Paylaş
PİZZA HAMURUNA DENİZ SUYU
Londra’nın Westminster bölgesinde yer alan tarihi İngiliz parlamentosunda katıldığım ilk etkinlik İngiltere’nin Türkiye Ticaret Elçisi, İngiliz parlamenter Afzal Khan ev sahipliğindeki Taste of Türkiye oldu. Türk mutfağının ve Türkiye turizminin tanıtılarak İngiltere ve Türkiye arasında ticari bağların güçlendirilmesinin hedeflendiği etkinlik çok etkileyiciydi.
300 davetlinin katıldığı etkinlikte Hafız Mustafa 1864’ten baklava, lokum, Türk kahvesi ve çayı gibi lezzetleri parlamento üyelerine ikram edildi. Tam bir gastro diplomasi yaşandı.
Gastro diplomasi kavramını ilk kez 2015 yılındaki bir köşe yazımda kullanmışım. O zamandan bu zamana ülkemiz gastronomik değerler üzerinden diplomasi kurma hususunda çok yol kat etti. Bu kavram gastronomik değerler üzerinden farklı coğrafyalardaki kişilerle bağ kurma mantığına dayanıyor.
ABD’deki yabancı ülke mutfakları bunun en iddialı örneği. Birçok Amerikalı seyahat edeceği ülkeyi seçerken mutfakları üzerinden tanımaya başladığı ve beğendiği ülkeleri tercih ediyor.
Tabii unutmamak gerekir ki doğru bir gastro diplomasi için hem etkinliklerin sayısı artmalı ve sürdürülebilir bir stratejide devam etmeli hem de dünyada daha fazla Türk restoranı açılmalı. Hatta bazılarının devlet girişimiyle açılması, ardından özel sektörün şefleri tarafından da desteklenmesi doğru bir formül olabilir.
MARKALAŞMADA 3’LÜ FORMÜL
Parlamentodaki ikram kalitesi başarılıydı. Lakin salonlarda klima olmayışı aniden sıcaklaşan Londra’da davetlileri biraz bunalttı. Güvenlik üst düzeydi. Mekândaki tarihi doku ise hiçbir dekoru aratmadı.
Parlamentonun gösterişli koridorlarından ilerleyip vardığım bir diğer etkinlik European Turkish Brands Association ATMB (Avrupa Türk Markalar Derneği) ile UK Asian Business Council (Asya İş Dünyası Kurulu) ortaklığında gerçekleşen davetti.
Türkiye İngiltere Büyükelçisi Osman Koray Ertaş ile birçok Türk ve İngiliz politikacı ile iş insanının katıldığı etkinlikte ATMB başkanı Vehbi Keleş ile de sohbet ettik. Keleş “Türk firmalarının markalaşması sadece globalleşmeden değil aynı zamanda birebir stratejik ilişkilerin geliştirilmesine de dayanıyor” dedi.
Yıllardır hem ABD’de hem de Avrupa’da Türk firmalarının markalaşmasını takip etmiş biri olarak yurtdışında markalaşmanın üçlü bir saç ayağı olduğunu gözlemledim.
Bunlar vizyon, para ve sabır.
Bu üçü bir arada olmadan olmuyor. Vizyonu olanın parası yok. Parası olanın vizyonu yok. Her ikisi varsa da sabır yok. Her şey birkaç yılda şekillenecek sanılıyor. Sonuçlar hızla gelmezse hemen vazgeçiliyor. Oysaki dünyaca meşhur markalarının kaçıncı jenerasyon çocuklar tarafından ancak ünlü birer marka haline getirilebildiğine bakacak olursak sabrın, sürdürülebilir bir yatırımın, bugünü kurtarmak yerine asla taviz verilmeyen uzun soluklu bir planlamanın ne denli önemli şartlar olduğu ortaya çıkıyor.
Paylaş