Erdal Sağlam

Af yasaları ‘kötü koku söylentilerini’ artırdı

19 Haziran 2004
<B>AKP </B>Hükümeti’nin bir yandan <B>‘kör kuruşun hesabını soracağız’ </B>söylemini kullanırken, öte yandan neredeyse tüm ekonomik suç işleyenlere af getirmeyi planlaması, Ankara’daki <B>‘kötü koku söylentileri’</B>nin artmasına neden oldu. ‘Hortumculuk’ deyimi Başbakan ve bakanların ağzından düşmezken, af getirilmek istenen kesimin, kamuoyunca tam da ‘hortumcu’ olarak bilinen kişilere denk gelmesi, kafaları karıştırıyor. AKP içinde de, bu affa şüpheyle bakanların çoğaldığı söyleniyor.

Konuşulan senaryolardan biri; AKP yönetimine yakın bazı işadamlarının devreye girdiği ve hükümetin çok sık yakınıp hortumculuğa örnek olarak gösterdiği batmış banka ve medya sahipleriyle pazarlığa girdiği yönünde. Böyle bir pazarlığın uzun süredir yapıldığı, bu grubun siyasetten de çekilmesinin istendiği ve belirli bir borç tahsilat takvimi yapılarak, gruba bazı şirketlerinin geri verileceği söylentisi, yaygın olarak konuşulmaya başladı. Bazı senaryolara göre bunun devamı da var. AKP iktidarının bu tür işlemleri hızlandırıp, bu arada yüklü tahsilatlar yapıp, piyasaları rahatlatarak nisan-mayıs gibi seçime gideceği bile söylenmeye başladı. Bu senaryonun ayaklarından birini de ‘Hükümetin aralıkta AB’den müzakere süreci başlatma kararı çıkartarak seçim için uygun ortamı hazırlaması’ da oluşturuyor.

Şahsen, 2,5 yıllık milletvekillerinin böyle bir erken seçim kararı alabileceklerini sanmıyorum ama bu söylentilerin AKP’ye yakın kişilerden de gelmesi, kafa karıştırıyor.

Bu yasa aslında söylentilerin artmasına neden oldu. Bir süredir zaten Ankara Kulislerinde AKP’li bazı milletvekilleri ve işadamları kanalıyla, Ankara’da iş takibinin arttığı yönünde söylentiler başlamıştı. Örneğin; yönetime yakın bir milletvekilinin, bu işlerin ustası olan bazı eski bürokrat-siyasetçilerin güdümünde, İstanbul’daki bazı işadamları ve şirketleriyle ilişkiye geçip, Ankara’nın karar vereceği ihaleler için ‘aracılık yapmaya’ çalıştıkları söylentisi yoğunlaştı. Bazı senaryolara göre bu milletvekilleri, bu tür işler becererek göze girip, olası bir kabine değişikliğinde ekonomiden sorumlu bakanların yerlerini almaya çalışıyorlar. Ve bu kişilerin adı geçen bakanları şimdiden çeşitli yöntemlerle, hem kamuoyunda, hem de Başbakan Tayyip Erdoğan nezdinde yıpratmaya çalıştıkları da söyleniyor.

Bu arada Ankara’dan iş almaya çalışan bazı yabancı şirketlerin de ‘aracı’ olarak AKP’ye yakın bu milletvekilleri ve işadamlarını tuttukları, bazı bakan yakınlarının Ankara’da .bazı ihaleler için iş takibi yaptıkları da, söylentiler arasında.

Bu söylentiler doğru mudur, tabii ki bilinmez. Ancak görünen o ki; AKP Hükümeti de daha önceki iktidarların yıpranma sürecine giriyor. Somut örnek; son petrol kaçakçılığı.

DARPHANEYE DİKKAT

Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’nde olanlar, hem de altı sıfır için çok kritik bir süreçte bunların olması, gözleri bu kuruma çevirdi.

Yakında Darphane’ye ilişkin ‘kötü kokular’ artmaya başlarsa, kimse şaşırmasın. Çünkü 600 trilyonluk bir madeni para basımı söz konusu ve maliyet bunun yaklaşık üçte biri, yani 200 trilyon gibi bir rakam tutuyor. Yani 100 milyon doların üzerinde bir iş.

Bu arada genel müdürün istifa etmiş olması ise ayrıca şüphe işaretlerini artırıyor.

Bu iş tam da yamyamların üzerine atlayacağı bir iş. Şimdi Darphane’ye atanacak yeni genel müdürün niteliği, çok büyük önem kazandı. Bu kadar büyük bir işin zamanında yetişmesi için belli ki çeşitli firmalar devrede olacak. İhalenin, yerli firmalar yeterince pay alamadığı için iptal edildiği söylentileri çok ciddi. Çünkü bu madeni paralar en geç kasım ayı başından itibaren Merkez Bankası’na devredilmeli ki, yeni TL projesi başlayabilsin. Ancak şimdilik görünen o ki; bu tarihe kadar gerekli madeni paraların yetişmesi çok büyük riske girdi.

Eğer bu proje zamanında uygulamaya giremezse, çok büyük bir kredibilite kaybı ve fiyasko olur. Bunun sebebi eğer ‘kötü kokular’ ise ve bunlar gerçekse, rezalet katmerlenir.

Kötü koku konusunda elbette şimdiden kesin konuşamayız ama en hafifiyle, beceriksizlikten söz etmemiz lazım. O zaman da sonu kötü olur ama, umarız sadece beceriksizliktir.
Yazının Devamını Oku

BDDK’nın eleştiriye tahammülü yok

17 Haziran 2004
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in geçenlerde yaptığı açıklama, tüm sektörü şaşırttı. Bilgin, yeni bankacılık yasasıyla ilgili eleştiriler hatırlatıldığında, ‘eleştirilere şiddetle karşı çıkıyorum’ demiş.Bir bankacı ‘O zaman birileri de çıkıp, eleştiriye bile tahammül göstermeyen, bu taslağı hazırlayanlara şiddetle karşı çıkıyorum dese ne olur?’ yorumunu getirdi. Tabi ki, hiçbir bankacı çıkıp da böyle bir şey söylemeye cesaret edemiyor. Ama bu, bankacıların taslağı ya da BDDK Başkanının tepkisini benimsediğini göstermiyor... Bildiğimiz kadarıyla, herhangi bir yasa yapılırken, demokrasinin gereği olarak, taslak tartışmaya açılır. Taslak için hem diğer ilgili kurumlardan, hem ilgili sivil toplum örgütlerinden, hem de bu işi bilen şahıslardan eleştiriler alınır. Bu eleştiriler basında yeralır ki; yasayı yapan otorite bu eleştirileri de göz önüne alarak, yasayı daha iyi hale getirsin. Amaçları belli olan, hazırladığı taslağa ve teknik yeterliliğine güvenen kuruluşlar, hazırladıkları taslak hakkında eleştiri gelmesine kızmazlar, aksine memnun olurlar ki, çıkardıkları yasa mükemmel olmasa da mükemmele yakın olsunÖ Üstüne üstlük ilgili kesimlerin görüşleri taslağa yansımalı ki; yasanın uygulama şansı artsın. Bence BDDK, kendi hazırladığı taslağa güvenmiyor. Aksi takdirde yapılan eleştirilere ‘şiddetle karşı çıkıyorum’ demez, taslağa karşı eleştirileri ciddi buluyorsa ona göre değişiklik yapmaya çalışır, ciddi bulmazsa taslağı değiştirmez, niye değiştirmediğini açıklar, ikna eder. Duyduğumuz kadarıyla BDDK yönetimi, bankalara da ‘eleştirilerinizi basında, kamuoyunda yapmayın, gelip bize söyleyin’ diyormuşÖ Yani şunu mu demek istiyorlar: ‘Tamam eksikler yanlışlar olabilir ama foyamız, yeterli olmadığımız ortaya çıkmasın, sonra siyasi otorite karşısında zor durumda kalırız’. Sizce, bu baskının başka türlü izahı olabilir mi?Bu arada başka bir söylenti de; bazı bankacılara BDDK ve ilgili bakanlık tarafından, ‘Bu taslağı ciddiye almayın, zaten biz yeni bir taslak üzerinde çalışıyoruz, onu daha sonra tartışmaya açacağız’ denildiği yönünde. Bu doğru mudur bilemiyoruz ama her şey olabilir.Bu arada kesin olan gelişme ise yeni bankalar yasasının TBMM’den geçmesinin yeni yasama dönemine kaldığıÖ Özellikle Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in bu kadar yoğun eleştiri üzerine, taslağın daha fazla tartışılmasını istediği, bu nedenle yeni yasama dönemine kalmasını istediği söyleniyor. IMF gereği belki taslak Bakanlar Kurulu’ndan geçirilip, tasarı olarak bu dönem TBMM’ye getirilecek ama, belli ki yasalaşması yıl sonunu bulacakÖTMSF’NİN VARLIK SATIŞI ATAĞIBu arada Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) yönetiminin, varlık satışıyla ilgili olumlu bir adım attığını görüyoruz. TMSF Dünya Bankası ile ortaklaşa olarak yarın ‘Aktif Satışı ve Varlık Yönetim Şirketi’ konulu bir konferans gerçekleştirecek. TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’le görüşmelerimizden biliyoruz ki; Ertürk iptal edilen ilk paket satışından rahatsız ve gerçekten varlık satışını hayata geçirmek istiyor. Bizce biran önce bu satışlara başlanmalı. Ama yine geliyoruz yeni bankacılık yasası taslağınaÖ Ertürk’ün ne kadar haberi var, BDDK kendi başına mı hazırladı, bilmiyoruz ama varlık yönetim şirketiyle ilgili taslakta yeralan maddeler tam anlamıyla ‘yasak savma’ maddeleri. Taslakta varlık yönetim şirketinin yüzde 100’ünün TMSF’ye ait olması ve TMSF’nin varlıklarının satışı öngörülüyor. O zaman insanın aklına şu soru geliyor: ‘Madem yüzde 100’ü TMSF’ye ait olan bir şirket satacak, niye TMSF’nin kendisi satmıyor?’Bence bu madde TMSF yönetiminde imza atmak istemeyen kişilerin varlığı nedeniyle taslağa girmiş. Böylece TMSF yönetimindeki bu kişiler imza atmayıp, kendi şirketlerine atadıklarına attıracaklar. Başkanın korktuğunu sanmıyoruz ama ‘imza atmayacaksa o makama gelenler!’ kimler acaba?Üstüne üstlük varlık satışından amaç, sadece TMSF bünyesindeki bankalara ait varlıkların satışı değil kiÖ Özel bankaların sorunlu varlıklarını da satacak bir şirket oluşturulması. O zaman bankaların da, yabancıların da ortak olabilecekleri, TMSF’nin önderliğiyle kurulacak bir şirket söz konusuydu. Ki; bu imkan bildiğimiz kadarıyla mevcut.
Yazının Devamını Oku

Bütçe iyi, KİT dengesi tehlikede

14 Haziran 2004
<B>MALİYE</B> Bakanı<B> Kemal Unakıtan</B> tarafından açıklanan bütçe gelişmelerinin detayı henüz belli olmadı ama bütçe dengesinin iyi gittiği ortada. Bütçe gelirlerindeki iyileşme, dolayısıyla faiz dışı fazla hedefinin gerçekleştirilmesinde, geçici vergideki iyileşmenin önemli rol oynadığı tahmin ediliyor. Bu da ilk çeyrekteki karların iyi olduğunu ve ‘fatura yazdırma’ gibi Maliye baskısının tuttuğunu gösteriyor. Umarız bütçedeki gelişme, bütün yıl boyunca sürer.

Bütçe gelişmeleri iyi ama KİT dengesinde ciddi alarm sinyalleri gelmeye başladı.

Bu arada bütçe dengeleri ne kadar iyi olsa da, özel gelir ve fonlardan, beklendiği kadar bütçeye gelir yazılamayacağı da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. 4 katrilyonluk özel gelir ve fonların, 2.5 katrilyonu bütçeye alınacak denmişti ama, belli ki bu ilk tahmin gibi, yani 1.5 katrilyon lira düzeyinde kalacak. Çünkü Hükümet, bu özel gelir ve fonlardan harcamayı artırmaya başladı.

Herşeyden önce KİT’lerin daha rahat borçlanmasına imkan veren kararname, bir ‘saatli bomba’ özelliğini taşıyor. KİT’lerin ticari bankalardan kredi kullanmadan veya diğer finansman yöntemlerine başvurmadan önce Hazine’den olur almalarının önündeki engel kalktı. Bu tür uygulamaların ne kadar zararlı olduğunu, sonunda KİT ve belediyelerin biriken borçlarının Hazine tarafından ödenmek zorunda kalındığını izlemiş bir gazeteci olarak, bu düzenlemeyi rahatlıkla ‘saatli bomba’ olarak nitelendirebilirim.

300 TRİLYONLUK KÖMÜR

Hükümet sessiz sedasız ‘fakirlere yardım’ adı altında, kömürde yeni sübvansiyonların yolunu açtı. Daha önce açılan kampanyanın parasal maliyeti 80-90 trilyon lira olarak hesaplanıyor. Bunun içinde kömürü çıkarma, dağıtımı ve ulaşım masrafları bulunuyor. Bu miktar Hazine’ye görev zararı olarak yüklendi. Bu yüke neden olan kömürün miktarı ise 662.7 bin tondu ve bu kömür 1.5 milyon aileye dağıtıldı. Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) zarar eden bir kuruluş. Bu nedenle yük Hazine’ye bindi ve Hazine’den bunu almaya yeni başladı. Bu yılki kampanyanın kararnamesi de geçenlerde çıktı. TKİ’ye bu kampanya nedeniyle şimdiye kadar 850 bin tonluk talebin geldiğini biliyoruz ama talebin 1 milyon 200 bin tonu bulması bekleniyor. Henüz geçen kampanyanın parasının yeni ödenmeye başladığını hesaba katarsak, toplam maliyetin 250-300 trilyon olacağını ve bunun Hazine’den çıkacağını söyleyebiliriz.

TKİ’ye yüklenen bu görev zararı KİT dengesini etkileyecek bir karar...

TMO’NUN FİYATLARI

Hazine’den görev zararı olarak alınamayacak muhtemel KİT açıkları var. Örneğin merakla, TMO’nun açıklayacağı fiyatlar bekleniyor. Bütçeye 1.5 milyon tonluk alım için para konduğunu biliyoruz. Ancak, TMO’nun alım miktarı bunun üzerine çıkacak.

TMO Genel Müdürü Nebi Çelik, Referans’a verdiği demeçte TMO’nun haziran ile aralık ayı fiyatları arasında yüzde 20 fark olduğunu hatırlatarak, bu örnekle tüccarların piyasaya girmelerini sağlamaya çalışacaklarını söylüyor. Ancak Çelik’in arpada verdiği örnek, bunun o kadar kolay olmayacağını da gösteriyor. Çelik, geçen yıl arpada 215 bin lira fiyat verdiklerini ancak şu anda 300-330 binden işlem gördüğünü hatırlatarak, bunun yüzde 40 artış olduğunu, açıklayacakları fiyatların bu kadar olamayacağını, enflasyon hedefini gözetmek zorunda olduklarını söylüyor. Buğdayda TMO’nun alım fiyatının yüzde 16-17 zamla açıklanacağı tahmin ediliyor. Çelik, 2 milyon ton alım yapılabileceğini belirtirken, bu miktarın artabileceğini söyleyenler var.

Bu ise TMO’nun yükünün artması, dolayısıyla borçlanmasının artması anlamına gelecek.

ASGARİ ÜCRET MERAK KONUSU

Piyasa, kamu açıkları açısından kritik gösterge olacak, asgari ücret zammını da merakla bekliyor. Asgari ücret komisyonu yarın ilk toplantısını yapıyor. Yüzde 10’luk artış beklentisi var. İlk yarıdaki yüzde 34’lük zammın işaleminde tepki gördüğü, rekabet gücünü olumsuz etkileyeceği yönündeki tepkiler, hálá unutulmadı. Şimdi bu yüksek zammın ardından ikinci yarı için zam verilip verilmeyeceği, verilirse oranın ne olacağı, Hazine’ye yükü merakla bekleniyor.

Bankalar takas kağıdı önlemlerini aldı

BU
hafta Çarşamba günü, meşhur takas kağıtlarının, kalan 1.2 milyar dolarlık bölümünün itfası var. Bundan sonra takas kağıtlarının 5 yıllık bölümü, yani 2006’daki geri ödemeler kalıyor.

Geçtiğimiz haftayı bankalar, bu takas kağıtlarının geri ödemesine hazırlıkla geçirdi. Aslında piyasalardaki karışıklıktan sonra, yani yabancıların yeniden piyasaya girmesiyle birlikte yerli bankaların hazırlığı başladı. Yerli bankalar, bu dövizleri kendilerinde tutup, piyasaya satmadılar. Kurlar yükselince vatandaştan gelen dövizleri de toplayarak hazırlık yaptılar.

Bankacılar zaten bu hafta itfası yapılacak döviz kağıtları için yeniden döviz kağıdı ihalesi açılmayacağını biliyorlardı. Yani 1.2 milyar dolarlık bir açık pozisyon doğmasını bekliyorlardı ve ona göre hazırlıklarını yaptılar.

Hazine, bu haftaki ihaleleri TL cinsinden açacağını açıkladı.Bankacıların bir bölümü, 1.2 milyar dolarlık açık pozisyonun 1 milyar dolarlık bölümünün tamamlandığını belirtirken, bazıları 700-800 trilyonluk bölümünün bankalar tarafından hazırlandığını söylüyor.

Yani bu hafta yapılacak takas kağıdı itfaları nedeniyle, artık çok büyük bir döviz talebi beklenmiyor. Bir miktar açık kalsa bile, bunun en azından Haziran ayı sonuna kadar taşınabilecek bir açık olacağını kaydeden bankacılar, ‘Geçtiğimiz hafta piyasaların düzelmesine rağmen kurların yüksek seyretmesi zaten bu açılacak pozisyonları kapama telaşındandı’ dediler. Dolayısıyla döviz fiyatlarının takas kağıdı nedeniyle artık çok fazla artması beklenmiyor.

Hatta, ay sonuna doğru kurların biraz düşmesini bekleyip, ona göre kalan pozisyonlarını kapamaya çalışacak bazı büyük bankalar olabileceği de söyleniyor.

Yine ABD’deki veriler izlenecek

PİYASALARIN
gözü, bu hafta da ABD’de olmaya devam edecek. 15’inde açıklanacak tüketici fiyatları, içerde de yakından izlenecek bir gösterge olacak. Bankacılar, Greenspan’ın son açıklamasından bazı tereddütler doğduğunu hatırlatarak, ‘Piyasalar 0.25’lik faiz artırımına hazır ama artırım 0.50 olursa yeniden ortalık karışabilir’ dediler.

29 Haziran’da FED’in faiz kararını vereceğini hatırlatan bankacılar, 15’inde açıklanacak verinin ise faiz kararında herşeyden fazla etkili olacak bir veri olduğunun altını çiziyorlar.Bu nedenle 15’indeki tüketici fiyat açıklaması yakından takip ediliyor ve kötü bir veri çıkması halinde yavaş yavaş 0.25’in üzerinde bir artış da satın alınmaya başlanabilir.

Bu da doğal olarak, yeniden bir yabancı çıkışına, yabancı çıkışı olması halinde ise içerde kur ve faizde aşırı oynamalara neden olabilir. Bankacılar özellikle açık pozisyon açısından, geçen sefere kıyasla, şu anda sistemin teknik olarak, daha hazırlıklı olduğunun altını çiziyor. Ancak yine de yabancı çıkışı, içerdeki dengeleri yeniden sallayabilir. Küçük de olsa, bu ihtimal var.
Yazının Devamını Oku

TOBB’un talepleri Deppler’in söyledikleri

12 Haziran 2004
<B>ÖNCEKİ </B> gün, IMF Heyetinin TOBB’la yaptığı görüşme ve burada konuşulanların, <B>Deppler</B>’in basın toplantısında söylediklerinin öne çıkması nedeniyle, kamuoyuna gerektiğince yansımadığını söyleyebiliriz. TOBB Başkan Yardımcısı Halim Mete, IMF Türkiye Masası Şefi Moghadam’ın da hazır bulunduğu, Deppler’le yapılan görüşmede, açık açık ‘3 yıl vadeli stand-by anlaşması yapılmasının gereğini’ anlatmış. Deppler ve Moghadam, İstanbul’da yaptıkları temaslarda da, MÜSİAD dışında, hemen hemen bütün işadamlarından benzer taleplerle karşılaşmışlardı. TOBB nasıl bir ilişki istediğini, ‘IMF ile ilişkilerin devamını, bu uzun vadeli taahhüt çerçevesinin bir parçası olarak görüyor ve destekliyoruz. Bu kapsamda, 2005 sonrasında yapısal reformların kesin bir taahhüte bağlandığı en az 3 yıllık yeni bir stand-by’a gidilmesini gerekli görüyoruz’ şeklinde detaylandırmış. Mete, faiz dışı fazla rakamının azaltılması tartışmasını gereksiz ve tehlikeli bulduklarını ifade ederek, bu konunun tartışmaya açılması durumunda, buradan elde edilecek kaynağın kullanılması için Hükümet üzerinde popülist baskı olacağını, bu durumda verimsiz kamu harcamalarının ortaya çıkacağını söylemiş. TOBB’un bu görüşleri bence ‘nasıl çağdaş hale geldiğini’ ortaya koyuyor.

Mete, hükümetin mali disiplini koruma yolunda gösterdiği çabaları takdir ettiklerini ancak aynı çabanın yapısal reformların tamamlanması için de gösterilmesi gerektiğini belirterek, sosyal güvenlik, vergi sistemi ve idaresi, kamu yönetimi, hukuk ve mevzuat gibi alanlarda yapısal reformların henüz tamamlanmamış olmasının en büyük risk unsuru olduğunu söylemiş. Mete, ‘Bunlar tamamlanmadan büyüme sürecinin otomatikman devam etmesi beklenmemelidir’ diye konuşmuş. Türkiye’nin en büyük probleminin işsizlik ve yoksulluk olduğunu da ifade eden Mete, işsizliğin kamu kurumlarını istihdam deposu haline getirilerek, yoksulluğun ise asgari ücreti artırarak çözümlenemeyeceğini söylemiş. İşsizlik ve yoksullukla mücadelenin yolunu ise girişimcilerin önündeki engelleri kaldırılmak olarak belirtmiş.

Deppler’ın söylediği, ‘piyasa ile aynı görüşte değiliz’ sözleri, bence tümüyle işalemi için de geçerli. Çünkü bankacılar başta olmak üzere işalemi, oyun planını ‘iyiye gidişin devam etmesi’ üzerine kurdu. Bu nedenle pozisyonlar düşük kur, düşük faiz üzerine kuruldu. Buna karşılık, geçen ay piyasalarda yaşanan çalkantı başta bankacılar olmak üzere tüm işalemini büyük tedirginlik içine soktu.

Bu tedirginliğin nedeni ise Hükümete hálá, IMF olmadığı takdirde, gerekenlerin yapılacağı konusunda güven duymamaktan geliyor. Bu nedenle biran önce IMF’le ilişkilerin netleşmesini istiyorlar. Buna karşılık Deppler ise daha kayıtsız görünüyor. Ya da Hükümetle henüz anlaşamadıkları için, ortalığı germemek adına, abartılı olumlu davranıyor.

GÜLDÜREN FIKRA

Referans Gazetesi’nden Levent Çağlar’ın TOBB görüşmesinin perde arkasından aldığı bilgiye göre, Başkan Rifat Hisarcıklıoğlu ICC toplantısı için Fas’ta bulunduğu için, IMF’yle görüşmelere başkanlık eden Halim Mete, Deppler’e bir fıkra anlatmış.

Görüşmede en çok üzerinde durulan konuların başında sosyal güvenlik sisteminin açıkları ve sistemin yeniden rehabilitasyonu oluşturunca, fıkraları ile ünlü Mete dayanamamış, ‘Sosyal güvenliğe para aktarıyoruz, ama kime gidiyor bilmiyoruz’ diyerek, şu fıkrayı anlatmış:

‘Biri musevi, biri hristiyan, biri de Oflu Hoca olmak üzere 3 din adamı bir toplantıya gitmişler. Burada din adamlarına (Paralarınızın ne kadarını Allah için harcıyorsunuz?) sorusu yöneltilmiş. Musevi din adamı (Bir çukur kazıyorum. Paraları havaya atıyorum. Çukurun içine düşenleri Allah için harcıyorum) demiş. Hristiyan din adamı ise (Bir çizgi çiziyorum. Paraları o yöne doğru atıyorum. Çizgiyi geçen paraları Allah için harcıyorum) demiş. Sıra Oflu Hocaya gelmiş. Hoca, (Ben paraları havaya atarım, lazım olanı Allah alır. Gerisini ben harcarım demiş.’
Yazının Devamını Oku

IMF: Bu kez özel sektörde tedirginlik gördük

10 Haziran 2004
İSTANBUL’daki temasları, bu kez IMF heyetini korkuttu.Ankara’da eski ve yeni bürokratlarla, önceki gün IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk’in ‘veda kokteyli’nde bir araya gelen heyet üyelerinin, İstanbul’daki havadan tedirgin oldukları gözlendi.‘Her zaman İstanbul’daki görüşmelerinde işaleminin, ‘işler iyi gidiyor, aman sesinizi çıkarmayın, çomak sokmayın’ dediğini hatırlatan IMF’ciler, ‘Şimdi bu havaları değişmiş, ileriye dönük epeyce tedirginler’ dedikleri öğrenildi.Geçen ay piyasalarda yaşanan çalkantının işalemini tedirgin ettiğinin açıkça belli olduğunu kaydeden IMF uzmanları, biraz da bu nedenle kendilerine, MÜSİAD dışında, İstanbul’da görüştükleri hemen her kesimden ‘Hükümeti 3 yıllık yeni bir stand-by için mutlaka ikna edin’ mesajı geldiğini kaydettiler. IMF uzmanları, bu tür taleplere ‘Hükümet bilir’ yanıtı verdiklerini hatırlatarak, ‘Ancak gördüğümüz o ki; yeni bir program olmazsa özel sektördeki tedirginlik çok büyüyecek’ dediklerini öğrendik.Bu arada İstanbul’da bazı akademisyenlere IMF’nin yaptığı sunum, dün de bürokratlara tekrarlandı. Kaba bir sunum olduğu ve eleştirilerle geliştirileceği söylenen sunumun daha çok 1960’tan buyana Türkiye’nin büyüme dinamiklerini inceleyen bir araştırma olduğu öğrenildi.Bir IMF uzmanının yaptığı bu çalışmaya göre; Türkiye’nin 40 yıllık büyüme süreci inceleniyor ve büyümeyi engelleyen faktörler ile büyümeyi besleyen unsurlar belirtiliyor.IMF’nin raporunda büyümeyi engelleyen unsurların başında enflasyon ve devlet harcamalarının hedeflerindeki sapmalar ilk iki sırayı alıyor. Bu iki faktörün büyümeye yaptığı negatif etkinin, yılda yüzde 1.2 olarak hesaplandığı araştırmaya göre, 1980 yılından sonraki büyümenin ise dünya ortalamalarının üzerinde olduğuna dikkat çekiliyor. IMF raporunda 1980 sonrası büyümeye olumlu etki yapan en önemli faktör ise ‘dış ticaret rejimindeki serbesti’ olarak belirtiliyor. IMF uzmanı, dış ticaretteki serbestinin 1980 sonrasında, yıllık büyümeye yüzde 2.2 oranında pozitif etki yaptığını saptamış.Bu rapor geniş bir bürokrat ekibine, dün sunuldu. Bu konuda fazla tartışma olmazken, rapor hakkındaki görüşlerin daha sonra toplanıp, rapora son şekli verileceği söylendi.Raporun ‘Türkiye Raporu’ özelliğinden çok, büyüme raporu niteliği taşıdığını belirten yetkililer, ancak araştırma sonuçlarının Türkiye’nin önümüzdeki döneme ilişkin büyüme stratejisi konusunda yapacağı çalışmalar ve hazırlanacak plana ışık tutabileceğini söylediler.HÜKÜMET 2 YILLIK ANLAŞMADAN YANABu arada BDDK’da kalabalık bir IMF ve Dünya Bankası heyetinin çalıştığı, BDDK’nın hazırladığı taslak üzerinde çalışmalar yapıldığı gözleniyor. IMF uzmanlarının bürokratlara aktardıkları, bankacılık yasası ve bankacılık kesimine dönük önlemler konusundaki yorumları, hiç de olumlu değil. İstanbul’daki toplantılarda da özellikle BDDK kadrosunun yetersizliğinin sık sık gündeme geldiği, Yapı Kredi Bankası’ndaki operasyonun nedenlerinin soruşturulduğu, Kentbank ve Demirbank’la ilgili yargı kararlarının nasıl uygulanacağına ilişkin tedirginlik olduğu ve bunların uluslar arası piyasalarda Türkiye’nin itibarını etkileyen unsurlar olarak belirtildiğini öğrendik. Öte yandan IMF uzmanları, Ankara’daki temaslarını yoğunlaştırdılar. Gruplar halinde hemen her kuruluştan bilgi alınırken, açıklanan bütçe rakamları doğrultusunda 8. gözden geçirmenin rakamsal değerlendirmesinde sorun olmayacağı ancak gözden geçirmeye ilişkin yapısal tedbirler bölümünde tartışmalar olabileceği belirtiliyor.Ankara’daki IMF’le görüşmelere ilişkin yansıyan genel hava ise şu:Hükümet 2007 yılındaki seçimleri gözeterek, mümkün olduğunca kısa, örneğin 2 yıllık bir stand-by anlaşmasına razı olacak gibi ama IMF daha uzun vadeli, kapsamlı ve yapısal sorunları tümüyle çözecek yeni bir stand-by anlaşmasının daha doğru olacağını düşünüyor. Hükümetin ısrar etmesi halinde, IMF’in 2 yıllık anlaşmaya razı olabileceği ancak bunun daha yoğun, daha sıkı bir program olması için hükümeti zorlayabileceği konuşuluyor.
Yazının Devamını Oku

IMF, ‘bankalara onlar el koydurdu’ imajına bozuldu

8 Haziran 2004
<B>IMF</B> yetkilileri son dönemde gazetelerde yeralan <B>‘Bazı bankaların Fon’a alınmasını IMF istedi’ </B>yönündeki haberlerden rahatsız. IMF Heyeti İstanbul’da yaptığı temaslarda, özellikle de bankacılarla yaptığı görüşmelerde, bu tür haberlerden rahatsız olduklarını söylediler. Bu tür haberlerin IMF’nin Türkiye’deki imajını bozmasından şikayetçi olan Heyet, bu haberlerin nereden ve ne için sızdırıldığını merak ettiklerini de söyledi.

Bu arada IMF Heyeti’nin bankacılık kesimiyle ilgili mevcut organizasyonlar ve çalışma şekillerinden rahatsız oldukları da, bu görüşmelerde ortaya çıktı. IMF Heyeti, TMSF ve BDDK arasında yaşanan yetki çatışmasından rahatsız olduklarını, bunun için önlem alınması gerektiğini, özel temaslarında dile getirdiler.

IMF’nin İstanbul’da yaptığı temaslar, daha önceki temaslarda olduğu gibi, genellikle, ‘IMF heyetinin soru sorup dinlemesi, fazla bir görüş belirtmemesi’ şeklinde geçti.

IMF’yle toplantıya katılan yetkililer, genellikle mevcut gidişat hakkında sorular yönelterek işaleminin görüşünü sorduklarını söylerken, ‘Bu görüşmelerin çok verimli geçtiğini söylemek, pek mümkün değil’ dediler.

Bu arada İstanbul’da temaslarda bulunan bazı örgütlerin, IMF’yle görüşmelerini özellikle kendi ideolojik pencerelerinden yorumlayarak kamuoyuna aktarma yolunu seçtikleri gözlendi. Örneğin; MÜSİAD gibi IMF’yle yakın ilişkilere kategorik olarak karşı çıktığı bilinen işadamları örgütleri kamuoyuna ‘Yeni anlaşma olmasa da IMF kendilerine olan borcumuzu biraz erteleyecek’ biçiminde bir hava vermeye çalıştılar. Halbuki işi takip edenler biliyor ki; zaten 5. gözden geçirme sırasında borçlar yeniden yapılandırılırken, Türkiye’nin IMF’ye yapacağı geri ödemeleri bir ölçüde de olsa, öteleme imkanı var. Türkiye, bu imkanını kullanmak için, ilişkilerin belirginleşmesini bekliyor...

Buna karşılık ortada olan gerçek şu ki; MÜSİAD’ın dediği gibi, zaten varolan imkan kadar uzatılsa bile, bu Türkiye’nin borç ödeme sorununu çözmüyor.

İşte bu nedenle IMF’yle görüşen işadamları ve bankacıların çoğu IMF’yle en az 2 yıllık yeni bir stand-by anlaşması yapılması gerektiğini, IMF Heyeti’ne bildirdiler. IMF Heyeti’nin bu taleplere yanıtı ise ‘Bu sizin bileceğiniz iş, Hükümet bizim önümüze bir öneri getirmesi lazım ki bunun üzerine konuşalım’ oldu. Yani IMF Heyeti, şimdilik 2005 sonrası için somut işaret vermiş değil.

TÜSİAD’A SİTEM

İşadamları ve bankacıların bu isteği bir anlamda kolaycılığa kaçıp, IMF’nin yeniden bir çıpa olmasını sağlama talebi olarak değerlendirilebilir. Ancak bu talep, bir anlamda Hükümetin IMF’siz ne yapacağını bilmediklerinden, güvenleri olmadığından, bunun için ‘ekonomiyi IMF çıpasına bağlama’ isteklerinden kaynaklanıyor.

Bu arada, mevcut gözden geçirmeyi diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden birinin, gelen IMF Heyeti’nin kalabalıklığı oldu. Her zaman daha küçük gruplarla gelen IMF, bu kez 14 kişilik bir ekiple geldi. Bildiğimiz kadarıyla Ankara’ya, özellikle bankacılık alanında yeni uzmanlar da gelecek ve Heyet daha kalabalıklaşacak. Bunun en büyük nedenlerinden biri gözden geçirme ile birlikte 4. madde konsültasyonunun yapılması ve bu gözden geçirmelerde yapısal tedbirlere ilişkin incelemelerin daha yoğun olması.

Şimdiye kadar IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam’ın Başkanlığında yapılan temaslar, dün IMF Avrupa Sorumlusu Michael Deppler’in gelişi ile birlikte daha üst düzeye taşındı. Dün Deppler’ın bulunduğu TÜSİAD yemeğinde de işadamlarının, ‘en az 2 yıllık bir stand-by anlaşması’ istedikleri, Deppler’ın ise ‘Türkiye’nin vizyonunu biz çizemeyiz, siz çizeceksiniz, hükümet önümüze birşey getirecek ki, bakacağız’ dediği öğrenildi. Bu arada Moghadam’ın TÜSİAD’a, ‘vergi teşvik talepleri’ konusunda, ‘Bari siz sistemi bozmaya çalışmayın’ diye sitem ettiği, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı’nın ise ‘Yatırım için rekabet eşitliği istiyoruz’ savunması yaptığını öğrendik.
Yazının Devamını Oku

Teftiş, ‘gerek yok’ dedi, bakan bürokratı savcılığa gönderdi

7 Haziran 2004
<B>BÜROKRATLAR</B> üzerinde teftiş kurulları <B>‘Demokleşin kılıcı’</B> gibi, her zaman sallanır. Teftiş korkusu nedeniyle bürokratların dönem dönem hiç sıkıntı çıkarmayacak kararlara bile imza atmaya çekindikleri görülür. Teftiş kurulu üyelerinin bunu zaman zaman ‘grup çıkarları’ için kullandıkları çok olmuştur.

Özellikle Başbakanlık Teftiş Kurulu, çok korkulan bir makamıdır. Genellikle bir açık bulunur ve bürokratlar için sık sık suç duyularında bulunulmasını isterler. O kadar çok soruşturma, savcılığa gönderme isterler ki; bu nedenle İdare içinde Teftiş Kurulu’ndan gelen rapora göre bakanların inisiyatif kullanma iradesi oluşmuştur. Yani; bakanlar Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan gelen ‘soruşturma ve savcılık’ taleplerinin bir kısmını kabul etmezler. Yasal olarak bu hakları vardır. Özellikle kendine güvenen bakanların bunu yaptıkları çok görülmüştür. Kimse de o bakana ‘Niye göndermedin’ diyemez.

Bir bakanın Teftiş Kurulu’nun, ‘Bu bürokratın savcılığa gönderilmesine gerek yoktur’ demesine rağmen, o bürokratı savcılığa verdiği ise görülmemiştir.

Geçtiğimiz günlerde, ilk defa bir Bakan, bir bürokratı Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun ‘gerek yok’ demesine rağmen savcılığa gönderdi.

Olay Egebank’la ilgili. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın ‘Bankalar Yeminli Murakıpları raporunun geç işleme konulmasına dair yapılan suç duyurusuyla ilgili’ olarak uzun süredir devam eden yazışmaların sonunda, Devlet Bakanı Ali Babacan, savcılığa bir yazı yazarak bazı bürokratlar hakkında soruşturma izni veren bir yazı yazıyor. Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun yazısında, ‘Zamanın Hazine Banka Kambiyo Genel Müdürlügü yetkilileri olan Bankalar Yeminli Murakıpları Kurul Başkanı İlkay Karakoç, Banka ve Kambiyo Genel Müdürü Adnan Yaylacı, Genel Müdür Yardımcısı Binnur Berberoğlu, ve Daire Başkanı Mesut Yıldırım hakkında soruşturma izni verilmesi, Banka Kambiyo Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Müsteşar Yardımcısı Teoman Kerman’ın ise ilgili görülmediği için, herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığı için soruşturma izni verilmesine gerek olmadığı’ görüşüne yer veriliyor.

Babacan, ise Teftiş Kurulu’nun soruşturma izni istediği Adnan Yaylacı, Binnur Berberoğlu, Mesut Yıldırım hakkında soruşturma izni verirken, Teftiş Kurulu’nun soruşturma izni istediği İlkay Karakoç için soruşturma izni verilmesine gerek olmadığını söyleyip, Karakoç’a soruşturma izni vermiyor.

Babacan, Teftiş Kurulu’nun ‘gerek yoktur’ dediği, zamanın Müsteşar Yardımcısı Teomen Kerman için de soruşturma isteyip, bu talebi Savcılığa gönderiyor.

Soruşturma izni verilmeyen kişi, tanıdığım kadarıyla namuslu, dürüst bir kişidir. Ama Teftiş istemediği halde Babacan’ın soruşturmaya tabi tuttuğu kişi de, en az bir o kadar namuslu, dürüst bir kişidir. Peki bu fark niye?

Şu kadarını söyleyeyim Karakoç murakıp ve duyduğumuza göre Hazine’de Bakanın murakıplarla ilişkisini yürüten danışmanı gibi çalışıyor. Teoman Kerman’ı ise biliyorsunuz; haksız yere Başkan Yardımcılığından alındığı ortaya çıkan, murakıpların BDDK’yı ele geçirmesiyle tasfiye edilen ekibin, eski yetkin ekibin en önemli isimlerinden.

Soruşturma izni gerekçesi ise ‘sorumluluk bütünlüğü’ olarak gösteriliyor.

Başbakan’ın ‘bürokratik oligarşi’ tanımı

BAŞBAKAN
Tayyip Erdoğan, Tüpraş özelleştirmesinin yargıdan dönmesini, ‘bürokratik oligarşi’ olarak tanımladı ve bürokratik oligarşinin işleri engellediğini söyledi. Yani ilk başlarda ‘kurlar düşük’ diye yakınan TOBB delegelerine nasıl ‘Merkez Bankası’nın kapısına gidin, protesto edin’ dediyse, şimdi de özelleştirme olmayınca topu yargıya atıyor.

‘Oligarşi’ tanımını ilk kimin kullandığını, hangi sol örgütlerin bu tanım nedeniyle birbirlerine girdiklerini, bilenler vardır. Daha sonra ‘oligarşi’ tanımı bazı sağ politikacılar tarafından da kullanıldı ve daha sonra onlar siyaset sahnesinden silindiler...

Peki tanım yanlış mı? Doğru ama, herhalde eskiden solculuğa bulaşmış bazı danışmanları, bu tanımın içini doldurmadan sadece ‘bir laf’ olarak vermişler.

Çünkü, özelleştirmenin yapılamaması ise tümüyle siyasi iradeye bağlıdır.

Rahmetli Turgut Özal’ı örnek almaları lazım. Özal ne yaptı biliyor musunuz; bürokrasinin işleyişini, ne yapacağını çok iyi biliyordu. Bu nedenle mevcut bürokrasiyi koruyup yurt içinden, dışından bazı takviyeler yaptı, bürokrasi önce direndi ama sonra saat gibi çalıştı.

Peki AKP ve Başbakan ne yaptı? Olduğu gibi bürokrasiyi değiştirmeye kalktı, özellikle ekonomide, alt düzey görev yapmış, yöneticilik deneyimi olmayan kişileri ‘partiye yakın’ ya da ‘şu gruba yakın’ diye bir yerlere, hem de çok üst düzeylere atadılar. Eskilerden kendisine uyacaklarla çalışma yolunu seçmeyip, tümüyle yeni, deneyimsiz ve çoğu da yetkin olmayan kişileri göreve getirdiler. Öyle olunca, ekonominin diğer birimlerinde ve özelleştirmede hafıza yok oldu ve oraya getirilen kişiler bile eskilerle çalışmak istedikleri halde, tümüyle yeni kişiler işe katıldı ve birçok hata yapıldı.

Bürokrasiyi eğer, işinizi iyi bilip, çalıştırsaydınız, çalışırdı.

AKP iktidarı döneminde Abdullah Gül’ün Dışişleri bürokrasisiyle, hiyerarşisiyle hiç oynamadığını, bu nedenle Dışişlerine bağlı olarak Hükümetin birçok başarı elde ettiğini, herhalde Başbakan da biliyordur. ‘Niye öteki taraflarda bunu yapmadık’ diye hiç düşünüyorlar mı, acaba.

Dışişlerinden iş çıkmasaydı o da ‘bürokratik oligarşi’ tanımı içine sokulacaktı. Ama bürokrasiyi koruyup çalıştırdınız, Dışişleri o kapsamdan çıktı, öyle mi? Eğer öyleyse, o zaman suç nerede? Siz eğer Teftiş Kurulu ‘gerek yok’ dediğiniz halde eski bürokratı savcılığa verirseniz, yeni bürokrat da ‘benim de başıma bu iş gelecek’ diye çalışmaz, imza atmaz. Siz eğer ‘ben çok güçlü iktidarım’ deyip, aksayan yasaları değiştirmeden, hem de teknik olarak yanlış özelleştirme yöntemleriyle bir iş yapmaya kalkışıyorsanız, bunlar yargıdan geri dönünce ‘bürokratik oligarşi’den yakınamazsınız. Suç yasayı uygulayan bürokratta değil. İşi yanlış yapanlarda.

Bankacılık taslağı genelgeye dönüşmüş

‘Kredi Kuruluşları Yasa Taslağı’
adını alan Bankacılık Yasası’ndaki değişiklikler önümüzdeki dönem çok tartışılacak. Şimdiden aksayan yönleri teker teker belirlenmeye başladı.

Ama işin aslına bakıldığında, genel olarak, anlayış olarak ortaya çıkan bazı gerçekler var.

Herşeyden önce; yasa çok aşırı detaylı hazırlanmış, genelge ile düzenlenecek maddeler bile yasa maddesine konmuş. Bunun nedeni belli ki murakıplar başlarına iş gelmesin, özel olarak insiyatif alıp da başlarına iş açılmasın diye, her şeyi yasaya bağlamaya kalkışmışlar. İnsiyatif kullanmayan bir bağımsız kurul olur mu? Olmayacağını herkes biliyor. Peki o yasada yazılı ‘şu işleri yapar’ maddesine birileri bir şey koymayı unuttuysa, yeni yasa mı çıkaracaksınız?.

İkinci çarpıcı nokta; bürokrasinin artırılması, Yasa ile birçok yeni müessese kuruluyor. Bu müesseselerin kurulması yetmiyor bunlara atanacak kişileri, yapacakları işleri her şeyi BDDK belirliyor. Üstüne üstlük bütün bu işlerin finansmanı bankalardan alınacak paralarla yapılıyor. Yani bankacılığın üstündeki yükler artıyor, bankaların insiyatifi azalıyor. Enstitü, ombudsman eğer parası bankalardan çıkarılacak birer çiftlik haline gelirse, kimse şaşırmasın. Gidiş oraya doğru. O kadar çok murakıbı nereden bulacaklar bilmiyorum ama.

Bu yanlışlığı, umarız taslağı inceleyen IMF de görür.
Yazının Devamını Oku

Çukurova olayı arapsaçına döndü

5 Haziran 2004
<B>DÜN</B> yaşanan olaylar Çukurova Grubu işinin giderek arapsaçına döndüğünü gösteriyor. Her şeyden önce şunu bilmek lazım ki; yapılan anlaşma uyarınca; Pamukbank’ı Fon’a alınan Gruba, Yapı Kredi’deki hisselerini satıp çıkması için 2 yıl süre tanındı. Anlaşmada ‘Sürenin bitimine 3 ay kala hisseler satılmamışsa ve de uzman yatırım bankası tayin edilememişse, TMSF tarafından halka arz konusunda bir yatırım bankası atanacak’ ibaresi yer alıyordu.

Yani Çukurova Grubu zaten 2005’in Şubat ayına kadar Yapı Kredi’deki hisselerini satarak bankacılık sisteminden çıkmak zorunda. Bu yıl kasım ayına kadar satış olmamış ya da banka atanmamışsa, TMSF’nin bir yatırım bankası atayıp, satış işlemlerini hızlandırmak zorunda.

Bildiğimiz kadarıyla; zaten BDDK’nın grupla yaptığı görüşmelerde Yapı Kredi Bankası’nın bir yabancı bankaya daha doğrusu zaten Türkiye’de olan bir yabancı gruba , daha doğru bir deyimle yerli-yabancı ortaklığına satılması üzerinde duruluyor. Belki de bu satışla birlikte iki banka birleştirilip, sektörde çok büyük pay alacak yeni bir banka oluşturulabilir.

Şahsi duyumlarım, Hükümetin de bu durumdan haberdar olduğu ve hem alıcı, hem satıcı gruplara bu yönde telkinde bulunulduğu yönünde. BDDK ‘da Kurul üyelerine bile en küçük bilgi verilmiyor, görüşmeler çok gizli yürütülüyor. Yani olayı bilen; sadece bir-kaç bakan ve BDDK Başkanı. Ben TMSF Başkanının bile bundan haberdar olduğunu sanmıyorum.

Gelelim, olayın arapsaçına dönmesine neden olan ikinci unsura.

Bilindiği gibi alelacele bir kararla TMSF yönetimi BDDK yönetiminden ayrıldı. Bu ayrım yapılırken acele edildiğini çok yazdık, karmaşa ve yetki kavgası çıkacağını çok söyledik.

Ve olan olduÖ Şu anda TMSF yönetimi ile BDDK yönetimi arasında bir diyalog sözkonusu değil. Herkes işi kendi tarafından çekiyor. Birlikte hareket etmedikleri gibi birbirlerini el altından suçluyorlar. Sorduğunuzda, ya da bu yazı yayınlandığında, mutlaka ‘Bizim koordinasyonumuz çok iyi’‘diye inkar edeceklerdir, doğaldır. Ama inanın işbirliği olmadığı gibi, yönetimlerin ayrı ‘Gruplar’a mensup olmalarının beslediği, bir çatışma sözkonusu.

İşte işi bilmeden, tartışmadan günlük sorun çözelim diye karar alırsanız, sonu bu olur.

Bu konunun Çukurova Grubu ile ilişkisi ne derseniz, çok açık. Çukurova olayı iki tarafı da ayrı ayrı ilgilendiriyor. Bir kere Çukurova Grubunun Pamukbank nedeniyle TMSF’ye bir borcu var. İşte dün ortalığı karıştıran haberler de buradan kaynaklanıyor. Belli ki borcun erken ödenmesi için belli bir plan verilmiş. Peşin ödemede indirimler yapılacağı da söyleniyor. Burada da çok dikkatli olmak., olayı izlemek lazım. Çünkü zaten borç ‘libor artı yarım’ gibi çok düşük bir oranda faizlendirilmişti. Şimdi bu kadar düşük bir faiz oranını tekrar indirmek yürek ister. Bu karara, yani peşin ödeme halinde bu faiz oranının düşürülmesine imza atacak bürokrat nasıl bulunur, atarsa o bürokratın başına neler gelir, ne laflar çıkar, düşünemiyorum.

Çukurova Grubu’nun bir de Yapı Krediye olan borçları var. İşte burada da BDDK devreye giriyor. Grubun bankaya olan borçları da belli bir taksitlendirmeye tabi tutuldu ve buradaki ödemeler geçmişte çok aksadı. Şimdi BDDK, hem Grubun bankacılıktan çıkması hem de Yapı Kredi’deki bu alacağının tahsili için çare arıyor.

Burada da başka soru işaretleri var. Çukurova Grubundaki operasyonunu arkasında, Yapı Kredi’nin başına getirilen murakıbın üstadının bulunduğunu, gazeteler yazdı. Bu kişiler tüm bu zor durumda bile Bankayı yürütebilen yetkin kişileri görevden alıp, hep yeni adamları getiriyorlar ve yeni isimlerin yetkinlikleri ve durumları tartışma konusu oluyor. Bu kişinin BDDK’nın tüm yönetimini ele alan bankalar yeminli murakıplarının büyüğü olduğunu herkes biliyor. İşte bu üstadın BDDK’dan Grubu için ayrıcalık koparması sözkonusu olacak mı, o da soru işareti.

Bütün bunları belki Hükümet görmüyor ama IMF ve Dünya Bankası görüyor. Hem atamaları, hem yönetimin kararlarını, hem iki kurum arasındaki çatışmanın nasıl önlenip nasıl birlikte çalışabileceklerini araştırmak üzere, bu iki kuruluşun ortak bir ekibi bir haftadır zaten BDDK’da çalışmalar yapıyor. Bu çalışma daha da genişleyecek. Bu ayıp da bize yeter.
Yazının Devamını Oku