Erdal Sağlam

Güven azalıyor, likidite önce bizden çıkacak

20 Mart 2006
AKP Hükümeti, Merkez Bankası Başkanlığı atamasında açıkca ortaya çıkan beceriksizliğin faturasının, hiç çıkmayacağını düşünüyor galiba. Parti içinde atamanın gecikmesini, "birilerini yıpratıyor" diye gülümseyerek seyreden, sevinenler bile olduğunu, herkes biliyor. Uluslar arası kuruluşlar ve piyasaların temsilcileri resmi söylemlerinde, "Gelecek kişinin mevcut politikayı sürdürmesi önemli" diyorlar ya, o nedenle ekonomi yönetimi de rahat gözüküyor. Nasıl olsa birini atarız, o zaman sular durulur, bir şey olmaz havasındalar.

Ama işler hiç de öyle değil. Tek başına Merkez Bankası Başkanlığı’ndaki beceriksizlik değil elbette, ama uluslar arası piyasalarda Türkiye’ye olan güven giderek azalıyor.

Yerli bankalarımız da "karlılığımıza zarar gelmesin" diye, başka sorunlarda olduğu gibi son Merkez Bankası krizinde de fazla seslerini çıkarmıyorlar. Hatta, AKP Hükümetine, ekonomi yönetimine "Bir şey olmaz, para politikasının aynen gideceğini Başbakan açıklıyor, atama nasıl olsa tamamlanır" diye mesajlar gönderenler olduğunu da biliyoruz.

Ama, yerli piyasaların dışarıdan kaynaklanacak harekete göre belirleneceği unutulmamalı.

Ayrıca çok iyi biliyoruz ki; ekonomi yönetimine olumlu mesajlar gönderenler bile kendi içlerinde "bu gidişle önümüzdeki dönem zor olacak, ne yapabiliriz" arayışına girdiler.

Hafta sonunda konuştuğumuz, uluslar arası bir aracı kurum yetkilisi "Artık yatırımcılara eskiden olduğu gibi rahatça Türkiye riskini satın alabileceklerini söyleyemiyoruz" dedi.

Uluslar arası likiditenin hala çok bol olduğunu, kısa dönemde büyük bir sıkıntı beklenmediğinin altını çizen aynı yetkili, buna karşılık önümüzdeki dönemin yavaş yavaş fonların kendi ülkelerine çekilmeye başlayacağı bir dönem olacağının, global faiz eğiliminin bu yönde olduğunun da artık kabul edildiğini kaydetti.

Londra’da görev yapan bir uluslar arası bankacı, önümüzdeki dönem uluslararası likidite gelişmekte olan ülkelerden çekilmeye başladığında, mevcut koşullara göre, "çekilmenin Türkiye’den başlayacağını" söyledi. Brezilya örneğindeki gibi diğer fon çeken gelişmekte olan ülkelerin durumunun iyi olduğunu, özellikle cari açık kriterinde Türkiye’nin durumunun olumsuz göründüğünü kaydeden aynı yetkili, Merkez Bankası ataması gibi konuların uluslar arası piyasalarda Türkiye’ye olan güveni iyice zedelediğini söyledi.Bütün bunların biriktiğini ve bir harekete dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunu kaydeden bankacı, bu hareketin de likiditenin çekilmesi sırasında ortaya çıkacağının altını çizdi

MALİ DİSİPLİNDE BOZULMA BEKLENTİSİ

Likidite bolluğu nedeniyle Türkiye’ye sermaye akışının, eskisi kadar olmasa da, sürdüğünü ve şimdiye kadar hataların bedelinin ödenmediğini hatırlatan aynı yetkili, "şu anda Türkiye ile ilgili fiyatların içinde bütün olumlu gelişmeler var. AB ile işlerin yolunda gideceği, mali disiplinin süreceği, para programının bozulmaması, yüksek cari açığın finanse edilmesi, hepsi var. Fiyatların içinde olmayan tek şey istikrarsızlık" şeklinde konuştu.

Para politikalarında köklü bir değişiklik beklenmediği, mali politikalarda ise ciddi bozulmalar yaşanabileceği, alınan işaretlerin bu yönde olduğu kaydedildi. Uluslar arası piyasalarda da Maliye Bakanlığı’nın bazı rakamları gizleme eğiliminin dikkatle izlenmeye başladığı kaydedilirken, "Önümüzdeki dönemde şeffaflıkla ilgili sıkıntıların büyümesi, mali politikalarda bozulma yaşanıp, bunların mümkün olduğunca saklanmaya çalışılacağının tahmin edildiği" de söyleniyor. Yani artık bu eğilim herkesin dikkatini çekmeye başladı.

Bu nedenle rakamların artık çok daha dikkatli izlenmeye başladığını kaydeden bankacı, "seçim yaklaştıkça bozulma ve rakamları saklamanın artacağını tahmin ediyoruz" dedi.

Kısacası; likidite bolluğu nedeniyle yumulan gözler artık açılmaya, gelişmeler, detaylar artık daha yakından izlenmeye başlanıyor. Merkez Bankası atamasındaki sakat anlayış, cari açık gibi temel sorunların üzerine bindi, tedirginlik artmaya başladı. Merkez Bankası bağımsızlığını, Hükümet tartışmaya açtı. Artık bozulacak mali politikalara ses çıkaracak kimse kalmıyor. İstenen belki buydu ama yakalandılar. Açıkcası; bundan sonrası zorlaştı.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası’nın önemini kavramadılar

18 Mart 2006
AKP Hükümeti, Merkez Bankası’nın ne anlama geldiğini, neden bağımsız kalması, siyasi irade ile nasıl bir ilişki içinde olması gerektiğini, hálá anlamış değil. Financial Times Merkez Bankası Başkanlığı için kriterin "eşi türbanlı" olmasını konu almış. Halbuki Türkiye’nin Merkez Bankası bilimsel yaklaşımıyla, uygulamalarıyla, enflasyonla mücadelesi ve bağımsızlığı ile dünyada gündeme gelmesi gerekiyordu. Son yıllarda bu yolda emin adımlarla gidiliyordu. Ama AKP bu olumlu gidişatın önünü kesti. Yani hem Merkez Bankası’nın imajına, hem de ekonomiye kötülük yaptı.

Peki, bu tartışmalar neden bu hale getirildi? Her şeyden önce rasyonel davranış, Süreyya Serdengeçti’nin yeniden atanmasını gerektiriyordu, ama AKP siyasi davrandı ve bu atamayı yapmadı. Bunun da ötesinde Serdengeçti’ye bir teşekkürü bile çok görüp, YTL üzerindeki imzalarını silebilmek için TL operasyonunu öne çekmeye çalıştıkları izlenimini verdiler.

Bu atamayı yapmadılar bari piyasaların, ulusal ve uluslar arası ekonomi çevrelerinin saygı duyduğu bir ismi getirselerdi ve bunu doğru dürüst, adabıyla yapsalardı. Bunu da yapmadılar.

Artık iyice açığa çıktı ki; Başkanlığa yapılacak atama için AKP kendi içinde de görüş birliği içinde değil. Erdem Başçı’yı Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve Devlet Bakanı arkadaşı Ali Babacan istiyor ama ekonomiyle ilgili diğer bakanlar ve Başbakan bu işe sıcak değil. Başbakan bir şey söylemezken, Gül’ün sürekli demeç vermesi bu ayrılığı gösteriyor.

Peki, Başçı bu koltuğu doldurabilecek birisi mi? Eşinin türbanını bir yere bırakın, bizce yönetici olarak böyle bir sorumluluğu üstlenmeye hazır olmadığı, açıkça anlaşıldı.

Hem kurum içinde giriştiği acelecilik, hem hukuka aykırı denmesine rağmen yaptığı tasarruflar, görev paylaşımının nasıl yapılacağını bilmemesi, hem de kendisi ve ailesinin tutumu, acemiliğini ortaya çıkardı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başçı’yı onaylar mı bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki; Babacan’ın götürdüğü Başkan ve Başkan yardımcılığı atamaları hakkında AKP içinden bile, Cumhurbaşkanına jurnaller gidiyor.

Yani parti içinden Başçı’ya destek değil, tam tersine köstek var. Örneğin, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın Başkanlık için Banka Meclisi Üyesi İbrahim Turhan’ı istediği, bazı AKP’lilerin de buna destek verdiği söyleniyor. İbrahim Turhan’ın başkan Yardımcığı için ismi Cumhurbaşkanlığına çıkmıştı ama dün Vatan Gazetesi’nde yeralan Turhan’ın görüşlerini okuyunca, herkes gibi biz de korktuk.

AKP İÇİNDEKİ TEPKİ BABACAN’A

Bu tartışmalar ortaya çıkardı ki, Süreyya Serdengeçti, görevden ayrılan başkan yardımcıları ile birlikte, bir dengeyi koruyor ve gözetiyorlardı. Bu denge bozulunca, daha önce atanıp kurcalanmamış isimler şimdi kurcalanmaya başladı ve foyaları açığa çıkmaya başladı.

Bu işlerin ne kadar hassas olduğunu AKP buna rağmen anlamadıysa, o zaman iş daha da kötü.

Böylece hem Merkez Bankası’na hem de örneğin Erdem Başçı gibi kendi adamlarına da haksızlık ettiler. Bu göreve hazır olmadığı ortaya çıkınca hedef tahtasına döndü. Şimdi eğer Başkan olmazsa, Başçı nasıl başkan yardımcılığında kalacak? Normal olarak yardımcılıktan da ayrılması gerekir ama belli ki, Başçı yine Babacan’ın istediğini yapacak.

Aslında AKP içindeki tepki Başçı’nın kişiliğine değil de Babacan’ın tavrınaymış izlenimi ediniyoruz. Yani Babacan’ın ve Abdullah Gül’ün ekonomi yönetiminde güçlenmesine, hem kabine içinden hem partiden tepkiler olduğu ve Merkez Bankası Başkanlığı bahanesiyle bu çatışmanın ayyuka çıktığını tahmin ediyoruz. Onların kendi aralarındaki kavgaları nereye varır, nasıl uzlaşırlar bilmiyoruz ama Merkez Bankası’na, yani kuruma yapılanlar çok büyük haksızlık oluyor. Bizce kuruma yazık edilmesi çok daha önemli...

Bizce bütün bu tartışmalar, AKP’nin çağdaş ekonomik anlayıştan ne kadar uzak olduğunu, hálá kadrolaşma derdinde olduğunu bir kez daha açığa çıkardı.

Hep söylüyoruz ya; enflasyonla mücadele ve ulusal paranın itibarı siyasilere bırakılmayacak kadar önemli bir iştir. Son günlerde yaşadıklarımız bizi bir kez daha teyit etti.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası başkanının vücut dili bilmesi gerekmiyor

16 Mart 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, kadrolaşma iddialarına karşılık bürokratların kendi "vücut dilini" anlayan kişilerden oluşması gerektiğini söylemişti. İşte bu nedenle ekonomi yönetiminde tüm kadrolar dağıtıldı ve yerlerine, çok alt kademelerden, kendilerine yakın kişileri seçtiler. Seçtiler de ne oldu işler yürüyor diyeceksiniz, haklısınız da. Ancak işlerin nasıl yürüdüğü, bürokratların inisiyatifi olup olmadığını hep birlikte görüyoruz.

Bunun da ötesinde diğer birimlerde, tartışmadan, sadece IMF’nin dediğini yaparak işleri yürütebilirsiniz ama Merkez Bankası gibi kurumlarda "bağımsız tavır" gerekir.

Yani bir Merkez Bankası Başkanı’nın Başbakan’ın vücut dilinden anlaması gerekmez. Onun da ötesinde eğer bir Merkez Bankası Başkanı, Başbakanın vücut dilinden anlıyor ve ona göre davranıyorsa, o zaman işler kötü demektir...

Süreyya Serdengeçti’nin ardından vekil olarak atanan Erdem Başçı, vekaleten yürütmesine rağmen yaptığı açıklamalarla, bizce ileriye dönük hiç de umut vermedi.

Herşeyden önce Erdem Başçı’nın babasına rica edip, "Merkez Bankası Başkanı bile çok az konuşur babacığım, Merkez Bankası Başkanının babasının hiç konuşmaması lazım. O nedenle arayan gazetecilere, televizyonculara uzun uzun konuşup yorum yapmasan iyi olur. Bana da ülkeye de zarar verirsin" diye ricada bulunması gerekir. Bizce bunu unutmuş...

Onun da ötesinde Merkez Bankası Başkanı’nın tavırları, kamuoyuna sunduğu resim, çok önemlidir. Örneğin henüz asaleten atanmadan, bankanın giriş kapısına gazetecileri çağırıp demeç vermek, bizce hoş bir görüntü olmadı.

Bir hoş olmayan davranış da, vekaleten başkanlık yaparken, başkan yardımcılığı için atama yapmaktı. Hatırladığımız kadarıyla bir tek, bu tür teamüle aykırı davranışlarından tanıdığımız Tansu Çiller böyle bir tasarrufta bulunmuş, bir genel müdürü vekaleten başkan yardımcısı yapmış ve büyük tepki görmüştü. Çünkü hukuken tartışmalı bir atamaydı bu...

Yani bu arada alınan kararlar hukuki sürece girse, büyük ihtimalle geçersiz olabilir.

Bu tür bir aceleciliğin nedeni ne olabilir diye, insan düşünmeden edemiyor. Bir gün bekleyip asaleten atandığında aynı kişiyi önerip normal yollardan gidilse, güvenlik soruşturması filan derken atama 1 hafta en fazla 10 gün alırdı. Bu acele niye?

Atanan kişinin Cumhurbaşkanı’na veya güvenlik soruşturmasına takılmayacağı biliniyor.

BAŞBAKAN İSTEYİNCE Y GİDER Mİ

Atanan kişiye kimse bir şey demiyor ama sonradan tanıdığı bir müfettişi, Erdem Başçı, vekalet ederken hem de içerdeki dengeleri oynatmak pahasına atamak için, bu riski neden göze aldı, anlamadık.

Bizce Erdem Başçı’nın dün yaptığı en büyük hata, YTL’nin Y’sinin atılması konusunda Başbakana verdiği "kayıtsız destek" olmuş....

Para reformu teknik bir süreç ve şimdiye kadar pürüzsüz, başarılı bir süreç yaşandı. Yapılan planlara göre 2006 yıl ortasında YTL’nin Y’sinin atılması konusunda bir Bakanlar Kurulu Kararı çıkacak 2007 sonunda da Y atılıp, TL olarak yeni paralar basılıp tedavüle girecekti.

Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün grup toplantısında Y’nin bu yıl sonunda atılacağını söyledi. Dün kapı önünde Başçı’ya, Başbakanın bu dediğinin yapmanın zor olup olmayacağını sormuşlar. Başçı "Zor olanı hemen yaparız, imkansızı yapmak zaman alır" deyişiyle yanıt vermiş.

Bir Merkez Bankası Başkanının Başbakana ters düşmemek için, en fazla "Ben de duydum konuşuruz, tartışırız" demesi gerekiyordu. Vekil bir başkan, "Başbakan istedi diye yaparız" tarzında bir tutum takınamaz. Bunu yapması hiç de şık olmadı.

Şu anda yapılacak en kötü şey, "Merkez Bankası’nın bağımsızlığını kaybedip siyasi otoritenin güdümüne gireceği" izlenimini vermek. Başçı, Başkan Yardımcısı olurken, bilimsel kimliğine bakıp olumlu yorumlar yazmış bir gazetecinin bu eleştirilerini önyargısız dikkate almalı. Merkez Bankası’nin bağımsızlığını kaybettirmek, ekonomiye, ülkeye kötülüktür.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankacı Başkan görevini yaptı

14 Mart 2006
SÜREYYA Serdengeçti’nin üzerinde pek durulmayan bir özelliği de "Merkez Bankacı Başkan" olmasıydı. Yani Kurumun kendi içinden yetiştirip, en üst makama getirdiği bir teknisyendi. Ankara’da, şimdi ipin ucu kaçtığı için konuşulmuyor ama kurumların kendi içinden büsteşar, Başkan çıkarmaları çok önemlidir. Arada belki dışardan taze kan gerekir ama bu yükselme, kurum çalışanlarının motivasyonu için, kurum bilincinin yerleşmesi ve korunması için çok önemlidir.

Serdengeçti, yaklaşık 20 yıldır tanıdığım bir kişi. Açıkca söylemeliyim ki; kişisel vasıflarının ötesinde, Serdengeçti gazeteci olarak gördüğüm en başarılı Başkanlardan biri. Aslında en başarılılar Rüşdü Saracoğlu ve Süreyya Serdengeçti diyebilirim.

Dolayısıyla Serdengeçti, aslında "Bir Merkez Bankacı Başkanın başarılı olacağını" göstermesi açısından da, yani kurum için de, büyük bir başarı örneği oldu. Bundan sonra bir Merkez Bankacı Başkan gelir mi, ne zaman gelir bilmiyoruz ama siyasiler Merkez Bankası’nın içinden başkan seçimi gündeme geldiğinde, bu başarı örneğini hatırlayacaklardır.

Her dönemin kendine göre zorlukları vardır ama Serdengeçti gerçekten zor bir dönemde Başkanlık yaptı. Bir yandan IMF programı nedeniyle işi kolaymış gibi görünse de, bu dönem içinde toplumdan gelen tepkiler, iktidarın değişmesi ve tek parti iktidarının gelmesi, buna rağmen enflasyonla mücadeleden taviz verilmemesi, gerektiğinde enflasyondan beslenen kesimlerin günah keçisi ilan etmesi, bunlara direnmek, kolay işler değildi.

Serdengeçti, başından beri, yüksek ve istikrarsız enflasyonun ekonominin hatta toplumun en büyük düşmanlarından biri olduğunu bilen bir kişiydi. Yani başkan olduğunda değil, her iyi Merkez Bankacı gibi, baştan beri enflasyonla mücadeleyi benimsemiş bir teknisyendi.

Disiplinli ve titiz kişiliği, Türkiye’de enflasyonla mücadelenin başarıya ulaşması açısından önemli bir vasıf olarak ortaya çıktı.

Sonuçta Merkez Bankacı Başkan, başarıyla görevini tamamladı.

Enflasyonun, yakın tarihin en düşük noktasına gelmesi, ekonomik istikrar tedbirlerinin uygulanıp, yeniden istikrarın kazanılmasındaki katkısı, gerçekten çok büyük.

Bu dönemde özellikle de AKP iktidarının ilk günlerinde Serdengeçti olmasaydı, çok rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki; enflasyon bu noktaya inmez, istikrar sağlanamazdı.

BAŞÇI’YA HAKSIZLIK

Serdengeçti
’nin hakettiği bu muydu, hayır... Serdengeçti’nin yeniden atanmaması başlı başına piyasaların ve ekonominin belirsizliğe sokulması anlamına geliyordu.

Ancak AKP Hükümeti, bununla yetinmedi, belirsizliği iyice artırmayı tercih etti.

Gördüğümüz kadarıyla Merkez Bankası Başkanlığı iyice siyasi bir hale sokuldu. Bir şey bildiğimiz için söylemiyoruz ama gördüğümüz işaretler, en şanslı aday Erdem Başçı’nın bu göreve atanması konusunda AKP içinde çelişkili tutumlar olduğunu gösteriyor. Anladığımız kadarıyla Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve Devlet Bakanı Ali Babacan, Başçı’nın biran önce asaleten atanmasından yanaydı. Gül yurtdışından verdiği demeçle Başçı’nın atanacağını söyledi ama görünen o ki bu atama Başbakan Tayyip Erdoğan’a takıldı.

Şimdi anladığımız kadarıyla bir vekalet dönemi başlıyor. Büyük ihtimalle de vekili seçecek olan Banka Meclisi’nin AKP’nin seçtiği üyelerine telefon açılıp, Başçı’nın vekil olarak belirlenmesi istenecek.

Ne zaman asaleten atama olacak derseniz, belirsiz.

İnsanın aklına "vekil atayalım bakalım hükümetin dediklerini tutuyor mu görelim. Eğer istediğimizi yapacak kişiyse, asaleten atarız" niyetiyle böyle davranıldığı geliyor.

Yani AKP Hükümeti, belki de sonradan asalet atayacağı Başçı’ya bile haksızlık yapmış oluyor. Bu atamanın siyasi yönü giderek ağırlaştırılıyor.

Son dönem tavırlarla Serdengeçti’ye, şimdiki tavırlarla Başçı’ya haksızlık yapıldı. Merkez Bankası’na yapılan haksızlık da cabası. Aslında ülkeye kötülük yapılıyor...
Yazının Devamını Oku

IMF, hükümete tekstilde inen KDV’nin hesabını soruyor

13 Mart 2006
GEÇEN hafta Uluslararası Para Fonu (IMF) yetkilileri Washington’dan bir mesaj vererek, "Tekstildeki KDV’nin yüzde 18’den 8’e indirilmesi kararının programdan sapma anlamına geldiğini" söylediler. İyi de bu nasıl bir sapmaydı ve IMF’le ilişkileri nasıl etkileyecekti? Washington’dan gelen mesaj üzerine bu işin detayını öğrenmek için IMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp’a başvurduk. Sorularımızı yazılı iletip, hafta sonunda yanıtlarını aldık. Her şeyden önce şunu söylemeliyiz ki; tekstildeki KDV olayının üzerinde hálá ciddiyetle duruyorlar. Bunun da ötesinde yeni sektör indirimlerinden de korkuyorlar.

Tüm metnini bugünkü Referans Gazetesi’nde bulabileceğiniz söyleşide Bredenkamp, hükümetin tekstile dönük kararını "vergi tabanının genişletilmesi ve tahsilatın iyileştirilmesine dönük program amaçlarından bir sapma" olarak gördüklerini tekrarlıyor. Bunun da ötesinde bu kararın "istismara dönük yeni kanallar açabileceği"nden sözediyor ve bu konuda Hükümeti uyarıyor. Zaten Bredenkamp, ekonomi yönetimine bu karar nedeniyle oluşan itirazlarını sürdürmeye devam ettiğinin mesajını verecek biçimde, "bu indirimin sakıncalarını anlattıklarını ve görüşmelerinin sürdüğünü"nün de altını çiziyor.

IMF Türkiye temsilcisi Bredenkamp, bu kararın sakıncaları için ise aynen şunları söylüyor:

"Tekstil sektörüyle ilgili olarak, zorlukları anlıyoruz, ki bunlar diğer ülkelerde uluslararası kotaların kaldırılması sonrasında yaşananlarla bir çok yönden benzerlik teşkil ediyor. Ancak, bizim görüşümüz şu ki, KDV indirimi, yeni rekabet realiteleri karşısında, sektördeki, daha rekabetçi bir ürün yelpazesini üretmeye doğru başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de gerçekleşmesi gereken geçiş sürecini geciktirecektir."

Bizce, şifreyi çözersek, çekinilen "sektördeki konsolidasyon gecikir"i demeye çalışıyor.

GELİR İDARESİ GÖREVİNİ YAPSIN

Bredenkamp,
bu kararın kayıtdışılığı önleyeceği iddialarını yanıtlarken, bunun hiç de o kadar açık olmadığını belirtip, KDV yapısında yaratacağı çarpıklıklar nedeniyle yeni istismar yolları açabileceğini söylüyor ve ekliyor: "Nihayetinde, kayıtdışı firmaları vergi ve sosyal güvenlik primlerini ödemeye başlamaya ikna edecek tek etkili yol, kanunlara riayet edilmesini sağlamanın Gelir İdaresi tarafından inandırıcı bir şekilde güçlendirilmesiyle olur. IMF, vergi yükümlülüklerine uyulmasında iyileşme sağlamak için neler yapılabileceği konusunda geniş kapsamlı teknik tavsiyelerde bulunmuştur ve biz yetkililerin bu alandaki reformların uygulanmasını hızlandırmalarını tavsiye ederiz."

Yani "Haksız KDV iadesi varsa Gelir İdaresi görevini yapsın önlesin" demek istiyor.

Görüldüğü gibi IMF Hükümetin, daha önce tersini kabul etmesine rağmen, tekstilde aldığı KDV indirimi kararından hayli rahatsız ve yeni sıkıntılar doğmasından çekiniyor. Bunun yanısıra başka sektörlere indirimin yaygınlaştırılması tehlikesi, belli ki IMF’yi tedirgin etmiş.

IMF yine "yumuşak uyarı" tavrı içinde. Bizce Hükümeti cesaretlendiren de zaten bu tavır.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı önemli

SORUMUZ üzerine "Sosyal güvenlik reformları beklenenden daha uzun sürdü" diyen Hugh Bredenkamp, heyetin 3. gözden geçirme için Ankara’ya gelmesi konusunda ise Devlet Bakanı Ali Babacan’ın yapısal reform çalışmaları yeteri kadar ileri aşamaya geldiğinde heyeti çağıracağını söylüyor.

Bredenkamp, "Merkez Bankası’nda Başkanın değişimi para politikasında bir değişikliğe yol açar mı?" sorumuza da yine kesin dille yanıt veriyor: "Para politikasının yürütülmesi Türkiye için istisnai bir başarı olmuştur. Her ne tür personel kararları alınırsa alınsın, politikaların ve bu politikaları yürütmek için Merkez Bankası bağımsızlığının korunması hayati önemdedir."

IMF, dalgalı kur tartışmalarından da rahatsız olmuş gözüküyorlar ve "Herhangi bir kılıf altında" sapma istemiyorlar. İstemedikleri başka bir şey de "Bağımsız davranmayacak bir Merkez Bankası Başkanı"nın göreve getirilmesi.

Başka sektörler KDV indirimi beklemesin

IMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, diğer sektörlerin hükümete benzer talepler için sıraya girip baskıda bulunduğu yolundaki sorularımıza ise "Bu her zaman önemli bir risk: Bir kere bir gruba özel bir yaklaşım gösterilince diğerleri de atılıp kendi talepleri için bastıracaklardır. Biz hükümetin bu tür baskılara teslim olmayacağını, fakat bunun yerine, piyasa mekanizmalarını muhafaza edeceğini ve herkes üzerinde daha düşük vergi yüküne imkan verecek olan vergi tabanının korunması ilkesine bağlı kalacağını umuyoruz" yanıtını veriyor.

"Rekabet baskısını hafifletmek için bazı ihracatçılar, döviz kuru politikasında bir değişim öneriyorlar. Bu dikkate alınmalı mı?" şeklindeki sorumuza ise Bredenkamp, çok kesin yanıt veriyor: "Dalgalı kur rejimi Türkiye’nin ekonomik stratejisinin asli bir unsuru ve bu stratejinin başarısında önemli bir faktör. Dalgalı döviz kuru rejiminden kesinlikle vazgeçilmemeli ve herhangi bir yolla tavizde bulunulmamalıdır."

IMF olarak "Merkez Bankası’nın müdahale politikasının yerinde olduğuna ve devam etmesi gerektiğine inandıklarını" kaydeden Bredenkamp, bu konuda hükümetten gelen son mesajların yerinde olduğunu ve desteklediklerini söylüyor.
Yazının Devamını Oku

Yeni başkanın faiz indirmesi de zor

11 Mart 2006
AKP Hükümeti, Merkez Bankası Başkanlığı konusunda o kadar beceriksizlik, ya da başka bir deyişle o kadar alaturkalık örneği gösterdi ki; bu hata ile kendini bacağından vurmuş oldu. AKP Hükümeti bu hareketiyle, gelecek olan Merkez Bankası Başkanı’nın o çok istediği "faiz indirme" işlemini de zora sokmuş oldu. Çünkü gelecek başkan önce piyasalara rüştünü ispat etmek zorunda kalacak.

Başka bir deyişle; hükümetin o çok istediği faiz indirimi operasyonunu en rahat yapabilecek kişi Merkez Bankası’nın kendini kanıtlamış Başkanı Süreyya Serdengeçti idi. Hükümet Serdengeçti’yi yeniden atamayarak faiz indirimini de zorlaştırmış oldu.

Aslında hükümetin ille de Serdengeçti’yi yeniden ataması gerekmiyordu. Serdengeçti’nin yerine atanacak kişi önceden açıklansaydı ve bu kişi piyasaların kabul edebileceği bir kişi olsaydı da piyasalar bu kadar tedirgin olmayacaktı.

Peki, gerçekten piyasalar Merkez Bankası Başkanlığ’ından tedirgin oldu mu?

Bizce bu sorunun yanıtı çok açık biçimde evet. Önceleri ses çıkarmıyorlardı, belki de Serdengeçti’nin yeniden atanacağına, hükümetin durup dururken riske girmek istemeyeceğine inanıyor o nedenle seslerini çıkarmıyorlardı. Daha sonra hükümetin tavrı belli oldukça Serdengeçti’nin yeniden atanmayacağına onlar da inanmaya başladı.

Ancak piyasalar her ne kadar çok beğenseler ve istikrar sembolü olarak görseler de, ille de "Serdengeçti olsun" diye ısrar etmezler. Biraz da gelecek yeni başkanın ve hükümetin gazabından korktukları için böyle davranamazlar.

O nedenle hiç seslerini çıkarmıyorlardı ama uluslararası piyasalardan gelen yeni hareket piyasaları korkutmaya başladı. Yani karışık bir dönemin gelmesini daha fazla bekler oldular ve o nedenle, "Acaba gelecek kişi bu karışık dönemi yönetebilecek mi, politikalarda bir değişiklik olacak mı?" telaşına girdiler.

İşte bu kaygı nedeniyle de son günlerde bankaların raporlarına baktığınızda., daha önce açık açıkça dile getirmedikleri eleştirileri, ucu Hükümete dokunacak olmasına rağmen, son günlerde açıkça yazmaktan çekinmez oldular.

TEDİRGİNLİK ARTTI

Dün elime geçen bir bankanın raporuna baktığımızda önce uzun uzun uluslararası gelişmeleri analiz ettiğini gördük. Dışsal faktörlere bile daha soğukkanlı baktıklarını kaydeden banka analistleri raporda "Ancak hükümetin son dönemde temel politikalarda patinaj eğilimine girmesi hiç de rahatlatıcı görünmemektedir" diyorlar.

Bu saptamayı yaparken de aükümetin sosyal güvenlik reformu gibi temel bir reformu geciktirmesi ve buna bağlı olarak IMF’nin gözden geçirmesinin gecikmesinin "program sürecini durdurduğu" belirtiliyor.

Ardından ise aynı raporda başkanlık için şu görüşlere yer veriliyor: "Ama bundan da önemlisi temel ekonomi politikalarının uygulayıcısı (para ve kur politikası) Merkez Bankası’nın üzerine düşürülen gölge olmuştur. Mevcut başkanın görev süresinin dolmasına günler kala atamanın hálá sürüncemede olması yeterince yüz kızartıcıyken, bir de yeni başkanla beraber politikanın değişebileceğine yönelik sinyaller verilmesi ağır bir darbe olmuştur. Sonradan politikalarda hiçbir değişikliğe gidilmeyeceği mesajının verilmesinin bu belirsizlik ortamında söz konusu endişeleri gidermesini beklemek de, ne denli gerçekçidir bilemiyoruz."

Bununla birlikte raporda "Öte yandan Merkez Bankası’nın uygulayıcısı olduğu politikalara en fazla saldırıda bulunan bir sektöre verilen taviz, tutarlılığı tartışılır hale getirirken başka sektörlerin de benzer taleplerle kapıya dayanmasının yolunu açmıştır" da deniyor.

Kısacası; bakanlar her ne kadar önemsizmiş gibi göstermeye çalışsalar da, başkanlık için takınılan tutum tedirginlik yarattı. Özellikle de ileriye dönük olarak uluslar arası sermaye akışında görülen tehlike, atanacak başkanın önemini, piyasalar gözünde daha da artırdı.
Yazının Devamını Oku

Derviş konusunda Babacan haklı

9 Mart 2006
ESKİ Devlet Bakanı Kemal Derviş, Birleşmiş Milletler görevlisi olarak, Ankara’ya Kadınlar günü için geldi ve yine ekonominin hatta Türkiye’nin gündemini yarattı. Herşeyden önce şunu söyleyelim ki; Kemal Derviş’in kurlar konusunda söyledikleri gereksizdi. Derviş’in kendisine sorulduğunda cari açıkla ilgili bir şeyler söylemesi doğaldır. Cari açığın geldiği boyutu, birçok iktisatçı gibi, risk olarak algılıyordur ve bunu söyleyebilir. Ancak kurların çok düşük olduğunu, artması gerektiğini söylemek, bizce gereksiz bir demeçtir. Yani Derviş maksadını aşan bir demeç vermiştir.

Bu demece karşılık Devlet Bakanı Ali Babacan’ın söylediklerini haklı buluyoruz. Babacan’ın dediği gibi; parmağı taşı altında olan kararı verir. Şuna eminim ki; Derviş, Bakan olsaydı bu politikaları devam ettirmek zorunda kalırdı ve başkası gelip de "kurlar yükselmeli" dese, o da en az Babacan’ın verdiği tepkiyi verirdi.

Babacan’ın bu yanıta ek olarak söylediği, "kimse çelme takamaz, Türkiye’deki bu güzel istikrar havasını kimse bozmaya kalkışmasın" gibi sözler ise hamasi, politik sözler.

Babacan da biliyor ki; hálá yapsısal tedbirler tamamlanamadı ve siyasetten kaynaklanan risk unsuru, hálá var. Son Van Savcısı iddianamesi de kırılganlığı açıkca ortaya koyuyor.

Babacan bu hamasi sözlerinde haklı olsaydı, "Derviş’in gelip ekonomiyi bilerek bozduğu" şeklindeki spekülasyonlara da açık olmak gerekirdi. O zaman da Babacan’a, haklı olarak, "Madem o kadar sarsılmayacak kadar güçlü bir istikrar ortamı sağladınız, o zaman nasıl oluyor da bu kadar sağlam istikrar bir demeçle bozulabiliyor?" diye sorarlar...

Son günlerde Ankara’da yeni komplo teorileri ortaya atılmış durumda. Bu teorilerden birine göre "Derviş nasıl erken seçim düğmesine bastıysa, yine yeni bir hareketin başlamasına neden olan demecini de bilerek verdi" deniyor.

Buna ek olarak Derviş’in demeciyle Van Cumhuriyet Savcısının hazırladığı iddianameyi birlikte değerlendirip, komplo teorilerinin boyutlarını bir hayli yükseltenler de var.

Bütün bu komplo teorileri, biraz da borsadaki değer kaybı ve dövizin yükselmesine denk geldiği için, bu kadar dallanıp budaklandı.

PİYASADAKİ HAREKETLE İLGİSİ

Bazı teorilerde, "Derviş’in uluslararası hareketi yani gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışının zamanlamasını bilip, o döneme denk getiren bir açıklama yaptığı" bile yeralıyor.

Şüpheci bir insan, gazeteci olarak kendimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım, bu komplo teorilerinin boyutlarına ulaşmamız mümkün gözükmüyor. Tamam Derviş hata yapmış, maksadını aşan demeç vermiştir ama demecinin böylesine bir komplo teorisi içine oturtulması, çok büyük abartıdır. Derviş’in övdüğü Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’yi zor durumlarda bırakan demeçleri Bakanlığı döneminde de verdiğini, parasal politikalar konusunda o kadar yetkin bir kişi olmadığını, dalgalı kuru hazır bulduğunu ve her zaman romantik bir reel sektör yanı bulunduğunu hatırlarsak, bunun bir Derviş klasiği olduğunu ama komplo teorisi içinde yer almadığını da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kimse Derviş’i bahane edip de, son dönemde piyasadaki çalkantıyı açıklamaya, komplo teorilerinin arkasına saklanmaya çalışmasın. Özetle; Türkiye ekonomisi hala kırılgandır ve bir süredir sıcak para ile çarklar dönmektedir. Sıcak para akışında bir duraklama veya çıkış olduğu zaman, bu tür çalkantıları yaşaması kaçınılmazdır.

Bu noktada, sıcak para narkozunu iyi kullanıp, hasta bu etki içindeyken ameliyatı tamamlamak gerekiyor. Aksi takdirde, yani gerekli müdahaleyi yapmakta gecikirseniz, her seferinde daha fazla narkoz vermek zorunda kalırsınız ama sonunda narkozun etkisi geçer, gerçek ortaya çıkar.

Şimdi bir soru: Eğer sosyal güvenlik reformu zamanında çıksaydı, IMF gözden geçirmesi zamanında tamamlansaydı, iktidar asker çatışması yaratılmasaydı, Derviş’in söyledikleri bu kadar etkili olur muydu, ya da bu kadar yankı uyandırır mıydı?
Yazının Devamını Oku

Kur ve cari açık tartışması

7 Mart 2006
FARKINDA mısınız, cari açık ve kura ilişkin tartışmalar birdenbire alevleniverdi. Niye şimdi derseniz, bizce en büyük nedeni buradan kaynaklanan sorunların giderek büyümesi. Tabi, tekstil sektörüne ilişkin tartışmalar ve ardından, tahmin ettiğimiz gibi, yeni yeni sektör taleplerinin gündeme gelmesi de bu tartışmaları alevlendirdi.

Dün otomobilcileri kabul eden Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’e bu tartışmaları ve Başbakanın İzmir’de tekstil ihracatçılarına söylediği, "Merkez Bankası Başkanının değişmesiyle para politikasının da değişeceği" haberlerini sormuşlar. Tüzmen de kur konusunda bir şey söylemeyeceğini, 2.5-3 yıldır zaten aynı şeyleri söylediğini kaydetmiş.

Şimdi tekstilciler "KDV indiriminin yetmeyeceğini kurda düzeltme olması gerektiğini" söylüyorlar. Aslında bakanları gibi onlar da 2,5-3 yıldır bunları söylemeye devam ediyorlar.

Yani ihracatçıların kura bakış açıları hep aynı ve söyledikleri pek dikkate alınmıyor.

Ancak bir sorun olduğu da ortada ve akıllı uslu üzerinde durulup, değerlendirilmesi gerekiyor.

Dün CNN Türk’e konuşan Kemal Derviş, her zamanki "sermaye hareketleri kaygısı"nı açıkca dile getirdi. Milli gelirin yüzde 7’sine yaklaşan bir cari açığın sürdürülebilir olmadığını hatta tehlikeli olduğunu ve Türkiye’nin o noktaya geldiğini kaydeden Derviş, bunun yılda, bir o kadar sermaye girişi anlamına geldiğini kaydetti. Derviş, enflasyondan ve mali disiplinden kesin taviz verilmemesini istedi ancak "hafif rota değişikliği"ne ihtiyaç olduğunu da kaydetti.

Tabi aynı zamanda en azından Asya ülkeleri gibi, yılda yüzde 7 büyümek gerektiğini de kaydetti. Yani Derviş, biraz da "fazla zor olanı" istiyor gibi gözüktü bize.

Ancak kura ve sermaye hareketlerine ilişkin söylediklerine de dikkat etmek gerekiyor.

Sadece Derviş değil, dün tartışılan Dünya Bankası’nın Türkiye Raporu sayesinde de yine cari açık ve kur yoğun biçimde tartışıldı. Rapor zaten AB yolunda cari açık ve işsizliğe dikkat çeken bir rapor gibi gözüküyor, yanısıra eksik yapısal tedbirlere de vurgu yapıyor.

Ancak cari açık konusunda sert uyarı ünlü iktisatçı ve Avrupa Politikaları Çalışmaları Merkezi Başkanı Daniel Gros’dan gelmiş. Gros ekonominin gereğinden fazla ısındığını belirterek, "Koşular değiştiğinde krediler birden çekilecek. O zaman ekonominin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç olabilir" demiş ve "cari açıkta tuzağa düşüyorsunuz" uyarısı yapmış.

EKONOMİ YÖNETİMİNİN BAKIŞI

İşin yanlış tarafı, ekonomi yöneticilerinin bu cari açık sorununa ilişkin verdiği yanıtlar. Sanki hiç bir sorun yokmuş gibi, "nasıl olsa finanse ediliyor" havasında verilen yanıtlar, cari açık konusunda önlem alınmayı engelleyen, sanki sorun yokmuş gibi göstermeye çalışan bir anlayışın ürünü. Dün Gros’un bu sözlerine Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, "Petrolden kaynaklanıyor", Yardımcısı Cavit Dağdaş ise "Cari açık ihracatın azalmasından değil, ithalatın artmasından kaynaklanıyor, büyük ama sürdürülemeyeceğini söyleyemeyiz" diye yanıt vermişler. Bu savunmalarına ve bakış açılarına, bu kişileri yetiştiren eski DPT’li abileri, arkadaşları ne diyor acaba?

DPT’liler gerçekten ne düşünüyor bilmiyoruz ama piyasaların gün içindeki bu tartışmalara tepki vermediğini açıkca görebiliyoruz. Aslında asıl piyasaların tepki vermesi gereken dünkü gazetelere yansıyan, Başbakanın İzmir’deki tekstil ihracatçılarına söylediği, "Merkez Bankası Başkanı değişecek o zaman faiz politikası da değişir" yönündeki haberiydi.

Piyasaların buna tepki vermesi beklenirdi, hatta, "Buna tepki vermeyecek de neye verecek" denirdi ama piyasalar hiç tepki vermedi. Yabancı sermaye girişi devam etti ve "sıcak para narkozu" yine etkisini gösterdi, kıllarını kıpırdatmadılar.

İşin özeti şu ki; kur ve cari açık tartışmaları alevleniyor, daha da alevlenecek. Sektör talepleri birbiri ardına gelirken, Merkez Bankası Başkanı’nın neden değiştirileceği de ortaya çıktı. Bütün bunlar olurken ekonomi yönetimi ise basmakalıp gerekçelerle tartışmaları savuşturmaya çalışıyor. Sizce bu ne kadar gider? Narkozun etkisi ne zaman geçer?
Yazının Devamını Oku