Erdal Sağlam

Belli ki SPK Başkanı da gidici

20 Aralık 2005
HER yıl sonuna doğru Abant’ta sermaye piyasasındaki gelişmelerin irdelendiği bir "hafta sonu toplantısı" yapılması adet oldu. Açıkçası daha önceki yıllarda daha geniş katılımlı ve heyecanlı geçen Abant Zirvesi, bu yıl, duyduğumuz kadarıyla biraz sönük geçmiş. Katılamadığımız Abant toplantısından gazetelere yansıyan haberlere baktığımızda, toplantıya bu alandaki polemiklerin damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.

Bu arada çıkan haberlere baktığımızda, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Doğan Cansızlar’ın artık önümüzdeki yıl, en geç görev süresinin dolduğu 2007 Kasım’ında bu görevden ayrılacağının kesinleştiğini söyleyebiliriz.

Daha önce de yazmıştık; tasarruf genelgesi nedeniyle bundan bir-iki ay önce İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ile SPK yetkililerinin karşı karşıya gelmesinde, her iki kurum yönetimlerinin de hataları vardı. Hükümetin bu alanlara kendi adamlarını atamak için bir tasarruf genelgesi oyunu oynadığı, daha doğrusu bunu Başbakanlık yoluyla yaptırdığı, açıktı. Ancak bu iki kurum yöneticileri de yanlış kararlarıyla oyuna katkı sağlamışlardı.

O zaman karşı karşıya gelen bu iki kurum başkanlarının Abant toplantısında verdikleri görüntü, bizi şaşırttı. Cansızlar’ın, sanki daha önce "Başbakanlığa topu atan" kendisi değilmiş gibi, dönüp "Aslında İMKB’nin tasarruf genelgesine girmemesi gerektiğini" söylemesi hayli ilginçti. Ancak ertesi günü bu kez kendisinin de Başbakanlık izni olmadan yurtdışı toplantılara gittiğini söylemesi, şimdiye kadarki çizgisinin tersine, hükümet yetkilileriyle çatışır görünmesi, belirli bir planın uygulamaya konduğunu açığa çıkardı.

Yıllardır bürokrasiyi izleyen, bürokrat tavırları hakkında biraz görüş sahibi bir gazeteci olarak, "Cansızlar’ın SPK’ya yeniden atanmaktan umudunu kestiğini ve bunu kesinleştirdikten sonra, küçük çıkışlar yaparak şimdiye kadar verdiği AKP yanlısı imajını düzeltmeye çalıştığını" rahatlıkla söyleyebiliyorum. Abant’ta bulunan arkadaşlardan aldığım bilgilere göre, Cansızlar’ın bu demeçleri vermesine neden olan "el çak-yer çaka" senaryosu da, benim bu görüşümü pekiştirir bir oyunun oynandığını gösteriyor.

SIRA MERKEZ BANKASI’NDA

Bürokratların bu tür tavırlarının elbette ki, hoş görülmesini sağlayacak unsurlar mevcut, bunu iyi biliyoruz. Ancak keşke kendine güvenen bürokratlar olsa da, bu tür oyunlara gerek duymasalar. Yani keşke görev başındayken bu çıkışları yapabilseler ve "bu koltuğu kaybetmekten fazla kaybı olmayacak kadar nitelikli" dedirtecek bir görüntü verseler. Aksi takdirde hükümetin politikalarına, atamalarına "kayıtsız destekle" yerinde kalmaya çalışıp, daha sonra umudunu kestikten sonra tavır değiştirmek, pek inandırıcı gözükmüyor.

Cansızlar’a böyle bir çıkış ve zamanlama aklını kim verdi bilmiyoruz ama bizce doğru olmadı. Bu tür, "son çıkışlar" çok inandırıcı olamıyor, hiçbir zaman olmadı...

Cansızlar’ın bir süredir sıkıntı içinde olduğunu biliyoruz. Yönetime tümüyle AKP’li kişilerin atanmasıyla artık fazla bir hareket alanı bırakılmamasından rahatsız olduğunun da farkındayız. Yani zaten bir kez daha atanmayacağını kendisi de biliyordu. Dememiz o ki; bütün bu çıkışlara gerek yoktu. Zaten bağlı olduğu resmi makamlarda bile, "Doğan Cansızlar yurtdışı bir göreve tayin isteyip ayrılır artık" beklentisi vardı.

Cansızlar’ın çıkışlarından anlamadığımız tek şey, "Acaba 2007 Kasım ayını beklemeden, önümüzdeki yılın başlarında emekliliğini isteme ya da yurtdışı tayin isteme niyeti mi var?" sorusunun yanıtı oldu. Zamanlama 2007 Kasım’ına göre biraz erken yapılmıştı.

Bu tür tavırlar yılların bürokratı Doğan Cansızlar’a fazla bir şey katacağını zannetmiyoruz. Bunun da ötesinde, Prof. Dr. İsmail Türk’ün kurup bağımsızlığı için büyük mücadele verdiği SPK’ya da bir katkısı olmayacaktır. Hatta zararı olacağını bile söyleyebiliriz.

Cansızlar biraz da AKP’ye yakın bir tavır koyduğu için, "eski dönemin bürokratı" olarak pek görülmüyordu. Şimdi belli ki o da gidici. AKP’nin "tek yer" olarak kalan Merkez Bankası’na gözünü diktiğini, bununla birlikte tümüyle istediğini yapmış olacağını da hatırlatalım.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin şansı 2006’da da sürer mi

19 Aralık 2005
PİYASALAR bir yandan yıl sonu bilançoları için hazırlıklarını yoğunlaştırırken, öte yandan da önümüzdeki yılın muhtemel trendlerini tartışmaya başladılar. Piyasalarda yanıtı aranan en önemli soru ise ‘2006 yılında da Türkiye’nin şansının sürüp sürmeyeceği’ sorusu. Bu sorunun yanıtı için daha çok dış dengelere bakıldığını söylemek gerek. Gerçi özellikle erken seçim tartışmalarının, zaman zaman 2006 yılı içinde gündeme gelmesi bekleniyor ama daha çok uluslar arası likiditenin alacağı seyir merak konusu.

Kim ne derse desin, son yıllarda ekonomik dengelerdeki iyileşmede, uluslar arası likiditenin Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler lehine seyretmesinin, büyük katkısı oldu. Şimdi bu seyrin devam edip etmeyeceği, bunun içerde yaratacağı etki kestirilmeye çalışılıyor. ABD’den gelen son haberler, ‘çeyrek puanlık faiz artırımlarının bir-kaç seferden sonra duracağı’ yolunda bir beklenti oluşturdu. Bu nedenle şimdilik, ABD faiz artırımlarından korkulmuyor.

Yani bu gelişme karşısında bizim gibi gelişmekte olan piyasalara fon akımının süreceği yolundaki beklenti arttı. Risk algılamasında çok önemli bir değişiklik olmazsa, Türkiye’ye 2006 yılında da fon akımının sürmesi, faiz ve dövizdeki seyrin de sürdürülmesine büyük katkı sağlayacak. Tabi içeride önemli bir sıkıntı çıkmadığı takdirde...

Son yıllarda, yılbaşına yakın beklentiler oluşturulurken, daha çok ABD’deki ikiz açıklarının uluslar arası bir çöküşe yol açıp açmayacağı, petrol fiyatlarının yükselip yükselmeyeceği gibi tedirginlikler dile getirilirdi. Bu yıl da aynı beklentiler dile getiriliyor ama geçen yıllara kıyasla tedirginliğin dozu biraz daha düşük gözüküyor.

Önümüzdeki yıl, iç piyasada faiz indirimi konusunda çok fazla yer kalmadığı görüşü hakim. Yani finans piyasalarında, faiz indirimleri nedeniyle,eskisi kadar kar beklenmiyor. Bununla birlikte, her ne kadar programın ‘düşük kur’a bağlı olduğu gerçeği ortadaysa da, kurların artması yönünde ciddi baskıların gelmesi bekleniyor. Hükümetin bu baskılara ne kadar kulak vereceği, Mart’taki Merkez Bankası yönetim değişikliğinden sonra, bu politikalarda bir değişiklik olup olmayacağı, merakla bekleniyor. IMF’nin son uyarılarına bakıldığında kurların artırılması için zorlamalar yapıldığı takdirde, sıkıntı doğabilir. 2006 yılında da ekonominin gündeminde kalacak konuların başında cari açığın gelmesi de kaçınılmaz. Kurlardaki seyir ve bununla bağlantı olarak cari açık rakamları, yine bütün bir yıl konuşulacağa benziyor.

YABANCI SERMAYE KİLİT

Bu tartışmaların dozunda elbette ki yabancı sermaye girişinin miktarı önemli yer tutacak. Oluşan iyimserlik ve cari açık gibi risklerin olduğundan küçük algılanmasında Türkiye’nin nihayet başlattığı özelleştirmede önemli adımların atılması ile yabancı sermayenin ilk kez ciddi miktarda girmesi çok önemli bir rol oynadı. Dolayısıyla bu gelişmeler yine önümüzdeki yılın beklentilerinin oluşmasında çok kilit bir yer tutacağını söylemeliyiz.

Kısacası; uluslar arası konjonktürün etkisi ve girilen ekonomik istikrar yolunda devam edilmesi., 2005 yılında, biriken risklere rağmen, başarı getirdi. 2006 yılının tam da yabancı sermaye girişi başladığı bir dönemde, Türkiye için şanslı geçmesi, çok önemli.

Bu arada tabii ki içerdeki politik gelişmeler, AKP hükümetinin yeni bir erken seçime zorlanıp zorlanmayacağı da, ekonominin geleceği açısından çok önemli. Gerilmeye başlayan AB ile ilişkiler konusunda hükümetin takınacağı tutum, içerdeki ‘hassas konular’ hakkında zaman zaman ortaya koyduğu sekter tutumunu sürdürüp sürdürmeyeceği, ekonomiyi de etkileyecek.

Son günlerde sorunların ardarda gelmesi ve hükümetten gelen tepkili sesler, aslında ‘sıkıntılar arttıkça hükümetteki telaşın artacağı’ yolunda bir beklenti oluşturmaya başladı.

Hükümetin AB’den de tepki alan içki yasağı için basını suçlaması, Van Rektörü için yine basını suçlu ilan etmesi, son Orhan Pamuk olayında Adalet Bakanının sanki tüm suç basındaymış gibi suçlaması, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın AB ile müzakere sürecinde çıkan sıkıntıları yazdığı için basına çirkin bir dille yüklenmesi, hayra alamet değil. Çünkü bu yönteme başvuran hükümetlerin, hangi telaşlı ruh haline girdiğini, daha önce çok gördük.
Yazının Devamını Oku

AKP’nin Maliye ve vergi politikaları başarısız

17 Aralık 2005
DÜN Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hans Jörg Kretschmer ile ortak basın toplantısı vardı. Toplantının konusu AB’nin hem finansal, hem teknik destek vereceği ‘Vergi İdaresinin Kapasitesinin Geliştirilmesi Projesi’ idi. Kretschmer, bu projenin yüzde 50’den fazlası kayıtdışı olan Türkiye ekonomisine sağlayacağı yararı anlatmış. AB Türkiye Temsilcisi vergi mevzuatının AB ile uyumlaştırılması için bir yol haritası çıkarılmasını, vergi sisteminin şeffaf olmasını, sahtecilik ve kaçakçılıkla ilgili tedbirler içermesi gerektiğini belirterek, ‘Hükümetler de vergi kaçakçılığını önleyici etkili tedbirleri yürürlüğe koymalı, adil vergilendirmeye yönelik politikalar uygulanmalıdır’ demiş.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise bu olumsuzluklarda katkısı yokmuş da, yeni Bakan olup bu tabloya kucağında bulmuş biri gibi konuşup, yapılması gerekenleri sıralamış.

Buna girmeden, yine dün haberdar olduğumuz bir araştırmayı özetlemek istiyorum. AKP’nin de anket şirketlerinden biri olduğu bilinen Pollmark’ın internet sitesinden aldığımız bilgiler, halkın maliye ve vergi politikalarını nasıl başarısız gördüğünü ortaya koyuyor.

Aynı zamanda oy tahminleri de yapılan araştırmada, kararsız oylar dağıtıldığında AKP’nin oyu yüzde 44.4, CHP’nin 16.9, DYP’nin 8.8, MHP’nin 10.9, DEHAP’ın 5.9, ANAP’ın 4.6 oy oranına sahip bulunduklarını görüyoruz.

Aynı ankete göre AKP’nin enflasyonla mücadele politikası yüzde 57.8 ile olumlu bulunup, olumsuz bulanların oranının yüzde 36.1 olduğunu, banka faizleri konusundaki politikasının yüzde 57.4 başarılı, yüzde 30.1 başarısız bulunduğunu gösteriyor. Özelleştirme konusunda AKP hükümetinin performansı yüzde 51.8 başarılı, yüzde 37.1 başarısız bulunmuş,

Anket maliye ve vergi politikalarının halk tarafından nasıl başarısız bulunduğunu da açıkca gösteriyor. Hükümetin vergi politikası yüzde 39 başarılı, yüzde 45.3 başarısız görülüyor. Maliye ve bütçe disiplini konusunda AKP Hükümeti’nin performansı yüzde 36.8 başarılı bulunurken, yüzde 40.9 başarısız görünüyor.

BU ANLAYIŞLA ÖNLENEMEZ

AKP’nin yolsuzlukla mücadelesi yüzde 34.9 başarılı, yüzde 57.6 başarısız görünüyor. Fakirlikle mücadele ve işsizlikle mücadelede Hükümetin karnesi ise çok zayıf. Ankete katılanların yüzde 23.2’si Hükümeti fakirlikle mücadele başarılı görüp, yüzde 71.5 başarısız görüyor. İşsizlikle mücadelede durum en kötüsü. Hükümeti bu konuda başarılı görenlerin oranı sadece yüzde 17.9, başarısız görenlerin oranı ise yüzde 77.1.

Çıkan bu tablo için çok şeyler söylenebilir, hatta uygulanan ekonomik programın halk tarafından hala anlaşılamadığından bile söz edilebilir. Ancak ortada bir gerçek var ki; enflasyonla mücadele ve faizler konusundaki politikalar benimsenmiş ama özellikle Maliye’nin ilgi alanına giren alanlarda başarısız olunmuş. Sadece vergi,maliye ve bütçe disiplini gibi Maliye’yi direk ilgilendiren konuların dışında, yolsuzlukla, fakirlikle, işsizlikle mücadele gibi, kaynak dağılımını belirleyen bütçeyi yaptığı için, Maliye’yi çok yakından ilgilendiren konularda da büyük bir başarısızlık söz konusu gibi gözüküyor.

Ondan sonra da Maliye Bakanı Unakıtan çıkıp, kayıt dışının nasıl kötü bir şey olduğunu anlatıyor ve dün ‘Hiç kimsenin kayıtdışı için mazereti kalmadı’ diyor.

Demek istediğimiz o ki; ankette çıkan sonuçlar tesadüf değil. İnsanlar artık yetkililerin söyledikleri sözler veya esprileri için değil, yaptıkları işler ve yarattıkları izlenimlere bakıp, güvenip güvenmemeye karar veriyorlar. Yani siz Gelir İdaresini bağımsız yapmaz, performansları tescilli kişileri, vekaleten de olsa bu idarenin başına getirip, ‘adil bir sistem kurmak yerine kafasına göre vergi toplama’ tercihini yaparsanız, kimse size güvenmez.

O nedenle yine tekrarlıyoruz, bu anlayışla kayıtdışı önlenemez. Bu arada, enflasyonda olduğu gibi, başarılıların görevden alınıp, başarısızlarda ısrar edilmesi de ilginç, değil mi?
Yazının Devamını Oku

Büyüme rakamları ve cari açık

15 Aralık 2005
BU yılın üçüncü çeyreği için açıklanan, yüzde 7.3’lik Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) artış rakamı, son dönemdeki tartışmaların seyrini değiştirdi. ‘Büyüme duruyor’, ‘Resesyon’ gibi iddialarda bulunanların bir kısmı özür dileyip çark ederken, bazıları hala bu görüşe tutunmaya devam ediyorlar. Ama artık, ‘Türkiye büyümüyor’ sözü bir süre rafa kalkar gibi gözüküyor.

Bizce bir bölümü samimi, bir bölümü ‘gündeme gelelim’ diye başlatılan bu tartışmaların zaten böyle sonuçlanması beklenirdi. Ancak açıklanan son büyüme rakamları, aslında potansiyel başka tehlikelerin tartışılması gerektiğini ortaya koydu.

Bizce ilk dikkat çeken gelişme inşaat sektöründeki aşırı büyüme. Konut kredilerinin henüz toplam milli gelir içindeki payına bakarak, tehlikeli olmadığını söyleyebiliyoruz ama bu gidişat ileriye dönük önlem alma ihtiyacı doğurabilir. Bankacılık sektörü açısından tartışılması gereken bu konuyu, ileride Toplu Konut İdaresi’nin eskiyi andıran yöntemlerinin açacağı sonuçlar, yolsuzluk boyutu, ‘kendi zenginini yaratma’ boyutu ve idarenin neden bütçe dengesi dışına çıkarıldığı boyutuyla tartışma konusu olmaya aday görüyoruz.

Bizce son veriler, ithalat boyutuyla daha geniş bir çerçevede tartışılmaya aday. Kamunun yatırımlarına devam etmesi, kamunun üçüncü çeyrekteki makina ve teçhizat alımının yüzde 80.2 oranındaki reel artışı dikkat çekici.

Ve bizce en çok tartışılması gereken konuların başında; tüketim malı ithalatının artması ve büyümedeki ithalat faktörünün canlanması ile önümüzdeki dönem cari açık rakamlarının yeniden yükselişe geçecek olması geliyor. IMF başta olmak üzere, artık dışarıdan da cari açıktaki büyümeye dikkat çekilmesi, bu konudaki vurdumduymazlığa son verilmesi gerektiğini açıkca ortaya koyuyor.

IMF niyet mektubunda da belirtildiği gibi, cari açığın daha da yükselmesi halinde Hükümet ek önlemler alacağı konusunda söz vermiş bulunuyor. Yani cari açıktaki büyümenin tehlikeli olmaması için artık kamu mali disiplininde en küçük bir sapmaya dahi imkan kalmıyor, yapısal tedbirlerdeki savsaklamanın hiç yaşanmaması gerekiyor.

Bu arada Telsim satışı gibi başarılı özelleştirmelerin, cari açık konusundaki tedirginlikleri azalttığı da bir gerçek. Bu paraların önümüzdeki yıl gelecek olması, ödemeler dengesinin finansmanı açısından bir imkan oluşturuyor. Ancak ne kadar bu tür ek gelir gelsin, cari işlemler açığındaki büyümenin, olası bir uluslar arası likidite sıkıntısı ya da siyasi çalkantı halinde ne kadar tehlikeli bir bomba haline geleceği gerçeğini değiştirmiyor.

İÇ TALEP VE FAİZ İNDİRİMİ

Bu arada son büyüme rakamlarının ortaya çıkardığı bir başka gerçek de, içtalepteki canlanma oldu. Bilindiği gibi Merkez Bankası son aylardaki faiz indirimlerinin gerekçelerinden biri olarak içtalebin kontrol altına alınmasını gösteriyordu. Yani büyüme rakamları Merkez Bankası’nın içtaleple ilgili saptamaları üzerine biraz gölge düşürmüş oldu.

Canlı içtalebin özellikle hizmet fiyatlarındaki katılığın sürmesine neden olacağı bir gerçek. Bu da enflasyon hedefinin gerçekleşmesi açısından açık bir risk oluşturuyor. Yani son büyüme rakamları bundan sonra Merkez Bankası’nın faiz indirimlerinin zorlaştığını da ortaya koydu. Zaten son raporda bir süre indirimlere ara verileceği mesajı çıkıyordu, bu rakamlardan sonra bu eğilim daha da güçlenecektir.

Büyüme rakamının piyasa beklentilerinin üzerinde çıkmasında, geçtiğimiz yıl 3. çeyrekte yüzde 1.4 daralan tarım sektörünün bu yıl aynı dönemde yüzde 6.4 büyümesi etkili oldu.

Bu arada büyüme rakamları hakkında bir not: Bazı banka iktisatçıları, büyüme verilerine göre yılın 3. çeyreğinde finans sektörü 0,5 daralırken, yılın ilk 9 ayında yüzde 0.1 büyüdüğünü hatırlatarak, buna karşılık aynı dönemde banka kaynaklı gelirlere bakıldığında yüzde 8.1 oranında arttığına dikkat çekiyorlar. Yani Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)nun mali kuruluşların büyüme hesaplarında sektördeki istihdamı kullanıyor olmasının, sektör verilerinin büyümeye yansımasında bir problem olarak ortaya çıktığına işaret ediyorlar.
Yazının Devamını Oku

Başbakanlığa göre AB müzakerelerinde sorun yok

13 Aralık 2005
GEÇEN günkü AB müzakerelerine ilişkin yazımıza çeşitli tepkiler aldık. Dün de, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Dr. Emin Zararsız arayarak, özellikle kurumlarına ilişkin yazımızda dile getirdiğimiz bazı duyumlara itiraz ettiğini söyledi. Herşeyden önce Başbakanlık olarak tüm müzakere fasıllarında liderlik etme gibi bir çabalarının olmadığını kaydeden Zararsız, şimdiye kadar 6 konudan ikisine Başbakanlığın, ikisine DPT’nin, birine Dışişlerinin liderlik ettiğini tarımda ise Tarım bakanlığı ve DPT’nin ortak liderliğinin sözkonusu olduğunu söyledi.

Müzakerelerin yürütülmesinde ‘gizlilik’ diye özel bir çaba olmadığını, kaydedilen aşamaların tüm kuruluşların katılımıyla değerlendirildiğini kaydeden Zararsız, önümüzdeki Cumartesi günü de basın için yeni bir değerlendirme toplantısı yapılacağını söyledi.

Seçilen 5 kuruluşa ilgili konuya göre liderlik görevi verildiğini kaydeden Zararsız, 5 kuruluşun arasında bir çatışmanın da söz konusu olmadığını kaydetti.Bunun üzerine zaten DPT’nin müzakereler konusundaki şikayetlerinin haber olarak yansıdığını kaydettiğimizde ise Zararsız, bu konuyu DPT Müsteşarı Ahmet Tıktık’ın yalanladığını söyledi.

Zararsız’ın yanısıra, müzakerelerin iyi gittiği yönünde başka mailler de aldık ama, tam tersine iyi gitmediği, bu şekilde yol alınamayacağını, yazdıklarımızın ortaya çıkan sorunların ancak küçük bir bölümünü yansıttığına ilişkin mailler de...

Herşeyden önce şunu söylememiz gerekir ki; Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Emin Zararsız’ın söylediklerinin tersine, müzakereler konusunda çok çeşitli kurumlardan çok yoğun eleştiriler alıyoruz. Zararsız, ‘kendisinin bile bazı konularda liderlik konumu verilmesine itiraz ettiği’ yolundaki duyumlarımızı da ‘Öyle bir şey yok’ diye yanıtladı. Kendisine güvenmek zorundayız ama DPT’nin de sürece ilişkin itirazı olmadığı yolundaki sözlerine kesin olarak katılmıyoruz. Tıktık, ilgili haberi yalanladı mı bilmiyoruz ama DPT’nin gidişat konusunda çok rahatsız olduğunu,birinci elden biliyoruz. Bu şikayetlerini çeşitli mercilerde dile getirdiğini de çok iyi biliyoruz. O nedenle, müzakereler konusunda bazı bilgiler doğru değilse bile, bunun doğru olduğuna kesin olarak eminiz. Herşeyi olduğundan tozpembe göstermeye çalışmanın, kimseye ve ülkeye faydası olmadığını da tekrarlamakta fayda var.

BRÜKSEL’DE DİYANET VAKFI’NIN MİSAFİRHANESİ

Bu arada yine Başbakanlıktan geldiğini sandığımız, büyük ihtimalle takma isimli bir mailde de, süreci yakından bir kişi olarak yazdıklarımıza itiraz ettiğini söyleyen bir kişi, süreçteki Türkiye’nin stratejisini hiç bilmediğimizi kaydedip, ‘Süreçteki ve şu an devam edegelen tarama sürecindeki temel yaklaşım her fasılda ilgili fasılla ilgili bütün kurumların fasıllara dahil olması ve bu şekilde tek merkezli bir örgütlenme yerine ilgili kurumların da katılmasını sağlayarak konuyu sahiplenmelerini sağlamak ve böylece tepeden inme yönlendirme yerine yönetişim anlayışıyla süreçte ilerleme hedeflenmektedir’ diyor. Ardından AB komisyonu bürokratlarının da katılımcıların istek ve gayretlerinden çok memnun olduklarını söylüyor.

Bu kişinin söylediklerinin aksine AB komisyonunun müzakerelerden hoşnut olmadığını çok rahat söyleyebiliriz. Kaldı ki; Ankara’daki komisyon yetkilileri bunu açıkca dile getirdiler.

Bu arada ABGS’nin çok rahatsız olduğu da emin olduğumuz başka bir konu. Bu konuda gelen bir mailden küçük bir bölüm: ‘Ödevini yapan çalışkanların, üstüne yatan tembeller, tabi ki ön planı ABGS’ye bırakmaz. Ne yaparlarsa yapsınlar, AB müzakerelerinde neyi gizledikleri ve yalanları bir bir ortaya çıkacak ve aslında zor olmayan ama adam kayırmacıların beceremeyeceği bu işi de ellerine yüzlerine bulaştıracaklar. Sonrada AB yi suçlayacaklar.’

Görüldüğü gibi tepkiler farklı. Madem iş bu aşamaya geldi Brüksel’de öğrendiğimiz bir bilgi daha aktaralım: Brüksel’e müzakereleri için giden bürokratların çoğu dil bilmiyor ve ilişki kuramıyorlar. Zaten yanlarında getirdikleri dil bilen çağdaş gençler, görüşmeyi asıl götüren bürokratlardan kesin çizgilerle farklı görüntü veriyor, ancak bu gençler özel ilişki kurabiliyor. Brüksel’e giden bürokratların çoğunun Diyanet Vakfı Misafirhanesinde kalıp, sosyal hayata katılmadıkları, böylece harcırahları kişisel gelirlerini katkı olarak görmeleri de dikkat çekiyor.
Yazının Devamını Oku

Merkez üzerinde kasıtlı döviz baskısı

12 Aralık 2005
SON dönemdeki tartışmalar, döviz fiyatlarının artırılması için önümüzdeki dönemde Merkez Bankası yönetiminin üzerinde, oldukça büyük baskı oluşacağını ortaya koyuyor. Piyasalar AKP Hükümetinin döviz fiyatının artırılması konusunda tavır alacağından endişe duyulmaya başladı. Buna karşılık bir yandan da ‘döviz fiyatlarının sıçraması halinde neler yapılabileceği’ tartışılmaya başladı. Biz bu tartışmaların önümüzdeki dönem artacağını, siyasi ve ekonomik alanda kötü haberler geldikçe bu tartışmaların iyice alevleneceğini tahmin ediyoruz.

Son dönemde ‘pozisyonlarıyla ünlü’ bazı piyasa akademisyenlerinin bu yönde tavır almaya başlaması dikkat çekici. Bu tavır değişikliği, ‘Eğer neden pozisyon değişikliği değilse Hükümetin istemesi olabilir’ yorumlarına neden oluyor. Hangi saik bunda rol oynuyor tabi ki bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki; bu tartışmalar AKP’nin, Hükümetin işine geliyor. Hatta açılan bu tartışmaların ‘Merkez Bankası Başkanını değiştirmek için bahane olarak kullanılacağı’na da eminiz. Mart’ta Merkez Bankası Başkanını değiştirdiklerinde gelebilecek tepkilere, bu akademisyenlerin tavırlarını da örnek gösterip, ‘Kimse istemiyordu o nedenle değiştirdik.Yoksa kendi adamımızı, rahat iş gördüreceğimiz adamı atamak için değil’ türünden gerekçeler gösterecekler. Son tartışmalar bu zemini hazırlıyor. Merkez Bankası’na Hükümetin adamı geldiğinde yapılacak hatalar karşısında, şimdi AKP’nin ekmeğine yağ sürenler, partizan tavırlara gerekçe hazırlayanlar bakalım ne diyecekler?

Bu ekonomik programın, IMF’le yeni imzalanan stand-by anlaşmasının, yapılan 2006 yılı bütçesinin, yeni ekonomiyle ilgili tüm temel metin ve varsayımların ‘güçlü YTL’ üzerine kurulu olduğu, ne zamandır biliniyor. O zaman hiç seslerini çıkarmayanlar, bu temel üzerine kaydedilen ekonomik başarıları abartılı alkışlayanlar, şimdi oturup sanki bütün bunlar yokmuş, bu alkışları kendileri tutmamışlar gibi davranmaya kalkışınca, insan kasıt arıyor.

Bu tartışmalarla birlikte bilmem farkında mısınız, ‘Merkez Bankası çok daha fazla döviz almalı’ ya da ‘Merkez Bankası döviz rezervlerini daha da güçlendirebilir’ gibi demeçler verilmeye başladı. Bunun için ‘20 milyar dolar daha alabilir’ diyenler bile var. Bu demeçlerin AKP’li yetkililer ve AKP’ye yakın kişiler olması da dikkat çekici.

ENFLASYONDAN BESLENENLER

Geçen gün, olması gerektiği gibi ‘temkinli bankacı’ olarak tanıdığımız HSBC Genel Müdürü Piraye Antika’nın kredi kartıyla ilgili bir demeci vardı. Kredi kartı konusunda bu kadar tantana yapanların, kredi kartının yaygınlaşmasına karşı çıkanların kayıtdışı ekonomiyi savunanlar olduğunu söylemiş. Bu görüşüne sonuna kadar katılıyoruz. Zaten bunun savunuculuğunu yapanlar da belli. Biz Antika’nın sözlerini bir adım ileriye götürüp, bu işten ‘sanki bankacılığı düzenlemekten değil, tüketiciden sorumluymuş gibi davranan bankacılık otoritesinin de sorumlu’ olduğunu düşünüyoruz.

Aynı şekilde son dönemde döviz tartışmaları çıkaranların da enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesine karşı olanlar yani yüksek ve istikrarsız enflasyon sürecinden beslenmeye alışmış, ekonomik istikrarı istemeyenler olduğu görüşündeyiz. Merkez Bankası’nın son ‘Enflasyon ve görünüm’ Raporunda bakın ne deniyor: ‘Önümüzdeki dönem enflasyonu konusunda bir diğer temel risk, uluslararası likidite koşulları ve global risk iştahında gelişmekte olan ülkeler aleyhine yaşanabilecek bir değişimdir. Böyle bir durumda, döviz piyasalarında dalgalanmalar söz konusu olabileceğinden kısa dönemde maliyet kanalıyla enflasyon artabilecektir. Diğer yandan, söz konusu durumda piyasa faizleri de yükseleceğinden toplam talebin daralması yoluyla orta vadede enflasyon tekrar kontrol altında girecektir. Kuşkusuz, bu tür risklerin gerçekleşmesi durumunda ekonomideki söz konusu oynaklığın geçici olması açısından, yapısal düzenlemelerin kesintiye uğramaması kritik önem taşımaktadır.’

Yani kur, ya döviz girişi azalır ya da Merkez çok daha fazla döviz alırsa,bunun karşılığı faizlerde artış olur. Bu kişiler o zaman da buna yüklenirler hiç kuşkunuz olmasın...
Yazının Devamını Oku

AB müzakere süreci moral bozuyor

10 Aralık 2005
AB ile müzakere süreci başladı ve bir çok alanda yol alınmaya başladı. Daha doğrusu tarama süreci başladı ve karşılıklı olarak birbirini anlama yolunda adımlar atılıyor. Baştan söyleyelim ki; müzakere süreci konusunda hemen hemen hiç olumlu bir duyum almış değiliz. Müzakere süreci başlatılan hemen her alandaki uzmanlardan, ‘Bizimkilerin niyeti konusunda şüpheliyiz çünkü müzakereyi yürüten asıl yetkililerde ‘sanki bu müzakereler başladı işte, böyle de yürür’ biçiminde bir vurdumduymazlık var’ tepkisi geliyor.

Geçtiğimiz günlerde müzakereleri başlatılan bir alandaki uzmanla sohbet ederken duyduklarımız gerçekten moral bozucuydu. Bu yetkili AB uzmanları ile masaya oturulduğunda karşı tarafın söylediği ilk şeyin ‘sakın bizden rakamları, verileri gizlemeyin,yanlış bilgi vermeyin. Aksi takdirde daha önce bazı ülkelerde de oldu, biz bunu güvensizlik olarak görürüz ve bu konuda ciddi sonuçlar doğar’ olduğunu söyledi. Buna rağmen müzakerelere liderlik edenlerin bu samimiyette bulunmadıklarını kaydeden aynı uzman, şunları anlattı: ‘Bize önce hazırladığımız geniş ve detaylı düzenlemeleri ve verileri içeren seti vermeyin, kısa bir özet verin dediler. Ardından ne olduysa, ‘tamam vazgeçtik hepsini verin’ dediler. Tam biz bunu sunacakken dönüp tekrar ‘Detaylı seti vermeyin bekleyin, siz yine kısa olan özeti sunun, bununla yetinin’ dediler. Ne olduğunu anlamış değiliz ve karşı tarafta ciddi endişeler doğmaya başladı’

Bu tavrın önümüzdeki dönemde başımıza çok ciddi işler açmasından endişe duyan uzman bir yandan da gizliliğe büyük önem verildiğini, müzakereler hakkında dışarıya hiçbir şey sızmaması konusunda sık sık tenbihlerde bulunulduğunu söyledi.

Aynı uzman, ‘Şimdiden işlerin kötü gitmeye başladığı bilinmezse, ileride çok daha büyük sonuçlar doğunca iş işten geçmiş olabilir’ uyarısında bulundu.

Bu ikircikli tutumun nedeni konusunda ise rivayet muhtelif.. Bazı uzmanlar başından beri dikkat çektiğimiz, ‘AB müzakere sürecinin yanlış örgütlenmesi daha doğrusu örgütlenememesi’ nden kaynaklanan bir sorun olduğunu söylüyor.Örneğin Başbakanlığın her işe karıştığını, uzmanlığı olmadığı halde birçok alanda başbakanlık yetkililerinin önderlik istediğini, toplantılara liderlik edecek yetkililerin ise işten bihaber olduklarını söylüyorlar.

HÜKÜMET BİLEREK Mİ YAPIYOR?

Bu arada doğru dürüst bir örgütlenme modeli çıkarılamadığı için, toplantılara lider olarak katılacak 5 kuruluşun yetkilileri, şu anda birbirleriyle çatışır durumda. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yetkilileri bu süreçten memnuniyetsizliklerini açıkca dile getirmeye başladılar ve ‘mevcut belirsizlik ortamını kullanıp, tek lider olma çabasını’ sürdürüyorlar. Dediğimiz gibi; Başbakanlık bürokrasisi hiç ilgisi olmayan işlerde bile AB müzakere sürecine liderlik için çaba harcıyor ve işler iyice birbirine giriyor.

Bu konuda deneyimli olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) tümüyle demoralize olmuş durumda. Hala Genel Sekreter Oğuz Demiralp yerine oturamadı. ABGS yetkilileri, hiçbir yetkilerinin olmadığını, tümüyle devre dışı olduklarını söylüyorlar.

Dışişleri yetkilileri aynı şekilde huzursuz. Tabi ki ‘başmüzakareci’ olarak saptanan Ali Babacan’ın işlerden uzak görünmesi ve liderlik edememesi de bu kargaşada önemli yer tutuyor. Brüksel’de ‘Babacan’ın baş müzakereciliğinin AB organlarında nasıl karşılandığı’ sorusuna, en ufak bir olumlu yanıt alabilmiş değiliz. Yani izlenim iyi değil...

Biz, böyle bir müzakere süreci örgütlenmesinin olamayacağını, fiyasko olacağını, bu örgütlenmenin değişmek zorunda kalacağını söylediğimizde, ilgili bakanlardan epey tepki görmüştük. Görünen köy kılavuz istemez ya, bu işin gidişi de öyle..

Bu arada ciddi bir endişe de ‘Hükümetin bilerek bu işleri arapsaçı hale getirdiği’ yönünde. Yani ‘Aslında Hükümetin müzakerelerde ilerleme niyeti bulunmadığı, zevahiri kurtarmak için göstermelik bir örgütlenme yaptığı, bu işin sürmeyeceğini bildiği ‘söyleniyor.

Kısacası; AB cephesinde işler kötü ve işin uzmanlarının moralleri bozulmuş durumda.
Yazının Devamını Oku

Seçim tartışmaları ve büyüme

8 Aralık 2005
GEÇTİĞİMİZ gün sohbet sırasında bir Bakan, ‘Ne diyorsun, erken seçim olacak mı?’ diye sordu. Kendisine şahsi gözlemimin ‘Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gidebilirse gidip, Çankaya’ya çıkmak isteyeceğini ancak bu arada sürprizlere karşı da 2006’nın her döneminde erken seçim olacakmış gibi hazırlık yapmaya çalıştığı’ biçiminde olduğunu anlattım.

Ardından ‘siz ne diyorsunuz?’ diye sorduğumda, ‘Ben de aynı şeyi düşünüyorum, şu anda alınmış karar yok ama bu alınmayacağı anlamına gelmiyor’ dedi. Ardından da işlerin aslında iyi gittiğini, hükümet olarak başarılı olduklarını belirtip ‘Tek tarım konusunda yaptıklarımızı anlatamadığımızı düşünüyoruz, önümüzdeki dönem buna ağırlık vermek gerekecek’ diye konuştu.

Bu sohbetin ardından, ‘AKP’nin 81 ildeki seçimden sorumlu başkanlarını tam kadro Ankara’ya davet ettiği, cumartesi günü AKP’de zirve yapılacağı’ haberi çıktı.

Yani Ankara’yı yeniden bir seçim telaşı sarmaya başladı. Her ne kadar Başbakan, bakanlar kamuoyuna verdikleri demeçlerde ‘erken seçim vatana ihanettir’ deseler de, aslında bakanlar bile bir erken seçim olup olmayacağını merak ediyorlar. Çünkü ne kadar yakın olsalar da, Başbakan’dan bir işaret henüz almış değiller ama ‘her an olabilir’ fikri de akıllarından çıkmıyor.

Belli ki 2006 yılında sık sık bu tartışmaları yaşayacağız, belki de seçim gerçek olacak...

Seçimi zorlayacak unsurların başında ‘AB şartları’nın gelmesini bekliyoruz. Bir süredir, ‘AB’nin TBMM’den ek protokolün geçişi için fazla bastırmayıp, zaman tanıyacağı’ yolunda bir söylenti var. Geçen hafta Brüksel’deydik ve bu söylentiyi, konuyu en iyi bilenlerden, gazeteci arkadaşım Zeynel Lüle’ye sordum. Zeynel, bunun bir avuntu olduğunu, AB’nin ek protokolün geçmesi konusunda ısrarcı olduğunu ve fazla zaman tanıyacağını sanmadığını söyledi.

İşte şubat-mart aylarında ek protokolün TBMM gündemine gelmesiyle birlikte, AKP içindeki tartışmalar ve erken seçim kararının yoğun olarak tartışılma ihtimali, hayli yüksek görünüyor...

2006’da bir seçim olacak mı bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki; AKP Hükümeti 2006’da, belli ki hızını zamanlamaya göre ayarlayacak ama, seçim ekonomisi uygulamaya başlayacak

BU PASI HÜKÜMET İYİ KULLANIR

‘Nasıl olsa ekonomi istikrar kazandı artık bir şey olmaz’
diyenler çıkacaktır ama yanılıyorlar. Erken seçimin dozu artarsa, üstüne bir de şanslı giden uluslararası likidite ortamı bozulursa, hiç olmadık kadar kötü sonuçlar doğabilir ki; bunlardan biri zaten topal giden IMF ilişkileri olur...

Bu arada zaten seçimle birlikte artması beklenen büyüme kavgası bu kez biraz erken çıktı. AKP Hükümetine (aslında tüm iktidar olanlara) yakınlığı ile bilinen bir Hoca, yine çark etti ve kur politikasının yanlış olduğunu, bu politika nedeniyle büyümenin düştüğünü, bu gidişle ekonominin toslayacağını söyledi. Bu kur politikasının enflasyonu bu düzeye indirdiğini, enflasyon nedeniyle istikrarın sağlanıp, 4 yıldır ekonominin büyüdüğünü, bunca döviz bolluğunu unutmuşçasına...

Diyeceğimiz o ki, bu tartışmalar AKP’lilerin, mali disiplinin gevşetilmesini isteyenlerin ve hükümetin ekmeğine yağ sürecek, bundan sonra seçim ekonomisinin altyapısı yine ‘ne yapalım biraz gevşetmek lazım yoksa büyüyemeyeceğiz’ şeklinde yapılmaya çalışılacak.

Bizce Merkez Bankası’nın açıkladığı enflasyon hedeflemesi de, hükümetin erken seçim ihtimaline karşı ve hükümetin elini rahatlatacak bizimde hazırlandı. Açıklanan toplam 4 puanlık ‘belirsizlik aralığı’nın aslında ‘güvensizlik aralığı’ olduğunu, bizce bunu hazırlayanlar da iyi biliyor.

Özetle, dört koldan bir büyüme tartışması var ve bu tartışma sonuçta mali disiplini gevşetmeye gidiyor. Çıkarı erken seçimden yana olursa, hükümetin, büyümeyi, tüm dengeleri tehdit edecek boyuta kadar abartacağından kimsenin şüphesi olmasın. Zaten bütçede, mali disiplini bozacak açık kapıları aralayan hükümet, ‘büyümeyi artırıp enflasyondan vazgeçerse’ sürpriz olmamalı.
Yazının Devamını Oku