12 Ağustos 2004
<B>MALİYE</B> Bakanı <B>Kemal Unakıtan </B>sık sık konuşan bir Bakandı ama bir süredir, pek sesi sedası çıkmıyordu. Önceki gün bir konuştu, pir konuştu. Maliye Bakanlığı’nın performansına baktığınızda ekonomik program açısından hayli başarılı olduğunu görüyorsunuz. Düşünüyorum da, Koalisyon hükümeti döneminde Maliye Bakanına ‘mali disiplin’ konusunda gerekli adımları attırmakta, bürokratlar çok zorlanırdı. Hatta, hatırlıyorum da; bazı bürokratlar Maliye Bakanı adına IMF’e söz verir, ardından Başbakan Yardımcısına gidip Maliye Bakanının bu kararı almasını sağlarlardı. Çünkü eski Maliye Bakanı harcamaları kısmak konusunda çok ağır hareket ederdi.
Uygulanan ekonomik programda, son iki yılda önemli adımların atılmasında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın büyük katkısı oldu. Çünkü Maliye Bakanlığı bürokrasisi, Bakandan sıkı sıkı talimat almadan, mali disiplin konusunda çok da ciddi adımlar atmaya pek yanaşmaz. Yani mali disiplin konusundaki adımlar, Bakan insiyatifi olmasa pek atılamazdı.
IMF yetkilileriyle görüştüğünüzde, uygulanan ekonomik programın başarısı nedeniyle Maliye Bakanı Unakıtan’dan, Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’den ve Devlet Bakanı Ali Babacan’dan övgüyle sözettiklerini görürsünüz.Gerçi bu yetkililerin koordinasyonunun çok iyi olduğunu söyleyemeyiz ama belli ki ‘IMF tutkalı’, işin götürülmesini sağlıyor.
Kısacası; Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın uygulanan ekonomik programın sürdürülmesinde, bu nedenle de alınan olumlu sonuçlarda çok büyük katkısı var.
Ancak Bakan Unakıtan, baştan beri çizdiği ‘renkli kişiliği’nin kendine verdiği yükle olsa gerek, sürekli olarak aykırı konuşmayı tercih ediyor. Sürekli aykırı konuşunca da, gazetecilere belki iyi başlıklar veriyor ama hata yapma oranı artıyor.
İşte geçtiğimiz Salı günü basın toplantısında bankalara yönelik sözlerini de böyle değerlendirmek gerekiyor. İyi biliyorum ki; bu sözleri söylediği için kendisi de sonradan rahatsız olmuştur ama hiçbir zaman ‘kötü konuşmuşum’ demeyecektir. Bunun yerine özel sohbetlerde, yaptığı bu hatayla kendisi dalga geçmeyi tercih edip, işi geçiştirmeye çalışacaktır.
Maliye Bakanını tanıyanlar, onun söylediklerinden çok fazla alınmıyorlar ama bizce, bu tür hataları arttıkça kendi saygınlığı zaman içinde erozyona uğruyor.
Bu basın toplantısında tüketici kredisi kullanan bankaları ‘şer’ diye nitelendirmesi çok yanlış. ‘Şer’ gördüğü bankaların, yani tüketici kredilerini en fazla artıran bankaların kamu bankaları olduğunu göz önünde tutarsanız, Bakanın aslında kendi insiyatifinde olan işler konusunda başkalarını, özel bankaları suçladığını da açıkca görürsünüz.
ZOR GÖREVLER BEKLİYOR
Bakan Unakıtan bu tür hataların yanı sıra aynı basın toplantısında çok haklı şeyler de söylemiş. Örneğin uluslar arası petrol fiyatlarının geldiği nokta göz önüne alındığında akaryakıt fiyatlarına zam yapılmak zorunda kalınmasını, bir politikacıdan çok daha açık ve net şekilde ortaya koymuş. Aynı şekilde bu zamların talebin kısılmasında oynayacağı role değinmesi de, bizce olumlu.
Maliye Bakanlığını bundan sonrası için, çok daha zor görevler bekliyor. Artık otomobil ve sigara-içki zamlarında yaptığı hataları unutup, bürokratların da kendilerine güvenlerini kazanmaları lazım. Bundan sonraki en zor görev Gelir İdaresi Başkanlığını sağlıklı bir yapıyla kurmak ve geliştirmekten geçiyor. Böylece kayıtdışı ekonominin önlenmesi lazım ki; hedeflenen vergi tahsilatındaki artış rakamlarına ulaşılsın, dolayısıyla da buna bağlı olarak çok yüksek olan vergi oranlarında indirime gidilebilsin.
Maliye Bakanlığı’nın unutmaması gereken şey; bu konuda en büyük direncin, çıkarılan aflarla belli olduğu gibi, kayıtdışı faaliyetleri yoğun olan AKP tabanından gelecek olması. Maliye Bakanı’nın yeni stand-by’ın dayanak noktalarından birinin bu olduğunu göreceğini tahmin ediyoruz. Tabi ki kendi tabanına rağmen bazı önlemleri almak zorunda da kalacak.
Yazının Devamını Oku 
10 Ağustos 2004
<B>STAND-</B>by anlaşması yapacağını nihayet açıklayan Hükümet, giderek büyüyen cari işlemler açığı konusunda ise önlem almayı düşünmüyor. Geçen hafta yaptığı görüşmelerde, IMF Heyetinin de bu konuda fazla tedirgin olmadığını gören Hükümet, cari açık için önlem alma gereğini duymuyor, bile. Yani; stand-by açıklaması ile hem büyüyen cari açığın, hem de artan dünya petrol fiyatlarının olumsuz etkisini absorbe edeceğini düşünüyor.
Halbuki, cari işlemler açığını azaltmak için şimdiden önlem almak gerekiyor. Aksi takdirde geç kalınacağı, bunun şimdiye kadar hep böyle olduğu unutuluyor.
Türkiye, IMF’le yeni 3 yıllık stand-by anlaşması yapsa da, AB’den Aralık ayında müzakere sürecinin başlatılması kararını çıkarsa da, cari işlemler açığı için önlem almak zorunda. Bundan kaçışın olmadığını gördüğü zaman, önlem için geç kalmış olabilir.
Piyasada cari işlemler açığı konusunda bir tedirginlik doğmaya başladı. Stand-by açıklamasının yaratacağı olumlu etkinin, bu tedirginlik nedeniyle biraz törpülendiğini, dünkü piyasa gelişmelerinde izledik. Bankacılar bu yıl yüzde 5’lik büyüme hedefinin oldukça aşılacağına kesin gözüyle bakarken, büyümenin yüzde 8, hatta daha da üstüne çıkma ihtimalini gören bankacılar da var. Bununla birlikte cari açığın GSMH’ya oranı konusunda da değişik tahminler yapılıyor. Büyümeyi yüksek tahmin eden bankacılar, bununla birlikte cari açığın GSMH’ya oranının yüzde 4’ün üzerine çıkacağını tahmin ediyorlar. Hatta 95 milyar dolarlık ithalat ve cari açık/GSMH oranı için yüzde 5’i tahmin edenler bile var.
Bu tahminin gerçek olması halinde olacakları söyleyelim: IMF’in aklı başına gelecek ve yıl sonuna doğru devasa rakamları gördükten sonra, ilk gözden geçirmede cari açığın azaltılması için önlem alınmasını isteyecek. Eğer Hükümet hemen önlem almaya yanaşmazsa, yani geleneksel olduğu üzere ‘biraz ayak sürüyeyim’ derse, dalgalı kur‘dalgalı kur’ olduğunu gösterip zıplayıverecek. Sonra, tabi ki sıkışılınca önlem alınmaya kalkışılacak, fren yapılacak ama olan olmuş, dalgalı kurda ‘istikrasız seyir’ yeniden gündeme gelmiş olacak.
Konuyu görüştüğümüz bir bankacı, stand-by anlaşması ve AB’den müzakere sürecinin çıkacağı anlaşılınca, Ekim-Kasım aylarında yabancı girişinin hızlanacağını kaydederek, şu anda kağıtta 6 milyar dolar kısa vadeli yabancı yatırımı bulunduğunu, yıl sonunda bu rakamın 8-9 milyarı bulabileceğini söyledi. Cari açık rakamlarının geç geldiğini hatırlatan aynı bankacı, önümüzdeki yılın ilk 2-3 ayının bu gidişle güllük gülistanlık seyredeceğini ancak yıllık cari açık rakamlarının ortaya çıkıp, 2005’de bunun daha da büyüyeceğinin anlaşılmasıyla birlikte asıl tedirginliğin başlayacağını belirtti ve ‘8-9 milyar dolarlık sıcak paranın 1 milyar doları cari açık rakamlarını görünce dışarı çıkmaya kalkışınca kendiliğinden bir düzeltme gelir. Yani kurlar ve faizler yeniden yukarı seyir izler, bu kaçınılmaz’ dedi.
Kısacası; stand-by anlaşması yapmakla, hatta AB’den müzakere süreci almakla iş bitmiyor. Aynı zamanda gereken ince ayarları da zamanında yapmak gerekiyor. IMF’in bo konuda ses çıkarmıyor olması, o sorunun bulunmadığını göstermiyor.
IMF DE FARKINDA DEĞİL
Bence IMF, Türk halkının harcama iştiyakını tam olarak kestirmiş değil. Bir düşünsenize; stand-by imzalanıp, müzakere süreci alınırsa, gelecek 2-3 milyar dolarlık dövizin de etkisiyle faizler nasıl aşağı gelir. Böyle olunca tüketici kredilerinin yeniden patlayacağını, halkın yeniden tüketim furyasına katılacağını kestirmek için, müneccim olmaya gerek de yok.
Bu yıl bazı bankacıların tahmin ettiği gibi cari açık/GSMH oranı yüzde 5’e çıkarsa, bunun gelecek yıl daha da büyüme eğilimi taşıyacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu rakamların tehlikeli rakamlar olduğunu şimdiden görmek zorundayız.
Maalesef bel bağlanan IMF de bu durumu görmüyor. Moghadam, yakınlarına 8. Gözden geçirmenin görüşüldüğü İcra Kurulu toplantısının rahat geçtiğini, bir tek cari açık konusunda küçük endişelerin belirtildiğini söylüyormuş. Umarız; IMF de, Temmuz rakamlarının ortaya çıkacağı Eylül’deki görüşmelerde durumu biraz daha iyi görür de harekete geçer.
Yazının Devamını Oku 
9 Ağustos 2004
<B>PİYASALARDA </B>bir süredir, Merkez Bankası’nın <B>‘döviz alım ihalelerine yeniden başlaması’ </B>konuşulmaya başladı. Bugünden başlayarak, bu tartışmaların alevlenmesini bekliyoruz. Peki, Merkez Bankası bu hafta, yeniden döviz alım ihalelerine başlar mı?
Merkez Bankası, bu kararı vermeden önce piyasalardaki hareketi gözleyecek. Yani; bugünden başlayıp piyasanın izleyeceği seyir, piyasada bir döviz fazlalığının bulunup bulunmayacağı, Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın ilk kez resmi olarak ‘IMF’le stand-by anlaşması yapacağız’ açıklamasının piyasaları nasıl etkileyeceği beklenecek.
Merkez Bankası bundan yaklaşık 3 hafta önce dolar kurunun 1 milyon 420 bin liraya inmesi üzerine, bankalara telefon açıp, bir döviz arzı fazlalığı bulunup bulunmadığını, döviz alım ihalelerine yeniden başlanmasının gerekip gerekmediğini sordu. Bunun üzerine, yani sadece Merkez Bankası’nın bu piyasayı yoklama telefonları neticesinde dolar kuru birdenbire 1 milyon 480-490 bin liralara çıkıverdi. Yani piyasa döviz alım ihalelerine gerek duyulmadan kendi kendine bir düzeltme yaptı.
Bence, şimdi de benzer bir yol izlenecek.
Şundan eminim ki; Merkez Bankası bankalara sormadan kesinlikle yeniden döviz alım ihalelerine başlamayacaktır. Yani piyasaların ihtiyacı yoksa, talep etmezlerse bu yola girilmeyecektir. Eğer piyasa isterse o zaman alım ihaleleri başlayabilir.
ETKİSİ NE OLACAK?
Kısacası; Merkez Bankası piyasalardaki gelişmeleri izleyip, ona göre karar verecek.
Bu kararın alınmasında en önemli unsurlardan biri, Tayyip Erdoğan’ın hem de Parti yönetimi toplantısının ardından ‘yeni kaynak öngören stand-by anlaşması’ açıklamasına, piyasaların vereceği tepki olacak. Bu tepkiyi bugünden itibaren görmeye başlayacağızÖ
Bu tepki konusunda çeşitli tahminler var. Kimileri ilk kez böyle güçlü bir açıklama olduğunu ve IMF ile ilke olarak bu tür bir anlaşma konusunda uzlaşmaya varıldığının anlaşıldığını belirterek, piyasaların buna çok olumlu bakacağını, dolayısıyla faizlerde ve döviz fiyatlarında önemli gerilemeler yaşanabileceğini söylüyorlar. Bu açıklama ile birlikte hala yüksek görünen Hazine faizlerinden yararlanmak için yabancı girişi olabileceği, bunun da faiz ve kurların daha da düşmesine yol açabileceği tahmin ediliyor.
Bu tahmin tutarsa önemli miktarda yabancı girişi olabilir yani bir döviz arzı fazlalığı olabilir ve Merkez Bankası bunu saptarsa, bir-kaç gün içinde döviz alım ihalelerine başlayabilir.
Bir tahmine göre ise Tayyip Erdoğan’ın açıklaması geç kaldı. Zaten piyasalar bu olasılığı, açıklama gelmeden fiyatladılar ve bu açıklamanın etkisi fazla olmayacak. Bu tahmin içinde artık piyasaların cari açıkla ilgili gelişmelere daha fazla baktığı, dolayısıyla önümüzdeki günlerde gelecek yeni cari işlemler açığı rakamlarının ‘aşırı iyimserliği’ önleyeceği .beklentisi de yeralıyor. Bu tahmin içinde yabancıların önemli bir girişi de beklenmiyor.
Bu takdirde artı bir döviz arzı olmayacağı için Merkez Bankası mevcut konumunu sürdürür.
TÜSİAD doğalgaz sorununa el atıyor
ENERJİ Bakanlığı’nın TBMM gündemine kadar getirmeyi başardığı, elektrik ve doğalgaz piyasalarında elde edilen serbestleşme kazanımlarını geri götüren yasa taslağı, beklemeye alındı. Son anda, getireceği sakıncalar görülerek, bu taslak TBMM’nin yeni yasama dönemine ertelendi. Önümüzdeki dönemde bu taslak hakkında yeni tartışmalar olacak.
Bu arada TÜSİAD’ın, TBMM komisyonlarında görüşülürken gözden kaçırdığı bu düzenlemeleri incelemeye aldığını ve önümüzdeki dönemde bu konuda bir rapor hazırlayıp, Başbakan Tayyip Erdoğan ile konuyu görüşmeyi planladığını öğrendik.
TÜSİAD yönetimi, üyeleri Tuğrul Erkin’in uyarısı üzerine bu konuyu gündemine aldı. Yakında bir toplantı yapılıp, yeni düzenlemenin getireceği sıkıntılar ele alınacak.
Enerji konusunda özel sektördeki en deneyimli isimlerden biri olan Erkin, eski bürokratlığı nedeniyle konunun tüm yönlerine de hakim durumda.
Erkin, TÜSİAD Enerji Komisyonu Başkanlığı’na gönderdiği, konunun incelenmesini isteyen talebinde, 4646 sayılı yasanın uygulanması beklenirken TBMM’ye sunulan yasa değişiklik tasarısının gerekçesinde ‘Hükümetin liberal piyasa oluşturmaktan vazgeçerek devlet tekeli Botaş’ı güçlendirmek ve piyasaya hakim kılmak görüşü’nün öne sürüldüğünü hatırlatıyor. Erkin, bu değişiklik tasarısını ‘tümüyle geri dönüş yasası’ olarak adlandırarak, bu yasayla yalnız doğalgaz liberalleşmesinden geriye dönülmediğini, aynı zamanda AB direktiflerinden geriye dönüldüğünü, Dünya Bankası ve IMF’ye verilen taahhütlerden geri dönüldüğünü , 2001 yılında çıkarılan 4646 sayılı yasaya dayanarak ve güvenerek gelen yabancı sermayeli şirketlere verilen sözlerden de geriye dönüldüğünün altını çiziyor.
Tuğrul Erkin, ‘TÜSİAD Yönetim Kurulunun Sayın Başbakan nezdinde yapacağı bir girişimin yararlı olacağına inandığını’ söyleyerek kaleme aldığı talep yazısında, önerdiği şu değişikliklerle tasarının sakıncalarının giderilebileceğini söylüyor. Önerileri şunlar:
- EPDK üzerinde bir kurul oluşturmak yerine EPDK Başkanının yönetiminde bir danışma kurulunun oluşturulması,
- Botaş’ın elindeki ithal lisansları miktarının kesinlikle yüzde 50’nin altına indirilmesi,
- Her yıl devredilecek ithal lisansları miktarının en az yüzde 10’la sınırlandırılması,
- Botaş’ın faaliyet alanlarına göre hesap ayrımına gitmesi ancak farklı aktivitelerin bağımsız şirketlerce yürütülmesi,
- Botaş’ın elindeki ithal lisanslarının özel şirketlere devir işleminin mevcut yasada öngörüldüğü gibi Botaş’ca yapılmasının mümkün olmadığı, doğru da bulunmadığı. Bu devirlerin tarafsız EPDK tarafından, uygulanabilir kriterlerle yapılmasının uygun olacağıÖ.
TÜSİAD yönetimi, umarız Türkiye’nin AB ile uyumu açısından, piyasa ekonomisinin uygulanması ve bağımsız kurumların artık yerleştirilmesi açısından çok büyük önem taşıyan bu konu üzerinde durur da, gerekli uyarıyı yapar. Aksi takdirde ele geçirdikleri yerde oyun alanlarını yeniden genişletmeye çalışan ve bunun için devletçiliği hortlatan bürokratlar ve bunlara uyan bakanlar kazanmış olacak.
Bunların kazanması, Türkiye’nin geriye gitmesi, tüketicinin rekabetin önlenmesi nedeniyle zarar görmesi anlamına gelecek.
IMF döviz alımını hep istiyor
PEKİ, IMF geçen hafta Merkez Bankası’nın döviz alım ihaleleriyle ilgili nasıl bir tavır takındı?
Yetkililer, IMF’in geçmişte olduğu gibi şimdi de ‘mümkün olduğunca döviz rezervlerinin güçlendirilmesi’ni istediğini, bu nedenle döviz alım ihalelerine sıcak baktığını söylüyorlar. Yani geçtiğimiz haftaki toplantılarda da IMF Heyetinin yine benzer istekleri olmuş ama Merkez Bankası, piyasalardaki duruma göre kendisinin karar vereceğini , dalgalı kur politikasını etkileyecek önemli sapmalara izin vermeyeceğini söylemiş.
Yani IMF’in tutumunda bir değişiklik yok, o hep döviz alımını istiyor.
Buna karşılık Hükümetten bu konuda somut bir baskının gelmediği, başta Devlet Bakanı Ali Babacan olmak üzere bu konuda bir telkinin bulunmadığı belirtiliyor.
Buna karşılık ihracatçılardan ‘döviz kuru yükselsin’ gibi alıştığımız, dayanaksız talepler devam edecektir. Bugünlerde bu konuda sesler yeniden yükselirse, kimse şaşırmasın.
Merkez Bankası açısından bunun tercih edilen bir yol almadığı açık.Ancak daha önce dediğimiz gibi piyasadan talep gelir, döviz arzında fazlalık görülürse zorunlu olarak bu kararın alınacağı da kesin.
Herkesin gözden kaçırdığı husus; döviz alım ihaleleri sonucunda bazıları yüksek fiyattan Merkez’e döviz satıp, daha sonra düştüğünde düşük fiyattan alıyor ve buradan önemli karlar elde ediyor. Bu nedenle çok tercih edilen bir yol olmamalı. Merkez Bankası’nın bu nedenle geçen yıl yüksek zararlara uğradığı unutulmasın,. Ayrıca şimdi ‘döviz alsın’ diyenlerin daha sonra ‘Bankalara düşük fiyattan döviz satıp yüksek fiyattan aldı’ diyeceklerini şimdiden görebiliyorum. Bu hep böyle olmadı mı?
Yazının Devamını Oku 
7 Ağustos 2004
MERKEZ Bankası, Temmuz ayı enflasyonu ve görünüme ilişkin beklenen raporunu dün yayımladı. Merkez Bankası’nın enflasyondaki gelişmelere olumlu baktığı izlenirken, yine de ‘temkinli’ tutumunu sürdürdüğünü ve ileriye dönük risklere dikkat çektiği görüldü.Merkez Bankası Temmuz raporunda özetle ‘2004 enflasyonu tamam ve 2005 zor’ diyor.Son dönemde özellikle petrol fiyatlarındaki hareketlenmenin ithal malların fiyatları ve üretim maliyetleri kanalıyla genel enflasyon düzeyi üzerinde yansımaları olacağına dikkat çeken Merkez Bankası kısa dönemde ise bu etkiyi beklemiyor. Bu olumlu beklentinin ardında, ‘içtalebin kontrol altında tutulması, rekabet ortamının giderek yaygınlaşması, Merkez Bankası’nın gelecek dönem enflasyonuna odaklı politika izlemesi, geçici maliyet dalgalanmalarının enflasyona geçiş etkisinin zayıflaması’ gibi etkenler sıralandı..Sıkı maliye politikası ve hedefle uyumlu gelirler politikası uygulamasına devam edilmesi halinde yılın geri kalanında belirgin bir enflasyonist baskının hissedilmeyeceğinin öngörüldüğü belirtilen raporda ‘Ne var ki, içinde bulunduğumuz yılda enflasyon hedefine ulaşılabileceği kanıları güçlenmiş olsa da, 2005 yılı açısından bazı riskler olduğu da göz önüne alınmalıdır’ denildi ve bu risklerden bazıları şöyle sıralandı:- 2005 yılının başından itibaren gerek içtalep gelişmeleri gerekse birim işgücü maliyetlerinin enflasyona, geçtiğimiz üç yıldaki kadar destek vermeyeceği tahmin edilmektedir.Toplam içtalep 2003 yılında toparlanma sürecine girmiş ve 2004 yılının ilk yarısında canlanmasını artırarak devam ettirmiştir. Bu nedenle tüketici kredilerindeki gelişmeler ve iç talep bileşenlerinin önümüzdeki dönemde izleyeceği seyir dikkatle takip edilmeye devam edecektir.- Son yedi aylık imalat sanayi fiyat artışının yüzde 8.7 olması, iç talebin canlanmaya başlaması durumunda tüketici fiyat artışlarının hızlanabilme riskini de beraberinde getirmektedir.- Enerji fiyatlarında öngörülmeyen sapmalar dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de her zaman bir risk unsurudur.Merkez Bankası enflasyonda mevcut durum ve beklentiler için özetle şunları söylüyor:‘Sonuç olarak önümüzdeki aylarda yıllık enflasyon oranlarının az da olsa yükselme olasılığına rağmen, yılın ilk yedi ayındaki birikimli enflasyonun oldukça düşük gerçekleştiği göz önüne alındığında, enflasyon hedefinin aşılması olasılığının büyük dışsal şoklar haricinde düşük olduğu görülmektedir. Yurt dışı talepteki artış, birim maliyetlerdeki azalışın yavaşlaması, yurt içi tüketim harcamalarında görülen göreli canlanma, kapasite kullanım oranlarının yüksek seyri ve hızlanan kamu fiyatları artışları 2005 yılında enflasyonla mücadelenin daha da çetin koşullar altında gerçekleşebileceğine işaret etmektedir. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde mali disiplinin sürdürülmesinin yanında, kamu ücret ve gelirler politikalarının enflasyon hedefiyle uyumlu olarak yürütülmesinin enflasyonla mücadelenin devamı açısından bir ön koşul olmaya devam ettiği gözardı edilmemelidir.’YATIRIM ENGELLERİYatırımların önündeki engellerin kaldırılmasının enflasyonla mücadele açısından da önemine değinilen Merkez Bankası raporunda, son dönemde kamu yönetimi, sosyal güvenlik ve mali sektör alanlarında reformlar konusunda atılan adımların olumlu olduğu belirtilerek, şu görüşlere yer verildi:‘Unutulmamalıdır ki; ekonomik temellerin sağlamlaştırılması ve kırılganlıkların azaltılmasına dair son üç yıldır büyük fedakarlıklarla elde edilen kazanımların kalıcı olabilmesi, ancak ve ancak yapısal dönüşümün hızla hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır’ Raporda dikkat çeken değerlendirmelerden biri de cari açığa ilişkin. ‘Açığın yüksek seyretmesinin aynı zamanda dünyadaki likidite eğilimlerini değişmesi karşısında ülke ekonomilerinin kırılganlığının arttığı’ belirtildi. Bu açıdan, FED’in faiz artırımının dikkatle izlenmesi ve cari açığın alt kalemleriyle sıkı takip edilip, ‘Gidişatta muhtemel bir sorun öngörülmesi durumunda mali disiplinden taviz verilmeyerek, gerekirse tüketim malı artışının kontrol altında tutulmasına yönelik ‘seçici önlemler’ alınması’ da istendi.
button
Yazının Devamını Oku 
5 Ağustos 2004
<B>IMF</B>’yle 2005 sonrası 3 yıllık stand-by anlaşması yapmak, siyasi açıdan değerlendirildiğinde Hükümetin işine gelecek formül olarak ortaya çıkıyor. Daha önce piyasalarda, ‘Hükümetin AB’yi bekleyip olumlu haber çıkması halinde stand-by’a yanaşmayacağı’ yönünde oluşan beklentiler, bu hafta IMF Heyeti'nin gelmesiyle tersine döndü. Ancak yine de bazı piyasa oyuncuları tedirginliği koruyor ve Heyetin gelişinin yeni stand-by anlamına gelmediğini, AKP içindeki IMF muhaliflerinin baskın çıkabileceğinden korkuyor.
Ancak Ankara’daki son gelişmeler yeni, hem de 3 yıllık bir stand-by anlaşması beklentilerini giderek güçlendiriyor. Devlet Bakanı Ali Babacan’ın uzun süreli stand-by anlaşmasından yana olduğu, son cari işlemler açığı rakamlarını kullanıp, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı da ikna ettiği söyleniyor.
Bu arada bazı üst düzey bürokratların görüştükleri piyasa oyuncularına, ‘3 yıllık stand-by anlaşması yapılacağı’nı söylediklerini de öğreniyoruz.
Babacan’ın uzun süredir stand-by anlaşmasından yana olduğunu, bunu görüştüğü özel sektör yetkililerine söyleyip, ‘Adım IMF’ciye çıksa da buna razıyım’ dediğini biliyoruz.
Başbakanın ikna olmasında, her şeyden önce cari işlemler açığının bu kadar yüksek çıkması ve piyasalarda tedirginlik oluşmasının büyük etkisi olduğu söyleniyor. Bunun yanı sıra Babacan’ın Başbakanı ikna ederken, reel faizlerin düşmediğini, ancak stand-by anlaşması yapılıp açıklanması halinde reel faizlerin düşeceğini, reel faizler düştükçe de insanların yatırıma yönelecekleri ve istihdamın da ancak bu yolla artırılabileceğini söylediği tahmin ediliyor. Bunun da ötesinde kurlardaki düşük seyrin böyle gitmeyip, cari açık büyüyüp dövize talep olması halinde dövizde bir düzeltme hareketi olabileceğini söylediği de düşünülüyor.
Başbakan'ın bu kararı almasında, AB’nin uyarısı üzerine ‘IMF’yle stand-by anlaşması yapılmasının tam üyelik sürecinin başlatılmasını kolaylaştıracağı’ telkinin rol oynamış olabileceği de, söylenenler arasında.
10 MİLYAR DOLAR
Hükümetin 3 yıllık stand-by anlaşmasına razı olması halinde piyasaların bundan olumlu etkileneceğini kaydeden bir bankacı, ‘siyasi olarak bakıldığında da 3 yıllık anlaşmanın Hükümetin işine geleceğini’ iddia etti. 2 yıllık bir stand-by anlaşması halinde 2007’nin Şubat ayında bu anlaşmanın biteceğini hatırlatan bankacı, bunun bir seçim öncesi Hükümetin işine gelmeyeceğini çünkü o zamandan sonra da yine borçların ertelenmesi gerekeceğini, IMF’yle seçim öncesi masaya oturmanın ise siyasi açıdan yanlış olacağını kaydetti. Aynı bankacı bunun yerine Hükümetin 3 yıllık bir anlaşma imzalayıp, 2002 seçimleri öncesinde olduğu gibi, 2007 seçimleri öncesinde 1-2 gözden geçirmeyi atlatarak seçime avantajlı girebileceğini söyledi. Bankacı, Erdoğan’ın bu siyasi argüman nedeniyle 3 yıllık anlaşmayı kabul etmiş olabileceğini de ifade etti.
Bu arada son cari işlemler açığı rakamlarıyla birlikte 3 yıllık bir stand-by’dan Hükümetin kaçamayacağı da belirtilenler arasında. Yurt dışında büyüyen açık nedeniyle bazı büyük yatırımcılarda tedirginlik doğduğunu hatta yeni stand-by anlaşması sonrasında bile bu tedirginliği atılmaya çalışılacağını kaydeden bir bankacı ise, bazı olumsuz görüşlere karşılık 3 yıllık stand-by anlaşmasının yabancıların çoğunu tatmin edebileceğini söyledi.
Bu arada stand-by anlaşması karşılığında IMF’den alınacak yeni kredi miktarının da uluslararası piyasalarda Türkiye’ye bakışı etkileyeceği belirtiliyor. Hem iç, hem dış piyasalarda toplam 10 milyar doların üzerinde finansman öngören bir anlaşma yapılması beklenirken, 2005 yılında IMF’ye yapılacak 8 milyar dolarlık ödemeye karşılık, en az 4-5 milyar dolarlık yeni kredinin alınması gerektiği belirtiliyor. Bu miktarda bir kaynak girişinin kesinleşmesi ve uzun süreli bir stand-by anlaşması yapılması halinde, yıl sonunu beklemeden yeniden portföy bazında yabancı sermaye girişi yaşanabileceğine de dikkat çekiliyor.
Yazının Devamını Oku 
3 Ağustos 2004
<B>IMF</B>’nin isteği oldu ve Türkiye hiç olmadık zamanda, <B>‘Gelin yeni programı görüşelim’</B> talebinde bulundu. IMF Heyeti dün geldi, hemen çalışmalar başladı. Siz olsanız, tatile çıktığınız dönemde, birileri kapınızı çalıp, ‘Ne olur gel, şu işi halledelim’ dese, ‘Bu adam daha önce konuşalım dedim yanaşmamıştı, şimdi ‘acele gel’ diyorsa demek ki çok sıkışmış’ demez misiniz?
Yani, IMF ‘Hükümet sonunda dediğimize geldi’ diye düşünüp, masaya oturduğunda kendi isteklerini kabul ettirmek için daha ısrarcı olacaktır.
Peki niye böyle oldu? Daha önce ‘IMF’yle stand-by anlaşması yapacağınızı bir an önce açıklayın’ dendiğinde kendi bildiğini okumaya devam eden Hükümet, niye şimdi Heyeti alelacele çağırdı? Bu geçen süre içinde ne değişti? Peki, Babacan’ın dediğine göre eylül ayında karar verilecekken, zaten e-mail ile tablolar tartışılırken, neden Heyetin Ankara’ya yüzyüze görüşmeye çağrılması gereği duyuldu?
Bu soruların yanıtları, Hükümetin artık sıkıştığını açıkca ortaya koyuyor.
Çünkü dünya petrol fiyatları aldı başını gidiyor ve düşeceği yok. Çünkü cari açık beklenenin çok üstüne çıktı ve önümüzdeki yıllarda stand-by yapılmayıp yüksek IMF ödemeleri de gerçekleşirse, cari açığın finansmanında büyük sıkıntı duyulacağı açıkca görülmeye başladı. Çünkü reel faizler düşmüyor ve bunun en büyük nedeni IMF’yle olan belirsizlik.
Peki bunlar şimdi mi anlaşıldı, zaten gidişat bunu göstermiyor muydu?
Tabi ki gösteriyordu, yazıldı çizildi ama ‘yumurta kapıya gelmediğinde’ karar alınmadığı için, yine her şeyin üst üste gelmesi beklendi.
Ne kadar tepki gösterseler de, Hükümetin Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin uyarılarından etkilendiği de belli. Demek ki iyi olmuş...
Yani IMF Heyeti, piyasalara, ‘Bakın biz IMF’yle anlaşma yapacağız, bu nedenle tedirgin olmayın’ mesajı vermek için çağrıldı.
BİLMİYOR MUYDU
Peki Babacan bunları bilmiyor muydu, neden bu kadar bekledi?
Babacan bunu biliyordu ve IMF Heyeti'ni daha önce çağırmak istedi ama yapamadı. Babacan’ın biriken bu sorunlar üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’a ‘Artık çağırmamız lazım, aksi takdirde piyasalar kötü olacak’ diye uyarıp ancak ikna edebildiğini sanıyorum.
Şimdi neler olabilir, ona bakacak olursak; her şeyden önce kimse artık yüzde 4-5’lik faiz dışı fazla hedefleri beklemesin. IMF’nin yüksek faiz dışı fazla konusundaki ısrarı biliniyordu, şimdi bu ısrarını IMF daha kolay hayata geçirebilecek. Yani artık 6’nın altında bir rakam olmaz.
Sosyal güvenlik reformu, bankacılık reformu gibi alanlarda daha sıkı tedbirler gündeme geleceği gibi, mali disiplin konusunda da ek tedbirlerin gündeme gelmesi kaçınılmaz olacak. Yani IMF işi şimdi daha da sıkı tutacak.
Zaten, hiç ilgisi yokken Devlet Bakanı Ali Babacan’ın dün Afyon’da ekonomik programın bazı parametlerine ve hedeflerine değinmesi de, IMF’nin bu isteklerini kabul ettireceğini ortaya koydu. Babacan, ‘çok yüksek faiz dışı fazla vermeye önümüzdeki yıllarda da devam edileceğini’ açıkladı. Yine enflasyon hedefi olarak 2005 için yüzde 8, 2006 için yüzde 5, 2007 için yüzde 4 rakamlarını verdi. Kimse şüphe etmesin ki; bütün bu rakamlar daha gelmeden önce IMF Heyeti ile üzerinde mutabık kalınmış hedeflerdir. Babacan, program açıklandığında, ‘Aslında bu hedefler bizim hedeflerimiz, biz bu hedefleri IMF’ye kabul ettirdik’ diyebilmek için, Afyon’da açıklamalarda bulundu.
Aynı şekilde eylül ayında karar verileceğini açıklaması da, artık IMF’nin karar verilmesini istemesi nedeniyle...
Neyse, gelinen nokta olumlu. Hükümet gelişmelerin arkasında sürüklenmek, sıkıştığında IMF’yi çağırmak yerine, kendi inisiyatifiyle bu işi yapsaydı, işi kolaylaşacak, başta reel faiz olmak üzere maliyeti az olacaktı ama olsun.
Umarız Hükümet, ‘3 yıllık bir stand-by’ ile piyasaların yatışacağını da, artık görmüştür.
Yazının Devamını Oku 
2 Ağustos 2004
<B>CUMARTESİ </B>günü Hazine’den yapılan açıklama ile IMF Heyetinin ekonomik programı görüşmek için çağrıldığının açıklanması, herkes için sürpriz oldu. Böyle bir ziyaretin kesinlikle gündemde olmadığı öğrenilirken, kararın geçtiğimiz hafta, açıklamadan iki-üç gün önce alınıp, IMF’ten talepte bulunulduğu belirtildi.
IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam ve ekibinin bu hafta içerisinde Ankara’da olması beklenirken, ‘Tatilde oldukları bir dönemde alelacele Ankara’ya çağrılmaları’nın, herkes için olduğu gibi IMF heyetinde yeralan uzmanlar için de sürpriz olduğu söyleniyor.
IMF’in ani bir kararla Ankara’ya çağrılmasının ardında biraz ‘panik havası’ seziliyor. Tren kazasının ardından kamuoyunun AKP iktidarına gösterdiği yoğun tepki, ardından cari işlemler açığı ve içtalep konusunda gelen tehlikeli sinyaller ve Merkez Bankası’nın yaptığı uyarıların, ekonomi yönetimini telaşlandırdığı ve piyasalara güven vermek için IMF Heyetinin çağrıldığı söyleniyor. IMF ile, 3 yıllık ekonomik program konusunda e-mail ve faks trafiğinin zaten varolduğunu kaydeden yetkililer,. ‘Önümüzdeki dönemde de, yüzyüze gelinmeden rakamların tartışılması gündemde iken, karşılıklı görüşme için Heyetin Ankara’ya çağrılması, piyasalara güven verme amacının dışında bir şey olamaz’ yorumunu yapanlar çoğunlukta.
IMF Heyetinin ani geliş haberi, kamuoyunda ‘Hükümet yeni stand-by’a razı oldu’ biçiminde algılandı. Yetkililer, ‘Zaten adına ‘biz yapıyoruz’ dense de, IMF’le yeni bir stand-by yapılacağını herkes biliyordu ama alelacele çağrılması ekonomi yönetiminde bir telaşın başladığını, piyasalara bu havayı verme amacının öne çıktığını gösteriyor’ dediler.
Peki, IMF heyetinin alelacele çağrılması, gerçekten Hükümetin yeni stand-by anlaşmasına razı olduğunu gösteriyor mu? Yetkililer, dışarıdaki olumsuz gelişmeler ve finansman sıkıntısı nedeniyle zaten stand-by’ın kaçınılmaz olduğunu ama stand-by’ın süresinin önemli olduğunu belirterek, ‘Bu davet tek başına Hükümetin piyasaların istediği formüle yanaştığını göstermiyor, önemli olan Hükümetin uzun süre daha sıkı gidilmesine razı olması’ dediler.
IMF Heyetinin özellikle yüksek faiz dışı fazla konusunda ısrarcı olduğu biliniyor ve görüşmelerin kilit noktasını bu konu oluşturuyor.
Brekk: Türkiye tarihi fırsatı kaçırmamalı
IMF’in Türkiye Temsilciliğinin açılması epeyce tartışma yaratmıştı. Koalisyon Hükümeti döneminde, bundan 4 yıl önce yaşanan karşı çıkışları hatırlıyorum da; Temsilciliğin açılışı gerçekten zor olmuştu. Temsilciliği kuran, IMF’in Türkiye’deki ilk temsilcisi Odd Per Brekk, kendisi söylemese de, o günleri epeyce sıkıntılı geçirmişti.
IMF Türkiye Temsilciliğine artık alıştık. Kotasının çok üstünde kredi çeken, krizler geçiren ama aynı zamanda IMF’in başarı öyküsü olan bu süreç, IMF tarihine de geçmeye aday.
Temsilciliğin açılması ve IMF politikalarına duyulan tepkiye rağmen Türkiye Temsilciliğine az tepki gelmesinin ardında, Brekk’in, genlerinden gelen soğukkanlı tutumu ve herkesle uzlaşma yönünde tavır alması etkili oldu. Yani Brekk, iyi bir uluslar arası memur olduğunu bu süreçte ispatladı.
3 yıllığına bu göreve atanan ama herkesin mutabakatıyla görev süresi 1 yıl uzatılan Brekk, bu hafta sonunda ülkesi İsveç’e dönüyor. Tatil sonrasında ise Brekk’i, ‘IMF Endonezya Masa Şefliği’ gibi önemli bir görev bekliyor.
Brekk ile geçtiğimiz Cuma günü, Referans Gazetesi için ‘Veda Röportajı’ yaptık. Bu görüşmenin ertesi günü, Hazine’den yapılan açıklamada IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam’ın, 3 yıllık orta vadeli programı tartışmak üzere Ankara’ya çağrıldığı açıklandı. Brekk görüşmemizde renk vermedi ama kesin olan bir şey vardı ki; bu ziyareti biliyordu.
İşte bu nedenle Brekk’le yaptığımız söyleşi ayrı bir önem kazandı. 2 gün boyunca Referans Gazetesi’nde yayımlanacak olan söyleşimizde Brekk, büyümeden cari işlemler açığına, Merkez Bankası bağımsızlığından bağımsız kuruluşlara olan bakışa, alınması gereken önlemlerden Türkiye’deki Pazar ekonomisine kadar çeşitli konulardaki sorularımızı yanıtladı.
İşte, iyi bir uluslar arası memur olan Brekk’in söylediklerinin, yeni orta vadeli programa IMF’in bakışını göstermesi açısından kritik öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Brekk’i Türkiye’nin geleceği açısından umutlu gördük. Ancak yapılması gerekenleri saymaktan, dikkatli bir dille uyarılarını yapmaktan da geri durmuyor. Brekk her şeyden önce Türkiye’nin çok büyük bir potansiyeli olduğunu söylüyor ve ‘Yakalanan tarihi fırsatın kullanılması’nı istiyor. Brekk, gelinen nokta için şunları söyledi:
‘Ben tamamıyla inanıyorum ki; Türk ekonomisinin büyük bir potansiyeli var. Coğrafi konumu gereği zaten var fakat lokasyondan da daha önemlisi insanları ve gittikçe çok daha kalifiye ve iyi eğitimli olan genç jenerasyonu, son derece dinamik iş alemi ve özel sektörü ile bu potansiyeli var. Türkiye’de Hükümet şu anda Türkiye’nin potansiyelini gerçekleştirmek ve geçmişteki hayal kırıklıklarının önüne geçmek için tarihi bir fırsatı yakalamış durumda. Umut ediyorum ve diliyorum ki hem hükümet hem özel sektör herkes biraraya gelip, ekonomik programa tam destek verip, Türkiye’nin gerçek potansiyelini ortaya çıkarırlar’
Brekk ile söyleşimizde, bu 4 yıl sonunda genlerinden gelen soğukkanlılığın, kişisel ilişkilerde yerini çok daha sıcak kanlı bir ilişki tarzına dönüştüğünü gözledik. Türkiye’de çok iyi dostluklar ve arkadaşlıklar kurduğunu zaten biliyorduk. Brekk, kişisel olarak şunları söyledi:
‘Kişisel düzeyde hem ben hem de ailem Türkiye’de dört yıl geçirmeyi bir imtiyaz olarak görüyoruz. Bir çok arkadaş edindik. Türk insanından misafirperverlik ve sıcak kanlılığı öğrendik. Şu anda ayrılıyoruz ama biliyoruz ki; bir çok sefer Türkiye’ye tekrar geleceğiz.’
Şener, IMF’cilere tatlı-sert olacak mı?
GEÇTİĞİMİZ hafta içerisinde Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin çok yerinde uyarıları oldu. ‘Aman ha gevşemeyelim’ mealindeki uyarıların arkasında yatan önemli kaygılar var ve Merkez Bankası’nın bence bu uyarları yapması da gerekiyordu.
Çünkü deneyimli Serdengeçti, geçmişte yaşananları çok iyi biliyor ve açıkcası Hükümetin gevşemesinden, gerekli önlemleri zamanında almaya yanaşmamasından, sonunda da bütün çekilen bu sıkıntıların boşa gidip, ülke ekonomisinin yeniden çalkantıya girmesinden endişe ediyor. Zaten birçok kişi söylemese de, son dönemde aynı kaygıyı taşıyor.
Ancak bu uyarılara hiç ummadığım bir kişiden, devlet tecrübesi ve soğukkanlılığı ile bildiğim Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’den çok olumsuz bir tepki geldi. Şener, kendisine uymayan bir üslupla ‘Bürokratın Hükümeti uyarma yetkisi yoktur’ diye tepki gösterdi.
Her şeyden önce bir bürokratın hükümeti uyarma yetkisi vardır, üstüne üstlük iyi bir bürokratın, bu görevidir de. İkincisi bu uyarılar Hükümetin kendine çeki düzen verip, başarısız olmasını engellemek için, ülke ekonomisinin sağlığı için yapılan uyarılardır.
AKP Hükümeti hızlı trende olduğu gibi, müsbet ilimleri ilgilendiren kararlarda bile, kendi bildiğini okuyor ve ‘aykırı düşünceye tahammül göstermeyen’ bir tutum takınıyor. Bu otoriter bir rejim özleminden başka birşey değildir.. Uyarıları dinleme, işine gelince ‘kamuoyu tepki göstermedi’ diye yakın, işine gelmeyince kamuoyundan gelen tepkileri yok say, hatta soru sorulmasına bile izin verme, bunun adı baskıcı rejim özleminden başka bir şey değildir. Demokrasi olmadığı ise kesin
Bütün bunları başkalarının yapmasına alışmıştık da, Şener’den gelmesi sürpriz oldu. Şener daha sonra, bence yaptığı hatadan yumuşak iniş için ‘gerekirse tatlı-sert olurum’ gibi demeçler verdi. Şimdi soruyoruz: Serdengeçti’den sonra IMF Başkanı Rodrigo de Rato, ardından Türkiye Masası Şefi Rıza Mogdaham, Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk, özellikle cari işlemler açığı ve büyüme konularında benzer uyarılarda bulundular. Şimdi Başkan Şener, IMF’cilere karşı da tatlı-sert olacak mı? Sahi, onlar da üyesi olduğumuz kuruluşun bürokratları, değil mi? Yoksa IMF uyarınca iyi, kendi bürokratın uyarınca kötü mü? Bu mu IMF’e karşı tutum?
Unutulmasın; Hükümetler ‘yalaka bürokratlar’ ile değil, bilimsel düşünen ve ‘gerektiğinde uyarı yapmaktan kaçınmayacak kadar kendine güvenen bürokratlar’a sahip olduklarında başarılı olurlar. Aksi takdirde yerlerinde sayar, hatta tepetaklak düşerler. Olan da ülkeye olur...
Yazının Devamını Oku 
22 Temmuz 2004
<B>TMSF</B> ve<B> BDDK</B>’nın<B> Çukurova Grubu </B>ile anlaşması, önümüzdeki dönemde çok yoğun tartışılacak konuların başında gelecek. Her şeyden önce 6 milyar dolarlık borcun 4 milyar dolara indirilmesinin, önümüzdeki dönemde bu anlaşmaya imza atanların başına dert açıp açmayacağını hep birlikte göreceğiz. İmza atıldığı zaman her türlü güvence ile bir sorun olmayacağının belirtildiğini ama ileride iktidarlar değiştiğinde sorun olmaz denilen şeylerin bürokratların, bakanların başına büyük dertler açtığını hep birlikte gördük.
Anlaşmanın sağlanmış olması, 20 aylık bir dönemde 4 milyar dolarlık bir ödemenin yapılması, gerçekleştiği takdirde olumlu bir gelişme gibi gözüküyor.
Ancak bu paranın belirtilen sürede ödenip ödenmeyeceği konusunda hálá ciddi endişeler var. Daha önce, çok uzun bir sürede borç ödeme öngören bir protokolün yapıldığı buna rağmen grubun borç ödemeye yanaşmadığı hatırlatılarak, bankacılık çevrelerinde ‘Yeni bir vakit kazanma anlaşması mı?’ sorusunun yayılmasına neden oluyor. Bununla birlikte olayın siyasi bir tarafının bulunup bulunmadığı da sorgulanıyor.
Bu paranın ödenebilmesi için Yapı ve Kredi Bankası’nın satışının kritik bir öneme sahip olduğu görülüyor. Yapı ve Kredi Bankası’nın 2-2,5 milyar dolar etmesi halinde, Çukurova Grubu’nun 800 milyon ile 1 milyar dolar arasında bir gelir elde edebileceği, bunun da 4 milyar dolarlık geri ödeme için çok hayati bir öneme sahip olacağı belirtiliyor. Yetkililer Yapı ve Kredi Bankası’nın açıklamasında 1 milyar dolarlık da hisse satışı öngörüldüğünü belirtirken, toplam ödemenin 5 milyar dolara çıkmış olması, şüpheleri artırıyor.
Bu arada grubun elinde bulunan Yapı ve Kredi Bankası hissesinin yüzde 40’a bile varmadığı, talip firmaların en az yüzde 50 hisse isteyeceği, bu oranda bir satışın olabilmesi için mutlaka TMSF’nin sahip olduğu hisselerin birlikte satılması ihtiyacı bulduğu hatırlatılıyor ve bunun da anlaşmayı zorlaştıracak bir unsur olabileceği kaydediliyor.
Yapı ve Kredi Bankası’nın satışı için ise mutlaka grubun borcunu ödemesi ve bankadan 1 milyar dolarlık hisse alımını gerçekleştirip, Bankanın ihtiyaç duyduğu likiditeyi sağlamasının büyük önem taşıdığı görülüyor.
Yapı ve Kredi Bankası’nın satışı için ise mutlaka makro ekonomik istikranın sağlanması ve alıcı olabilecek yabancıların güvenebileceği bir ortamın oluşturulması gerekiyor. Bunun için ise Hükümetin ayak sürüdüğü IMF’le stand-by öngören bir anlaşmanın yapılması ve Aralık ayında AB’den müzakere sürecinin başlatılması kararının çıkması gerekiyor. Aksi takdirde tüm bankacılık sektörü için olduğu gibi, Yapı ve Kredi Bankası için de satış hayli zor olacak. Sektörün tümünde sıkıntısı duyulan özkaynak sorununu aşabilmesi için mutlaka yabancı sermaye gerekiyor ve bunun için makro ekonomik istikrar ‘olmazsa olmaz şart’ görülüyor.
Çukurova anlaşmasına sektörde şüphe duyulmasını sağlayan başka bir unsur da Grubun kredi alacağı kuruluşun kamuoyu tarafından bilinmiyor olması. Bir konsorsiyumun varlığı ve BDDK ile TMSF’nin bu konsorsiyum ile kredi koşulları hakkında bilgi sahibi olduğu belirtiliyor ama kamuoyu bilmediği bir finansör hakkında güven duyamıyor.
Bunun yanı sıra Turkcell’in yabancı ortağı Sonera’nın bu borç ödeme içinde, kendi ortak oldukları şirketin de aktif rol oynamasından rahatsız olduğu biliniyor. Sonera’nın TMSF’ye yaptığı itirazlar hakkında henüz somut bir yanıt verilmiş değil. Eğer daha önce zaten sorun olan bu ortaklık için Sonera tatmin edilemezse, bundan sonra Türkiye’ye yabancı sermaye girişi iyice zorlaşacak.
Garanti Bankası’nın İntesa’ya satışının durması sektör açısından olumsuz bir gelişmeydi. Çukurova anlaşmasının ne olacağı, sektöre getireceği katkı ise önümüzdeki dönemde belli olacak. Ama belli ki Çukurova anlaşması önümüzdeki dönemde hayli tartışılacak.
Yazının Devamını Oku 