetindiler ve bankacılığın nabzını tutmak istediler.
Geçen hafta bu uzmanlarla konuşan bir yetkili, resmi yetkililerle görüşmemelerinin nedeninin, Türkiye’nin bankacılık sistem hakkında bilgi alıp soru oluşturmak olduğunu kaydettiler. Yani oluşturacakları soruları, daha sonra resmi otoritelerle yapacakları temaslarda ekonomi yönetimine ve hükümete iletecekler. Aynı yetkili AB bankacılık ve finans uzmanlarının sorularının, ekonomi yönetiminin yanıt vermekte zorlanabileceği, ‘hayli kazık sorular’ olduğunun da altını çizdi.
Ayrıca AB uzmanlarının Türk bankacılık sisteminin geleceğinin AB’den tarih alma ve IMF’le yeni anlaşma gibi gelişmelerden nasıl etkileneceğini, bunlar olmadığı takdirde ne olacağını da sorguladıkları gözlendi. Yetkililer, AB Komisyonunun yapacağı teftiş öncesi gerçekleştirilen bu öngörüşmelerin bir nedeninin de Avrupa’daki bankaların Türkiye’de sektörle ilgilenmeye başlaması olabileceğini, dolayısıyla büyük Avrupa bankalarının sistemi makro olarak incelemesini, AB Komisyonundan istemiş olabileceğini de söylediler.
Gerçekten de AB uzmanlarının, tarafsız kişilerden nabız yoklayıp, soru oluşturmak için özel sektörden bazı yetkililere yönelttiği sorular, bankacılık otoritesinin işinin hayli zor olacağını gösteriyor. Öğrendiğimiz kadarıyla AB uzmanlarının sorularından bazıları, şöyle:
- AB’den tarih alınamazsa ekonominin ve bankacılığın geleceği ne olur, tehlikeye girer mi?
-IMF’le anlaşma olmazsa bankacılık sisteminin geleceği ne olur?
- Sistemik risk söz konusu mu?
-Bankacılık sistemi 2001 krizinden bu yana ne kadar güçlendi, krizlere daha dayanıklı hale geldi mi, hala sorunlu banka var mı?
-BDDK’ya atamalar nasıl yapılıyor, siyasi etkilerden uzak çalışabiliyor mu?
-Hükümet gerçekten, kamu bankalarının özelleştirilmesinde samimi mi?
-Kamu bankalarına atamalar nasıl yapılıyor? Siyasi kişiler atanıyor mu?
-Kamu bankalarının özel bankalara karşı haksız rekabeti söz konusu mu?
-Uygulamada yerli-yabancı banka ayrımı yapılıyor mu?
Babacan ve Moghadam son noktayı koyacak
IMF’le anlaşmanın ne zaman kesinleşeceği, piyasalarda yanıtı beklenen, 17 Aralık’tan sonraki en önemli soru. Bu hafta içerisinde belli ki piyasalarda bu beklentiler alınıp satılacak. Piyasalarda genel hava, geçen hafta bir ara bozulsa da, yine 17 Aralık’ta müzakere tarihi alınacağı, yani olumlu sonuç çıkacağı yönünde. Aynı şekilde IMF’le de, gecikmeli de olsa, yeni bir anlaşma yapılacağını kesin gözüyle bakılıyor.
Buna rağmen ‘17 Aralık Haftası’ denilen, kritik bir haftaya girdik. Piyasalarda bu beklentiler ve buna dönük haberler nedeniyle, aşağı yukarı oynamalar kaçınılmaz görülüyor. Bu haftanın ardından ise çeşitli olasılıklara göre çok değişik senaryolar, şimdiden yazılmaya başladı...
Peki, IMF’le müzakereler nasıl gidiyor?
Duyumlarımıza göre hala pazarlık konusu yapılan maddeler var. IMF’in bankacılık yasasına yeniden ‘fona alınma maddesi ‘ koydurttuğunu biliyoruz ama aynı yasada bankalar yeminli murakıplarının görev alanları ile ilgili IMF’in isteklerine, BDDK yönetiminin hala karşı çıktığını, tartışmaların sürdüğünü de biliyoruz.
Aynı şekilde Gelir İdaresinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin tasarıya da IMF’in itirazları var. Burada sadece bürokrasinin değil, Maliye Bakanının da direnişiyle karşı karşıyalar.
Dolayısıyla bu anlaşmazlıkların çözülmesi için en az bir-iki güne daha ihtiyaç var. Babacan’ın bugün IMF’le yeniden masaya oturup son durumu gözden geçirmesi gerekecek. Daha sonra ilgili bürokratlar ve bakanlarla konuşulup, nerede hangi değişikliklerin yapılabileceği, IMF’in nereye kadar ikna edildiği kendilerine iletilip, değişiklikler için onay istenecek.
Yani son noktayı Babacan ile IMF Türkiye Masası Şefi Moghadam koyacak.
Bu kez tabi ki niyet mektubunun imzalanmasıyla iş bitmiyor. Normal bir gözden geçirme olmadığı, yeni 3 yıllık bir anlaşma olacağı için IMF yönetiminin bu anlaşmayı çok daha sıkı incelemesi, tartışması gerekecek. Yani anlaşmanın yürürlüğe girmesi yeni yıla sarkabilir.
Ama önemli olan 17 Aralık’a kadar ‘anlaşma sağlandığı’ nın ve niyet mektubunun gönderildiğinin açıklanması. Bu bile 17 Aralık sonrasına kalırsa, belki çok büyük çalkalanmalar olmaz ama , ileriye dönük işler zorlaşır.
IMF ile ilgili bir-iki güne kadar açıklama bekleniyor
IMF’le görüşmeler hala devam ediyor. AB’nin müzakere için kararının beklendiği 17 Aralık Zirvesi ile IMF anlaşması arasında ister istemez bir bağlantı doğdu. Bankacılar, bu bağlantının iyi olmadığını, tarih alınsa da alınmasa da IMF’le anlaşmanın bundan bağımsız, zorunlu olduğunu, ancak şimdi IMF’le yapılacak anlaşmanın mutlaka AB ile ilgisinin kurulacağını söylediler. Bir bankacı, 17 Aralık’ta tarih alınması halinde, ‘AB istedi de IMF’le anlaşma yapıldı’ imajının çıkabileceğini söylerken, ‘17 Aralık’ta tarih alınmazsa bu kez de ‘işte aslında yapmayacaklardı da, tarih alınmayınca zor durumda kalındığı için IMF’le anlaşma yaptılar’ imajı doğacak’ dedi.
IMF’le ilişkilerin nasıl gittiği, ne zaman anlaşma sağlanacağı konusunda yetkililerden hala bir ses çıkmadığını kaydeden başka bir bankacı, önümüzdeki hafta içerisinde mutlaka IMF’le anlaşmanın akibeti konusunda bir açıklama beklediklerini söyledi.
IMF’le ilişkileri götüren Devlet Bakanı Ali Babacan’dan hiç ses çıkmazken, Babacan 3-4 gündür Büyük Ortadoğu Projesi’nin tartışıldığı toplantılara katılmak üzere Fas’ta bulunuyor.
Babacan’ın dün gece yarısı geç saatlerde Ankara’da olması bekleniyordu.
Hazine yetkilileri ise IMF’in geri dönüş tarihi, anlaşmanın ne zaman sağlanacağı konusundaki sorulara, ‘kesinleşmiş bir tarih bulunmadığı’ yanıtını veriyorlar.
Kısacası; ekonomi yönetimi stratejik bir hata yaparak, kamuoyuna ‘AB’den tarih almakla IMF’le anlaşma yapılmasının arasında büyük bir bağ bulunduğu’ izlenimini verdi. Yani, iç ve dış piyasalarda, ‘Aslında bu anlaşmayı yapmak istemiyor ama zorunlu olduğu için yapıyor’ izlenimi doğdu. Bu da ekonomi yönetiminin ve hükümetin ekonomik istikrar konusundaki kararlılığı için, haklı olarak şüphelerin doğmasına neden oluyor.
IMF’le anlaşmaya karar verilmesinin üzerinden 7-8 ay geçtiğini, IMF’le anlaşmanın 17 Ekim’de kesinleştirilmesinin beklendiğini kaydeden bir bankacı, ‘Yani nereden bakarsanız IMF’le anlaşma yapılması 2 ay gecikti’ dedi. Bu gecikmenin ise sağlıklı bir şekilde yorumlanmasının mümkün olmadığını, sözlerine ekleyen bankacı, ‘İnsanlar yakında Şubat’ta eski anlaşmanın bittiğini hatırlarlarsa ne olacak?’
Yazının Devamını Oku 