Erdal Sağlam

IMF gelmeden stand-by açıklanabilir

18 Mayıs 2004
<B>DEVLET </B>Bakanı <B>Ali Babacan</B>, 2005’ten itibaren IMF’yle ilişkilerin nasıl yürüyeceğine karar vermediklerini söylüyor. Bir yandan da bu ilişki biçimi için 3 seçeneğin olduğunu, buna kendilerinin karar vereceğini tekrarlıyor. Madem bu Hükümet IMF’le ilişkinin şekline karar verecek, o zaman neden bekliyor?.. Hükümet şimdiden toplanıp, bundan sonra IMF’yle nasıl yürüyeceğine karar verip, ‘IMF’e 2005 sonrası için şu ilişkiyi önereceğiz’ diye bir açıklama yapabilir.

İlle de IMF Heyeti’nin haziran başında gelişini ve onlarla yapılacak görüşmeyi beklemeye gerek yok. Madem Hükümet karar verecek, önereceği şekli şimdiden açıklamalı. Eğer Babacan’ın dediği takvimde gidilirse, resmi açıklamanın haziran ayı sonunu bulacağı anlaşılıyor. Halbuki piyasaların bir an önce bu habere ihtiyacı var.

Babacan’ın bu sözleri, ‘Hükümet kararı geciktirip, sonunda IMF ile yürümeyeceği bir formülü oluşturmaya çalışıyor’ şeklinde algılanıyor. Bu da piyasada gerginliğin sürmesine, risk algılamasının yükselmesine yol açıyor.

Halbuki yarın Hükümet oturup karar verse ve kararını açıklasa piyasalar rahatlar. Hele piyasaların istediği gibi bir karar çıkarsa, faizlerin 3-4 puan birden düşeceğini, döviz kurlarının hızla geriye gideceğini, rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabi ki Hükümetin kararı, ‘program sonrası izleme ‘ olursa, o zaman çok daha kötü olabilir. Yani faiz ve kur yeniden yükselişe geçebilir.

Şu anda piyasaların beklediği; en azından, Babacan’ın deyimiyle ‘ihtiyati stand-by anlaşması’ yönünde karar verilmesi. Bu nedenle daha esnek bir yöntem piyasaların keyfini bozabilir.

Şahsen, böylesine kritik bir döneme girilirken, Hükümetin sadece ‘program sonrası izleme’ ile yetinebileceğini sanmıyorum. Uluslararası gelişmeler, petrol fiyatlarındaki artış ve AB ile kritik bir sürece girilmesi nedeniyle Hükümetin seçenekleri azaldı.

Hükümetin ya ihtiyati stand-by anlaşmasına, ya da normal stand-by anlaşmasına karar vermesi gerekecek. Bu gereklilik zaten Hükümet üyelerine de aktarılıyor. Bankacılardan, bakanlara bu açıklamanın biran önce yapılması yönünde de talepler geliyor.

Dünkü toplantılarda da bakanlara bu talep iletildi.

Aslına bakarsanız; Hükümetin ‘ihtiyati stand-by anlaşması’ önermesi, IMF’nin daha çok işine gelecek. Çünkü bu takdirde yeni para alınmayacak, en fazla, sıkıntılara karşı ihtiyat fonu oluşturulacak, çok gerek görüldüğünde bu para kullanılabilecek.

Halbuki normal stand-by anlaşması yapılması halinde, taze para alınması sözkonusu olacak. IMF’in taze para vermeye yanaşmayacağı göz önüne alınırsa, yapılacak stand-by anlaşması ile önümüzdeki yıllarda yapılacak geri ödemeler kadar, hatta biraz daha üstünde IMF’den yeni kredi alınarak, ödemelerin çok daha uzun vadeye yayılması imkanı kazanılabilecektir.

Hükümet, kompleks yapmaz ve gereklilikleri iyi görürse, kararı normal stand-by anlaşması olmalı. Bu, hem uluslararası piyasaları rahatlatacak, hem iç piyasayı sakinleştirecek. Bunun da ötesinde, yerli bankaların yabancılara satışı veya ortaklığının yoğun olarak gündemde olduğu bu dönemde, Hükümetin böyle bir karar açıklaması, bu girişimlerin realize olmasını kolaylaştıracak. Bu tür bir gelişme, sıkıntılı döneme yeniden giren bankacılık sistemini rahatlatacağı gibi, yabancı sermaye girişini de körükleyecektir.

Hükümetin artık ‘faiz dışı fazla’ kompleksinden kurtulup, biran önce karar vermesi ve bunu hemen kamuoyuna açıklamasının, piyasaları çok rahatlatacağına kimsenin şüphesi olmasın.

Düşünün; yarın ‘3 yıllığına stand-by önereceğiz’ açıklaması yapılsa, faiz ve kurdaki düşüşler, Hazine’nin maliyetini düşürecek, biriken akaryakıta zam gereğini azaltacak, bankacılık sistemini rahatlatacak. ‘Faiz dışı fazlayı azaltıp kalanı harcamaya ayırmak’ sığ bir bakış açısı. Çünkü, böyle bir açıklama ile faiz ve kur düşüşünden sağlanacak kaynak, zaten yüksek olacak, bu tasarruf ile piyasalar istikrar kazanıp, beklentiler olumluya dönecek.

Bu programın beklentiler üzerinde gittiği gerçeğini unutmayalım.
Yazının Devamını Oku

Yeni kur-faiz dengesi için bu seviye yüksek

17 Mayıs 2004
Yaşanan çalkantının durulmaya başlamasıyla birlikte, <B>‘yeni faiz-kur dengesinin ne olacağı?’ </B>da tartışılmaya başlıyor. Önümüzdeki hafta, bu dengenin ne zaman ve nasıl oluşacağını göstermesi açısından kritik geçecek. FED’in faiz artırım beklentisi nedeniyle gelişmekte olan ülkelerin biraz daha olumsuz etkilenebileceği belirtilirken, bir yandan da ‘Türkiye’nin zaten yeterince etkilendiğini, bu nedenle daha fazla etkilenmesinin beklenmediğini’ söyleyenler de var.

Öyle ya da böyle, faiz ve kurda yeni bir dengenin oluşması gerekiyor. Yeni dengenin biran önce oluşması, çalkantının fazla sürmemesi, özellikle enflasyon hedefi açısından çok önemli.

Daha önce de kurlardaki sıçramanın enflasyonu fazla etkilemediğinin görüldüğü belirtilirken, özellikle Merkez Bankası’nın verdiği, bu teze ilişkin örneklerde, sıçramadan sonra kurun geri döndüğü dikkat çekiyor. Yani 1 milyon 550 bin civarında yeni bir denge oluşması ve bunun uzun sürmesi halinde bunun enflasyonu etkilemesi kaçınılmaz olacak. Merkez Bankası bu durumda bile etkinin zayıf olacağını tahmin ediyor ama tersini düşünenler de var.

İşte bu nedenle, şu anda 1 milyon 530 bin lira olan kur seviyesi ve yüzde 29-30 olan faiz seviyesi yüksek bir seviye. Faizin yüksek olması enflasyon hedefi nedeniyle Merkez Bankası’nın işine gelir ama kamu dengelerini bozacağı için, faizlerin de daha aşağıda denge bulması gerekiyor.

Kısacası; kesin bir rakam konuşulmuyor ama şu anda ideal gözüken yeni denge; 1 milyon 450 bin lira civarında bir kur ile yüzde 24-25’lik bir faiz seviyesi...

Yani piyasalardaki çalkantının ne kadar süreceği henüz belli değil ama kısa süre içerisinde bu çalkantının durup, yeni faiz kur dengesinin bu seviyelerde oluşması, başta enflasyonla mücadele olmak üzere, ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından büyük önem taşıyor

Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele açısından kaygılandığı konuların başında, akaryakıt fiyatlarındaki artırım gereği de geliyor. Şu anda akaryakıt fiyatlarında belli bir artırım gereği oluştuğu kesin. Hükümetin bu zamları hemen başlatması gerekiyor. Merkez Bankası, akaryakıt zammının kaçınılmaz olduğunu görüyor ama aşamalı olarak küçük zamlardan yana.

Zaman içine yayılarak yapılacak zamların enflasyonu etkileme derecesi daha düşük oluyor. Bu nedenle, zaten kur-faiz ve beklentilerin olumsuza dönmesi tehditinde olan enflasyon hedefinin tutturulması için akaryakıt zamlarının da çok dikkatli yapılması gerekiyor. Bunun yanı sıra enflasyon hedefini etkileyecek önemli bir unsur da tarım fiyatları olarak görülüyor. Şu anda anormallik bulunmadığı ama özellikle bazı meyve-sebzelerin don gördüğü yönündeki haberlerin, önümüzdeki döneme ilişkin tarım fiyatlarında sıkıntı yaratabileceği kaydediliyor.

Geçen yıl yaz aylarında görülen eksi tarım fiyatlarının bu yıl görülmeyeceği hemen hemen kesin. Bu nedenle Merkez Bankası yaz aylarında enflasyonun yeniden yükseliş trendine gireceğini, daha sonra normale gireceğini, çok daha öncelerden söyleyerek, piyasaları alıştırmaya başladı.

Hükümet hálá gerekli duyarlılığı göstermiyor

Hükümetin piyasalarda yaşanan çalkantıyı baştan beri küçümsediği görülüyor. Bürokratların bakanlara bu çalka.ntının getireceği olumsuz sonuçları çok aktardığı ama Başbakan Tayyip Erdoğan’a bu tehlikenin gereğince anlatılamadığı tahmin ediliyor. Kamu bankalarının tüketici kredilerini durdurması konusunda bile yaşananlar, ekonomi yönetiminde gerekli koordinasyonun olmadığını ortaya koyan somut bir örnek. Bakan Babacan durdurulduğunu söylerken, kamu bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Sayın, ‘Durdurulmadı, devam ediyor’ diye açıklama yapıyor, ardından Genel Müdür Can Akın Çağlar,. büyük ihtimalle Babacan’ın uyarısı üzerine ‘limitlerimiz doldu’ açıklaması yapıyor. Bütün bunlar piyasalarda ekonomi yönetiminde zaaf olarak algılanıyor.

Bu arada DPT Müsteşarı Ahmet Tıktık’ın ‘piyasalara kırgınım’ açıklaması ve önlem almak için IMF’in bekleneceğini söylemesi de, ‘Piyasalardaki hareketin anlaşılamadığı ve gerekli önlemlerin gecikeceği‘ imajını artıran bir başka unsur gibi gözüküyor.

Bütün bunların altında bakan ve bazı bürokratların ‘büyüme aman düşmesin’ kaygısı önemli rol oynuyor. Halbuki zaten yüzde 5’lik büyümenin gerçekleşeceği şimdiden kesin. Örneğin 3 aylığına harcamalar durdurulsa, sonra yeniden bakılsa, piyasalar ‘kararlılık mesajı’ alacak. Halbuki şimdi büyüme adına önlem alınmaması, daha sonra Merkez Bankası’nın zorunlu olarak frene basmasını getirecek işte o zaman büyüme sıkıntıya girecek. Maalesef bunlar görülemiyor..

TOBB Genel Kurul’a yeni yasayla gidiyor

Önümüzdeki hafta Cumartesi günü Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği(TOBB)nin Genel Kurulu gerçekleştirilecek. Seçimsiz Genel Kurulun en önemli özelliğini, kapsamlı yeni bir TOBB yasasının çıkmasıyla aynı döneme denk gelmesi oluşturacak.

Yarın TBMM Genel Kurulu’nda TOBB yasasının görüşülmesi bekleniyor. 108 maddelik bir yasa olmasına rağmen, görüşmelerin kısa sürede tamamlanması bekleniyor. Bu yasa herkesi, bu arada TOBB yönetimini de tümüyle tatmin eden bir yasa olmadı, daha çok bir ‘uzlaşma yasası’ oldu. Bu nedenle AKP iktidarı ve CHP daha Genel kurula gelmeden yeni yasa üzerinde anlaşmış görünüyor. Dolayısıyla Cumartesi yapılacak genel kurula, hem Başbakan Erdoğan, hem de anamuhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal, ‘Yeni TOBB yasasını çıkararak’ gitmek istiyorlar. Eğer Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bir-kaç günde onaylarsa, genel kurulun yapıldığı günlerde yeni TOBB yasası da yürürlüğe girmiş olacak...

Yeni TOBB yasasının en çarpıcı yanı, TOBB yönetimlerinin ve başkanlarının, yeniden, doğrudan delegeler tarafından seçilmesi olacak. Bu değişikliğin TOBB’un ilgili olduğu Bakan, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun zamanında yapılıyor olmasının özel bir önemi de var. Çünkü 1986 yılında zamanın Başbakanı Turgut Özal, kendi istediği Ali Coşkun’u seçtirebilmek için, doğrudan delegeler tarafından yapılan TOBB başkan ve yönetim seçim yöntemini değiştirmiş, araya konseyleri koyarak, çeşitli aşamalardan sonra Başkan ve yönetimin seçilmesini getirmişti. Dolayısıyla Ali Coşkun, kendisi için değiştirilen ve o zamandan beri TOBB’un tepkisini alan seçim yöntemini, eski sisteme geri çevirerek, ‘camiasına karşı kendisini aklamış’ olacak.

Yeni yasayla oda başkanları ve TOBB başkanlarına ‘en fazla iki dönem başkanlık yapma sınırı’ getiriliyor. Yani odaların ve TOBB başkanlarının yıllarca, hatta on yıllarca oralarda kalıp ‘birer çiftlik’ imajı vermelerinin önüne geçilmiş, yeni ve genç isimlerin önü açılmış olacak. Bu, mevcut TOBB yönetiminin de isteyerek yasaya koydurduğu bence çok olumlu bir madde ve yasayı çıkaran siyasi partiler de, umarım bu ‘sınırlama’dan kendilerine de ders çıkarırlar.

ODA SEÇİMLERİ ERTELENİYOR

Yeni yasayla birlikte Oda seçimleri de 3-4 ay erteleniyor. Kasım ayında yapılması gereken Oda seçimleri yeni yasayla 2005 Mart ayına ertelenecek. Oda seçimlerinden sonra 2005 Mayıs ayında ‘doğrudan delegelerin seçeceği TOBB başkan ve yönetimi’ sistemi, yeniden başlamış olacak. Seçimlerin ertelenmesinin en önemli nedeni, çıkarılacak yönetmeliklerin uzun süre alması olarak gösteriliyor. Yasa, yeni yönetmeliklerle delege sisteminin düzenlenmesini, meslek komiteleri konusunda yeni düzenlemeler yapılmasını öngörüyor. Bu yönetmelikler oluşturulurken, AB mevzuatının da inceleneceği ve oraya yakın bir sistemin kurulmaya çalışılacağı belirtiliyor.

Örneğin sadece iki odada ‘bilişim meslek komitesi’ bulunduğu hatırlatılarak, meslek komitelerinin yeniden saptanması, ve daha etkin kılınması için kapsamlı değişiklikler yapılacağı belirtiliyor. Bu çağda iki odada bilişim komitesi bulunması, mevcut sistemin değişme gereğini zaten ortaya koyuyor. Delegeler son 6 ayda hangi komitede ise orada oy kullanacaklar.

Umarız, daha sonra mevcut oda sistemi de değişip, daha sağlıklı bir sistem kurulabilir.
Yazının Devamını Oku

Daha çıkacak yabancı var ama...

15 Mayıs 2004
<B>PİYASALARDAKİ</B> gerginlik yumuşadı ama hálá devam ediyor. Dün, Hazine’nin hazirandaki takas kağıtları için açıkladığı döviz bazında yeniden değişim kararı, piyasaları bir miktar rahatlattı ama sonra yeniden hareket devam etti. Öyle anlaşılıyor ki; ülkesine geri dönmek için, döviz fiyatlarının düşmesini bekleyen yabancı hala var. Döviz düştükçe alım başlıyor ve fiyatlar yeniden yükseliyor. İşte bu yüzden yani ‘yabancının ucuza döviz alıp çıkmasına yardımcı olmamak için’ de Merkez Bankası fazla müdahaleden yana değil. Ancak yerli bankalardan da, zararları arttıkça Merkez Bankası’nın müdahalesini isteyenlerin sayısı giderek artıyor.

Bankacılar, son dönemde piyasadan çıkan toplam yabancı parasının 2.5 milyar dolar düzeyinde olduğunu tahmin ediyorlar. Kesin bir veri yok ama; bonodan çıkan yabancı para miktarının 1 milyar dolar civarında olduğu, opsiyonların bozulması ve overnight’te bekleyip de çıkan yabancı parasının ise yaklaşık 1.5 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Borsadaki düşüş çok fazla ama bu süreçte borsadan çıkan yabancı parasının 100 milyon dolar gibi küçük bir rakam olduğu sanılıyor.

Bilgi veren bir bankacı, hisse senedinden çıkışın zor olduğunu hatırlatarak, bonoda yatırımı bulunan bazı yabancıların çıkmaya devam edebileceğini, dünkü hareketin bunu gösterdiğini kaydetti. Ancak aynı bankacı, şu anda yüzde 30 faizin dünya bazında hala çok yüksek bir faiz olduğunu belirterek, kurun stabilite kazanacağı görüldüğü takdirde, örneğin 1 milyon 520 bin liradan döviz bozdurup Türkiye’de faize yatırım yapacak yeni yabancı olabileceğini de söyledi.

Dolayısıyla bankacılar belli bir süre daha bu çalkantının devamını ama belli bir noktada dengenin oluşacağını tahmin ediyorlar. Çıkan paranın ilk aşamada ancak dörtte ya da beşte birinin döndüğü geçmişte yaşandığını kaydeden bir banka iktisatçısı ise giden kadar yabancının girmeyeceği için, bir üst basamakta yeni bir dengenin kurulmasını beklediklerini ifade etti.

Piyasalarda, önümüzdeki dönem yeniden oluşacak dengenin; faizde yüzde 25-26, kurda ise 1 milyon 500 bin lira civarında olacağı tahmin ediliyor. Yani bu çalkantının başladığı, faizin yüzde 22, kurun 1 milyon 300 bin lira seviyelerinde olduğu döneme geri dönmemiz imkansız görülüyor.

Fazla geç kalınmaması kaydıyla, yeni ve makul bir dengenin oluşması halinde ise, bunun ekonominin geleceği açısından daha sağlıklı olabileceğini söyleyenler de var.

Piyasalarda çok büyük bir kötümserlik gözükmüyor ama piyasa oyuncuları bazı önemli risklerden de korkmuyor değil...Örneğin kısa sürede FED’in faiz indirimi bunlardan biri. Aslında FED’in 0.25’lik bir indirimine piyasanın hazırlıklı olduğu, indirim oranının büyümesi halinde piyasanın olumsuz etkileneceği söyleniyor.

Dünya petrol fiyatlarındaki yüksek seyir, buna bağlı olarak içerde beklenen akaryakıt zammı ihtiyacı ve bunun enflasyona etkisi, piyasaların yine takip ettiği konular arasında.

Piyasaların en fazla korktuğu konu ise iç gerilimin devam etmesi. Şu anda piyasalar ‘imam-hatiplerle ilgili yasanın Cumhurbaşkanlığından veto edileceği ve Hükümetin bir daha bu yasayı TBMM gündemine getirmeyeceğini’ satın almış durumda. Yani fiyatlar içinde iç gerilimin devam etmeyeceği varsayımı var. Eğer hükümet imam-hatip yasasını tekrar TBMM’ye getirip aynen çıkarmaya kalkışırsa, piyasaların bundan çok olumsuz etkilenmesi sürpriz olmamalı...

Bu arada, artık bakanların ve bürokratların ‘sorun yok’ demekten vazgeçmeleri gerekiyor. Piyasalarda, ekonomi yetkilileri ‘sorun yok’ dedikçe, ‘ekonomi yönetiminin konuya hakim olmadığı’ izlenimi giderek daha yaygınlaşıyor. Sorun yoksa Cuma akşamı açıklanması gereken ‘takas kağıtlarının değişim açıklaması’ niye dün sabah yapıldı? Niye kamu bankalarının artık tüketici kredileri kullandırmayacağı açıklandı. Bütün bunlar ‘sorun şuralarda, şu önlemi alıyoruz’ denilerek, zamanında açıklansa, bu noktalara gelmeden önlenemez miydi?
Yazının Devamını Oku

Ekonomi yönetimi bu süreçten ders almalı

13 Mayıs 2004
<B>BAŞINDAN</B> beri, son kargaşanın dışardan tetiklendiğini, alınacak önlemlerle idare edilebilir bir süreç olduğunu söylüyoruz. Türkiye’de de, diğer gelişmekte olan ülkeler gibi bir hasar olacaktı ama bu kadar olması gerekmiyordu. Eğer bu süreç iyi yönetilebilseydi, piyasaların bu kadar paniklemesi önlenebilir, ‘duruma hakimiz’ mesajı verilebilir ve piyasa sakinleştirilebilirdi.

İşte bu nedenle yaşadığımız son bir aylık süreçten mutlaka dersler alınması lazım. Bu dersi en çok da ekonomi bürokratları, bakanlar ve Başbakan’ın alması lazım.

Son 15 günde hükümete, bu çalkantının neden ve nasıl önlenebileceği konusunda çok sayıda rapor ve görüş iletildi. Bunların bir kısmı Hazine, Merkez Bankası, BDDK bürokratları kanalıyla, bir kısmı Nazım Ekren gibi Başbakan’a ekonomik konularda danışmanlık yapan AKP’li kurmaylar kanalıyla, bir kısmı bakanlar kanalıyla yapıldı.

Görüş iletenler arasında bankalar olduğu gibi ciddi kurumlar da vardı. Bunların bir kısmı resmi, bir kısmı yetkilileri kanalıyla sözlü olarak ‘bu gidişin tehlikeli olduğunu, önlenmesi gerektiği’ni söylediler. Ancak bu süreç içerisinde toplantılar yapılmasına rağmen, hiçbir karar alınamadı.

Yapılan uyarıların yanısıra, hükümetin bu paniği önlemesi için yapması gerekenler konusunda da ciddi öneriler geldi. Bu uyarılar elbette bütün kurum ve kişilerin kendi açılarından yaptıkları uyarı ve önerilerdi. Ancak bütün bunların ciddi olarak dinlenmesi, değerlendirilmesi halinde ortak noktalarının çok olduğunun görülmesi gerekirdi.

Gerçekten çok ciddi uyarı ve öneriler geldi, çünkü herkes aynı gemide olduğunun farkında ve yaşanabilecek bir krizden herkes korkuyor, çekiniyor. Burada eksik olan ‘karar alma iradesi’ idi. Öyle ya da böyle, duruma hakim olunduğunun gösterilmesi için karar alınmaya başlasaydı, kur ve faizlerin seviyesi buralara kadar gelmeden sakinleştirilebilirdi. KKDF kararına kimisi katılıyor kimisi katılmıyor ama o dönemde bu karar alınsa idi, inanın etkisi olurdu...

BANKALAR VE GÜVENCE

Aynı şekilde bir süredir kamu bankalarının faiz düşürme yarışını hızlandırdığını, bunun tehlikeli bir seyir olduğunu söylüyorduk ama dinlenmedi. Merkez Bankası tüketici kredileri için ciddi uyarılarda bulundu ama dinletemedi. İki hafta önce yapılan toplantıda KKDF kararının alındığını ama uygulanmadığını biliyoruz. O toplantıda kamu bankaları konusunda da, belli ki karar alınmış, şimdi ‘15 gündür kamu bankaları devrede değil’ deniyor. Halbuki bu o zaman açıklansa idi, bunun etkisi daha olumlu olurdu. Şimdi ne oldu; kamu bankaları tüketici kredilerini dondurdu diğer bankalar ister istemez kredi faiz oranlarını yukarı çektiler...

Ancak bu süreçte bankalar çok büyük zararlar ettiler. Bu zararların telafisi zor olacak. Mart bilançosundaki kár rakamlarını Haziran bilançolarında görmek artık zor. Halbuki bankaların kár etmeye ihtiyaçları var, bunu herkes de biliyor... Bence bundan sonra ‘sıfır risk’ diye çok büyük kağıt portföyü bulunduran bankalar, herhalde bu portföylerin ne kadar tehlikeli olduğunu, yaptıkları zararlarla görmüşlerdir. Çalkantı, bu bankaların kendilerine çekidüzen vermelerini belki beraberinde getirecek ama Hazine’nin borçlanmasını da zorlaştıracak. Bu da bir gerçek.

Yapılan uyarılar ve öneriler arasında, bazı bankaların durumlarının bu gidişin sürmesi halinde kötüleşeceği ve ciddi sonuçlar doğabileceği de vardı. Ayrıca temmuzda başlayacak olan ‘mevduat ve pasiflere sınırlı mevduat güvencesi’nin de, bu gidişatın devamı halinde tehlikeye gireceği de söylendi. Bütün bunları düşünmek, önlem almak için ‘dahi’ olmaya da gerek yok. Bakan Babacan ekonomi yönetiminde koordinasyonun tam olduğunu söylemiş ama öyle değil...

‘Biz bunları Başbakan’a ileteceğiz’ denmesine rağmen, olabilecekler konusunda bürokratların, bakan ve AKP ekonomi kurmaylarının işin ciddiyetini Erdoğan’a, tüm çıplaklığıyla anlattıklarından da şüpheliyim. Belki de cesaret edemiyorlar...

Ekonomiyi çalkantılı bir dönem bekliyor, bu süreçten ders alınması gerek ki, kaza olmasın...
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası müdahale edebilir

11 Mayıs 2004
<B>MERKEZ</B> Başkanı <B>Süreyya Serdengeçti</B>’nin, kurlardaki artış konusunda daha önce söylediklerinin, piyasa tarafından biraz yanlış algılandığı kanısındayım. Merkez Bankası kurlardaki artışın devamı halinde piyasalara müdahale edecektir.... Merkez Bankası, şimdiye kadar kurların fazla aşağı inmesini engellemek için, aşırı volatiliteyi dengelemek için, piyasalara girip döviz alarak, kurların belli seviyelerin altına inmesini engelledi. Bu aynı zamanda döviz rezervinin artırılmasına yaradı.

Merkez Bankası’nın şimdiye kadar kurların daha aşağı inmemesi için yaptığı müdahalelerin bundan sonra ise kurların daha yukarı çıkmaması için yapılmasını kimse yadırgamasın.Merkez Bankası elbette piyasaların yönüne, bu hareketi yaratan unsurlara bakacak ve yönü iyi kavramaya çalışacak. Ancak yukarı doğru volatilitede gerek gördüğünde, yine, bu kez satış yönünde müdahaleden kaçınmayacak. Ancak piyasadaki herkes bilir ki; bir müdahale yapıyorsanız, bunu en iyi zamanda, en küçük miktarla en iyi sonucu alabilecek noktada yapmanız lazım. Merkez Bankası’nın müdahalelerinde bu gereklilik hep gözetilmiştir. Bundan sonra kurların daha yukarı gidişini engellemek için yapılacak harekette de, aynı gereklilik gözetilecektir. Yani piyasaların ‘Merkez Bankası müdahale etmez, bu böyle gider’ havasında olmaması gerekir...

Merkez Bankası yönetimi dün, iyi bir zamanlama ile, Bakanlar Kurulu’na 6 ayda bir verdiği rutin brifingi, kritik bu döneme aldı. Dün verilen brifingde Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, Bakanlar Kurulu’a piyasalardaki son olumsuzluklar hakkında bilgi verdi. Dış aynaklı bir hareketle başladığını, içerde açık pozisyon eğilimindeki bazı bankaların tetiklemesiyle kurların aşırı arttığını kaydeden Serdengeçti, buna bağlı faiz hareketi olduğunu da anlattı. Serdengeçti, faiz dışı fazla ile ilgili son tartışmaların da olumsuz etki yaptığını belirterek, faiz dışı fazlanın yüzde 6.5 olarak tutturulmasının piyasalara verilecek güven açısından çok önemli olduğunu tekrarladı.

Mali disiplinin mutlaka korunması gerektiğini, piyasaların ısınmaya başladığını ve bunun enflasyonla mücadeleye olumsuz etkileri olacağını kaydeden Serdengeçti, piyasaların durulması için mutlaka mali disiplini pekiştirecek kararlara ihtiyaç olduğunu söyledi.

IMF’yle ilişkilerin 2004 sonrasında ne olacağının, önümüzdeki dönem ödenecek yüklü geri ödemeleri de kapsadığı için, çok önemli olduğunu kaydeden Serdengeçti, IMF’yle kuvvetli bir anlaşma yapılması kararının alınması ve bunun biran önce açıklanmasının piyasaların rahatlatılması açısından önemli olacağını kaydetti.

Cari işlemler açığının bu kadar yüksek çıkacağının daha önce belli olduğunu, yaz aylarına kadar bunun böyle devam edeceğini kaydeden Serdengeçti, daha sonra cari işlemlerin dengeye gireceğini, bunun piyasalar tarafından bilinmesine rağmen, diğer faktörlerin devreye girmesiyle cari açıktaki büyümenin olumsuz hareketi artırdığını kaydetti.

Bu arada bu kur hareketinin enflasyona etkisi de konuşuldu. Serdengeçti, kurun enflasyon üzerindeki etkisinin şimdiye kadar sınırlı kaldığının tesbit edildiğini ancak bunun hiç etkisi olmadığı anlamına gelmediğini, bu nedenle, biran önce piyasaların belli noktalarda dengeye kavuşturulması gerektiğini kaydetti.

Bu arada Serdengeçti, kurların yukarı doğru gidişine müdahale konusundaki sorulara ise, uygun gördükleri zamanlarda yukarı gidişi engellemek için de devreye girebileceklerini, kendilerinin volatilite saptamalarına göre, en uygun zamanda böyle bir müdahalenin devreye sokulabileceğini kaydetti.

Özetle Serdengeçti, Başbakan ve bakanlara artık ekonominin soğutulması gerektiğini, piyasalara güven verecek hareketlere ihtiyaç olduğunu, enflasyonla mücadeleden taviz verilemeyeceğini, aksi takdirde sonuçların çok kötü olacağını anlatmaya çalıştı.
Yazının Devamını Oku

Hükümete kritik Merkez Bankası brifingi

10 Mayıs 2004
<B>MERKEZ </B>Bankası Başkanı<B> Süreyya Serdengeçti</B>, bugün toplanacak Bakanlar Kurulu’nda ekonomik gelişmeler hakkında brifing verecek. Brifing, yasa gereği 6 ayda bir verilen rutin brifinglerden biri. Ancak piyasalarda yaşanan olumsuzluklar nedeniyle, son derece kritik bir önem taşıyor.

Merkez Bankası’nın bugünkü brifingde Başbakan Tayyip Erdoğan ve bakanlara son ekonomik gelişmelerin nedenleri hakkında bilgi vermeleri, bir süredir yaptıkları uyarıları burada tekrarlamaları ve bazı konularda acil önlem alınmasını istemeleri de bekleniyor.

Aslında gerek Başkan Süreyya Serdengeçti’nin geçtiğimiz hafta CNBCE’de Servet Yıldırım’ın sorularına verdiği yanıtlardan, gerekse Başkan Yardımcısı Fatih Özatay’ın, İktisat kongresinde söylediklerinden, Merkez Bankası’nın bugün Hükümete vereceği mesajları çıkarmak da mümkün

Merkez Bankası’nın özetle Özatay’ın konuşmasında belirttiği gibi, iç ve dış şoklardan daha önce de kur ve faizlerde oynama olduğunu ama geri döndüğünü hatırlatarak, ‘ana eğilimden sapma olmaması’nı istemesi bekleniyor. Ana eğilim olarak da mali disiplin, ekonomik program ve istikrar gösteriliyor.Dolayısıyla ABD’de faiz artırım beklentisi, artan cari işlemler açığı, AB’nin karar tarihinin yaklaşması ve son siyasi gelişmeler nedeniyle faiz ve kurda yaşanan sıçramanın dengeye oturtulması için, Hükümetin mali disiplinden taviz vermeyeceğini göstermesi gerekiyor. Bu arada, faiz dışı fazla hedefi konusunda yapılan tartışmaların gereksizliğinden de sözedilmesi gerekiyor. Bu arada Serdengeçti’nin ‘IMF ile kuvvetli bir anlaşma yapılması gereği’nin Başbakan ve bakanlara da tekrarlaması ve bunun biran önce açıklanmasını istemesi de bekleniyor.

Bu arada ekonomide girilen bu yolda bırakın ger dönmeyi, durma riskimizi bile bulunmadığını, yeniden ‘enflasyon hafif yükselse ne olur?’ mantığının ekonomiyi felakete götüreceğinin de Başkan Serdengeçti tarafından Hükümete açıkca belirtilmesini, ben şahsen bekliyorum.

Hazine bankalarla takas kağıdını konuştu

GEÇTİĞİMİZ
Cuma günü Hazine bürokratları bankacılarla bir dizi toplantı yaptı. Cuma sabahı elinde yüklü takas kağıdı bulunan 5 bankanın yöneticileri ile biraraya gelen Hazineciler, öğleden sonra da piyasa yapıcıları ile toplandı. Piyasa yapıcıları toplantısında da takas kağıtlarına girildiği ama en çok piyasalardaki gelişmelerin tartışıldığı öğrenildi.Hazine bürokratlarının gelişmeleri anlattığı, toplantıya katılan bankacıların çok keyifsiz oldukları da dikkat çekti.

Haziran’da vadesi gelen takas kağıtlarından kalan tutar 2 milyar dolar civarında. Elinde takas kağıdı bulunanların bu tarihteki değişim için rahatlar ancak diğerleri, ‘kağıtlar TL’ye dönerse bu bankaların açık pozisyonu doğar ve dolar yukarı gider mi? telaşında oldukları görülüyor.

Bu toplantılarda somut bir karar çıkmadı. Bürokratlar, dönem geldiğinde Merkez Bankası ve BDDK ile de konuşulup, gizli açık pozisyonun da masaya yatırılması ile bu kağıtların dönüşümü için kesin kararın verilmesini bekliyorlar. 2 milyar dolarlık bu kağıtların bence bu aşamadan sonra tümüyle TL kağıtlarına dönüşmesi sözkonusu olamayacak. Bu nedenle piyasanın ihtiyacına göre sadece TL kağıtları değil, döviz kağıdı hatta dövize endeksli kağıt sözkonusu olabilecek.

Hazine, ille de bu kağıtların tümüyle TL’ye dönüşümü gerekmediği görüşünde ve rahat

Ancak gördüğüm o ki; takas kağıtlarının vadesinin geleceği Haziran’a kadar piyasalardaki sıkıntının giderilmesi gerekiyor. Aksi takdirde takas kağıtlarının dönüşümü artı sorun olabilir.

1,5 milyondan dolar satılıyor

BU
arada bankacılar son hareketlerle yabancı çıkışının 2.5 milyar dolara ulaştığını söylüyorlar. Hemen hemen bütün bankaların zarar yazdığını belirtilerek, ‘İyi ki bu hareket Mart bilançoları çıkmadan önce gelmedi’ diyorlar. Bu arada, ‘Haziran bilançosu’nun kaygısına düştüler bile...

Bazı bankaların, zararlarını azaltmak için neden faiz ve dövize girmedikleri sorusuna ise ‘kimse bu trend önünde duramazdı o nedenle hareketin durulmasını bekliyorlar’ yanıtı veriyorlar.

Bu arada Eurobond’ların 148’den 112’ye kadar düştüğünü hatırlatan bazı bankacılar, dışardaki bankalarla eurobond değeri üzerinden yapılan opsiyon anlaşmalarının yani türev işlemlerin boyutunun bilinmediğini ancak yabancıların opsiyon bozmak için Eurobond değerini biraz daha düşürmek isteyebileceğini, ya da içerdeki bazı opsiyoncuların inmesini engellemeye çalışacağını kaydediyorlar. Bu işlemlerin doğrudan ya da dolaylı döviz fiyatlarını artırdığı kesin...

Bu arada bankacılar Cuma günü doların 1 milyon 500 bin liranın üzerine çıkması üzerine vatandaştan önemli döviz satışlarının geldiğini söylüyorlar.Döviz girişinin devam ettiği, dışarıdan şok gelmezse piyasaların bu seviyede durulabileceği görüşündeler. Aynı şekilde reel faizlerin yeniden 13-15’e çıktığını hatırlatan bankacılar, yabancıların bile önemli bir şey olmazsa bu reel faizlerden yeniden kağıt alımına başlayabileceği görüşündeler.Bürokratlar ise iki hafta içerisinde piyasaların belli bir dengeye oturması halinde bir sorun olmayacağını ancak bu olumsuz gidişin daha uzun süre devamı halinde, o zaman önemli sorunlar doğabileceğini söylüyorlar.

IMF’nin erken çağrılması olumlu

GEÇEN
hafta, IMF heyetinin Haziran ayı başında Türkiye’de olacağı ve 8. gözden geçirme çalışmalarına başlayacağı açıklandı.

7. gözden geçirme metninde IMF Heyetinin Haziran ayı sonunda incelemelere geleceği ve IMF İcra Kurulunda görüşülmesinin Temmuz ayının sonlarını bulacağı yazılıydı.

Bu olumsuz gelişmelerin başlaması üzerine IMF Heyetinin erken gelmesinin yerinde olacağı görüşündeydim ve bunu yazdım. Ama bazı bakanlardan ‘IMF zamanında gelecek’ yanıtı aldık.

Şimdi IMF Heyetinin gelişinin öne çekilmesi, bence piyasalar açısından olumlu olacak. Biran önce gözden geçirme konusu olan yapısal reformlara başlanmasının yaratacağı olumlu havanın yanısıra, gözden geçirme sonucu belli olacak ‘IMF’le 2004 sonrası ilişkiler’e netlik gelmesi de piyasaların olumlu etkilenmesini beraberinde getirecek.

Bu arada IMF 1. Başkan Yardımcısı Anne Krueger’ın İstanbul’da çeşitli temaslar yaptığı, bu temaslarda daha çok dinlemeyi tercih ettiğini, somut bir şey söylemese de, IMF’in de Türkiye ile kuvvetli bir anlaşmadan yana olduğu izlenimi edinildiğini öğrendim. IMF’in kararı Hükümetin vermesini isteyeceği ama ‘tedbiri stand-by anlaşması’ndan yana olduğunu söyleyebilirim.

Yani IMF de, içerdeki sağduyulu kesimler gibi ‘elde edilen gelişmelerin Hükümetin populizmine kurban edilmemesi için’, yeni bir stand-by anlaşmasıyla programın sürmesinden yana...

KKDF artık kurtarmaz

OLUMSUZ
gelişmelere karşı, ‘önlem alınacağının sinyali’ olmak üzere, tüketici kredilerinde Kaynak Kullanım Destekleme Fonu (KKDF) kesintilerinin artırılması kararı alınmış ama Hükümetin itirazı üzerine bu karar uygulamaya sokulmamıştı. Geçtiğimiz hafta piyasalardaki olumsuzluğun artması üzerine şimdi bu kararın alınması ihtimali belirdi.

Ancak bu kararın geçen hafta alınması ile bu hafta alınması arasında dağlar kadar fark var. Artık piyasalardaki oyuncular ve bürokratlar, KKDF artırımının alınmasına ‘kritik bir karar’ olarak bakmıyorlar. Geçen hafta alınsa idi, bir sinyal niteliği taşıyacağı, gecikildiği için sinyal niteliğinin kalmadığı, bu nedenle maliyetleri artırmaktan başka bir etkisi olmayacağı söyleniyor.

‘Peki, bu paniğin önlenmesi nasıl mümkün olacak’ derseniz, ben bu sorunun Merkez Bankası yetkililerine Hükümet üyelerinden de gelmesini bekliyorum. Merkez Bankası’nın bu konuda yapısal tedbirlere ağırlık verilmesi ve bu konudaki somut gelişmelerin açıklanması, IMF’le kuvvetli bir anlaşma yapılacağının biran önce anons edilmesini istemesini bekliyorum. Ancak bunun yanısıra artık ekonominin fazla ısındığının ortaya çıktığı, bu nedenle faiz dışı fazlanın tutturulması hatta daha da üzerine çıkılması için, gerekirse vergi artışı dahil ek önlemlerin alınması gündeme gelebilir. Bu arada içerdeki siyasi rahatsızlıkların yumuşatılması da ekonominin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu arada Merkez Bankası’nın ‘yüksek faiz dışı fazlanın büyümeye engel olmadığını’, örnekleriyle, Hükümete tekrarlaması bekleniyor.
Yazının Devamını Oku

İktisat Kongresi’nde niyet iyi ama...

8 Mayıs 2004
<B>İZMİR<br><br></B><B>AÇIK </B>söylemek gerekirse; İzmir’de devam eden 4. İktisat Kongresi’nin canlı geçtiğini, üretken bir ortamın, önemli bir katılımın olduğunu söylememiz, pek mümkün değil. 4. İktisat Kongresi’nin zamanlaması bence uygun. Hem uluslararası gelişmelerin, hem de Türkiye ekonomisinin kavşak noktasında düzenlendiğini, bu nedenle, ileriye dönük yeni fikirlerin oluşması açısından uygun bir zamanlama olduğunu düşünebiliriz.

Gerek düzenleyici kurum olan DPT’nin, Müsteşarından sekreterlere kadar tüm elemanlarıyla, gerek organizasyonu yapan kuruluşun görevlileri, can başla, güleryüzle Kongre’nin hatasız geçmesi için büyük çaba sarfetmeleri dikkat çekiyor.Ancak bu çabanın yeterli olduğunu söylemek pek mümkün değil. Çünkü bütün bu çabaların üstünü örten, onları aşan, genel bir cansızlık Kongre’ye de hakim olmuş durumda. Bu atalet havasında, heyecansızlıkta, aynı tarihlere, İstanbul’daki 2023 Forumu’nun denk gelmesi, DPT’nin diğer kuruluşların ve yabancı organizasyonların katkısını, bilerek ya da bilmeyerek, yeterince sağlayamamış olması, baştan Kongre’nin başarısını etkileyen unsurlar olmuş. Yanısıra, Kongre’nin, piyasalardaki çalkantı ve imam-hatip tartışmalarına denk gelmiş olması da, ayrı bir şanssızlık olarak görülebilir.

Bütün bunları söylerken, elbette kafamızda bir baz var, o da; 3. İktisat Kongresi. 1992’deki o Kongre’yi izleyen gazetecilerden biri olarak aklımızda kalan, hepimizi heyecanlandıran, zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın yaptığı konuşma idi. Özal’ın o günkü konuşması ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kongre’nin ilk günündeki konuşması arasında dağlar kadar fark olması, daha baştan, Kongre konusundaki beklentilerin düşmesine neden olmuş. Özal’ın konuşmasının vizyonu olan, dünya ve Türkiye gerçeğini iyi analiz eden, ileriye dönük perspektif veren bir konuşma olduğunu, o dönemde, Özal’ı seven sevmeyen herkes kabul etmişti. Ancak Erdoğan’ın konuşmasında daha çok grup konuşmasını andıran, nelerin yapıldığını, neler yapılacağını anlatan düz bir konuşma olduğunu görüyoruz. ‘Avare kasnak’ gibi Kongre’ye yakışmayan söylemler de, işin tadını iyice kaçırmış.

Bu söylemin, ikinci gününde katıldığımız Kongre’nin tümünü etkilediğini gözlemledik. Bir önceki Kongre’yi katılımcı veya izleyici olarak yaşayanların hayal kırıklığı da bu nedenle iyice artmış.

Halbuki, Kongre için seçilen konular, gerçekten Türkiye’nin önümüzdeki dönemi için hayati öneme sahip konular. Çalışma konuları ve bildiriler; gelir dağılımı ve yoksullukla mücadele, bilgi ekonomisi, büyüme stratejileri, sürdürülebilir büyüme, kamuda iyi yönetişim, sosyal refah, bölgesel kalkınma stratejileri, küreselleşme süreci, AB, yabancı sermaye, fiyat istikrarı, sanayi stratejileri gibi makro konuların yanısıra turizm, sağlık, ulaştırma, afet yönetimi, eğitim, KOBİ, müteahhitlik hizmetleri gibi sektörel konuları da kapsıyor. Bu önemli konulara karşılık, canlı tartışmaların olduğunu, heyecanlı katılımın olduğunu pek söyleyemiyoruz.

Bir gözlemimiz de, özel sektör katılımının düşük olması. Bunda DPT’nin mi yoksa özel sektörün mü hatası var bilemiyoruz ama bu çok büyük bir eksiklik olarak gözüküyor. Daha doğrusu kamunun belirleyiciliğinin azalması gerektiği bu dönemde, yanlış bir seçim yapılmış. Bu eksiklik için, DPT’nin, ‘tek başına davranma’ konusunda eleştirildiğini de söylemeliyiz.

Kongre’nin kalabalık açılışından sonra belki de en önemli oturumu ise bugün yapılacak. ‘Sürdürülebilir Yüksek Büyüme ve Makroekonomik İstikrar Paneli’nin konuşmacıları DPT Müsteşarı Ahmet Tıktık, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatih Özatay, Prof. Dr. Merih Celasun, Doç.Dr Celal Küçüker olacak.

Bu arada Kongre’de, cuma günü programının ‘Cuma namazı’na imkan verecek biçimde, diğer günlerden farklı olarak programlanması da, bence İktisat Kongresi’ne hiç yakışmamış.

Görünen o ki; niyet iyi ama ‘nitelik’ için gerekli irade ortada yok...
Yazının Devamını Oku

Hükümet fiyat istikrarının bedeli olduğunu görmeli

6 Mayıs 2004
<B>EKONOMİDE</B> oyunun metni, roller, dekor herşey değişiyor ama oyuncular hálá eski rollerini oynamakta direniyor. Umarım oyunculara hep birden <B>‘trak’</B> gelmez ve oyun tümüyle çökmez. Ekonomi bürokratları, bakanları oturdu, ekonominin soğutulması için, ‘önlem alındığını göstermek’ adına, tüketici kredilerindeki KKDF oranının artırılmasına karar verildi. Ancak bu girişim Hükümetten geri döndü, soğutmaya razı olmadılar.

Hükümet, aynen eski, krize neden olan hükümetler gibi, ekonomiyi soğutmayı tercih etmediği gibi aksine canlılığı mümkün olduğunca artırmanın yollarını arıyor. KKDF artırımın tek başına önlem olmadığını biliyoruz ama bu bir gösterge olacaktı. En azından Merkez Bankası’nın uzun zamandır dikkat çektiği, ‘tüketici kredilerindeki patlama’nın yumuşatılmasına yarayacak, kamuoyuna, ‘gerektiğinde diğer önlemleri de almaya hazır bir Hükümet var’ imajı verilecekti. Hükümet fırsatı kaçırmak üzere. Umarım ‘geç kalan hükümetler’ gibi bir sonu olmaz.

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Bankalar Birliği’nde KKDF ile ilgili çalışmaları bildiğini söylemiş,‘Önümüzde KKDF’yle ilgili bir karar yok’ demiş ve artırımın gerekmediğini, tüketici kredilerinde tehlikeli durum olmadığını söylemiş. Şener, yüzde 10 olan KKDF’nin en fazla 15’e çıkabileceğini de hatırlatmış. Bankacılar da KKDF artırımına karşı çıkmış. Çünkü onlar tüketici kredileri ve kredi kartlarına, müşteri sayısını artırmanın en iyi yolu olarak sarıldı. Bu yolun tıkanmasını istemiyorlar...

Elbette KKDF tek başına işleri çözmez ve işin temeli mali disiplin. Cari işlemler açığının artacağı kesin, FED faizleri artırmadı ama artıracağı sinyallerini güçlendirdiği için kaçışın devam etme riski var, sermaye hareketleri geçen yılın tersine döndü, yastık altından çıkacak para kalmadı. Petrol fiyatları yükseliyor. Bu ortamda döviz talebinin artmayacağını kimse söyleyemez.Dışardan gelecek şoklara karşı ekonomiyi güçlendirmeye ihtiyaç var.

BBDK NE YAPIYOR?

Hükümet herşeyden önce şunu anlamalı ki; hedef fiyat istikrarını sağlamaksa bunun bedeli var. Başbakan İzmir İktisat Kongresi’nde yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla azaltılsın diye IMF ile görüşeceklerini söylemiş. Bu ortamda, Başbakana bu söyletilir mi?

Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti, gerekirse dövizdeki yukarı trende de müdahale edeceklerini söylemiş ama şu anda böyle bir şey yapması, doğru değil. Böyle bir hareket Hükümetin ‘fiyat istikrarının bedeli olduğunu’ görmemesini beraberinde getirir. Hükümet mali disiplin sağlanmadığında, dış şoklara karşı içerde ek tedbir alınmadıkça, fiyat istikrarını sağlamak için faizlerin yeniden yukarı çıkacağını, kurların dalgalanacağını görmeli. Görmeli ki, buna göre davransın, gerektiğinde önlem almasını bilsin. Fiyat istikrarının bedeli ekonomiyi soğutmaksa, o yapılacak, bunun başka çaresi yok...

Bütün bunları ekonomi bürokratlarının, ekonomiden sorumlu bakanların düşünüp, hesaplayıp, biran önce önlem alınmasını istemesi gerekir. Hatta Başbakanı bu konuda ikna etmek için elinden geleni yapmaları lazım. Bürokratlar da ‘Hükümete yardımcı olalım, canlılığı önlemeyelim’ derlerse, en büyük kötülüğü ekonomiye, dolayısıyla Hükümete de yapmış olurlar.

Bankacılar tabi ki işlerine geleni konuşacak, yapacak. Ancak, örneğin BDDK’nın tüketici kredilerini patlatan bankaları inceleyip, bazılarına ‘dur bakalım senin gücün bu kadarına yetmez’ demesi gerekmez mi? BDDK’nın son dönemde paniği artırdığı bilinen, açık pozisyon ve opsiyon gibi yapısal işlemleri iyi inceleyip, müdahalesi gerekmez mi? BDDK’nın büyük bir bankanın yüzde 4 faizle döviz toplamasını sorgulayıp, sisteminin tümünü etkileyecek bu gelişmeyi mercek altına alması gerekmez mi?
Yazının Devamını Oku