Erdal Sağlam

Faiz indirimi için acele edilmeyecek

5 Temmuz 2004
<B>HAZİRAN</B> ayı enflasyon rakamları, herkesin beklediğinden çok daha iyi çıktı. Daha önce açıklanan büyüme rakamlarıyla da birleştiğinde, piyasalar yeniden moral kazandı. Kurların bu kadar düşmesinde, elbette haziran ayı bilanço rakamlarının iyi gösterilme isteği etkili oldu. Ancak, büyüme ve ardından gelen enflasyon rakamları da iyimserlikte büyük rol oynadı. Bugünden itibaren enflasyon rakamlarının satın alınabileceği, dolayısıyla kurlarda ve faizlerde bir miktara gerileme yaşanabileceği tahmin ediliyor. Buna rağmen aşağı doğru çok fazla imkan gözükmezken, yaz aylarında, kurda artık 1 milyon 500 binin üzerine çok fazla çıkılmayacağı da anlaşılıyor. Tabi ki, başka kötü bir şeyler yaşanmazsa...

Büyüme ve ardından enflasyon rakamlarının bu kadar iyi çıkması yine ‘faiz indirimi’ tartışmalarını gündeme getirecek. Geçen hafta sonuna doğru, bu yöndeki tartışmalar küçük küçük baş göstermeye de başladı.

Evet, büyüme iyi, enflasyon herkesin beklediğinden çok daha iyi çıktı ama faiz indirimi için çok da aceleci olmamak gerektiği ortada...

Bu ülkede enflasyonla mücadele programı uygulandığını, enflasyonun düşme trendinin devam ettirilmesi gerektiğini, hálá alınması gereken çok yol olduğunu unutmamak gerekiyor. Enflasyonla mücadelenin önceliği nedeniyle faiz indiriminde çok acele etmemek gerekiyor.

Çünkü, iç talep konusunda hálá ciddi endişeler var. Tüketici kredilerinin hálá çok büyük hacimlerde olduğunu, artmaya devam ettiğini gözden uzak tutmamak gerekiyor. Bu nedenle, iç talebin seyri konusunda Merkez Bankası analizlerini beklemek gerekiyor.

Bunun da ötesinde IMF konusu hálá belirsizliğini koruyor. Enflasyonun ileriye dönük güven verilmesi halinde yenilebilecek bir bela olduğu biliniyor. Bu açıdan Türkiye’nin IMF’yle 2005 sonrasında ne tür bir ilişkide olacağı, hayati önem taşıyor. Hálá faiz dışı fazla tartışmaları yapılıyor ve IMF’yle 2005 sonrası ne olacağı konusunda Hükümet kesin kararını vermiş değil. Hálá, ‘faiz dışı fazlanın yüzde 5’lerde olması gerektiği’, ‘18 aylık stand-by yapılıp gerisinin daha esnek anlaşmaya bağlanması’ gibi tartışmalar, ekonomi bakanlarına dayandırılan söylentiler, ortada dolaşırken, iş alemine de yabancılara da güven vermek mümkün değil.

O nedenle ağustosun ilk haftası sonuna kadar, yani IMF tatile girene kadar, Hükümetin bu konuda kesin kararını vermesi ve gözden geçirme ile birlikte bu kararın da IMF yönetiminden geçirilmesi gerekiyor.

Merkez Bankası’nın şimdiye kadar doğru adımlar attığı, olumlu havada büyük paya sahip olduğu unutulmamalı. Faiz kararı için de ona güvenilmeli...

Merkez Bankası’nın büyüme ve enflasyon rakamlarını her yönüyle incelemeye aldığını biliyoruz. Bir-kaç gün içinde Merkez Bankası’nın değerlendirmelerini, özellikle enflasyon raporunu iyi okumak gerekecek.

Bütün bu riskler ortadayken, IMF’yle anlaşma netlik kazanmadan, Merkez Bankası’nın faiz indirimine gideceğini sanmıyorum. En iyisi temkinli olmak...

Vatandaşlıkla sosyal güvenlik tek numarada birleşiyor

SOSYAL
Güvenlik Reformu, önümüzdeki dönem sıkça tartışılacak konulardan biri olacak. Kasım-aralık ayında Sosyal Güvenlik Reformu’na son şeklinin verilip, yasal düzenlemelere başlanması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun da isteği...

Sunumda eksik kalan, reform kapsamında asıl sonuç alınabilecek nokta olan, sosyal güvenlikle ilgili üç kurumun lağvedilip, yerine tümünü kapsayacak yeni bir örgütlenme modelinin getirilmesi ve yapılacak yenilikler oldu.

Gözden kaçan en önemli değişikliklerden biri, ‘En Büyük E-Devlet Projesi’ denebilecek ve 60 milyonu kapsayacak, sosyal güvenlik sisteminin oturtulacağı veri tabanı oldu. MERNİS projesine entegre edilecek veri tabanı sayesinde herkesin ‘bir sosyal güvenlik numarası’ olacak. ‘Vatandaşlık numarası’ aynı zamanda ‘sosyal güvenlik numarası’ olarak kullanılacak.

‘Sosyal Koruma Kurumu’ adlı yeni bir başkanlık oluşacak ve Başkanlığı bağlı yükü, Bilgi Teknolojileri ve Operasyon Merkezi alacak. Bu otomasyon merkeziyle ‘10 dakikada emekli aylığı bağlanan’ sisteme gidilmek isteniyor. ‘Müşteri odaklı’ hizmet anlayışı ortaya konacak ve call-center’lardan, bilgisayar ortamında, TV’lerdeki teleteks kanalıyla ödenen primin, borcun öğrenildiği, ödemelerin yapılabildiği sisteme geçilecek. Yani emeklilik işlemleri bir eziyet olmaktan çıkarılacak.

Sistemin Maliye Bakanlığı veri tabanı ile entegre olması gündeme gelecek. Böylece bu projenin kayıtdışı ile mücadele açısından ne kadar önemli olduğu da, kendiliğinden ortaya çıkıyor. 2007’de bütün sosyal güvenlik sisteminin, sistem içindeki bütün sigortalıların ve emeklilerin kapsanması amaçlanıyor. Yani artık primini ödemeyen bir Bağ-Kur’lunun nereden ne kadar gelir ettiği, ne kadar harcamaları bulunduğu, harcamaları, ‘Örneğin Mercedes otomobil alırken primini ödeyip ödemediği’ de yakından izlenebilecek.

Bu sistemin uygulamaya konmasından sonra, kayıtdışı işsizlik de büyük ölçüde önlenebilecek. Herkesin sosyal güvenlik sistemine alındığı, herkesin ödeme gücüne bağlı prim verip, ona göre emekli aylığı aldığı bir sisteme geçmek, sadece sosyal güvenlik alanında değil, ekonominin tüm alanlarında suistimallerin önlenmesinde önemli rol oynayacak. Böylece, henüz vakit geçmeden, Türkiye’nin ‘genç nüfusu fazla emeklisi daha az’ olmasının getirdiği avantaj kullanılmaya çalışılacak. Bu avantajın şimdi kullanılması lazım ki; 2035’den sonra AB gibi ‘genç nüfusu az, emeklisi fazla’ sıkıntısı başladığında, sistem iyice çökmesin.

Kısacası Sosyal Güvenlik Reformu’nun hızla çıkması gerekiyor...

Kur enflasyonu eskisi kadar etkilemiyor mu

MERKEZ
Bankası bir süredir döviz fiyatlarının enflasyona geçişkenliğinin azaldığı görüşünde. Yani, kurun artık enflasyonu eskisi kadar etkilemediği görüşünü savunuyor ve bu görüş çeşitli çevrelerde tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Bu, elbette kurun enflasyona hiç etkisi olmadığı anlamına gelmiyor. Haziran ayı TEFE rakamları eksi 1 çıkarken, çekirdek enflasyonun yüzde 1 artması, ileriye dönük soru işaretlerini getirebilecek, daha doğrusu dikkatle izlenmesi gereken bir oran. Ancak bu bile gösteriyor ki, en azından kur artışlarının enflasyon üzerindeki etkisi, eskisi kadar olmuyor.

İşte yüzde 1’lik artış, kurların enflasyon üzerindeki etkisinin gerçekten azaldığını gösteriyor. Yani dalgalı kur rejiminde artık insanlar kur biraz artsa bile, ‘geri de gelebilir’ düşüncesiyle, hemen fiyatlarını ona göre ayarlamıyorlar. Nasıl, kur aşağı giderken fiyatlarını düşürmedilerse, yukarı giderken de hemen fiyatlarını artırmıyorlar denilebilir.

Bu arada özellikle beyaz eşyada hem üretimin artması hem de fiyatların gerilemesi, enflasyon açısından umut veren bir gelişme olarak göze çarpıyor. Bu, aslında Türkiye ekonomisinin ‘acayip yapısı’nı da ortaya çıkarıyor. Öyle acayip ki, kapasite kullanım oranları sınıra geldi diyorsunuz, ama oran da, üretim de artmaya devam ediyor...

Bütün bu olumlu gelişmelerin de faiz indirimi için yetmediğini tekrar etmekte fayda var. Onun da ötesinde son gelişmeler ekonomik yapının, kayıt dışının büyüklüğü de nedeniyle, hálá çok yakından takip edilip, sürekli tanımlanması ihtiyacı bulunduğunu hatırlatalım...
Yazının Devamını Oku

‘Meclis çoğunluğu’ bu reforma gerekli

3 Temmuz 2004
<B>ÇALIŞMA </B>ve Sosyal Güvenlik Bakanı <B>Murat Başesgioğlu</B>, hazırladığı sosyal güvenlik reformu ile tarihe geçmeye aday. Bence, Hükümet ikna edilip bu reform uygulamaya sokulursa, ilk kez bir Hükümetin, ülkenin bu kadar uzun vadeli geleceğini düşünmeye başladığını göreceğiz.

Çünkü hazırlanan sosyal güvenlik reformu, asıl olarak 2035 yılından sonrayı hedefleyen bir reform. 1999’da yapılan reform ve artırılan emeklilik yaşlarının olumlu katkısını önümüzdeki yıllarda biraz hissedeceğiz. Ancak buna rağmen sosyal güvenliğe bütçeden ayrılan kaynak, küçük de olsa artmaya devam edecek. Asıl sorun ise 2035 yılı sonrasına ilişkin. 1999’daki reform nedeniyle biraz düşen yük, 2035 yılından sonra etkisini yitiriyor. Reform yapılmadığı takdirde emeklilik sisteminin açıkları 2035 yılında Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın (GSYİH) yüzde 4’üne ulaşırken, 2075 yılında GSYİH’nın yüzde 8’ine ulaşacak. Şu anda bile 19 katrilyonluk bir bütçe açığına yol açtığını düşünürseniz, reform yapılmadığı takdirde bütçeden çok daha fazla payın sosyal güvenlik sisteminin sübvansiyonuna gideceği açıkça görülüyor. Bu tabi ki artan açıkların finansmanı nedeniyle faizlerin indirilememesi, sağlık, eğitim gibi temel altyapı yatırımlarına kaynak ayrılamaması anlamına geliyor.

Reform yapıldığı takdirde ise önümüzdeki yıllardan itibaren açıkların GSYİH’e oranı düşmeye başlarken, hedef 2045 yıllarında açığın sıfırlanması...

Ancak bunun için şimdiden adım atılması gerekiyor. Hazırlanan reform planının detayları daha sonra ‘beyaz kitap’ olarak yayımlanacak ama, kamuoyunun yakından ilgilendiği yaş konusunda mevcut hakların korunduğunu görüyoruz. Buna karşılık şimdiden alınacak kararla şu anda 58-60 olan emeklilik yaşının 2040 yılında 63-61’e çıkarılması sözkonusu. Daha sonra uzayan ömre bağlı olarak 2045 için 65-63, 2050 yılında 65-65, 2055 yılında 66-66, 2065 yılında 67-67, 2075’de 68-68’lik emeklilik yaşına ulaşılıyor.

Böylece, şu anda 10 yıl çalışıp ortalama 27 yıl maaş alan emeklilerin, 10 yıl çalışmaya karşılık emeklilik maaşı alacağı yıl 15’e iniyor ve bu oran emeklilik yaşlarıyla sabitleniyor.

Peki, mevcutlar için yaş sınırı korunarak, mevcut hakları geri almadan, emeklilik maaşlarında bir gerileme olmadan, bu kadar iyileşme nasıl sağlanacak? Her şeyden önce 1999’daki reformun önümüzdeki yıllar için durumu biraz hafiflettiğini, ardından da özellikle Emekli Sandığı’ndan emekli olacakların durumunun önümüzdeki yıllarda biraz zorlaşacağını söylemeliyiz. Artan ücretlere karşılık, çalışıldığı zaman alınan maaş ile emekli olunduğu zaman alınan maaş arasında, şu anda emekliliği özendiren tablo, biraz tersine çevrilecek. Ama bütün bunlar yapılırken, istihdam üzerindeki zaten yüksek olan yükün, büyük önem kazanan istihdamı önleyecek biçimde artırılmaması için, özellikle özen gösterildiği görülüyor.

BÜYÜK İŞ BAŞARIRLAR

Bu tabii ki hassas bir denge ve ileriye dönük olarak özellikle Emekli Sandığı’ndan emekli olanların, bu duruma itiraz etmeleri kaçınılmaz.

Ancak gelinen noktada, uzun dönemli düşünerek, bu reformu şimdiden uygulamak gereği de ortada. Hükümet eğer 2035’i hedefleyen 2075’i düşünerek hazırlanan bu reformu uygulamaya koyarsa, büyük bir işi başarmış olacak.

Aksi takdirde, şimdiden önlem almaya yanaşmazsa, ülkenin ve çocuklarımızın geleceğini, bile bile tehlikeye atmış olacak.

AKP Hükümeti’nin o çok övündüğü ‘Meclis çoğunluğu’, işte böylesine radikal, ilerisini düşünen, popülist olmayan kararlar için gerekli. Popülist kararlara muhalefet de imza atar. Mühim olan acıtıcı olsa bile, ileriyi düşünen bu tür kararları milletvekillerine kabul ettirmek.

Reformu hazırlayan ekip, biraz ‘provokatif’ bir hesaplamayla SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nın 1994-2003 arasındaki açıklarının Hazine borçlanma faizleriyle güncellenmiş değerini 345.2 katrilyon bulmuş. 2003 sonunda toplam içborç stokunun 194.4, toplam borç stokunun 354.6 katrilyon olduğunu göz önünde tutarsak, bu açıkların kapatılmasının, dolayısıyla yapılacak reformun önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

Temmuzdan sonrası IMF kararına bağlı

29 Haziran 2004
<B>8.5 </B>milyar dolarlık ABD kredisinin kullanılmayacağının anlaşılması, piyasaları çok fazla etkilemedi. Öyle anlaşılıyor ki; piyasalar zaten bu krediden umudu kesmişti... Dün, faizler hemen hemen aynı seviyede iken, borsanın çıkmaya devam ettiğini gözledik. Kurdaki artışın ise çaprazdan kaynaklandığı söyleniyor.

8.5 milyar dolarlık kredinin iptaline rağmen, borsadaki yaşanan çıkışın en önemli nedeni olarak ‘yabancı girişi’ gösteriliyor. Bankacılar, yabancıların ‘Hükümetin IMF’yle yeni stand-by imzalayacağına inandırıldığını’ kaydederek, bu nedenle düşük endeksten yabancı girişinin başladığını söyledi.

ABD kredisinin iptaline rağmen piyasaların tepki vermemesine, acaba ‘Haziran bilançosu kaygısı’ mı diye baktık ama bankacıların büyük bölümü, böyle bir kaygının rol oynamadığını söyledi. Cumadan bu yana faizde değişiklik olmamasını, çalkantı durulduktan sonra Haziran başında yüzde 26’ya inmesine rağmen faizlerin şu anda 27.5 seviyesinde bulunmasını da buna örnek olarak gösterdiler. Bu bankacılar, ‘Eğer bilanço kaygısı rol oynasaydı, faizler en azından yüzde 26’ya inerdi’ dedi. Buna karşılık, faizin bu habere rağmen çıkmamasını bilanço kaygısına bağlayanlar da var...

Haziran ayında Hazine’nin yüklü itfalarının bulunmaması, bu nedenle borçlanma açısından rahat olması, piyasaların sakin seyrinde önemli rol oynadı. Bir de piyasalarda ‘Hükümetin IMF’le 2005 sonrası için, borçların da erteleneceği bir yeni stand-by yapacağına’ ilişkin genel bir kanı oluşmaya başladı. Yani, eğer böyle bir anlaşmaya gidilirse faizler düşer, ama gidilmezse, piyasalar bunu satın almaya başladığı için, sıkıntı olabilir...

TEMMUZ VE SONRASI

Haziran ayı içborç açısından sakin bir ay olurken, temmuzdan itibaren yüklü geri ödeme başlıyor. 7 Temmuz’da Hazine’nin 12.7 katrilyonluk içborç geri ödemesi olacak. 21 Temmuz’da da 5.2 katriyonluk geri ödeme bulunuyor.

Temmuzdan sonraki 3 aylık dönemde, içborç geri ödemelerinin toplamının 45 katrilyon lira civarında olması bekleniyor.

Bu arada dışborç geri ödemelerinde, nisbeten sakin bir dönem gözüküyor. Ancak bankaların ödeyeceği sendikasyon kredilerinin toplamı, ikinci yarı için 4.3 milyar dolar düzeyinde. Bunun 1.4 milyar doları temmuz ayında gerçekleşecek.

Bankacılar, sendikasyon kredilerinde sıkıntı olmayacağını tahmin ettiklerini söylüyor. Bankaların bu kredileri büyük ölçüde çevirecekleri tahmin ediliyor.

Kısacası; haziran ayı rahat geçti sayılır. Ancak temmuz ayından sonra işler biraz zorlaşıyor. Hükümetin temmuz ayı içinde mutlaka IMF ile ilgili kararını açıklaması gerekiyor ki; bundan sonrası rahat geçebilsin.

Yabancı bankacılar, 7 Temmuz’daki geri ödemelerin bile, IMF açıklaması olmadığı takdirde, sıkıntı yaratabileceğini kaydederken, Hükümetin mutlaka ağustos ayına kadar IMF yönetimi tatile girmeden önce yeni bir stand-by açıklaması yapması gerektiğini söylüyorlar. Aynı yabancı bankacılar, son dönemde borsaya yabancı sermaye girişi olduğunu hatırlatarak, açıklamanın gecikmesi halinde sıcak paranın geri dönüşünün başlayabileceğini kaydediyor. Şu anda piyasada IMF’yle yeni bir anlaşma ihtimali yüksek görünüyor ama, ‘IMF ile yeni bir anlaşma için AB’nin kararı beklenecek’ türünden haberlerin de, ‘acaba?’ sorusunun gündeme gelmesine yol açtığı ve hálá tedirginlik bulunduğunu da söylemeliyiz.

Hükümetin Temmuz ayında hızla IMF’yle yeni bir anlaşmayı açıklayıp, ardından da aralık için, ekimden itibaren piyasaları AB beklentisine sokmasıyla ikinci yarı rahat geçirilir gibi gözüküyor. Aksi takdirde ise işler zor.

‘Hükümet, faizlerin bu yüksek seyrini ancak yeni bir anlaşma açıklayarak kırabileceğini ve geciktikçe maliyetini artırdığını, faiz dışı fazla gereğini yükselttiğini görmüyor mu?’ sorusu, özellikle yabancıların çok sık sorduğu bir soru haline gelmeye başladı.
Yazının Devamını Oku

3 yıllık program 3-4 kişiyle hazırlanıyor

28 Haziran 2004
<B>DEVLET</B> Bakanı <B>Ali Babacan</B>’ın, IMF Heyetinin ABD’ye geri dönüşünde yapılan basın toplantısında sözünü ettiği,<B> ‘Biz zaten ,3 yıllık kendi programımızı hazırlıyoruz’ </B>sözünün altında ne yattığı ortaya çıktı. Babacan’ın ‘sessiz sedasız, gösteriş yapmadan ilgili yerlerden görüş de alıyoruz’ sözünün pek yerinde olmadığı, çünkü programın çok dar bir kadroda hazırlandığını öğrendik.

Gerçekten de yaklaşık 1-1,5 ay önce, Babacan’ın koordinasyonunda bir ‘program çalışması’ başlamış bulunuyor. Tablo şu: ‘3 yıllık ekonomik program 3-4 kişi tarafından hazırlanıyor’

Programı hazırlayan ekip, çok dar bir ekip. Hazine Müsteşarlığı’ndan Müsteşar ve bir Müsteşar Yardımcısı, DPT’den bir Müsteşar Yardımcısı ve sonradan dahil edilen Merkez Bankası Başkan yardımcısından oluşuyor.

Grubun çok dar tutulması ve Hazine’den program çalışmalarına katılanların da DPT kökenli olması, bence program konusundaki bakış açısını daraltan bir unsur. Ancak DPT’nin zaten bu konularda uzman bir kuruluş olduğunu göz önünde tutarsak, biraz savunulur yönü var. Ancak grubun bu kadar dar olmasının getireceği sakıncaları ve perspektif darlığını söylemek gerek.

Niye bu kadar dar bir kadro derseniz, bunun her şeyden önce Devlet Bakanı Ali Babacan’ın tercihi olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Babacan, ‘hücre tipi’, dar örgütlenmeyi seviyor ve işlerini buna göre götürmeyi, sonunda da sadece kendisinin açıklama yapmasını yeğliyor. Elbette kadronun bu kadar dar olmasının getireceği sakıncalar var, Maliye’nin, bağımsız kurumların, özel kesimin talepleri ve bakış açılarının programa yansımaması sonucunu getirecek. Ancak yetkililer, bir yandan da kadroyu çok genişletmeden, çok daha verimli ve hızlı çalışabildiklerini de söylüyorlar.

Yapılan program çalışmasının, aslında, daha önce yapılan yıllık program veya 5 yıllık program çalışmalarından çok da farklı olmadığını gözlüyoruz. Yani bir anlamda kabul edilecek program için alternatifli tablolar hazırlanıyor.

Bu tablolarda ne var derseniz, her zaman ki gibi; büyüme ve enflasyon hedefleri var. Bu sonuçları veren döviz kuru, reel faiz, borç stoku, borcun çevrilme oranı, milli gelire oranı gibi veriler için yapılan projeksiyonlar var. Doğal olarak bütçe büyüklük rakamları, faiz dışı fazla oranları, ödemeler dengesi tablosu için yapılan varsayımlar da bu program çalışmaları içinde, tablolar halinde yeralıyor.

Bu arada son dönemde hazırlanan alternatifli tablolar üzerinden, başta bankacılık olmak üzere, bu varsayımın seçilmesi halinde sektörlere yapacağı etki de, araştırılmaya başlanmış.

Bütün bu tablolar hazırlanacak ve varsayımlar, doğal olarak Hükümete sunulacak. Çünkü Hükümetin bu varsayımlar içinden tercih yapması gerekecek. Yani her zamanki YPK toplantıları gibi bir çalışma olacak.

Program IMF ile tartışılmaya başlandı

PROGRAM
çalışmalarının Heyetin Türkiye ziyareti sırasında IMF ile de masaya yatırıldığı öğrenildi. Aslında sadece masaya yatırılmakla kalınmadığı, IMF’in hazırlanan tablolar ve varsayımlar konusunda görüşlerinin alındığı, bu görüşler doğrultusunda bazı değişikliklere gidilmeye başlandığı da kaydedildi.

Yetkililer, IMF Heyetinin ilk kez bu kadar hazırlıklı bir çalışma ile karşılaştığını ve Heyet üyelerinin bunu açıkca söylediğini de ifade ediyorlar. Bundan sonra izlenecek yol konusunda ise yine IMF’in büyük katkı yapması bekleniyor.

Önümüzdeki günlerde program çalışmalarının hızlandırılacağı öğrenilirken, ara ara IMF’le mail ve faksla varsayım tabloları konusunda karşılıklı müzakerelerin devam edeceği anlaşılıyor. Aldığımız bilgiye göre; bütün bu politika tercihlerini de içeren varsayım tabloları Hükümete sunulmadan önce, teknik olarak IMF’in de onayı alınacak.

‘Büyük Hoca’nın Bakan Şener’e IMF tavsiyesi

IMF
konusunda Hükümetin, özellikle tabandan ve milletvekillerinden gelen tepkiler nedeniyle, normal stand-by anlaşması yapmaktan kaçındığını biliyoruz. Ancak bunun başka çaresinin olmadığı, tabanını ancak bu programın başarıya ulaşması halinde tatmin edebilecek duruma geleceğini, AKP yönetimi ve Hükümetin göreceğini tahmin ediyoruz.

Aslında yaklaşık 1 ay önce, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’in başından geçenler, tepki duyulsa da, IMF’in ‘bir gerçek’ olduğunu açıkca ortaya koyuyor:

Şener yaklaşık bir ay önce Gazi Üniversitesi’nde yapılan bir panel için davetiye almış. Konu IMF-Türkiye ilişkileri. Şener kendisi de bu paneli izlemeyi çok istiyormuş ama programı yoğun olunca bir danışmanını Panele göndermiş. Sıkı sıkı da tembihte bulunmuş: ‘Hem not al, hem de bildirileri topla bana getir’.

Abdüllatif Şener aynı akşam danışmanından, panelde konuşulanlar, kimin neleri söylediği hakkında bilgi almış. Daha sonra da bildirileri yanına alıp, bazılarını okumuş. Özet olarak çoğu eski solcu olarak bilinen iktisat hocalarının hemen hepsi, IMF’le ilişkilerin diğer ülkelere yaptığı etkiler, Türkiye IMF ilişkisinin ne kadar kötü seyrettiği, Türkiye’nin IMF reçeteleri nedeniyle ekonomisini düzeltemediği, geniş toplumsal kesimlerin bu reçeteler nedeniyle yoksullaştığı gibi, bildiğimiz görüşleri savunmuşlar.

Bunun üzerine Bakan Şener, ertesi gün, paneldeki konuşmacılardan birini, saygı duyduğu bir Hoca’yı aramaya karar vermiş. Bu Hoca’nın ismini Bakan Şener de vermedi ama tarif ettiği kadarıyla mevcut iktisatçılardan çoğunun Hocası olmuş, gerçekten Türkiye ekonomisine önemli fikri katkılar sağlamış, hocası olmasa bile bütün iktisatta ilgilenenlerin kitaplarını okuduğu bir ‘Büyük Hoca’.

Şener ‘Büyük Hoca’yı arayarak, önce panele gelemediği için özür dilemiş ve ardından bir ricada bulunmuş:

‘Hocam, bizler şu anda sorumlu mevkilerde bulunuyoruz. IMF’le ilgili görüşlerinizi de biliyorum, son bildirinizi de okudum. Bütün bunların çerçevesinde Hükümetin ne yapması, IMF’le ilişkileri bundan sonra nasıl götürmesi konusunda tavsiyelerinizi alabilir miyim?’

Hoca önce şaşırmış ama böyle samimi bir rica karşısında kendisi de samimi olma gereği duymuş olsa gerek, tavsiyesini söylemiş:

‘Sayın Bakan, siz dediğiniz gibi sorumlu mevkilerdesiniz. Bizler o panelde de, başka zaman da IMF’le ilişkiler konusunda teorik çalışmalar yapıyoruz ve onları söylüyoruz. Sizin durumunuz değişik. Sizin, sorumlu mevkide olan biri olarak IMF’le ilişkiler konusunda fazla bir seçeneğiniz olduğunu sanmıyorum. İlişkileri devam ettirmek durumundasınız.’

Stand-by faiz dışı fazla gereğini düşürecek

ÇALIŞMALARDA
DPT’cilerin, özellikle faiz dışı fazla gereğini düşük tutmaya çalıştıkları gözleniyor. Bunun ‘Hükümete kolay kabul ettirilmesi’ açısından yapıldığı sanılıyor.

Ancak DPT’cilerin faiz dışı fazlanın düşük tutulması konusunda fazla bir alternatiflerinin bulunmadığı da, çalışmalarda ortaya çıkıyor. Çünkü oluşturulacak güvene göre reel faiz ve borcun çevrilme oranı, bütün dengeleri derinden etkileyecek unsurlar oluyor ve her kapı sonunda ‘faiz dışı fazlanın yüksek tutulmaya devam edilmesi’ sonucuna çıkıyor. Bu arada ortaya çıkan bir başka sonuç da şu: ‘Ancak, IMF’le normal stand-by anlaşması yapılması, borçların uzun vadeye yayılması halinde, faiz dışı fazla hedefi biraz düşük olabiliyor’

Aldığımız bilgilere göre; Hükümet ancak IMF’le borçların ertelendiği normal bir stand-by anlaşması yapma kararı verir, buna ek olarak sosyal güvenlik reformunda radikal bir yolu tercih ederse, faiz dışı fazla hedefini yüzde 6’nın altında belirleme imkanına sahip olacak. Aksi takdirde mevcut yüzde 6-5’luk faiz dışı fazla hedefini aşağı indirmek mümkün değil.

Bence; stand-by yapılması halinde bile ilk yıl faiz dışı fazla yüzde 6’nın altına inemez.

Umarız; Hükümet bütün bu tabloları doğru okur da, ihtiyaca cevap verecek yolu seçer.
Yazının Devamını Oku

Belediye ve İl Özel İdaresi harcamalarına dikkat

26 Haziran 2004
<B>AKP</B> Hükümeti, <B>Kamu Yönetimi Reformu</B> kapsamında hazırladığı yasaları, TBMM tatile girmeden çıkarmak istiyor. Kamu yönetim reformunun temelini oluşturan tasarı, son maddesine kadar TBMM Genel Kurulu’nda konuşulup, kabul edildi. Daha sonra tamamlayıcı olacak yasaların çıkarılmasının ardından, askıya alınan bu yasanın son maddesinin kabul edilip, Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmesi kararlaştırıldı. 15 Temmuz’da TBMM tatile girmeden önce 4 yasanın çıkarılıp, bu son maddesi kalan yasanın da bitirilmesi amaçlanıyor.

Tamamlayıcı yasalardan ‘İl Özel İdareleri Yasası’ kabul edildi. Diğer tamamlayıcı yasalar olan Belediyeler Yasası, Büyükşehir Belediyeleri Yasası ve Mahalli İdare Birlikleri Yasası, TBMM’de çeşitli komisyonlarda görüşülüyor.

Hükümet, hemen her yasaya yerleştirdiği af maddelerini il özel idareleri yasasına da ekledi. Daha önce belediye borçlarının tahkime tabi tutulacağını söylediğimizde, bazı bakanlar itiraz etmiş ancak ‘yeniden yapılandırma olacak’ diye durumu düzeltmeye çalışmışlardı. Tahkimin de bir yeniden yapılandırma olduğunu unutarak.

İşte il özel idareleri için çıkarılan yasada yeralan 54. madde, ‘Hazine alacakları hariç olmak üzere, il özel idaresinin genel bütçeli kuruluşlardan, sosyal güvenlik kuruluşlarından, mahalli idarelerden ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarından olan özel hukuk ve kamu hukukuna tabi alacak ve borçları takas ve mahsup edilir. Bu kurum ve kuruluşların bütçelerine yeterli ve gerekli ödenek konulur’ hükmünü içeriyor. Takas ve mahsup işlemlerine ilişkin esasların İçişleri bakanlığı görüşü alınarak, Maliye tarafından hazırlanacağı belirtiliyor. Belki direk Hazine işin içine girmiyor ama sonuçta temizlemesi ona kalacak. Yani bu madde , bal gibi bir af, bir tahkim maddesi. Aynen il özel idarelerine getirildiği gibi KİT ve belediye borçlarına da tahkim imkanı getirilmeye çalışıldığını, yasalara bu maddelerin ekleneceğini biliyoruz.

BÜTÇE DIŞI YENİ KARA DELİK

Belediyelerin, il özel idarelerinin, KİT’lerin borçlarının yeniden yapılandırılması, Hazine’nin yükünün artması anlamına geliyor. Yani sürekli azaltılmaya çalışılan borçlanma oranı, yeni tahkimlerle yeniden artacak. Yanı sıra bu tür tahkimlerin getirdiği felaketler, belki buna onay veren Hazine yönetimi tarafından değil ama, son 10 yıla bakan, tüm taraflarca zaten biliniyor.

Bunun da ötesinde, bütçe dışında yeni kara delikler oluşmasına neden olacak, ‘bütçe dışı borçlanma’ imkanı da getiriliyor. İl özel idarelerine, çıkarılan yasa ile bu hak verildi. Tahvil çıkarmak, borçlanma yapmak için bazı kurumların oluru gerekecek ama bu onayda siyasi kaygıların rol oynayacağı, yasaya bakıldığında, çok açık olarak görülüyor.

Böylece Hazine’nin birliği ilkesine de büyük darbe vurulmuş oluyor. Belediyelerin ve il özel idarelerinin, yerel basının gelişmemesinin de etkisiyle, üzerlerinde önemli bir denetim baskısı hissetmeyecekleri, bu nedenle harcamalarını artıracakları hemen hemen kesin.

Yanı sıra herkes biliyor ki; il özel idarelerinde ve belediyelerde, yasaya konan bilanço, gelir gider tabloları, finansman tablolarını hazırlayacak, teknik yeterliliğe sahip kadrolar bulunmuyor.

Yani çıkacak teknik sıkıntıların, önümüzdeki günlerde bir çok yolsuzluk, usulsüzlük iddialarını gündeme getirmesi kaçınılmaz olacak. Teknik yetersizliğin getireceği israf ise belki gözlerden kaçacak ama genel ekonomik dengeye olumsuz katkılarda bulunacak.

Belediyelerin, il özel idarelerinin tahvil çıkarmaları ise, Hazine garanti vermese bile, finans ve sermaye piyasalarında bir karışıklığa yol açmasının yanı sıra, genel borçlanma politikasını zedeleyecek. Hazine’nin dolaylı kefil olduğu belediye, KİT borçlarını nasıl ödemek zorunda kaldığını, bunun genel dengeye nasıl olumsuz etki yaptığını geçmişte çok yakından izledik.

IMF, yerel yönetimlere tahkim ve borçlanma imkanı tanınmasına nasıl baktı, Heyete bu yasalar anlatıldı mı, anlatılmadı mı, anlatıldıysa nasıl anlatıldı, net olarak bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz şu ki; IMF bunlara onay verdiyse, yeni bir yanılgının içinde demektir.

Hep birlikte göreceğiz; eskileri kapatalım derken, yeni kara delikler oluşturacağız.
Yazının Devamını Oku

Bürokratlar korktu, banka birleşmesi yasası çıkıyor

24 Haziran 2004
<B>DEVLET</B> Bakanı <B>Ali Babacan</B>, Halkbank-Pamukbank birleşmesi için yeni bir yasa çıkartılacağını söyledi. IMF’nin 8. gözden geçirme için şart koştuğu diğer yasa ise Gelir İdaresi Başkanlığı ile ilgili yasaÖ Babacan, diğer alınacak önlemleri ‘detay’ olarak nitelendirdi.,

Her şeyden önce şunu söylememiz gerekiyor ki; aslında Pamukbank-Halkbank birleşmesi için yeni bir yasaya ihtiyaç yok. Mevcut yetkilerine göre; Hazine Müsteşarlığı, BDDK ve TMSF’nin kararlarıyla bu birleşme rahatlıkla gerçekleştirilebilir. Hazine derken, Halk Bankası’nın tüm sermayesinin ait olduğu kuruluş olarak da gördüğümüzü de söyleyelim.

İşte AKP Hükümeti’nin eski bürokratlara, görevden almak için yaptığı baskı ve çeşitli soruşturma ve mahkeme yollarını açmış olması, mevcut bürokratları korkuttu. Bu nedenle AKP’nin göreve getirdiği bürokratlar, her kararı mümkün olduğunca yasaya bağlamak eğiliminde. Yani yetkileri olduğu halde inisiyatif kullanmıyorlar, mevcut soruşturma ve mahkemelere bakıp, ileride başlarına bu tür işler gelmesin diye, mümkün olduğunca kararlarını yasaya bağlıyorlar.

Kısacası; AKP Hükümeti çok yakındığı bürokrasiyi, eski bürokratlara giriştiği hareketle kendisi artırmış oluyor. Göreve getirdiği bürokratlar, işleri yavaşlatmış oluyor. Şu anda bürokrasinin her aşamasında korkaklık, imza atmaktan kaçınma eğilimi var. İşte bu nedenle eskiden 10 günde yürüyecek olan işlemler bile, yasa, kararname derken 20-30 günü buluyor.

Daha önce Hazine Müsteşarlığı, BDDK yönetimi bu tür kararlara çok imza attı. IMF’nin yasa istediğine inanmıyorum, IMF gözden geçirme şartı olan bu önlemin yerine gelmesini istiyor.

Bu yasayı Hazine Müsteşarlığı’nın istediğini düşünüyorum. Çünkü BDDK böyle bir birleşme kararı aldı. Şimdi iş, bu birleşme nedeniyle Halk Bankası’na Hazine’nin vereceği para ya da tahvile geldi. Ali Babacan, Hazine’nin sermayesinin tümüne sahip olduğu Halk Bankası’na talimat verip, rahatlıkla bu tür kararı aldırabilir. Bunun örnekleri daha önce görüldü.

Hazine yönetimi birleşme nedeniyle aktaracağı paraların, atacakları imzaların ileride başlarına iş getireceğinden korkuyor. Bu nedenle yasa istiyor.

DETAY ÖNLEMLER ZAM MI?

Daha önce de Hazine yönetimi inisiyatif alıp, bu tür kararlar aldı, kamu bankalarına kağıt ve para verildi. Çünkü işin yürümesi gerekiyordu.

Başbakan Tayyip Erdoğan TBMM’nin 15 Temmuz’da kapanacağını söyledi. AKP ve CHP’lilerin yaptığı toplantıda, toplam 18 yasanın TBMM tatile girene kadar çıkarılması kararlaştırıldı. Buna IMF gereği iki yasayı da eklerseniz, bu sayı iyice kabarıyor.

İşte bu sıkışık dönemde, aslında yasa gerektirmeyen bir konuda, AKP’nin getirdiği bürokratlar korktuğu için, yeni bir yasa çıkarılması gerekecek.

Ali Babacan’ın sözünü ettiği diğer yasa ise, yılan hikayesine dönen ‘Gelir İdaresi Başkanlığı’ ile ilgili yasa. Bu yasa çeşitli tartışmalar sonucu hazırlandı, çeşitli gruplar devreye girip yetki kavgası yaptılar ama sonuçta bir metin ortaya çıktı.

Bu taslağa IMF’nin itirazları var. Ancak İdare’nin kuruluşuna ilişkin olarak özellikle Başbakanlık’tan da itirazlar geldiğini biliyoruz. ‘Otomatik Başkan ataması’ dahil, birçok madde Başbakanlıktan tepki görmüş durumda. Yani henüz bu taslağa son şekli verilemedi.

8. gözden geçirmenin tamamlanması için gereken diğer önlemleri ise Babacan, ‘birçok detay konu’ olarak açıkladı. Bence açıklananlar dışında, açıklanmayan o detaylar çok önemli. Bu detaylar arasında elektrik, doğalgaz ve akaryakıt zamlarının olduğunu sanıyorum. Yani bu konuda gerekli ayarlamalar yapılmadığı takdirde 8. gözden geçirmenin tamamlanacağını zannetmiyorum.

Şimdi iş Babacan’a kalıyor ve bu zamları başta Başbakan olmak üzere Hükümet üyelerine anlatması gerekiyor. Durumun ciddiyetini, 8. gözden geçirme için bu zamların şart olduğunu yakında söylemesini bekliyoruz. Yani IMF gitti ama yapılacak işler bitmedi...
Yazının Devamını Oku

Piyasalar yeni bilanço döneminde

22 Haziran 2004
<B>ULUSLARARASI </B>Para Fonu (IMF) Heyeti’nin görüşmeleri uzadı, konuyla ilgili hiçbir açıklama yapılmıyor ama piyasalar bu gecikmeyi hiç takmadı. Piyasaların bu gecikmeyi takmamasının en büyük nedenlerinden biri, uzun zamandır varolan ‘nasıl olsa anlaşırlar, sorun çıkmaz’ anlayışı.

Geçen yılın mayıs ayından bu yana, yani yaklaşık bir yıldır, hükümet önce birçok şeye karşı çıksa da sonunda IMF’yle anlaştı. Aslında tersinden de söylenebilir; IMF bir yıldır Hükümetin bazı isteklerini, sapmaları tolere edip, gözden geçirmelerin hepsini, geç de olsa tamamladı...

İşte bu nedenle piyasalar, IMF Heyetinin temaslarının uzamasını, artık ‘olağanüstü bir durum’ olarak görmüyorlar. Bu gecikme eğer geçen yılın ilk aylarında olsaydı, çok daha değişik algılanabilir, tehlike işareti sayılabilirdi.

Piyasaların IMF Heyetinin görüşmelerinin gecikmesini takmamasının nedenlerinden birini de ‘Haziran ayı bilanço döneminin yaklaşması’ oluşturuyor.

Bilindiği gibi; bankaların davranışları, üçer aylık bilanço dönemlerine geldikçe tek tip olmaya başlar. Uzun zamandır da bankacılar yüksek kağıt stokları nedeniyle, düşük faiz ve düşük kuru seviyorlar. Yani bilançolarında daha fazla kar göstermek için, düşük kur ve düşük faizi istiyorlar. İşte bu sonucu verecek hareketlere girmeleri de, artık doğal karşılanıyor.

Yine öyle bir döneme giriyoruz. Yani bankalar 30 Haziran bilançolarında daha fazla kár göstermek için, kurların biraz daha aşağı gelmesini, faizlerin de yine bir miktar inmesini isteyecekler ve ona göre davranacaklar.

Peki, bankaların bu niyetlerini gerçekleştirmek için uygun ortam var mı?

Aslında bunun için hem olumlu, hem olumsuz bazı unsurlar var. Her şeyden önce IMF’yle 8. gözden geçirmenin birkaç gün içinde netleşip, kazasız belasız tamamlanmasını bekliyorlar. Bu olumlu bir unsur. Yanı sıra bu gözden geçirmenin tamamlanması için, bence şu anda pazarlık konusu olan, ‘düşük asgari ücret’ ve ‘düşük emekli zammı’ gibi gerekli kararları Hükümetin alacağını tahmin ediyorlar.

Bu arada Hazine’nin 7 Temmuz’a kadar yüklü bir itfasının olmaması, bu nedenle de büyük ihtimalle iki hafta üst üste ihaleye çıkmayacak olması da, bankacıların ekmeğine yağ sürecek bir gelişme. Bankacılar, bu faiz oranlarının yüksek olduğunu bu nedenle iki hafta ihale olmamasına bazı yatırımcıların dayanamayacağını, talep olacağı için faizlerin önümüzdeki dönem 2-3 puan düşebileceğini söylüyorlar. Bu arada yine vergi dönemi nedeniyle, döviz bozdurulup, vergi ödenmesi, dolayısıyla döviz ve faizde birlikte düşüş yaşanabileceği söyleniyor. Bankacılar bu tahmini ‘işlerine geldiği’ için abartıyorlar mı, bilinmez.

YENİ ANLAŞMA BEKLENİYOR

Buna karşılık, bu ayın sonunda FED’in faiz oranlarında artırım yapma ihtimalinin yüksek olması, hem iyi, hem de kötü haber olarak algılanabilir. Büyük ihtimalle 0.25’lik bir artırım söz konusu ve bunun iyi haber olarak algılanacak kısmı; bu oranda bir artırımın zaten piyasalar tarafından satın alınmış olması, yani yabancıların bu kadarlık bir faiz artırımıyla Türkiye’den daha fazla çıkmalarının beklenmemesi.

Piyasaların önündeki en büyük belirsizlik ise IMF’le 2005 Şubat ayından sonra ne yapılacağına hükümetin henüz karar verememiş olması.

Hükümetin bu kararı sürekli ertelemesi ve son olarak Temmuz ayında karar verileceğini söylemesi, piyasalarda tedirginlik yaratıyor. Normal veya ihtiyati bir stand-by anlaşması olmaması, daha doğru bir deyimle önümüzdeki 2-3 yılın dış borç geri ödemelerinin ileriye ertelenmiyor olması, piyasaları korkutan bir ihtimal.

Bu nedenle, piyasaların önündeki en büyük beklenti IMF’yle yeni bağlayıcı, bir anlaşma.

Kısacası; bilanço dönemi geliyor, piyasalar her türlü iyi haberi algılayıp, fiyatlandırma eğilimindeler. Çünkü 30 Haziran’a düşük kur ve düşük faizle girmek istiyorlar. Ancak bunu sağlamak için gerekli, çok güçlü bir beklenti, şimdilik görünmüyor. Bu nedenle de önümüzdeki hafta ortasına kadar faiz ve kurlar düşecektir ama aşırı bir hareket beklenmemeli.
Yazının Devamını Oku

IMF ile sorun teşvikler ve yapısal reformlar

21 Haziran 2004
<B>EKONOMİYLE </B>ilgili bakanlardan biri, daha Heyet gelmeden önce yaptığımız özel görüşmede, ‘IMF’le yapılacak görüşmelerin çok rahat geçeceğini, çünkü bütçe rakamlarının, özellikle de ele alınacak olan 3 aylık rakamların çok iyi olduğunu’ söylemişti. Ancak daha gelmeden önce, 19 Haziran’da Türkiye’den ayrılacağını açıklayan IMF heyeti, planladığı zamanda görüşmelerini tamamlayamadı. Hafta sonunu da ekonomi yönetimiyle görüşerek geçiren IMF heyetinin, duyumlarımıza göre, daha en az 2-3 günlük işi daha var. Yetkililer, çalışmaların ne zaman tamamlanacağını bilemediklerini, Salı ya da Çarşamba günü IMF heyeti’nin ayrılmasının muhtemel olduğunu kaydediyorlar.

Peki, bu kez çok kolay geçmesi beklenen IMF görüşmeleri, son anda neden uzadı?

Kimse ‘zaten böyleydi, normal çalışma sürüyor’ demesin. Bir pürüz olduğu, tartışmaların uzadığı kesin. Cuma bütün gün gazeteciler ertesi gün, yani IMF’in açıkladığı 19 Haziran günü yapılması planlanan IMF basın toplantısının olup olmayacağını sordular ama akşam saatlerine kadar yanıt alamadılar. Yoğun sorular üzerine, ‘normal çalışma sürüyor’ yanıtını vermekten usanan ve bir açıklama olmadığı takdirde piyasaların bunu kötü algılayacağına nihayet kani olan Hazineciler, IMF’i açıklama yapmaya zorladılar. Yani ‘madem onlar 19 haziran tarihini verdiler onlar düzeltsin’ dediler ve IMF görüşmelerin bir-kaç gün uzadığını açıkladı.

Aldığımız bilgilere göre; Cuma akşamı daha üzerinde mutabık kalınması gereken çok sayıda detay kalmıştı. Bunların çoğu ise Maliye ile ilgili özellikle de Hükümetin getirmeyi planladığı teşviklerle ilgili konular ile bazı yapısal tedbirlerdi. Yani bütçe rakamlarında, parasal tedbirlerde, para politikasında bir sorun gözükmüyor ama ‘vergi indirimi’ gibi bazı konularda karşılıklı pazarlıklar devam ediyor. IMF, iyi kötü bir teşvik sistemi kurulduğunu düşünürken, Hükümetin sürekli ayrıcalıklar ile sistemi delmesinden, vergi istisnaları getirmesinden şikayetçi. Sosyal güvenlik, bankacılık, tarım gibi yapısal tedbirlerde de yine ‘sulandırma girişimleri’, IMF’in tepkisini çekiyor. İşte pazarlıklar bu konularda hala sürüyor.

Peki, bu pazarlıklar bitmez mi, sorun büyür mü?

Bence bir-kaç gün içinde bir sonuç alınacaktır. Şahsen, Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorulması gereken bazı kararlar olduğunu, Erdoğan’ın ısrar ettiği özellikle bazı teşviklerde ekonomi yönetiminin geri adım atılması gereğini henüz Başbakana anlatamadıklarını tahmin ediyorum. Sonuçta bir ortayol bulunacak ve yazımına başlanan ama detaylarında anlaşma sağlanamayan ‘8. gözden geçirmeye ilişkin niyet mektubu’ üzerinde bir şekilde mutabakata varılacaktır. Önümüzdeki bir-kaç gün içinde bir mutabakat sağlanmasa bile, kamuoyuna kötü izlenim vermemek için, IMF Heyeti basın toplantısını, pürüzlü konulara girmeden ya da yuvarlak geçerek, gerçekleştirip ABD’ye geri dönecektir. Daha sonra e-mail ve faks mesajlarıyla niyet mektubuna son şekli verilecektir. Bu zaman zaman böyle oldu.

Bankalar kağıt almadı Hazine 7 Temmuz’a kadar rahat

SON
iki haftadır yapılan ihalelerde Hazine, talebin az olması nedeniyle, beklediği satışları yapamadı. Ama Hazine bu döneme hazırlıklı girdiği için, şimdilik, bu fazla bir sorun olmadı.

Bankaların kağıt almamasının çeşitli nedenleri olduğu söyleniyor. Bunun nedenlerinden biri bazı büyük bankaların takas kağıtlarını likiditeye çevirip, Hazine risklerini azaltmaya çalışmaları. Hazine de geri ödemesi bulunmadığı için bu hafta ihale yapmayacağını açıkladı. Bankacılar, Hazine’nin önümüzdeki hafta da ihale açmasını beklemediklerini söylüyorlar. Bu arada iki haftayı kağıtsız geçiren piyasanın, 30 Haziran bilançosunu da makyajlamak için, Hazine kağıt faizlerini aşağı doğru indirmesi kimse için sürpriz olmamalı.

Hazine’nin bundan sonraki en yüklü geri ödemesi 6.6 katrilyon lirayla 7 Temmuz’da. Hazine’nin Temmuz ayına bu ayki ödemeler de çıkıldığında, yine kasasında 2,5-3 ktarliyon lirayla girmesi bekleniyor ki, bu Hazine’nin elini oldukça rahatlatıyor.

Dolar bazında ihraç düşünülüyor

İKİ
hafta içborç ihalesi yapmayacak olan Hazine’nin, geçen hafta bankaları yeni bir eurobond ihracı için yokladığını öğrendik. Bankacılar, henüz Hazine’nin karar veremediğini, şimdi ihraç yapmaya karar verdiği takdirde Pazartesi-Salı günü bunu açıklayacağını söylüyorlar. Hazine’nin ‘şimdi bir ihraç’ ile ‘Temmuz’da IMF’le anlaştıktan sonra bir ihraç’ seçenekleri arasında kaldığı belirtiliyor.

Bankacılar eğer önümüzdeki hafta çıkılırsa, bu ihracın büyük ihtimalle dolar bazında bir ihraç olacağını, çıkılacak miktarın ise 500 milyon doların üzerine çıkmasını beklemediklerini söylüyorlar. Ancak şu anda maliyetleri yüksek olacağı için, Hazine’nin yurt dışı ihraçlar için IMF’le yeni anlaşmayı bekleyeceğini tahmin edenler de var. Bu hafta Hazine dış borçlanmasını bekleyen bankacıların sayısı ise daha fazla.

2005’te KİT faiz dışı fazlası kalkmıyor

BİR
yandan 8. gözden geçirme çalışmaları sürerken, bir yandan da IMF heyetinin 4. madde konsültasyonu için hazırladığı taslak rapor üzerinde tartışmalar yapılıyor. Ekonomi yönetiminin bu rapor hakkındaki eleştirilerini, değişiklik isteklerini Heyete anlatıp, onları bazı değişiklikler için iknaya çalıştıklarını duyuyoruz.

Tabi bu arada 2005 Şubat ayından itibaren IMF’le ilişkilerin ne olacağı konusunda da tartışmalar başladı. Ekonomi yönetiminin DPT ve Maliye gibi belli kanatlarının, faiz dışı fazla hedefinin yüzde 6.5’in altına, hem de mümkün olabildiğince altına, indirilmesi için çalıştığı, bu nedenle IMF’le ileriye dönük bazı tartışmalar olduğu da söyleniyor.

Düşündüğünüz zaman; aslında faiz dışı fazla açısından ekonomi yönetiminin işi 2005 ve sonrasında çok zor. Bilindiği gibi son yıllarda yüzde 6.5’lik faiz dışı fazlanın yaklaşık yüzde 5’i bütçeden , geriye kalan 1.5’i de bütçe dışından, KİT’lerden gelirdi.

Bu, milli gelirin yüzde 1.5’i kadar KİT faiz dışı fazlasının sağlayan başlıca kurumlar ise Tüpraş, Telekom ve Ulaştırma Bakanlığı’na bağlhı Kıyı Emniyeti gibi KİT’lerdi.

Tüpraş bilindiği gibi özelleştirme aşamasında. Bu ihale iptal olsa bile yeniden ihaleye çıkılacağı açık. Bu nedenle 2005’den itibaren Tüpraş’tan gelecek karın devlete bir katkısı olmayacak. Yani KİT faiz dışı fazlasına katkısı olmayacak.

Telekom’a gelinceÖ Bilindiği gibi sektör rekabete açıldı ve Telekom’un tekeli artık kalmıyor.Zaten bu konuda özelleştirmeler başladı. Telekom satışı için hazırlanan yasaya baktığınız zaman, önümüzdeki yıl Telekom’la ilgili bütün görev zararlarının Hazine’ye yığıldığını, gelecek paraları ise Ulaştırma Bakanlığı’nın aldığını, rahatlıkla görürsünüz. Yani Telekom’un gelecek yıl karı olmayacağı gibi zararı doğabilir. Kısacası; Telekom 2005’ten sonra Hazine’ye temettü yerine görev zararı getirecek yeni Hazine’ye artı yük olacak.

Bu arada, faiz dışı fazlaya katkı yapan Kıyı Emniyeti’yle hızmetlerden alınan ücretler, denizcilere şirin görünmek için, geçenlerde sessiz sedasız yüzde 40 oranında indirildi. Yani artık buradan da, faiz dışı fazlaya katkı yapacak fazla bir gelir gelmeyecek.

Yani ekonomi yönetimi yüzde 6.5’luk faiz dışı fazlayı sağlamak için 2005’ten itibaren bütçeye daha fazla yüklenmek zorunda. Bu da ne demek? Bu da, yapılmayan belki de IMF’le yaşanan şu andaki sorunlardan biri olan, akaryakıt ve doğalgaz zamlarının artık bekletilmemesi, hatta gelir sağlayacak yeni vergi ve zamların gündeme getirilmesi demek.

Hükümet özelleştirme de yapamadığına göre, başka çaresi kalmıyor.
Yazının Devamını Oku