MERKEZ Bankası’nın ‘Haziran ayı enflasyonu ve görünüm’ raporu dün yayımlandı. Bu raporun önemi, yeniden faiz indirimi beklentisinin oluştuğu bir döneme denk gelmesi.
Özet olarak raporda, enflasyonla mücadele açısından olumlu gelişmeler görüldüğü, hedefe olan inancın pekiştiği, ancak ikinci yarıda hálá bazı riskler bulunduğu belirtiliyor.
Merkez Bankası’nın dikkat çektiği hususlardan biri, kira artışları. İlk yarıda hizmet ve mal grubu fiyat artışları arasındaki farkın artmaya devam ettiği belirtilerek, kira artışlarının yılın ilk yarısındaki eğiliminin yıllık yüzde 17’lik enflasyona karşılık geldiğinin altı çiziliyor. Bu arada TL’nin değer kazandığı dönemde vergi gelirlerini artırarak akaryakıt fiyatlarını sabit tutmak hatta bir ölçüde indirme mümkün olduğu, ancak döviz kurundaki yükselişle beraber vergi kaybını önlemek için akaryakıt fiyatlarında artışın kaçınılmaz olduğu kaydedilerek, ‘Haziran sonunda meydana gelen akaryakıt fiyat artışının etkileri Temmuz ayı enflasyonunda görülebilecektir’ deniliyor. Aynı şekilde doğalgaz zammının etkisi de Temmuz’da görülecek.
Hizmetler sektöründeki katılığın sürmesinin 2005 yılı enflasyonu açısından risk oluşturmaya devam ettiği belirtilerek, ‘Akaryakıt fiyatlarındaki artışların enflasyon üzerindeki dolaylı ve gecikmeli etkilerinin 2004 yılı enflasyon hedefini tehdit etmeyecek düzeyde olacağı tahmin edilse de, enflasyon üzerindeki etkilerinin ihmal edilebilir düzeyin ötesinde olacak’ denildi.
Yılın ikinci yarısındaki talep koşullarının, enflasyona, geçen üç yıldaki düzeyde destek vermeyeceği ve enflasyondaki düşüşün sürmesi için verimlilik artışının önemine dikkat çekildi. Kur artışlarının enflasyona geçişkenliğinin azaldığı belirtilerek, ‘Ancak, son yıllarda geçişkenlik etkisinin daha gecikmeli olarak ortaya çıkmaya başlaması, toplam nihai etki konusunda temkinli yaklaşılması gerektiğine işaret etmektedir’ değerlendirmesi yapıldı.
Raporun sonuç bölümünde, yılın ilk yarısındaki rakamların enflasyonla mücadelede elde edilen kazanımların geçici olmadığını teyit eder nitelikte olduğu kaydedilerek, ‘Ne var ki kalıcı bir makroekonomik istikrar ve dolayısıyla fiyat istikrarına ulaşılabilmesi açısından, yapısal reformların derinleştirilmesinin gerekliliği giderek önem kazanmaktadır’ denildi. Raporun som cümlesi ise şöyle:
‘Yapısal kriterlerin genel ve orta vadeli bir plan çerçevesinde yeraldığı, sağlanan kazanımların sürekliliğini amaç edinen ve yapısal reformlar üzerine odaklanan bir programla devam etme gerekliliği, altı çizilmesi gereken en önemli noktadır’
KRUEGER’LE BİRLEŞİNCE..
Merkez Bankası açıkca söylememiş ama Türkiye’nin IMF’le orta vadeli bir program taahhüdüne girmesi gerektiğini, bunun hayati önem taşıdığını ima etmiş...
IMF 1'inci Başkan Yardımcısı Anne Krueger’ın, Bretton Woods görüşmelerinin 60'ıncı yıldönümü nedeniyle, hafta başında yaptığı bir konuşma ile Merkez Bankası’nın bu raporunu birlikte okuduğunuzda, aslında yapılması gereken şey de, kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Krueger, 90’lı yıllarda, aralarında Türkiye’nin de ulunduğu çeşitli ülkelerde meydana gelen krizlerin cari işlemler dengesi kaynaklı değil, sermaye hareketlerinden kaynaklanan krizler olduğunu belirterek, 'borçlanma sürdürülebilirliği'nin önemine dikkat çekmiş. Krueger, ülkelerin makroekonomik politikaları sağlam olsa bile, borç verenlerin bu politikaların sürdürülemeyeceğine inanması halinde krizlerin yaşanabildiğine dikkat çekmiş. Yükselen piyasaların, daha büyük ekonomik istikrardan yararlanabilmesi için çok daha fazla temel reformlara ihtiyaç olduğunu öğrendiklerini kaydeden Krueger, şimdi üye ülkelerin ekonomik politikalarının daha düzenli bir biçimde incelendiğini, bankaların ve finans kuruluşlarının daha yakından izlendiğini de söylemiş.
Yani işler iyi giderken, birdenbire 'borçların sürdürülebilirliği' konusunda kuşku duyulması halinde, sermaye hareketlerinden kaynaklanan krizler geliyor. İşte Merkez Bankası da açıkça söylemese de temel reform ayağı güçlü, güven veren bir programın sürdürülmesinden yana. Bunun nasıl olacağı ise açık: IMF’le yeni bir stand-by anlaşması yaparak...
Sizce, bu güven verilmeden yeni faiz indirimleri yapmak yerinde olur mu?