HAZİRAN ayı enflasyon rakamları, herkesin beklediğinden çok daha iyi çıktı. Daha önce açıklanan büyüme rakamlarıyla da birleştiğinde, piyasalar yeniden moral kazandı.
Kurların bu kadar düşmesinde, elbette haziran ayı bilanço rakamlarının iyi gösterilme isteği etkili oldu. Ancak, büyüme ve ardından gelen enflasyon rakamları da iyimserlikte büyük rol oynadı. Bugünden itibaren enflasyon rakamlarının satın alınabileceği, dolayısıyla kurlarda ve faizlerde bir miktara gerileme yaşanabileceği tahmin ediliyor. Buna rağmen aşağı doğru çok fazla imkan gözükmezken, yaz aylarında, kurda artık 1 milyon 500 binin üzerine çok fazla çıkılmayacağı da anlaşılıyor. Tabi ki, başka kötü bir şeyler yaşanmazsa...
Büyüme ve ardından enflasyon rakamlarının bu kadar iyi çıkması yine ‘faiz indirimi’ tartışmalarını gündeme getirecek. Geçen hafta sonuna doğru, bu yöndeki tartışmalar küçük küçük baş göstermeye de başladı.
Evet, büyüme iyi, enflasyon herkesin beklediğinden çok daha iyi çıktı ama faiz indirimi için çok da aceleci olmamak gerektiği ortada...
Bu ülkede enflasyonla mücadele programı uygulandığını, enflasyonun düşme trendinin devam ettirilmesi gerektiğini, hálá alınması gereken çok yol olduğunu unutmamak gerekiyor. Enflasyonla mücadelenin önceliği nedeniyle faiz indiriminde çok acele etmemek gerekiyor.
Çünkü, iç talep konusunda hálá ciddi endişeler var. Tüketici kredilerinin hálá çok büyük hacimlerde olduğunu, artmaya devam ettiğini gözden uzak tutmamak gerekiyor. Bu nedenle, iç talebin seyri konusunda Merkez Bankası analizlerini beklemek gerekiyor.
Bunun da ötesinde IMF konusu hálá belirsizliğini koruyor. Enflasyonun ileriye dönük güven verilmesi halinde yenilebilecek bir bela olduğu biliniyor. Bu açıdan Türkiye’nin IMF’yle 2005 sonrasında ne tür bir ilişkide olacağı, hayati önem taşıyor. Hálá faiz dışı fazla tartışmaları yapılıyor ve IMF’yle 2005 sonrası ne olacağı konusunda Hükümet kesin kararını vermiş değil. Hálá, ‘faiz dışı fazlanın yüzde 5’lerde olması gerektiği’, ‘18 aylık stand-by yapılıp gerisinin daha esnek anlaşmaya bağlanması’ gibi tartışmalar, ekonomi bakanlarına dayandırılan söylentiler, ortada dolaşırken, iş alemine de yabancılara da güven vermek mümkün değil.
O nedenle ağustosun ilk haftası sonuna kadar, yani IMF tatile girene kadar, Hükümetin bu konuda kesin kararını vermesi ve gözden geçirme ile birlikte bu kararın da IMF yönetiminden geçirilmesi gerekiyor.
Merkez Bankası’nın şimdiye kadar doğru adımlar attığı, olumlu havada büyük paya sahip olduğu unutulmamalı. Faiz kararı için de ona güvenilmeli...
Merkez Bankası’nın büyüme ve enflasyon rakamlarını her yönüyle incelemeye aldığını biliyoruz. Bir-kaç gün içinde Merkez Bankası’nın değerlendirmelerini, özellikle enflasyon raporunu iyi okumak gerekecek.
Bütün bu riskler ortadayken, IMF’yle anlaşma netlik kazanmadan, Merkez Bankası’nın faiz indirimine gideceğini sanmıyorum. En iyisi temkinli olmak...
Vatandaşlıkla sosyal güvenlik tek numarada birleşiyor
SOSYAL Güvenlik Reformu, önümüzdeki dönem sıkça tartışılacak konulardan biri olacak. Kasım-aralık ayında Sosyal Güvenlik Reformu’na son şeklinin verilip, yasal düzenlemelere başlanması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun da isteği...
Sunumda eksik kalan, reform kapsamında asıl sonuç alınabilecek nokta olan, sosyal güvenlikle ilgili üç kurumun lağvedilip, yerine tümünü kapsayacak yeni bir örgütlenme modelinin getirilmesi ve yapılacak yenilikler oldu.
Gözden kaçan en önemli değişikliklerden biri, ‘En Büyük E-Devlet Projesi’ denebilecek ve 60 milyonu kapsayacak, sosyal güvenlik sisteminin oturtulacağı veri tabanı oldu. MERNİS projesine entegre edilecek veri tabanı sayesinde herkesin ‘bir sosyal güvenlik numarası’ olacak. ‘Vatandaşlık numarası’ aynı zamanda ‘sosyal güvenlik numarası’ olarak kullanılacak.
‘Sosyal Koruma Kurumu’ adlı yeni bir başkanlık oluşacak ve Başkanlığı bağlı yükü, Bilgi Teknolojileri ve Operasyon Merkezi alacak. Bu otomasyon merkeziyle ‘10 dakikada emekli aylığı bağlanan’ sisteme gidilmek isteniyor. ‘Müşteri odaklı’ hizmet anlayışı ortaya konacak ve call-center’lardan, bilgisayar ortamında, TV’lerdeki teleteks kanalıyla ödenen primin, borcun öğrenildiği, ödemelerin yapılabildiği sisteme geçilecek. Yani emeklilik işlemleri bir eziyet olmaktan çıkarılacak.
Sistemin Maliye Bakanlığı veri tabanı ile entegre olması gündeme gelecek. Böylece bu projenin kayıtdışı ile mücadele açısından ne kadar önemli olduğu da, kendiliğinden ortaya çıkıyor. 2007’de bütün sosyal güvenlik sisteminin, sistem içindeki bütün sigortalıların ve emeklilerin kapsanması amaçlanıyor. Yani artık primini ödemeyen bir Bağ-Kur’lunun nereden ne kadar gelir ettiği, ne kadar harcamaları bulunduğu, harcamaları, ‘Örneğin Mercedes otomobil alırken primini ödeyip ödemediği’ de yakından izlenebilecek.
Bu sistemin uygulamaya konmasından sonra, kayıtdışı işsizlik de büyük ölçüde önlenebilecek. Herkesin sosyal güvenlik sistemine alındığı, herkesin ödeme gücüne bağlı prim verip, ona göre emekli aylığı aldığı bir sisteme geçmek, sadece sosyal güvenlik alanında değil, ekonominin tüm alanlarında suistimallerin önlenmesinde önemli rol oynayacak. Böylece, henüz vakit geçmeden, Türkiye’nin ‘genç nüfusu fazla emeklisi daha az’ olmasının getirdiği avantaj kullanılmaya çalışılacak. Bu avantajın şimdi kullanılması lazım ki; 2035’den sonra AB gibi ‘genç nüfusu az, emeklisi fazla’ sıkıntısı başladığında, sistem iyice çökmesin.
Kısacası Sosyal Güvenlik Reformu’nun hızla çıkması gerekiyor...
Kur enflasyonu eskisi kadar etkilemiyor mu
MERKEZ Bankası bir süredir döviz fiyatlarının enflasyona geçişkenliğinin azaldığı görüşünde. Yani, kurun artık enflasyonu eskisi kadar etkilemediği görüşünü savunuyor ve bu görüş çeşitli çevrelerde tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Bu, elbette kurun enflasyona hiç etkisi olmadığı anlamına gelmiyor. Haziran ayı TEFE rakamları eksi 1 çıkarken, çekirdek enflasyonun yüzde 1 artması, ileriye dönük soru işaretlerini getirebilecek, daha doğrusu dikkatle izlenmesi gereken bir oran. Ancak bu bile gösteriyor ki, en azından kur artışlarının enflasyon üzerindeki etkisi, eskisi kadar olmuyor.
İşte yüzde 1’lik artış, kurların enflasyon üzerindeki etkisinin gerçekten azaldığını gösteriyor. Yani dalgalı kur rejiminde artık insanlar kur biraz artsa bile, ‘geri de gelebilir’ düşüncesiyle, hemen fiyatlarını ona göre ayarlamıyorlar. Nasıl, kur aşağı giderken fiyatlarını düşürmedilerse, yukarı giderken de hemen fiyatlarını artırmıyorlar denilebilir.
Bu arada özellikle beyaz eşyada hem üretimin artması hem de fiyatların gerilemesi, enflasyon açısından umut veren bir gelişme olarak göze çarpıyor. Bu, aslında Türkiye ekonomisinin ‘acayip yapısı’nı da ortaya çıkarıyor. Öyle acayip ki, kapasite kullanım oranları sınıra geldi diyorsunuz, ama oran da, üretim de artmaya devam ediyor...
Bütün bu olumlu gelişmelerin de faiz indirimi için yetmediğini tekrar etmekte fayda var. Onun da ötesinde son gelişmeler ekonomik yapının, kayıt dışının büyüklüğü de nedeniyle, hálá çok yakından takip edilip, sürekli tanımlanması ihtiyacı bulunduğunu hatırlatalım...