Paylaş
Hilafetin varlığının o dönem yeşertilen Siyonizm’in İsrail planı için ne denli bir ‘engel’ ve hatta ‘tehdit’ olduğu, eli kanlı Netanyahu’nun bugünkü ‘şizofrenik sayıklaması’ ve bir başka Yahudi psikiyatr Sigmund Freud’un ‘bilinçaltı’ incelemesine göre çözümlenebilir.
Siyonizm ve İsrail kurgusunu yapanlar, Ortadoğu topraklarında ‘Büyük İsrail’ tasarımına ulaşmak için ‘din birliği’ ve ‘toprak bütünlüğünü’ ortadan kaldırmaya karar vererek yola çıkmışlardı.
TBMM, 1924’de Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey’in (Kadirbeyoğlu) tek ret oyuna karşılık, 157 oy ile hilafeti kaldırmış ancak gerekçesinde birinci maddede “Halifeliğin hükümet, Cumhuriyet yani TBMM’nin anlam ve kavramı içinde zaten saklı olduğu” ifadesi ile durumu açıklamıştır.
Yıllardır bu konuda sessiz bir tartışma, örtülü bir bekleyiş Türkiye dışındaki coğrafyalarda dahi mevcuttur.
TBMM Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un himayelerinde, İbni Haldun Üniversitesi işbirliği ile Türk-Japon İşadamları Derneği değerli bir etkinlik düzenliyor: ‘Tokyo Camii ve Külliyesi’nin kuruluşunun 88. Yılında Japonya’da Bir Osmanlı seyyahı: Abdürreşid İbrahim Bey Panel ve Segisi.
Peki Abdürreşid İbrahim Bey kimdir?
‘Kazan Türkleri’ndendir. 1857 yılında Sibirya’nın Tara kentinde doğdu. Medrese eğitimi aldıktan sonra İstanbul, Kahire ve Mekke’de ileri düzey dini öğrenim gördü. Rusya’da İslam’ın sesi olmak için gazetecilik ve dini eğitim faaliyetlerinde bulundu.
Sultan Abdülhamit Han’ın da desteği ile 1907 yılında başladığı meşhur Asya seyahati kapsamında Çin, Kore ve Japonya’yı dolaştı. Japonya’da büyük ilgi gördü; özellikle Tokyo’da kurduğu ilişkiler neticesinde Japon entelektüellerini İslam ile tanıştıran öncü isimlerden biri oldu.
1938 yılında Japonya’daki ilk Müslüman ibadethane olan Tokyo Camii’ni kurarak adını tarihe yazdırdı.
O cami, bugün hem Türkiye -Japonya ilişkilerinin hem de İslam’ın Uzak Doğu’daki sembollerinden biri olarak yaşamaya devam ediyor. Burası sadece bir ibadet yeri değil, İslam’ın Japonya’daki ilk kalıcı izi, bir kültürler arası buluşma noktasıydı. Ne yazık ki zaman yapı için acımasız davrandı. Depremler, savaşlar ve şehirleşme camiyi harabeye çevirdi. Ancak o manevi bağ hiçbir zaman yıkılmadı.
Bu yüzyılın başında Tokyo Türk Camii, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncülüğünde, Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliği’nin katkılarıyla mimarisiyle göz kamaştıran yeni yüzüyle ibadete açıldı. Hem daha büyük hem daha estetikti ama asıl önemlisi geçmişin izlerini bugünün anlamıyla harmanlayan bir abideydi.
Bugün Tokyo’daki bu mabet sadece Türklerin değil, Malezya’dan Endonezya’ya, Pakistan’dan Afrika’ya kadar uzanan çok uluslu Müslüman topluluğun da uğrak noktası. Cami, İslam’ı Japon halkına hoşgörüyle tanıtmanın yanı sıra altında faaliyet gösteren kültür merkeziyle de Türk sanatını, kültürünü ve tarihini Japonlara ulaştırıyor.
Ve tüm bu gelişmelerin arkasında, 90’lı yıllarda Tokyo’da görev yapan gazeteci Erdal Güven’in değerli çabaları ve tanıklığı da bugünlere ışık tutuyor: “İlk gittiğimde cami yıkılmıştı. Geride sadece birkaç taş, birkaç fotoğraf ve Tokyo sokaklarında dolaşan büyük bir boşluk vardı. Ama bu boşluğun sadece bir yapıdan ibaret olmadığını, orada yıllar önce yakılmış bir dostluk meşalesinin sönmesine izin verilmemesi gerektiğini hissettim.”
Saygıdeğer Başkan Numan Kurtulmuş’un görev süresi içinde Abdürreşid İbrahim Bey ve benzer ‘inanç’ ile farklı coğrafyalarda, üstelik o dönemin zor koşullarında bayraktarlık yapan hilafet elçilerini tek tek ortaya çıkartması, tanıtması ve tarihi derinliğine uygun onurlandırması önemli ve gereklidir.
Bu tür etkinlikler arttıkça Netahyahu ve onun gibiler daha da çaresizleşecektir.
Paylaş