Erdal Sağlam

Maliye Bakanı’nın performansı

6 Mart 2006
"HAKKINDA en fazla gensoru verilmiş Bakan" ünvanına aday olan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, mali disiplini sağlamakla övünür. İşin tuhafı Uluslararası Para Fonu (IMF) da, bütçeyi tutturduğu, daha doğrusu faiz dışı fazla hedefine sadık kaldığı için Kemal Unakıtan hakkında övgüler düzer. Bırakın IMF’i, bizim özel sektörümüz de Maliye Bakanını çok sever. Çünkü "sermaye dostu"dur ve işadamlarından gelen sorunlara çözmek için yaklaşır.

Bu nedenle son olaylara kadar, işadamları ve örgütleri açıkca övgüler yağdırmaktan çekinmezlerdi.

"Bana gelin, ben sorununuzu çözerim" diye özel sektöre sıcak yaklaşım gösteren bir bakanı işadamları niye sevmesinler, değil mi? Hele bir de işlerini çözmüşse...

Aslında yabancıları da unutmamak gerekir. "Unakıtan’ın hayranları" derneği kurulsa, buna en çok desteğin, özellikle bir büyük uluslar arası bankadan geleceğine eminiz. Bu bankanın yöneticilerinin Bakanı niye bu kadar sevdiğini, göreve geldikten kısa süre sonra bu bankanın zor sorunlarına gösterdiği sıcak ilgiyi, aslında tüm piyasalar da biliyor.

KAMUOYU ADINA DENETİM

Adına ne derseniz deyin, nasıl bir deyimle tarif ederseniz edin, yapılan işlerin sonunda ortaya çıkacağına, eninde sonunda yapanın yanına kár kalmayacağına inanmış bir kişiyiz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Unakıtan dosyalarıyla ilgili olarak "siz işinize bakın" dediği basının asıl işinin zaten bu olduğuna, kamuoyu adına denetim yapılmadığı takdirde demokrasinin işlemeyeceğine de inanıyoruz. O nedenle, kimin hakkında olursa olsun, gerçeklerin ortaya çıkacağına, bunun için basına büyük görev düştüğüne, sanıyorum herkes katılıyordur..

Şimdi gelelim, işin teknik tarafına...

Kemal Unakıtan’ın görev yaptığı Maliye Bakanlığı’nın performansına. Herşeyden önce şu tespitimizi baştan söylemek zorundayız ki; Maliye Bakanlığı’nın bir başarısı gözüküyor ama bu IMF nedeniyle zorunlu başarı. Bunun en büyük delili de, her sıkışıklıkta ortaya çıkan kadroların yetersizliği ve anlayıştaki çağdışılıklar.

Bu yetersizliğin son örneğini Ocak ayı bütçe rakamlarının açıklanmasında yaşadık.

Ocak ayı bütçe rakamları, kaç yıldır geçileceği bilinen yeni hesaplama yöntemi gerekçe gösterilerek, ancak Şubat’ın sonunda açıklandı.

Bu da yetmedi Maliye uzmanları öğlen söyledikleri rakamı, 3 saat sonra "pardon" deyip değiştirmekten çekinmediler. Tarihi rekor diye Bakan ilan etti ardından Başbakana ilan ettirdiler ama anlaşıldı ki; bazı harcamaları almayıp, bazı alınmayacak gelirleri alıp, Ocak rakamlarını süsleyip, olmadık bir pembe tablo çizmişler.

2005 BÜTÇESİNDEN 6.5 MİLYAR YTL KAÇIRILDI

Sonuçta, faiz dışı fazla (FDF) gerçekleşmesinin geçen yılın bile altında kaldığı ortaya çıktı.

Maliye gelir hedefini da tutturuyor ama sıkıştığında salma salarak bu işi yapıyor. Yoksa kadroların "bağımsız bir gelir idaresi" kurup sağlıklı vergi yönetimini kurumsallaştırma gibi kaygıları yok, eksik kaldıkça zaten aldıklarından biraz daha vergi alıyorlar.

Biliyor musunuz; vergi yetkililerimiz hala stopaj konusunu, mali araçların vergilerinin nasıl işleyeceğini bile tam olarak çözemediler. Kara kucak bir gidiş, yani...

Peki piyasalar buna ne diyor derseniz; "sıcak para sarhoşluğu" içinde bütün bunlara ses çıkarmadan, görüp ama görmemezlikten gelip yola devam ediyorlar. Uluslararası likidite bu kadar uygun olmasa, Maliye’nin yaptığı işleri de görecekler ama şimdi baktıkları yok.

Maliye’nin rakamları iyi göstermek için kamu mali kontrol yasasını deldiğini, bütçeden bazı kalemleri kaçırdığını hep söyledik, bu köşede hep yazdık. Son olarak TEPAV’ın yaptığı 2005 bütçe analizi, bütçeden kaçırılan rakamın 6.5 milyar YTL olduğunu açığa çıkardı.

TEPAV’ın bülteninde normal şartlar altında tipik bütçe harcaması niteliğindeki bu harcamaların bütçe gideri olarak tahakkuk ettirilmesi, ödendiyse bütçede gider olarak gösterilmesi, ödenmediyse emanet hesaplarında izlenebilmesinin gerektiği ama Maliye’nin bunu yapmadığı belirtiliyor.

Bu yolla bütçeden kaçırılan rakam milli gelirin yüzde 1.3’üne denk geliyor.

Yani bu tür giderlerin program tanımlı faiz dışı fazlanın hesaplanmasında dikkate alınması, dolayısıyla faiz dışı fazlanın bu kadar az ilan edilmesi gerekiyordu, yapılmadı.

Siyasi ve etik defoların yanısıra, ekonomik gerçeklerin de ortaya çıkması gerekiyor...
Yazının Devamını Oku

Tekstilden sonra sıra turizmde

4 Mart 2006
TAHMİNİMİZ gerçekleşti; sıkıntıda olan sektörler Hükümete dert anlatmak için sıraya girdiler. Tekstil sektörü için yapılan özel toplantının ardından, 15 Mart’ta da turizm sektörü temsilcileri sorunları anlatmak üzere Başbakan Tayyip Erdoğan’la biraraya gelecekler.

Hem tekstil hem turizm sektöründe faaliyet gösteren bir işadamı ile bu konuyu konuşurken, tekstil sektörünün sorununun daha ağır olduğunu söyledi. Tekstilde işletmelerin kapanma noktasına geldiğini kaydeden işadamı, turizm sektöründe ise büyük sorunlar olmasına karşılık, bir kapanma tehlikesinin olmadığının altını çizdi.İşadamı turizmin sorununun kar kaygısı olduğunu, zarar görünse de kapanma noktasına gelinmeyeceğini söyledi.

Daha önce tüm sektörlerin sorunları aktarılırken, hazırlanan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Turizm Sektör Kurulu’nun raporuna göre, özel tüketim vergisi (ÖTV) oranlarının turizm sektörü için aşağıya çekilmesi, sektördeki yüzde 18’lik KDV oranının Akdeniz Çanağı’ndaki rakip ülkelerde olduğu gibi yüzde 5-8’e indirilmesi, turizm sezonu dışında da çalışan konaklama tesislerinde sosyal güvenlik primlerinin düşük tutulması, telif hakları ile ilgili sorunlarının çözülmesi, seyahat acentalarının ihracatçı sayılmaları ve işletmelerdeki bazı ruhsat sorunlarına çözüm bulunması istenmişti.

Görüştüğümüz işadamı özellikle KDV sorununun çok büyük olduğunu, faturayla birlikte peşin tahsil edilen KDV’nin sıkıntı yarattığını söyledi.

Turizmcilerin Başbakanla yapacakları toplantı için, seyahat acenteleri, yatırımcılar, acentalar gibi uzmanlık alanlarıyla ilgili ayrı ayrı raporlar hazırladıklarını biliyoruz. Yani Hükümetten talep listesi bir hayli uzayabilir.

Buna karşılık Maliye Bakanlığı’nın tekstildeki KDV indirimine sıcak yaklaşırken, turizm

sektöründeki KDV oranlarının indirilmesine olumlu bakmadığını tahmin ediyoruz.

Daha doğrusu Maliye, tekstil sektöründe KDV indirimi yaparsa, ödediği vergi iadesinin yüksekliği nedeniyle, kaybı olmayacağının farkında ve o nedenle tekstilde KDV indirimine

karşı çıkmıyor. Hatta tekstilde KDV oranları inerse, vergi iadesinden kurtulacağı için, daha karlı bile çıkabileceğini hesaplıyordur diye düşünüyoruz.

HAKSIZ ÖDEMELER ZATEN BİLİNİYOR

Çünkü Maliye bürokrasisi ihracatta vergi iadesinin büyük bölümünün hayali işlemlere gittiğinin, bu parayı haksız yere ödediğinin farkında ama ödemeye devam ediyor. İşte işin en tuhaf yönü de, bizce burası. Kısacası; Maliye bile bile haksız vergi iadesi ödüyor.

Peki, neden ödüyor derseniz, bizce politikacıların tavrı nedeniyle. Çünkü bu işi yapanlar bir hayli nüfuzlu ve Bakanlara etki yapabiliyor, bakanlar bildikleri halde kimseyi ürkütmeyelim

diye ses çıkarmıyor, bürokratlara "durun" diyorlar. Tabi en hafifiyle, "kimseyi ürkütmeyelim" diyoruz.... Belki gözlerini kapamalarına neden olan başka sebepler de vardır, kimbilir?

Yani Maliye bürokrasisi "bakanın her dediğini yapan bir bürokrasi" olduğu için, bile bile ödediği bu haksız vergi iadesinden, KDV indirimi olursa, kurtulmuş olacak...

İşte bu nedenle Maliye tekstilde KDV indirimine sıcak bakıyor ve bunu her tarafta söylüyor.

Bu arada İstanbul’da bazı kesimler, tekstilde KDV indirimi ihtimalinden hayli tedirgin olmuşlar. Bu işin asıl kaymağını yediği söylenen bazı işadamları "Buradan çok para kazanıyoruz, gerekirse bu kadar parayı harcar, bu indirimi durdururuz" diyor ve etrafa, indirimi savunanlara tehditler savuruyorlarmış.

Bu kişilerin bazı özel sektör örgütlenmelerinde etkin olduğu da söyleniyor.

Bu kesimlerin kızgınlığına karşılık, tekstil sektörünün büyük bölümünün, özellikle de "biz üreticiyiz" diyen kesimin, KDV indirimine çok sıcak baktığını, gelen tepkilerden görüyoruz.

Tamam, birilerinin bu yolla devletten haksız kazanç almalarının önüne geçilecek ama hala tedirginiz. Bu sektörlerin ardarda, devletten birşeyler istemek için sıraya girmesinden,

Hükümetin popülizme kayıp sıkışınca programı bozma ihtimalinden, şimdiye kadar programa sahip çıkan TOBB’un da sonuç aldıkça yoldan çıkabileceğinden, açıkcası endişe duyuyoruz.
Yazının Devamını Oku

Tekstilde KDV indirimi birilerini üzecek

2 Mart 2006
TEKSTİL sektöründe KDV indirimi, yılların meselesi. Bazı kesimler KDV indirimi istemiyordu çünkü yüksek KDV’den nemalanıyorlar. Kısacası; tekstilde hayali ihracat çok yoğun ve bunun nedeni yüksek KDV. Birileri, aradaki KDV farkı çok yüksek olduğu için, gümrükleri ayarlıyor, yüksek ihracat gösteriyor, aradaki KDV iadelerini ceplerine indiriyorlar.

Bu nedenle, bu işten nemalananların etkin gözüktüğü bazı sivil toplum kuruluşları şimdiye kadar tekstildeki KDV indiriminden yana pek olmadılar. Sektörün sorunlarını dile getirirken KDV indirimi konularına pek değinmediler, bir çözüm olarak önermediler.

Önceki gün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Başkanlığında yapılan tekstil zirvesinde ise üzerinde en çok durulan konu KDV indirimi oldu. Toplantıya katılan yetkililerden aldığımız bilgilere göre en çabuk sonuç alınabilecek öneri KDV indirimi talebi olmuş. İstihdam, enerji maliyetlerinin düşürülmesi konusunda yoğun talepler var, bu indirimler sadece tekstil sektörü için değil tüm sektörler için isteniyor ama şimdilik bunun yapılması biraz zor görülüyor.

Bildiğimiz kadarıyla Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve ihracatçıların ilk hazırladıkları rapor, "dalgalı kur" dahil mevcut ekonomik programda radikal değişikliklere yolaçabilecek talepleri öngörüyordu. Yani "enflasyondan taviz verelim, bunları yapalım" demeye getiriliyordu.

Ancak son günkü hazırlık toplantılarında TOBB Yönetimi, makro ekonomik istikrarı bozabilecek radikal önerilerin sunuş metnine alınmamasını istedi ve "alabileceğimiz, makro istikrarı bozmayacak talepleri, önerileri Başbakana götürelim" kararı verildi.

Bu nedenle Başbakanın çok karşı çıktığı "yatırım indirimi" konusunda bile çok fazla ısrarcı olunmadı. TOBB yönetiminin tekstil sektörünün taleplerini dile getirirken, istihdam ve enerji maliyetleri gibi, tüm sektörleri kapsayacak taleplerde bulunarak, ayrıcalıkları mümkün olduğunca azaltmak niyeti de böylece ortaya çıkıyordu.

Maliye Bakanlığı’nın "yatırım indirimini yeniden getirelim" önerisine sıcak bakmadığını hatta kesinlikle bu talebi yerine getirmeyeceğini biliyoruz. KDV indirimi konusuna ise Maliye Bakanlığı sıcak bakıyor. Zaten toplantıda Maliye yetkililerin bunun yerine getirilebilecek bir öneri olduğunu, detaylı inceleyeceklerini söylemişler.

4 KATRİLYON HAKSIZ İADE

Maliye Bakanlığı KDV indirimine sıcak bakıyor çünkü biliyorlar ki, KDV oranlarını indirdikleri zaman tekstilde ödedikleri vergi iadesinden kazançları, topladıkları KDV’nin çok üstünde olacak. Yani bir gelir kaybı olmayacak.

Peki, ne olacak derseniz, bizce haksız bir kazancın önüne geçilmiş olacak.

Son verilere göre toplam 38 katrilyonluk KDV’ye tabi tekstil ticaret hacmi bulunuyor. Sözü edilen son tabloya göre yaklaşık 8 katrilyonluk bir vergi iadesinden söz ediyoruz. Bunun yarısının fiktif olduğu yani hayali ihracat kaynaklı olduğu tahmin ediliyor.

Maliye’nin yapacağı son araştırmalar daha net rakamları çıkaracak ama toplantıda da konuşulan son rakamlar böyle. Yani yarı yarıya bir haksız kazançtan sözediliyor.

Bu hayali ihracatın bazı dış ticaret sermaye şirketleri üzerinden yapıldığını biliyoruz. İhracatına aracılık ettikleri üretici şirketlere ise buradan çok küçük bir pay veriyorlar. Gümrükçülere verilen paraların ötesindeki, haksız kazancın büyük payı bu şirketlere kalıyor.

Tabi bu arada doldurdukları beyanname değeri üzerinden komisyon olan bazı yeminli mali müşavirleri ve gümrük aracılarını unutmamak gerekiyor.

Şimdiye kadar tekstilde yüksek KDV’den nemalananların kimler olduğunu gördünüz mü?

Başbakanla yapılan zirvede sonuç alınmasından, buradan büyük ihtimalle KDV indirimi çıkacak olmasından rahatsız olanlara, tepki gösterenlere biraz da bu gözle bakmak gerekiyor.

Ancak bunun ötesinde hala tekstili başka sektörlerin izlemesinden, taleplerin programı bozacak noktalara gelmesinden endişe duyduğumuzu belirtmeden geçemeyeceğiz. TOBB yönetiminin programı bozmama ve enflasyon lobisine alet olmama çabalarını saygıyla karşılamak gerekiyor ama çok hassas bir denge üzerinde olduğumuzu unutmamalıyız.
Yazının Devamını Oku

Tarımda popülizme dönüş korkusu

28 Şubat 2006
Geçen hafta Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ile yaptığımız sohbette, tarıma dönük önümüzdeki dönem planlarını dinlemiş ve bu köşede bir kısmını aktarmıştık. Yazıya gelen tepkilerden anladığımız kadarıyla, bir süredir çağdaş standartlara ulaşma çizgisine girmiş olan sektörde, "tarım alanında popülizme geri dönülmesinden" korkuluyor. Dolayısıyla "Bundan sonra tarımda ağırlığın pazarlama ve kooperatifleşmeye verileceği" yolundaki Bakan Eker’in mesajına çok temkinli yaklaşılıyor.

Sektörle ilgili çağdaş görüşlerine güvendiğimiz, bir-kaç yetkiliyle, yapılmak istenenleri tartıştık. Bir yetkili, "Sorunun pazarlama eksikliğinden çok maliyet ve verim sorunu olduğunu" söyledi. Başbakan’ın yakınan çiftçiye verdiği tepkiyle gündeme gelen narenciyede de, son dönemde sıkça sözedilen sütte de, mevcut üretim maliyetlerinin çok yüksek olduğunu ve buna rağmen uluslararası standartlarda üretim yapılamadığını kaydeden aynı yetkili, "yani pazarlamadan önce asıl sorunun üretimde, verimlilikte olduğunu görmek gerektiğini" söyledi.

Aynı yetkili teşhisin yanlış olduğunu, yanlış teşhis üzerine çözüm üretmeye kalkışıldığında da yapılacakların sorunu çözmeyip, ağırlaştıracağından korktuklarını söyledi.

Bir başka yetkili ise bir süredir AKP Hükümeti’nin tarım kesiminde yeniden popülizme dönüş eğilimi gösterdiğini kaydetti. Mehdi Eker’le birlikte bu eğilimin güçlendiğini kaydeden aynı yetkili, "Belki de Sayın Sami Güçlü bu nedenle alınıp, yerine Mehdi Eker getirildi" yorumunu yaptı.

Tarımdaki kaynakların, "seçilen siyasi bölgelere aktarılarak heba edilmesinden korktuğunu" kaydeden yetkili, bunun örneklerini görmeye başladıklarını, pazarlama desteklerinin gündeme getirilmesine, "siyasi yatırımların bir aracı olarak kullanılmasından kaygı duydukları için" temkinli yaklaştıklarını ifade etti.

Son dönemde bu destekler kapsamında özellikle Trakya bölgesinde süt için bazı köylere "süt soğutma tankları" dağıtıldığını kaydeden bir başka yetkili ise, "Bu teşvik, gördüğümüz kadarıyla, köylerdeki kooperatif yöneticilerine ’alın şu parayı gidin tank alın’ biçiminde oluyor, tankların olduğundan çok daha yüksek fiyatlara alındığını duyuyoruz" dedi. Aynı yetkili, "İşin garip yanı zaten büyük süt ürünleri üreticileri köyleri, kooperatifleri kendilerine bağlamak için o yörelere ücretsiz olarak süt soğutma tankları vermişlerdi, yani tankların olduğu kooperatiflere yeniden tank veriliyor" diye konuştu.

MÜSTEŞAR ÖĞÜT BÜYÜK KAYIP

Dolayısıyla, AKP Hükümeti’nin yaklaşan seçimin de etkisiyle, çağdaş kılıflara büründürerek, tarım teşviklerini siyasi yatırım aracı olarak kullanmasından, dolayısıyla çağdaş bir tarım politikasından uzaklaşılmasından, ciddi biçimde kaygı duyulmaya başlandığını görüyoruz.

Bu arada Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşarı Haşim Öğüt, dün itibariyle Müsteşarlık görevinden ayrıldı. Bakan Eker’in dün bir iç toplantı ile bunu açıkladığını, Müsteşar Öğüt’e övgüler yağdırıp, "Çok ısrar ettim ama sağlık sorunlarını gerekçe göstererek ayrılmayı tercih etti, her zaman görüşlerinden yararlanacağız" dediğini öğrendik.

Öğüt’le görüştüğümüzde, Bakan’a karşı bir kırgınlığının olmadığını, gerçekten çok yorulduğunu ve sağlık sorunları nedeniyle ayrıldığını teyit etti.

Öyle ya da böyle, Müsteşar Haşim Öğüt’ün bakanlıktan ayrılmasının çok büyük bir kayıp olduğunu düşünüyoruz. Sektör temsilcileri de Öğüt’ün çağdaş tarım politikaları uygulanması konusunda bir güvence olduğunu, şimdi endişe duyduklarını söylüyorlar.

Öğüt, Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı’ndan emekli olmuş, daha sonra FAO’da görev yapmış, Bakan Sami Güçlü’nün ısrarlarıyla bakanlığa geri dönmüş, yetkin bir bürokrattı. AKP’den, yani partiden dünya görüşü farklı bu bürokratın görevden alınması için çok büyük baskı geldiğini ama bakanların buna göğüs gerdiklerini de biliyorduk.

AB ve Dünya Ticaret Örgütü ile iyi ilişkilerin kurulmasında, kuş gribindeki şeffaf tutumda, tarıma iktisadi açıdan yaklaşılmasında büyük katkısı olan Öğüt’ün yokluğu hissedilecek.
Yazının Devamını Oku

Yarınki tekstil toplantısının önemi

27 Şubat 2006
YARIN Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekonomi bakanları, tekstil sektörünün sorunlarını dinleyecekler. Bu toplantı, sektör temsilcilerinin ‘sokağa çıkmak zorunda kalabiliriz’ yönünde demeç verilen, her gün yeni bir şikayetin çıktığı bir ortamda gerçekleşiyor. Kısacası, yeniden ‘bıçak kemiğe dayandı’ sözleriyle devletten bir şeyler istemenin arefesinde bulunuyoruz. Bundan önceki deneyimler öyle kötü bitti ki, ister istemez korkuyoruz...

Herşeyden önce şunu söyleyelim ki; tekstil sektörünün kendi içinde bir menfaat birliği söz konusu değil. Pamukçular, iplikçiler, kumaşçılar, konfeksiyoncuların menfaatleri ayrı ayrı ve talepleri de, daha doğrusu taleplerinin öncelikleri de doğal olarak farklı.

O nedenle herkesi birden memnun etmenin zorluğu, çok açık ortada.

Örneğin kimisi KDV oranlarının indirilmesini isterken, kimisi KDV oranlarının yüksekliği nedeniyle şimdiye kadar haksız vergi iadelerinden nemalandıkları için bu konuya hiç değinmiyorlar. Kimisi de ‘IMF istemiyor, o nedenle bunu istemenin gereği yok’ diyerek, KDV indirimini yokuşa sürüp, başka taleplere yönlendirmeyi amaçlıyorlar.

Aslında en temel sorun kur.Gerçekten de sektör için daha doğrusu ihracat için kur bir sorun haline gelmeye başladı ama kimse AKP Hükümetiyle ters düşmemek için ‘Kurla oynayın’ ya da ‘dalgalı kur sistemi değişmeli’, artık diyemiyor. Bunun yerine sektördeki yaygın eğilim, dalgalı kur tercihi onunmuş gibi ‘vur abalıya’ alışkanlığıyla Merkez Bankası yönetimine yüklenmek. Kimse bunun Hükümetin işi olduğunu söyleyemiyor, bizce korkuyorlar.

Herkesin üzerinde mutabık kaldığı konu ise ‘enerji ve işçilik maliyetlerinin düşürülmesi’ gibi gözüküyor. Bu konuda sadece tekstil sektörü değil özel sektörün tümü dertli. Kurun getirdiği dezavantajı, dünya ölçeklerinde istihdam yükü ve enerji fiyatlarına inilerek gidermek umudu taşıyan özel sektör, şimdiye kadar bu konuda istediğini almış değil.

Kısacası; işin sonu gidip küçük ya da büyük, devletten istenen bir şeylere dayanıyor. Kimi insafsız davranıp herşeyi istiyor, kimi daha insaflı ama yine de birşeyler istiyor.

Peki bunun imkanı var mı, derseniz şimdilik böyle bir imkan da gözükmüyor.

Buna karşılık ‘ölen ölsün’ de denemiyor. AKP Hükümeti, işsizlik bu kadar yüksekken, ihracata bu kadar ihtiyaç varken, ‘napalım elimizden bir şey gelmiyor’ diyemiyor, işin sosyal yönü ister istemez ağır basıyor.

BABACAN’A BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR

Soruna, ekonomik gidişatın kaçınılmazlığı açısından bakıldığında., ‘yaşanan krize, bankaların konsolidasyonuna rağmen, reel sektörde hiçbir tasfiyenin yaşanmadığı’ hemen akla geliyor. Yani reel sektörde bir tasfiye kaçınılmaz ama kimse soruna bu gözle bakamıyor, daha doğrusu bakanlar bile, gelecek tepkiler nedeniyle bunu dillendiremiyorlar.

İşin en kötü yanı ise, Hükümetin tekstil sektörünün taleplerini yerine getirmeye başladığında, sorun gidermenin sadece bu sektör ile sınırlı kalmayacağı gerçeği. Hükümet de tekstilin ardından, başta turizm olmak üzere sektör taleplerinin çığ gibi büyüyeceğini, artık biliyor.

Bu nedenle yarın Ankara’da yapılacak tekstil toplantısı çok kritik bir önem taşıyor.

Bir yandan giderek sertleşen, talepleri giderek artan tekstil sektörü, öte yandan popülizm yönü giderek ağır basan AKP Hükümeti, karşı tarafta da uygulanan ekonomik program...

Zaten enflasyonla mücadelenin sahibi sayılan Merkez Bankası Başkanı gitmek üzereyken, bir de bu tür talepler karşılanmaya başlarsa, piyasalardaki güven sarsılabilir.

Bu noktada, yani uygulanan ekonomik programdan taviz verilmemesi için en büyük çabanın Devlet Bakanı Ali Babacan’a düşeceği görülüyor. Babacan dün yine bütçe disiplinine değinip, geçmiş hükümetlerin hatalarını anlatmış ve ‘serbest kur ekonomik istikrarımızın çok temel unsurudur, bundan geri dönüşte asla yok. Bunu kimse beklemesin. Geri dönüş demek, açıkça söylüyorum o eski günlere geri dönüş demektir.’demiş.

Şimdilik kura kimse bir şey diyemiyor ama talepler oraya kadar gidecek. Başbakan ve bakan arkadaşlarının o kadar dik duramayacakları biliniyor ama bakalım Babacan ne yapacak?
Yazının Devamını Oku

Tarımda hedef pazarlama ve kooperatifleşme

25 Şubat 2006
TARIM ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, kamuoyundaki "Çiftçi memnun değil" yönündeki şikayetleri yanıtlayarak, sıkıntının üretimden değil, pazarlamadan kaynaklandığını söyledi. Dünya standartlarında üretilmeyen narenciyenin dalında, uygun şartlarda saklanamayan ürünün tarlada kaldığını ve bu nedenle sıkıntıların baş gösterdiğini kaydeden Bakan Eker, bu nedenle yeni dönemde pazarlama yatırımlarına öncelik vereceklerini kaydetti.

Üretici birliklerinin, üreticilerin oluşturduğu şirketlerin yapacakları pazarlama, stoklama, depolama, kurutma, ambalaj ve paketleme yatırmalarının yarısının kendileri tarafından karşılanacağını yani yatırımın yüzde 50’sinin hibe edileceğini kaydeden Bakan, yatırımın yarısının ise ilgili şirketler tarafından gerçekleştirileceğini kaydetti.

Bunun için 2006 Bakanlık bütçesinden 250 milyon YTL ayrıldığını, bir o kadar da ilgililerin yapacağı yatırımlarla bu yıl, bu tür pazarlama ve stoklamaya dönük yatırım tutarının 500 milyon YTL’yi bulacağını söyledi. Geçen yıl 16 pilot bölgede çalışmalar yaptıklarını ve 159 projenin bu kapsamda kabul gördüğünü kaydeden Bakan Eker, 30 trilyon da geçen yıldan kalan bir kaynak olduğunu dolayısıyla, toplam yatırım hacminin bu kaynakla 560 milyon YTL’yi bulacağını ifade etti.

Doğrudan gelir desteğinin (DGD) herkese aynı şekilde uygulanmasının doğru olmadığını, bu nedenle toplam tarım teşvikleri içinde DGD payını azaltıp, bu tür standart yükseltme ve pazarlamaya dönük yatırımlara verilen desteklerin artırılacağını kaydeden Eker, "DGD’nin yüzde 83’ünü ödediğimiz kesimle, yüzde 17’sini aktardığımız kesim aynı miktarda para alıyor, bu hiç adil değil" dedi.

Bir yandan da toplulaştırma çalışmalarına ağırlık verdiklerini kaydeden Eker, Medeni Kanun’dan kaynaklanan bir arazi parçalanması olduğunu, o nedenle ölçek ekonomisine uygun, profesyonel yönetime sahip tarım işletmelerinin hayata geçirilemediğini söyledi.

Bu nedenle toplulaştırma çalışmalarına öncelik verdiklerini, yanısıra kooperatifleşmeyi özendirdiklerini kaydeden Bakan, kültür yapımızda kooperatiflerin işlemediğini, kardeşlerin bile birbirleriyle anlaşamadığını hatırlattı ama son dönemde yeni yetişen neslin kooperatifleşmenin önemini anlamaya başladığını ifade etti.

ALTINI OLAN KURALI KOYAR

629 tarımsal kooperatife 400 milyon YTL’lik ucuz kredi verdiklerini, bu kredilerin 2 yılı ödemesiz 5 yıl vadeli olup, faiz oranının yüzde 5.5 olduğunu belirten Eker, bu kaynağın artırılarak döndürüleceğini, kooperatiflere daha fazla destek vereceklerini kaydetti.

Bu arada Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu kaynaklı olmak üzere, kırsal kesimde yeşil kart sahibi kişilerin kurdukları kooperatiflere faizsiz kredi verildiğini kaydeden Eker, desteklenen kooperatiflerin hayvancılık, seracılık, paketleme kooperatifleri olduğunu söyledi. 2006 yılında bu şekilde 240 kooperatife faizsiz kredi desteği verdiklerini belirten Eker, bundan sonra bu kooperatiflere ortak işletme şartı getirileceğini de söyledi.

Bu yolla tarımda kayıtdışılığın da azaltıldığını, bunun hayati öneme sahip bir konu olduğunu anlatan Eker, "Örneğin 10.8 milyon tonluk süt üretimine karşılık işletmelerin işlediği süt 2.7 milyon ton olarak gözüküyor" dedi. AB ile müzakerelerin bu kayıtlı süt üretimi üzerinden yapılacağını hatırlatan Eker, İtalyanlar’ın bile "Bizim yaptığımız hataya düşmeyin" diyerek uyardığını, AB ile masaya oturduğumuzda gerçek süt üretimine yakın bir rakamın kayıtlı olması gerekeceğini söyledi. Bakan bu teşviklerle hayvancılık ve süt üretiminin de kayıt altına alınmasının ve belli standartlara ulaştırılmasının hayati önem taşıdığını söyledi.

AB ile uyum için Bakanlığın yeniden teşkilatlanacağını, Ödeme Ajansı kurulacağını kaydeden Eker, bu yolla tarımsal kalkınma için AB’nin 1.7 milyar Euro’luk bir fonuna talip olacaklarını, bir o kadar da bütçeden yatırım yapılacağını söyledi.

"Altını olan kuralı koyar, altın da AB’de" diyen Eker, dün balıkçılık görüşmelerinin başladığını, gıda sağlığı ve veterinerlikle ilgili görüşmelerin daha sıkıntılı olacağını söyledi.
Yazının Devamını Oku

Maliye hálá stopaj uygulamasını netleştiremedi

23 Şubat 2006
MALİYE Bakanlığı’nın mali sektörle ilgili yetersizliği bir kez daha ortaya çıktı. Maliye Bakanlığı hálá, yılbaşında uygulamaya koyduğu stopajı nasıl uygulayacağını bile netleştirmiş değil. Toplantı üzerine toplantılar yapılıyor, sektörle konuşuluyor, yabancılar gelip gidiyor ama Maliye Bakanlığı’ndan stopaj uygulaması için gelmesi gereken detaylar hálá gelmedi.

Faizden kesilecek yüzde 15’lik stopaja ilişkin yasa, 13 Kasım 2004 tarihinde 5281 sayılı yasa ile çıkarıldı. Geçici 67’nci madde yürürlük tarihi 1 Ocak 2006 olarak belirlendi

Yasanın uygulamasına yönelik tebliğ hazırlığı 2005 yılının ortasından beri sürüyor ve üzerinde sayısız değişiklik gerçekleştirildi. Buna rağmen tebliğ ucu ucuna, 30 Aralık 2005 tarihine yetiştirilip, resmi gazetede yayımlandı.

Maliye’nin çıkardığı tebliğin sadece şartı yerine getirmek adına çıkarıldığı, daha sonra ortaya çıktı. Çünkü Maliye Bakanlığı daha bir ay dolmuşken, çıkardığı bu tebliği değiştirmek için çalışmalar yapmaya başladı. Daha 2 ay dolmadan tebliğde değişiklik hoş görülemeyeceği ve "bu işi bilmedikleri" imajı vereceği için, Maliye’nin Gelirler yönetimi tebliği değiştirmeden, "sirküler yayınlayarak" tebliğdeki hatalarını da kapama kararı verdiler.

Aslında "cinlik yöntemini" buldular ama bizce hálá nasıl bir düzenleme yapacaklarına karar vermiş değiller. Çünkü sirküleri de uzun zamandır çalışıyorlar ama hálá çıkmıyor.

Maliye uygulamaya hálá netlik kazandıramadı ama bankalar ve aracı kurumlar yatırım araçlarından yüzde 15 stopajı, yılbaşından bu yana kesiyorlar. Kestikleri stopaja ilişkin ilk beyanlarını önümüzdeki nisan ayında yapacaklar. Yasaya göre beyan 3’er aylık dönemler itibariyle olacak ve o dönemi izleyen ayın 20’si akşamına kadar verilecek. Yani ilk beyan ocak-şubat-mart ayları için 20 Nisan’da, ödemesi ise 26 Nisan’da yapılacak.

Yabancılar için bir geçiş dönemi olacak. Yabancılar ilk beyanı 20 Haziran’da, ödemesini de 26 Haziran’da yapacaklar. Yabancılar hangi işlemlerinden vergi ödeyecekleri, nasıl ödeyecekleri ortaya çıkmadığı için tedirginler ve bu ne kadar fiyatlara yansıdı net olarak ölçülemiyor.

Örneğin türev piyasalardaki hangi işlemin stopaja tabi olacağını bilmeyen yabancılar, çifte vergilendirme anlaşmasının nasıl yürüyeceğini da henüz netleştirmiş değiller.

Bu arada piyasanın Maliye’ye ilettiği, verasetle gelen yatırımlardan nasıl kesinti yapılacağı, virman işlemleri gibi durumlarda nasıl matrah tespit edileceğine ilişkin de hala düzenleme yok.

EUROBOND’DA TEHLİKE VAR

Maliye Bakanlığı’nın gelişmiş finans sektörünü kavrayamadığı, orada her gün yenisi çıkan, ince mühendislik ürünü işlemlere nüfuz edemediği biliniyordu ama bu kadarı beklenmiyordu.

İşte bu nedenle gözde yatırım araçlarından, euorobond’lar konusunda da piyasalar yeni Maliye sürprizleriyle karşılaşabilir. Özellikle teknik düzeyde, ilgili uzmanların euorobond’lardan da stopaj kesilmesi, hatta kur farkının bile vergilendirilmesi için düzenleme istedikleri söyleniyor. Geçen gün bir özel banka analistinin "Hükümetin yeni kurumlar vergisi taslağı ile bankaların yurtdışından yaptıkları borçlanmalara vergi getireceği" raporu ortalığı karıştırdı. Bazı bankacılar, Maliye’den bu çerçevede kurumlar vergi düzenlemesi gelmesinden bile korkuyor.

Duyduğumuz kadarıyla, piyasadakilerle daha sık konuşan gelirler üst yönetimi ise bunun olamayacağını söylüyormuş ama aşağıdan bir tazyik hala söz konusuymuş.

Bu arada çıkan stopaj düzenlemesine bağlı olara, eurobond’lar için de yeni bir sirküler hazırlığı var. Bu konuda bilgi verenler, 16 bin YTL ve üzerindeki eurobond gelirine sahip gerçek kişilerin beyanda bulunaklarını söylüyor. Burada da yerli-yabancı ayrımının nasıl yapılacağı, bunların birbirlerine eurobond alım satımlarının nasıl vergilendirileceğini hálá tartışıyorlarmış. Biliyorsunuz vergi haftası kutlamaları sürüyor. Maliye Bakanı ve Gelirler yetkilileri her gün yeni bir demeç veriyorlar. Ama çıkardıkları vergilerin nasıl ödeneceğini bile düzenlemiş değiller.
Yazının Devamını Oku

Döviz rezervi biriktirmenin maliyeti yüksek

21 Şubat 2006
İHRACATÇILAR ve bazı Hükümet üyeleri sürekli olarak, kur seviyesinin yükselmesi için, Merkez Bankası’nın daha yüksek döviz rezervi tutmasını istiyorlar. Daha yeni Merkez Bankası 5.5 milyar dolarlık müdahale yaptı ama bu kesimlere kendisini beğendirmesi mümkün olmadı. Bu kesimlerin politikalarına karşı çıktığı IMF’nin de, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini yükseltmesini istediğini de biliyoruz. Ancak IMF artışın belli sınırlarda tutulmasını istiyor.

Döviz rezervi biriktirmenin ne cari açığa, ne de kur seviyesini yükselterek ihracatçının derdine çözüm olmadığı da açık. Bu kesimler, döviz rezervini artırmanın sanki bir maliyeti yokmuş, Merkez Bankası’nın "keyfe keder daha fazla döviz almadığını" da zannediyorlar.

Referans Gazetesi dün ünlü iktisatçılarından, Türkiye’yi yakından izleyen Dani Rodrik’in bir makalesinin çevirisini yayınlamaya başladı. Harvard’da uluslararası ekonomi profesörü olarak görev yapan Rodrik’in bir zamanlar Merkez Bankası’na danışmanlık yapış olması, söylediklerinin bizim için değerini daha da artırıyor.

Rodrik, "Döviz rezervlerinin sosyal maliyeti" isimli makalesinde özetle gelişmekte olan ülkelerin son yıllarda çok yüksek miktarda döviz rezervi biriktirme eğilimine girdiklerini ve yüksek rezervlerin bu ülkelere maliyetinin milli gelirlerinin yüzde 1’ine ulaştığını söylüyor.

Gelişmekte olan ülkelerin rezervlerinin yurt içi hasılalarının yüzde 30’una, 8 aylık ithalatlarına denk gelen seviyelere kadar çıktığını hatırlatan Rodrik, "Bu rezervdeki mali varlıkların getirisiyle yabancı kredi alımları arasındaki farkın bu işin maliyetini oluşturduğunu" söylüyor. Öyle ya; yüzde 7-8’lerle alınan döviz kredilerine karşılık Merkez Bankası rezervlerini yüzde 3-4 getiren varlıklara yatırıyor. Yani aradaki fark zarar olarak yazıyor.

Rodrik, gelişmekte olan ülkelerin kısa vadeli yabancı kredilerinin düzeyine bakıldığında, bu tablonun "mali krizlere karşı bir güvence olmadığını" da söylüyor.

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin mali küreselleşmeyi, son derece dengesiz ve yararlılık ilkesini gözetmeyecek bir şekilde karşıladıklarını kaydeden Dani Rodrik’e göre bu ülkeler rezerv birikiminin pahalıya maliyetine aşırı bir yatırım yaparken, kısa vadeli borçlarını azaltacak sermaye yönetimi politikalarına fazla bir yatırım yapmadılar.

NE KADARI KAÇA SATILACAK

Rodrik’in dikkat çektiği bir başka husus da, son yıllardaki rezerv artışlarının ülkelerin kendilerini garantiye almaktan çok, para birimlerinin değer kazanmalarını önlemek ve böylece rekabet gücünü ayakta tutmak kaygısından kaynaklandığı yönünde. "Sonuç olarak rezerv birikiminde asıl amaç rekabet gücünü korumak olsa bile, Hükümetler ancak ülkeye sermaye akışını kontrol edemediklerinde, ya da etmek istemediklerinde rezerv birikimi gerekli hale gelir" diyen Dani Rodrik, aksi takdirde Hükümetlerin sermaye akışını dizginleyebileceklerini ve para biriminin değer kazanmasını daha dolaysız biçimde engelleyebileceklerini söylüyor.

Bu perspektiften bakıldığında mali küreselleşme ile yüksek miktardaki rezervin maliyetinden kaçınma arasında bir dengenin göze çarptığını kaydeden Dani Rodrik, "Yüksek miktardaki rezervi elde tutma, sermayeyi daha aktif bir şekilde yönetmemenin bedelidir" diyor.

Özetle, Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin paralarını yüksek getiri nedeniyle çekiyor, bu giriş ulusal paraların değerini yükselttiği için bu kez gelişmekte olan ülke merkez bankaları döviz alıp, rezervlerini artırmak zorunda kalıyor. Ancak daha önce de dediğimiz gibi; bu para piyasada iken, asıl aksayan yönleri düzeltip, yapısal tedbirler yerine getirilmez ve sıcak para rehaveti devam edip, kısa vadeli krediler azaltılmazsa, sonuçta sizin dışınızda işler kötüleştiğinde, yeni bir kriz gelebiliyor.Yüksek rezervler krize engel olamıyor.

Bir husus daha; saadet zinciri kırılıp döviz satmak zorunda kalınca Merkez Bankası bu rezervin ne kadarını, hangi fiyatla satacak. Bizce Süreyya Serdengeçti, bu dönemde görevde olmayacağı ve böyle bir karar vermek zorunda kalmayacağı için sevinmeli...

Hükümete yakın bir Başkan, bu dönemi nasıl idare edecek, göreceğiz...
Yazının Devamını Oku