ÖNCEKİ gün TÜSİAD’ın her yıl sonunda Ankara’da yapmayı gelenek haline getirdiği, 2005’in son yüksek İstişare Kurulu Toplantısı, yine gündeme oturdu.
Bu kez Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in toplantıya katılması öne çıktı. Gerçekten de şimdiye kadar ekonomiyle, işadamlarıyla uzak durmaya özen göstermesine alıştığımız Cumhurbaşkanı’nın, bu toplantıya katılması ve uzun süre kalıp özel sohbetlere bile girmesi, başlı başına haberdi.
Aslında gerek Sezer, gerekse Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Sabancı ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç tarafından verilen mesajların birbirleriyle çok uyumlu olması da dikkat çekici bu tabloyu tamamlayan unsurlar oldu.
Fotoğraflara baktığınız zaman Cumhurbaşkanı ortada, Türk özel sektörünün en büyük iki ailesinin temsilcisinin de iki yanında oturduğunu görüyoruz. Bizce bu fotoğraf, özellikle de siyasi gelişmeler karşısında ileride de sık sık kullanılacak bir fotoğraf olacak...
Gazetedeki haberlerin başlıklarına baktığınızda verilen mesajlar şöyle özetlenebilir:
- İşsizliğe ve cari açık en büyük sorunlar.
- Kayıtdışı ile mücadelede yoğun çaba gösterilmeli.
- Yolsuzluklar varlığını sürdürüyor.
- Asayiş, yolsuzluk toplumsal dokuyu tehdit ediyor.
- Pamuk davasında "yasa böyle" denilemez.
- Van Rektörü Aşkın’a reva görülen muamele tasvip edilemez.
- Eğitim, siyasi önyargıyla şekilleniyor.
- Seçim barajı yüzde 7-8’e inebilir.
Bu mesajlar, şu anda olup bitenlerden biraz haberdar olan, Türkiye’nin gideceği nokta ve yapılması gerekenler konusunda "çağdaş" düşündüğünü iddia eden, hemen herkesin altına imza atacağı mesajlar. Bu mesajların, adı geçen fotoğraftan çıkması da önemini artırıyor.
Belki de bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan, bizce anlaşılmaz biçimde, bu eleştirileri şahsi meselesi gibi alıp, dün TOBB toplantısında TÜSİAD’a sert bir biçimde yüklendi.
Bizim TÜSİAD toplantılarından edindiğimiz izlenim, TÜSİAD yöneticilerinin her zamanki tavırlarını sürdürüp, olması gerekenleri sıralamakla yetinmeleriydi. Yani özellikle Başbakan’a yüklenelim diye bir kasıtları yoktu ve yapılan açıklamalar da buna yönelik değildi. Bizce Başbakan bu çıkışıyla, biraz telaş belirtisi göstermiş oldu.
BAĞIMSIZ KURUMLARDA TEHLİKELİ İŞLER
Bağımsız kurumların oluşumunun küreselleşme ve Türkiye’nin entegrasyonu çerçevesinde gerçekleştiğini biliyoruz. Hep söylediğimiz şey, bağımsız düzenleyici kurumların çağdaş dünyanın kurumları olduğu, ancak politikacıların bu bağımsız kurumları içlerine sindirememeleri idi. Bu geçen hükümet döneminde de böyleydi, AKP Hükümeti döneminde de böyle sürüp gidiyor
Ancak AKP Hükümeti’nin bir özelliği tüm bürokraside olduğu gibi, bağımsız kurumlarda da liyakat ve alandaki teknik bilgisi ve deneyimine bakılmadan, partiyle ilişkili kişilerin bu kurumlara atanması oldu. Yani daha önceki hükümette, partizanlığın önlenmesi, hiç olmazsa yumuşatılması açısından bir denge vardı, şimdi bu denge tümüyle kayboldu. Hükümet, önce tümüyle değiştirmeyi bile düşündü ama özellikle dışarıdan gelecek tepkilerden çekindiği için bağımsız kurumlarda görevi bitenlerin yerine atamalar yaparak, kurumları zamana yayarak, tümüyle kendi yanına çekme yolunu seçti.
Şimdi bu süreç ilerledi ve sıkıntı iyice büyüdü. Son günlerde, Sermaye Piyasası Kurumu (SPK)’ndan çok kötü kokular geliyor. Kurumun Başkanının Kurul Başkanı olduğu unutuluyor, Kurul üyeleri anlaşılmaz biçimde idari ve sosyal işlere giriyorlar. Öyle kötü kokular geliyor ki, Türkiye’deki sermaye piyasasına olan güveni tümüyle yok edebilecek iddiaları yakında duymaya başlayabiliriz. Yani tümüyle ekonomiyi baltalayacak, piyasa ekonomisine ters, kayırmacı eğilimlerin başladığı ortaya çıkabilir. Yani iş tehlikeli hal alıyor.