3 Ocak 2006
DÜN iki büyük özel bankanın büyük bir liderlik yarışına girdiğini, bu bankalardan birinin aktifini büyük göstermek için, Merkez Bankası’ndan yılın son günü 1 katrilyon lira borçlandığını yazmıştık. Bu yazımız üzerine Akbank Genel Müdür Yardımcısı Hayri Çulhacı aradı. Piyasada iki büyük bankanın yarışı konusunda kendi isimlerinin geçtiğini, yazımız üzerine çok telefon aldıklarını belirterek, "Akbank’ın yılın son günü Merkez Bankası’ndan 1 katrilyon lira borç almadığını" söyledi.
Akbank’ın halka açık bir banka olduğunu kaydeden Çulhacı, kamuoyunun bunu bilmesi gerektiğine inandıklarını kaydetti. Çulhacı’ya bu duyarlılığı için teşekkür etmek lazım. Tabi ki, aynı duyarlılığı, hele halka açık ise, başkalarının da göstermesi lazım değil mi? Belki de Hayri Çulhacı da kendilerinin yazımızda adı geçen banka olmadığını belirterek, böyle bir yolu açmaya çalışmıştır, değil mi?
Öyle ya da böyle yarış kızıştı ve 2006 yılında daha da kızışacağı konusunda herkes hemfikir.
Güvendiğimiz bankacılarla konuşup, rekabetin nerelerde yoğunlaşabileceğini sorduk.
2006 yılında stopaj uygulaması nedeniyle mevduat ve yatırım fonlarına bir kayışın olacağını tahmin eden bankacılar, herşeyden önce bu alanlarda rekabetin kızışmasını bekliyorlar. Şu anda bazı büyük bankaların "tezgah altı faiz" denilen, afişe faizlerin çok üzerinde faiz verdiklerini kaydeden bir bankacı, aynı eğilimin artarak devam edebileceğini söyledi.
Kredi kartları yarışının abartıldığını kaydeden başka bir bankacı ise şirketlerin yaptığı normal taksidin üzerine, "6 taksit, 8 taksit de bizden" uygulamasının başladığını kaydederek, buna ek olarak "bol keseden bonus puanlar dağıtılmaya devam edeceğe benziyor" yorumunu yaptı.
Dış ticarette görülmedik işlemlerin olduğunu kaydeden aynı bankacı, "Riskine bile hiç bakmadan ücretsiz dış ticaret işlemlerine aracılık yapılıyor, bunlar tehlikeli işler" dedi.
Bu arada başka bir bankacı ise, yarışın bilindik zaten varolan alanlarda yoğunlaşmasını beklediğini kaydederek, "Bunlara ek olarak bu yıl kredi kartı faizlerinin artık aşağı çekilmesi sözkonusu olabilir" dedi.
ZARAR VERİRSE BANKALAR DURDURUR
Bunun yanısıra konut kredilerinde büyük bir yarış başladığını ve önümüzdeki dönemde bunun hızlanabileceğini kaydeden bankacı, buradaki yarışın rasyonel olmayan noktalara gelebileceğini söyledi. Aynı bankacı, "Biri çıkar da 0.99 veriyorum derse, diğer bankalar da kendilerini bu noktaya inmekten alıkoyamaz" dedi.
Bunun tehlikeli bir eğilim olacağını, şu anda yüzde 17-18 ile mevduat toplanıp yüzde 13.80 ile konut kredisi verildiğini hatırlatan bankacı, yarışın uzun vadeli bu kredilerde yoğunlaşmasının vade uyuşmazlığı açısından da sorun yaratabileceğini kaydetti.
Peki, bu yarış nereye kadar varır, Bankalar Birliği müdahale edebilir mi?
Bankacılar, Birliğin müdahalesinin, daha doğrusu bankaları biraraya getirip yarışı rasyonel boyuta indirme konusunda çok fazla müdahil olacağını sanmadığını söylediler. Bir bankanın üst düzey yöneticisi "ne zaman bu yarış durur?" dediğimizde, "Bu yarışın artık kendilerine bilançolarına büyük zararlar verdiği ortaya çıkınca bankalar durdurur" yanıtını verdi. Bu yıl içerisinde böyle bir noktaya gelinmesinin kaçınılmaz olmasını beklediğini kaydeden aynı bankacı, "yani yarış kızışır kızışır belli noktaya gelince, bu yıl içinde bir noktada durur" dedi.
Aynı bankacı, yarışın rasyonel boyutlara inmesinin bir başka gerekçesinin de "piyasalarda ciddi sıkıntı doğması" olacağını söyledi. ABD ve Avrupa’dan gelecek hareketlerin böyle bir etki yaratmayacağını kaydeden aynı bankacı, "Japonya ya da Uzak Doğu’dan devalüasyonlar gelirse ancak o zaman likidite ve içeride de sıkıntı başlar, batıdan bir etki geleceğini sanmıyorum" yorumunu yaptı.
Görüldüğü gibi bütün bankacılar, yarışın rasyonel boyutların ötesine taşabileceği konusunda hemfikir. Mühim olan bu yarışı, fazla geç olmadan durdurmakta...
Yazının Devamını Oku 
2 Ocak 2006
HER yılın sonuna doğru "bilanço makyajlaması" yaşayan bankalarda, geçtiğimiz günlerde fazla bir hareket görülmüyor gibiydi ama bomba son gün patladı. Son güne kadar makyaj için bir şey yapılmadığı değil tabi ama son günkü hareket, şimdiye kadar alışılmamış bir hareketti. Geçtiğimiz Cuma günü yani yılın son iş günü bir büyük bankanın Merkez Bankası’ndaki ödeme penceresi denilen, sıkışıldığında bir-iki günlük fon temini imkanından yararlandığı haberleri yayıldı. Hem de bu borçlanmanın 1 katrilyon lirayı bulduğu söylendi.
Önceleri bu habere "bir tehlike işareti olabilir mi?" diye bakıldı. Öyle ya, likidite sıkışıklığına girildiğini gösteriyor olabilirdi ki; bunu geçmişte yaşamış, bu kadar büyük sıkışıklığın başımıza büyük işler açtığını görmüştük.
Daha sonra bu bankanın, son dönemde aralarındaki rekabet had safhaya ulaşan, iki büyük özel bankadan biri olduğu haberleri çıktı. Sonuçta da likidite sıkışıklığı gibi bir şey yaşanmadığı, bu borçlanmanın yıl sonu bilanço makyajlaması için kullanıldığı ortaya çıktı.
Yani bir büyük banka, rakibi olan, kendisiyle çok yakın rakamlara sahip diğer büyük bankayı geçmek için, yılın son günü Merkez Bankası’ndan 1 katrilyon lira borç almıştı. Bu ne işe yarayacak derseniz; bu borcu bilançosunu, yani aktifini büyütmekte kullanacaktı. Böylece de 31 Aralık 2005 bilanço rakamlarında, aktif büyüklüğünde rakibinin önüne geçmiş olacaktı.
Erken ödeme penceresi,piyasa yapıcı bankalara yani Hazine’den en fazla kağıt alıp satan sınırlı sayıdaki bankaya tanınan bir hak. Bankalar kamu kağıdı portföylerinin yüzde 10’una kadar, sıkıştıkları an Merkez Bankası’nın bu imkanından yararlanabiliyorlar. Bu piyasa yapıcı bankalara tanınan bir hak ve amacı, fazla kağıt aldıklarında günlük fonlamalar için yaşayabilecekleri sıkıntıyı atlatmalarını sağlamak. Ancak şimdiye kadar piyasa yapıcı bankaların bu imkanı kullandıkları pek görülmüyor. Çünkü faizleri çok yüksek yani maliyeti büyük. Bildiğimiz kadarıyla bu borçlanmanın basit faizi yüzde 15.5 gibi yüksek bir oran.
Demek ki, bir banka rakibini aşmak için, bu kadar yüksek faiz ödemeyi göze alabiliyor.
2006’DA BANKALAR ARASI YARIŞ KIZIŞACAK
Peki bundan sonra ne olacak derseniz; bu banka aktifini diğer bankaya kıyasla daha büyük göstermiş ama bu gösteriş için yüksek maliyete katlanmış olacak. Belki bugün Merkez Bankası’na borcunu faiziyle ödeyip, yeni yılın ilk günü normal bilançosuna dönecek. Ama yılsonu bilanço rakamlarını kamuoyuna açıkladığında, diğerinden yüksek görünmüş olacak. Bu durum ancak 2006 Mart sonu bilançosunda kamuoyuna açıklanmış olacak.
Bu hareket herşeyden önce mercek altına alınması gereken, gerçek bilançolar konusunda tartışmalı bir durum yaratıp yaratmayacağının netleştirilmesi gereken bir konu. Merkez Bankası verilen imkan çerçevesinde isteyen bankaya, şartlara uyduğu için bu parayı verir orada bir sorun yok. Ancak bizce her şeyden önce Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) daha sonra da belki halka açıklık nedeniyle Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) nun el atması gereken bir konu. Ancak bizce bankalar arasındaki yarış bununla bitmeyecek. 2006 yılının bankalar arasındaki rekabetin oldukça kızışacağı bir yıl olmasını bekliyoruz. Stopaj düzenlemesi nedeniyle ilk günlerde hisse senedi ve hazine kağıdında bazı sıkıntılar olabilir ama aynı düzenlemenin bankalar arasındaki yarış boyutuna bakmamız gerekecek. Yarışın artık mevduata ve yatırım fonlarına kayması bekleniyor. Gerçi son dönemde yine o büyük bankalar mevduat faizlerini artırmak yerine indirip, bütün kağıtları repoya yıktılar ve orada yoğunlaştılar ama 2006 yılında mevduat yarışını kızışabilir.
Bizce bankaların, önce kendilerinin, bu yarışın boyutlarını ve ahlaki boyutlarını çok iyi denetlemeleri gerekiyor. Çünkü zaten varolan banka düşmanlığını artırmamaları lazım.
Bunun da ötesinde BDDK’nın asıl fonksiyonunu hatırlayıp, sektörü, bankaları çok yakından denetim ve gözetime alması, kural dışı kayışları önlemesi gerekiyor. Sektör yerine tüketici koruma kurumu olmaya soyunan bu BDDK yönetimi bu işi yapabilir mi, şüpheliyim.
Çünkü bu işlev teftişçi mantıkla değil, düzenleyici, makro anlayışla yerine getirilebilir.
Yazının Devamını Oku 
31 Aralık 2005
BÜTÜN gazeteler, televizyonlar ekonomide 2005 yılını değerlendirip, 2006 yılında olabilecekleri derliyor. Daha çok üzerinde durdukları da; 2006 yılında bir seçim ihtimali. Daha önceki görüşümüzün, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ATV’deki Siyaset Meydanı’nda söyledikleriyle doğrulandığını düşünüyoruz. Bizce Başbakan Erdoğan’ın kafasında çok güçlü bir Cumhurbaşkanlığı düşüncesi var. Bunun çok doğal olduğunu da söylemeliyiz.
Ancak bu planı uygulama koymak hayli zor olacak. Bu nedenle Erdoğan’ın kaza bela olmazsa, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar seçime gitmeyeceğini düşünüyoruz.
İşte, sadece Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı planı nedeniyle bile, 2006 yılında seçim tartışmalarının kaçınılmaz olacağı anlaşılıyor.
Erdoğan Cumhurbaşkanlığına çıktığında AKP’nin bir bütün olarak kalmasının hayli zor olduğunu AKP’liler de kabul ediyor. Bu nedenle 2006 yılında AKP içinde ‘erken tartışmalar’ bile başlayabilir. Bunun da ötesinde Erdoğan gittiğinde AKP’nin bir daha bu kadar oy alayamayacağını gören milletvekillerinin yeni bir çatı arayışı da gündeme gelebilir.
Bu nedenle 2006 yılının siyasette özellikle AKP’nin bulunduğu çizgide bir alternatif çıkarma çabalarına tanık olmamız kaçınılmaz. Daha doğrusu, bundan sonra yine en büyük sağ parti olabilmek için AKP’nin de oylarını alacak ama merkez sağda kendini daha iyi tanımlayacak yeni bir parti arayışının başlayacağını söyleyebiliriz. ANAP ve DYP’nin mevcut yapısıyla bu boşluğu doldurması zor görülüyor. Bu nedenle yeni bir parti diyoruz...
Bunun yanısıra son dönemde güç kazanan MHP’nin ise bu boşluğu doldurmak için atağa kalkması sözkonusu olabilir ama sağı kavrayacak yeni bir parti MHP’nin beklediği büyük atağın da önüne kesebilir diye düşünüyoruz.
Ekonomi açısından baktığımızda yaşanacak bütün tartışmaların sonucunda mali disiplinin bozulma tehlikesini görüyoruz.Bu tartışmalar, AKP’nin varolma çabası, Cumhurbaşkanlığına gidene kadar arabanın devrilmeden yürütülmesi çabasının yanısıra halk desteğinin sağlanması için düşünülecek popülist yatırımlar mali disiplini tehdit edebilir. AKP hükümetinin, daha önceki hükümetler gibi zaten fırsat bulduğunda popülizm yatırımlarından kaçınmadığını biliyoruz. Zor durumda kaldığı takdirde, hele bir erken seçim ihtimalinde, bizce en büyük tehlike, enflasyon hedefini de tehlikeye sokabilecek, mali disiplinin korunması tehlikesi.
YAPISALLAR HEMEN YAPILMALI
Aslında erken seçim olmasa bile, 2006 yılı, Cumhurbaşkanlığı seçim hazırlıkları ve 2007’de yapılacak genel seçim için ekonomide ısınma yılı olabilir. Yani mali disiplinden taviz verilecek, geniş halk kitlelerine yüksek zamlarla gelirler politikasının olumsuz etkileneceği yani enflasyon hedefinin tehlikeye gireceği bir yıl olma tehlikesi bulunuyor.
Bizce mali disiplinin ve olsa da olmasa da 2006’da uygulanması beklenen seçim ekonomisinin yaratacağı tehlikeleri en aza indirmek için, hemen yılın başında yapısal tedbirlere ağılık vermek gerekir. Aksi takdirde, yani kara deliklerin devam etmesi halinde mali disiplinin bozulması ekonomiyi daha fazla tahrip edecektir.
Muhtemel iç siyasi çekişmelerin bir ayağını da AB hedefleri ve gerekliliklerinin oluşturması da kaçınılmaz. AKP’liler, ‘AB bizi sıkıştırmayacak’ diyorlar ama yeni bir seçime kadar ek protokolün görüşülmesinin ertelenmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle AKP’nin çekindiği, TBMM’de AB kararlarının görüşülmesi, iç siyaseti ve yeni bir cepheleşmeyi artırabilir .
Bunun yanısıra uluslar arası likiditenin durumu, içerideki döviz fiyatlarını, dolayısıyla tüm dengeleri tehdit edecek bir tehlike olarak, sürekli izlenecek bir gelişme olacak.
Bizce yıllardır yapılanların, çekilen sıkıntıların boşa gitmemesi için, ekonomik istikrarın artık halka yansımaya başlayacağı bu yıllarda, geri dönüşe kesinlikle izin verilmemeli. Artık işaleminin de istediği gibi ‘ekonomik kriz olmadan iktidar değiştirme’nin yolu da bulunmalı.
Umarız ekonomide saydığımız tehlikelerin yaşanmayacağı bir yılı yaşarız.
Hepinize sağlıklı, mutlu, krizsiz bir yıl dilerim...
Yazının Devamını Oku 
29 Aralık 2005
AKP Hükümeti aflarla geldi, aflarla devam ediyor. TBMM Genel Kurulu’nda son anda 2006 Bütçe Yasasına bir madde eklenip, bu kez de kaçak yapılara af getirildi. Daha doğrusu kaçak yapılara elektrik ve su verilmesini yasaklayan kanun maddesine af getirildi. Hem de 2006 Bütçe Yasası’na Türk Ceza Kanunu’nda bir değişiklik yapacak maddenin eklenmesiyle. Yani bu maddenin bütçe ile ilgisi olmadığı için, iptalinin söz konusu olacağı, biline biline...
Milletvekillerinin son anda yaptığı değişiklikle 12 Ekim 2004 tarihine kadar yapılmış tüm kaçak yapılara altyapı hizmeti götürülebilecek. Buna ek olarak bunlara su ve elektrik götüren belediye başkanlarının sorumlulukları ortadan kaldırıldı yani ceza almalarının önüne geçildi.
Bu açık bir popülist karardır. Türk Ceza Kanunu’na hem de belediye başkanlarını sorumlu tutarak konulan bu madde kaçak yapılaşmayı, gecekondulaşmayı önlemeye dönük bir maddeydi. Çok büyük sorun olan kaçak yapılaşmaya nihayet, ceza kanunuyla ciddi caydırıcı bir önlem getirilmişti. Şimdi o caydırıcılık ortadan kaldırıldı. Çünkü herkes biliyor ki; bu tür afları getirdiğiniz yani gecekonduya af getirdiğinizde, "bundan sonra da nasıl olsa elektrik su bağlayacak bir af gelir" diye gecekondulaşma, hatta kaçak villaların yapımı devam eder.
Aynı şekilde TBMM Genel Kurulu’nda Bütçe Yasası’nın görüşüldüğü son gece, bu kez Maliye’nin bir önergesi ile hastane alacaklarına af getirilmiş. Sağlık Bakanı Recep Akdağ 3.5 katrilyon liralık alacağı tehlikeye düştüğü için buna karşı çıkmış. Tartışmalar sonunda bu madde yasada kalmış, daha sonra affı yumuşatmak için yeni yasa çıkacağı söylenmiş.
Hep söylediğimiz, Kamu Mali Kontrol yasasında yapılan değişikliklerin niyetini şimdi anladınız mı? Ödenek üstü harcama yapıldı, bunun ödeneği 2006 bütçesine konacaktı, Maliye bunu da kaldırdı. Özetle 2005 bütçe rakamları gerçeği yansıtmıyor. Çıkan açığa ödenek üstü yapılan 3,5 katrilyonu da koyup öyle hesap yapın. Şimdi daha önce yapılan harcamanın yani bu kadarlık açığın bir sonraki yıla yani 2006’ya aktarılması da önlenmiş oldu, buharlaştı.
Dolayısıyla daha çıkmadan 2006 bütçesi de güvenilmez bir bütçe haline getiriliverdi. Yani aflar hem kuralsızlığı teşvik ediyor hem de şimdiye kadar ekonomide başarının anahtarı olan mali disiplini bozucu, şeffaflığı önleyici, yeni kara delikler yaratıcı bir rol oynuyor.
CHP’NİN TAVRI
Önceki gün bütçe nedeniyle liderlerin yaptığı konuşmalar dünkü gazetelerde geniş biçimde yeraldı. Bizim dikkatimizi çeken bir tartışma da kredi kartları üzerineydi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kredi kartlarıyla ilgili affı savunur bir konuşma yaparken, Başbakan Tayyip Erdoğan, kredi kartı kullananların suçu üzerinde durdu ve affa karşı bir tavır ortaya koydu.
Kredi kartıyla ilgili af önergesi hazırladığı için AB Uyum Komisyonu’nu eleştiren yazımız üzerine, çok sayıda tepki maili, telefonu aldık. Çok ciddi sıkıntılar içinde kalan kişiler, gerçekten de duyarsız kalınamayacak tepkileri dile getirdiler.
Ancak aflara karşı biri olarak, ne kadar sıkıntılı da olsa, kuralların hakim kılınması için, kredi kartındaki affa da karşı olduğumuzu tekrarlayalım. İşte bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tavrını ciddi biçimde desteklemek gerektiğine inanıyoruz.
Ancak bu anlayışın her alana yayılması lazım ki, kredi kartı mağdurları da "Başkalarına örneğin gecekonduya, başka kuralsızlıklara af getiriyorsunuz da bize niye getirmiyorsunuz " deme hakkını, doğal olarak kazanırlar.
Aslında baktığınız zaman afların sadece iktidar partilerinin işi değil aynı zamanda popülizmi seçen muhalefet partilerinin de belirgin bir tavrı olarak ortaya çıktığını görürsünüz. Gecekondu affında da kredi kartı affında da CHP’nin tutumu buna örnek teşkil ediyor.
Bizce bu siyaset etme biçiminin artık ortadan kalkması gerekiyor. Bunun için de, Başbakan kızıyor ama, seçim barajının indirilmesi önerisine ek olarak siyasi partiler yasası ve seçim yasalarının da mutlaka değiştirilmesi gerekiyor.
Kimsenin şüphesi olmasın, ileride kim direnirse dirensin, bunlar da olacak...
Yazının Devamını Oku 
27 Aralık 2005
SİZCE TBMM’de kurulan ‘AB Uyum Komisyonu’nun görevleri nedir? Adından da anlaşılacağı gibi, çıkan yasaların AB ile uyumunu araştırmak, eğer AB ile ilgili bir çelişki varsa, o konuda inceleme yapıp, AB’ye uyumunu sağlamaktır değil mi? Evet, TBMM’deki komisyonun görevi budur. Bu nedenle eski Büyükelçi, eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da AKP’li Komisyon Başkanı olarak atanmıştır.
Dün bir gazetenin manşeti ‘Kart faizine af geliyor’du. 1.2 katrilyonluk geciken kredi kartı borcuna neşter atıldığı, TBMM’deki AB Uyum Komisyonu’nun bu yönde bir önerge sunduğu belirtiliyor. Araştırdık, önerge doğruymuş. Gerçekten AB Uyum Komisyonu tarafından kredi kartı affı ile ilgili bir önerge hazırlanmış. Bildiğimiz kadarıyla başka komisyonlarda da böyle önergeler varmış. Nedendir bilinmez; TBMM’de kredi kartlarıyla ilgili asıl komisyon olarak Plan Bütçe Komisyonu yerine Sanayi ve Ticaret Komisyonu saptanmış. Yani, önergeler son olarak Sanayi Komisyonu’nda görüşülüp, karara bağlandıktan sonra Genel Kurul’a gelecek.
Şimdi soruyoruz; kredi kartı affının AB ile uyumla ne ilgisi var?
Bizce AB Uyum Komisyonu, bu noktada AB ile uyumu değil uyumsuzluğu gözetmiş. Çünkü bildiğimiz kadarıyla AB’nin temel ilkeleri içinde eşitlik, adalet gibi özgür irade ile yapılan sözleşmeye müdahale edilmemesi ilkesi de var. Yani AB, borcuna sadık olmayan, yaptığı sözleşmeye uymayanı ödüllendirmekten yana değil. Aksine herkese aynı kuralların geçerli olması ve kurallara uymayanların cezalandırılmasıyla kurallara uyumun sağlanmasına çalışılır. Çünkü çağdaş ülkelerde, ekonomilerde böyledir. Bir insan özgür iradesiyle sözleşme yapıp, sözleşme şartlarına uymuyorsa hem karşı tarafa zarar vermiş olur hem de kurallara uyanları enayi yerine koymuş olur. Yani aflara, yaratacağı adaletsizlik nedeniyle karşıdır.
Halbuki AB Uyum Komisyonu hazırladığı önerge ile bunun tam tersini yapıyor.
Üstünü üstlük kredi kartına af getirmenin AB Uyum Komisyonu’nun görev alanı ile hiç mi hiç ilgisi yok. Eğer varsa bu tür afların hepsine karşı çıkması gerekir, affı savunmak yerine...
O zaman sormazlar mı, TBMM’deki komisyonlar böyle mi çalışıyor, alanıyla, göreviyle hiç ilgisi olmayan alanlarda önerge hazırlayıp sistemi bozuyor, popülizm yapıyor demezler mi? Acaba AB Uyum Komisyonu AB’de konut kredilerinin tüketici kredisi olarak değerlendirilmediğini biliyor mu? Bunu araştırın demişlerdi, araştırmışlar mı? Önlerine geldiğinde bu konuda AB ile uyum için ne yapacaklar acaba?
GERİ ÇEKİLMELİ
Başından beri kredi kartları için hazırlanan yasa tasarısının geri çekilmesi gerektiğini söylüyoruz. AB Komisyonu gibi adı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu olan BDDK, sanki işi bankacılık değilmiş de tüketiciyi korumakmış gibi harekete geçip bu tasarıyı hazırladı ve ortalığı karıştırdı. Aylardır bu taslak tartışılıyor.
Kredi kartıyla ilgili bizce yasa gerektiren bir durum ortada yokken, böyle bir düzenleme getirildi şimdi işin içinden çıkılamıyor. Görünen o ki; bu taslak ‘popülizmin bir aracı’ olarak kullanılacak. Komisyonlarda kredi kartı affıyla ilgili birçok önerge hazırlanıyor. Hem AKP’li milletvekilleri hem CHP’li milletvekilleri hazır bu yasa gelmişken içine ne kadar popülizm adına yapılacak iş varsa, hepsini koymaya çalışıyorlar.
Hiç kimse, 2003 yılında da böyle bir af çıktı işlemedi, şimdi nasıl işleyecek diye düşünmüyor. Kimse ‘Popülizm adına bunu getiriyoruz da bu madde sektöre ne getirir, borcunu zamanında ödeyenlere karşı haksızlık yapmış olmuyor muyuz, böylece kurallara uymamaya halkı özendirmiş olmuyor muyuz, eğer bu maddeyi eklersek ve de uygulanırsa bankacılık sektörü zora girmez mi, bu affı getirirsek, 2003, ardından 2005 acaba 2007 yılı geldiğinde yeni bir af istenir mi?’ diye düşünmüyor, bile.
Komisyon üyeleri ‘Aslında bunu hükümet istiyor topu Meclis’e atıp üstünden atıyor’ diyorlar.
Eğer AKP Hükümeti ekonomik istikrarsızlık ve kuralsızlık istemiyorsa, içine daha fazla popülizm maddeleri eklenmeden, kredi kartı yasa tasarısını TBMM’den geri çekmeli...
Yazının Devamını Oku 
26 Aralık 2005
SERMAYE Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Doğan Cansızlar’ın bir süredir gidişattan1 rahatsız olduğunu biliyorduk ama bu kadarını beklemiyorduk. Cansızlar, özellikle AKP tarafından atanan Kurul üyelerinden şikayetçi ve Kurumun çalıştırılamadığını iddia ediyor. Cansızlar’ın şikayetlerini ilgili olduğu Başbakan Yardımcısı Abdullatif Şener’e ilettiğini, daha sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazarak şikayetçi olduğunu biliyorduk. Mektubun içeriği öğrenince, sorunun gerçekten büyük olduğunu, bu yetki çatışması olarak gözüken ama aslında siyasi yönü ağırlık kazanan çatışmanın sermaye piyasasının işleyişine zarar verecek boyutlara ulaştığını gördük. Cansızlar, Başbakan Erdoğan’a yazdığı uzun mektupta bazı Kurul üyelerinin teşkilat yönetmeliğine ve geleneklere aykırı uygulamalarıyla Kuruldaki yetki ve sorumluluk düzenini bozduğunu belirtiyor. Kurul karar organının mevzuatta yazılı, düzenleyici, denetleyici ve idari konular dışında karar alma ve yürütmeye müdahale yetkisi olmadığını hatırlatan Cansızlar, buna rağmen Kurul Başkanının yetkisindeki, özellikle idari nitelikli konularda yetki aşımı suretiyle karar alma girişimlerinde bulunulduğunu belirtiyor ve bu tavrı ‘açık bir mevzuat ihlali’ olarak nitelendiriyor. İki kurul üyesinin merkez dışında yani İstanbul’da ikamet etmeye devam etmesinin acil durumlarda karar alınmasını tehlikeye attığını, Kurul Başkanının Başkan sıfatıyla görev yaptığı uluslararası organizasyonlara katılabilmesi için gerekli görevlendirmelerin zamanında ve etkin temsili sağlayabilecek kapsamda yapılamadığını belirten Cansızlar, bu durumun ‘Kurulumuzun ve ülkemizin uluslar arası saygınlığını zedelemekte’ olduğunu söylüyor.
Kurul karara organına sunulan ve sadece Kurul Başkanını yıpratmayı hedef alan önergelerin hem kurumun çalışmasını olumsuz etkilediğini, uluslararası düzeyde üstlendiği görev ve sorumlulukları yerine getirmesini güçleştirdiğini, hem de yurt içinde ve yurt dışında saygınlığına zarar verdiğini belirten Cansızlar, durumu Başbakana şikayet ediyor.
‘Kurul karar organı içinde Kurul başkanına karşı yapılan bu toplu ve bilinçli hareketler, Sermaye Piyasası Kurulunun 25 yıllık süreçte gelenekselleşen kurumsal yapısını bozmaktadır’ diyen SPK Başkanı Cansızlar, bunun yaratacağı sıkıntıları ise şöyle özetliyor: ‘Kurul tüzel kişiliğinin ve kurul başkanının düzenlemekle ve denetlemekle görevli ve sorumlu olduğu sektördeki saygınlığının zedelenmesi, bilgiye karşı son derece hassas sermaye piyasasında da olumsuz sonuçlar doğmasına neden olacaktır’
YATIRIMCILARI ETKİLEYECEK
Bizce Doğan Cansızlar’ın bu sözleri en kritik sözler. Kurum ve Kurul yetkileri konusunda belli ki kasıtlı bir çatışma var ve sorun kangren halini almış. Tehlikeli olan ise bu durumun ister istemez sermaye piyasasını, yatırımcıları etkiler noktaya gelmesi.
Açıkcası; bu mektupta yazılmayan sermaye piyasasının işleyişine gölge düşürecek iddialar da sanki söz konusu gibi geliyor bize. Bunun kokuları da herhalde yakında çıkmaya başlar. Bu noktaya varmasa bile Sermaye Piyasası Kurulu gibi ekonominin en eskilerinden ve bağımsızlık adına epeyce yol almış bir kurumun, şu an bağımsızlığını iyice pekiştirmek, AB yolunda daha etkin bir konuma gelmek, düzenlemelerini yetkinleştirmek ve artık enflasyon da kalıcı biçimde düştüğünde gerçek fonksiyonlarına kavuşturup sermaye piyasasını ekonominin gerçekten lokomotifi yapmak için uğraşması gerekiyordu. Halbuki şu anda uğraştığı konuya bakın. Yazık ediyorlar SPK’ya, sermaye piyasasına...
Aslında sadece kuruma değil, bu piyasaya yatırım yapan milyonlara da... Cansızlar’ın mektubu şöyle bitiyor: ‘Yatırımcıların ve kurumların zarar görmesine, dolayısıyla kamunun sorumluluğuna yolaçabilecek bu olumsuz sonuçların önlenmesi ve giderilmesi amacıyla ivedilikle önlem alınması, Kurulun , mevzuata , teamüllere uygun biçimde çalıştırılmasının sağlanması gerekmektedir.’
Bu sözler bize büyük bir tehlikenin eşiğinde olabileceğimizi gösteriyor...
Yazının Devamını Oku 
24 Aralık 2005
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, TÜSİAD’a karşı takındığı sert tavırla büyük tepki gördü. Sadece işadamları değil, bazı bakanlar bile özel görüşmelerimizde, "Başbakan’ın niye böyle bir çıkış yaptığını anlamadıklarını, büyük hata yaptığını" söylüyorlar. Yanıtlanması gereken soru şu: "Eğer aynı şeylerin söyleneceği bu toplantıya Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer değil de, örneğin kendisi veya bir yardımcısı katılmış olsa idi, Başbakan aynı tepkiyi gösterir miydi?" Bizce yanıt; kesinlikle hayır...
Başbakan’a yakın kaynaklardan edindiğimiz izlenim de, Başbakan’ın tepkisinin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Mustafa Koç ve Ömer Sabancı’nın verdiği ortak fotoğrafa olduğunu gösteriyor. Özellikle de, hem Cumhurbaşkanı’nın hem de TÜSİAD’ın "seçim barajının düşürülmesi" yönünde verdikleri demeçlere takmış durumdalar. Anladığımız kadarıyla bunu bir komplo teorisi çerçevesinde değerlendiriyorlar.
Bu tür kaygılarla ülkenin yönetilemeyeceği çok açık, tabii ki...
Bu argümanın üzerinde ısrarla duran yetkililere, TÜSİAD’ın bu tür toplantılarda yapacağı açıklamalar için nasıl çalıştığını anlatıp, "Böyle bir şey olduğunu sanmıyoruz. Peki diyelim ki ortak tavır var, CHP de istemiyor siz de istemiyorsunuz, yani bunun olmayacağı ortadayken bu tepki niye? Üstüne üstlük bu adamlar o kadar saf mı ki olmayacak bir şey için böyle tavır alsınlar?" dediğimizde, pek yanıt alamıyoruz. TÜSİAD’ın yıllardır seçim barajıyla ilgili aynı şeyi, hem de daha sert bir biçimde söylediğini hatırlattığımızda da susuyorlar...
Bu komplo teorisine dayanan yetkililerin bile, Başbakan’ın tavrını tasvip etmedikleri de ortada. Kısacası; Başbakan’ın hatasını bu tür argümanlarla yumuşatmak istiyorlar.
Bu kişiler Başbakan’a açık açık bunun bir hata olduğunu söyleyebiliyorlar mı, bilmiyoruz. Ancak ortada bir gerçek var ki; son dönemde AKP Hükümeti sorunları çözmekte sıkıntı çekiyor, hatta durup dururken sorun kaynağı oluyor. Bu da artık kimsenin gözünden kaçmıyor.
Her şeyden önce AKP Hükümeti, içerde AB hedefi ve IMF çapası nedeniyle yaptığı olumlu işler nedeniyle, bugüne kadar aydın kesimden ve işaleminden aldığı desteği kaybetmeye başladı. Her ne kadar "kızarak karşı çıksalar " da AB sürecinin iyi gitmediği, hükümetin bu hedeften sapma sinyalleri verdiği ortada. Bu konuda AB yetkililerinden gelen tepkilerin de önümüzdeki dönem daha da artacağını, rahatlıkla söyleyebiliriz.
CEM BOYNER’İN SÖZLERİ
Kısacası; Türkiye belli bir sürece girdi ve bu yolda ilerliyor. Bu yolu, süreci önceden gören ve buna göre öneriler getirip uyarılarda bulunan kuruluşların başında da TÜSİAD geliyor. Bu süreci geri çevirmek mümkün değil. Hele ki bu gidişatı görüp söyleyenlere karşı suç duyurusunda bulunmak, akışı tersine çevirmeye çalışmakla eş anlamlı...
Başbakan’ın Mustafa Koç için suç duyurusunda bulunması, bu nedenle çok geniş bir kesimden tepki gördü. Birçok işadamı buna karşı çıkarken, en cesur tavrı, bizce, demokrat kişiliği ile tanıdığımız, Cem Boyner gösterdi. Boyner, "Özgürce ifadeye, konuşmaya karşı Başbakan suç duyurusunda bulunarak korku salıyor. Bu çok ağır. Eleştirileri korkutarak susturmak, özgürlüğün parçası olamaz" diyor.
Bence sonuna kadar haklı... Ki Boyner, AKP Hükümeti döneminde hem ekonomik istikrar için gösterilen çabaya, hem de AB yolunda atılan adımlar için hükümete destek veren bir kişi.
Bunun "bir anlayış meselesi" olduğu, AB ve IMF’nin zorlamalarıyla yapılan olumlu işlerin, içe sindirilemeden kerhen yapılmış şeyler olduğu ve anlayış değişmediği takdirde, bir gün gelip, gerçek kimliklerin icraatla ortaya çıkacağı yolunda tedirginlikler taşıyanlar vardı. Ancak Boyner’in de içinde olduğu işaleminin geneli, "artık kriz istemiyoruz" noktasından hareketle, bu tedirginlik noktalarını hissetseler bile, şu haftaya kadar, görmemezlikten geliyorlardı.
Bu krizin TÜSİAD tarafından istenmediğini biliyoruz. Bu nedenle Başbakan, daha önce olduğu gibi, önce partilileri devreye sokup, geri adım atarak ortalığı yumuşatma yolunu seçebilir.Ancak yumuşatılsa da, bu kriz daha sonradan sıkça hatırlanacak krizlerden biri oldu.
Yazının Devamını Oku 
22 Aralık 2005
ÖNCEKİ gün TÜSİAD’ın her yıl sonunda Ankara’da yapmayı gelenek haline getirdiği, 2005’in son yüksek İstişare Kurulu Toplantısı, yine gündeme oturdu. Bu kez Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in toplantıya katılması öne çıktı. Gerçekten de şimdiye kadar ekonomiyle, işadamlarıyla uzak durmaya özen göstermesine alıştığımız Cumhurbaşkanı’nın, bu toplantıya katılması ve uzun süre kalıp özel sohbetlere bile girmesi, başlı başına haberdi.
Aslında gerek Sezer, gerekse Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Sabancı ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç tarafından verilen mesajların birbirleriyle çok uyumlu olması da dikkat çekici bu tabloyu tamamlayan unsurlar oldu.
Fotoğraflara baktığınız zaman Cumhurbaşkanı ortada, Türk özel sektörünün en büyük iki ailesinin temsilcisinin de iki yanında oturduğunu görüyoruz. Bizce bu fotoğraf, özellikle de siyasi gelişmeler karşısında ileride de sık sık kullanılacak bir fotoğraf olacak...
Gazetedeki haberlerin başlıklarına baktığınızda verilen mesajlar şöyle özetlenebilir:
- İşsizliğe ve cari açık en büyük sorunlar.
- Kayıtdışı ile mücadelede yoğun çaba gösterilmeli.
- Yolsuzluklar varlığını sürdürüyor.
- Asayiş, yolsuzluk toplumsal dokuyu tehdit ediyor.
- Pamuk davasında "yasa böyle" denilemez.
- Van Rektörü Aşkın’a reva görülen muamele tasvip edilemez.
- Eğitim, siyasi önyargıyla şekilleniyor.
- Seçim barajı yüzde 7-8’e inebilir.
Bu mesajlar, şu anda olup bitenlerden biraz haberdar olan, Türkiye’nin gideceği nokta ve yapılması gerekenler konusunda "çağdaş" düşündüğünü iddia eden, hemen herkesin altına imza atacağı mesajlar. Bu mesajların, adı geçen fotoğraftan çıkması da önemini artırıyor.
Belki de bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan, bizce anlaşılmaz biçimde, bu eleştirileri şahsi meselesi gibi alıp, dün TOBB toplantısında TÜSİAD’a sert bir biçimde yüklendi.
Bizim TÜSİAD toplantılarından edindiğimiz izlenim, TÜSİAD yöneticilerinin her zamanki tavırlarını sürdürüp, olması gerekenleri sıralamakla yetinmeleriydi. Yani özellikle Başbakan’a yüklenelim diye bir kasıtları yoktu ve yapılan açıklamalar da buna yönelik değildi. Bizce Başbakan bu çıkışıyla, biraz telaş belirtisi göstermiş oldu.
BAĞIMSIZ KURUMLARDA TEHLİKELİ İŞLER
Bağımsız kurumların oluşumunun küreselleşme ve Türkiye’nin entegrasyonu çerçevesinde gerçekleştiğini biliyoruz. Hep söylediğimiz şey, bağımsız düzenleyici kurumların çağdaş dünyanın kurumları olduğu, ancak politikacıların bu bağımsız kurumları içlerine sindirememeleri idi. Bu geçen hükümet döneminde de böyleydi, AKP Hükümeti döneminde de böyle sürüp gidiyor
Ancak AKP Hükümeti’nin bir özelliği tüm bürokraside olduğu gibi, bağımsız kurumlarda da liyakat ve alandaki teknik bilgisi ve deneyimine bakılmadan, partiyle ilişkili kişilerin bu kurumlara atanması oldu. Yani daha önceki hükümette, partizanlığın önlenmesi, hiç olmazsa yumuşatılması açısından bir denge vardı, şimdi bu denge tümüyle kayboldu. Hükümet, önce tümüyle değiştirmeyi bile düşündü ama özellikle dışarıdan gelecek tepkilerden çekindiği için bağımsız kurumlarda görevi bitenlerin yerine atamalar yaparak, kurumları zamana yayarak, tümüyle kendi yanına çekme yolunu seçti.
Şimdi bu süreç ilerledi ve sıkıntı iyice büyüdü. Son günlerde, Sermaye Piyasası Kurumu (SPK)’ndan çok kötü kokular geliyor. Kurumun Başkanının Kurul Başkanı olduğu unutuluyor, Kurul üyeleri anlaşılmaz biçimde idari ve sosyal işlere giriyorlar. Öyle kötü kokular geliyor ki, Türkiye’deki sermaye piyasasına olan güveni tümüyle yok edebilecek iddiaları yakında duymaya başlayabiliriz. Yani tümüyle ekonomiyi baltalayacak, piyasa ekonomisine ters, kayırmacı eğilimlerin başladığı ortaya çıkabilir. Yani iş tehlikeli hal alıyor.
Yazının Devamını Oku 