20 Temmuz 2004
<B>KURLARDAKİ </B>gerileme ve haftanın son günü gelen dış ticaret rakamları, önümüzdeki günlerde yine kurların ve dış açığın tartışılmasına neden olacak. IMF Yönetiminin, Gelir İdaresi Başkanlığı’na ilişkin yasa çıkmamasına rağmen, bu ayın sonunda 8. gözden geçirmeyi görüşerek karara bağlayacağının açıklanması, piyasaları rahatlattı. Buna yaz rehavetinin de eklenmesiyle, bu tartışmalar bir süre ertelenebilir. Ancak bu kez yaz tatili sonrasında bu konular yeniden tartışılmaya başlanacak.
Aslında tartışmaya açılması da gerekiyor çünkü bir acayiplik olduğu kesin.
Ne kadar ‘dalgalı kurdayız, kendini ayarlar’ dense de, kurların bu seviyesi, bizce ileriye dönük olarak bir tehlike sinyali olarak algılanacak derecede düşük. Aynı şekilde Mayıs ayı dış ticaret rakamları, açıklanan bir aylık 3.2 milyar dolarlık açık, üstüne üstlük bu açığın devam edeceğinin anlaşılması da, aynı şekilde bir tehlike sinyali özelliği taşıyor. Her ne kadar, ‘bu yıl turizm geliri iyi’ desek de, cari işlemler açığı hedeflerinin önümüzdeki dönemde tekrar tekrar artırılması ihtimali bir hayli yükseliyor. Yıllık cari açık hedefini 10 milyar dolara da çıkardık ama gidişat artık bunun içinde de kalınamayacağını gösteriyor.
Bunun yanı sıra büyüme rakamları, yukarı doğru sürekli revize ediliyor, yıllık yüzde 7-8’lik rakamın yakalanacağını söyleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Merkez Bankası’nın yaptığı anketlerde de büyüme beklentilerinin yükseldiği gözlenirken, aynı zamanda enflasyon beklentilerinin de sürekli aşağı doğru gittiği gözleniyor.
AKARYAKIT ZAMMI
Buna karşılık dünya ham petrol fiyatları son 24 yılın en yüksek seviyesini yakalamış bulunuyor. Hükümetin akaryakıt bayilerinin kar payını artırıp bu yıla en azından 200 trilyon lira civarında ‘vergiden kayıp yükü’ eklemesine rağmen, bu petrol fiyatlarıyla bile akaryakıt zammına yanaşmadığı da ortada.
Eğer dünya petrol fiyatlarındaki yükseklik bu seviyesini korursa, ne kadar içerde kur düşük olsa bile, Hükümetin önümüzdeki 10-15 gün içinde yeni bir akaryakıt zammına gitmekten kendi alamayacağını söylememiz lazım. Yani, mantıklı olan bu.
Bütün bu verileri bir araya koyduğunuzda bile, mevcut durumda bir acayiplik olduğu, başka bir yorum yapmadan, kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Bu nedenle ekonomi yönetiminin biran önce devreye girip, akaryakıt zammını yaptırması gerekiyor. DPT’cilerin o çok korktukları iç talep artışı konusunu gündeme getirip, akaryakıt zammı ve benzer yöntemlerle biran önce ekonomiyi soğutmaya başlamalarında fayda var.
Aksi takdirde bu acayiplikler daha da artacak, ileriye dönük risk algılaması büyüyecek.
Herkes biliyor ki, şu andaki kur seviyesi, bu cari açığın gösterdiği kur seviyesi değil. O nedenle de, kurlardaki seyrin ileride tam tersine dönüp, sert hareketlerle tehlike yaratacağı konusunda piyasalarda ciddi endişeler belirmeye başladı.
ANLAŞMANIN ÖNEMİ
Baştan da dediğimiz gibi, önümüzdeki günlerde ya da yaz rehaveti atlatıldıktan sonra, kurların düzeyi ve cari açık daha sık gündeme gelecek. Bununla birlikte ihracattaki artışın katma değeri yüksek alanlardan kaynaklanmadığı, ithalata dayalı bir ihracat artışı olduğu, kurların asıl olarak ithalatı körükleyip, ihracatın artmasına neden olduğu, verimlilik artışıyla sağlanan bu avantajın daha ne kadar sürdürüleceği de tartışılacak.
İşte bu noktada da, IMF’le yapılacak anlaşmanın önemi ve zamanlaması öne çıkıyor. Eğer biran önce Hükümet IMF’le yeni bir stand-by anlaşması imzalayacağını düşünmez, ‘Kendi 3 yıllık programımızı hazırlıyoruz’ diye geç kalırsa, işler şu an gereken ‘ince ayar’ dönemini kaçırmış olur ve tam tersine döner.
Bu gidişatın sürmesi hem AB’den kötü haber gelmemesine, hem de IMF’le çok geç olmadan yeni bir stand-by anlaşması imzalanacağının açıklanmasına bağlı gibi gözüküyor. Bunlar olmaz, işler birden tersine dönerse, o zaman kuru konuşmaya da pek gerek kalmaz.
Yazının Devamını Oku 
19 Temmuz 2004
<B>TL</B>’den 6 sıfır atma olarak bilinen Para Reformundan sorumlu Merkez Bankası Başkan Yardımcısı <B>Şükrü Binay</B>, 6 sıfır atma işlemiyle birlikte <B>‘emisyon politikasında da değişikliğe gideceklerini’</B> söyledi. Banknot sayısının azalacağını, bu nedenle para taşımanın toplumsal maliyetinin de azalacağını Binay, bununla birlikte paranın daha kolay ve çabuk teminini sağlamak için her ilde Ziraat Bankası şubelerini ‘yedek para deposu’ haline getireceklerini kaydetti. Toplumsal maliyet azalsa da Merkez Bankası maliyetinin bu nedenle artacağını kaydeden Binay, bu maliyetin bir bölümünü bankaların paylaşmasını isteyeceklerini, bu nedenle para dağıtımı için ‘bankalarla ortak şirket’in gündeme gelebileceğini ifade etti.
Merkez Bankası’nın önemli bir görevini de ‘piyasada mümkün olduğunca az sayıda fersude paranın kalıyor olması ve sahte para miktarının azaltılması’ olarak belirten Binay, bu amaçla ‘maliyetleri de dikkate almak zorunda olduklarını’ belirterek, nakit merkezlerini, para işleme merkezlerini ve bölge müdürlüklerini de gündeme getirip yeniden düzenleyeceklerini söyledi.
Binay, Hürriyet’in emisyon politikasındaki değişikliklere ilişkin sorularını şöyle yanıtladı:
- 6 sıfır attıktan sonra daha az sayıda banknot basıp, dağıtılacak. Ancak nihai tüketicinin yani vatandaşın daha kolay banknot bulması için bazı önlemler düşündüğünüzü de biliyoruz. Bu sistem nasıl işleyecek, maliyeti ne olacak?
- Ziraat Bankası depolarıyla çalışacağımız için dağıtımın Merkez Bankası’na maliyeti, her ne kadar biraz ağır olsa da, toplumsal maliyeti önemli ölçüde düşecek. Ziraat Bankası şubelerini yedek depo, para deposu haline getirerek, bölgedeki, ildeki bankalara da önemli bir hizmet de sunuyoruz. Bir tek Merkez Bankası zırhlısının yapacağı taşımayla, diğer bankaların yapacağı taşıma önlenmiş, tasarruf edilmiş oluyor. Ziraat Bankası ile çalıştığımız şube ağını genişletmek istiyoruz. Her ne kadar bize maliyeti biraz fazla olsa bile, depoların çok ağır bir maliyeti yok bize ama, şubenin bulunduğu ilden deponun bulunduğu ile taşıma bizim üzerimizde olduğu için, elemanlarımızı da sürekli olarak deponun bulunduğu ilde görevlendirdiğimiz için, bunun bize bir maliyeti var. Ancak emisyon politikasını 6 sıfır attıktan sonra değiştirmeyi planlıyoruz ve Türkiye’nin bütün illerinde Ziraat Bankası ile konuşarak yedek depo faaliyetini sürdürmeyi düşünüyoruz bunun fizibilitesini araştırıyoruz şu anda. Dolayısıyla hem vatandaşa, hem o ilde bulunan bankalara önemli bir rahatlama sağlayacağız. Ama bütün Türkiye çapında yedek depo uygulamasına gittiğimizde de tabii ki maliyet unsurlarının bazılarında bankalarla paylaşmak da isteyeceğiz.
Sıfır atmanın maliyetini 2 senede çıkartırız
Yani ileride bankalardan hizmet bedeli para mı alacaksınız?
- Taşımanın ya bankalarca yapılmasını isteyebiliriz ya da eğer taşımaya biz devam edeceksek daha fazla zırhlı almamız lazım, onların sabit yatırım unsuru çok fazla. Ama bankaların elinde de bu nedenle kullanacakları zırhlıların açığa çıkması söz konusu. Dolayısıyla yeni bir strateji belirleyerek, belki bankalarla ortak taşıma şirketi kurarak, belki Ziraat Bankası’nın önderliğinde yedek depoları, taşıma işini organize ederek toplumsal maliyeti en aza indireceğiz. Hem Merkez Bankası’nın, hem Ziraat Bankasının ve diğer bankaların maliyetleri bu yolla en aza inmesi mümkün. Çünkü dağıtılacak banknot miktarının azalması, sayının azalması önemli verimlilikleri de birlikte getirmek zorunda, ki yapacağımız banknot değiştirme maliyetini önümüzdeki yılların tasarruflarıyla telafi edebilelim.
Emisyon politikasının değişmesi banknot sayısının az olmasıyla mı ilişkili ?
- Bir ölçüde. Bize çok büyük rahatlık sağlıyor tabii çünkü emisyon miktarı arttıkça bizim taşıyacağımız miktar artıyor. Taşıyacağımız miktar arttıkça, taşımaya tahsis edeceğimiz zırhlı miktarı artıyor. Personel, güvenlikçi miktarı artıyor. Banknotu proses edecek işleyecek insan sayısı artıyor. Bunların hepsi ekstra maliyet. Ama büyük kupüre geçtiğimiz için, düşük enflasyon ortamı devam ettiği sürece, emisyon politikasındaki değişiklikle 6 sıfır atma ya da para reformunun maliyetini en fazla 2 sene içerisinde çıkaracağımızı düşünüyoruz.
Emisyon politikasındaki değişiklik dediğiniz sadece bu yedek depolar mı?
- Yedek depolar, belki bölge müdürlüklerine gitmemiz lazım onların henüz daha kararı verilmedi henüz çok erken tartışma aşamasında. Bazı şubelerimizi belki kapatmamız gerekiyor ve bölge müdürlüklerinin de para işleme merkezlerine dönüştürmeyi planlıyoruz. Bunların hepsi 6 sıfır atmanın verimli katkıları olarak hayata geçirilebilecek konular. Bu konuda da gecikmemizin yanlış olacağını düşünüyoruz. Bölge müdürlükleri derken, Merkez Bankası’nın önemli bir görevi de piyasada mümkün olduğunca az sayıda fersude paranın kalıyor olması ve yine Merkez Bankalarının itibarı piyasada dolaşan sahte paranın miktarı ile çok yakından ilişkili. Fersude parayı ve sahte parayı, eğer parayı yüzde 100 işleyemezseniz yakalamanız, piyasadan ortadan kaldırmanız son derece güç. Paranın tamamını makinada işleyebilmek için ise ya çok sayıda makinanız olacak ya da bölgesel işleme merkezlerinde büyük veya hesaplı bir maliyetle bu operasyonu yapmanız gerekecek. Onun için eğer maliyetleri dikkate alacaksak, ki şiddetle dikkate almamız lazım . Çünkü Türkiye, önümüzdeki günlerde parasını savurabilecek bir ülke değil. Maliyetleri dikkate alacaksak o zaman nakit merkezlerini, para işleme merkezlerini bölge müdürlüklerini de gündeme getirip hayata geçirmemiz gerekiyor.
Darphane rahatlayacak
- Darphane kapasitesini arttıracak. Sizin böyle bir şeye ihtiyacınız olacak mı?
- Bizim yok. Çünkü biz 2 milyar adet banknottan 470 milyon adet banknota geçiyoruz. Önümüzdeki yılda benzer üretimi yaptıktan sonra düşük enflasyon ortamında bizim banknot matbaamızı bayağı rahat eder hale geliyor. Hele kağıt 1 liralıkların madeni 1 liralığa dönüşmesi durumununda, iş hacmimiz biraz daha azalacak ve banknot kullanımına dikkat edildiği takdirde de tabii büyük kupürlerde daha fazla banknot kullanımına dikkat edileceğini düşünüyoruz.
EFT için ‘Merkezi Kayıt Kuruluşu’ geliyor
Bir komisyon kurmuştunuz, çalışmaları nasıl gidiyor?
- Bir üst kurul var. 31 Ocakta yeni TL ile ilgili kanun yürürlüğe girdikten sonra Şubat ayında yaptığımız ilk toplantıda konuyu tartıştık kamu kurumlarıyla ve sanırım Mart ayı başlarında da konuyla ilgili kamu kurumları iş planlarını ortak bir hale getirdiler. Şu anda herkes iş planına sahip. Bir üst kurul oluşturduk. Üst kurul mevcut iş planlarına göre işlerinin zamanında gidip gitmediğini çok yakınen takip ediyor. Ayda 1 kere, en az, toplanıyoruz ya da tartışmamız gereken bir konu olursa çok kısa sürede bir araya geliyoruz. Onun dışında çok çeşitli komiteler var üst kurulun altında. Bunlar muhasebe komitesi, YTL 6 sıfır atıldıktan sonra muhasebe programlarının hangi ilkeler doğrultusunda çalışacağını tartışan bir komite. Maliye Bakanlığı’nın o konuda mevcut durumda hiçbir eksiği yok birçok konuda da önde gidiyorlar. Bazı yönetmelik taslaklarını kendi web sayfalarına koymuş durumdalar. Bu sayfalara www.ytl.gen.tr üzerinden de link veriliyor oralardan da ulaşmak mümkün. Hisse senetlerini değerlendirme komitesi vardı. Biliyorsunuz Türkiye’de hisse değerleri 500’ün katları olarak belirleniyor ama 500 Türk Lirası’nın YTL ya da YKR olarak ifadesi mümkün değil. Bu konuda bir taslak çalışması Sanayi Bakanlığınca yapıldı, komitede tartışıldı, yakında sevkedilir hale geldi. Bir bilgi işlem komitesi var. Bilgi işlem komitesi de EFT ve EMKT sistemiyle bankaların bilgisayar sistemleri arasındaki uyumu sağlıyor. EFT, EMKT sisteminden 6 sıfır atılmasını önümüzdeki hafta tamamlamış olacağımızı düşünüyoruz ve önümüzdeki hafta itibariyle de bankalarla test çalışmalarına başlıyor olacağız. Bankaların pek çoğu 6 sıfır atılması ile ilgili yazılımlarını tamamlamış vaziyetteler. Tabii ki tamamlayan bankalarla test çalışmalarına öncelik vereceğiz. Bir de merkezi kayıt kuruluşu var yeni oluşacak. Bu kuruluş da EFT ve EMKT’nin kullanıcısı olarak düşünülüyor.Bu kuruluş yeni başlayacağı için zaten 6 sıfırsız başlayacak. Onun için son derece de şanslı.
Yazının Devamını Oku 
17 Temmuz 2004
<B>YAKLAŞIK</B> 10 gündür doğalgaz ve elektrikte, piyasaya aykırı yasal düzenlemeler getirilmek istendiğini, bunun AB açısından sorun olacağını yazıyoruz. Dünkü Referans Gazetesi’nde <B>Begüm Gürsoy, ‘bu düzenlemelerin AB korkusu nedeniyle dondurulduğunu’</B> yazdı. Bu düzenlemelerin AB müktesabatına aykırı olduğunu, verilen sözlerden geri adım niteliği taşıdığını bile bile bunu çıkarmak istiyorlardı, ama olmadı.
Şimdi bu yasal değişiklikler TBMM’nin yeni yasama dönemine, yani ekim ayına bırakıldı. Biz bu süre içerisinde AB ve Dünya Bankası ile yeniden müzakereler yapılıp, çıkarılacak yasanın bambaşka bir hal almasını ve piyasaya aykırı maddelerin ayıklanmasını bekliyoruz.
Haberden öğrendiğimize göre; doğalgaz ve elektrikte piyasaya aykırı bu düzenlemeler hakkındaki tepkiler, işalemi tarafından Devlet Bakanı Ali Babacan’a, AB kanalıyla da Dışişleri Bakanlığı’na gelmiş. İki bakan devreye girmiş ve yapılan düzenlemelerin AB’ye verilen sözlere aykırı olduğunu, AB ile müzakerelere zarar vereceğini Başbakan Tayyip Erdoğan’a iletmişler. Bunun üzerine bu yasal değişikliğin dondurulması ve yeni yasama dönemine bırakılması kararlaştırılmış. Şimdi bunlar yeniden masaya yatırılacak.
Bu yasa değişiklikleri AB Komisyonu Enerjiden Sorumlu Başkan Yardımcısı Loyola de Palacio’nun Ankara temaslarıyla aynı günlere denk geldi. Palacio, bu değişiklikler ile ilgili bir şey söylemek istemedi ama AB Türkiye temsilciliğinin bu işin üzerinde olduğu da biliniyor.
DEVLETÇİ ANLAYIŞ
Peki, bu değişiklikler daha önce AB’ye verilen sözlere aykırılık taşıdığı halde neden getirildi? Bunun yanıtı ‘devletçi’ anlayışta...
Daha önce Botaş’ın doğalgazdaki payının yüzde 20’ye indirileceği sözü verilmişken, yüzde 75’lik payla tekel konumunu sürdürmesini öngören yeni yasal düzenlemelere gidiliyor. Elektrik piyasasında hem üreticiye ihracat izni veriliyor, hem de özel sektöre geçeceği sözü verilen elektrik satışında geri adım atılıp, kamu şirketine nihai tüketiciye satış izni veriliyor.
Bütün bunlar hem Dünya Bankası’na verilen sözlere, hem de AB’ye verilen sözlere aykırı ama Enerji Bakanlığı inatla bu değişiklikleri savundu. Bakan ve bürokratları, regülasyon ile görevli Üst Kurul'un uyarılarına, hatta AKP’li milletvekillerinin itirazlarına rağmen ‘Başbakan böyle istiyor’ diyerek, TBMM komisyonlarında, bu değişikliklerin yapılmasını kabul ettirdi.
Bu sadece enerji ile sınırlı bir durum da değil. AB uyumu nedeniyle getirilen yeni ihale sistemi Bayındırlık Bakanlığı tarafından geri alınıp, eski sisteme dönülmek isteniyor. Bunun için komisyonlar kurulup, çalışmalar yapılıyor.
AKP’li bazı bakanlar ellerindeki yetkiyi bırakmamak için, getirdikleri bürokratların dediklerine uyup, piyasa ekonomisinden uzaklaşmayı öngören, geri adımlar atmaya devam ediyor.
Bu anlayış AB sürecinde Türkiye’nin başına büyük bela açacak. Takvim alınınca müzakerelerin yüzde 70-80’lik kısmının ekonomik konular olacağı, tek tek sektörlere girilip uyum sürecinin en detayına kadar yapılacağını biliyoruz.
Demek ki müzakere takvimi almakla iş bitmiyor, asıl iş ondan sonra başlıyor.
Kısacası; piyasa ekonomisi derken, AB ile bütünleşeceğiz derken, küreselleşmenin sonucu regülasyon ekonomisi derken, tam tersi işler yapılıyor. Burada da kalacak gibi gözükmüyor.
Yani devletci zihniyete sahip bakan ve bürokratlarla bu işin kotarılması, AB sürecine uyum sağlanılması pek mümkün değil.
AKP’nin, Başbakanın önümüzdeki günlerde oturup karar vermesi gerekiyor: Ya gerçekten AB’ye uyum için piyasa ekonomisini içine sindiren, samimi adımlar atılacak, ya da kapalı bir ekonomiye dönülecek...
Yazının Devamını Oku 
15 Temmuz 2004
<B>MİLLETVEKİLİ</B> transferleri yine başladı. AKP’nin bu kadar fazla milletvekiline sahipken, neden CHP’li iki milletvekilini transfer ettiği, önümüzdeki günlerde daha yoğun tartışılacak. AKP’nin bu transferlerden sağlayacağı en somut fayda, ‘Anayasa değiştirecek çoğunluğu elde etmesi’ gibi gözüküyor.
Milletvekili transferleri konusunda, Kıbrıs seçimleri sırasında en ağır sözleri söyleyen AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın, neden böyle bir girişimde bulunduğunu önümüzdeki günlerde anlayacağız. Erdoğan’ın kafasında ‘2B Yasası’ veya başka anayasal çoğunluk isteyen af yasalarını çıkarmak mı var, yoksa toplumun çeşitli kesimleriyle çatışmayı göze alıp, başka ‘tehlikeli anayasa değişikliklerine’ mi gidecek, bunları herhalde önümüzdeki günlerde, en açık biçimde de, TBMM yeniden açıldığında göreceğiz.
Transferle ilgili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın çok ciddi ve doğru ise vahim iddiaları oldu. Maliye’nin, bu iş için kullanıldığını iddia etti.
Transferler nedeniyle, daha önce CHP’den AKP’ye geçen 2 milletvekili hakkında da, ‘devlet ihaleleri verildi’ yönündeki ciddi iddialar, yine gündeme geldi.
Bu aşamada dikkat çekmek istediğimiz unsur; siyasetçinin rant dağıtma mekanizmasını hálá elinde bulundurma niyetinde olduğu ve bunu hak görüp, bu konuda kendi yetkisi dışına çıkan işleri bile yeniden geri almak istemesi...
Uygulanan ekonomik programı, diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerin yapısal tedbirler olduğunu ve ‘ileriye dönük ekonomik istikrarı sağlayabilmek için kara delikleri, suistimal ve yolsuzlukları önlemeyi amaçlayan tedbirler içerdiği ve bu nedenle ekonomik programın uygulanmasıyla birlikte siyaset etme biçiminin değişeceğini’ hep söyledik, yazdık...
YÜCE DİVAN'A BAKIN
İşte bu iki milletvekilinin transferi ve ortaya atılan iddialar, son dönemde neden bazı reformlardan geri adım atılmak istendiğini, neden bağımsız kurumlara karşı çıkıldığını, neden bazı alanların devlet elinden çıkarılıp piyasaya açılmasını engellemeye, bu konuda daha önce atılan olumlu adımların geri alınmasına çalışıldığını açıkca gösteriyor.
Birileri, ekonomik alanda ellerinde bulunan yetkileri bırakmak istemiyor. Birileri; ‘kendi zenginini yaratma’ tavrında ısrar ediyor. Birileri; ‘Nema dağıtma mekanizmasını elinde tutmak’ olarak özetlenen eski yönetim tarzına geri dönüp, buradan siyasi rant elde etmeye çalışıyor...
İşte bu nedenle ihale yasasının tümüyle değiştirilip, ‘istediğine, istediği zamanda, istediği işi verme’ uygulamasına geri dönülmek, doğalgaz ve elektriğin piyasaya açılıp, uluslararası rekabet kurallarına tabi olması yerine devletin elinde bulunan tekeli kaybetmeyerek buralardaki rantı siyasetçinin dağıtmaya devam etmesi sağlanmaya çalışılıyor.
Son dönemde ekonomik reformlardan geri dönüşü sağlamaya dönük çabaları, ‘düzenleyici kurumlar’ın etkinliğinin azaltılıp, düzenleme ve denetlemeyi yeniden bakanlıklara alma niyetini,-aksini söyleye söyleye- devletin ekonomideki rolünün yeniden artırılmasına dönük girişimleri, işte bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Yani reformlarda geriye gidişle, milletvekili transferlerini birlikte değerlendirmek lazım... Peki, varılmak istenen, bu birbirini tamamlayan ekonomi-siyaset tablosu, bize ne getirir?
Her şeyden önce, ‘AB’ye aday olmanın ne demek olduğunun, bedellerinin’ çok iyi anlamak gerekecek. AB’ye üye olmanın sadece siyasi özgürlüklerin artması demek olmadığını, ekonomik ve siyasi özgürlüklerin birlikte gitmesi gerektiğini, devletin ekonomiden elini çekip düzenleyici kurumların etkisinin giderek artması gerektiğini herkes anlamak zorunda.
Yoksa ne olur? Yine başkaları, hem de sert biçimde, oturur anlatırlar...
Ekonomiden elini çekmek istemeyenler bir şeyi daha iyi anlamalı: TBMM’den çıkan Yüce Divan kararları, siyasetçinin elinin ekonomide olması nedeniyle çıkan, o eski sistemin doğal sonucu olan kararlardı...
Yazının Devamını Oku 
13 Temmuz 2004
<B>DOĞALGAZDA</B> piyasa ekonomisi kurallarının uygulanmasının, yeni çıkan yasa ile önlendiğini, elektrikte de devletçi yaklaşımın devam ettiğini yazmıştık. Elektrik Üreticileri Derneği (EÜD) Müdürü Ahmet Kavas’tan dün bir mail aldık. Kavas, derneklerinin enerji sektöründe rekabete dayalı piyasa oluşturulması için faaliyetlerini devam ettirdiğini belirterek, özel sektörün önünü kesen bu uygulamaların dile getirilmesinden memnuniyet duyduğunu söylüyor.
Kavas, Enerji Bakanı Hilmi Güler ve bürokratları tarafından ‘Devleti tekrar tekel konumuna getirecek’ mevzuat düzenlemeleri hakkında Başbakan Tayip Erdoğan’ı bilgilendirmedikleri görüşünü taşıdıklarını söylüyor.
Elektrik piyasasında tüketilen elektriğin yüzde 17’sini üretip, bunu kendi içinde ve grup ortakları vasıtasıyla tüketen, otoprodüktör, otoprodüktör grubu ve özel sektör üretim şirketlerini devletin kendisine rakip olarak gördüğünü kaydeden Kavas, ‘Kamu, 20 aydır nihai elektrik fiyatlarını arttırmamaktadır, ancak elektrik üretim maliyetleri içinde yer almayan bedeller sürekli artırılmıştır. Mart 2003’ten bugüne gelindiğinde, özel sektör elektrik üreticileri 1 kWh elektrik için yüzde 10 bedel öderken, bu oran kamu tarafından bugün yüzde 30’ların üzerine çıkarılmıştır’ diyor.
Sanayicisine daha ucuz elektrik maliyeti sağlamak amacıyla kurulan elektrik üretim tesislerini, devletin kendine rakip görmekte ve bu tesislerin kapanması için elinden gelen her türlü çabayı arttırarak devam ettirmekte olduğuna dikkat çeken Kavas; şunları söylüyor:
‘Aynı süreç, doğalgaz piyasasında da sürdürülmekte, 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanununa göre 2003’te Botaş’ın kontrat devirleri ile piyasanın yüzde 20’sinden çekilmesi gerekmekteydi. Enerji Bakanlığı, kanuna aykırı olarak 2003 sonuna kadar hiçbir şey yapmamıştır. Şu anda Meclis gündeminde olan Kanun değişikliği tasarısı ile de Enerji Bakanlığı, Botaş’ın tekel konumunu devam ettirici bir düzenlemeye gidilecektir.’
TERK ETTİLER
Hem elektrik, hemde doğalgaz sektöründe rekabete dayalı bir piyasa oluşturulmasına yönelik kanunların neredeyse tamamen terk edildiğini, devletin hantal ve verimsiz yapısıyla, piyasayı serbestleştirmek yerine, tekel konumunu daha da arttırmak istediğini kaydeden Kavas, şunları söylüyor:
‘Bugün bu yapılanlar, devletin elinde fazla kapasitesi ve bu kapasitenin kullanılmasının arttırılması amacıyla yapıldığı söylenmektedir. Bilindiği üzere 1996 yılından beri EÜAŞ’ın elindeki termik santrallar özelleştirilecek diye hiçbir rehabilitasyon yatırımı yapılmamıştır. Ülkemizin elektrik tüketimi arttığında, bu santrallere yüklenilecek ve bu kömür santralleri bir bir devre dışı kalacaktır. ETKB bugünü düşünerek yaptığı işlemlerin ceremesini Ülkemiz 2007 yılından itibaren çekeceğinden kimsenin kuşkusu olmaması gerekir. Bugün hiçbir Devlet garantisi almaksızın elektrik üretim tesisi kurmuş özel sektörün yok edilmek istenmesi nedeniyle, hangi özel sektör bu sektöre yatırım yapacağının Sayın Başbakan tarafından Enerji Bakanı ve bürokratlarına sorulması gerektiği düşünülmektedir. Mevcut tesislerini idame etmekte zorlanan özel sektör, enerji sektörüne yatırım yapmayacağından, bugün başta AKP’nin eleştirdiği Yap-İşlet-Devret, Yap-İşlet modeli devlet garantili projelerden daha pahalı projelere, devletimiz mahkum edilecektir.’
Dünkü yazımıza Elektrik Üreticileri Derneği’nden gelen bu olumlu tepkiye karşılık, Bakanlığın hayli kızdığını biliyoruz.
Çok geç olmadan, hep bürokrasiden yakınan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bizzat işe el atması gerekiyor. Aksi taktirde AB’den önemli tepki gelmesini, ‘kredi kullandırma’ telaşında gözüken ve bu nedenle fazla ses çıkarmadığı belirtilen Dünya Bankası’ndan bile tepki gelmesini bekliyoruz. Bizce, asıl anlayış olarak bu yapılanların sorgulanması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
12 Temmuz 2004
<B>BİR</B> yandan aralıkta müzakere tarihi alabilmek için elinden gelenin yapıp, siyasi kararları alan AKP Hükümeti, öte yandan AB ile uyum için ekonomide sağlanan ilerlemelerden geri adım atıyor. Müzakere sürecinde tartışılacak konuların en az dörtte üçünü ekonomi oluşturacakken, Hükümetin ekonomide AB mevzuatıyla uyumdan attığı geri adımların sorun olması bekleniyor.
Geçen hafta TBMM’den geçen doğalgaz piyasasıyla ilgili kararların daha önceki ilerleme raporlarında yeralan ‘doğalgazda piyasa oluşumu’ yönündeki kararlara tümüyle ters düştüğü, elektrik piyasasında da, tehlikeli geri adımlar atıldığı belirlendi.
Önümüzdeki günlerde yeni ilerleme raporunu yazmak için AB’nin ekonomiyle ilgili yetkililerinin Ankara’da olması ve bu kararların önemli birer sorun olarak Hükümetin önüne gelmesi bekleniyor. Yetkililer, geri adımların sadece AB mevzuatına değil, aynı zamanda DPT’nin hazırladığı ve yayınladığı programlara, hatta AKP’nin acil eylem planına da ters düştüğünü kaydettiler.
Bir yetkili, TBMM’den geçen ilgili kanunlarla ‘Doğalgaz piyasasının öldürüldüğünü, elektrik piyasasına da SARS virüsü bulaştırıldığını’ söyledi.
Doğalgazda zaten devlet alımlarının olduğunu, dışarıdan doğalgaz ithalatının piyasa ekonomisine bırakılamadığını kaydeden yetkililer, bir tek dağıtımda piyasanın sözkonusu olabileceğini, kontrat devirlerini engelleyerek Enerji Bakanlığı’nın bu imkanı da ortadan kaldırdığını söyledi. Doğalgazın AB’de piyasaya bırakıldığını, bizde de daha önceki mevzuatlarla buna adım atıldığını kaydeden yetkililer, geçen hafta çıkan kanunla kontrat devirlerinin engellenmesinin doğalgazda piyasanın ölmesine neden olacağını kaydetti. Bunun AB’ye de, Dünya Bankası’na da taahhüt edildiği hatırlatıldı.
Enerji Bakanlığı’nın ‘devletçi anlayış’ ile hareket ettiğini ve ‘Botaş’ın gerekirse özelleştirileceğini’ söylediğini hatırlatan yetkililer, ‘Piyasa demek Botaş’ın tekel konumunun kırılması demek. Botaş’ı tümüyle özel sektöre devretseniz bile kamu tekeli yerine özel tekel yaratmış olursunuz. Tümüyle devletçi bir anlayış yeniden hakim kılınıyor’ dedi.
Enerji Bakanlığı’nın sadece AB mevzuatına değil, DPT planlarına hatta AKP’nin acil eylem planında yazılı olan doğalgaz ve elektrikte piyasa oluşumu hedefine ters düştüğünü kaydeden yetkililer, 2000 yılı katılım ortaklığı belgesinde de bu taahhütlerin yeraldığını söyledi.
Başbakan’a her karar için ‘elektrik fiyatlarını artırmamak için bu kararı almamız lazım’ dendiğini, Başbakan’ın bu değişikliklerin özünden haberdar edilmediğini kaydeden yetkililer, elektrik piyasasında da özel sektörün önünü kesmek için her şeyin yapıldığını kaydetti. Elektrikte EÜAŞ’a ihracat yetkisi tanındığını, bunun ucuz elektrikle paçal edilip maliyeti düşürülen elektrik sepetindeki maliyetlerin artmasına yol açacağını ve sonunda tüketiciye verilen elektrik fiyatlarının artırılması sonucunu doğuracağını kaydedildi.
Devlete yine nihai tüketiciye satış izni verildiğini kaydeden yetkililer, ‘3.5 milyar dolarlık yatırım yapan özel sektör zora girecek. Ayrıca 4 milyar dolarlık yatırım lisansı verilmişti, bunlar da duracak. Devlet yeniden elektrikte tekel olmaya soyundu, bu çok tehlikeli bir eğilim’ dedi.
İhale Yasası’nda tehlikeli gidiş
GEÇEN hafta Bakanlar Kurulu’nda alınan ‘İhale Yasası’nda değişiklik için komisyon kurulması’ kararı, bizi korkutmuştu. Bu komisyonların çalışmaya başladığını ve gerçekten korkulacak bir eğilim içinde olduklarını öğrendik. Bayındırlık ve İskan Bakanı Zeki Ergezen’in uzun zamandır İhale Yasası’nın değişmesini istediğini ancak AB’den ve Dünya Bankası’ndan çekinildiği için bu yola gidilmediğini biliyorduk. Şimdi Ergezen’in ‘duble yol yapamıyoruz’ diye yeniden baskı yaparak, yasanın tümünü değiştirmeye çalıştığını öğreniyoruz. Maliye Bakanlığı’nın buna karşı olduğu biliniyor ama bir yandan da çalışma başladı.
Enerji, su, ulaştırma ve telekomünikasyon KİT’lerinin İhale Yasası’ndan çıkarılması için çalışıldığını, Dünya Bankası’nın isteği üzerine ‘yeni yasalar uygulamaya girmeden bu KİT’lerin yasa kapsamında alımlara devam etmesi’nin kararlaştırıldığını kaydeden yetkililer, yeni yasa taslağının hazırlandığını, 15 Temmuz’da Başbakanlığa verileceğini söyledi. İhale Yasası’nın tümüyle değiştirilmesine dönük çabalar anlaşılır gibi değil. Hükümetin, Avrupa’da zaten özel sektörde olan bu alanlarda sadece kamu alımları mı yoksa özel sektör alımlarını da kapsayacak bir yasa mı çıkarılacağına karar vermesi gerektiğini kaydeden yetkililer, ‘İhale Yasası’nı tümüyle değiştirmek, bütün ilerlemelerin geri alınması demek’ dedi.
‘İhale Yasası’yla bütçeye ödeneği konmuş, hazırlığı ve finansmanı sağlanmış ihalelere çıkılması imkanı getirildi’ diyen yetkililer, Hükümetin bu anlayışının her türlü suistimal ve kayırmaya açık eski ihale sistemine geri dönme amacı taşıdığından, ‘istenilen müteahhide istenildiği anda kararlaştırılan işlerin verilmesi’ anlayışından endişe ediyor. Yapılan duble yolların bir ayda döküldüğünün ortaya çıkmasına rağmen, Hükümetin bu girişimi ‘AB’ye aday olmanın ne demek olduğunun anlaşılamadığını’da ortaya koyuyor...
AB, ‘Siz en iyisi IMF’yle anlaşın’ diyor
HÜKÜMETİN siyasi alanda AB’ye uyum için yaptıkları büyük takdir toplarken, ekonomi alanında, kazanımların bile geri gitmesi endişe yaratıyor. Hükümet bir yandan da IMF’yle 2005 sonrası ilişkilerin belirlenmesi için, AB’den gelecek sinyalleri bekliyor gibi gözüküyor.
‘AB’den müzakere sürecinin başlaması yönünde karar çıkması halinde bile, Türkiye’nin mali disiplini sürdürebilmek için IMF’yle stand-by anlaşmasına devam etmesi gerektiği’ görüşü, bütün piyasalarda hakim. Buna rağmen Hükümet IMF’yle anlaşma tarihini sürekli ileri atıyor. Daha önce Ali Babacan’ın ‘Temmuzda karar vereceğiz’ demesine rağmen, son günlerde karar için eylül hatta ekim ayları bile konuşulur oldu. Bu durum piyasada yeniden gerginliğin doğmasına neden olurken özellikle reel faizlerin bu nedenle düşmemesi, ‘Hükümet faizlerin düşmesini engelleyerek ileriye dönük hareket alanını şimdiden daraltıyor’ yorumlarının yapılmasına neden oluyor. Bu nedenle Hükümetin ilk aylarındaki ‘Ekonomide iş bilmez ve anlaşmaz tutumu’nun yeniden hortladığı yorumları yapılıyor, piyasadaki gerginlik de artıyor.
Bir yetkili, ‘Yine Acil Eylem Planı gibi, kendi programımızı yapıyoruz derken, çok geç kalınıp sıkıntı baş gösterince alelacele, IMF isteklerinin uygulanacağı yeni program ortaya çıkarsa, sürpriz olmasın’ yorumunu yaptı. Hükümet IMF’yle ilişkileri netleştirmek için AB’den gelecek sinyalleri, özellikle de 6 Ekim’deki raporu bekler gibi gözüküyor ama AB’nin de ‘Türkiye’nin IMF’yle anlaşmasını’ istediğini herkes biliyor. AB yetkilileri açıkca ‘Türkiye IMF ile 3 yıllık yeni bir stand-by yapsın’ diyemiyor ama ‘Türkiye IMF’yle anlaşma içinde bir program uygulamaya devam etsin’ diyor. Brüksel’deki yetkililerden ‘Bu görüşün devam ettiği’ teyidini aldık. AB’nin ekonomide IMF kadar sıkı takip yapmasının zorluğunu dikkate alan yetkililer, yeni stand-by’ın uyum sürecine katkı yapacağı görüşünü dile getiriyor.
Buna rağmen IMF’yle ilişkileri netleştirmek için vakit geçirmek ise, ‘kendini ayağından vurmak’tan başka bir şey değilmiş gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 
8 Temmuz 2004
<B>MERKEZ</B> Bankası’nın ‘<B>Haziran ayı enflasyonu ve görünüm</B>’ raporu dün yayımlandı. Bu raporun <B>önemi</B>, yeniden <B>faiz indirimi</B> beklentisinin oluştuğu bir döneme denk gelmesi. Özet olarak raporda, enflasyonla mücadele açısından olumlu gelişmeler görüldüğü, hedefe olan inancın pekiştiği, ancak ikinci yarıda hálá bazı riskler bulunduğu belirtiliyor.
Merkez Bankası’nın dikkat çektiği hususlardan biri, kira artışları. İlk yarıda hizmet ve mal grubu fiyat artışları arasındaki farkın artmaya devam ettiği belirtilerek, kira artışlarının yılın ilk yarısındaki eğiliminin yıllık yüzde 17’lik enflasyona karşılık geldiğinin altı çiziliyor. Bu arada TL’nin değer kazandığı dönemde vergi gelirlerini artırarak akaryakıt fiyatlarını sabit tutmak hatta bir ölçüde indirme mümkün olduğu, ancak döviz kurundaki yükselişle beraber vergi kaybını önlemek için akaryakıt fiyatlarında artışın kaçınılmaz olduğu kaydedilerek, ‘Haziran sonunda meydana gelen akaryakıt fiyat artışının etkileri Temmuz ayı enflasyonunda görülebilecektir’ deniliyor. Aynı şekilde doğalgaz zammının etkisi de Temmuz’da görülecek.
Hizmetler sektöründeki katılığın sürmesinin 2005 yılı enflasyonu açısından risk oluşturmaya devam ettiği belirtilerek, ‘Akaryakıt fiyatlarındaki artışların enflasyon üzerindeki dolaylı ve gecikmeli etkilerinin 2004 yılı enflasyon hedefini tehdit etmeyecek düzeyde olacağı tahmin edilse de, enflasyon üzerindeki etkilerinin ihmal edilebilir düzeyin ötesinde olacak’ denildi.
Yılın ikinci yarısındaki talep koşullarının, enflasyona, geçen üç yıldaki düzeyde destek vermeyeceği ve enflasyondaki düşüşün sürmesi için verimlilik artışının önemine dikkat çekildi. Kur artışlarının enflasyona geçişkenliğinin azaldığı belirtilerek, ‘Ancak, son yıllarda geçişkenlik etkisinin daha gecikmeli olarak ortaya çıkmaya başlaması, toplam nihai etki konusunda temkinli yaklaşılması gerektiğine işaret etmektedir’ değerlendirmesi yapıldı.
Raporun sonuç bölümünde, yılın ilk yarısındaki rakamların enflasyonla mücadelede elde edilen kazanımların geçici olmadığını teyit eder nitelikte olduğu kaydedilerek, ‘Ne var ki kalıcı bir makroekonomik istikrar ve dolayısıyla fiyat istikrarına ulaşılabilmesi açısından, yapısal reformların derinleştirilmesinin gerekliliği giderek önem kazanmaktadır’ denildi. Raporun som cümlesi ise şöyle:
‘Yapısal kriterlerin genel ve orta vadeli bir plan çerçevesinde yeraldığı, sağlanan kazanımların sürekliliğini amaç edinen ve yapısal reformlar üzerine odaklanan bir programla devam etme gerekliliği, altı çizilmesi gereken en önemli noktadır’
KRUEGER’LE BİRLEŞİNCE..
Merkez Bankası açıkca söylememiş ama Türkiye’nin IMF’le orta vadeli bir program taahhüdüne girmesi gerektiğini, bunun hayati önem taşıdığını ima etmiş...
IMF 1'inci Başkan Yardımcısı Anne Krueger’ın, Bretton Woods görüşmelerinin 60'ıncı yıldönümü nedeniyle, hafta başında yaptığı bir konuşma ile Merkez Bankası’nın bu raporunu birlikte okuduğunuzda, aslında yapılması gereken şey de, kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Krueger, 90’lı yıllarda, aralarında Türkiye’nin de ulunduğu çeşitli ülkelerde meydana gelen krizlerin cari işlemler dengesi kaynaklı değil, sermaye hareketlerinden kaynaklanan krizler olduğunu belirterek, 'borçlanma sürdürülebilirliği'nin önemine dikkat çekmiş. Krueger, ülkelerin makroekonomik politikaları sağlam olsa bile, borç verenlerin bu politikaların sürdürülemeyeceğine inanması halinde krizlerin yaşanabildiğine dikkat çekmiş. Yükselen piyasaların, daha büyük ekonomik istikrardan yararlanabilmesi için çok daha fazla temel reformlara ihtiyaç olduğunu öğrendiklerini kaydeden Krueger, şimdi üye ülkelerin ekonomik politikalarının daha düzenli bir biçimde incelendiğini, bankaların ve finans kuruluşlarının daha yakından izlendiğini de söylemiş.
Yani işler iyi giderken, birdenbire 'borçların sürdürülebilirliği' konusunda kuşku duyulması halinde, sermaye hareketlerinden kaynaklanan krizler geliyor. İşte Merkez Bankası da açıkça söylemese de temel reform ayağı güçlü, güven veren bir programın sürdürülmesinden yana. Bunun nasıl olacağı ise açık: IMF’le yeni bir stand-by anlaşması yaparak...
Sizce, bu güven verilmeden yeni faiz indirimleri yapmak yerinde olur mu?
Yazının Devamını Oku 
6 Temmuz 2004
<B>SOSYAL</B> güvenlik reformunun en önemli ayaklarından birini kurumsal yeniden yapılanma oluşturuyor. <B>SSK</B>, <B>Bağ-Kur</B>, <B>Emekli Sandığı</B> tek çatı altında toplanarak, ‘<B>Sosyal Koruma Kurumu</B>’ adı altında birleştiriliyor. Hazırlanan plana göre kurumsal yapılanmanın unsurları; hizmetlerin bütünlük içinde sunulduğu merkezi veri tabanına dayalı tek kurumsal yapı oluşturulması, vatandaşların sosyal güvenlik hizmetlerine erişiminde kullanıcı memnuniyeti odaklı, günlük hayatı kolaylaştıracak, bürokrasinin en aza indirildiği bir hizmet anlayışı olarak belirtiliyor. Emeklilik ve sağlık sigortaları ile sosyal hizmet ve yardımlara ilişkin sürdürülecek uygulamaların küçük birimler halinde ve yaygın örgütlenmiş otomasyon destekli Sosyal Koruma Hizmet Ofisleri kanalıyla hızlı ve etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi, hızlı iletişim teknolojisinin devreye sokularak vatandaşın sorunlarının en kısa sürede çözülmesi öngörülüyor. Yeni kurumsal yapılanmanın 3 yıllık geçiş dönemi ardından hayata geçirileceği belirtiliyor.
Bu kurumsal yapının oluşturulması, emeklilere daha iyi hizmet verilmesi ve bürokrasinin azaltılması unsurlarıyla, reforma önemli bir destek yaratabilir. Yeni yapı bir yandan daha iyi hizmet verilmesini sağlarken, öte yandan da denetim ve gözetimin daha etkin gerçekleştirilmesi imkanını verecek. Her şeyden önce bu yolla kayıtdışı istihdamın büyük ölçüde kavranması, harcamaların kontrol edilip önemli tasarruflar sağlanması amaçlanıyor.
Reform taslağında kurumsal yapı ile ilgili ‘temel başarı ölçütleri’ de yer aldı. Ölçütlerin başında; ‘Nüfusun tamamının sosyal güvenlik veri tabanına ve kapsamına alınması’ geliyor. Bütün nüfus kapsama alınacak, gerektiğinde yoksul kişilerin primlerini devlet ödeyecek ama sistemin tümünün kavranması büyük önem taşıyor. Temel başarı kriterleri arasında vatandaşların hizmete erişim kolaylığı, işlem süresinin kısalığı, kaliteli hizmet sayılırken, emeklilik, işsizlik ve sağlık primlerinin toplanmasında müşteri odaklı alternatif çözümlerin birlikte kullanıldığı etkin bir tahsilat yeteneğine kavuşulması da amaçlanıyor.
YOKSULLUKLA MÜCADELE
Bu sistemin en önemli ayaklarından birini ‘yoksulluk testi’nin yapılması ve periyodik kontrollerin gerçekleştirilme yeteneği oluşturuluyor. Böylece sosyal güvenliğin asıl amacı olan ‘yoksullukla mücadele’de etkin kılınması amaçlanıyor. Yine bu üç kurum birleştirilmesi öngörülürken işsizlik, sağlık, emeklilik ve sosyal yardımlara ayrılmış kaynakların çapraz sübvansiyonunu engelleyecek biçimde yapılandırılması ve etkin nakit yönetimi yapılması hedefleniyor. Üç kurum birleştirilirken, ayrıca, uzun dönemli planlama, kısa dönemli eylem planları ve alt yönetim birimleri bazında maliyet muhasebesi yardımıyla nesnel performans ölçütlerine göre bir yapılandırma öngörülüyor.
Kurumların yeniden yapılandırılmasıyla vatandaşlardan reforma destek alınması öngörülürken, tasarruf ve bu kurumların çağdaş yönetim tekniklerine ulaşarak, denetim ve gözetimlerini artırmaları amaçlanıyor.
Reformun en önemli unsuru kurumsal yapılanma için bu yıl düğmeye basılıyor. Bu yıl sosyal güvenlik sisteminin ‘TC Kimlik numarası’ ile entegrasyonunun yapılacağı, bu konuda çalışmaların başladığı belirtiliyor. Yine bu yıl mevcut kurumların aktif ve pasif sigortalılarının bilgilerinin elektronikleştirilmesi, kanun taslaklarının hazırlanıp, taslak metinlerin tartışmaya açılması hedefleniyor. Bu yıl, Sosyal Koruma Kurumu'nun (SKK) en önemli birimi olacak Bilgi Teknolojileri ve Operasyon Merkezi'nin (BİLTOM)veri tabanı tasarımı da yapılacak. Kanun taslaklarının yıl sonuna kadar yasalaşması da program içinde yeralıyor. Bu sürede personelin yoğun eğitimi ve bilgisayar sistemi gibi altyapının tamamlanıp, 2007'de yeni sistemin devreye girmesi hedefleniyor.
Umarız iyi niyetle hazırlanmış, ülkenin geleceğini düşünen bu reform hayata geçirilir.
Yazının Devamını Oku 