Erdal Sağlam

Anayasa değişiklikleri iptal olursa

16 Haziran 2007
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer, dün, kendisine ikinci kez gönderilen anayasa değişikliklerini referanduma götürme kararını açıkladı. Ancak, bizce bu karardan çok, değişikliklerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitme kararı daha önemliydi. Çünkü biliyoruz ki; CHP’nin son anayasa değişikliklerinin iptali ve yürütmenin durdurulması için, daha önce Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru var ve Mahkeme bu başvuruyu önümüzdeki hafta görüşeceğini açıkladı. Büyük ihtimalle, Cumhurbaşkanı Sezer’in da başvurusu gelecek ve ikisi birden değerlendirilecek.

Bizce anayasa değişikliklerinin iptal edilmesi olasılığı çok yüksek. "Cumhurbaşkanı Sezer iptal için başvuru yapıyorsa, mutlaka bildiği birşeyler vardır" diye düşünüyoruz.

Zaten piyasa oyuncularının çoğunluğunun beklediği de iptal. Kimse açık açık söylemiyor ama normalleşme için, bizce de Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden, en azından şimdilik vazgeçilmesi gerekiyor. Çünkü böylece yeni TBMM’nin uzlaşmaya zorlanması ve cumhurbaşkanı seçerek normalleşmesi gerçekleşebilir.

Yeni Meclis daha köklü anayasa değişikliklerine gidebilir, bizce gitmeli de zaten...

Peki, bunun seçimlere etkisi ne olur?

Seçim nabzı için Anadolu’yu dolaştığımızda da gördüğümüz, AKP’nin oylarında, iktidar olmasının da getirdiği bir yıpranma sözkonusu. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri, "mağdur edebiyatı"nı yeniden canlandırmış ve AKP’ye ek sempati kaynağı olmuş. Yani AKP, bu çatışma sayesinde, normal olarak kazanacağı oylardan, şimdilik, daha fazla oy alacak gibi gözüküyor. Ancak buna rağmen, AKP’nin seçimlerde eski milletvekili sayısına ulaşması çok ama çok zor olacak.

Anayasa değişikliklerinin iptal edilmesi, soğumaya başlayan , mağduriyet söylemlerinin yeniden canlandırılmasına neden olabilir. Yani bu açıdan bakacak olursak anayasa değişiklikleri, AKP’ye yeni oylar getirebilir.

Ancak bunun tam tersi de sözkonusu olabilir. Yani "Yine yaptırmadılar, demek ki, AKP’ye oy verilirse boşa gidebilir" şeklinde, yani tersi bir mağduriyet etkisi de söz konusu olabilir. Sonucu hep birlikte göreceğiz...

PİYASALAR VERİLERE DUYARLI

Anayasa değişikliklerinin devreye girip referanduma gidilmesi ya da iptal edilmesi elbette siyaseti olduğu kadar piyasaları da etkileyecektir. Zaten bir süredir siyasi belirsizlik ve gerginliklerin etkilediği, diğer gelişmekte olan ülkelerdeki çıkışı yapamayan iç piyasalar, önümüzdeki hafta bu kararlar nedeniyle artı gerilim yaşayabilirler.

Ancak şu anda piyasaları etkileyen en önemli unsur bu iç siyasi gelişmeler değil, ABD’deki uzun vadeli tahvillerin son beş yılın en yüksek faiz düzeyine sahip olması. Siyasi gerilim nedeniyle diğer gelişmekten olan ülkelerdeki yükselmeyi yaşayamayan piyasalar, bu belirsizliğin getirdiği inişi de, doğal olarak daha yumuşak yaşıyor.

Dolayısıyla; belki de iç siyasi gelişmelerden çok piyasaları; dışardan gelecek veriler, bunlara bağlı uluslar arası likiditenin alacağı seyir etkileyecek.

Bu arada Merkez Bankası Para Politikası Kurulu önceki gün toplandı ve beklendiği gibi faiz düzeyini değiştirmeme kararı aldı. Geçen ayki gibi, açıklamada yine "beklentiler ve fiyatlarla ilgili risklerin devam etmesi nedeniyle sıkı duruşun devam etmesi gereği" öne çıkıyordu. Geçen ayki açıklamadan farklı olarak, bu kez, hizmet enflasyonundaki olumlu gelişmeler ve 2006 Haziran ayından itibaren gerçekleştirilen parasal sıkılaştırmanın enflasyon üzerindeki etkileri görülmeye başladığından sözedildi. Ancak bu olumlu gelişmeler de Merkez Bankası’nın "bekleme" kararını değiştirmedi. Piyasalar bu açıklamadan sonra artık 2007 yılı içinde bir faiz indirimi beklemekten de büyük ölçüde vazgeçtiler. Bizce bu ortamda başka çare de yok...
Yazının Devamını Oku

Ziraat’ten alınıp bütçeye gelir yazılan káğıtlar

14 Haziran 2007
DAHA önceki aylarda bütçe sonuçlarını web sitesinden açıklayıp, kamuoyu önüne çıkmayan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, mayıs ayı sonuçlarını önceki gün basın toplantısı yapıp, bizzat açıklama ihtiyacı hissetti. Sonuç; merkezi yönetim bütçesi mayıs ayında yaklaşık 2 milyar YTL fazla verirken; ocak-mayıs dönemi bütçe açığı 3.3 milyar YTL’ye indi.

Bütçe detaylarını eleştirenlere, "mali disiplin bozuluyor" diyenlere el-insaf diyen Unakıtan’a birileri daha önceki hükümetler döneminde bütçe için yazılanları çıkarıp verse, iyi olacak...

Unakıtan bütçe performansı için belli ki sadece açık rakamına bakıyor. Halbuki kendisi de çok iyi biliyor ki; mayıs ayı bütçe gerçekleşmeleri 2007 yılının ilk aylarındaki performanstan daha iyi olsa da, geçtiğimiz yıl ile karşılaştırıldığında bütçedeki bozulmanın devam ettiği açık.

Diğer bütçe kalemlerine geçmeden önce, bütçeye vergi dışı kalemler başlığı altında alınan Ziraat Bankası’ndan 1.5 milyar YTL’lik temettü gelirine dikkat çekmek istiyoruz. Bütçeyi yakından izleyen piyasa iktisatçılarının dikkat çektiği bazı sıkıntılar sözkonusu.

Bu temettü için daha önce Ziraat’e verilen kağıtlardan geri alım yapıldığını biliyoruz. Daha önce nakit dışı kağıtlar alınıp bütçeye yazılmamıştı. Çünkü bunlar zaten verilirken de bütçede gözükmeyen kağıtlardı. Şimdi, bildiğimiz kadarıyla Ziraat Bankası’ndan temettü olarak nakit kağıtlardan alındı ve gelir yazıldı. Nakit olmayan gelir bütçeye yazılmayacağı için, bu işlemin normalde "Ziraat’in elindeki kağıtları satıp bütçeye kağıt değil nakit olarak bunu ödemesi" biçiminde olması gerektiğini kaydeden bazı iktisatçılar, halbuki, Ziraat piyasaya girip bu kağıtları satarsa faizler oynar diye, bunun yerine nakit kağıt verildiğini söylüyorlar.

Her şeyden önce bunun muhasebeleştirilmesine ilişkin olarak itirazlar var. Hem anapara hem faizi birlikte kapsayan bu kağıtların sadece gelirde gözüktüğü, içindeki faiz giderlerinin ise gider olarak bütçede gözükmediğine dikkat çekiliyor.

Bizce bu muhasebeleştirmenin nasıl yapıldığının kamuoyuna açıklanması lazım.

Ayrıca şeffaflık gereği, Ziraat’in hangi kağıttan ne kadar verdiğinin piyasalara açıklanması gerekir. Çünkü elinde kağıt bulunduran piyasa oyuncusu, şimdi elindeki kağıttan piyasada ne kadar kaldığını bilemez, yani hesap yapamaz duruma düşmüştür. Muhasebeleştirmenin yanısıra, geri alım niteliği taşıdığı için, bu bilgilerin de piyasaya açıklanması gerekir.

GELİRLER AZALIYOR HARCAMALAR ARTIYOR

Bütçeye bakıldığında, kurumlar vergisi tahsilatının geçen yılın aynı ayına göre yüzde 9.1, ÖTV tahsilatının ise yüzde 2.3 azaldığı görülüyor. Buna karşılık yılın ilk aylarında yavaşlayan KDV tahsilatının mayıs ayıyla birlikte tekrar hızlandığı görülüyor. Ancak bunda da bir defalık alınan ve KDV’ye sayılan Uzan alacaklarının etkisi olduğu söyleniyor.

Yani yapısal olarak bir gelir azalması var ve yeni KDV indirimleri de bunun üzerine gelecek.

Faiz dışı harcamalar tarafında ise özellikle geçtiğimiz yıl mayıs ayına göre yüzde 96 artan cari transferlerin etkili olduğu görülüyor. Cari transferler içinde ise yaklaşık 1.5 milyar YTL’lik tarımsal amaçlı transferler dikkat çekiyor. Ki buna haziranda yapılan 1 milyar YTL’lik doğrudan gelir desteği ödemelerinin ekleneceğini de unutmayalım.

IMF tanımlı düzeltmeler yapıldıktan sonra faiz dışı fazla (FDF), 4.3 milyar YTL ile yine geçen yılın aynı ayındaki 7.2 milyar YTL’nin epey altında kalıyor. Yılın ilk 5 ayındaki toplam IMF tanımlı FDF, 10 milyar YTL ile geçen yılın 15.8 milyar YTL’lik fazlasının epey altında.

IMF ile üzerinde anlaşmaya varılan GSMH’nin binde 8’i kadarlık önlem, yılın geri kalanında tam olarak etkili olsa bile, yüzde 6.5’luk yıl sonu hedefinin yakalanması için yeni önlemlere gerek olabileceğini, piyasa oyuncuları şimdiden konuşmaya başladılar.

Giderlerin öne çekilmesi ve sosyal güvenlik giderlerindeki artışın yanında, vergi gelirlerinde de, ekonominin yavaşlaması ile ilgili sorunlar olduğu gözden kaçmıyor. Vergi gelirleri ilk 5 ayda yıl sonu hedefinin yüzde 37.4’üne ulaşırken, geçen yıl bu oran yüzde 40 idi. Bütün bunlar Maliye’nin açıkladığı rakamlar...

Özetle seçim ekonomisi bal gibi uygulanıyor.
Yazının Devamını Oku

Seçimin faturası çaktırmadan büyüyor

12 Haziran 2007
HER seçimden önce hükümetlerin bir ölçüde seçim ekonomisi uygulaması makul karşılanır. Elbette artık "kim ne verirse 5 TL fazlasını vereceğim" türü, kaba popülizm örneği kararlar, artık hoş karşılanmıyor. Ancak yine de Hükümetlerin seçim öncesi oy kaygısıyla bir miktar popülizm yapmasını makul karşılama eğilimi var.

22 Temmuz seçimlerine giderken, seçimlere kısa bir süre kalmış olması, piyasaları "fazla seçim ekonomisi uygulanmaz" gerekçesiyle biraz sevindirmişti. Bu arada seçime giderken siyasi çekişmenin artması, kavgaların büyümesi de "sanki seçim ekonomisi uygulanmıyor" gibi bir havanın oluşmasına neden oldu.

Halbuki gündeme gelmiyor ama seçim ekonomisinin alası uygulanıyor. Geçen yılın bütçesini Başbakan Tayyip Erdoğan’a açıklatmak için, yapılan harcamaların bir bölümünün saklandığı sonradan, yeni yılın ilk aylarından itibaren, ortaya çıkmaya başlamıştı. Ardından tek bir aylık bütçe kötüleşmesi olmadığı, bu yılın rakamlarının tümüyle kötü gelmeye başladığı anlaşıldı. İşte aylar ilerledikçe bütçeden gelen haberler, piyasaların "mali disiplin" adına morallerinin biraz bozulmasına neden oldu.

Ancak detayıyla incelendiğinde mali disiplindeki bozulmanın sadece bütçe rakamlarıyla sınırlı olmadığı açıkca görülüyor. Bütçe rakamlarının yanı sıra yapılmayan elektrik zamlarının biriktirdiği yük başta olmak üzere, geçen yıldan başlayan KİT dengesindeki bozulma büyük bir hızla devam ediyor.

Şu kadarını söyleyelim ki; sadece elektrik fiyatlarındaki zam ihtiyacı şimdiden yüzde 25’leri aşmış durumda. Yani teknisyenler seçim sonrası, parça parça ya da bir bütün olarak yapılması gereken elektrik zammının en az yüzde 25 olması gerektiğini açık açık söylüyorlar.

Seçime kadar diğer KİT ürünlerine zam yapılmayacağı da açık.

Bunun da ötesinde yaşadığımız günlerde belediyelerden gelen yük katlanarak artmaya devam ediyor. Bilindiği gibi belediyelerin bütçeye olan borçları için yapılan aylık kesintiler kaldırıldı. Borçlarından kesinti yapılmadığı gibi, özellikle AKP’li belediyelere seçim öncesi önemli aktarmaların yapıldığı da ortada. Hemen herkes etrafındaki belediye yatırımlarının nasıl arttığını açıkca görüyor.

Bütün bunlar önümüzdeki dönemin, özellikle de 2008’in yükünü artıran uygulamalar.

Ancak mali disiplindeki gevşeme bunlarla da sınırlı değil.

AKP Hükümetinin TBMM’deki icraatına baktığınızda, aylık ortalama 10 yasanın çıktığı görülür. Halbuki son iki ay içerisinde çıkan yasa sayısı 68. Elbette bir Hükümetin seçim öncesinde de olsa, icraatlarını yoğunlaştırması iyi bir şeydir. Ancak çıkan yasalar, bunların yanı sıra çıkarılan Bakanlar kurulu kararları ve yönetmelikler eğer mali disiplinde yeni yaralar açıyorsa, bu eleştirilecek ve korkulacak bir şeydir.

Piyasalar bu yasaları ve diğer idari kararları artık yakından izlemeye aldılar. Piyasa oyuncuları tek tek yasaların, yönetmeliklerin getireceği yükleri hesaplamaya başladılar. Yapılan saptamalara göre, bu kararların çoğu ek mali yükler getiriyor.

Çıkarılan yasaların bir kısmının daha önce ekonomik program kapsamında yapılan reformları geri götüren kararlar olması da başka bir üzüntü kaynağı. Çünkü bu kararlar nedeniyle mali disiplindeki bozulma sadece önümüzdeki yılla da sınırlı kalmayıp, kalıcı hasar yaratacak ileriki yılları da ipotek altına alacak demektir.

Kamu Mali Yönetim Kanunu, Kamu İhale sistemi ve kamu bankaları görev zararları konusunda yapılan reformlardan geri adım atıldığına ilişkin işaretler, gelecek döneme ilişkin olarak mali disiplin konusundaki korkuları da artıracak niteliklere sahip.

Bugün Referans Gazetesi’nde bu kararların ayrıntılı bir dökümü yeralacak.

Piyasalara güven veren unsurların başında mali disiplinin korunması geliyordu. Son günlerde bırakın seçim ekonomisini, mali disiplini kalıcı biçimde bozan kararlar alındı.
Yazının Devamını Oku

Ekonomi seçime kadar dış piyasalara bağlı

11 Haziran 2007
GEÇEN hafta sonuna doğru piyasalarda yaşananlar, seçime kadar ekonomide asıl belirleyicinin yine dış piyasalar olduğunu bize gösterdi. Piyasalarda Kuzey Irak’la ilgili hareketlerin etkili olduğu söylendi ama değişikliği yaratan bizce yine dış piyasalardı. Seçime kadar yine dış piyasalar etkili olacak ama bu görüşümüze dayanak oluşturan unsurlar arasında seçimin normal zamanında yapılacağı, seçime kadar önemli bir sıcak çatışma yaşanmayacağı varsayımları olduğunu da ekleyelim. Yani karışık siyaset içinde, çok radikal çıkışlar olmadığı takdirde, dış piyasaların belirleyiciliği devam edecek.

Bu arada piyasadaki yorumlara baktığınızda, seçimlerden çıkacak sonuçlar hakkında kafaların biraz karıştığını söylememiz gerekiyor. Piyasalar bir yandan artık hangi parti gelirse gelsin, koalisyon hükümeti de çıksa, seçim sonrasında ekonomik politikalarda önemli bir değişiklik olmayacağı konusunda güven duymaya başladılar. Daha önce "ille de tek parti iktidarı" diyen çevreler bile, kim gelirse gelsin politikaların değişmeyeceğini artık söylüyorlar.

Buna karşılık bazı piyasa oyuncuları hala, tek parti iktidarının sürmesinin, özellikle de AKP iktidarının sürmesine, "belli olan politikaların devamını garantiye alacağı için" daha sıcak bakıyorlar. Ama buna karşılık daha geniş düşünen piyasa oyuncularının çoğunun, tek parti iktidarının getireceği sertleşecek siyasi çekişmelerin, ekonomide de istenen politikaların uygulanmasını tehlikeye atacağını gördüklerini de söylemeliyiz.

Bir bankanın raporunda yeralan şu sözler, nasıl zor bir tablo özlendiğini de ortaya koyuyor:

"Bizce her iki uç, yani tek bir partinin Anayasa’yı değiştirme gücünü kazanması veya dağınık bir parlamento görünümü de istikrar açısından çok olumlu değildir. Özellikle, dağınık bir parlamentoda, sadece koalisyon hükümeti oluşmamakta, aynı zamanda meclis aritmetiği, farklı koalisyon yapılarına da izin vermektedir. Bu durumda, bir hükümet kurulsa bile, zaman içinde farklı gruplaşmaların oluşumu ve mevcut hükümetin iktidardan düşmesi ihtimali bir risk olarak önümüzde duracaktır. Üstelik partilerin hedeflediği seçmen kitlesinin ve parti söylemlerinin iyiden iyiye merkeze kayması ve söylemler arasındaki farkın azalması, milletvekillerinin seçim sonrasında parti değiştirmesini kolaylaştırmaktadır."

DIŞ PİYASALARIN KATKISI

Görüldüğü gibi piyasalar, güçlü ama dengeli bir yapıdan yana. Ancak doğal olarak pragmatist bakıp, seçim sonrası partiler arasındaki transferleri bile hesaba katma eğilimindeler.

Tabi ki bu bir seçim ve piyasaların istediği gibi, "ısmarlama bir tablo"nun çıkması çok zor.

Beklentilerin daha sık sık değişeceği seçime kadar, yani yaklaşık 1.5 aylık dönemde ise dış piyasalardaki gelişmeler dikkatle izlenmeye devam edecek.

ABD’den gelen son veriler bir süredir hakim olan yavaşlama eğiliminin artık geride bırakıldığı izlenimini verirken, Euro bölgesi ve Japonya gibi diğer gelişmiş ülkeler ise, zaten güçlü olan büyüme eğilimlerini koruyorlar. ABD’de gelen ılımlı enflasyon verileri global risk iştahını güçlendirdi ve bu piyasaları etkiledi ama yine öngörülenden daha güçlü bir küresel büyümenin ortaya çıkma ihtimali de belirdi. Bu takdirde üretim ve istihdam açığının hızla kapanmasını getirerek enflasyon üzerinde baskı yaratacağı endişelerinin ortaya çıkması ise faiz indirimi beklentilerini ortadan kaldırdı ve uzun vadeli tahvil faizlerini yukarı çekmeye başladı. ABD’deki tahvil faizlerinin yukarı seyri, Euro Bölgesi ve Japonya tahvillerinde de görülüyor. Bu yükseliş, likidite koşullarında önceki döneme göre kötüleşmeyi yansıtırken, küresel risk iştahında azalmayı da beraberinde getirebilecek gibi gözüküyor.

Küresel risk iştahında azalma ise Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere fon akımının yavaşlaması ya da durması anlamına geliyor. Hele ki; Türkiye’nin siyasi risklerinin, sürekli karışarak devam ettiğini düşünürseniz, 2006 Mayıs’ındaki gibi, benzer ülkelere kıyasla çok daha olumsuz etkilenmesi de kaçınılmaz görülüyor.

Piyasa oyuncuları dışarıda, kısa sürede bir kötüleşme beklemiyor ama yakından takip zamanının yine geldiğini düşünüyorlar. Unutmayalım dışarısı iyi giderse hasar azalacak.
Yazının Devamını Oku

Seçim sonuçları fırsat yaratmalı

9 Haziran 2007
SİYASİ kargaşanın çözülmesini umarken, tersine, çözüleceği yerde daha büyüyen, daha karmaşıklaşan bir siyasi kriz içerisinde bulunuyoruz. "Şunun şurasında 45 gün kaldı, seçimi yaparız siyasi kriz de çözülür" demek istiyoruz ama maalesef bugünkü tablo, seçimin çözüm olacağını bize göstermiyor. Elbette, "seçim sonrası kriz büyür" demiyoruz ama mevcut tablo, ancak seçime kadar bir şeyler yapıldığı takdirde seçimin çözüm olabileceğini gösteriyor. Aksi takdirde seçime kadar kriz daha da derinleşirse, seçim sonrası da kriz pat diye çözülemez.

Ne yapılması gerekir dendiğinde çok fazla bir çözüm göremiyoruz ama bir süredir tekrarladığımız gibi; seçimlerden koalisyon oluşturacak bir yapı çıkarsa, o zaman dengelerin daha rahat yerine oturacağını, zorunlu bir uzlaşma zeminini doğacağını tahmin ediyoruz. Aksi takdirde tek bir partinin çoğunluk iktidarını kazanması, bugünden bakıldığında, kutuplaşmayı ve çatışmayı artıracak gibi gözüküyor.

Önceki gün Merkez Bankası Durmuş Yılmaz bile, ’ille de tek başına bir çoğunluk iktidarı gerekmediğini, mühim olanın politikanın devamı olduğunu’ söylemiş. Bizce enflasyonla mücadele bu ülkenin hálá en öncelikli konularından biridir ve hangi parti gelirse gelsin, bu hedeften taviz verebileceğini zannetmiyoruz. Bununla birlikte Merkez Bankası bağımsızlığı, mali disiplin, yabancı sermaye ve küresel ekonomiye entegrasyon konularında kimsenin "akıntının tersine bir iş yapacağını" sanmıyoruz.

Zaten başta CHP olmak üzere TBMM’ye girmesine kesin gözüyle bakılan partilerin ekonomiyle ilgili son açıklamaları, bizce şimdiden bu tür kaygıları gidermiş durumda. Yani ekonomik politikalar açısından tek parti iktidarı ile bir koalisyon hükümetinin uygulayacağı politikalar arasında, önemli farklar bulunacağını tahmin etmiyoruz. Tahminin ötesinde zaten yetkililer de bunu açık açık söylüyorlar.

Demek istediğimiz o ki; sorun siyasi ve siyasette bir çözüm bulunması gerekiyor. Bunun çözümü de bizce koalisyon hükümeti kurulup, başta cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere, birçok siyasi konuda zorunlu olarak uzlaşmaya gidilmesinden geçiyor.

ÜÇLÜ KOALİSYONUN YAPTIKLARI

Tek parti iktidarı olduğu takdirde, uzlaşma aranmayacağını, işlerin seçim sonrası daha da sertleşeceğini ve kutuplaşmanın büyüyeceğini görmek için káhin olmaya gerek yok. Türkiye’nin önünde çözmesi gereken çok büyük sorunlar var. Bir düşünün; Kuzey Irak konusunda giderek tırmanan bir kriz yaşanıyor. Bu krizin ’asker ile AKP hükümeti arasındaki görüş ayrılıklarının da etkisiyle büyüdüğü’ gün gibi aşikar. Devletin zirvesinde bir uyumun olmadığını, hiç olmaması gereken diyalog eksikliği yaşandığını herkes görüyor.

Seçim sonrası AKP Hükümeti tek başına iktidara devam ettiği takdirde, sizce bu ve benzer konulardaki görüş ayrılıkları pat diye çözülecek midir? Sizce dün TÜSİAD’ın da dile getirdiği Milli Eğitim Bakanlığı’nın, ismi kim olursa olsun, AKP zihniyetinde yönetilmeye devam etmesi, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarında askerin defalarca dile getirdiği "bir cemaat örgütlenmesi" tehlikesi ve bunun yarattığı çatışma önlenebilecek midir?

Özetle; Türkiye’nin önünde rejim sorunu yaratabilecek, çok kritik bir seçim var. Artık ekonomik sorunların çözümü de tümüyle siyasetten geçiyor. "Seçimin fırsat haline getirilmesi şansı" hálá var ancak bu gidişle, bu şans giderek azalıyor. Bizce Kuzey Irak sorununun barışçı yollarla çözülmesi gerekiyor ve bunun için Türkiye’nin geniş kapsamlı bir uzlaşmayı gerçekleştirip, yeni bir strateji ile yola çıkması, bu yolda herkesin mutabakatının alınması gerekiyor. Aksi takdirde mevcut çatışmalar, çatışmanın tarafları ve tavırları aynı kaldığı sürece, kolay kolay çözülemez.

Bu nedenle ısrarla seçimin koalisyon hükümeti çıkarması gerektiğini düşünüyoruz. Kimse unutmasın ki; AB yolunda ve ekonomide asıl radikal kararlar üçlü koalisyon hükümeti döneminde alınıp, hayata geçirilmiş, AKP sadece bunları devam ettirmiştir.

Sizce AKP Hükümeti, "idam cezasının kaldırılması" gibi radikal bir kararı alabilir miydi?
Yazının Devamını Oku

Vitrinden çok niyet önemli

7 Haziran 2007
SİYASİ partilerin vitrin telaşını abarttıklarını, çünkü bu kez oluşturulacak vitrinlerin her zamankinden daha önemli olabileceğini söylemiştik. Gerçekten de, özellikle AKP’nin milletvekili adayları açıklanır açıklanmaz yoğun biçimde tartışılmaya başladı. CHP ve MHP’nin aday listeleri için ise "daha dengeli bir dağılım korunmuş gibi" gözüktü.

Bizce vitrinler abartıldığı kadar önemli değil, her şeyden çok önemli olan niyet...

Yani AKP, vitrine kimi koyarsa koysun, bundan sonra çatışmadan, devlet kurumlarıyla kavga etmekten kaçınan, dengeli bir yönetim tarzı gösterecek midir, göstermeyecek midir? Ya da yönetim bundan sonra uzlaşma konusunda güven verip, partiye sahip olabilecek midir?

Bizce son aylardaki görünüm bu konuda, vitrinde kim olursa olsun, pek umut vaad etmiyor. Bu adayları seçen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bizzat kendisi değil mi?...

AKP listelerine bakılıp, "milli görüşün tasfiyesi" görüntüsü öne çıkarılıyor. Unutmayalım ki; bu görüntü daha çok AKP kaynaklı. Yani AKP yönetimi yeni döneme ilişkin "radikalleri temizledik, merkeze geliyoruz" mesajı vermek istiyor ve buna göre bilgi sızdırıyor.

Ancak hiç kuşkunuz olmasın ki; adaylar soruşturulmaya, kimler olduğu bilinmeye, özellikle yerel kaynaklar ve AKP’de oluşan muhaliflerden gelecek bilgilere göre, yeni milletvekili adaylarının nasıl birer insan oldukları, niyetleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacaktır.

İlk bakışta, "dokunulmazlık kazanmak için" AKP listelerinden girmiş isimler zaten göze çarpıyor. Akaryakıt kaçakçılığı, başka yolsuzluklar nedeniyle başları derde girmiş, davaları devam eden olan adayların, listelerdeki yerleri açıkca gözüküyor.

Bunlar ilk bakışta göze çarpanlar. Günler ilerledikçe, belki de listeler kesinleştikten sonra, milletvekili adaylarından epeyce defosu olanlar kamuoyuna çıkmaya başlarsa, kimse şaşırmasın. Bunlar her seçim döneminde yaşanan olaylardır ve en yakınları bile milletvekili adaylarının foyalarını açığa çıkarmak isteyebilirler.

Üstüne üstlük bu kez AKP’de epeyce küskün milletvekili yaratıldı ve bunların harekete geçip ortalığı karıştırmak istemesi normal sayılabilir. Elbette yapılacak spekülasyonların kimi doğru kimisi yanlış çıkacak ama kimsenin şüphesi olmasın ki, ortalık biraz karışacaktır.

O nedenle diyoruz ki; peşin yargılara varmadan önce biraz daha beklemek lazım. Örneğin listelerde Dengir Mir Mehmet Fırat’ın etkisinden sözediliyor ve bu etki bile tek başına bazı spekülasyonların ortaya çıkacağını gösteriyor.

ÖNEMLİ OLAN UZLAŞMA

Örneğin yine AKP’nin listelerine ilişkin olarak başlayan söylentilerin başında, "milli görüşçüler dışarda kalmış gözükse de, özellikle askerin devlet içinde örgütlenme konusunda en çok şikayet ettiği bazı cemaatler listelerde ağırlığını artırmış" deniyor. Kişileri tanımadığımız için bu söylenti doğru mu bilmiyoruz ama doğruysa, çatışmayı artırır ...

Bunun dışında milli görüşçülerin tasfiye edilmiş olması örgütlerin çalışmalarını ne şekilde etkiler, seçimlerde bir oy kaybına yol açar mı, o konu da şimdilik belirsiz.

Aynı şekilde CHP ve MHP’de de küskünler oluştu. Bu küskünlerin etkisinin ne olacağını, oylara etkisini görmek için beklemek gerekecek. Bizce, oy oranları konusunda kesin birşeyler söylemek için henüz çok erken. En azından haziran ayı sonunun görülmesi gerekiyor. Hem adaylar konusunda çıkacak haberler, hem o zamana kadar yaşanacak gelişmeler, oy eğilimlerinin biraz daha netleşmesini sağlayabilir.

Bu arada DP ve Anavatan’ın verdikleri güvenilmez tutum, barajın altında kalma beklentilerinin oy kaymalarını da beraberinde getireceği de kuşkusuz.

İşte bütün bunları daha net görmek için temmuz ayı başını beklemek gerekecek.

Ancak yine söylüyoruz; tek parti iktidarı artık Türkiye’ye zarar verecek bir sonuç halini almıştır. Siyasi çekişmeler bizi bu noktaya getirdi. Umarız seçimlerden bir koalisyon yapısı oluşturacak sonuç çıkar ve uzlaşma kültürü zorunlu olarak yeniden devreye girer.
Yazının Devamını Oku

Siyasi kriz artık dış bakışı da değiştiriyor

5 Haziran 2007
GİDEREK derinleşen siyasi kriz, gelişmeleri şimdiye kadar seyretmeyi tercih eden "dış gözler"i de tedirgin etmeye başladı. Dün Milliyet’te Devrim Sevimay’a verdiği röportajda eski Devlet Bakanı Kemal Derviş de, dışarıdaki bakışın değişmesini üzüntüyle izlediğini kaydetmiş. Derviş, "bu kadar potansiyel varken, daha bu kadar işin başındayken ve bu kadar badire atlatmış bir ülke iken, tam kendimizi göstereceğimiz sırada, benim üzüntü kaynağım siyasal yarışmanın bu kadar sert ve bu kadar acımasız olması" diyor. Bizce çok haklı.....

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz de Newsweek’de yayımlanan yazısında, Türkiye’de seçim yaklaştıkça ortamın gerildiğini belirterek, "Türkiye, giderek artan bir biçimde bölünüyor. AKP yine çoğunluğu elde ederse sorunlar katlanabilir. Askerler, kendi cumhurbaşkanını seçebilecek AKP’nin kontrolündeki bir parlamentoya izin verir mi?" diyor.

Abramowitz, "Türkiye, giderek artan bir biçimde bölünüyor, laik Türkiye giderek bölünüyor ve laik elit AKP’ye daha çok güç kaybetmekten çok korkuyor" görüşünü dile getirirken, usulca gitmeyi reddeden AKP’nin askerlere meydan okuyarak genel bir seçim çağrısı yaptığını öne sürüyor. Türkiye’de akademisyenlerin kendisine, "Siz Amerikalılar, ılımlı İslam’a inanıyorsunuz. Böyle bir şey yok" dediklerini aktaran Abramowitz, "Birçok laik, askerlerin siyasete müdahale etmesi fikrinden hoşlanmıyor. Ancak laiklik ile demokrasi arasındaki seçim, yapmacık bir seçim olduğunu savunuyor: sadece birincisi (laiklik) ikincisinin (demokrasi) teminatıdır. Eğer, askerler ile AKP arasında bir seçim yapmaya zorlanırlarsa çoğunun askerleri seçeceğini sanıyorum." değerlendirmesini yapıyor.

Ardından da AKP’nin çoğunluğu tekrar alması halinde sorunların büyüyeceğini söylüyor.

BATI KARŞITI AKP’LİLER BİLE DEVREDE

Abramowitz, Türkiye’nin AB’ye katılma hedefinin de sekteye uğrayabileceğini belirtirken, "Gün geçtikçe ve tutkular artıkça konsensüsün bulunması zorlaşıyor" saptamasında bulunuyor.

Bu sesler, tüm taraflar açısından, "önemli uyarılar" olarak algılanmalı, bizce...

Gelinen noktada siyasi kriz derinleşerek devam ederken, uzlaşma yolundan da giderek sapılıyor ve büyük bir karamsarlık her tarafa yayılmaya başladı. Özellikle "iki kötü arasında tercihe zorlandıklarını, sıkıştırıldıklarını" hisseden çok geniş kesimler, varolan düğümlenmenin biran önce çözülmesini bekliyor.

Dış alem de, ne kadar risk iştahının verdiği vurdumduymazlıkla Türkiye’de yaşananları küçümsemek eğiliminde olsalar da, kriz derinleştikçe tedirgin olmaya başladı. Kriz derinleştikçe dış alemdeki havanın iyice kötüleşeceğini artık herkes görmeli.

Bu arada AKP’nin dış alemin görüşünü oluşturmak, tersine görüşleri değiştirmek için büyük bir atak içinde olduğunu da söylemeliyiz. Türkiye’nin dış politikasını, Hamas’ın siyasi liderini çağırmak gibi örneklerle, geçmişte tehlikeye düşüren, aslında batı karşıtı olan danışmanların, son dönemde Ankara’ya gelen ABD’li ve AB’li yetkililerin yanlarından ayrılmadığını duyuyoruz. Sadece o değil tüm AKP ekibi, dış alemde parti desteği için büyük çaba gösterip, "demokrasi tehlikede" temasını işliyorlar. Bizce ülkeye iyilik yapmıyorlar...

KOALİSYON BU NEDENLE ŞART

Bizce gelinen bu zor noktadan, zorlama olmaksızın çıkışın en sağlıklı yollarından biri, 22 Temmuz seçimlerinden çok partili bir TBMM yapısının çıkması, koalisyon gereğinin duyulması ve zorunlu olarak tarafların uzlaşmaya yanaşmaları olacak.

Türkiye’nin yapacağı iş çok ve genel mutabakat lazım olduğu için, belki de koalisyon hükümeti, Türkiye’nin önünün açılması için, "krizden çıkan fırsat" olacaktır.

Bu nedenle artık "tek parti iktidarı şart" edebiyatını bırakmak lazım. Türkiye’de tıkanmanın mümkün olduğunca kolay yollardan aşılması ve uzlaşmayı oluşturmak için koalisyon şart.

Bu arada "tek parti iktidarı" istediği için dün eleştirdiğim İstanbul Ticaret Odası (İTO) çalışmasını, İstanbul Sanayi Odası (İSO)na maletmişim. Yanlışlık için İSO’dan özür dilerim.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan artık AKP’de tek adam

4 Haziran 2007
GEÇEN yılın sonlarından beri Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir krize dönüşüp dönüşmeyeceği tartışılıyordu. Özellikle piyasa oyuncuları kendilerini, "Başbakan Erdoğan sonunda makul olanı yapar" fikrine iyice alıştırmışlardı. Bu fikrin oluşumunda, şimdi AKP’den aday olan Londra’daki bazı banka iktisatçıları, önemli görevler üstlendiler. İçeridekiler de, deneyimlere bakarak, nasıl olsa sonunda doğru olanın AKP tarafından yapıldığı görüşüne katıldılar.

O dönemlerde bu işin sorun olacağını söylediğimizde, bu genel olarak sergilediğimiz eleştirel tavrımız içinde yorumlanmış, yani piyasanın işine gelmediği için, karşı çıkılmıştı.

Sonuçta piyasaların beklediği "makul olan" yapılmadı ve bir siyasi kriz çıktı. Bu siyasi krizin devam ettiğini söylemeye herhalde gerek yok. Üstüne üstlük bu siyasi krizin nasıl sonuçlanacağını, işin nereye gittiğini, konuştuğumuz AKP’li bakanlar bile kestiremiyor.

Şimdi olaya bir başka açıdan bakmak istiyoruz. Yaşanan bu siyasi kriz boyunca, iktidar partisi AKP içinde kimlerin yıprandığını, kimlerin öne çıktığını bir düşünelim...

AKP açısından değerlendirecek olursak; bu kriz boyunca "dindar cumhurbaşkanı" diyen TBMM başkanı Bülent Arınç’ın hem parti içinde "başımıza bu işleri açtı" diye suçlanarak, hem de dışarıda "Bu adam en tehlikeli olanları" diye "günah keçisi" yapıldığı ortada.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de aday gösterilip seçilmeyerek, AKP içindeki eski gücünü kaybetmiş oldu. Bunun ötesinde mecburen "halk beni aslında istiyordu" söylemine sığınıp, kendisine karşı çıkan mitinglerdeki milyonları da "aslında onlar batılı gözüküyor ama batıya karşılar"diye karalamak zorunda kaldı. Yani hem içerde, hem parti dışında prestij kaybetti.

Partiyi kuran 4 isimden biri olan Abdüllatif Şener de sonunda dayanamadı ve yapılacak seçimlerde milletvekili adayı olmayacağını açıkladı. Şimdi AKP içinden "Şener’in hesabı var" sesleri üfleniyor ama biliyoruz ki; Şener hem parti yönetiminin devlette kavga çıkaran tavırlarına, hem de bazı bakanlıklardaki nemalı işlerden epey rahatsızdı. İleride yeniden siyasi bir aktör olarak öne çıkar mı bilinmez ama şu anda AKP içinde artık Şener faktörü de ortadan kalkmak üzere. Yani şener AKP içinde kendini izole ediyor ama dışarıda kazanıyor.

ATAMALAR KARARLAR TEK ELDEN

Sonuç olarak ortaya çıkan şu ki; artık Başbakan Tayyip Erdoğan AKP içinde tümüyle tek seçici, tek karar alıcı konuma geldi. Yani eğer yeniden iktidar olursa artık sözünü dinleyerek hareket etmek ihtiyacı hissedeceği hiç kimse kalmadı. Tek başına iktidar halinde artık bakan ve bürokrat atarken de, parti içindeki dengeleri gözetme ihtiyacı olmayacak. Yani istediği yere istediğini atayacak, istediği uygulamaları yapacak, istediğiyle istediği gibi oynayacak. Sadece partiyi değil, tüm Türkiye’yi yönetirken kimseyi dinleme ihtiyacı hissetmeyecek...

Bu noktadan hareket ederek, klasik faşizm tanımları içinde kalarak, bu konjonktürde kendilerini AKP’nin yanında hisseden aydınlarımıza, "dini kaygıları ağırlıklı bir partinin, tek şef önderliğinde, tek başına iktidar olması halinde", uygulamalarla ortaya çıkacak sistemin ne olabileceğini sormak isterim. Yaşananlarda haklı oldukları yönler elbette var, elbette demokrasinin kesinlikle kesintiye uğramasını engellemek gerekiyor ama bunun yolu, özünde demokrasi kaygısı olamayacağını bildiğimiz bir anlayışın yanında olmaktan mı geçiyor?

KOALİSYON ŞART OLDU

Bizce herkesin görevi, gelinen noktada, demokrasinin içinde kalarak çözüm aramak olmalı. Bunun için ise artık herşeyden önce, işin karşılıklı gerilmesini engellemek gerekiyor.

İstanbul Sanayi Odası (İSO) gibi, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyon düzeyine, dünyadaki büyüme trendlerine bakmadan, sık sık yapılan seçimlerin etkisini gözardı ederek, kaba hesap yapıp, "tek başına iktidarlarda ülke büyüyor, tek parti iktidarı olsun" diye rapor çıkarmak, ülkeye ve demokrasiye iyilik getirmeyecektir.

Bizce bu tıkanmışlıktan çıkışın yolu mümkün olduğunca fazla partinin TBMM’ye girip, seçimler sonrası bir koalisyon oluşması ve uzlaşmayla Cumhurbaşkanı seçmesinden geçiyor.

Mevcut gerçeklikleri gözönüne alıp analiz yapmak, şu anda en sağlıklı yol gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku