Erdal Sağlam

FDF tutmuyor, cari açık yüksek ama piyasa takmıyor

2 Şubat 2006
BU hafta içinde önemli ekonomik veriler açıklandı. Meclisteki malvarlığı tartışmaları ve Galataport’a ilişkin haberler, bu verilerin yeterince tartışılmasını engelledi. Öylesine engelledi ki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Davos’ta "dönüşte 2005 bütçe rakamlarını açıklayacağım" demesine ve dün için basın toplantısı tarihi belirlemesine rağmen, bu toplantıyı iptal etti. Çünkü Başbakan bir gün önce Grup toplantısında mal varlığı ile ilgili tartışmaları bastırmak için 2005 yılındaki bütçe rakamlarını açıkladı. Bu açıklamanın ardından da detaylı veriler Bakanlık web sitesine kondu, dünkü toplantı iptal edildi.

Halbuki Maliye Bakanı’na bütçe için sorulacak epeyce soru vardı. Unakıtan basın toplantısını iptal ederek hem bu sorulardan, hem de malvarlığı, Galataport, Çamlıca’daki kaçak villalar gibi, muhtemel sıkıntılı sorulardan kurtuldu.

Merkez Bankası’nın resmi enflasyon hedeflemesi çerçevesinde açıkladığı ilk enflasyon raporu ve enflasyon için açık açık senaryolara bağlı rakamlar vermesi bile, bu tartışmalar nedeniyle, ekonomi sayfalarında yeterince yer bulmadı.

Sadece Merkez Bankası raporu değil, son birkaç gün içinde hem resmi dış ticaret rakamları belli oldu, hem de, dediğimiz gibi, 2005 yılı bütçe gerçekleşmeleri ilan edildi.

Özetle söylenecek olursa, son veriler dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari açığın rekor seviyelere ulaştığını gösterirken, bütçe rakamları da, KİT rakamları da dahil edildiğinde., en önemli göstergelerden biri olan faiz dışı fazla (FDF) hedefinin tutmayacağını gösteriyor.

Açıklanan dış ticaret verilerine göre ihracat yüzde 16 artışla 73.1 milyar dolara, ithalat yüzde 19 artışla 116 milyar dolara çıktı. Açık ise yüzde 25 artışla 42.9 milyar dolara ulaştı. Böylece ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 63’e inmiş oldu. Dün Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından yapılan açıklama, Ocak ayında ihracatın gerilediğini gösteriyor. Bu verilere bakarak piyasa iktisatçıları, Aralık’ta 3 milyar dolar aşacak cari açıkla birlikte yıllık cari açığın, geçen ay yapılan iyileştirmenin etkisiyle, 22 milyar doların biraz altında kalacağını düşünüyorlar. Ancak piyasa oyuncuları bu rekor rakamlara rağmen morallerini bozmuyor. "Nasıl olsa finans ediliyor" diye, dünya şartlarının değişmeyeceği beklentisiyle, dış ticaret için kaygı duymuyor, işin böyle gideceğini düşünüyor.

MERKEZ MÜDAHALE EDEBİLİR BEKLENTİSİ

Başbakanın büyük bir gururla açıkladığı 2005 yılı bütçe rakamlarının detaylarına inildiğinde ise toplam yüzde 6.5 olarak belirlenen kamu sektörü faiz dışı fazlasının milli gelire oranının bu hedefin altında kalacağı görülüyor. Çünkü bütçede belirlenen hedef tutuyor ama iyileşmenin büyük bölümü IMF’nin, FDF hesabına almadığı kalemlerden kaynaklanıyor.

Bütçeye karşılık KİT dengesinde bir kötüleşme olduğunu bildikleri için, KİT’de planlanan yüzde 1.5’luk FDF’nin gelmeyeceğini, dolayısıyla toplam kamunun FDF’sinin hedefin altında kalacağını piyasa oyuncuları da görüyor. Tahminleri böyle ama bunu da çok fazla takmıyorlar. Takmamalarının nedeni ise IMF’nin bu konudaki sapmaya fazla dikkat etmeyip, bunu bir sıkıntı unsuru olarak ortaya koymayacağı yolundaki beklentileri.

Bu verilere karşılık piyasaların tavrı nedir derseniz, her zamanki gibi...

Yani normal zamanda tehlike işareti sayılacak bu verileri piyasa takmıyor, kaale almıyor...

Piyasaların keyfi yerinde, çünkü her ne kadar petrol fiyatlarının yükselmesi nedeniyle dışardan fon akışının biraz yavaşladığı söylense de, dışarıdan akış devam ediyor... Şu anda piyasaların baktığı da bu akışın sürmesi, burada bir sıkıntı olmaması...

Londra kaynaklı görüşmelerimizde likidite fazlalığının çok yüksek olduğu, Türkiye’ye talebin devam ettiği belirtiliyor. Son günlerdeki nisbi yavaşlama için "Döviz fiyatlarının daha önceki Merkez Bankası müdahalesi seviyelerine yaklaşması" gerekçe gösteriliyor. Yani dışarısı Merkez müdahale edebilir beklentisiyle biraz yavaşlamış. Kaynaklar "Merkez Bankası’nın müdahale halinde alacağı dövizin 3 milyar doların altında kalmayacağı" görüşündeler.

Yani dışardan Türkiye’ye likidite akışı hala yüksek, piyasaların keyfi yerinde.
Yazının Devamını Oku

Bütçe rakamlarına güvensizlik

31 Ocak 2006
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, Çarşamba günü 2005 yılı bütçe gerçekleşmelerini açıklayacak. Piyasadaki beklenti o ki; 2005 yılı belirlenen hedeflere ulaşılan, hatta daha iyi performans sağlanan bir yıl olacak. Yani Maliye Bakanı Unakıtan, yarın düzenleyeceği basın toplantısında başarılı bütçe rakamlarıyla, hakkındaki diğer haberleri unutturmaya çalışacak.

İyi de açıklanacak bütçe rakamlarına ne kadar güveneceğiz?

Maalesef mali disiplindeki başarıya rağmen, bütçe rakamları hakkında ciddi endişeler belirmeye başladı. Artık piyasalar da rakamlara biraz kuşkuyla bakmaya başladılar.

Dünkü Referans Gazetesi’ndeki köşesinde Baturalp Candemir, bütçedeki rakamları genel olarak değerlendirirken, haklı olarak, "bütçe rakamlarında şeffaflığın sorgulanması ve kredibilite, bütçede hedefin biraz altında kalmak ya da üstüne çıkmaktan daha önemli" diyor. Finans kesiminin hem kamu hem özel yanını çok iyi bilen ve yabancıların tavrı konusundaki uzmanlardan biri olan Candemir, bütçe dışına çıkarılan kalemlerin şeffaflığa verdiği zarara değiniyor. Bunun ardından da eski-yeni format karışıklığına değinerek, "verilerin birbirleriyle karşılaştırılabilir şekilde yayınlanmaması, şeffaflık prensibine zarar verecek, rakamlara değil spekülasyonlara dayalı yorum yapılmasına yol açacaktır" diyor.

Biz Maliye yönetiminin şeffaflık konusundaki tavrını çok özensiz buluyoruz. Maalesef bu konuda uyarılar üzerine bir-kaç adım atıldı ama ilke ve anlayış olarak şeffaflığın öneminin kavrandığını söyleyemiyoruz. Bu aynı zamanda geçmişte alınan karanlar doğrultusunda detaylı açıklanması gereken mali tabloların aslında içe sindirilemediğinin de bir kanıtı.

Şimdi işler iyi gidiyor diye, mali piyasalarda şeffaflık konusunda gerekli özen gösterilmiyor, ekonomi yönetimi üzerinde gerekli baskı hissettirilmiyor. Ancak işlerin hep böyle yolunda gitmeyeceği, gelinecek kritik noktalarda şeffaflığın ve rakamlara güvenin ne kadar önemli olacağı, şimdiden oluşan ama fazla takılmayan güvensizliğin öyle bir dönemde ne kadar büyük sıkıntılara neden olacağı görülemiyor.

BİRİKEN YÜKLER

Şimdi gelelim Maliye’nin açıklayacağı bütçe rakamlarına...

Herşeyden önce şunu söyleyelim ki; bütçe rakamları gerçek durumu yansıtmayacak. En azından 3,5 katrilyonluk sağlık harcaması için yapılan tartışmalar ortada. Bu harcamalar aslında gerçekleşmiş harcamalar ve bu rakam 2005 bütçesi içinde gözükmüyor. Bunun yanısıra eczacılara olan borçlar da cabası. Yani en azından 4 katrilyon liralık sağlık harcaması yarın açıklanacak 2005 bütçe dengesi içinde yer almayacak. Bu rakamın bir sonraki yıl, yani 2006 bütçesine yazılması gerekiyordu Maliye onu da yapmadı, bakalım şimdi ne olacak.

Sadece sağlık harcamalarıyla da sınırlı değil. AKP Hükümetinin biraz da, müteahhitleri ödenek olmamasına rağmen sıkıştırarak yaptırdığı Karadeniz otoyolu ve diğer duble yol yapımlarından ötürü müteahhitlere birikmiş borcunun 2 katrilyonun liranın üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Yani bir bu kadar harcama da aslında fiili olarak gerçekleşti ama bu harcamalar açıklanacak rakamlar içinde bulunmuyor.

Yanısıra 2006 yılı bütçesinde yeralmayan, belki sağlık kalemleri kadar yeralması şartı da bulunmayan, Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO)’ne verilmiş Hazine kredisi var. Devlet Bakanı Ali Babacan bile bu kredinin sonunda görev zararı olarak Hazine’ye geleceğini açıkca söyledi. Yani AKP Hükümeti Hazine’den 2005 yılında bu kadar destekleme alım harcaması yaptı ama bu rakamlar Hazine’nin bu harcaması, 2005 yılı rakamları içinde yeralmadı.

Bütün bunlar bütçeyi olduğundan daha güzel, faiz dışı fazlayı daha yüksek gösteriyor, tabi ki.

Bunun yanısıra biriken görev zararlarını, KİT ve belediyelerin birikmiş borçlarını eklerseniz, kamunun borcu neredeyse, temizlendiği 2001 yılındaki rakamlara yaklaşıyor.

Yani bütçe dışında gösterilmeyen yükler yeniden büyümeye başladı.

Görülmeyince de sanki her şey güllük gülistanlık gibi gözüküyor.

Bu yüklerin başımıza yakın geçmişte ne iş açtığını, çabuk unuttuk...
Yazının Devamını Oku

Unakıtan için çember daralıyor

30 Ocak 2006
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, her ne kadar yüzündeki muzip gülümsemeyi korusa da, zor günler yaşıyor. Önümüzdeki günler, Unakıtan için kritik günler olacağa benziyor. Unakıtan, "Hükümetin yumuşak karnı" haline geldi. Muhalefet partileri son dönemde bütün dikkatlerini, "Hükümeti bu yumuşak karına vurarak yıpratma"ya verdiler. Aslında muhalefet partilerin uğraşmasına gerek yok çünkü neredeyse her hafta Unakıtan’a ait bir malzeme ortaya dökülüyor. Muhalefet partileri sadece bu malzemelerin üzerine gidiyor, o da yetiyor.

Maliye Bakanı Unakıtan’ı, muziplikleri ve ailece "aykırı demeç ve hareketleri"nin yanısıra, Al-Baraka’daki davasını yasayla affettirme çabalarıyla, oğlunun mısır ithalatıyla, kaçak villalar ile, Galataport olayıyla hatırlıyoruz. Son olarak Baykal ve CHP hesaplarına ilişkin sözleri ve Üsküdar’daki çocuklarına ait kaçak villaların özel bir kararla yasal hale getirilmesinin ortaya çıkması, işin tuzu biberi oldu. İşin tuzu biberi oldu diyoruz, çünkü bu olaylarla birlikte, AKP içindeki "Unakıtan karşıtı hareket" de su yüzüne çıkmaya başladı.

Ankara kulislerinde Maliye Bakanı’nın yakın çevresine, "Yeni Şafak’ta Baykal’ın hesaplarına ilişkin söylediklerimin yeralması, parti yönetiminde de yeralan kendi AKP’li arkadaşlarımdan kaynaklandı" dediği söyleniyor. Bu söylentileri hiç ilgisi olmayan bazı Hükümet yetkililerine sorduğumuzda, "Olabilir çünkü bunları söylediği ortamda bazı parti yöneticilerinin olduğu söyleniyor ve yansıdığı gazeteye bakıldığında, bu iddialar doğru gibi" yanıtını alıyoruz.

Bu sözler gerçekten söylendiyse, ki büyük ihtimalle söylenmiş gibi gözüküyor, gerçekten vahim bir duruma işaret ediyor. O zaman bir Bakan özel inceleme yaptırtıyor, gizli bilgileri özel olarak kullanıyor ve bunları işine geldiği zaman istediğine söylüyor anlamına geliyor ki, bu anlayışı ilerletecek olursanız, ne kadar korkutucu boyutlara ulaşacağı ortada. Bu arada Gelir İdaresinin niye bağımsız kılınmadığı, Bakana payanda görünümündeki grubun aslında bindikleri dalı kesip tüm sistemin bozulmasına göz yumdukları tartışma konusu.Bütün gruba malolan "kayıtsız destek"in ileride yaratacağı sonuçlar da, herhalde artık görülüyordur.

Bizce Bakana kayıtsız destek veren ve tümüyle AKP’li görünüm veren Grubun tehlikeyi artık görüp desteğini çekmesi ya da muhalefet partilerinin baskıyı artırması değil, Maliye Bakanı için çemberi daraltan asıl unsur AKP’de büyüyen tepki olacak. Son günlerde AKP’ye açık destek veren yazarların bile Unakıtan için yazdıklarına bakarsanız, parti içinde "AKP’yi yıpratan günah keçisi" olmaya ne kadar yaklaştığını da görebilirsiniz.

BABACAN KİME YAKIN?

Bunun yanısıra partililer hala Başbakan Tayyip Erdoğan’dan çekindikleri için, Unakıtan’a karşı açık açık tepkilerini dile getiremiyorlar. Ancak son dönemde, buna rağmen ortaya çıkan tepkiler, artık AKP içinde de Başbakana rağmen bir şeylerin olmaya başladığının bir kanıtı.

Bazı AKP’lilerin "kabine değişikliği" umuduna kapıldıkları, "Yıpratılacak ne kadar Bakan varsa hepsinin üzerine gidip, kendileri için boş koltuk yaratma" çabasına girdikleri açık.

Dolayısıyla bazı AKP’liler samimi olarak "ANAP’a dönmeye başladık, bunun için acil önlem alınmalı" noktasından hareketle, sembol haline gelen Unakıtan’a yüklenirken, bazı AKP’liler ise koltuk kapmak için en rahat sonuç alabileceklerini düşündükleri Unakıtan’a yükleniyorlar.

Bu hafta Ankara kulislerinde en fazla konuşulan konuların başında Unakıtan’ın söyledikleri ve kaçak villa affının yanısıra, "Başbakanın Davos’a giderken Unakıtan’ı yanına alması ve birlikte fotoğraf vermesi" geliyordu. Davos’a giderken sadece Baykal’ın mal varlığına ilişkin Unakıtan’ın demeci ve karşılıklı atışmalar vardı. Üsküdar’daki kaçak villa işi ise Başbakan ve Unakıtan Davos’tayken ortaya çıktı. Bu haberle bir şey değişti mi, bilinmiyor.

Bu arada başka bir not; Başbakanın Devlet Bakanı Ali Babacan’la ailece özel tatillere çıkması ve son dönemde çok sık birlikte görünmesi de, AKP kulislerinde "Gül’e yakınlığı ile bilinen Babacan saf mı değiştiriyor, yoksa veliahtlık mı sözkonusu?" sorularıyla, yeralmaya başladı.

Özetle; Maliye Bakanı Kemal Unakıtan için çember daralıyor, Babacan’ın ismi de bundan sonra daha fazla konuşulmaya aday. Tek belirleyici olan Başbakan, bakalım ne yapacak?
Yazının Devamını Oku

Kamu bankalarının piyasadaki ağırlığı

28 Ocak 2006
GEÇEN gün Hazine ihaleleriyle ilgili, daha doğrusu kamu bankalarının bu ihalelerdeki ağırlığı ile ilgili yazımıza Hazine Müsteşarlığı’nın itirazını aynen yayımladık. Şimdi devam eden itirazlarımıza ve işin biraz daha aslına gelmeye çalışalım.

Hazine Müsteşarlığı doğal olarak bu ihalelere karışmadığını, kamu bankalarını ihale için devreye sokmadığını, piyasayı bozacak bir şey yapmadığını söylüyor.

O zaman dönelim geçen haftaya... Artık bu yüksek teklif gelen ihaleye kamu bankalarının çok büyük teklifler attıklarını biliyoruz. Bildiğimiz başka bir şey de; bu çok yüksek teklif nedeniyle faiz oranlarının ihalede düşük çıktığı....

Şimdi, Hazine’nin dediği gibi, Müsteşarlık olarak kamu bankalarının devreye sokmadıklarını, kamu bankalarının kendi iradeleriyle bu ihaleye yüksek teklif yaptıklarını varsayalım. Öyle ya kamu bankalarının yönetimleri, demek ki, bu ihaleye girip çok almak istediler o nedenle yani alabilmek için de yüksek miktarda, düşük faizli teklifler attılar. O zaman şu sorunun yanıtını kim verecek? Normal bir ihalede bu kadar yüksek teklif gelir bu kadar az satış gerçekleşirse o kağıdın ertesi gün ikinci piyasada çok yoğun talep olur. İhalede alamayanlar burada almak ister. Yoğun talep olunca da faizler ertesi gün daha da düşer. Normali böyledir...

Kamu bankalarının çok yüksek teklifte bulunup, tekliflerinin küçük bölümünü alabildiklerini biliyoruz. O zaman, yani eğer gerçekten tekliflerinde samimi iseler, başka bir niyetle teklif atmadılarsa, ertesi gün ikinci piyasada da devreye girip, bir önceki gün alamadıkları kağıdı ikinci piyasada yine almaya çalışmazlar mı?

İşler normal gitse böyle olur. Ertesi gün böyle bir talep görülmediğine göre, bizim bir gün önceki ihale teklifine "fiktif" deme hakkımız doğmuyor mu? Eğer fiktif bir talepse yani yüksek teklif başka niyetle atıldıysa, bunun sebebi nedir? Kamu bankalarının yönetimleri bütün bunları göremiyorlar mı da, böyle bir harekette bulunuyorlar?

Kısacası, kamu bankalarının hiç etki olmasa, bu kadar yüksek teklifle ihaleye girip, ertesi gün hiç oralı bile olmaması, bizce düşünülemez. Yani etki olduğu şüphemizi koruyoruz.

ORANA DEĞİL, MÜDAHALEYE KARŞI OLMAK

Asıl önemli bir husus daha... Kamu bankalarının geçmişte çok kullanıldığını biliyoruz, bu nedenle krizde büyük etkileri olduğunu, devletin kasası gibi kullanılmaktan kaynaklarının kuruduğunu, sonunda kriz sonrası zorunlu olarak yeniden yapılandırıldıklarını da biliyoruz. Uygulanan ekonomik program kamu bankalarının özelleştirilmelerini öngörüyor. Bundan önce de, geçen yılın ortasında, yani 2005 Haziran’ında IMF niyet mektuplarına girdiği gibi, "kamu bankaları ayrıcalıklarının temizlenmesi için bir takvim" kamuoyuna sunulacaktı. Yani bu sözün yerine getirilmesi neredeyse bir yıl geciktirildi. Eğer Hazine yönetimi samimi ise aylar önce hazırlanıp kendilerine gönderilen, bu ayrıcalıkların kaldırılmasına ilişkin takvimi neden açıklamıyor? Hani piyasa ekonomisi ve müdahale istemiyorlardı?

Kamu bankalarının sağduyulu yöneticileri bile, "şu anda Vakıfbank’ın, Halkbank’ın hemen özelleştirilebileceğini, Ziraat’ın da kısa sürede özelleştirmeye hazır olabileceğini" söylüyor. Ama "söz siyasi iradenin" diye ekliyorlar. Yani Hazine’ye sahip olan irade, işleri geciktiriyor, kamu bankalarının daha uzun süre ayrıcalıklarının sürmesi için çaba gösteriyor. Bu bankalar küçüleceği yere hala büyüyor, fazla fazla verilen kamu kağıtlarının geri dönüşleri nedeniyle likidite açısından iyi durumdalar, piyasadaki payları büyüyor, nerede küçülme, özelleştirme?

Hazine’nin "müdahale" niyeti, bizce baştan siyasi irade ile ortaya konmuş durumda.

Bu arada piyasada yani bankacılar arasında bu ihaleye Hazine’nin müdahalesinin konu edilmesi üzerine, "Bir-iki büyük özel banka yüksek faiz teklif ettiler, ihaleden pay alamadılar, bu spekülasyonları onlar çıkarıyor" dendiğini, konuşulduğunu duduyoruz. Bizi çok açık kı; o banka bu banka ilgilendirmiyor. Her banka için, ad vermeden de olsa, adres gösterip yazdığımızı da herkes bilir. Faizin inmesine değil, faize müdahaleye karşıyız.

Bankacılara not:"İlkeli olun,piyasayı bozacak mekanizmalara göz yumarsanız, olan size olur."
Yazının Devamını Oku

Hazine’nin açıklaması

26 Ocak 2006
ÖNCEKİ günkü yazımıza Hazine’den açıklama geldi. Aynen veriyoruz: "Gazetenizin 24.01.2006 tarihli sayısında Sn. Erdal Sağlam imzalı köşe yazısında, Hazine Müsteşarlığının geçen hafta yapılan ihalelerde kamu bankalarını devreye sokarak faizlerin düşük tutulmasını sağladığı ve böylece 2006 yılı başından itibaren uygulamaya konan vergi rejiminin Devlet İç Borçlanma Senedi faiz oranları üzerinde artırıcı etki yaratmadığı kanaatini kamuoyunda uyandırmak için söz konusu bankaları kullandığı yönünde suçlama niteliğinde yorumlar yer almaktadır. Bu kapsamda, aşağıdaki açıklama ve düzeltmelerin yapılması zorunluluğu hasıl olmuştur:

1- Kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin çalışmalar bizzat Hazine Müsteşarlığı tarafından yürütülmüş, kamu bankalarının tümüyle ticari esaslara göre yönetilmesi gerekliliği öncelikle Hazine Müsteşarlığı tarafından savunulmuş ve konuyla ilgili tüm çalışmalarda Hazine Müsteşarlığı etkin olarak yer almıştır. Bu çerçevede Hazine Müsteşarlığı, bugüne kadar kamu bankalarının bankacılık faaliyetlerine yönelik olarak bankacılık teamülleri ve ticari esasların gerektirdiği davranışlar dışında bir faaliyette bulunmaları konusunda herhangi bir yaklaşım içinde olmadığı gibi, bu yönde bir imada dahi bulunmamıştır. Aksine Hazine Müsteşarlığı, kamu bankalarının sahip oldukları bazı kamusal avantajların bankacılık sektöründe rekabeti bozacak bir sonuç doğurmaması yönünde gerekli hassasiyeti azami ölçüde göstermektedir.

2- 2006 başında yürürlüğe giren DİBS’lerdeki stopaj uygulaması çalışmaları, ekonomik program çerçevesinde bir bütün olarak 2004 yılından itibaren ilgili tüm kamu kuruluşlarının ve Vergi Konseyi öncülüğünde bankalar dahil ilgili tüm yatırımcıların görüşleri de dikkate alınarak sürdürülmüştür. Bu çalışmalar kapsamında, vergi düzenlemelerinin olası etkileri detaylı bir biçimde ele alınmış ve faiz oranlarının oluşumunda stopaj uygulamasının yanısıra, mali disiplin, enflasyon beklentileri, geleceğe olan güven ve piyasalardaki likidite koşulları gibi bir çok faktörün etkili olacağı değerlendirilmiştir. Bu süreçte, Hazine Müsteşarlığı, stopaj uygulamasının borçlanma maliyetleri üzerinde etkisinin tamamen piyasa koşulları ve yukarıda bahsi geçen faktörlerin etkileşimi sonucunda ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Hazine Müsteşarlığı’nın yazıda iddia edildiği şekilde "stopajın faizlere etkisi olmaz" yönünde bir yaklaşımı olmadığı gibi, olası etkiyi "kamu eliyle müdahale ederek" sınırlandırma yönünde bir çabası da asla olmamıştır ve olmayacaktır.

3- Uygulanmakta olan Ekonomik Programın temel amaçlarından birisi de, mali disiplini sağlayarak piyasalar üzerinde kamu borçlanmasından kaynaklanabilecek baskının sınırlandırılmasıdır. Bu çerçevede Hazine Müsteşarlığı’nın odaklandığı temel öncelik, maliye politikası hedeflerine ulaşılması ve kamu borcunun risk ve maliyet unsurları da dikkate alınarak etkin bir biçimde yönetilmesidir. Buna ilaveten, faiz oranlarının tümüyle piyasa koşulları çerçevesinde belirlenmesi, gerek programın gerekse borç yönetiminin temel önceliklerindendir. Piyasada oluşan faiz seviyesine Hazine Müsteşarlığı’nın piyasa mekanizması dışına çıkarak bir müdahalesinin olmayacağı açıktır.

4- Mevcut Piyasa Yapıcılığı Uygulaması kapsamında kamu bankaları Piyasa Yapıcı olarak faaliyet göstermektedir. Söz konusu bankalar diğer Piyasa Yapıcı bankalarla aynı hak ve yükümlülüklere tabidir. Piyasa Yapıcılığı sisteminin gereği olarak kamu bankalarına farklı muamele yapılmasının söz konusu olmayacağı açıktır. Kamu bankaları da diğer Piyasa Yapıcı bankalar gibi tamamen kendi ticari öncelikleri doğrultusunda hazine ihalelerine teklif vermektedirler. Bu tekliflerin miktarı ve fiyatı tümüyle bankaların kendi mali yapıları ve fon yönetimi politikaları çerçevesinde belirlenmektedir. Hazine Müsteşarlığı’nın kamu bankalarına, bu konuda herhangi bir tavsiye, telkin ve yönlendirmesi söz konusu değildir.

Köşe yazısındaki "Çok gereksiz bir oyun oynanıyor", "Kamu eliyle müdahale çok gereksiz hareket", "Kamu bankalarını devreye sokup Merkezi indirime zorlamak" ve "Kamu bankalarını devreye sokup faizleri düşük tutmak" gibi kamuoyunu yanıltıcı ifadelerin tümüyle gerçeğe aykırı olduğu açıktır. Kamu yönetiminde açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin yerleşmesinde öncü rol üstlenen Hazine Müsteşarlığı, bu yaklaşımını tüm işlemlerinde göstermeye devam edecektir."


NOT: Geçen haftaki ihaleye hálá nereden geldiği resmi olarak açıklanmayan, yoğun teklife karşılık, bu yazının çıktığı günkü 5 yıllık ihaleye az teklif geldiğini hatırlatalım. Ayrıca kamu bankalarının nakit durumu ve plasmanları, niyet mektuplarına rağmen neden küçültülmedikleri, hazır olmalarına rağmen neden satılmadıklarına ilişkin bilgi ve görüşlerimizi aktarmaya devam edeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Kamu bankaları piyasayı yönlendirmeye başladı

24 Ocak 2006
GEÇEN hafta yapılan Hazine ihalelerine gelen yüksek teklife bankacıların da şaşırdığını ve talebin nereden geldiğini bulmaya çalıştıklarını söylemiştik. Korktuğumuz oldu ve bu ihaleye gelen yüksek teklifin kamu bankalarından kaynaklandığı ortaya çıktı. Korktuğumuz oldu çünkü bu bankaların, piyasadaki hacimleri nedeniyle, zaten doğal olarak bir etkileri var ama geçtiğimiz son birkaç yılda bu etkiyi "yönlendirme" biçiminde kullanmaktan kaçınmışlardı. Yönlendirme günlerine geri dönülmesi, kamu bankalarının 2001’den önceki sübvansiyonlu krediler dönemini andırmaya başlıyor.

O dönemde kamu bankaları kamunun görev zararları nedeniyle büyüttükleri bilanço kalemlerine karşılık, bu zararları alamadıkları için, piyasada çok yüksek miktarlarda alıcı oluyorlar, piyasayı bu şekilde bozuyorlardı. Şu anda tam tersine piyasayı faizlerin yukarı değil aşağı doğru olması yönünde yönlendirmeye başladılar. Ancak öyle ya da böyle, kamu bankalarının piyasayı yönlendirmeye başlaması bir tehlike işareti olarak görülmelidir. Bankacılar yılın ilk ihalesinde faizlerin geçen yıla kıyasla 70-80 baz puan arttığını hatırlatarak, bunun normal bir gelişme olduğunu söylediler. Çünkü yeni yıla kamu kağıtlarında stopajla girildiğini hatırlatan bir bankacı, "Buna rağmen bankaların satmamak, kendilerinde tutmak üzere aldıkları kağıt yine stopaj dışı. Bu nedenle bütün kağıtların stopajlı olması halinde 1,5-2 civarında artması gereken faizler, bu etki nedeniyle 0.8 puan civarında arttı. Yani bu doğal bir stopaj etkisiydi" dedi.

Geçen hafta yapılan ihalelerde ise bu artışın birdenbire kaybolduğunu, sanki stopajsız gibi bir faiz oranı çıktığını kaydeden aynı bankacı, bunun nedeninin ihaleye gelen "aşırı yüksek talep" olduğunu söyledi. Bu talebin ertesi gün ikinci piyasadaki işlemlerde birdenbire ortadan kaybolduğunu, bunun da aşırı talebin fiktifliğini ortaya çıkardığını kaydeden bankacı, aksi takdirde ertesi gün ikinci piyasada işlemlerin çok yoğun olup faizlerin ihaledeki oranın bile altına inmesi gerektiğini, ancak bunun olmadığını söyledi.

Talebin faizleri bu seviyede tutacak kadar yüksek olmasına şaşırdıklarını, ertesi gün talep kaybolunca işin açığa çıkmaya başladığını kaydeden bankacı, araştırdıklarında, bu kadar aşırı talebin kamu bankalarından kaynaklandığını artık kesin olarak anladıklarını söyledi.

5 YILLIKLARI ALACAKLAR MI

Çok gereksiz bir oyun oynanıyor. Herkes biliyor ki; yüzde 15 gibi yüksek bir orandaki, stopajın kamu kağıtları faizlerine etkisi kaçınılmaz. 0.7-0.8 puanlık bir faiz artırımını zaten herkes doğal karşıladı hatta bunun iyi olduğu, bu kadar etkinin küçük olduğunu söyleyenler çoğunluktaydı. Yani işler normal gidiyordu...

Zaten iyi olan bu gidişe kamu eliyle müdahale çok gereksiz bir hareket. Hazine’nin "stopajın faizlere etkisi olmaz" mantığını anlamak mümkün değil. Bu klasik bir DPT mantığı.

Halbuki piyasayı kendi haline bırakıp, eğer işler düzelmeye devam ederse faizlerin kendiliğinden aşağı gelmesini beklemek lazım. Şimdi müdahale edip faizleri düşürdünüz diye stopajın faizlere etkisinin olmayacağı tezinizi ispatlamış mı olacaksınız? Bu olabilir mi, aklınıza sığıyor mu? İleride, zaten bankaların kamu kağıtları yerine başka plasmanlara kaydığı çok açık bir eğilimken., bu faizler yeniden artmaya başladığında daha da zor durumda kalmayacak mısınız? O zaman "faizler artıyor" telaşı olmayacak mı? Ya da kamu bankalarının bu talebi ilelebet sürdüremeyeceklerini görmüyor musunuz?

Yoksa "kamu bankalarını devreye sokup Merkez’i indirime zorlamayı"mı amaçlıyorsunuz?

Hazine’nin, geçen haftaki ihalelerinde kamu bankalarını devreye sokup "faizleri düşük tutmak" için kullanması herşeyden önce güven kaybettiren bir hareket. Şimdi bütün ihalelerde "Acaba bu kez Hazine ne oyun oynadı" denmeye başlanacak.

Örneğin yakında Hazine’nin sınavlarından biri de içerde çıkacağı 5 yıl vadeli tahviller olacak. Bu kağıtları da kamu bankalarına aldırırsanız, bu konuda kendinizi başarılı mı olmuş sayacaksınız? Bankalarda bu kadar fon olmadığı, zorlama satış olacağı anlaşılmayacak mı?
Yazının Devamını Oku

Kredi kartında karar haftası

23 Ocak 2006
BAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener, uzun süredir kafaları karıştıran kredi kartı sorununda sağduyulu bir tutum izledi. Şener, partisinden, bazı oda ve derneklerden gelen tepkilere rağmen, yapılacak kredi kartı düzenlemesinin, piyasa koşulları içinde kalması için çaba sarfetmeye devam ediyor. Abdüllatif Şener bu hafta kredi kartı yasasıyla ilgili milletvekillerine bilgi verecek. Daha doğrusu TBMM’deki asıl komisyon olarak belirlenen Sanayi ve Ticaret Komisyonu’nun AKP’li milletvekillerine bir brifing verecek ve moda deyimle, "düzenleme konusundaki kırmızı çizgiler’i anlatacak.

Bu toplantıdan önce Abdüllatif Şener’in kredi kartının taraflarını da yine bir araya getireceğini tahmin ediyoruz. Yani Bankalar Birliği ve kredi kartı yasa tasarısını hazırlayan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yetkililerini toplayıp, gelinen son aşamayı tartışacak. Ardından da AKP’li milletvekillerine, düzenleme konusunda belirli sınırların aşılması halinde düzenlemenin çıkış amacından sapacağı anlatılacak. Büyük ihtimalle, ana muhalefet partisi CHP’li milletvekillerinin Hükümeti zor durumda bırakmak için kredi kartı yasasında bazı maddeler için bastırıp, radikal değişikliklere gitmek isteyecekleri anlatılacak ve AKP’li milletvekillerinden bu oyuna gelmemeleri de istenecek.

Sanayi ve Ticaret Komisyonu Başkanına bilgi verildiği, piyasa koşullarının ötesine geçecek düzenlemelerin yanlış olacağı konusunda verdiği demeçlerden anlaşılıyor. Ancak TBMM’deki AB Uyum Komisyonu’nda yaşananlar, yine de temkinli olmayı gerektiriyor.

AB ile uyumu gözetmesi gereken bir Komisyonun AB mevzuatına ters önergelerle tasarıyı değiştirmek istemesi, Sanayi ve Ticaret Komisyonu çalışmaları için Hükümeti daha dikkatli olmaya itti. Abdüllatif Şener o dönemde bir açıklama yaparak, "Amacını aşan düzenlemeler eklendiği takdirde kredi kartı yasasını geri çekeceğini" açık açık söylemişti. Şimdi bu aykırı düzenlemelerin gelmesini engellemeye, amacına uygun bir yasa çıkmasına çalışıyor.

Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili olarak, "herkesin kendi hesabını yapması gerektiği, piyasa koşullarının hakim kılınması gerektiği"ni belirten, konuya ilişkin demeçleri, bizce çok yararlı oldu. AKP’li milletvekillerinin amaç dışına çıkacak önergelerini önleme konusunda, bu demeçlerin katkısı olacaktır diye düşünüyoruz.

BAŞKA TÜRLÜ DE ÇÖZÜLÜRDÜ AMA

Aslında kredi kartı düzenlemesini sorun yapan, bizce tasarıyı hazırlayan BDDK yönetimi oldu. Bir tüketici kuruluşu gibi ortaya çıkıp, bu doğrultuda demeçler verince, bazı oda başkanları ve dernekler de buna katıldı. İş iyice karıştı ve bugüne gelindi.

Her konuda Hükümet ile partisi arasında ciddi görüş ayrılıkları çıkmaya başladı. Daha doğrusu AKP’li milletvekilleri, elleri direk taşın altına olmadığı için, popülizm yapmaktan kendilerini alamıyorlar. Hükümet ise milletvekilleri ile çok da ters düşmemeye özen gösterdiği için, doğruyu yapmak artık zaman almaya başladı.

Hükümetin "bu olmaz" diye kestirip atmaması, hem iyi hem kötü, tabi ki...

Sonunda bu noktaya gelindi ve eğer kaza bela olmadan bu yasa çıkarsa, bunun mimarı bizce Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener olacak. Aksi takdirde, yani BDDK yönetimine iş kalsaydı, sonradan büyük sıkıntılar yaratacak bir noktaya gelinebilirdi...

Son anda AKP’li milletvekilleri bazı noktalarda hala popülizm çabalarını sürdürürler mi bilemiyoruz ama bankalar, faiz tahakkukuna ilişkin yeni maddelere razı olmuş gözüküyorlar. Ancak milletvekillerinden gelecek yeni bir taksitlendirme talebine, doğal olarak karşı çıkarlar.

Halbuki BDDK, hangi bankalarda ödeme sorunu yoğunlaşıyor, 2003’deki son af sonrası yeni girenler mi bu sorunu yaratıyor yoksa eskiler mi devam ediyor, ödememeyi alışkanlık haline getirmiş belli bir kesim mi var, esnek davranan bankalarda mı sorun yoğunlaşıyor, bunu verilerle ortaya koyması lazımdı. Buna göre BDDK kendi içinde bir düzenleme yapıp bizce sorunu aşardı ama sorumluluk almadı, bunu yasa haline getirmeye çalıştı.

Umarız daha fazla sıkıntı çıkmaz, artık bu kredi kartı meselesi de kapanır.
Yazının Devamını Oku

Sektör talepleri birbiri ardına gelebilir

21 Ocak 2006
BAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener’in açıklamasına göre kuş gribi nedeniyle tavuk ve yumurta sektörlerine yapılacak devlet yardımının miktarı 53.2 milyon YTL. Yani 53 trilyonluk liralık bir destek. Özellikle tavukçuluk sektörü, bu desteği de yeterli görmüyor.

Elbette sektörün durumu kötü, belli ölçülerde yardım gerekir ama bizce bu destek mümkün olduğunca piyasa koşulları içinde, devletin, yani halkın kesesine yüklenmeden yapılmalı.

Daha önceki yıllarda bu tür desteklerin başımıza ne tür işler açtığını gördük. Bankacılık krizinin maliyetini konuşurken hep "hortumcu banka sahipleri" dedik ama bu faturanın yarısının kamu bankalarından kaynaklandığın unuttuk. Kamu bankalarında da hortum çoktu ama oluşan zararın, halkın cebinden karşılanan paranın önemli bir bölümü de sübvansiyonlu kredilerden kaynaklandı. Yani piyasanın altında faizlerle sübvansiyonlu verilen kredilerden, Hükümetlerin sorunlu sektörlere aktardıkları paralardan, borçların affından kaynaklandı. Sadece dün açıklanan yardımlar nedeniyle, "eskiye döndük" demiyoruz ama bu desteğin başka sektörlere sıçrama tehlikesine de şimdiden dikkat çekmek istiyoruz.

Çünkü geçmişte de zor durumdaki sektörlere devlet desteklerinin ardından, başı sıkışan devlete "bize de yardım" diye koştu. Sonra "ona yaptık buna yapmasak olmaz" dendi, politikacılar kolayı seçip bol keseden dağıttılar ve 2001’de yaşanan krize kadar gelindi.

Devlet Bakanı Babacan "popülizme döneni tarih affetmez" diyor ama bu AKP Hükümeti’nin eskiye dönmeyeceğinin garantisi değil. Hele ki siyaset ısınıp, seçim yaklaşırken...

Örneğin tekstil sektöründen son günlerde kötü haberler gelmeye başladı. Lobisi de güçlü bir sektör olan tekstil sektörü yakında Hükümete "Bize de yardım" diye başvurursa şaşırmayın.

Zaten bu tür eğilimleri güçlü, başı sıkıştığında kurları düşman gösteren bir ihracatçı kesim var ve bu kesim sürekli olarak "AKP’nin payandası" görüntüsü vererek, pay kapmaya çalışıyor.

Özetle; tavukçuluk başka sektörlere devlet yardımlarının yolunu açmamalı, "Dikkat" diyoruz.

Bunun için, tavukçuluk sektöründe Hazine’ye yani halka yük olmayacak, piyasa ekonomisi içinde sigorta gibi mekanizmalar hemen devreye konmalı, başka talepler de önlenmeli.

BAĞIMSIZ KURUMLARI HAZIM SORUNU

Futbol Federasyonu seçimleri birçok açıdan ibretlik bir olaydı. "Özerklik"in yasa ile olmayıp, siyasetçilerin içine sindirmeleri gereken bir ilke olduğu, işadamı - bürokrat - politikacı üçgeninin her alanda işlemeye devam ettiğini gördük. İnsanın aklına "Çoğunluk iktidarı itibar kaybını göze alıp nasıl bu kadar taraf olabilir?" sorusu geliyor. Demek ki, politikacıların futbol piyasasını ele geçirmekten umduğu da bir sürü menfaat var, öyle değil mi?

"Tam saha pres"e rağmen AKP’nin karşı olduğu kazanması da birçok açıdan incelenmeli.

Ulusoy’a oy verenlerin ne kadarı Ulusoy’u içine sindirmişlerdi, ne kadarı "sırf tepki olsun" diye oy verdi. Hükümet olmasa Ayhan Bermek’e oy verecek, O’nu kendine yakın görenlerin ne kadarı inadına karşı tarafa geçti. Ulusoy’a oy vermeyi düşünen kaç kişi, "özel menfaatleri zedelenmesin diye Hükümetten gelen baskıya boyun eğip, Bermek’e oy verdi" belli mi?

Bizce ilkesel olarak bakıldığında, ne olursa olsun politikacıların, spordan da, ekonomideki gibi, artık elini çekmesi gerektiği bir kez daha ortaya çıktı. Yani futbolda yaşanan olaylar, ekonomideki bağımsız kurumlarda yaşananlarla hemen hemen aynı. Bu teknik bir iş, uzmanlık isteyen bir sektör ve bağımsız düzenlenmesi, siyasi veya başka kaygıların işin içine girmemesi lazım. Eğer Hükümet kendi başına bıraksaydı, o zaman hizmeti yapacak kişiye oy verilecek, doğru konusunda sorumluluk sektörde olacaktı. Belki de Bermek’e yazık oldu

Şimdi ihale yasasında aynı şeyler yaşanıyor. Hükümet, 4 kez değiştirdi doymadı, hala ihale yasasını değiştirip, eskisi gibi, kamu ihalelerini istediği zaman, istediği kişiye vermenin yolunu açmaya çalışıyor. Bizce AB’den bu konuda sert bir tepkinin artık gelmesi gerekiyor.

İhale yasası değişiklik niyetinin aslında federasyon seçimleriyle de ilgisi var. Bir düşünsenize, daha esnek iş dağıtsa, Federasyon ya da başka seçimler için, hükümet daha fazla siyasi baskı uygulayabilir, istediğini yaptırırdı, değil mi? Bu, popülizm dönemine dönüş olmuyor mu?
Yazının Devamını Oku