Teftiş, ‘gerek yok’ dedi, bakan bürokratı savcılığa gönderdi

BÜROKRATLAR üzerinde teftiş kurulları ‘Demokleşin kılıcı’ gibi, her zaman sallanır.

Teftiş korkusu nedeniyle bürokratların dönem dönem hiç sıkıntı çıkarmayacak kararlara bile imza atmaya çekindikleri görülür. Teftiş kurulu üyelerinin bunu zaman zaman ‘grup çıkarları’ için kullandıkları çok olmuştur.

Özellikle Başbakanlık Teftiş Kurulu, çok korkulan bir makamıdır. Genellikle bir açık bulunur ve bürokratlar için sık sık suç duyularında bulunulmasını isterler. O kadar çok soruşturma, savcılığa gönderme isterler ki; bu nedenle İdare içinde Teftiş Kurulu’ndan gelen rapora göre bakanların inisiyatif kullanma iradesi oluşmuştur. Yani; bakanlar Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan gelen ‘soruşturma ve savcılık’ taleplerinin bir kısmını kabul etmezler. Yasal olarak bu hakları vardır. Özellikle kendine güvenen bakanların bunu yaptıkları çok görülmüştür. Kimse de o bakana ‘Niye göndermedin’ diyemez.

Bir bakanın Teftiş Kurulu’nun, ‘Bu bürokratın savcılığa gönderilmesine gerek yoktur’ demesine rağmen, o bürokratı savcılığa verdiği ise görülmemiştir.

Geçtiğimiz günlerde, ilk defa bir Bakan, bir bürokratı Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun ‘gerek yok’ demesine rağmen savcılığa gönderdi.

Olay Egebank’la ilgili. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın ‘Bankalar Yeminli Murakıpları raporunun geç işleme konulmasına dair yapılan suç duyurusuyla ilgili’ olarak uzun süredir devam eden yazışmaların sonunda, Devlet Bakanı Ali Babacan, savcılığa bir yazı yazarak bazı bürokratlar hakkında soruşturma izni veren bir yazı yazıyor. Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun yazısında, ‘Zamanın Hazine Banka Kambiyo Genel Müdürlügü yetkilileri olan Bankalar Yeminli Murakıpları Kurul Başkanı İlkay Karakoç, Banka ve Kambiyo Genel Müdürü Adnan Yaylacı, Genel Müdür Yardımcısı Binnur Berberoğlu, ve Daire Başkanı Mesut Yıldırım hakkında soruşturma izni verilmesi, Banka Kambiyo Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Müsteşar Yardımcısı Teoman Kerman’ın ise ilgili görülmediği için, herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığı için soruşturma izni verilmesine gerek olmadığı’ görüşüne yer veriliyor.

Babacan, ise Teftiş Kurulu’nun soruşturma izni istediği Adnan Yaylacı, Binnur Berberoğlu, Mesut Yıldırım hakkında soruşturma izni verirken, Teftiş Kurulu’nun soruşturma izni istediği İlkay Karakoç için soruşturma izni verilmesine gerek olmadığını söyleyip, Karakoç’a soruşturma izni vermiyor.

Babacan, Teftiş Kurulu’nun ‘gerek yoktur’ dediği, zamanın Müsteşar Yardımcısı Teomen Kerman için de soruşturma isteyip, bu talebi Savcılığa gönderiyor.

Soruşturma izni verilmeyen kişi, tanıdığım kadarıyla namuslu, dürüst bir kişidir. Ama Teftiş istemediği halde Babacan’ın soruşturmaya tabi tuttuğu kişi de, en az bir o kadar namuslu, dürüst bir kişidir. Peki bu fark niye?

Şu kadarını söyleyeyim Karakoç murakıp ve duyduğumuza göre Hazine’de Bakanın murakıplarla ilişkisini yürüten danışmanı gibi çalışıyor. Teoman Kerman’ı ise biliyorsunuz; haksız yere Başkan Yardımcılığından alındığı ortaya çıkan, murakıpların BDDK’yı ele geçirmesiyle tasfiye edilen ekibin, eski yetkin ekibin en önemli isimlerinden.

Soruşturma izni gerekçesi ise ‘sorumluluk bütünlüğü’ olarak gösteriliyor.

Başbakan’ın ‘bürokratik oligarşi’ tanımı

BAŞBAKAN
Tayyip Erdoğan, Tüpraş özelleştirmesinin yargıdan dönmesini, ‘bürokratik oligarşi’ olarak tanımladı ve bürokratik oligarşinin işleri engellediğini söyledi. Yani ilk başlarda ‘kurlar düşük’ diye yakınan TOBB delegelerine nasıl ‘Merkez Bankası’nın kapısına gidin, protesto edin’ dediyse, şimdi de özelleştirme olmayınca topu yargıya atıyor.

‘Oligarşi’ tanımını ilk kimin kullandığını, hangi sol örgütlerin bu tanım nedeniyle birbirlerine girdiklerini, bilenler vardır. Daha sonra ‘oligarşi’ tanımı bazı sağ politikacılar tarafından da kullanıldı ve daha sonra onlar siyaset sahnesinden silindiler...

Peki tanım yanlış mı? Doğru ama, herhalde eskiden solculuğa bulaşmış bazı danışmanları, bu tanımın içini doldurmadan sadece ‘bir laf’ olarak vermişler.

Çünkü, özelleştirmenin yapılamaması ise tümüyle siyasi iradeye bağlıdır.

Rahmetli Turgut Özal’ı örnek almaları lazım. Özal ne yaptı biliyor musunuz; bürokrasinin işleyişini, ne yapacağını çok iyi biliyordu. Bu nedenle mevcut bürokrasiyi koruyup yurt içinden, dışından bazı takviyeler yaptı, bürokrasi önce direndi ama sonra saat gibi çalıştı.

Peki AKP ve Başbakan ne yaptı? Olduğu gibi bürokrasiyi değiştirmeye kalktı, özellikle ekonomide, alt düzey görev yapmış, yöneticilik deneyimi olmayan kişileri ‘partiye yakın’ ya da ‘şu gruba yakın’ diye bir yerlere, hem de çok üst düzeylere atadılar. Eskilerden kendisine uyacaklarla çalışma yolunu seçmeyip, tümüyle yeni, deneyimsiz ve çoğu da yetkin olmayan kişileri göreve getirdiler. Öyle olunca, ekonominin diğer birimlerinde ve özelleştirmede hafıza yok oldu ve oraya getirilen kişiler bile eskilerle çalışmak istedikleri halde, tümüyle yeni kişiler işe katıldı ve birçok hata yapıldı.

Bürokrasiyi eğer, işinizi iyi bilip, çalıştırsaydınız, çalışırdı.

AKP iktidarı döneminde Abdullah Gül’ün Dışişleri bürokrasisiyle, hiyerarşisiyle hiç oynamadığını, bu nedenle Dışişlerine bağlı olarak Hükümetin birçok başarı elde ettiğini, herhalde Başbakan da biliyordur. ‘Niye öteki taraflarda bunu yapmadık’ diye hiç düşünüyorlar mı, acaba.

Dışişlerinden iş çıkmasaydı o da ‘bürokratik oligarşi’ tanımı içine sokulacaktı. Ama bürokrasiyi koruyup çalıştırdınız, Dışişleri o kapsamdan çıktı, öyle mi? Eğer öyleyse, o zaman suç nerede? Siz eğer Teftiş Kurulu ‘gerek yok’ dediğiniz halde eski bürokratı savcılığa verirseniz, yeni bürokrat da ‘benim de başıma bu iş gelecek’ diye çalışmaz, imza atmaz. Siz eğer ‘ben çok güçlü iktidarım’ deyip, aksayan yasaları değiştirmeden, hem de teknik olarak yanlış özelleştirme yöntemleriyle bir iş yapmaya kalkışıyorsanız, bunlar yargıdan geri dönünce ‘bürokratik oligarşi’den yakınamazsınız. Suç yasayı uygulayan bürokratta değil. İşi yanlış yapanlarda.

Bankacılık taslağı genelgeye dönüşmüş

‘Kredi Kuruluşları Yasa Taslağı’
adını alan Bankacılık Yasası’ndaki değişiklikler önümüzdeki dönem çok tartışılacak. Şimdiden aksayan yönleri teker teker belirlenmeye başladı.

Ama işin aslına bakıldığında, genel olarak, anlayış olarak ortaya çıkan bazı gerçekler var.

Herşeyden önce; yasa çok aşırı detaylı hazırlanmış, genelge ile düzenlenecek maddeler bile yasa maddesine konmuş. Bunun nedeni belli ki murakıplar başlarına iş gelmesin, özel olarak insiyatif alıp da başlarına iş açılmasın diye, her şeyi yasaya bağlamaya kalkışmışlar. İnsiyatif kullanmayan bir bağımsız kurul olur mu? Olmayacağını herkes biliyor. Peki o yasada yazılı ‘şu işleri yapar’ maddesine birileri bir şey koymayı unuttuysa, yeni yasa mı çıkaracaksınız?.

İkinci çarpıcı nokta; bürokrasinin artırılması, Yasa ile birçok yeni müessese kuruluyor. Bu müesseselerin kurulması yetmiyor bunlara atanacak kişileri, yapacakları işleri her şeyi BDDK belirliyor. Üstüne üstlük bütün bu işlerin finansmanı bankalardan alınacak paralarla yapılıyor. Yani bankacılığın üstündeki yükler artıyor, bankaların insiyatifi azalıyor. Enstitü, ombudsman eğer parası bankalardan çıkarılacak birer çiftlik haline gelirse, kimse şaşırmasın. Gidiş oraya doğru. O kadar çok murakıbı nereden bulacaklar bilmiyorum ama.

Bu yanlışlığı, umarız taslağı inceleyen IMF de görür.
Yazarın Tüm Yazıları