Erdal Sağlam

Rabobank için kaçan balık büyük oldu

20 Şubat 2006
GEÇEN hafta, bir yandan Akbank ve Denizbank yönetimleri, hisselerinin satışı konusunda yetki verirken, oldu gözüyle bakılan Şekerbank’ın Rabobank’a satışı ise iptal edildi. Bizce bu olay, bankacılık sektöründeki konsolidasyona sekte vuracak, genel gidiyşatı etkileyecek bir olay gibi gözükmüyor. Çünkü trend o kadar uygun ki; Şekerbank’ın daha iyi şartlarla ve fiyata satılacağına herkes kesin gözüyle bakıyor.

Bizce Rabobank Şekerbank’ın alımı konusunda işi ağırdan aldı, mümkün olduğunca ucuza almanın yöntemlerini uygulamaya soktu ama iş birden tersine dönünce ortada kaldı. 2000’de yaşanan krizde Rabobank’ın Türkiye’den geri çekildiğini biliyoruz ama bu kez geri gideceğini hiç tahmin etmiyoruz. Zaten duyduğumuz kadarıyla Ankara’da lobi çalışmaları başlatıp, kamu bankalarının satışa çıkarılması halinde talip olacaklarını söylüyorlarmış.

Bizce Rabobank için Şekerbank hikayesi "kaçan balık büyük olur" esprisine dönüştü.

Medeni kanun gereği Vakıf malı olduğu için başvurulan Mahkemenin verdiği "şu değerin altına satılmasın" kararı, önce ortalığı karıştırdı. Aynı gün bu kararı yorumlattığımız Şekerbank üst yönetimi, Rabobank’ın bu farkı vereceğinden emin gözüküyordu. Yeni fiyatın bile borsa değerinin altında uygun fiyat olduğunu, Rabobank’ın 100 milyon dolarlık bu farkı verip, Şekerbank’ın hisselerini yakında devralacağını beklediklerini söylüyorlardı.

Ancak sürpriz biçimde Rabobank bu fiyatı kabul etmedi. Bunun üzerine iş bozulunca da kamuoyuna çıkıp, mevcut Şekerbank yönetimini suçladı ve , "Biz aslında bu farkı verecektik Şekerbank yönetimi kabul etmedi" demeye getiren demeçler verdi.

Şimdiye kadar "gizlilik anlaşması var" diye Şekerbank yönetiminin çok sessiz kaldığını biliyor, yakından takip ediyoruz. Ancak Rabobank sözcülerinin medyada giriştiği atak, Şekerbank yönetimini gördüğümüz kadarıyla çileden çıkarmış durumda. Onlar da Rabobank’ın iddialarına artık yanıt vermeye başladılar.

Herşeyden önce medeni kanun gereği mahkemeye gidip karar almak zorunda olduklarını kaydeden yöneticiler, bu aşamada Rabobank’ın "önşartlardan biri olan" mahkeme konusunda "gidelim" dediğini, mahkemeye başvuru dilekçesine bile onay verdiklerini söylediler.

TAHKİME GİTMESİ ZOR

Daha sonra mahkeme kararı çıkınca buna itiraz edip, temyize gideceklerini söyleyen Rabobank yöneticilerine, "temyiz haklarının bulunmadığı" hatırlatılmasına rağmen, bu yola gittikleri kaydedildi. Rabobank’ın sözcülerinin "biz yediemine farkı yatıralım, temyiz bizi haklı bulmazsa bu farkı yedieminden alın dedik" şeklinde konuştuğunu hatırlatan bir Banka yetkilisi, "Biz vakıf yöneticileri olarak eğer bu fiyatın altına Rabobank’a satarsak suçlu duruma düşeceğimizi söyledik"dedi. Bu durumu Rabobank’a anlatmalarına rağmen itiraz ettiklerini kaydeden aynı yönetici, mahkeme Rabobank’ı haklı görmezse, söylediklerinin tersine, paranın yedieminden otomatik alınmasını da kabul etmediklerini kaydetti. Rabobank’ın gönderdiği yazıda "Eğer nihai mahkeme kararı daha düşük bir fiyatı göstermezse, ki bu hususun da her iki tarafça kabul edilmesi durumunda, yediemindeki para satıcıya ödenecektir" dendiğini kaydetti. Bizim de resmi yazışmalardan gördüğümüz kadarıyla yedieminden paranın alınması da yeniden Rabobank’ın iznine tabi olacak.

Şekerbank, Rabobank’ın banka yönetimine ilişkin basında yeralan demeçlerine de çok kızmış, ilgili kurumlar nezdinde şikayete, suç duyurusuna hazırlanıyor. Bugün ayrıca Borsaya Şekerbank’ın yeniden satışına çıkıldığı ve tüm tekliflere açık olunduğu yazısı gönderilecek.

Özetle; bizce Rabobank bir fırsatı kaçırdı ve Şekerbank yeniden satışa çıkıyor. Bizce, bu konjonktürde Şekerbank çok daha iyi fiyata, başka bir alıcıyı satılacaktır. Dolayısıyla herkes kendi oyununu oynuyor ve Şekerbank bu oyundan karlı çıkacak gibi gözüküyor.

Rabobank "tahkime gideceğiz" diyor ama Banka yöneticileri buna da hakları bulunmadığını söylüyorlar. Bizce de tahkime gitmesi zor. Çünkü "Türkiye’yi tahkime götüren bir banka" olarak, kamu bankalarına talip olması, pek de hoş kaçmayacaktır.
Yazının Devamını Oku

Uluslararası sermayenin seyri ve HAMAS ziyareti

18 Şubat 2006
TÜRKİYE’nin yaşadığı ekonomik istikrarda çok önemli payı bulunan uluslararası sermaye akımlarının yeni bir yol ayrımında olduğunu görüyoruz. ABD Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Ben Bernanke’nin merakla beklenen konuşması gerçekleşti ve yeni başkan enflasyon eğilimine karşı yeni faiz artırımlarının kaçınılmaz olacağının altını çizdi. Avrupa Merkez Bankası’ndan da faiz artırımı kararı gelmesi yönündeki beklentiler artarken, aynı zamanda Japonya’nın sıfır faizden yakında vazgeçeceği tahminleri yükselmeye başladı.

Kısacası; gelişmiş ülkeler yani fon fazlası olan ülkelerde faiz artırma eğilimi güçleniyor.

Bu ne demek derseniz, kendi ülkelerinde faizler ve getiriler düşük kaldığı için atıl paralarını Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere, yüksek getiriler nedeniyle yatıran sermayedarlar, kendi ülkelerinde sağlayacakları getiri yükseldiğinde evlerine dönebilir demek.

Ancak Bernanke’nin faiz artırım sinyalini güçlendiren konuşmasına rağmen, uluslar arası likiditenin aynı eğilimi sürdürdüğü, yani risk sever bir tutumla gelişmekte olan ülkelere fon aktarmaya devam ettikleri de bir gerçek.

Dolayısıyla sıcak para denilen kısa vadeli sermaye hareketlerinin Türkiye’ye akışının devam etmesi, herkesi memnun ediyor. Bernanke’nin açıklaması, yabancı sermayenin bu tavrı nedeniyle, içeride de tedirginlik yaratmamış gözüküyor.

Ancak hem içeride hem dışarıda bu kısa vadeli sermayenin, adı üzerinde, olaya bakış vadesinin kısa olduğu unutulmamalı. Yani ileride böyle bir beklenti olsa da, şu anda hangisi yüksek ise parasını oraya yatırıp, en yüksek getiriyi almayı tercih ediyor. Bu da doğal...

Bu arada Brezilya’nın çok yüklü miktarda, daha önce borçlanmak için kullandığı tahvilleri erken ödeme kararı almasının da, gözde ülkelerden biri olan Türkiye’nin şansını artırdığını, fon akışını bize doğru hızlandırdığını da gözden uzak tutmamamız gerekiyor. Tabii ki bu etkinin sürekli bir etki olmadığını da düşünerek...

Demek istediğimiz o ki; şu anda bir değişiklik gözlenmese de, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin alışmış olduğu kısa vadeli sermaye hareketlerinin kısılması ihtimal dahiline girmiş bulunuyor. Bu gelişmenin ileriye dönük dikkate alınması artık şart.

KIRILGANLIK ARTINCA

Piyasaların en önem verdiği, kısa vadeli sermayenin tavır değişikliğini umursamamak için kullandığı argümanların başında, "çok yüklü girdiği için bu kez sermayenin artık kolay kolay geri dönemeyeceği" gerekçesi geliyor. Bunda haklılık payı hayli yüksek ama kimse unutmasın ki; IMF biraz da bu nedenle döviz rezervlerimizi yükseltmemizi istiyor.

Normal haline bırakılsa, kısa vadeli sermayenin evine dönüşü, bizce yıl sonunu bulabilir. Ancak iş normal seyrine bırakılmayacak gibi gözüküyor. Yani uluslararası ve ulusal siyasi hareketler, işin normal trendini bozacak gibi geliyor, bize...

Türkiye’nin yapması gereken şey; kısa vadeli sermayeyi, yani sıcak parayı, aslında çarpıklığı devam eden çarkların birlikte dönüşünü sağlamak için sisteme basılan yağ olarak görmektir. Yani bu yağ ile çarkların dönmesi sağlanırken, bu yağın sürekli olmayacağını düşünüp, bir yandan da hızlı biçimde çarkları tamir etmesi, az yağla da dönebilecek hale biran önce getirmesi gerekir. Bunu yapabildiğimizi, yani yapısal tedbirleri zamanında ve gerektiği biçimde hayata sokabildiğimizi ise, maalesef söyleyemiyoruz.

Bunun da ötesinde, bizce Türkiye, ekonomiyi de çok derinden etkileyecek, uluslar arası diploması hataları da yapmaya başladı. Hükümetlerin duygusal davranma lüksleri bulunmadığını unutup, HAMAS’ı, hem de seçime giren değil de, Suriye’de kaçak yaşayan liderini Ankara’ya çağırdı ve bizce çok büyük bir riske girmiş oldu.

Bizce HAMAS’ın çağrılması AKP’nin yani partinin işi değil. Bakanlar Kurulu’nda konuşulup, detayıyla tartışılıp karar alındığını biliyoruz ki; bu da işin boyutlarını büyütüyor.

Umarız Hamas ve ardından gelecek İran olayları, sıcak paranın geri dönüşünü çok öne almaz. Uluslararası sermayenin yol ayrımında, bu tür büyük olaylar, bizi zora sokacaktır.
Yazının Devamını Oku

İş alemi popülizme kaymadı ama çözüm bekliyor

16 Şubat 2006
ÖNCEKİ gün TOBB bünyesinde oda ve borsa başkanları ile sektör temsilcilerinin Başbakan Tayyip Erdoğan ile yaptığı toplantıdan, "popülizme kayış olabileceği" gerekçesiyle korkuyorduk. Ancak korktuğumuz olmadı ve bu toplantı programda sapma yaratacak kadar büyük talep ve sekter eleştirilere sahne olmadı. 1994’deki hataya düşülmediği için, herşeyden önce TOBB yönetimini kutlamak gerekiyor. TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun yaptığı konuşma aslında oldukça önemli eleştiri ve uyarılar içeriyor. Ancak dili yumuşak tutulduğu için, Başbakan’a ters gelmemiş, ki sanıyorum amaçlanan da buydu. Hisarcıklıoğlu konuşmasına "hem ihracatta hem de iç piyasada yaşanan sıkıntılar, artık pek çok müteşebbisimizin dayanma sınırının ötesine geçmektedir" cümlesiyle başlamış. "Bizler 3 yıl önce TL’nin değer kazanacağının farkındaydık" diye sözüne devam eden Hisarcıklıoğlu, güven ortamı sağlandıkça dövizden TL’ye geçiş olacağını, bunun kuru aşağı çekeceğini bildiklerini belirterek, "makro dengeler düzelmeden reel sektörün sorunlarının çözülemeyeceğinin de bilincindeydik" demiş.

Makro dengeler düzeldikçe reel sektör üzerindeki yüklerin azalacağını, böylece TL’deki değer artışının dengeleneceğini umutla beklediklerini kaydeden Hisarcıklıoğlu, "Ama döviz kurundaki gerilemenin üstüne girdi maliyetleri de eskisi gibi yüksek kalınca, makro ekonomideki iyileşme reel sektöre aynı şekilde yansımamış ve sıkıntılar daha da artmıştır" diyor. Bunun üzerine sanayicinin rekabetçi olabilmek için daha fazla ithal girdiye yöneldiğini, böyle olunca da içeride ara malı üreten KOBİ’ler başta olmak üzere nihai mal üreten pek çok sanayicinin olumsuz etkilendiğini, ihracatın sağladığı katma değerin azaldığını ifade etmiş.

Döviz kurları seviyesinin bir kamu otoritesi tarafından belirlenmediğinin ve serbest kur sisteminden dönüşün daha büyük riskler taşıdığının farkında olduklarını kaydeden Hisarcıklıoğlu’nun "Eskiden olduğu gibi bize ait riskleri sigortalayacak bir Merkez Bankası da talep etmiyoruz" sözleri, bence olaya sağlıklı açıdan yaklaşıldığının,en büyük kanıtı.

Yani TOBB kendi üzerine düşeni yapıp, ortalığı germeden, uygulanan programa sekte vurmadan, biriken sorunlara, dengesiz büyüme sıkıntılarına çözüm bulunmasını istemiş.

GENEL KURULDA HAVA BOZABİLİR

Hisarcıklıoğlu
’na tabandan büyük talepler geldiğini biliyoruz. Buna karşılık Hisarcıklıoğlu, yumuşak bir dille bu talepleri sıralamış durumda. Yani ithal girdideki artış, bunun işsizliğe etkisi, sanayi stratejisi eksikliği, istihdam üzerindeki yükler, enerji fiyatlarının aşırı yüksekliği örnekleriyle ve tablolarla Başbakan ve Bakanlara anlatılmış durumda.

Toplantı öncesi Hisarcıklıoğlu, bölge ve sektör temsilcilerinden, kendisinin aktaracağı sorunlara girmeyip, özel sorunları anlatmalarını istemiş. Böylece tabandan gelen taleplerin sert üslupla dile getirilmesinin önüne geçilmiş, toplantının yumuşak geçmesi sağlanmaya çalışılmış. Bu nedenle bölge temsilcileri de yol, okul gibi isteklere girmişler ve sonunda Başbakan da buna bakıp, "Onları Valiler, Belediye başkanları da istiyor. Siz şunu yaparsanız biz de bunu yaparız deyin" demiş.

Kısacası; sorunlar aktarılmış ama biraz da Başbakan’ın "eleştirilere karşı takındığı sert tavır" nedeniyle, bu sorunların temsilciler tarafından aktarılması heyecansız gerçekleşmiş.

Aslında TOBB tabanının bu kadar sakin olmadığını biliyoruz. Bu toplantıda Oda ve sektör temsilcilerinin gönüllerinden geldiği gibi konuşamadıkları da ortada.

Ancak görüştüğümüz birkaç oda başkanı, bu yumuşak havanın sürmesinin hükümete bağlı olduğunu söylüyorlar. Başkanın tüm sorunları aktardığını ve şimdi çözüm beklediklerini kaydeden bir Oda Başkanı, Başbakan’ın cari açık, ithal girdi, enerji ve istihdam konularında kendilerini tatmin edecek yanıtlar vermediğini, ama çözüm beklediklerini söyledi.

Bir başka oda başkanı ise toplantının çok yumuşak geçtiğini ama bunun tabandaki tepkiyi tam göstermediğini belirterek, "Tepki için 3 ay sonraki genel kurula kadar bekleriz" dedi.

Yani Hükümet ile iş alemi arasındaki bu yumuşak hava, ilelebet böyle sürmeyebilir.
Yazının Devamını Oku

TOBB toplantısı birçok açıdan test olacak

14 Şubat 2006
BAŞBAKAN’IN isteği üzerine, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) bünyesindeki 364 oda ve borsa başkanı, dün Ankara’da olacak. TOBB’un sektör kurulları, yönetim ve istişare kurullarını sayarsak, yaklaşık 450 işadamı Başbakan Tayyip Erdoğan ve çok sayıda bakanla biraraya gelecekler. Bu toplantının birçok açıdan test niteliği taşımasını bekliyoruz.

Herşeyden önce, dile getirilecek sorunlar ve aranacak çözüm yollarının, uygulanan ekonomik programla uyumlu olması çok önemli. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, genel bir konuşmadan sonra sektörlerin sorunlarına ilişkin bir özet verecek. Ardından bölgeleri temsilen seçilen 13 oda veya borsa başkanı, bölgesel sorunlara ilişkin olarak Başbakan’a ve bakanlara sıkıntılarını anlatacaklar. Bu toplantı 450 kişinin huzurunda olacak ve Başbakan isterse konuyla ilgili bakanları devreye girecek, ilgili sektör kurulu başkanları ya da oda başkanları söz alıp sorunun daha detayına inme fırsatı bulunacak.

Başbakan’ın bu toplantıdan sonra, önümüzdeki günlerde ekonomiyle ilgili bakan ve bürokratlarla bir araya gelip, giderek büyüyen şikayetlere çözüm olabilecek bazı önlemler alınmasını isteyebileceği söyleniyor.

İşte bu noktada enflasyonla mücadele programının sürdürülmesi ve alınacak önlemlerin programa ters düşmemesi büyük önem taşıyor.

Zaten seçim arefesine girmiş bulunuyoruz. Normal şartlarda gelecek yıl hem Cumhurbaşkanlığı hem genel seçim yapılacak. Ancak, Hükümet tersini söylemeye devam etse de, hala genel seçimin bu yıla çekileceği konuşuluyor.

İşte toplantının test edeceği konulardan biri Hükümetin yeniden popülizme dönme eğilimi olacak. Buradan yola çıkarak seçim zamanlamasının tartışılması da kaçınılmaz.

Bir diğer test ise oda ve sektör başkanlarının uygulanan ekonomik programı, bunca yıldan sonra benimseyip benimsemediklerini de gösterecek. TOBB yönetiminin artık ucuz, popülizm kokan söylemden uzaklaştığını, gidilen yolu kavrayıp ona göre bilimsel öneriler getirdiğini biliyoruz. Ancak yönetimdeki bu tavrın aşağıya yansıyıp yansımadığının bir testi yapılacak.

Yani bölge sözcülerinin, hálá kuru tek sorunmuş gibi gösterip göstermeyeceğini, bölgesel sorunların çözümü için hala herşeyi devletten bekleyen anlayışın sürüp sürmediğini, bu toplantıda dile getirdikleriyle test etme imkanımız olacak.

BAŞKANLAR KORKMADAN KONUŞMALI

Sektörlerin ithalattan yakınmaları kaçınılmaz. Yine enerji fiyatlarının yüksekliği, istihdam üzerindeki yüklerin ağırlığı, haklı olarak yakınılacak konuların başında geliyor. Bütün bunlara çözüm istenirken, bizce artık makul, kaynağı olan, programı bozmayacak öneriler gelmeli.

Kısacası; artık küçük ve orta ölçekli sanayi ağırlıklı TOBB’un bünyesinde, taban da artık yerel-küçük politikalar yerine, sorunun asıl çözümü olan politikalara ağırlık vermeli. Eğer bu işletmelerin karlılık sorunları varsa, bugünkü koşullarda verimliliği nasıl artıracağını konuşmalı, bunun için gerekirse birleşmeleri özendirecek hukuki düzenlemeler talep etmeli, ancak böyle ölçek ekonomisine ayak uyduracaklarını konuşmalılar. Oda başkanları bunları konuşmasa bile Başbakanın, toplantıda bulunacak bakanların, bu vizyonu vermeleri, ekonomik programdan taviz verilmeyeceğini, herkesin buna göre ayak uydurmaya çalışmasını istemeleri gerekir. Aksi takdirde Çiller dönemi TOBB toplantısına benzer.

Bakalım hangi taraf daha çağdaş bir görüntü verecek?

Çağdaşlığı ölçen, test edecek başka bir konu da oda başkanlarının konuşma içerikleri olacak. Özel görüşmelerimizde oda başkanlarının, Hükümetin, eleştiriler konusunda aşırı hassaslığından yakındıklarını, yöre milletvekillerinin eleştiri yapan oda yöneticilerine telefonlar açıp neden eleştirdiklerini sert bir dille sorduklarını, bu arada özellikle Maliye Bakanlığı’nın özel denetimlerinden çok korktuklarını biliyoruz.

Bizce bugünkü toplantı demokrasi ve oda başkanlarının cesareti açısından da test olacak. Başbakanın Mersin’de çiftçiye davranışı, oda başkanlarının konuşmalarını etkilememeli.
Yazının Devamını Oku

Enflasyona endeksli tahvil gündemde

11 Şubat 2006
HAZİNE’nin iç borçlanma için, "enflasyona endeksli tahvil" çıkarması gündeme geldi. Enflasyona endeksli tahvil konusunun geçtiğimiz hafta Hazine yöneticilerinin piyasa yapıcısı bankaların temsilcileri ile İstanbul’da yaptıkları toplantıda gündeme geldiğini öğrendik. Toplantıya katılan bir bankacının "enflasyona endeksli tahvil ihraç zamanının geldiğine" işaret ettiği, Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansmanı Genel Müdür Vekili Coşkun Camgöz’ün de bankacının bu önerisi için "düşünüp, araştıralım" yanıtını verdiği söyleniyor.

Yani; Hazine bankalardan gelen bu öneriyi reddetmemiş. Aklına yatarsa bu öneriyi hayata geçirip, enflasyon endeksli tahvil ihracına, yakın süre içinde başlayabilir.

Bu öneriyi getiren bankacı, Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesine geçtiğini hatırlatarak, bu kağıdın Merkez Bankası’nın daha etkin para politikası yürütmesi açısından da yararlı olacağını hatırlatmış. Bu kağıdın kurumsal yatırımcılar tarafından büyük kabul görebileceğini kaydeden aynı bankacı, emekli fonları gibi kurumsal yatırımcı sayısını ve fon hacminin şu anda sınırlı olduğunu ancak bu birikimin, istikrarlı ortamda, kısa sürede büyüme potansiyeli gösterdiğini söylemiş.

Kısacası; bankacılar yeni bir enstrüman olarak enflasyon endeksli Hazine tahvili çıkarılmasının zamanının geldiğini düşünüyor, Hazine de bu öneriyi araştıracak.

Aslında enflasyon endeksli tahvil ihracı ilk kez olmuyor. 2000’den önce Hazine Müsteşarlığı enflasyona endeksli kağıt ihracı yapmıştı. O zaman bu kağıdın büyük rağbet gördüğünü söyleyemeyiz. Yanlış hatırlamıyorsak, Rusya krizi sırasında Hazine’nin iç borçlanma ihalelerinin tehlikeye girdiği sıralarda, enflasyona endeksli tahvil için yıllık reel faiz teklifi yüzde 30’ları aşmıştı. Bunun üzerine Hazine yönetimi enflasyona endeksli tahvil ihracından vazgeçmişti.

Ancak yine bildiğimiz kadarıyla, 2001 krizinden sonra, işler yoluna girmeye başlayınca Merkez Bankası, Hazine’ye "iç borçlanma için ihraç edilecek tahviller içine enflasyon endeksli tahvilin de konulmasını" önermiş ancak Hazine yönetimince kabul görmemişti. Yani, Merkez Bankası da enflasyona endeksli tahvili istiyor, ki istemesi de doğal...

UZUN VADELİ KAĞIT İHRACI

Eğer Hazine kabul ederse, çıkarılacak enflasyona endeksli tahvillerin 5 yıl vadeli olacağı tahmin ediliyor. Daha önce 3 ayda bir yapılan kupon ödemesinin, bu kez 6 aya rahatlıkla çıkarılabileceği belirtiliyor. Bu tahviller, tüketici fiyat endeksine (TÜFE) bağlı çıkarılıyor ve bankalardan "enflasyonun üstüne reel faiz teklifi" alınıyor. Yapılan ihalede en uygun reel faiz teklifi verenlerin talepleri kabul ediliyor.

Aslında, böylece herkesin kendine göre bir reel faiz hesabı da ortadan kalkmış,tek bir reel faiz de açıkca ortaya çıkmış olacak. Artık gelinen noktada, böyle bir imkan yaratılabilir.

Hazine yöneticileri piyasa yapıcıları ile yaptıkları toplantıda, borçlanma programını anlatmış ve tek tek tek bankacılardan program hakkındaki görüşleri sorulmuş. Bu arada Bankalar Birliği Genel Sekreteri Doç. Dr. Ekrem Keskin de bankacılık sektörü ve bilançolar üzerine bir sunum yapmış.

Toplantıya katılan yetkililer, bankacıların genel olarak borçlanma programı hakkında olumlu görüşler belirttiklerini, önceden detayların belli olan bir programın olmasından duydukları memnuniyeti dile getirdiklerini söylüyorlar.

Toplantıda bir tek uzun vadeli borçlanma konusunda bazı üstü kapalı tedirginlikler dile getirilmiş. Bir bankacı her ay biri değişken, diğeri sabit faizli, iki ayrı 5 yıl vadeli tahvil ihracı planlandığını hatırlatarak, "Eğer piyasada uzun vadeli kağıtlara yeterli talep görülmezse ne yapacaksınız, onun yerine ne tür bir kağıt ihracı planlıyorsunuz" diye sormuş. Bunun üzerine Hazine yöneticilerinin böyle bir durumun ortaya çıkması halinde piyasanın durumuna bakacaklarını, ona göre yeni bir planlama yapabilecekleri yanıtını vermişler.

Yani borçlanmada da düşük enflasyona bağlı yeni enstrümanlar yakında gündeme gelebilir.
Yazının Devamını Oku

Fortis merkezinin keyfi yerinde

9 Şubat 2006
GEÇTİĞİMİZ pazartesi günü Fortis’in Brüksel’deki merkezindeydik. Yaptığımız görüşmelerde Fortis yönetiminin Dışbank’ı satın almaktan son derece memnun olduğunu, ileriye dönük grubun büyümesinde Fortis Türkiye’ye büyük roller vermeye hazırlandıklarını gördük.

Kısacası; Fortis merkezi Dışbank operasyonundan son derece memnun...

Fortis, Dışbank’ı satın alırken "ucuz aldı, pahalı aldı" tartışması vardı. Bunlar hatırlatıldığında, borsa değerininin iki katına çıkıp, toplam 2 milyar dolara yaklaştığını söylemekle yetiniyorlar.

Ancak gördüğümüz kadarıyla asıl keyifli oldukları nokta, borsa değerinin iki katına çıkmasından çok, devir aldıkları bankanın hem teknoloji, hem de yetişmiş insan gücü olarak beklediklerinden çok daha yeterli çıkması ve Türkiye’nin geleceğine dönük inançları...

Avrupa bankacılığı klasik ve temkinli anlayışı ile tanınıyor. Gördüğümüz kadarıyla bu ihtiyatlı tutum Fortis merkezinde de var. Örneğin, Fortis Türkiye için kendi bünyelerinde bir büyüme, şube sayısı artırma planları yapmışlar ve "yeni satan almalar olur mu?" sorusuna verdikleri yanıt, "daha çok yaptığımız plan çerçevesinde büyümek istiyoruz" oluyor.

Yani muhafazakar bir büyüme modelini benimsemiş görünüyorlar. Ancak, rakiplerinden geri kalmamak için zamanla plan dışına çıkıp, agresif büyüme kararları almak zorunda kalacaklarını da bizce, görüyorlar.

Özetle söylediğimiz; Fortis merkezi bizce şimdi öyle görünmeseler de, önümüzdeki yıllarda Türkiye’de yeni banka satın almalarına da gidebilir. Bizce sadece banka değil sigorta, leasing ve faktoring gibi diğer mali ayaklarda da Türkiye’deki payını artırmaya çalışacaklar. Zaten bu alanlara "radar alanımız içinde" diyerek sıcak baktıklarını itiraf ediyorlar.

Fortis’in bizce, Türkiye’deki büyüme alanlarından biri "Bankasürans" olacak. Sigorta ürünlerinin banka kanalıyla satışı olarak adlandırabileceğimiz bu alan, Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de önümüzdeki dönemde gelişecek bir alan olabilir. Fortis’in Avrupa’da sigorta alanındaki uzmanlığını gözönüne alırsak, bizce bu alanda öncülük yapacak bankalardan biri olması doğal olacaktır.

BÜYÜME PLANLARI

Brüksel’de Fortis yöneticileri ve iktisatçılarının görüşlerini dinlediğinizde, neden Türkiye’de böyle bir operasyona giriştiklerini, bakış açılarını daha rahat anlama fırsatınız oluyor. Avrupa’daki finans sektörünü değerlendiren Fortis iktisatçısı Wim Bosman’ı dinlediğinizde, Fortis’in Türkiye’de Dışbank’ı satın almasının, Avrupa ve dünya finans sektörüne genel bakışlarının bir uzantısı olduğunu rahatlıkla anlıyorsunuz.

İşte bu nedenle Fortis’in Türkiye ve bölgede önümüzdeki dönemde daha agresif büyüme planları içine gireceklerini, şimdiden açıkca söylemeseler de, rahatlıkla görüyoruz. Büyüme için bankacılığın yanısıra, sigorta, leasing, faktoring işlemlerinin yapılacağı "Fortis Merkezleri" kurma planları bulunuyor. Sadece Türkiye’de değil, Türkiye merkezine bağlı olarak Yunanistan’dan başlamak üzere, bölgede de bu tür merkezleri açılacağını söylüyorlar.

Bizce Fortis merkezinin agresif büyüme kararlar almasında, Fortis Türkiye’ye olan güvenleri de önemli rol oynayacak. Fortis merkezini ziyaretimizde, Fortis Türkiye yöneticilerine verilen değeri rahatlıkla görme fırsatımız oldu. Bizce Fortis Türkiye yöneticilerinin Fortis merkezine öğretecekleri çok şeyler olacak. Özellikle bölgeye dönük deneyimleri, Türk bankacılığı içindeki saygın konumları ortada. Bu nedenle Fortis merkezinin Türkiye’den eleman transferine girişmesi sürpriz olmamalı.

Bu arada Türkiye’yi tüm grubun teknoloji merkezlerinden biri yapma planlarının hayli ilerlemiş olduğunu gördük. ABD’li bazı bankaların Hindistan’ı, Pakistan’ı seçmesi gibi, Fortis de örneğin telefon bankacılığının merkezi olarak İstanbul’u seçebilir. Bununla sınırlı kalınmayıp, teknolojik alanda merkez olabilir. Dediğimiz gibi Fortis ne kadar ihtiyatlı davranırsa davransın, Türkiye ve bölgede agresif büyüme planlarını devreye sokabilir. Aslında çizilen tabloya göre sadece Fortis değil, başka bankalar da aynı yola gidebilir.
Yazının Devamını Oku

Ekonomi için İran senaryoları

6 Şubat 2006
BİR süredir ABD veya İsrail’in İran’a fiili saldırı ihtimali konuşulup duruyor. Bununla birlikte bu krizin uluslar arası ekonomiye ve Türkiye’ye nasıl etki yapacağı konusunda da çeşitli senaryoların tartışıldığını duyuyoruz. Bu tartışmaları önceleri abartılı bulduğumuzu itiraf edelim. Ama son dönemde İran’ın nükleer çalışmalarında diretmesi ve son olarak alınan Atom Enerjisi Kurumu’nun İran’ı BM’ye sevk kararı, açıkcası bizi artık korkutmaya başladı. Böyle bir sıcak savaşın insani etkilerini düşünmek bile istemiyoruz. Tabi ekonomik sonuçlarını da..

Bu arada Hamas’ın İsrail seçimlerini kazanmasıyla birlikte, İran ve Suriye’nin kendi üzerlerindeki dikkati Filistin’e çekmek için ellerinden gelen gayreti gösterecekleri ve zaman kazanmaya çalışacakları yönünde de son günlerde tahminler yapılmaya başladı.

Şahsen, Hamas’ın bile böylesine bir provakasyona geleceğini tahmin etmiyoruz. Yani İran için bir şey yapılacaksa, Filistin’in bunu engellemesi, bizce sözkonusu olmayacaktır.

Duyduğumuz senaryolardan biri petrol fiyatlarının, İran’ın vurulması halinde gideceği yer konusunda. Bu konuda çok somut bir tahmin yapılamadığı ancak petrol fiyatlarının 2 ile 6 kat arasında artacağı varsayılarak senaryolar düzenlendiği söyleniyor. Bununla birlikte ABD’nin yüksek petrol stoklarını Avrupa’ya hangi şartlarda kullandıracağının hesaplarının, hatta pazarlıklarının yapılmaya başladığını duyuyoruz.

Petrol fiyatlarındaki fahiş artışın en fazla Çin ve Japonya’yı vuracağı, böylece Çin’deki büyük gelişmelerden kaygı duyan ABD’nin ekmeğine yağ sürüleceği ifade ediliyor. Bu durumda ABD’nin asıl kaygı duymaya başladığı güç olan Rusya’nın durumunun kuvvetleneceğini hatırlattığımızda ise bu etkilerin hesaba katıldığı, Rusya’nın güçlenmesinin kaçınılmaz olacağı ancak daha sonra yeni bir güç oyununun sahneye koyulacağını söyleyenler var.

Görüldüğü gibi nereden bakılırsa bakılsın, hangi açıdan ele alırsanız alın korkunç etkiler yaratacak bir tehlikeden söz ediyoruz.

Bu arada İran’daki rejimin, bir süredir iletişim araçlarının hızla yayılmasıyla toplumu istediği biçimde yönlendirmekte zorluk çektiği., dolayısıyla böylesine bir fiili durumun, yeniden içine kapanacağı için, İran’daki rejiminin de işine geleceği bile söyleniyor.

PETROL FİYATI SENARYOLARI

Gelelim böyle bir felaketin hayata geçmesi halinde Türkiye ekonomisine etkilerine...

Her şeyden önce şunu söylemeliyiz ki; Türkiye böyle bir fili durumda ister istemez işin bir yerlerinde olacaktır. İşte, nerede olduğuna göre, fiili bir durum halinde Türkiye’nin yeni tazminat taleplerini konuşmaya başlayacağımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu tazmin talebinin, en azından artan petrol faturasının karşılanmasına dönük olacağını düşünüyoruz.

Bunun da ötesinde böyle bir durum ve fahiş ölçüde artacak petrol fiyatları başta Çin ve Japonya ekonomilerinin büyük krize girmelerine, bunun da etkisiyle dünyadaki likidite bolluğunun bıçak gibi kesilip, gelişmekte olan ülkelere giden paraların yeniden kendi ülkelerine döneceğini de rahatlıkla düşünebiliriz. Yani bu durumda Türkiye’nin uluslar arası sermaye ile yaşadığı balayı dönemi, kimsenin beklemediği bir hızda, bitiverecektir.

İktisatçılar, önümüzdeki aylarda petrol fiyatlarının varil başına 100 ABD dolarına çıktığı ve 2006 yılı boyunca bu seviyenin devam ettiği senaryoda bile, petrol fiyatlarının enflasyon üzerindeki birincil etkilerinin 3-4 puan olacağını hesaplıyorlar. İkincil etkileri daha da fazla olabilir....

Böyle bir durumda Merkez Bankası’nın, hemen olmasa da, enflasyon için bir süre sonra sert tepki vermesi, uluslar arası likidite sıkıntısıyla artacak döviz fiyatlarının ayrıca enflasyon üzerinde önemli baskı yaratacağı da unutulmamalı.

Umarız bu felaket gerçek olmaz ama böyle bir felaketin sonuçlarını da düşünmek zorundayız.
Yazının Devamını Oku

Bütçede 1.5 milyar YTL’lik bir kalem oyunu daha

4 Şubat 2006
MALİYE Bakanlığı’nın "kalem oynatma"ları bitmek bilmiyor. Maliye Bakanlığı şimdi de 1,5 milyar YTL’yi bulan bir harcamayı daha bütçe dışına alma hazırlıkları yapıyor. Böylece bütçe dışı harcamalara bir yenisi daha eklenirken, Hükümet de bütçe dışından yapılan harcamaları artırarak IMF tanımlarından, Faiz Dışı Fazla (FDF) hesabından bu harcamaları kaçırmış oluyor. İşin daha da vahimi bütçe dışı harcamalar arttıkça, piyasaların ileriye görmek için baktıkları en önemli metinlerden biri olan, borçlanma programı da belirleyiciliğini yitiriyor. Yani borçlanma programında yer almamasına karşılık, Hazine bu kadar harcamayı da ek olarak borçlanmak zorunda kalıyor. Bunun Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesi hesaplarını olumsuz etkilemesi, faiz oranlarına yapacağı etki de cabası...

Maliye Bakanlığı’nın giriştiği kalem oyunları giderek artmaya başladı ve böylece mali disiplin ve mali hesapların şeffaflığı da giderek daha fazla tehlikeye giriyor.

Son olarak, önceki gece TBMM Genel Kurul gündemine gelen "Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-kur’dan emekli aylık veya gelir almakta olanlara ek ödeme yapılması ile SSK ve Bağ-Kur’dan aylık veya gelir almakta olanlara ödenen gelir ve aylıklarda 2006 yılında yapılacak artışlar ve bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkındaki Kanun Tasarısı"na Plan ve Bütçe Komisyonunda da eklemeler yapıldı. Geçici 1. maddeye "2978 sayılı vergi iadesi hakkında kanunun 4’üncü maddesi uyarınca 2004 ve 2005 yıllarında vergi iadesi avansı olarak ödenmiş ancak mahsubu yapılmamış olan tutarlar, bütçe ile ilişkilendirilmeksizin mahsup edilir. Mahsup işlemlerine ilişkin usul ve esasları belirlemeye gerekli işlemleri yapmaya Maliye Bakanlığı yetkilidir" ibaresi eklendi.

2006 yılı bütçesine, 2004 ve 2005 yıllarında ödenmiş ama mahsubu yapılmamış vergi iadelerinin bütçeleştirilmesi için 1,5 milyar YTL ödenek konmuştu. Madde, bu şekliyle yasalaşırsa, 2006 bütçesinde yeralan bu ödenek böylece boş kalmış olacak. Bu kalemin ne kadarı 2004 ve 2005 yıllarında ödenen vergi iadelerine ilişkindi, 2006’da ödeneceklere ilişkin bir tutar bu kalemin içinde yer alıyor muydu, bilmiyoruz.Ancak söylenen o ki; bu 1,5 milyar YTL’lik ödeneğin tümü geçmiş yıllarda ödenenlerin bütçeleştirilmesi içindi.

Bildiğimiz bir şey var ki; vergi iadelerinin en azından bir bölümü daha bu yasa sayesinde bütçe dışına çıkarılmış olacak. Yani "bir buharlaştırma oyunu" daha oynanmış olacak.

ENFLASYON TEHLİKEDE

Belki de buradan doğacak boşluğu, yani bu ödeneği "aktarma" ile, daha önce harcaması yapılıp da bu yıla ödenek yazılmayan sağlık harcamalarına ayıracaklar. Belki de, onun için de hiç ödenek koymadan harcama yapmaya devam edip, bu boşalan vergi iadesi ödeneğini, yeni bir harcama kalemine dönüştürecekler. Ne yapacakları şimdilik bilinmiyor.

Maliye Bakanlığı bu tür kalem oyunlarına giderek daha fazla başvurur oldu. Kamu Mali Yönetim ve Kontrol yasasında bu nedenle geçtiğimiz yıl değişiklikler yapıldı. Yaşanan krizden sonra getirilen yasanın amacı, "ödeneği olmayan harcama yapılmaması" idi. Ama Hükümet bu ilkeyi delerek, her geçen gün yeni bir bütçe dışı harcamayı gündeme getiriyor.

Sadece bütçede değil görev zararlarında da aşırı büyüme söz konusu. Her geçen gün görev zararlarına yenileri ekleniyor. Sonunda ne olacağı belli... Bu kalemler bütçede görünmüyor ama bu harcamalar bütçe dışında da kalsa harcanıyor, yani bu harcamaların finansmanı zaten yapılıyor. Kısacası; bunun için de Hazine borçlanıyor ve bütün bunlar enflasyonla mücadele politikasına hiç mi hiç uymuyor....

Şimdi sıra, "Enflasyonu o kadar dert etmeyip, Hükümetin bu yollarla deldiği mali disiplin nedeniyle enflasyon üzerinde oluşacak baskılara ses çıkarmayacak bir Merkez Bankası Başkanı atama"ya geldi. Yani bağımsız bir merkez bankası başkanı bütün bu oyunlar, buharlaştırmalar nedeniyle enflasyon hedefi tehlikeye girince faizleri artırarak dengelemeye çalışırdı. Şimdi gelecek Merkez Bankası bunlara rağmen ses çıkarmayacak biri olur, herhalde.

Maliye çok tehlikeli bir oyun oynuyor ve tehlikenin boyutları her geçen gün artıyor.
Yazının Devamını Oku