Erdal Sağlam

Hesap Uzmanları: Kamu yararını önde tutuyoruz

9 Aralık 2004
<B>MALİYE </B>Hesap Uzmanları Vakfı Yönetim Kurulu imzasıyla bir mektup aldık. 2 Aralık’taki yazımızda bu Vakfın üyelerine gönderdiği, ‘Gelir İdaresi Yasa Tasarısı'nın eleştirilmemesi’nin istendiğini yazmış, bu çerçevede sadece Hesap Uzmanları'nın değil, tüm denetim kurullarının çalışmasıyla ilgili yanlış bulduğumuz noktaları sıralamıştık. Gönderilen mektupta bu yazımıza karşı Vakfın ‘zorunlu gördüğü’ açıklama şöyle:

‘60 yıllık mazisi olan Hesap Uzmanları Kurulu bünyesinde özenle seçilen ve meslekó konularda verilen özel eğitimle seçkin bir kişilik kazanan Hesap Uzmanları, kamudaki görevlerini ülke menfaatleri bilinci içinde, yüksek moral değerlerini geçmişten geleceğe taşımanın sorumluluğu ile ve çağdaş bilimsel verilerin ışığı altında tam bir bağımsızlık, tarafsızlık ve liyakatla sürdürmektedir. Taşımakta olduğu nitelikler nedeniyle kamu ve özel sektörün üst yönetici kadroları için kaynak oluşturan Hesap Uzmanları camiası nerede hizmet ederse etsin, hangi görevde bulunursa bulunsun, Ülke yararını her türlü yararın üstünde tutan bir anlayışa sahiptir. Sahip oldukları üstün nitelik ve bilgi birikimleri ile Hesap Uzmanları her zaman iş arayan değil aranılan konumunda olmuşlardır.

Kamuda ve özel sektörde görev alan bütün Hesap Uzmanları'nı bünyesinde barındıran Maliye Hesap Uzmanları Vakfı mensuplarının sağlık, sosyal, eğitsel ve kültürel gereksinimlerinin karşılanması için çaba gösterme yanında bilimsel araştırmaları özendirmek için yarışmalar ve toplantılar düzenlemekte ve yayın faaliyetinde bulunmakta, bu çerçevede genel kabul gören görüşleri mensuplarına duyurmaktadır. Vakfın bu faaliyetleri dışında yazınızda belirtildiği şekilde mensuplarının yararlarını kamu yararı üzerinde tutacak bir faaliyette bulunması kesinlikle söz konusu değildir.

Yapılan bilimsel araştırmaların, doğru ve yararlı bulguların karar alma mekanizmasını etkilemesi, karar alıcılar tarafından dikkate alınması çağdaş yönetim anlayışının gereğidir. Bu çerçevede camiamız mensuplarının yapmış ve yapmakta oldukları araştırma ve inceleme sonuçlarında ortaya konulan doğrular eğer karar mekanizmalarını etkilemekte ise bundan herkesin mutluluk duyması gerekmektedir. Bu yapı ve anlayış içinde zorunlu kaldığı durumlar dışında hiçbir tartışmaya girmemeye özen gösteren camiamız aynı özen ve dikkati herkesin göstermesini dilemektedir.’

MALİYE TEFTİŞ 125 YAŞINDA

Hesap Uzmanları Vakfı’nın yanıtı aynen böyle. Daha önce Bankalar Yeminli Murakıpları'nın yazılarımıza karşı, çoğu pek de şık olmayan, e-mail’lerini almıştık.

Önceki gün de Maliye Teftiş Kurulu’nun 125. kuruluş yılı kutlamalarındaydık ve bu kez de maliye müfettişlerinin yazılarımıza karşı sitemlerini dinledik.

Bizim söylediğimiz şu ki; mevcut teftiş ve denetim sistemi, ihtiyaç olduğu için zamanında oluşturulup büyük hizmetlerde bulunan denetim kurulları, artık kendilerini yenilemek zorunda. Hem kurulların alışkanlıkları, hem çalışma şekilleri eskiye göre dizayn edilmiş ve yenilenmeleri lazım. Herşeyden önce devletçi yapı ihtiyaçlarına göre kuruldukları ve aynı yapıları sürdürdükleri için, piyasa ekonomisinin işleyişini zorlaştırmaya başladılar. Ayrıca kendilerini zaman içinde yenilemeyip, içlerindeki çürükleri temizleyemedikleri için bütün kurulların imajı yıpranmış durumda.

Herkesin oturup, denetim sistemini yenilemek için görüşlerini ortaya koyması lazım. Bunu yaparken eski alışkanlıkları sürdürüp, herkes kendi yetkisini korumaya çalışır ve rasyonel sistem kurma arayışından uzaklaşırsa, yine bir şey çıkmaz. Bütün kurullar kendi grup çıkarları yerine ülke çıkarları için, ne yapılması gerektiğini samimi olarak ortaya koymazlarsa, birileri gelip statükolarını bozar. Çünkü mevcut sistem değişmek zorunda ve bu bir ihtiyaç.

Aksi takdirde IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar gelir, detaylı bilmedikleri sistemi düzeltmek için bir şeyler önerirler. Biz kendimiz yapmazsak olacağı buydu, şimdi bu oluyor.

Maliye Teftiş gecesinde sohbet ettiğimiz genç müfettişleri de ‘piyasa ekonomisine uyum için yenilenme’ ihtiyacı içinde gördük. Umarız, yenilenmede bu yazılarımızın katkısı olur...
Yazının Devamını Oku

Bono vergisinde istikrar korundu

7 Aralık 2004
<B>TÜRKİYE </B>hálá çok yüksek miktarlarda borçlanan bir ülke. Bu borcun büyük bölümünü de hala içerde gerçekleştiriyor. Yani içborçlanma hálá hassas bir denge üzerinde gidiyor. Bu hassas dengenin devam etmesine rağmen, 2005 yılında uygulanacak tahvil-bono vergilerine ilişkin, düne kadar somut bir açıklama yapılmamıştı. Açıklama dün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısı öncesinde geldi.

Öğrendiğimize göre bakanlar basınla ilgili bürokratlarına dün sabah, hiç programda yokken, birlikte basın toplantısı yapacaklarını, Plan Bütçe Komisyonu toplantısı başlamadan önce basının bu açıklamaya davet edilmesini istemişler. Yani piyasaların bu yöndeki talebine kulak verip, biran önce açıklama yolunu seçtiler. Biraz geç de kalınsa, olumlu bir adım...

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın açıklamalarına bakıldığında, ekonomi yönetiminin hassas bono-tahvil borçlanmasının vergilemesinde, istikrarı seçtiği gözleniyor. Yani piyasaları ürkütmeden, gereksiz yere borçlanmayı tehlikeye atmadan, mevcut konumu sürdürme yolunu seçmişler.

Bakanlar devlet tahvili, hazine bonosu ve diğer menkul kıymet iradı gelirlerinin vergilendirilmesinde 2005 yılında da mevcut sistemin geçerli olacağını söylediler. 2006 yılı başından itibaren ise stopaj yoluyla vergilendirme yolunun seçileceğini, ancak uygulanacak stopaj oranının şimdiden belli olmadığını kaydetmişler. Buna karşılık 2006 yılı başından itibaren ihraç edilecek menkul kıymetlere uygulanacak stopaj oranının da yakında açıklanmasına çalışacaklarını kaydetmişler.

Bizce dün, çok geç olmadan yapılan, 2005 vergilerine ilişkin açıklamanın yanısıra, 2006 yılı başından itibaren uygulanacak sistemin de tüm detaylarıyla açıklanması çok olumlu bir adım olacaktır. Öyle ya da böyle, bir sistemin seçilmesi ve önceden bunun açıklanması, piyasaların önünü görmesi ve hesap yapması açısından olumlu bir gelişme.

KAYITDIŞI İLE MÜCADELE

Maliye Bakanı, 2006 yılı başından itibaren geçilecek sistemle, Vergi Konseyi’nin öngördüğü gibi, tüm menkul kıymetlerden aynı oranda stopaj kesileceğini, vergilemenin banka ve aracı kurumlar tarafından menkul kıymetin alım-satım bedeli arasındaki fark üzerinden yapılacağını, kaynaktan kesme sistemiyle basit uygulaması olan bir vergilemeye geçileceğini ve bu şekilde vergilenen gelirler için ayrıca beyanname verilmeyeceğini söylemiş. Bu arada bakanların ‘geçmişe dönük herhangi bir vergileme yapılmayacağı’ yolunda garanti verdikleri de gözlendi.

Öyle ya da böyle, bu açıklamaların yapılması olumlu ama 2006 yılından itibaren beyanname sistemine geçilmesi, bizce, bir çok sakıncayı da beraberinde getirecek. Bazı Maliye yetkilileri ‘2005’te mevcut sistemi koruyalım ama artık 2006’dan itibaren beyanname sistemine dönmemiz lazım’ diyorlardı ama belli oluyor ki; bakana bu görüşlerini kabul ettirememişler. Belki piyasalar bu haberle rahatlayacak ama önümüzdeki dönem artık zorunlu hale gelen kayıtdışı ile mücadele ise, bu karardan, bizce olumsuz etkilenecek. Beyanname ile birlikte getirilecek daha kapsamlı bir sistem ile bir çizgi çekilip, gelirler ve harcamaların daha iyi denetlenmesinin imkanı sağlanabilirdi. Ancak, beyanname olmayıp sadece stopajla yetinilince, kayıtdışı ile mücadele de zorlaşacak gibi gözüküyor. ‘Beyannamesiz kayıtdışı ile mücadele olmaz mı?’ derseniz elbette olur ama beyanname bu mücadele için Maliye’nin elini önemli ölçüde güçlendirecek bir argüman olurdu...

Umarız hükümet artık Anadolu’dan, küçük ve orta ölçekli sanayiciden bile gelen, ‘kayıtdışı ile mücadele’ konusunda önümüzdeki dönem artık samimi davranır. Aksi takdirde Türkiye’nin işsizliği yenebilmesi için şart olan yabancı sermaye, hatta yerli sermaye yatırımları bile, kayıtdışı ile haksız rekabete giremeyeceği için gelmeyecek...
Yazının Devamını Oku

Bankalar 2005 bono vergisi için acil açıklama bekliyor

6 Aralık 2004
<B>AKP</B> Hükümeti başta devlet tahvili-Hazine bonosu olmak üzere, 2005 yılında menkul kıymetlerde uygulayacağı vergiye henüz karar vermiş değil. Bu belirsizlik piyasaları olumsuz etkilemeye başladı. Bankaların bundan bir süre önce Maliye Bakanlığı’na dönük olarak, ‘bu belirsizliğin biran önce giderilmesi gerektiğini’ belirten bir başvuruda bulunduklarını biliyoruz. Ancak Hükümetten, başvurunun üzerinden yaklaşık bir ay geçmesine rağmen, henüz bir açıklama gelmiş değil.

Vergi Konseyi’ne hazırlatılan vergi raporlarının değerlendirildiği, Maliye Bakanlığı’nda yapılan toplantılar sonucunda piyasalar bir açıklama beklerken, bu toplantıların ardından da bir açıklama gelmemesi, piyasalardaki tedirginliği artırdı.

Hükümet tahvil-bono vergisinde herhangi bir düzenleme yapmadığı takdirde tahvil-bono vergi gelirlerinin tümünün 2005 yılından itibaren beyannameye tabi olması gerekecek. Halbuki mevcut uygulamayı sürdürmek için ise Hükümetin ‘yarı beyanname yarı stopaj’ denilebilecek bu sistemi devam ettirecek, yani beyannameyi bir yıl daha erteleyecek bir yasa maddesi çıkarması gerekecek. Halbuki bunların hangisinin uygulanacağı konusunda net bir açıklama yapılmış değil.

Bankacılar, şu anda sektördeki yaygın kanının ‘mevcut uygulamanın 2005 yılında da süreceği’ yolunda olduğunu, piyasaların bunu satın aldığını ama bir yandan da, ‘Acaba bir sürpriz olur mu’ diye korkmaya başladığını söylediler. Bankacılar neredeyse 2004 yılının bitimine 20 gün kaldığını ancak yeni yılda uygulanacak sistemin hala netlik kazanmadığını hatırlatarak, bir an önce yasal düzenleme yapılmasa bile bir resmi açıklamanın gelmesi gerektiğini söylediler. Bankacılar bu açıklamanın Başbakan tarafından yapılmasının daha doğru olacağını ama Maliye Bakanının da resmi bir açıklama ile piyasalardaki tedirginliği giderebileceğini kaydettiler.

BORÇLANMA VE FAİZ

Bu vergilemedeki belirsizlik nedeniyle tahvil-bono talebinin olumsuz etkilendiği, son dönemde bunun iyice belirgin hale geldiği belirtiliyor. Özellikle bankacılık dışı kesimin talebinde, yani halkın bono-tahvil talebinde duraklama görüldüğünü son ihalelerde bunun iyice ortaya çıktığını kaydeden bankacılar, bunun da borçlanmayı, dolayısıyla faiz oranlarını olumsuz etkilediğini söylüyorlar.

Bir bankacı hükümetin tahvil-bonoda biran önce vergi açıklaması yapmaması halinde Aralık ayı borçlanmalarının ciddi biçimde etkileneceğini söyledi.

Bankacılık dışı kesimin tahvil-bono talebindeki bu duraklamaya karşılık bankaların talebinde o kadar sıkıntı görülmüyor. Hatta bazı likit bankaların halkın elindeki bonoları satın alma yoluna gittiği söyleniyor. Bu banka yönetimlerinin ‘AB’den tarih alınması ve IMF konusunda hiçbir bir tereddüt kalmadığı’ izleniminde olduğunu, dolayısıyla ‘Nasıl olsa bu faizleri bir daha bulamayız’ anlayışıyla hareket edip 2005 yılı karlarını maksimize etmek için bu yola gittiğini söylediler.

Eylül ayından beri banka dışı kesimin tahvil-bono talebinde duraklama başladığını, son dönemde bunun iyice belirginleştiğini kaydeden bankacılar, tahvil-bono stokunun yarısından fazlası bankacılık dışı kesimin elindeyken, bu belirsizlik sürdüğü müddetçe yine ağırlığın banka portföylerine geçme ihtimali olduğunu da kaydettiler.

Maliye beyannameden yana

BU
arada 2006 yılından itibaren tahvil bonoların diğer menkul kıymetlerle birlikte, yüzde 10 stopaja tabi olması yönündeki Vergi Konseyi Raporu Maliye’de tartışmaya açıldı. Maliye Bakanlığı bürokratları arasında bu önerinin çok fazla benimsenmediği gözleniyor.

Maliye bürokratları, beyanname sistemine geçmenin özellikle kayıt dışının önlemesi açısından zorunlu hale geldiğini belirterek, stopaj yerine tüm faiz gelirlerinin hiçbir limite dahil olmadan artık beyanname ile bildirilmesi gerektiği görüşünü belirtiyorlar. Dolayısıyla ‘Beyanname yerine 2006 yılından itibaren tek bir stopaj oranı’ yönündeki öneri fazla kabul görmüyor. Maliye bürokratlarının 2005 yılında mevcut sistemin devam edip 2006 yılından itibaren tümüyle beyanname sistemine geçmeye daha sıcak baktıkları söyleniyor.

Aslında tahvil-bono vergilemesinde mevcut sistem bir yıl daha devam etse bile, daha sonrasında ne olacağı tartışılmaya devam edeceğe benziyor. Beyanname sisteminde bankaların teknik destek olarak devreye sokulması planlanırken, Maliye’nin buna karar verilmesi halinde altyapıyı oluşturmaya hemen başlaması da gerekecek. Bazı bankacılar tüm beyannameleri bankaların hazırlamasının hemen hemen imkansız olduğu görüşündeler. Bu arada beyanname sistemine gidilmesi halinde tahvil-bono almaktan çekinecek kesimlerin yoğun olacağı söylenirken, önümüzdeki yıllarda borçlanma gereğinin azalmasıyla bu imkanın yakalanabileceğini söyleyenler var. Öte yandan beyanname sistemine tek başına geçilemeyecğini, bununla birlikte ‘servet beyanı’ gibi bir bütünleyici sistemin gerekli olduğunu kaydeden Maliyecilerin sayısı da hayli fazla.

2005’in ilk ekonomi zirvesi 5 Ocak’ta TOBB-hükümet arasında

TÜRKİYE
Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), geniş bir kadroyla, 5 Ocak 2005 tarihinde Başbakan Tayyip Erdoğan’a iş aleminin sorunlarını anlatacak. ‘Yılın ilk ekonomi zirvesi’ niteliğini taşıyacak olan bir zirvede tüm hükümet üyelerinin hazır bulunacağı öğrenildi.

Başbakan Tayyip Erdoğan, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun talebi üzerine, bu toplantı için 6 saat süre ayırdı. Bu toplantıda bölgesel ve sektörel sorunların Başbakana iletileceği, toplantıda diğer bakanların da hazır bulunmasıyla, acil çözülecek sorunların hemen bu toplantıda kararlaştırılacağı kaydedildi.

TOBB’un düzenlediği bu toplantıda kurum bünyesinde yeralan tüm sektör kurullarının temsilcileri yeralarak sektörün sorunlarını anlatacaklar. Bunun yanısıra TOBB’un 14 bölge halinde bölgeleri ayırıp, her bir bölge temsilcisine de toplantıda yer vereceği ve böylece bölgesel sorunların da Başbakana iletileceği öğrenildi.

17 Aralık sonrasına gelecek bu toplantıda, sektörel ve bölgesel sorunların yanısıra AB ile müzakere sürecinin de masaya yatırılması ve TOBB’un Başbakandan bu süreçte aktif rol talep edeceği tahmin ediliyor. TOBB’un sektör kurullarını sektör meclisleri halinde yeniden örgütleme yoluna gittiği, bunlar aktif kılınarak AB ile sektörel müzakerelerde bu meclisleri öne çıkarmak istediği biliniyor. Bu konunun da aynı toplantıda Başbakana ve diğer bakanlara anlatılması bekleniyor.

Bu arada bölge ve sektör temsilcilerinin mevcut teşvik sisteminden şikayetlerini bu toplantıda Başbakana iletmeleri bekleniyor. 31 ile teşvik konusunun Anadolu’da haksız rekabet yarattığı için büyük tepki çektiği bilinirken, bunun yerine sektörel teşviklerin öne çıkması isteniyor. Bu konuda TOBB’un yanısıra TÜSİAD’ın taleplerinin de bulunduğu ve AB sürecinde sektörel müzakerelerle birlikte sektörel teşviklerin de uygulamaya girmesinin istendiği biliniyor.

Öte yandan yatırımların önündeki engellerin kaldırılması konusunda işaleminin sıkıntıları olduğu ve bunları da başbakana iletecekleri belirtiliyor

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın uzun bir zaman ayırarak bu sorunların çözümü konusunda biran önce harekete geçme niyetini ortaya koyduğu belirtiliyor. Bu nedenle aynı toplantıda olmasa bile daha sonraki Bakanlar Kurulu toplantılarında sorunların giderilmesine dönük birer birer gerekli adımların atılması konusunda TOBB bünyesinde bir umut belirmiş durumda.
Yazının Devamını Oku

Anadolu kayıtdışı ile vergi indiriminibirlikte düşünüyor

4 Aralık 2004
<B>GEÇEN</B> hafta İzmir ve Bursa’da gerçekleştirilen vergi ödül törenlerinde kayıtdışı ekonominin önlenmesi konusunda yoğun talepler gelmeye başladığını gözlemiştik. Geçtiğimiz Perşembe günü aynı talebe Gaziantep’te, hem de kuvvetli bir biçimde rastladık. Referans Gazetesi’nin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile ortaklaşa düzenlediği 27 ilde gerçekleştirilecek ‘Enflasyonsuz Ortamda İşletme Yönetimi’ toplantılarının üçüncüsü Gaziantep’te yapıldı. Gaziantep Ticaret Odası Başkanı Mehmet Aslan da, Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer de kayıtdışı ekonominin artık önlenmesi gerektiğinin üzerinde durdu.

Gazianteplilerin kayıtdışı ekonomi ile mücadele konusunda çıkış noktalarından birini ‘vergi indirimi’ oluşturuyor. Vergi indirimi ile kayıtdışının önlenmesini birlikte düşünüyorlar. Koçer, ‘uzak bir hayal’ gibi görülen enflasyonun düştüğü ortamlara gelindiğini, yeni döneme hazırlıklı olmak gerektiğinin altını çizdi. Türkiye’nin bütün kurum ve kesimleriyle bu yeni döneme iyi hazırlanmak zorunda olduğunu kaydeden Koçer, ülke ekonomisinin risklerinin iyi yönetilmesi gereğini hatırlattı. Ekonomi yönetiminin değişen koşullara göre önlemler alıp daha yapıcı bir yönetim anlayışını ortaya koymasını isteyen Koçer, ‘Bu sürece katkı anlamında kayıtdışı ekonominin ortadan kaldırılması yolunda daha somut adımlar atılmalıdır. Vergi sistemimizin yeni döneme göre düzenlenmesi ve vergi oranlarının düşürülmesi şarttır. Türkiye kayıtdışı kamburunu üzerinden atmadan, bu konuya radikal çözümler getirmeden sadece düşük enflasyonla kazanım elde edemez dedi.

AB İLE UYUMA HAZIR

Hem Koçer hem de Aslan, vergi oranlarının çok yüksek olduğunu mutlaka düşürülmesi gerektiğini bu yüksek oranların aynı zamanda kayıtdışına kaçışı özendirdiğini de söyledi. Mehmet Aslan, vergi indirimiyle ilgili talebini, kendi renkli üslubu ile ‘sadece eldeki kazlardan vergi almaya devam edeceğiz derseniz, eldeki kazlarda tüy de kalmadı, deri de’ biçiminde anlattı. Aslan vergi sisteminin mutlaka değişmesi gerektiğini, işadamlarının yaptıkları tüm masrafları gider yazmalarının sağlanmasını da istedi.

Gaziantepteki işadamları sadece vergi indirimi halinde mali disiplinin bozulacağından, enflasyonun düşüş sürecinin sekteye uğrayacağından endişe duyuyor. O nedenle mali disiplini bozmadan vergi indirimlerinin yolunu bulma çabasındalar.

Aslında bu eğilim bir süredir TOBB yönetimi ile birlikte diğer odalara da yansımış durumda. Artık küçük ve orta ölçekli sanayinin temsilcisi olan odalar, uygulanan ekonomik programa kendi canlarını acıtsa bile katlanmak gerektiğinin, enflasyonun düşmesi gerektiğinin, AB’nin Türkiye ekonomisine ve kendilerine yeni bir açıl sunacağının bilincindeler.

Gaziantep zaten sanayide bir süredir ilerici tutumuyla bilinen bir il. Gaziantepli işadamları ‘biz yürüyoruz’ diyor, yani kendilerine güvenleri tam. Sadece, 36 ile teşvikte olduğu gibi, devletin kendilerini haksız rekabetle karşı karşıya bırakmamasını istiyorlar.

Gaziantep’te sanayi odası, ticaret odası, belediyesi, valiliği hep birlikte hareket etmelerinin önemli bir sinerji yarattığını, başarıda bu uyumun etkili olduğunu gördük. Yeni Rektörle birlikte üniversite ile de çok yakın işbirliğine girmişler.

İşadamları bu işbirliğinin sonuçlarını somut biçimde göreceklerine inanıyorlar ve ileride illerindeki işadamı-üniversite işbirliğinin başka illere de örnek olacağı iddiasındalar.

Zaten kendi çabalarıyla fon bulup AB İş Geliştirme Merkezi ABİGEM’i kurmuşlar ve destek vermişler. 120 şirkete destek veren ABİGEM, örneğin yerel bir halı şirketini sıfırdan yılda 1.5 milyon dolarlık ihracat yapacak konuma getirmiş. Büyük başarılar elde eden ABİGEM’in 2006 Mart’ında AB’den aldığı mali destek sona ereceği için, şimdiden bir anonim şirket halinde örgütleyip, destek vererek yaşatmak için gerekli adımları atmışlar.

Gaziantep enflasyonsuz döneme de, AB ile uyuma da, önceden hazırlanmaya başlamış. Yeter ki kayıtdışı, saçma teşvik sistemi gibi gereksiz ayakbağları olmasın, koşacaklar...
Yazının Devamını Oku

Hesap Uzmanları'na eleştiri yasağı

2 Aralık 2004
<B>GELİR</B> İdaresi'nin yeniden yapılandırılması için hazırlanan taslak tartışmaya açıldı. IMF’nin itirazları doğrultusunda taslakta değişikliklerin yapılıp, Başbakanlığa gelmesi bekleniyor. Elimize ulaşan bir e-mail, Hesap Uzmanları'nın taslağı eleştirmesinin yasaklandığını gösteriyor. Hesap Uzmanları Vakfı tarafından hesap uzmanlarına gönderilen mesaj şöyle:

‘Vakıf Mütevvelli Heyet Başkanı olarak Kurul başkanımız başkanlığında görev yapan İstişare Kurulu'nda Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Gelir İdaresi'nin Yeniden Yapılandırılması Hakkındaki Kanun tasarıları detaylı olarak incelenmiş ve tartışılmış ve alınan kararlar doğrultusunda Kurul Başkanlığı ve yönetim kurulu olarak ilgili mercilerle gerekli temaslar yapılmıştır.

Gelir İdaresi'nin yeniden yapılandırılması ile ilgili kanun tasarısı taslağı geçtiğimiz günlerde Başbakanlığın resmi sitesinde açıklanmış bulunmaktadır.
Kurulumuzun mevcut konumunu değiştiren herhangi bir hususa yer verilmemiş olup, bu durum İstişare Kurulumuzda oluşan camiamız görüşüne tamamen uygundur. Mensuplarımızın söz konusu tasarıya destek vererek sahip çıkmaları, farklı görüşü olanların camiamızın bütünlüğüne zarar vermemek amacıyla bu görüşlerini kamuoyuna açıklamadan önce vakıf yönetimiyle paylaşmada gereken hassasiyeti göstermelerinin, camia bilincine uygun düşen bir yaklaşım olacağı düşünülmektedir. Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Yönetim Kurulu.’

Bilmeyenler için söyleyelim; Müfettişler, Hesap Uzmanları, Bankalar Yeminli Murakıpları, Kontrolörler, bazı uzmanlar, ‘Vakıf’ adı altında örgütleniyor. Vakıfta aynı kurulun hem kamuda çalışanları hem de özel sektörde çalışanları buluşuyor, kurul menfaatlerini nasıl tepe noktasına ulaştırırlar, bunu konuşuyorlar. Bu vakıflar kanalıyla özel sektördeki meslektaşların kamudaki işlerini çözmelerine yardımcı olunabiliyor, hazırlanacak yasal metinlerde özel sektördeki meslektaşlar kanalıyla, bunlar etkili olabiliyor. Böylece bazı menfaatler kamunun karar alma ve denetim sürecini etkilediği gibi, kamudan ayrılanların da özel sektörde rahat iş bulmaları da, yine bu vakıflar kanalıyla sağlanabiliyor.

Yani Vakıf, kanalıyla Hesap Uzmanları'na ‘taslağı eleştirmeyin’ deniyor. Bürokrasiyi bilmeyenler için bazı şifreleri kırmak gerekirse; ‘kamuoyuna açıklamadan eleştirileri vakıf yönetimine bildirme’, ‘Siz bizi arayın, taslakta yazılı olmayan ama uygulanacak esasları size anlatalım’ anlamına geliyor. Eleştiri yasağı getirilirken, ‘Hem bakan, hem müsteşar, hem gelirler genel müdürü ve örgütü, hepsi hesap uzmanı üstadlarımız. Eleştiri yaparsınız zor durumda kalırlar. Eleştirileri bize iletin biz onlara iletip kurul için gerekli düzeltmeleri yaptırırız’ denmeye çalışılıyor....

BÖYLE REFORM YAPILMAZ

Bu sadece Hesap Uzmanları için geçerli değil. Şu anda Hesap Uzmanları Maliye’yi tümüyle ele geçirdi, onlar bunu yapıyor. Zamanında maliye müfettişleri de aynı şeyleri yapıyorlardı. Bankacılık Yasası'nda da Bankalar Yeminli Murakıpları aynı mantıkla çalışıyor.

Yapılan şey ne derseniz; açık: Kurul menfaatleri atılan her adımda en önde tutuluyor...

Bu mantıkla reform yapmanın imkanı var mı? Kimin borusu ötüyorsa onun dediği oluyor. Taslak hazırlanıp sözde tartışılsın diye ortaya konuyor ama Hesap Uzmanları'na yasak getiriliyor müfettişler de zaten ‘varolma’ kaygısındalar. Peki nasıl tartışma kim eleştirecek?

Biz bunları yazınca tepki alıyoruz ama yanlış mı dediğimizde herkes hak veriyor. Bu da bazı şeylerin tabu haline getirilip konuşulmaması sonucunu getiriyor ve genelde buna uyuluyor.

Bizce reformun başlaması gereken yer bu anlayış yani ‘denetim sistemi’. Başka yolu yok...
Yazının Devamını Oku

Hükümet AB'ye katılım öncesi bu 3 yıllık programı sunuyor

1 Aralık 2004
<B>HÜKÜMET</B> Avrupa Birliği'ne (AB) verilecek <B>‘Katılım Öncesi Ekonomik Program</B>’ı <B>(KÖEP) </B>hazırladı. Bakanlara önceki gün dağıtılan program, Başbakan Yardımcısı <B>Abdüllatif Şener</B>, Devlet Bakanı <B>Ali Babacan</B> ve Maliye Bakanı <B>Kemal Unakıtan </B>tarafından bugün düzenlenecek toplantıyla kamuoyuna açıklanacak. Bu program aynı zamanda önümüzdeki günlerde IMF’yle imzalanması beklenen ‘3 yıllık yeni stand-by anlaşması’nın bazını da oluşturacak. Program dün Ankara’ya gelen IMF Heyeti'yle de tartışılmaya başlandı.

Gelecek 3 yıla ilişkin ekonomik tahminleri, uygulanacak politikaları ve alınacak tedbirleri içeren program, bir anlamda önümüzdeki 3 yılın ekonomideki yol haritası niteliğini taşıyor.

AB’ye verilecek KÖEP gelecek 3 yıla ilişkin kamu maliyesi, enflasyon gibi alanlarda yaşanabilecek riskler de tek tek sıralandı. 2005-2007 dönemini kapsayan bu programda öngörülen ekonomik politikaların uygulanmasıyla, yıllık ortalama GSYİH artış oranının yüzde 5 civarında olması ve enflasyon oranının tek haneli rakamlara düşmesi bekleniyor. Programın giriş bölümünde yapısal tedbirlerin önemi şöyle anlatılıyor:

‘Programda öngörülen makroekonomik hedeflere, özellikle büyüme ve enflasyon oranlarına, ulaşılması ve ekonomide kalıcı bir istikrar ortamının sağlanması yapısal reformların uygulanmasıyla mümkün olabilecektir. Ayrıca, piyasa ekonomisinin işleyişinin daha da geliştirilmesi ve yüksek derecede rekabetçi bir yapının oluşturulması, yapısal reformların performansıyla yakından ilişkilidir. Kopenhag ekonomik kriterlerinin sağlanması için uygulanmakta olan yapısal reformlar ekonomide yapısal dönüşüm için de gereklidir. Bu bağlamda, yapısal reformlar AB'ye yakınsama sürecinin başarılı bir şekilde devamı açısından çok önemli bir rol oynayacaktır.’

Giriş bölümünde özelleştirme yoluyla serbest piyasa ve rekabet odaklı stratejiler oluşturulacağı ve bu sayede kamu sektörünün üretim içindeki rolü azaltılırken, düzenleyici ve denetleyici rolünün geliştirileceği belirtildi. Kamu hizmetlerinin, yerelleşme kapsamında, yerel idareler tarafından sağlanacağı ve böylece ekonomide etkinlik ve verimlilik artacağı belirtilirken ayrıca bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılarak reel sektörün kaynak ihtiyacını karşılayacak yapıya kavuşturulması, iyi işleyen bir piyasa mekanizması için düzenleyici kuruluşların rolünün güçlendirilmesi, hem yerli hem de yabancı yatırımlar için uygun ortamın yaratılması yoluyla özel sektörün ekonomi içindeki rolünün artırılması ve rekabet gücü yüksek bir tarım sektörünün oluşturulmasının programda öngörülen diğer önemli hedefler olduğu kaydedildi. Yapısal reformların uygulanmasıyla, bölgeler arası kalkınma farklılıklarının azaltılması, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarındaki dengesizliklerin asgari düzeye indirilmesi ve çeşitli sosyal politikalar yoluyla işgücü kalitesinin iyileştirilmesinin amaçlandığı kaydedilirek, diğer yandan, bilgi ve iletişim sektörü ile enerji sektöründeki yapısal düzenlemelerin, bu sektörlerin rekabete açılmasına katkı sağlamalarının beklendiği ifade edildi.

Mali disiplin bozulursa enflasyonda iyi gidiş biter

KÖEP
'da para politikası ve enflasyona ilişkin riskler de sıralandı. Program'da para politikasının etkinliğini belirleyen en önemli faktörün maliye politikaları uygulamaları olduğu belirtilerek, mali disiplinden taviz verilmesinin enflasyondaki düşüş sürecini kesintiye uğratabilecek en önemli risk olduğu kaydedildi. 2003 yılında başlayan ve önümüzdeki dönemde de devam etmesi beklenen iç talebe dikkat çekilen Program'da, "Mali disiplin, enflasyon hedefiyle uyumlu gelirler politikası ve yapısal reformların sürdürülmesinin önemi daha da belirginleşmektedir" denildi. Orta ve uzun vadede fiyat istikrarı açısından bir diğer riskin yapısal reformların sürekliliğin sağlanması olduğu ifade edilen Program'da, reformlar açısından şu hususlara dikkat çekildi:

"Son 3 yılda enflasyondaki düşüşe önemli katkıda bulunan verimlilik artışlarının orta ve uzun vadede de devam etmesi için yatırım ve üretimin önündeki engellerin ortadan kaldırılmasına ve rekabet ortamının geliştirilmesine yönelik yapısal düzenlemelere ağırlık verilmesi kritik önem taşımaktadır. Ayrıca kamu sektöründeki verimliliği artırmaya yönelik yapısal reformların kesintisiz bir şekilde sürdürülmesi, mali disiplinin kalitesine katkıda bulunarak, kamu fiyat artışlarının enflasyon hedefiyle uyumlu bir şekilde gerçekleşmesinde önemli rol oynayacaktır"

Türkiye ekonomisinde 3 yılda neler olacak

2004-2007 döneminde istihdam 1.7 milyon kişi artacak.

2004-2005'te petrol varil fiyatı sırasıyla 36 ve 40 olarak alındı. 2006 ve 2007 yılında sınırlı gerileme olacağı varsayıldı.

2005 ve 2007 döneminde GSMH ve GSYİH'nın yıllık ortalama yüzde 5 oranında artması bekleniyor. Bu dönemde sabit sermaye yatırımlarının yüzde 8.9 özel yatırımların yüzde 9, kamu yatırımlarının yüzde 8.3 artması öngörülüyor.

2005-2007 döneminde mal ve hizmet ihracatının yılda ortalama yüzde 12, mal ve hizmet ithalatının ise yüzde 8.5 oranında artacağı tahmin ediliyor. Özel tüketim harcamasının yılda ortalama yüzde 3.3, kamu tüketim harcamasının yüzde 1.3 oranında artması hedefleniyor.

TÜFE 2005'te yüzde 8, 2006'da yüzde 5 ve 2007'de de yüzde 4 hedeflendi. GSYİH deflatörü aynı sırayla yüzde 7.9, yüzde 6.4 ve yüzde 4.4 öngörülüyor.

2004'te 14.6 milyar dolar olması beklenen cari işlemler açığının 10-11 milyar dolar civarında seyretmesi bekleniyor.

2004'te GSYİH'ye oranı yüzde 4.9 olarak gerçekleşmesi beklenen cari işlemler açığının 2007'de yüzde 3'e gerileyeceği tahmin ediliyor.

2004 yılında 62 milyar dolar olması beklenen ihracatın 2007 yılında 88.9 milyar dolara, 2004 yılı sonunda 95.5 milyar dolara ulaşması beklenen ithalatın da 2007 yılı sonunda 125.2 milyar dolara çıkması bekleniyor.

Turizm gelirlerinin 2007 sonunda 20.6 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.

Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yıl sonuna kadar 2.9 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. 2005'ten itibaren 4 milyar doları aşması bekleniyor.

Petrol tehdidi

DÜNYA
ekonomisindeki büyüme sürecinin ithal ham madde fiyatlarının bir süre daha yüksek seydereceğine işaret ettiği belirtilen Program'da, "Bu durumun uzun süre devam etmesi durumunda enflasyon bekleyişleri tekrar yükselebilecektir. Ancak Merkez Bankası bu tür gelişmeleri yakından takip etmeye devam edecek ve petrol şoklarının uzun dönem enflasyon bekleyişlerine yansıması durumunda gerekli para politikası tepkisini verecektir" denildi.

Borçlar azalacak

PROGRAMDA
borç stokunun Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'ya (GSYİH) oranının düşürülebilmesi için yüksek oranlı bir faiz dışı fazla hedefleyen sıkı maliye politikalarına devam edileceği vurgulandı. KÖEP'da, 2004-2007 yılları arasında toplam borç stokunun GSYİH'ya oranı 2004 yılında yüzde 78.4, 2005 yılında yüzde 75.3, 2006 yılında yüzde 72.2 ve 2007 yılında da yüzde 68.3 olarak hedeflendiği kaydedildi. İç borç stokunun GSYİH'ya oranı ise yine aynı sırayla yüzde 54.3, yüzde 52.7, yüzde 52.1 ve yüzde 50.0 olarak planlandı.
Yazının Devamını Oku

Tarımı kayıt içine alın çiftçiye kızmayın

30 Kasım 2004
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Erzurum’da çiftçilere yüklenmiş. Toplantıyı izleyen gazeteci arkadaşlar, taleplerin çok yumuşak bir üslupla dile getirildiğini ama Başbakan'ın çok kızdığını, hem kendilerinin hem de talebi dile getirenlerin bu çıkışa çok şaşırdığını söylediler.Başbakan çiftçiler için çok şeyler yaptıklarını, yapmaya devam edeceklerini kaydederek, gübreyi dışardan aldıklarının altını çizmiş ve ‘Doğrudan destek primini alıyorsunuz, mazot desteğini alıyorsunuz, hálá çiftçi çiftçi diyorsunuz. Bu millet yatıp kalkıp da sadece seni mi kalkındıracak? Biz devlet olarak halkımızın imkanlarını en iyi yönetme gayreti içindeyiz. Bir kesimi burada sübvanse ederken, bir diğer kesimi mahrum edemeyiz. Bu iş iyi yönetim işidir. Eğer, bunu başaramazsak ekonomide şu anda geldiğimiz noktaya gelemeyiz’ demiş.Başbakan'ın bu sözleri, üslubunu bir tarafa bırakırsanız, tümüyle haksız görülemez. Gerçekten de tarım kesimi diğer kesimlerden alınan paralarla sübvanse ediliyor. Ama bu çiftçilerin suçu değil... Bu, şimdiye kadar popülist politikalar uygulayan, tarımdaki yoğun nüfustan oy almak için, hesaba kitaba bakmadan çiftçileri sübvanse eden, hem de verilen paraların nereye gittiğini bilmeyen politikacıların suçu. Dünya kadar sübvansiyon verildi ama bu paraların büyük bölümü çiftçi kesimi yerine aracı kesime, daha çok da parti yandaşı olan aracı kesimlere gitti. Yani ‘tarım sübvansiyonu’ adı altında aracılar, yandaşlar sübvanse edildi.Tarım kesimine diğer kesimlerden gelir transferi yapılması normal. Politikacılar açık, şeffaf biçimde, ölçülebilir bir sistemle, bütçeden pay ayırarak tarım kesimini sübvanse edebilirler. Bu politikacıların ‘siyasi tercihidir’ ve haklarıdır. Kendileri bu tercihlerinin sonucunda tarım kesimi ve gelirini aldıkları diğer kesimlerden oy alma tercihlerine göre, bu kararı alabilirler.Burada yanlış olan ne verdiklerini bilmeden, halka da göstermeden bunu vermeleri... Yani en büyük sorun tarım kesiminin neredeyse tümüyle kayıt dışında olmasından kaynaklanıyor.Herkes biliyor ki; tarım kesiminin sağlıklı bir envanteri bile, ortada yok. Yani kimin ne ektiğini, ne kadar üretim yaptığını, ne kadar girdi kullandığını, ne kadarında sulama yapıldığını, tarım arazilerinin hangi büyüklükte ve kimin elinde olduğunu, tarım arazilerinin ne kadarının ekildiğini, kimin tarafından ekildiği bile bilinmiyor... Bu veriler devletin elinde yok. Doğrudan gelir desteği verilirken bu envanterin çıkarılması istendi ama bu ‘nakit para sübvansiyonu’ bile kullanılamadı, hala sağlıklı bir envanter oluşturulamadı.Tarım kesimi vergiden muaf. Politikacılar şimdiye kadar tepki çekeriz diye bu kesimi bilerek vergilendirmediler. Tarım kesiminden vergi almak ayrı, vergi sistemi içine almak ayrı, bunu biliyorlar ama yine de bu yola gitmediler.Öyle olunca tarım kesimindeki hareketler izlenemediği gibi, tarım kesimiyle ilişkili diğer kesimlerdeki hareketler de kayıtdışında kaldı Tarım kesiminin, daha doğru tarımda yaşayan nüfusun hala çok yoğun olduğunu gözönüne alırsanız, tarımdan kaynaklanan kayıt dışılığın ne kadar büyük olduğunu da düşünebilirsiniz.Kısacası; önce tarım kesimini kayıt içine almak lazım. Kayıt içine aldığımız zaman kime ne kadar verdiğinizi, kimin ne kadarlık gelire sahip olduğunu ne kadarını harcadığını öğrenebilirsiniz.Bütün bu veriler olmadan, tarım kesimi için plan yapmak da mümkün olmuyor. Üstüne üstlük tarım arazilerinin sanayileşmeye açılması., böylece tarımsal alanlarda yaşayan nüfusun değil ama tarımdan beslenen nüfusun genel nüfus içindeki payının düşürülmesi gerekiyor. Yani plan şart...Eğer bunlar yapılırsa, yani zor yol seçilip de kalıcı, kurumsal bir sistem kurulmaya kalkışılırsa çiftçinin karşısına çıkıp, ‘Ben şundan bu kadar para aldım, sana verdim’ diyebilirsiniz.Şu anda çiftçiye kızmak yersiz. Top çiftçide değil ülkeyi yönetenlerde...
Yazının Devamını Oku

Şener: Tasarıyı IMF ile tartışacağız

29 Kasım 2004
<B>BAŞBAKAN </B>Yardımcısı ve Devlet Bakanı <B>Abdüllatif Şener</B>, Finansal Hizmetler Kanun Tasarısına, yakında Ankara’ya gelecek IMF Heyetinin görüşlerini de aldıktan sonra son şeklinin verileceğini söyledi. Şener, önümüzdeki hafta BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’den tasarı hakkında, tek tek maddelerde yapılacak değişikler için bilgi alacağını belirtirken, daha sonra da IMF’in itirazları varsa bunları masaya yatıracaklarını kaydetti.

Tasarının uzun süre tartışıldığını ve tüm kesimlerin görüşlerinin alındığını kaydeden Şener, bankalarla da uzun görüşmeler yapıldığını, çıkan son metin için bankaların hala itirazlarının bulunduğu konusunda kendisine bilgi gelmediğini söyledi.

Şener ile Cumartesi günü,vergi ödül törenine katıldığı Bursa’ya giderken birlikteydik. Şener sorumuz üzerine ‘Bankacılıkla ilgili ilk taslakla son halinin birbirine büyük ölçüde benzemediği’ şeklindeki yorumumuza katılarak, zaten taslağın ilk halinin elinde olduğunu ve önümüzdeki hafta Bilgin’le yapacakları görüşmede, taslağın ilk haliyle son hali arasındaki farkları ve nedenlerini de masaya yatıracaklarını kaydetti.

Şener, Cumartesi günü Bursa’da kaldıktan sonra Manisa’ya geçecekti. Şener Bursa Sanayi ve Ticaret Odası’nda bir konuşma yaptı. Daha sonra Bursa’da ve ardından geçeceği Manisa’da genç partililere ‘değişim’ konulu birer konferans verecekti. Bakan bu konferansların ilkini Ankara’da vermiş ve kendisinin bu konferanslara büyük önem verdiğini gözledik.

Bursalı işadamlarına yaptığı konuşmada ise yakınmalar üzerine, vergi indirimlerinin kısa sürede tahsilat azalttığını bu nedenle hemen indirime gidilemediğini, bürokrasiye fazla suç yüklenmemesi gerektiğini, asıl işin siyasi otoritede olduğunu, yatırımların önündeki engellerin aşılması için çalışmalara devam ettiklerini söyledi. Bursalı işadamlarının talepleri üzerine Bursa Çevre yolu için gereken ödeneğin aktarılacağını söylemesi ise büyük alkış aldı.

Kayıtdışı ile mücadele talepleri artıyor

GEÇTİĞİMİZ
hafta içerisinde iki gün boyunca Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)in ‘İyi Yönetişim’ konusunda yaptığı çalışmaların tanıtım toplantılarına katıldık. Kamu borçları, kamu yönetim reformu, bilgi edinme hakkının kullanımı, devlet sırrı yasa tasarısı, yolsuzluk algılama raporları için yapılan çalışmalar özetlendi. Bu arada ‘vergileri kim ödüyor?’ araştırmasının sonuçları da açıklandı.

Bu çalışmaların ortaya çıkardığı ortak sonuçlardan biri, ‘artık kayıtdışı ekonomi ile mücadelenin her açıdan zorunlu hale geldiğinin’ açıkca ortaya çıkması idi.

Ardından İzmir’de Referans Gazetesi’yle TOBB’un ortaklaşa düzenlediği ‘Enflasyonsuz ortamda işletme yönetimi’ toplantısı ve vergi ödül törenine katıldık. Bir gün sonra da Bursa’da benzer ödül töreninde bulunduk.

TESEV’in toplantılarının ardından bu iki ildeki işadamlarının tavrını izlediğimizde, ‘kayıtdışı ile mücadelenin’ artık soyut birer söz olmaktan çıkıp, ‘somut bir talep’ haline geldiğini gözledik ve bu konuda umutlanmaya başladık. Yani,.TESEV’in de, yıllardır bu konu üzerinde kafa yorup çaba gösteren diğer sivil kuruluşların çabalarının da artık sonuç vermeye başladığını, toplum tarafından talep edilme derecesinin arttığını gözledik. Hem İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, hem Bursa Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Celal Sönmez, konuşmalarında kayıtdışı ekonominin yarattığı haksız rekabetten, yabancı sermayenin böyle bir ortamda yatırım için gelmeyeceğinden sözettiler. Sönmez, vergi ödül töreni öncesi yaptığı konuşmaya ‘ bu ödüllerin, kayıtdışı ile rekabet edip vergi ödeyenlere, kur baskısına rağmen ihracat yapanlara verilmesinin böyle bir dönemde aynı bir önemi olduğunu’ sözleriyle başladı.

TÜSİAD, üyelerinin yapısı gereği, uzun süredir kayıtdışı ekonomi ile mücadelenin artırılması gereğinden sözediyor. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun göreve gelmesiyle birlikte TOBB da genel ekonomik çizgisine paralel olarak bu mücadelenin yapılması konusunda ısrarcı oldu. TOBB tabanından, yani daha küçük ve orta ölçekli sanayiyi barındıran bu kurumdan, son günlerde kayıtdışı ile mücadele konusunda taleplerin artması hem yeni yönetiminin çabalarının tabanda kabul gördüğünü gösteriyor hem de artık bu konuda toplumsal bir baskının somut olarak ortaya çıktığını.... Peki, bu talepler konusunda Hükümet ne düşünüyor derseniz, şimdiye kadar sadece sözde kalındı.... Hükümetin gerçekten kayıtdışı ile mücadele edip etmeyeceğini, ne kadar samimi olduğunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bunun ilk göstergesi de Gelir İdaresi Yasa Tasarısında ortaya çıkacak.

IMF’den Fon’a almanın kaldırılmasına itiraz gelebilir

IMF’
in Gelir İdaresi’nin yapılanması konusunda hazırlanan taslağın belli bölümlerine itiraz edeceği tahmin ediliyor. En çok da Gelir İdaresi’nin yeni taslakta yine bakanlığa bağlı kalması ve hesap uzmanları tekelinin korunmasına dönük maddelere...

Bu arada IMF’in bankacılık düzenlemelerinde çıkarılan ‘fona alınma’ maddesinin yerine geçecek bazı ekler isteyebileceğini tahmin ediyoruz. BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in, sanki daha önceki taslaklara ‘Tasfiye yerine Fona alınmayı özendiren maddeleri’ koyan kendisi değilmiş gibi, şimdi çıkıp, ‘Fona alınma maddesinin çıkarılıp tümüyle tasfiye öngören’ maddeleri savunduğunu hayretle izliyoruz. Bilgin’in taslağa koyduğu Fona alınma maddelerini eleştirip, bu maddelerin yine fon alınmayı özendireceğini, tasfiyeyi zorlaştırdığını söyleyenlerin başında geliyoruz. Bu zorunlu bir değişiklikti. BDDK yönetimi tümüyle çark edip, şimdi bu eleştiriler üzerine getirdiği maddeleri savunuyor.

Ancak bu maddeyle birlikte bazı tehlikelerin gözardı edildiğini düşünüyoruz. Bazı olağanüstü hallerle kısıtlı kalmak kaydıyla, tehlikeli hallerde fon alınmayı da tümüyle seçenek olmaktan çıkarırsanız, şu anda bankacılık sistemindeki durumu fazla anlamıyorsunuz demektir.

İşte bu konuyu bankacılarla tartıştığımda ‘İleride tüm sistemi tehlikeye sokacak büyüklükteki bankaların zora düşmesi durumunda’ ne yapılacağını sorduğumda, taslakta yeralan ‘torba bir madde’nin işletilebileceği ortaya çıktı. Ancak bu madde sadece Hazine, Merkez Bankası, BDDK’nın ortak görüşleri halinde ‘her türlü önlemi almaya’ Bakanlar Kurulunu yetkili kılıyor. Yani Bakanlar Kurulunun bu takdirde ‘fona alınmayı kararlaştıracağı’nı açıkca yazmıyor sadece ‘gerekli önlemi alacak’ diyor...

İşte bu maddeye IMF’den itiraz geleceğini bekliyoruz. Burada açıkca Fona alınma hükmünün yeralması için IMF’in talepte bulunacağını sanıyoruz. Unutmayın, çok önemli ve büyük hacimli sıkıntılarda, IMF yurtdışından Türkiye’ye verilen kredilerin geri ödenmesini garantiye almak için daha önce çok radikal, olumsuz sonuçları olan düzenlemeleri bize dayattı...

İşin başka bir yönü ise bu işin neden Bakanlar Kurulu’na bırakıldığı sorusunun yanıtında kilitleniyor. Bir Bakan ‘Kurul kendini kurtarmak için bunu yapıyor ama bir yandan da bağımsız olmayı istiyor, bu çelişki değil mi’ diyor. Sizce haksız mı?

Yani BDDK yönetimi bürokratik bir tavır içinde... Özel durumlarda Türkiye ekonomisinin tümünü düşünerek, IMF itirazlarına gerek kalmadan Türkiye şartlarına göre bazı sübapları düzenlemek yerine, kolay olan yolu seçip risk almayıp, topu Bakanlar Kurulu’na atıyor.

BDDK yönetiminin tavrı başından beri ‘Kendine güvenli, ne yaptığını bilen, gerçekten sorun çözecek bir tasarı hazırlamak’ görünümü vermekten çok uzak. Benim bildiğim 5 kez taslak değiştirdiler ve her bir değişiklikte kendilerine bir kılıf buldular. BDDK Başkanı neredeyse tümüyle değiştirilmiş ilk taslağını hiç hatırlamayıp, taslağın son halini ısrarla savunmaya başladı. Bankaların hemen hemen tüm itirazları taslağa girdi, şimdi sıra IMF’in itirazlarına geldi.... IMF de itirazlarını taslağa geçirecek, yine bir şey olmayacak. El altından ‘IMF’e karşı duran kahraman bürokrat’ havalarını yayanlar, sonuçta ne yapılırsa yapılsın seslerini çıkarmayıp, yerlerinde oturmaya devam edecekler...

Bundan sonra bankacılık sektöründe saygınlıkları olabilir mi, söyledikleri söz dinlenir mi, böylesine kritik bir süreçte bu kadar kritik bir sektörün önderliğini yapabilirler mi?

Bu soruları belki de kendilerine hiç sormayıp, koltuklarında oturmaya devam edecekler...

Ekonominin geleceği, bankacılık sisteminin geleceği kimin umurunda...
Yazının Devamını Oku