11 Eylül 2004
<B>CARİ</B> açıkla ilgili tartışmalar dün açıklanan Büyüme rakamlarıyla birlikte yeni bir biçim alacak. Şimdiye kadar cari açık’ın örtmesiyle arkada kalan aşırı ısınma tartışmaları, bundan sonra daha da öne çıkabilir. Cari açıkla büyümenin ilişkisi zaten konuşuluyordu ama bundan sonra aşırı büyümeye karşı alınacak önlemlerin da tartışılması gerekecek.
Aslında aşırı ısınma bir süredir herkesin dikkatini çekiyordu. Sanayi üretim rakamları bunun ipuçlarını veriyordu. Ancak ithalata karşı alınan bazı küçük önlemler nedeniyle ekonominin ikinci yarıda soğumaya başladığı, en azından içtalep ve büyüme rakamlarındaki trendin kırılmaya başladığı söyleniyordu.
Yapılan hesaplara göre en düşük ihtimalle, yani ikinci yarıda ekonominin planlandığı ölçüde soğuması halinde bile, 2004 yılının büyüme rakamı en düşük yüzde 8.5 olacak. Aksi söyleyenler, üretim potansiyelinin büyüdüğünü ileri sürenler var ama bizce çok büyük rakam. Onun da ötesinde, aşırı büyüme trendinin kırıldığı yönündeki görüşlere o kadar katılmıyoruz. Yani bizce yıllık büyüme rakamının yüzde 9’un altında kalma ihtimali hayli düşük.
Türkiye’de yıllardır yanlış algılanan ‘yüksek büyüme’ için yine aynı yanlış algılamanın devam ettiğini görüyoruz. Politikacılar ‘ekonomi ne kadar yüksek büyürse o kadar iyidir ’ anlayışını devam ettiriyorlar. Bu yüksek büyüme rakamlarından sonra politikacıların sık sık hava attıkları görürseniz, şaşırmayın. Çünkü politikacılar sanki bu bir hesap işi değilmiş gibi, sanki ‘yüzde 5 büyüyeceğim derken bunun iki katı büyümenin başka, çok daha büyük sıkıntılar çıkarmazmış’ gibi davranmayı tercih ediyorlar.
Düşünsenize; siz hesabınızı kitabınızı yapıp ‘yüzde 5 büyüyeceğim’ diyorsunuz ama sonunda yüzde 10 büyüyorsunuz.Bu büyümenin ne pahasına olduğunu düşünmez, bu yüksek büyümenin bozacağı, son günlerde tartıştığımız cari açık gibi, başka sonuçlarını gözardı ederseniz, şimdiye kadar olduğu gibi, bir yıl bu kadar yüksek büyür ardındaki yıl eksi büyürsünüz. Hep öyle olmadı mı?
UYARILAR BAŞLADI
Türkiye’de en büyük sorun işsizlik, bunu herkes kabul ediyor. Ancak politikacıların anlamadığı şey; mümkün olduğunca fazla büyümenin işsizliği o derece azaltmadığı. Bunu Hükümet, son iki yıldır da yaşıyor ama yine de göremiyorlar.
İşsizliği önlemenin yolu, ‘yüksek büyüme’den değil, ‘sürdürülebilir büyüme’den geçiyor. Siz mali disiplini bozmaz, enflasyonla mücadeleye ciddi biçimde devam eder, gerekli yapısal tedbirleri alırsanız, yani ekonomik programa sadık kalıp gerekenleri yaparsanız, birkaç yıl sonra işsizlikte çok daha önemli adımların atılacağı, gerçek istikrarı yakalarsınız. Yoksa bir yıl yüksek büyüyeceğim der, ertesi yıllarda çekeceğiniz sıkıntıyı düşünmezseniz, sonuçta istikrarı yeniden bozar, dolayısıyla işsizliği daha fazla artırırsınız.
Türkiye ekonomisindeki aşırı ısınma bundan sonra iktisatçıların ve yabancı bankaların daha fazla ilgisini çekecektir. Zaten bu yönde ciddi eleştiriler de gelmeye başladı. Condor Adviser önceki gün bir açıklama yapıp, ‘Türk ekonomisindeki büyümenin sürdürülemeyecek kadar güçlü hale geldiğini belirterek, ‘Eğer Hükümet ekonomiyi acilen yavaşlatmazsa gelecek yıl Türkiye kendisini lirada devalüasyon ve ciddi bir ekonomik krizin ortasında bulabilir’ dedi.
Yapılan açıklamada yüksek büyümeyi finans etmek için artan ve 30 milyar dolara varan bankaların yurt dışından kullandıkları sendikasyon kredilerinin, geri ödemesinde riskler oluştuğu da belirtiliyor.
Aynı açıklamada AB’den gelecek olumsuz bir mesajın , faizlerde ve enflasyonda olası bir artışın önemli miktarda yabancı sermaye kaçışına, devalüasyona ve ekonomide hızlı daralmaya yol açma tehlikesine de değiniliyor.
Yani aşırı büyüme nedeniyle tedirginliğin arttığını gözlemliyoruz ve önümüzdeki günlerde bu yöndeki raporlar, demeçlerin artması sürpriz olmamalı.
Yazının Devamını Oku 
9 Eylül 2004
<B>TÜSİAD</B> Yönetim Kurulu iki gündür Ankara’da temaslarda bulunuyor. Bu temaslar, <B>Ömer Sabancı</B>’nın Başkanlığında, TÜSİAD’ın ilk Ankara turu sayılabilir. Dün öğlen saatlerinde TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ile Ankara temaslarını konuşma imkanı bulduk. Özetlemek gerekirse; TÜSİAD, AB ile ilişkiler, AB’ye uyum için yapılanlar konusunda oldukça iyimser ve Hükümeti takdir eden bir tutum içinde. Buna karşılık özellikle yapısal tedbirler konusunda Hükümete eleştirileri var ve bu konuda mutlaka ‘hızlı ve radikal adımlar’ atılmasını istiyor. Aldığımız hava o ki; Hükümete yapısallarla ilgili uyarılarını iletmişler ama ne kadar ‘yapıyoruz’ yanıtı alsalar da çok tatmin olmamışlar.
Ömer Sabancı yapısal tedbirler üzerinde önemle duruyor. Ankara’ya gelmeden önce Mersin, Adana, Tarsus’ta temaslarda bulunmuş ve ekonominin geleceği açısından yapısal tedbirler bir sorun olarak, oralarda da açıkca belirtilmiş. Bu nedenle kayıtdışı ekonominin önlenmesi, bu çevçevede gelir idaresinin yeniden yapılandırılması, sosyal güvenlik reformu, özelleştirme konularındaki tedbirlerin ‘hemen’ hayata geçmesi gerektiğini söylüyor. Sabancı, şu anda en büyük sorunun işsizlik olduğunu, bu sorunun çözümü için de yapısal tedbirlerin biran önce gerçekleştirilmesi gerektiğini kaydediyor. İşsizliğe çözüm bulunması için mutlaka yabancı sermayenin çekilmesi gerektiğinin de altını çiziyor. TÜSİAD olarak, Başbakan başta olmak üzere Hükümet üyeleriyle yaptıkları temaslarda, bu konunun üzerinde önemle durmuşlar.
TÜSİAD, Sabancı Başkanlığındaki temaslarını, aldığımız izlenim o ki; ekonomi ve AB ile ilişkiler konusunda sınırlı tutmaya özen göstermiş. Örneğin ‘zina’nın gündeme gelip gelmediğini sorduğumuzda Sabancı, bu görüşmelerde gündeme gelmediğini ama zina konusundaki tavırlarının açık olduğunu, kamuoyuna açıkladıklarını söylüyor. ‘Ekonomide ısınma’ gibi konulara fazla girilmediği ama cari açık konusunda ‘açığın sürdürülebilirliği’ ile sınırlı olmak üzere, kaygıların dile getirildiği izlenimini edindik.
Sabancı, artık mevcut iyileşmelerle kendimizi sınırlı tutmamamız gerektiğini, çok daha ileriye bakarak, bir strateji benimseyip şimdiden buna göre adım atmak zorunda olduğumuzu söylüyor. Bu çerçevede teşviklerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini, öncelikli sektörlerin belirlenip, ‘Şurada, şu sektöre, şu kadar" gibi somut teşviklerle ortaya çıkılması gerektiği görüşünde. 36 ile verilen teşvikler için ‘O öyle yürüsün ama daha kapsamlı çalışmaya ihtiyaç var" diyen Sabancı, bazı sektörlerde artık teşvik verilmemesi kararı alınıp, ‘teşviklerin teşvik gibi olmasını’ istiyor.
FAİZ İNDİRİMİ
Sabancı’ya, dün sabah saatlerinde yapılan Merkez Bankası’nın faiz indirimini de sorduk. TÜSİAD’ın Merkez Bankası yönetimine güveni tam ve bunu açık açık söylüyorlar. Sabancı enflasyonla mücadele ve para politikası konusunda Merkez Bankası’na duyulan güvenin iyileşmede önemli rol oynadığı görüşünde Bu çerçevede faiz indirimi kararı konusunda da ‘Merkez Bankası gerek görüp yapmıştır’ görüşünü taşıyor.
Bu arada bazı TÜSİAD yönetim kurulu üyelerine bürokratlarla yenilen yemeği soruyoruz. Bir üye, ‘Akşamki yemekte Başkana ‘faizin artık indirilmesi lazım’ dedik, bin dereden su getirdi, indirim olacağına ilişkin en ufak renk vermedi’ diyor. Yani Merkez Bankası indirimle herkese sürpriz yapmış oldu.
Bankacı olan bu üyeye, ‘Faiz indiriminin sakıncaları olup olamayacağını da soruyoruz’ ama O da Merkez Bankası yönetimine olan güvenin altını çizip, ‘O işini bilir’ havasını taşıyor.
Şahsen, Merkez Bankası yönetimi için, ‘Eğer faiz indiriyorsa gerçekten bir bildiği vardır’ görüşünü taşıyanlardanız. Ancak tedirginliğimiz olduğunu da söylemeden edemeyeceğiz. Hele ki iki puanlık indirim ‘Ekonomide bir ısınma olmadığı’ anlamına gelmez mi? Eğer ısınma varsa, cari açık sorunsa 2 puanlık indirim, yanlış bir sinyal niteliği taşımaz mı? Piyasa baskısı bu indirimde ne kadar rol oynadı? Neden 1 puanlık indirimle yetinilip, ‘Temkinli tutum’ sürdürülmedi. Bunlar, yanıtlanması gereken sorular olarak ortada duruyor...
Yazının Devamını Oku 
7 Eylül 2004
<B>MALİYE </B> Bakanı<B> Kemal Unakıtan</B>, geçen hafta bankacılarla yaptığı toplantıda <B> ‘özelleştirmenin başarısız gösterildiği’</B>nden yakınmış. Bu yıl 1 milyar doların üzerine özelleştirme rakamına ulaşmalarına rağmen ‘özelleştirme başarısız’ damgası yediklerini, halbuki çok sayıda özelleştirme yaptıklarını kaydeden Unakıtan, bu yargının oluşmasına neden olan büyük şirketlerin satışında da yıl sonuna kadar önemli şeyler olabileceğini söylemiş.
Bizce gerçekten çok sayıda küçük şirketin, ya da şirketlerdeki küçük kamu hisselerinin satışında önemli aşamalar kaydedildi ama baştan öyle bir beklenti yaratıldı ki bu satışlar başarılı görünmeye yetmedi.
Gerçekten de özelleştirmede çıta çok yükseğe kondu. Özelleştirmede beklenti yönetimi yanlış yapıldı; çok büyük hedefler verilip, geçmiş yıllara kıyasla daha fazla yapılan özelleştirmeler bile, bu büyük hedeflerin altında ezildi. Başarısız görüntünün en büyük nedeni bu.
Unakıtan, bankacılarla yaptığı toplantıda, daha sonra kamuoyuna da açıkladığı, ‘CHP’nin özelleştirme mantığı’nı da eleştirmeden yapamamış, Unakıtan, CHP’nin Korkuteli’ndeki Antalya Ferrokrom tesislerinin satışına ilişkin iddialarını bankacılarla yaptığı toplantıda gündeme getirip, ‘Tesise 25-30 milyon dolar aktarıyorduk, özelleştirme ile en azından bundan kurtulduk ama CHP olaya böyle bakmıyor’ demiş.
Unakıtan, CHP’nin evvelden beri özelleştirme işine çok doğru bakmadığı konusunda haklı. CHP, bu konuda popülist yaklaşımını sürdürüyor.
Ancak özelleştirmede başarısız görünme konusunda en kusurlu kişilerden birinin Maliye Bakanı'nın kendisi olduğu da açık. Özelleştirme konusunda abartılı demeçler verip, ardından yaşanan hayal kırıklıkları ister istemez herşeyin önüne geçti. Unakıtan son olarak da ‘Özelleştirmeye laf edenin dili tutulsun’ cümlesi yüzünden yeniden gündeme geldi. Unakıtan, dün bir açıklamayla kendisinin beddua olarak algılanacak bir şey söylemediğini, ‘dili tutulsun değil, dili tutulur’ dediğini duyurdu.
Unakıtan son dönemde, sık sık söylediklerinin basında yeralması üzerine, yazılı açıklamalar yaptığının acaba farkında mı? Acaba özelleştirmede gerçek gündemi saptıran bu tür söylemler konusunda kendi üslubu sorun yaratmıyor mu?
1.3 MİLYAR DOLARLIK ÖZELLEŞTİRME
Özelleştirme İdaresi yetkilileri de oluşan havadan rahatsız. Bu nedenle kamuoyunun önüne çıkıp konuşmaktan kaçınıyorlar. Daha doğrusu, artık iş yapıp da kamuoyuna önüne çıkmak istiyorlar.
İdare yetkilileri bu yıl 1.3 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirdiklerini, portföylerindeki büyük işletmeler dışındaki satışlarda epeyce yol alındığını belirtiyor. İdare yetkilileri baştan 4 milyar dolarlık hedef konması nedeniyle, elde edilen başarıların da gözden kaçtığı gerçeğini kabul ediyorlar.
Büyük şirketlerin özelleştirilmesi konusunda ise kendilerini ‘yanlış anlaşılmış’ hissediyorlar. Kamuoyunda yasal olarak yeni bir şey yapılıp yapılmayacağının sorulduğunu kaydeden yetkililer, mevcut yasanın aslında İdare’ye her türlü yetkiyi verdiğini ve yapılan ihalelerin yasaya uygun olduğunu söylüyorlar. Yetkililer, buna rağmen yargıda ‘bu idari yetkinin kullanımı’ konusunda takdir yetkisi kullanıldığını, hem de İdare aleyhine kullanıldığını hatırlatarak, kendilerine göre mevcut yasanın işleri çözeceğinin altını çiziyorlar.
Bu arada Tekel’in yeniden satış sunulması için şimdi daha uygun bir ortamın geldiği, Tüpraş için yargı kararının netleşmesini beklediklerini, bütün bunlar için ekim ayından sonra harekete geçileceğini kaydediyorlar. Telekom’da çok sağlam gitmek istediklerini, THY’de halk arz olacağını kaydeden yetkililer, kamuoyunda ‘halka arz’ konusunda da yanlış izlenim olduğunu, bu büyük işletmelerin tümüyle halka arzla satılmasının mümkün olmadığını kaydediyorlar.
Kısacası, morali bozulmuş özelleştirme, yeniden atağa geçmek için kuvvet topluyor.
Yazının Devamını Oku 
6 Eylül 2004
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>hafta salı günü Maliye Bakanı <B>Kemal Unakıtan </B>Bankalar Birliği Yönetim Kurulu üyesi bankacılarla bir toplantı yaptı. Her zamanki gibi samimi bir havada geçen toplantıda Unakıtan, ekonomik gelişmelerle ilgili bankacıların da nabzını tutmaya çalıştı.
Öğrendiğimize göre en hararetli tartışmalar Unakıtan’ın ‘Bu reel faizleri nasıl düşüreceğiz?’ sorusu üzerine gerçekleşti. Bazı banka genel müdürleri Merkez Bankası’nın faizleri indirmekte geç kaldığını, faizleri indirmesi halinde reel faizlerin de düşeceği görüşünü savunurken, bazı genel müdürler ise ‘Merkez Bankası’nın temkinli tutumunun olumlu olduğunu’ söylediler. Merkez Bankası’nın faiz artırma esnekliğinin olmadığını, bu nedenle faiz indirirken çok temkinli davranmasının normal karşılanması gerektiğini kaydeden bu bankacılar, reel faizlerin ancak Hükümetin güven vermesiyle, ileriye dönük risk algılamasının kalkmasıyla düşebileceğini, reel faizin ülke riskini gösterdiğini söylediler.
Bazı bankacıların işi ileri götürüp, üstü kapalı biçimde, ‘faizleri indirmesi için Merkez Bankası’na baskı yapılması’ talebine karşılık ise Maliye Bakanı Unakıtan’ın ‘Merkez Bankası özerk, biz bir şey söyleyemiyoruz, siz bu talebinizi Başkana kendiniz iletin’ dediğini öğrendik. Bunun üzerine araya giren bazı bankacıların ise zaten yakında Merkez Bankası Başkanı’na bir ziyaret düşündüklerini, bu konuları kendisiyle ve elemanlarıyla zaten konuştuklarını, taleplerini kendilerinin ileteceğini söyleyerek, durumu kurtarmaya çalıştılar.
Maliye Bakanı Unakıtan’ın banka genel müdürleriyle yaptığı konuşmada ayrıca cari açık konusunun gündeme geldiğini, Unakıtan’ın ‘endişe duymadığını’ söylediğini öğrendik. Bu işin aslının mali disiplin olduğunu kaydeden Unakıtan, ‘cari açığın da mali disiplinden vazgeçildiğinde sorun olacağını, herkesin mali disiplinden en ufak bir taviz verilmediğini göreceğini, hiç gevşemeyeceklerini’ söyledi.
Bu toplantıda bankacıların ‘biran önce IMF’le anlaşmanın kesinleştiğinin açıklanması gerektiği’ uyarısı üzerine Unakıtan’ın bu konuda kimsenin şüphe duymaması gerektiğini, anlaşmanın imzalanacağını söylemiş. Bu arada bankacıların ‘sokakta tezgah açıp kredi kartı dağıtıyorlar’ şeklindeki görüşün yanlış olduğunu, kendilerinin başvuru aldığını Bakana da anlatmaya çalıştıkları ve kredi kartıyla ilgili oluşan olumsuz havanın yanlışlığına değindiklerini öğrendik. Unakıtan’ın ise yanlış anlaşıldıklarını belirterek, kredi kartında piyasaya aykırı bir şey yapmayacaklarını, yapılacak düzenlemenin genel bir düzenleme olacağını söylediği kaydedildi. Kredi kartı faizlerinin yüksekliği konusundaki eleştirileri de yanıtlayan bankacıların, yurt dışındaki faiz örneklerini saydıkları belirtildi.
Unakıtan’ın bu olayın abartıldığını kaydederek, kredi kartı konusunun abartılmasında ‘Bazı oda başkanlarının yaygaralarının rol oynadığını’ söylediği kaydedildi. Bankacılar Bakan Unakıtan’ın kastettiği kişiyi Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün olarak anladılar.
Babacan’dan TİM ve DTM’ye ‘cari açık’ fırçası
GEÇEN hafta Ankara’da yapılan Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK) toplantısı ilginç tartışmalara sahne oldu. Devlet Bakanı Ali Babacan’ın başkanlığında yapılan toplantıda yatırım ortamının iyileştirilmesi için kurulan 10 teknik komitenin çalışmaları tek tek gözden geçirilirken, birçok teknik komitenin yeterince çalışmadığı, bir tek ‘şirket kuruluşunda bürokrasiyi azaltmak ‘ için kurulan teknik komitenin işlerini bitirdiği ortaya çıktı. Bazı komitelere çalışmalarını tamamlamaları için yeni süreler verildi.
Bu arada Bakan Babacan’ın dış ticaret rakamlarındaki sapmalar nedeniyle Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ile Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) yetkililerine çıkıştığını öğrendik. Dış ticaret rakamı tahminlerinde görülen sapmalar nedeniyle, geçen ay cari açık rakamının 600 milyon dolar fazla açıklandığını hatırlatan Babacan, ‘Bu yanlışlık nedeniyle oluşan yanlış beklentiler nedeniyle tüm ekonominin fatura ödediğini’ söyledi. Bakan Babacan’ın bir daha böyle yanlışlık yapılmaması, daha dikkatli olunması isteğine karşılık TİM ve DTM yetkililerinin tahminlerin neden yanlış olduğu konusunda bazı argümanlar ileri sürdükleri ancak bunların çoğunun yanlışlığının da toplantıda ortaya çıktığı öğrenildi.
TOBB TEPKİSİ
Aynı toplantıda TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da yeni kurulan ithalatçı birliklerine sert eleştiriler getirdiğini öğrendik. Hisarcıklıoğlu, ‘bürokrasiyi azaltmaya çalışırken ithalatçı birlikleriyle bürokrasinin yeniden artırıldığını’ eleştirisini getirmiş ve bunun da ötesinde özel sektörün üzerine yeni yükler yüklendiğini kaydetmiş. Hisarcıklıoğlu, ithalatçı birliklerinin kuruluşunun çok yanlış olduğunu belirterek, kaldırılmasını istemiş.
Hisarcıklıoğlu, ithalatçı birliklerinin kurulma nedeni olarak ‘ithalat rakamlarının alınması’nın gösterildiğini hatırlatarak, bunun için ayrı birlik kurmaya ihtiyaç olmadığı gibi bu verilerin toplanması konusunda TOBB olarak her türlü işi ve maliyeti yükleneceğini söylemiş.
Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in bulunmadığı toplantıda, DTM yetkililerinin ithalatçı birliklerinin kuruluşunu savundukları, birara ‘bu ayrı meslek’ dedikleri öğrenilirken, Hisarcıklıoğlu’nun ‘Dünyanın neresinde ithalatçı veya ihracatçı diye meslek var. Tüccar vardır sanayici vardır, ithalatçı ihracatçı diye meslek yoktur’ dediği öğrenildi. Bu konudaki tartışmaların uzaması ve sertleşmesi üzerine Bakan Babacan’ın bu konuyu Ekonomik Koordinasyon Kurulu’na getirilmesini istediği kaydedildi.
Bu arada ithalatçı birliklerinin kaldırılması konusundaki tartışmalarda YASED Başkanı Şaban Erdikler’in Hisarcıklıoğlu’na destek verdiği, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı’nın sessiz kaldığı, TİM Başkanı Oğuz Satıcı’nın ise DTM yetkililerinin arkasında durarak, ithalatçı birliklerinin kuruluşunu savunduğu da görüldü.
TEPAV kuruldu
YAKLAŞIK 1,5 yıldır hazırlık çalışmaları devam eden Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) kuruldu. İlk mütevelli heyet toplantısını geçen hafta Ankara’da yapan TEPAV’ın ilk yönetim Kurulu da belli oldu.
TEPAV’ın amacı ‘Türkiye’de kamu politikalarının tasarımı ve performansı konularında açıklık sağlamak, siyasetçiler, bürokratlar, aydınlar ve tüm toplum kesimlerinin katılımı ile farklı politika seçeneklerinin olası etkilerinin değerlendirileceği tarafsız ve güvenilir bir tartışma ortamı oluşturmak’ olarak belirtiliyor.
TEPAV yetkilileri Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ciddi iktisat politikaları tercihleri yapmak durumunda kalacağını hatırlatarak, hem başlayan iktisadi dönüşüm sürecinin, hem de AB müzakere sürecinin performansının kamu politikası tercihlerine bağlı olacağını, TEPAV’ın da bu sürece katkı yapmayı amaçladığını söylüyorlar.
Türk iş dünyasının Türkiye’deki araştırma potansiyelini harekete geçirerek, geleceği yönelik politika tercihlerinin bilgiye dayalı olarak yapılmasını sağlamaya çalışacaklarını kaydedilerek, ‘yapılan çalışmaların değerini ve etkileme kapasitesini artıracak olan unsurun çalışmaların bağımsız bir kurum tarafından yapılması olduğu, bu nedenle vakıf kurulduğu’ belirtildi.
Vakfın hükmi şahsiyetinin idare özerkliği sağlama amaçlı olduğu, mali özerkliği güvence altına alacak biçimde bir ‘Trust Fund’ kurulduğunu kaydeden yetkililer, ‘Belli tutarı TEPAV tarafından kullanılmak üzere 10 milyon dolarlık bu fonun yed-i emin’e devredileceğini’ söylediler. TEPAV’ın kuruluşu ve faaliyete geçmesi için gerekli maddi katkı ise TOBB tarafından sağlandı. Bu desteğe karşılık Vakfın faaliyetinde özerk olacağı belirtilirken, TOBB ’un 10 milyon dolarlık bir fon oluşturup TEPAV’a bunun sadece nemasını kullandıracağı, Vakfın çalışmaları için ayrı finansman kaynakları da oluşturacağı kaydedildi.
TEPAV’ın ilk yönetim kurulu üyeleri ise şöyle saptandı: Rifat Hisarcıklıoğlu, Mehmet Balduk, Nejat Koçer, Bülent Koşmaz, Hasan Ersel, Güven Sak ve Gündüz Aktan.
Vakfın kurulup araştırmalara başlayacağı zamanın, AB’den müzakere tarihi beklenen döneme denk gelmesinin, Vakfın önemini daha da artırması bekleniyor.
Yazının Devamını Oku 
4 Eylül 2004
<B>İMAR</B> Bankası için kurulan komisyonun hazırladığı rapor ve BDDK Başkanı <B>Tevfik Bilgin</B>’in rapora verdiği tepki, iyi bakıldığında, Türk bankacılık sisteminde neden sorun çıktığını, neden bu sorunların devam edeceğini açıkca ortaya koyuyor. IMF, değil Türkiye’de, tüm dünyada ‘örnek olay’ sayılan İmar Bankası’nın batışının nedenlerini araştırmak, aksayan yönlerin neler olduğunu ortaya çıkarmak, bu aksaklıkların yeni yasal düzenlemelerle giderilmesi amacıyla, bir komisyon kurulmasını istedi. Bunu IMF’nin aklına sokan da eski BDDK yönetimi idi. Komisyonun kuruluşu Niyet Mektubu’na girdi ama ekonomi yönetimi bu komisyonun kuruluşunu savsakladı. Komisyon için isimler önerdiler ama IMF bu isimleri ‘tarafsız olamayacakları’ için reddetti. Böylece süre uzatıldı ama IMF ısrar etti ve son olarak bu komisyonun yabancı uzmanlardan kurulmasını istedi. Bunun üzerine komisyona Türk uzmanların da girmesi istendi ama IMF bunu kabul etmedi. Çünkü niyetin ‘BDDK’nın komisyona murakıp sokup kontrol etmek isteği’ olduğunu gördü.
Yani IMF’nin ısrarıyla, deneyimli Fransız Bankacı Jean- Louis Fort ve İngiliz Bankacı Peter Hayward, İmar Bankası olayını soruşturmakla görevlendirildi. Komisyonun 28 sayfalık raporu önceki gün Hazine internet sitesinde yayımlandı ve ortalık birbirine girdi.
Bizce BDDK Başkanı Tevfik Bilgin böyle bir rapor çıkmasını bekliyordu ve rapora o kadar önem verilmemesi gerektiğini ima eden sözler etmişti. Çünkü herkes gibi Bilgin de biliyordu ki; murakıplık sistemi ve murakıpların yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar ortaya çıkacaktı.
Ve açıklanan komisyon raporu, bankalar yeminli murakıplık sisteminin yanlış işlediğini, denetim yapısının değişmesi gerektiğini, uzmanların yetersizliğini açıkca ortaya koyuyor, İmar Bankası olayında bu yapının önemli rol oynadığını söylüyordu.
Raporda Kurul’da ‘tecrübe çeşitliliği’ olması gerektiği, Kurul’un daha etkin çalışması için kamu ve akademik dünya dışında özel sektör tecrübesi olan kişilerin üye yapılmasını, bu yapılamıyorsa Kurul toplantılarına part-time danışmanların sokulmasını söylüyor. Kurumdaki birimler arasında kopukluk olduğu, bağımsız denetim raporlarıyla murakıp raporlarının resmen değiştirilmesi , her iki tarafın da birbirlerinin görüşünü bilmesi gerektiği, murakıpların çifte kayıtı ortaya çıkarmak için yeterli donanıma sahip olmadıkları açıkca yazıyor...
BYMK DEĞİL, ANLAYIN
Tevfik Bilgin tabi ki bu eleştirilere, hem de anında, sert tepki gösterdi. ‘Komisyonda Türk olsaydı rapor farklı olurdu’ şeklindeki garip sözlerinin ardında yatan nedenleri şimdi anladınız mı? Bilgin, neredeyse raporda belirtilen tüm eleştirilere baştan karşı çıkıyor. Aslında Bilgin’in söyledikleri, kişisel görüşleri olmayabilir. Çünkü Bilgin uzun süredir sistem dışındaydı ama murakıp olduğu için Kurul’un başına getirildi. O zaman BDDK başkanının murakıp olmasının, hem denetim hem de idare aynı mantığa bırakılamayacağı için yanlış olduğunu söylemiştik. Derdimiz Bilgin’in kişiliği değil, formasyonu idi.
Bilgin’in büyük ihtimalle, ‘Kurul’un baskısıyla yaptığı bu sert açıklama, BDDK Başkanı’nın neden murakıp olmaması gerektiğini açıkca ortaya koydu. Çünkü BDDK, BYMK (Banka Yeminli Murakıplar Kurulu) ile aynı şey değildir ve olmamalıdır...
Komisyon raporunda ‘tecrübe çeşitliliği’ diye, ‘Murakıpların yetersizliği’ diye, ‘Kurula özel sektörden atama yapılsın’ diye söylenenler de bu... Hem Başkan hem Başkan yardımcıları, hem başkan danışmanları hepsi murakıp olursa ‘tecrübe çeşitliliği’ nerede? Murakıplar etkinlikleri azalacak, ‘giderek tümüyle tekellerine aldıkları bankacılık sistemi’ne, değişen çağa ayak uydurmuş yeterli uzmanların girmesine kapı aralıyor diye rapora bu kadar çok kızdılar. Yıllardır denetim sisteminin değişmesine murakıpların karşı çıktığını biliyoruz. Komisyona murakıp koyamayınca, yabancı uzmanların BDDK’da yaptıkları temaslarda yanlarına güvendikleri murakıpları koydular, herkese ‘kötü şeyler konuşmayın’ diye tembih ettiler ama görüldüğü gibi, mızrak çuvala sığmadı... Bakalım Hükümet yasada ne yapacak?
Şimdi anladınız mı, IMF’nin neden Türk uzman istemediğini..
Yazının Devamını Oku 
2 Eylül 2004
<B>TÜRKİYE</B>’nin uluslararası ilişkileri kritik bir dönemeçte. AKP Hükümeti’nin uluslararası ilişkilerde çok daha hassas bir döneme girdiğini gözlüyoruz. Bu ilişkiler o kadar karmaşık ve hassas ki, ekonomi dahil Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek. Bu ilişkilerde ekonomik çıkarların giderek öne çıktığı ve Türkiye’nin bu aşamada önemli kararlar vermesi gerektiği de ortada.
İşte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ziyaretini de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Hem İran’ın hem de Rusya’nın Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılmak istedikleri, özellikle enerji açısından bu ülkelerin refah bölgesi Avrupa’yı kendilerine bağlamak ve bu yolla kendi çıkarlarını geliştirmek ve sağlamlaştırmak istedikleri zaten biliniyor.
Tayyip Erdoğan’ın İran gezisini bu kapsamda değerlendirirsek, İran’ın istediği anlaşmanın yani Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılımın gerçekleşmemiş olması nedeniyle diğer projelere onay vermediğini rahatlıkla görebiliriz..
Rus Devlet Başkanı’nın ziyaretinde de ağırlığı enerji konuları oluşturacak.
Enerji Bakanlığı yetkilileri kabul etmiyorlar ama Mavi Akım konusunun yine görüşmelerde ön planda olmasını bekliyoruz. Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından Rusya’ya yüzde 65 oranında bir bağımlılığı kabul etmeye yanaşmadığı, hem fiyatları hem de alım miktarını azaltmaya çalıştığını ve Rusya’nın buna yanaşmadığını biliyoruz. Putin görüşmesinde de yine bu konunun açılacağını öğrendik. Türk tarafı belki de Putin’in ziyaretini fırsat bilip fiyat veya miktarın en az birinde, biraz taviz almaya çalışacak gibi geliyor. Sonuç ne olur tabi ki bilemiyoruz ama Rus tarafının yapılacak yeni hatlar konusunda istediğini elde etmesi halinde bir miktar yumuşama gösterebileceği de söylenenler arasında.
Şu anda gündemde 2 ayrı yeni petrol hattı projesi var. İki hat için çabalayan Türk özel sektör şirketleri de, hem ABD’li hem de Rus ortaklar bulmuş durumdalar. Türk tarafı Samsun-Ceyhan hattını savunurken, Trakya hattı için bastıran kuruluşlar olduğu da biliniyor.
Türkiye’nin yeni petrol hattının devreye sokulması için Bakü-Ceyhan hattının devreye girmesini bekleme taraftarı olduğunu, yeni hattın buna alternatif yaratmayacak biçimde dizayn edilmesini istediğini duyuyoruz.
Bütün bu hatlar Türkiye’nin boğaz trafiğinin güvenliği açısından, tanker taşımacılığını hafifletmek amacıyla düşünülen projeler. Tüm taraflar bu hassasiyeti kabul ediyor ama doğal olarak, kim daha fazla pay kapmak istiyorsa o hattın mücadelesini veriyor.
Bunların dışında gündemde irili ufaklı çok proje var ama belli ki Putin ile görüşmelerin nirengi noktasını petrol ve doğalgaz boru hatları, Türkiye’nin alım miktarı ve Rusya’nın Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılma isteğinin müzakeresi oluşturacak.
ENERJİDE HASSAS OYUN
Enerji kaynaklarının paylaşımının nelere yol açtığını, büyük uluslararası çıkarları, savaşları izliyoruz. Herkes doğal olarak, kendi oyununu oynuyor...
Türkiye enerji koridoru olma özelliği nedeniyle, bu oyunu çok hassas ve stratejik çıkarlarına zarar vermeyecek biçimde oynamak zorunda.
Eğer bu oyunu iyi oynayabilirse, Türkiye’nin ekonomisini ve gelecekteki konumunu iyileştirmesi, bu yolla halkına daha fazla refah dağıtması imkanı var. Aynı şekilde bu oyunu kötü oynadığı takdirde, hassas dengeleri iyi idare edemediği sürece, çok hassas bir denge üzerinde giden ekonominin yeniden sorunlarla karşılaşma riski de bulunuyor. Bu da halkın daha da fakirleşmesi anlamına gelir.
AKP Hükümeti bu oyunu oynarken, yani ülkenin çıkarları için politika güderken, İslami yönünü bir yana bırakıp, işe tümüyle ulusal çıkarlar açısından yani, halka daha fazla refah dağıtma açısından bakması gerekiyor.
Belki bunun için ‘İsrail’e üstüste çekilen restler’ gibi, tabanı tatmin etmeye dönük politikalardan da uzak durma zorunda. Çünkü devlet adamlığı bunu gerektiriyor. Sonuçta kötü oynanacak oyunun, AKP tabanı da dahil, halka fatura edileceğini herkes görmek durumunda...
Yazının Devamını Oku 
31 Ağustos 2004
<B>EYLÜL</B> ayı, zaten yaz rehavetinin tamamlanıp, piyasaların hareketlenmeye başladığı bir dönemdir. Genellikle eylül-aralık sonu için yeni plan yapılır ve yerlisi, yabancısı tüm piyasa aktörleri yaptıkları bu plana göre oyunlarını oynamaya çalışır. Bu yıl eylülde başlayacak hareketin çok daha canlı olmasını bekliyoruz. Çünkü AB gibi, IMF'yle yeni stand-by anlaşması gibi satın alınmış beklentiler bulunurken, bu beklentilerin nasıl gerçekleşeceği bu dönemde netlik kazanacak. Artı olarak bu yıl piyasaları hareketlendirecek çok önemli bir unsur olarak cari işlemler açığının alacağı şekil bekleniyor.
Eylül sonu itibariyle hem stand-by anlaşmasının ne olacağı, ne kadarlık bir taze para içereceği, hem ekonomik programın anahatları belli olacak. Aynı dönemde AB Komisyonunun ekim ayı başında yayımlanacak Türkiye raporunun nasıl çıkacağı da belli olmaya başlayacak.
Herkes AB Komisyonu'ndan olumlu bir rapor çıkmasını bekliyor. Bu yoğun beklenti nedeniyle, herkes buna teşne olacağı için, pürüzlü bir rapor çıksa bile, Hükümetin bunu "başarı" olarak satması da kolaylaşacak.
IMF Heyeti'nin de eylül ortasından sonra Ankara'ya geleceğini düşünürsek, eylül sonuna doğru piyasaları hareketlendirecek haberlerin bolluğu da kendiliğinden ortaya çıkıyor. AB Komisyonunun raporu yayımlanana kadar bu hareket devam edecek.
Yabancıların bu dönemde alacakları tavır, piyasalardaki hareketin boyutlarını önemli ölçüde belirleyeceğe benziyor. Bankacılar şu anda Hazine Bonosu'nda 9.5 katrilyon lira, yani 6.5 milyar dolar civarı yabancı bulunduğunu, overnight ve türev piyasalarla birlikte, her an harekete geçecek bu yabancı parasının 8-9 milyar dolar civarında olduğunu söylüyorlar. Bunun yanısıra çabuk hareket edemeyen hisse senedinde de 8-9 milyar dolarlık yabancı parası bulunuyor.
Bazı bankacılar, beklentiler gerçekleşeceği için, bonodaki yabancı parasının bir bölümünün artık çıkacağını, buna karşılık AB ve stand-by anlaşmasının kesinleşmesiyle birlikte bonoya yeni yabancıların da geleceğini söylüyorlar. Bunun yanısıra birara 15-20 milyar dolar denilen, AB'ye aday ülkelere giden özel fonlar bulunduğu, şu anda bu fonların büyüklüğü için bir rakam verilemediği ama Bulgaristan ve Romanya'nın bu kategoride kaldığı, Türkiye'nin de, potaya girmesiyle bu tür fonların gelmesi için en şanslı ülkelerden biri olacağı söyleniyor. Ancak bankacılar, bu fonlar konusunda şimdilik somut bir rakam verilemediğini, bu ay Avrupa ve ABD'de yapacakları temaslarda aracı kurumların bu tür fonları da araştıracağını söylüyorlar.
Kısacası; bir hareket olacak ama hareketin nasıl olacağı, ne kadarlık bir yabancı girişi olacağı, net kısa vadeli sermaye hareketinin artı mı eksi mi olacağı henüz bilinmiyor.
Eylül ortası gibi kendini hissettirmeye başlayacak olan hareketliliğin yılsonuna kadar sürmesi beklenirken, bu hareketli dönemi "en az 6 ay" olarak tahmin eden bankacılar da var. Özellikle cari işlemler açığının alacağı boyut nedeniyle kurlarda iniş ve çıkışların yaşanması bekleniyor. Faizde de yabancı giriş çıkışlarının etkisiyle, yine canlı bir seyir tahmin ediliyor.
Bu arada yılbaşında yeni TL'nin devreye gireceğini, uluslararası ilişkiler konusunda yeni gelişmelerin gündeme gelebileceğini de unutmamak gerekiyor.
Yani IMF'yle yeni stand-by anlaşması yapılsa da, AB Komisyonu'ndan olumlu rapor çıksa da, herşey hallolmuş olmuyor. "AB'den olumlu rapor gelecek herşey çok iyi olacak, para gelecek, ihya olacağız" demekle iş bitmiyor, belki de asıl ondan sonra başlıyor.
Yazının Devamını Oku 
30 Ağustos 2004
<B>YAKLAŞAN</B> <B>‘Ekim Raporu’ </B>nedeniyle, Ankara’da <B>‘AB telaşı’ şimdiden başladı.</B> Dışişleri Bakanlığı ve AB Genel Sekreterliği hummalı bir çalışmaya girerken, Başbakan <B>Tayyip Erdoğan </B>da Eylül ayının ikinci yarısında yoğunlaşacak bir ziyaret trafiğine hazırlanıyor. AB Komisyonu tarafından Ekim ayı başında son şekli verilecek olan rapora ilişkin taslaklar ortalıkta dolaşmaya başladı. Komisyon bürokratları tarafından hazırlanan taslaklarda Türkiye’ye ilişkin, hiçbir aday ülke raporunda yer almayan ibarelerin yer alacağı haberleri piyasaları biraz tedirgin etti. Bu arada Hollanda’dan gelen benzer talepler de rapora bu tür şartların konulacağı beklentisini artırmaya başladı.Raporda kadın hakları ve köye dönüş konusunda eleştiriler yer alması beklenirken, bu eleştirilerin rapordan çıkarılması ya da çıkarılamazsa bile dozunun düşürülmesi çabaları da başlatıldı.
AB Genel Sekreterliği yetkilileri Ceza Kanununda mutlaka değişiklik yapılması gerektiğini belirtirken, ‘Hükümetin Eylül ortası bu kanun için TBMM’yi toplama kararı alması çok önemli. Buradaki tek sıkıntı CHP’nin de Hükümetle birlikte davranıp davranmayacağı. Ekim ayı başına, yani rapora son şekli verilene kadar ceza kanununun çıkması için mutlaka CHP ile birlikte hızlı hareket edilmesi gerekiyor’ yorumunu yaptılar.
Bu konuda Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile görüşmesi ve buradaki havanın olumlu olduğu hatırlatılırken, mutlaka bu olumlu havanın devam ettirilip Eylül sonuna kadar ceza kanunun çıkması gerektiğinin altı çiziliyor.
Çok açık olarak telafuz edilmemekle birlikte, Eylül ayı içinde terör olaylarının artmasından,
PKK ile yeni bir yoğun çatışma ortamının doğmasından da hala korkulduğunu gözlüyoruz.
Genel Sekreterlik yetkilileri, Rapor metninin çok kritik olduğunu, bu nedenle raporun son şeklini alacağı zaman yaklaştıkça tedirginliğin artmasının doğal olduğunu kaydediyor. Bir üst düzey yetkili, ‘Son geceye kadar raporun nasıl çıkacağı tam olarak bilinemez’ derken, bir aylık çok zorlu bir maratonun başladığını ifade ediyor.
Verheugen’e ‘raporda açık bırakma’ ricası
BU maraton içinde en önemli dönemeçlerden biri, Avrupa Komisyonu genişlemeden sorumlu üyesi Gunther Verheugen’in 4-5 Eylül tarihlerinde yapacağı Ankara ziyareti. Verheugen’in 3-4 Eylül’de Hollanda’da yapılacak AB ülkeleri gayri resmi Dışişleri bakanları toplantısının ardından Türkiye’ye gelecek olması, ziyaretin önemini artırıyor.
Genel Sekreterlik yetkilileri, bu ziyaretin hayati önem taşıdığını belirtirken, Verheugen’e verilecek en önemli mesaj hakkında, ‘Komisyon raporunun üye ülke politikacıları tarafından eğilip bükülmeyecek kadar net ve boşluk bırakılmadan hazırlanması isteğimiz olacak’ bilgisini verdiler. Komisyon raporunun esnek hazırlanması halinde Aralık’ta kaza olasılığının artacağını kaydeden yetkililer, ‘Bu nedenle mutlaka komisyon raporunun kesin bir dille yazılması gerekiyor’ şeklinde konuştular. Yetkililer, her ülkenin kendi içinde çok sayıda dengesi bulunduğunu hatırlatarak, Komisyon raporunda bazı boşluklar bulunması halinde hangi ülkenin o boşluğu nasıl dolduracağının tam olarak kestirilemeyeceğini belirterek, bu nedenle esnek bir rapor halinde Aralık’a kadar işlerin çok zorlaşabileceğini söylediler.
Bu arada olumlu rapor çıkması halinde, yani önümüzdeki yıl tam üyelik sürecinin başlatılması halinde ise Türkiye’nin hazırlıksız yakalanacağı, asıl işlerin ondan sonra başlayacağı konusunda, konuyu bilen hemen herkes hemfikir durumda.
Bu arada Rapora, hiçbir aday ülkeye olmadığı biçimde örneğin ‘Komisyona Parlamento kararına gerek kalmaksızın görüşmeleri kesme yetkisi’ verileceği anlamına gelen ibareler eklenmesi,hala ‘muhtemel bir gelişme’ olarak görülüyor.
Bu durumda raporun ne şekilde değerlendirilmesi gerektiği ise şimdiden ayrı bir tartışma konusu olmaya başladı. Yetkililer, aslında çok manidar olan bu tür ibarelerin bile Hükümet tarafından ‘başarı’ olarak gösterilmesinin büyük bir ihtimal olduğunun altını çizerken ‘Hükümet sadece gelecek yıl görüşmelerin başlaması kararını satacak’ yorumunu yapıyorlar.
Hükümetin her halükarda Ekim Raporunu ‘olumlu’ olarak satma ihtiyacı bulunduğunu kaydeden yetkililer, bunun, her şeyden önce Hükümetin çeşitli kesimlerle çatışma pahasına aldığı önlemleri savunabilmesi için gerektiğini , aksi takdirde AB karşıtlarının hükümeti topa tutacağını kaydediyorlar.
Bizce bundan da önemlisi, Hükümet ekonomideki kırılganlığın farkında ve piyasalara bu raporu, ne olursa olsun ‘olumlu’ olarak satmaya çalışacak.
Özellikle cari açığın artık büyük bir risk olarak algılanmaya başladığı bu dönemde, Hükümetin ekonomideki dengeyi sürdürebilmesi için mutlaka AB başarısını satmaya ve bu yolla iyileşmeyi sürdürmeye ihtiyacı bulunuyor.
Bu nedenle sadece Dışişleri Bakanlığı yetkilileri değil, ekonomi yönetimi de soluğunu tutmuş bu bir aylık sürenin bitmesini ve olumlu bir rapor çıkmasını bekliyor. Konuyla ilgili bir bakan özel sohbetimizde, mevcut ekonomik dengenin sürdürülmesi konusunda, ‘Mutlaka olumlu rapor çıkmak zorunda’ diye özetledi.
Başta bakanlar olmak üzere, ekonomi yetkililerinin son dönemde cari açığın milli gelire oranının yüzde 4’ü aşmasının, hatta 5’i bulmasının, tehlike olmadığının üzerinde durdukları gözlenirken, çeşitli Avrupa ülkelerindeki 6-7’lik oranları örnek gösterdiklerini hatırlatan yetkililer, bunların çoğunun da AB’ye aday ülkeler olmasının dikkat çektiğini belirtiyorlar.
Cari açık miktarı ve milli gelire oranının, yükselmesine rağmen tehlike olarak algılanmaması için AB’den mutlaka olumlu rapor çıkması ve sonraki aşama olarak da önümüzdeki yıl görüşmelerin başlaması gerektiğini kaydeden bir bankacı, ‘Olumlu rapor çıkmazsa yüzde 4’lük oran bile tehlike olarak algılanır ama olumlu rapor, oranın yüzde 5’in üzerine çıkmasını bile tehlike olarak algılanmaktan çıkarabilir’ dediler.
Olumlu rapor piyasalarda kırılganlığı artıracak
HERKES Ekim ayı başında olumlu bir rapor çıkmasını umarken, şimdilik çoğu kişi olumlu rapor çıkması halinde piyasaların alacağı şekli, düşünmüyor bile...
Halbuki olumlu rapor çıkması halinde bu kez sıcak paranın artacak olması nedeniyle piyasalarda zaten varolan kırılganlığın iyice artması tehlikesi bulunuyor. Aynı dönemde IMF’le yeni stand-by anlaşmasının netleşmesi beklenirken. bununla birlikte Ekim ayı başında olumlu rapor gelmesi halinde, olumlu hava iyice pompalanması ve bunun sonucu olarak sıcak para girişinin hızlanması bekleniyor.
Sayıları az olsa da, bazı bankacılar şimdiden, bu girişin ne kadar olabileceğini ve ne zaman geleceğini hesaplamaya başladılar bile. Son günlerde yabancı fon yöneticilerinin ziyaretlerinin yeniden arttığı gözlenirken, bir bankacı kendi tahminini ‘Eğer raporun iyi çıkacağı konusunda beklentiler artarsa, ön almak için Eylül sonundan itibaren sıcak para girişi hızlanır’ şeklinde açıkladı. Aynı bankacı, yıl sonuna kadar gelecek yeni sıcak para miktarını ise ‘3 milyar dolar civarında’ tahmin ediyor. Yani toplam 9 milyar dolar olarak belirtilen mevcut sıcak para miktarının yıl sonunda 12 milyar doları bulabileceği tahmin ediliyor.
Yeni gelecek kısa vadeli sermayenin büyük bölümünün, faiz düşüşü beklenen bonoya geleceği tahmin edilirken, bu başlı başına kırılganlığı artıran bir unsur olacak. Döviz fiyatlarının yeniden düşmesinin yaratacağı sıkıntının yanısıra, en küçük bir aksilik halinde 3-4 milyar doların yurtdışına çıkma ihtimalinin ortaya çıkmış olması, ‘korkulması gereken bir unsur’ haline geliyor. Çünkü bu miktarda bir çıkışın, çok daha büyük miktarların çıkışı ve dengesizlikleri tetikleyici olmasından, haklı olarak, korkuluyor.
Şimdilik bu tehlike, dediğimiz gibi çok küçük bir çevrede tartışılmaya başladı ama Eylül sonundan itibaren herhalde daha yoğun konuşulmaya başlanacak.
Yani AB’den olumlu rapor beklerken, yaracağı kırılganlıklara da çok dikkat etmek gerekiyor. Gidilecek yolda ilerledikçe, hataya tahammül de giderek azalıyor...
Yazının Devamını Oku 