Erdal Sağlam

Piyasalara yurtdışı etkisi olumlu ama

17 Mayıs 2007
KÜRESEL likiditede belirleyici olduğu kabul edilen ABD ekonomisinden iyi haberler geliyor. Gerçi açıklanan enflasyon rakamlarının faiz indimi getirip getirmeyeceği konusunda ciddi görüş ayrılıkları var ama en azından kötü bir gelişme olmayacağı konusunda herkes hemfikir. Bunun yanısıra ABD ekonomisinin artık tek belirleyici olmaktan giderek uzaklaştığı, Çin, Japonya ve son sıralarda öne çıkan AB ve İngiliz para otoritelerinin verecekleri kararların giderek belirleyiciliğinin arttığı kaydediliyor.

Özet olarak bakıldığında yurtdışındaki gelişmelerin içerdeki piyasalara etkisi hálá son derece olumlu. Mart sonu ile 10 Mayıs arasında MSCI gelişmekte olan ülkeler borsa endeksindeki artış yüzde 7’yi bulurken, Türkiye endeksindeki artışın yüzde 2.8’de kaldığı görülüyor. Yani bizde de bir iyileşme var ama siyasi çalkantının devam etmesi nedeniyle, iyileşme Türkiye ekonomisine diğer gelişmekte olan ülkelerden daha az yansıyor. Özetle, yurtdışındaki gelişmeler içerdeki piyasalar üzerinde hálá belirleyici konumda. Buna karşılık hiç kimse, bu seyrin bu kadar olumlu devam edeceği, açıklanacak yeni verilerle her an bozulma tehlikesi bulunmadığını, söylemiyor. Yani önümüzdeki dönemde, belirleyici konumdaki yurtdışındaki olumlu gelişmelerin hep böyle süreceğinin garantisi yok.

Bunu şunun için söylüyoruz ki; eğer dışarısı bozulursa, mevcut siyasi koşullar aynı kalması şartıyla, Türkiye ekonomisinin olumsuz etkilenmesi tehlikesi hálá var. İçerdeki siyasi çatışma havası devam ettiği takdirde kimsenin şüphesi olmasın ki; Türkiye geçen yıl olduğu gibi bu sefer de, diğer gelişmekte olan ülkelerden çok daha hızlı kötüleşmeye gidecektir.

Söylemek istediğimiz şu ki; içerdeki siyasi çatışma havasının bir an önce giderilmesi hayati önem taşıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, dünkü grup toplantısında çıkıp, "gerilim yaratanlardan halk hesap soracaktır" anlamına gelen açıklamalar yapmış. Benzer sözleri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da söylüyor. Yani herkes kendi tarafından bakıp, "karşı taraf gerilim yaratıyor, biz yaratmıyoruz" demeye çalışıyor. Ondan sonra da çıkıp herkes karşı tarafı, "eski çağdışı politika yapmakla" suçluyor. Bu mu çağdaş söylem?

Sözün özü her iki taraf da, karşı tarafı suçlayıp, siyasi ortamı germeye devam ediyor.

ARTIK POLİTİKALAR

ORTAYA ÇIKMALI

Bu arada hálá, ekonomik ve siyasi politikalar konusunda, partilerin hangi tezlerle ortaya çıkıp, halktan oy isteyeceklerinin belli olmadığını görüyoruz. Bizce TBMM’nin bir an önce kapanıp siyasi olarak seçim atmosferine girilmesi lazım ki; halk da seçeceği insanların ne tür politikalar izleyeceğini görebilsin.

Başbakan Erdoğan’ın "cumhurbaşkanını halkın seçmesi" konusunda, "bunlar millete güvenmiyor" tezini işlemek için, ısrarlı olacağı anlaşılıyor. Tamam, politik malzeme olarak bütün partiler her türlü şeyi kullanma eğilimindeler ama bu konunun artık tümüyle siyasi çekişme konusu haline geldiğini kabul etmeliler. Yani "bu Anayasa değişikliğinde ısrar etmek gerilim yaratmakla eşanlamlı" bir duruma geldi. Başbakan eğer "Gerilim yaratana halk cezasını verecektir" diyorsa, ne kadar tersini anlatırsa anlatmaya çalışırsa çalışsın, bu değişiklikte ısrar etmek gerilim yaratmak olarak değerlendirilecektir. Yani bir an önce bu anayasa değişikliğinin gündemden çıkarılıp, normal bir seçim atmosferine girilmesi, partilerin tezlerini hazırlayıp, adaylarını ortaya çıkarıp, bununla halkın önüne oy istemeye çıkmaları gerek.

Siyasi çatışmanın bu kadar yoğunlaştırılıp sertleştirilmesinin, sonuçta "yönetilemez bir ortam meydana getirdiği"ni artık herkesin görmesi lazım. Eğer seçim meydanlarında olaylar olursa, bunun sorumlusu; siyasi çatışmayı hesapsız biçimde alevlendiren, ellerinde fırsat olduğu halde çatışmayı bitirmeyen, siyasi parti yöneticileri olacaktır.

Siyasi çatışmanın devamı halinde yurtdışından olumsuz bir etki gelirse, ülkeyi seçime yeni ekonomik dalgalarla götürme tehlikesi olduğunu, bunun oylara yansıyacağı, AKP yönetimi ve Başbakan Tayyip Erdoğan artık görmeli. Bile bile bu risk göze alınamaz.
Yazının Devamını Oku

Mali disiplinde gevşeme kırılganlık kaynağı

15 Mayıs 2007
SİYASİ krizi ucuz atlattık derken, bunun yarattığı kırılganlığa, bir de mali disiplindeki gevşeme eklendi. Nisan ayı bütçe rakamlarının mali disiplin açısından herkesi tedirgin ettiği görülürken, seçim yaklaştıkça mali dengelerdeki bozulmanın giderek artmasından, dolayısıyla mali verilerin daha da bozulmasından kaygı duyuluyor.

Küresel likiditede gelişmekte olan ülkelere karşı risk iştahının devam etmesi, yaşanan siyasi krizin ucuz atlatılmasında en önemli unsur olurken, siyasetteki kargaşaya rağmen mali disiplinin sürdüğünü gösteren veriler de, yine önemli rol oynamıştı.

Ancak Nisan ayı verileri mali disiplin açısından tedirginlik yaratırken, bunun üzerine siyasi kargaşanın devam ettiğini, AKP’nin "Cumhurbaşkanını halkın seçmesi" konusunda çatışmayı devam ettiren tavrında ısrar ettiği de gözleniyor. Uluslararası likiditedeki risk iştahının devam etmesi halinde bile, bu iki unsurun birleşip, hem siyasi hem mali kötüye gidişin sürmesi, eninde sonunda diğer gelişmekte olan ülkeleri vurmasa da Türkiye’yi vurma tehlikesi taşıyor.

Bir de uluslararası likiditede, geçen Mayıs’taki gibi bir düzeltme hareketi gelirse, bu kez kötüleşmenin boyutlarının katlanması, kaçınılmaz olacaktır.

İşte bu nedenle AKP’nin çatışma yaratan, bloklaşmayı artıran siyasi tavrını artık biraz yumuşatması gerekiyor. Anayasa değişikliklerinin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den dönmesi halinde, yeniden TBMM’nin çalıştırılıp bu değişikliklerin çıkarılması istenirse, bu durumun yine çatışmaları alevlendireceği artık gün gibi aşikar.

Uluslararası piyasalar bir yandan içerideki siyasi çatışmaların ne hal alacağını izlerken, buna karşılık mali disiplin için, şimdiye kadar, "Nasıl olsa iyi gidiyor, IMF de var" diyorlardı. Ancak şimdi Nisan ayı rakamlarıyla birlikte mali göstergelere yakından bakmaya başladılar.

Geçen yıl sonu Başbakan’a açıklattırılan bütçede, saklı gizli bazı kalemler olduğunu, durumun o kadar da parlak olmadığını bilen piyasalar, "Yine de mali disiplin uygulanıyor, bazı kalemler rötuşlansa bile genel trend iyi" diye bakıyorlardı. Yılın ilk aylarında bu geçen yıl saklanan kalemler ortaya çıkmaya başladığında da, yine bunu tolere etme eğilimine girdiler.

KDV VE ÖTV AZALIYOR

Ancak Nisan ayı sonuçları, artık geçen yılın değil, bu yılın performansını açıkça vermeye başladı. Ortaya çıkan tablo ise mali disiplin açısından, hiç de iç açıcı değil.

Nisan ayında merkezi yönetim 2 milyar YTL bütçe açığı verirken, yaklaşık bir milyar YTL faiz dışı fazla verdi. 4 aylık bütçe açığı ise Mart ayında yapılan 5.8 milyar YTL’lik Türk Telekom ödemesine rağmen, 5.4 milyar YTL açık ile geçen sene aynı dönemin yaklaşık 1.4 milyar YTL üzerinde gerçekleşti. Yani bu kadar yüklü özelleştirmeye rağmen bütçede ciddi bozulma sinyalleri alınmaya başladı.

Nisan ayı bütçe gerçekleşmelerinde en fazla dikkat çeken nokta ise, tüketim üzerinden toplanan vergi gelirlerindeki yavaşlamanın giderek bariz hale gelmesi oldu. Daha önceki aylarda içerdeki KDV tahsilatında bir azalma görülürken, Nisan ayında bu azalmaya ÖTV’nin de katıldığı belirlendi. İthalattan toplanan KDV rakamı ise, Nisan ayında ithalat artış hızındaki yavaşlamanın devam edeceği, yüzde 10’un bile altına düşebileceğini gösteriyor...

Geçtiğimiz aylarda IMF ile yapılan görüşmelerde yapılması kararlaştırılan tasarruf önlemlerinin henüz harcama rakamlarını aşağı çekemediği de açık. Bu tablo ekonomideki yavaşlamayla beraber vergi gelirlerinde azalmanın daha da belirginleşeceğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla piyasalarda, seçim etkisinin de dışında, bu yılın mali göstergelerinin kötüleşmeye gittiği yolunda bir kanı oluşmaya başladı. Bunun üzerine bir de önümüzdeki dönem hızlanacak seçim ekonomisi uygulamalarını eklerseniz, işin ciddiyeti ortaya çıkıyor.

Özetle; seçim ve siyasi tartışmalardan bağımsız olarak, gerekli önlemleri zamanında almayarak, AKP hükümeti mali disiplini gevşetti. Umarız AKP bu tabloyu görüp siyasi çatışmayı durdurur da, seçim öncesi ekonomi ciddi bir kırılmayla karşı karşıya kalmaz.

Çünkü; dışarısı iyi gitse bile, içerdeki riskler artık realize olmaya başladı. Dikkat.!..
Yazının Devamını Oku

Gerilim politikası devam ediyor

14 Mayıs 2007
AKP’nin Erzurum’da yaptığı, mitinge çevirdiği toplantı, bizce hala gerilim politikasını devam ettirdiğini gösteriyor. Türk bayraklarının hakim olduğu toplantı, bu görünümüyle önümüzdeki dönemde siyasi atışmaların hangi mecrada yürüyeceğinin bir işareti. Ancak asıl tehlikeli olan Başbakanın, tüm kadro sahneye çıkıp, adeta devleti halka şikayet eden ve yine "mağdur"u oynayacağı anlaşılan tavrı. "550 milletvekili ile Meclise geldiğimizde bakalım ne bulacaklar" gibi bir tavır, doğrudan devlet kurumlarını hedef gösteren bir tavırdır. Gelinen ortamda Anayasa Mahkemesini, Genelkurmay Başkanlığını şikayet eden bir tavırdır."Bunları mı kastettiniz?" diye sorsanız elbette yalanlanır ama bu sözlerin kimi hedef gösterdiği açık değil mi?

Peki o zaman mitinglerde karşılarına çıkacak partiler, "bunlara oy vermeyin boşa gider, bunlar devleti yönetemez" deseler,haklı olmayacaklar mı? Bu doğru bir tartışma mı?

Son günlerde AKP’nin nasıl bir seçim politikası uygulayacağı tartışma konusu oluyor. Bazı kesimler "yine mağdur rolü oynayacaklar" derken, buna karşı çıkan bazı siyasi kesimler, artık oynayamayacaklarını, bunun halk nezdinde bir kez daha tutmayacağını söylüyorlar. Tutup tutmayacağını göreceğiz ama belli olan AKP’nin yine mağdur rolü oynayacağı...

Bu tavra karşı "iktidarda mağdur olunmaz, iktidarda bu duruma düşenlere ancak iktidar olamadıkları söylenebilir" savunması yapılıyor. Haklılık payı yok mu sizce?

Bizce AKP, devleti yönetmeye talip olduğunu unutmamalı. Devletin yapısı belli, dengeleri belli ve bu belli olan kurumsal yapıyı yönetmek istiyorsunuz. O zaman sizin bu yapıyı iyi yönetebilmeniz için dengeleri gözetmeniz, becerikli yönetim göstermeniz lazım değil mi?

Hiç kimse, herhalde kendisi bile, AKP’nin devleti iyi yönettiğini, dengeleri gözettiğini, halkın tüm kesimlerini kucakladığını söyleyemez. Şimdi meydanlara çıkıp, "halkın tüm kesimlerini kucakladık " diyebilecek mi, ya da "biz kucakladık onlar gelmedi" mi diyecek...

O zaman dün İzmir’de son halkasını gördüğümüz milyonlar, neden meydanlara çıkıp, Türkiye’nin ilk kapsamlı sivil toplum hareketini AKP karşıtlığı için ortaya koydular..

"Mağdurluktan zalimliğe dönüşüm" üzerine, herkes, özellikle de AKP çok iyi düşünmeli...

Tandoğan’da, Çağlayan’da, İzmir’de meydanlara çıkan milyonların aynı zamanda bu hareketi sıkıştırılmışlık, bastırılmışlık, kuşatılmışlık duygusuna karşı yaptıkları ortada değil mi?

DEVLETİ YÖNETMEK

Bu kadar büyük kitleleri mağdur duruma düşürenler, en azından bu ruh haline sokanların yine meydanlara çıkıp mağdur rolü oynamaya kalkışması, sizce ne kadar haklı?

İktidar olacak partinin, başındaki kişilerin, devletin mevcut yapısını, kurumlarını,dengelerini, teamül ve kurallarını bilerek bunu yönetmeye kalkıştıkları varsayılır değil mi?

Bizce bu gerçeği Başbakan Tayyip Erdoğan gördü ama en hafif deyimle örgütüne, partisine, partisindeki etnik ve dini radikallere sahip olamıyor. O nedenle sadece dini değil, etnik kavgayı kızıştırmak için AKP’yi devlet kurumlarıyla çatıştıran yöneticilerden sözediliyor. Bizce anayasa değişiklikleri konusunda ısrar, yeni bir çatışma konusu olduğunu bile bile "halkın cumhurbaşkanını seçmesi" konusundaki sert tavrın devam etmesi, bunun göstergesi olabilir. Peki, devlet kurumlarının başındakilerle birebir görüşmelerde "tamam anayasa değişikliğini yapmayacağız" sözü verilmesine rağmen, hala bu konuda ısrar ediliyor ve ısrar edilmeye devam edilirse, ne olacak? Bu sözler ortaya çıkmayacak mı?

Bizce Türkiye’deki gerçekler ile ideal, olması gereken kurumsal yapı arasındaki farkın görülmesi lazım. Hiçbir zaman o ideal demokrasi ve özgürlük ortamını hedef almaktan vazgeçmeden, gerçeklere göre hareket edilmeli. Toplumsal ilerlemeler zaman alıyor ve yeni kazaları engellemek lazım. Aydınlarımızın da "dini temel alan anlayışın samimi hedefinin demokrasi olamayacağını" artık görmesi, duygusallıktan çıkmaları lazım. Faşizmden yakınan bazı aydınlar, mağdurluktan zalimliğe geçtikleri kanıtlananların asıl niyetlerinin"halk eliyle despotizm" olabileceğini, bunun örneklerinin çok görüldüğünü gözardı etmemeli.
Yazının Devamını Oku

Enflasyonla mücadele seçime feda edilmemeli

12 Mayıs 2007
PAZARTESİ günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplanıyor. Hemen hemen hiç kimse, Merkez Bankası’nın bu toplantısından faiz değişikliği kararı çıkmasını beklemiyor. Hatta yapılacak açıklamada, politikaların daha da sıkılaştırılmasının gerekebileceği, siyasi belirsizliğin etkisi gibi unsurların da yer alacağı tahmin ediliyor.

Piyasalarda, yıl içinde yapılması beklenen faiz indirimlerine ilişkin beklentilerin de giderek yıl sonuna kaydırıldığı görülüyor. Yani ikinci yarıda faiz indirimi bekleyenler, yaşanan son siyasi gelişmelerden sonra, "Eylül-Ekim gibi başlayabilir" demeye başladılar.

Bizce bu yıl sonuna kadar faiz indirimi beklemek pek yerinde bir davranış olmayacaktır. 22 Temmuz’da seçim yapıldıktan sonra en azından 2 ayın, Meclis Başkanı dahil organların oluşumu, hükümetin kurulması, cumhurbaşkanının seçilmesi gibi rutin işlerle geçmesi kaçınılmaz. Zaten 17 Ekim’de yeni yıla ilişkin bütçe ve program hedeflerinin TBMM’ye sunulması gerekecek. Yani bu zorunlu seçimlerden sonra bu kez program görüşmelerine geçilecek. Yeni kurulacak hükümetin ekonomik programının belli olması, piyasaların hükümete ve açıklanacak programa tepkisinin belirlenmesi gibi ciddi zaman alacak süreçleri yaşamak zorunda kalacağız.

Dolayısıyla yeni trendin belirginleşmesi, bekleyişlerin olgunlaşması bizce yıl sonunu bulacaktır. Bu durumda Merkez Bankası faiz kararında değişiklik yapması da zordur.

Bizce, yeni kurulacak hükümetin ciddi bir ekonomi politikasına ihtiyacı olacak. Özellikle enflasyonda son dönemde ciddi bozulmalar görüyoruz. Türkiye önemli başarılar elde ettiği enflasyonla mücadele konusunda, çok ciddi, yeni bir yol ayrımına geldi. Gerçi Nisan ayı enflasyon rakamları özellikle hizmet fiyatlarındaki katılığın kırılmaya başlaması konusunda umut veriyor, talepteki daralmanın belirginleştiği görülüyor ama bizce enflasyonda gelinen noktadan bir alt basamağa geçmek, bunun için ciddi çabaların gündeme getirilmesi gerekiyor.

Unutmayalım ki; yapılacak seçim, Nisan ayı endekslerinden çıkarılan olumlu sonuçları bile yeniden tersine çevirebilir. Özellikle taleple ilgili yeniden artış eğilimi kaçınılmaz gözüküyor.

Açık enflasyon hedeflemesine geçtiğimiz ilk yıl olan 2006 yılında, enflasyon gerçekleşmesi hedefin iki katı oldu. Yani varolan sorunlara; bu yıl da hedefin çok üzerinde bir gerçekleşme ile "güvenirlik sorunu"nu da eklemek üzereyiz. Bu nedenle acil önlem gerekiyor.

YEREL YÖNETİMLERE DİKKAT

Seçimlere kadar enflasyon siyasilerin umurunda olmayacağına göre, yeni gelecek hükümete bu konuda büyük iş düşecek. Hazırlanacak yeni bir programla piyasalara güven vermek gerekecek ki, enflasyonla mücadele yeniden rayına oturabilsin.

Bu arada mevcut hükümete de büyük görev düşüyor. Seçime kadar fazla bir süre yok ama yine de dengelerin daha da bozulması tehlikesi var. Bir de seçim yaklaştıkça çıkacak anketlerde AKP’nin oylarının düşmeye başladığı gözlemlenirse, korkmak gerek. Kısa süre olmasına rağmen, seçim yatırımları çok daha hız kazanabilir.

İşte bu nedenle Maliye’ye büyük iş düşüyor. Özellikle teknisyenler, mali disiplinin parti çıkarları adına fazla bozulmasına izin vermemeli. Yani enflasyonla mücadeleyi seçime feda etmemek için bürokrasiye, bürokrasi namuslarına ihtiyaç var.

Geçen gün Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) İstikrar Enstitüsü tarafından hazırlanan Mali İzleme Raporu 2007 Yılı Mart Ayı Bütçe Sonuçları yayımlandı. Raporda özellikle yeni açıklanan yerel yönetim hesapları incelenerek, DPT ile Maliye’nin verileri arasındaki büyük farka dikkat çekiliyor. DPT’ce hesaplanan yerel yönetim harcamalarının çok üzerinde harcama yapıldığı, merkezi bütçe kısılırken harcamaların geniş ölçüde yerel yönetimler üzerine kaydırıldığı şüphesine yer verilen raporda, "Özetle yerel yönetim birimlerinin hem bütçe dengesi hem de stok yükümlülükler açısından ciddi bir mali darboğaz içinde bulunduklarını ve bunun ilerisi için sorun yaratabileceğini söylemek mümkündür."deniyor. İşlerin rayından çıkmasına izin vermemek gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Baykal’dan piyasa dostu açıklamalar

10 Mayıs 2007
İŞ dünyası ve piyasalar, yapılacak erken seçimden koalisyon hükümeti çıkma ihtimaline, giderek daha fazla şans vermeye başladılar. Hem yabancılar hem de yerli büyük yatırımcılar bu nedenle, özellikle CHP ve MHP’nin iktidara geldikleri takdirde ne tür ekonomik politikalar uygulayacağını fazlasıyla merak ediyorlar.

Enis Berberoğlu ile birlikte ziyaret ederek, piyasalarda oluşan kaygıları CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la konuşma olanağı bulduk. Bugün Referans Gazetesi’nde ayrıntılarını okuyacağınız söyleşiden sonra, "İktidar olduğu takdirde CHP’nin piyasa dostu ekonomik politikalar izleyeceğini" rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Baykal, dünya ekonomisine entegrasyon gerçeğini çok iyi kavramış gözüküyor. "Ekonominin giderek globalleşmekte olduğu, sermaye hareketlerinin ekonominin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu, ticaretin giderek serbestleşmekte olduğu dikkate alınarak bir politika ortaya konacaktır"sözleri de bunun iyi bir örneği. Avrupa’daki çeşitli sosyal demokrat partilerin, merkez sol partilerin uygulamalarını da örnek gösteren Baykal’ı, AB ile ilgili de, şimdiye kadar CHP’nin verdiği sert imaja kıyasla çok daha esnek bir tutum içinde gördük AB sürecinin devam edeceğini belirtiyor ama "tam üyelik perspektifi"nin AB ile görüşülerek pekiştirilmesi gerektiğini söylüyor. Yani piyasalar açısından CHP iktidarının uygulayacağı politikalardan tedirginlik duymalarına gerek yok.

Buna karşılık 4 yılı aşkın süredir devam eden küresel likidite ortamının iyi değerlendirilemediğini belirten Baykal, bu sürecin devam edeceğini tahmin ediyor ve bu fırsat kullanılarak yeni bir sanayileşme atağı başlatmayı planlıyor.

Teşvik politikasının coğrafi olmaktan çıkarılarak sektörel hale getirileceğini, belirli sektörler saptanıp bunlara devlet teşviği sağlanacağını kaydeden Baykal, bu yolla ithalatın dolayısıyla cari açığın azaltılacağını, dünya ile rekabet edecek sektörlerin geliştirileceğini kaydediyor.

Bunu yaparken bir yandan teknoloji, öte yandan teknik ve uzmanlık eğitimine büyük önem verileceğini kaydeden CHP Genel Başkanı, özel sektörün de uzun süredir talep ettiği "yeni bir sanayileşme atağı"nın müjdesini de veriyor.

Son dönemde siyasetle ticaretin birbirinin içine girmeye başladığını kaydederek, bunun piyasa ekonomisinin sağlıklı işleyişini bozduğunu kaydeden Baykal, siyasetle ticaretin kesinlikle ayrıştırılacağını, "kamunun sadece yönlendirici ve denetleyici olduğu piyasa ekonomisinin hayata geçirileceğini" söylüyor.

Özet olarak verdiğimiz Baykal’ın ekonomik programının ipuçlarını aldığımız bu söyleşi, bizce piyasaların koalisyon korkusunu giderecek bir örnek daha. Bizce tedirginlik duyulan diğer parti olan MHP’nin uygulayacağı ekonomi politikaları da farklı olmayacaktır.

TÜSİAD’IN AÇIKLAMALARI

Bu arada Salı günkü yazımızda, yaşanan son siyasi gelişmeler hakkında TÜSİAD’in yaptığı açıklamaların algılanmasına ilişkin bazı yorumlarımızı belirtmiştik. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ arayarak, bu yorumdan TÜSİAD’ın "sık sık açıklama yapma"sının eleştirilmesi gereken bir davranış olduğu yönünde bir izlenim çıkabileceğini söyledi.

"İçinden geçtiğimiz bu olağanüstü dönemde, 35 yıldır siyasi ve ekonomik istikrarı sürekli kılmaya çalışan, AB’ye tam üyelik sürecini destekleyen TÜSİAD için herhalde en son yapılacak iş, içinden geçtiğimiz sürece suskun kalmaktır" diyen Yalçındağ, böyle bir ortamda kendisini gönüllü sivil toplum örgütü olarak gören hiçbir kuruluşun "çelişen hava vermekten kaçındığı için" susmaması ve görüşlerini, kamuoyuyla paylaşması gerektiğini söyledi.

Bu süreçte yaptıkları açıklamaları tek tek hatırlatan Yalçındağ, 4 ve 8 gün aralıklarla yapılan bildirilerin, cumhurbaşkanlığı seçimi, erken seçim ve anayasa değişikliklerini kapsadığını kaydederek, "Bunların TÜSİAD’ın siyasal sistem reformları alanında son 10 yılda yapmış ve yayınlamış olduğu çalışmalara dayanan görüşler olduğunu" da söyledi.

Gerçekten de TÜSİAD’ın bu görüşleri geçmişten beri savunageldiği, bildiğimiz görüşler. Siyaset bu kadar hızla değiştiği için, gösterilen refleksler böyle bir algıya yolaçtı...
Yazının Devamını Oku

İş dünyasının Anayasa değişikliği tepkisi

8 Mayıs 2007
İŞ dünyasının hala devam eden siyasi gerginlikten rahatsız olduğu, apaçık ortada. Bu gerilimin devam etmesi halinde piyasaların da artık bundan olumsuz etkilenmeye başlayacağına kesin gözüyle bakan iş dünyası, biran önce bu gerginliğin giderilmesini istiyor.

İş dünyası erken seçim kararı alındığında rahatlamıştı. Ancak AKP yönetimi bu kez de anayasa değişiklikleri konusunda diretme yolunu seçti. Açıkçası, bu anayasa değişikliklerinin, özellikle de "Cumhurbaşkanını halkın seçmesi" yönündeki değişikliğin, bu kadar uzun süre gündemde kalacağını zannetmiyorduk. Hálá da eninde sonunda bu değişikliğin hayata geçirilmeyeceğini, sağduyunun galip geleceğini tahmin ediyoruz.

Dün CNN Türk’te Referans Noktası programında konut ettiğimiz Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, AKP’nin demokratik hakkını kullandığını ve anayasa değişikliği yapmanın hakları olduğunu söyledi. Kendisine de söylediğimiz gibi; olay, demokratik hak kullanımı boyutunu çoktan aştı. Kamuoyunda AKP’nin bu değişiklikte diretmesinin sebebi olarak, "Genelkurmay bildirisine karşı bir güç gösterisi" yorumu yapılıyor ve bu girişimin "ortalığı germeye devam etmekten başka bir işe yaramayacağı" konuşuluyor.

Dün TÜSİAD, açık bir dille anayasa değişikliklerinin geri çekilmesini istedi ve "Siyaset adamlarının, akademisyenlerin ve sivil toplum örgütlerinin tartışmasına açılmadan ve benzer parlamenter rejime sahip ülke örnekleri incelenmeden paketin kanunlaşması, kısa süre içinde gerçekleşecek seçimlerde belirsizlik içeren sonuçlar doğurabilecektir" açıklaması yaptı.

TÜSİAD, bu tür Anayasa değişikliklerinin, toplumsal desteğin ve şeffaflığın yeterince sağlanabilmesi açısından, seçim sonrası oluşacak yeni Meclis’e bırakılmasının daha sağlıklı ve etik bir davranış olacağını da belirtti.

Parlamenter sistem tartışması yapılırken, seçim ve siyasi parti sistemlerinin bütüncül olarak ele alınması gerektiğini kaydeden TÜSİAD açıklamasında, "Erken seçim sonrası oluşacak yeni parlamento, baraj sistemi, resmi ittifak olanakları, seçim bölgeleri, nispi takviyeli iki turlu seçim sistemi ve daha demokratik bir siyasi partiler yasası konularını da içine alan daha geniş bir paketi tartışmaya açmalıdır" denildi.

Yani açık açık AKP hükümetine, "geri çekin ve bu işi seçilecek TBMM’ye bırakın" denildi.

YENİ MİLLETVEKİLİ KENDİNİ TASFİYE ETMEZ

TOBB’un da benzer görüşlere sahip olduğunu biliyoruz. TOBB, TÜSİAD gibi sık sık açıklama yapıp, birbiriyle çelişen bir hava vermekten kaçındığı için, resmi bir açıklama yapmadı ama biliyoruz ki; gerginliğin azalması için değişikliklerin geri çekilmesi görüşünde.

Yani bu Anayasa değişikliklerine iş dünyası tepkili. Bu tepkinin, anayasa değişikliklerinde direten AKP yönetimine yönlendiğini ise çok açık.

Sadece iş dünyası değil, toplumun çok geniş kesimleri, AKP’yi bu ısrarı nedeniyle "sekter ve uzlaşmaz tavrını devam ettiriyor" biçiminde suçluyor.

AKP yönetimi bu değişiklikler konusunda "Yeni seçilecek Meclis de 367 şartını yerine getiremez dolayısıyla Cumhurbaşkanı seçilemez. Bu nedenle halkın seçmesi gerekir" argümanını ileri sürüyor.

Halbuki bu argüman bizce geçersiz. Dün programda Bakan Şener’le de konuştuğumuz gibi "Yeni seçilecek TBMM’nin Cumhurbaşkanını seçemezse tasfiye olacağını unutmayalım,. Yani bir aylık milletvekili kesinlikle bu yola girmez. Ne yapar eder uzlaşır ve 367’yi bulup Cumhurbaşkanlığı seçimini yapar" görüşündeyiz.

AKP yönetimi, bu konuda neden ısrar ediyor anlaşılır gibi değil. Şimdiye kadar ekonomide sağladığı başarıları bu nedenle unutturduğunu, "bu uzlaşmaz tavrıyla yeniden seçsek bile artık iş yapamayacak" damgası yediğini, özellikle şehirlerde ve aydın kesimlerde kazanmaya başladığı sempatiyi, oy potansiyelini kaybetmeye başladığını, görmüyor mu?

Tabii ki AKP yönetiminin kendi bileceği iş. Ama bu gerginliğin devam etmesi kendisine zarar verdiği gibi tüm Türkiye’ye, barış ortamına, istikrara ve ekonomiye zarar veriyor...
Yazının Devamını Oku

Siyasi çatışma artık bu hafta bitmeli

7 Mayıs 2007
BİR yandan 22 Temmuz seçim tarihi olarak saptandı ama öte yandan hala siyasi tartışmalar, çatışmalar devam ediyor. Artık buna bir son verilmesi gerekiyor. Biran önce partilerin Meclis çalışmalarını bırakıp, seçim çalışmalarına başlamaları gerekiyor. Ancak AKP’nin Cumhurbaşkanlığı ve anayasa değişikliği inadı hala devam ettiği için, TBMM komisyonlarında, genel kurulunda küfürler, kavgalar yaşanmaya devam ediyor.

Bu gerginliği gidermenin tek yolu, TBMM’nin tatile sokulup, milletvekili ve partililerin seçim çalışmalarına başlamalarından geçiyor. Aksi takdirde, yani TBMM’deki çatışmalar bir süre daha devam ederse, bu kez meydanlara çıkıldığında, bu gerginliğin; çatışmaların meydanlara yansıması kaçınılmaz olur. Bu da çok daha büyük toplumsal çatışmalar anlamına gelir.

AKP Hükümeti, siyasi atmosferi sıkıştırdıkça, çatışmayı devam ettirdikçe durumun kendi aleyhine döndüğünü, acaba görmüyor mu? Duyduğumuz kadarıyla; yaşanan bu çatışmaların etkisinin anketlere yansımaya başladığı ve bir ay önceye kıyasla AKP’nin oy oranlarının düştüğü, açıkça görülüyormuş.

AKP Hükümetinin bu durumu devam ettirmesi demek, "Cumhuriyete sahip çıkın" mitinglerinin dalga dalga tüm ülkeye yayılması anlamına geliyor. Bu tepkinin kendisine yöneldiğini, yıprattığını acaba AKP yönetimi görmüyor mu?

AKP kurmaylarında, son dönemde sağduyu ve yönetim eksikliği açıkça görülüyor.

Süreci iyi yönetebilselerdi biran önce siyasi gerginliğin tarafı olmaktan çıkar, arayı soğutur, gerekirse 4 Kasım’da normal seçim yapmaya çalışır, bu arada ortalığı yumuşatma, yeniden güven verme yolunu seçerlerdi. Siyasi atmosferi yumuşatıp, 4,5 yıllık icraatlarına yeniden projektörlerin çevrilmesini sağlasa, bizce AKP, yapılacak seçimlerde çok daha fazla oy alırdı.

Halkın kavga istemediğini sürekli söyleyip, sonra kavgayı çıkaran taraf olursanız, ya da bu damgayı yerseniz, artık söylemlerinize güven kalmaz. Uzlaşma konusunda AKP’nin takındığı sekter tutum, sizce oy oranlarına yansımaz mı?

Bizce AKP yönetimi ve Başbakan bu süreci çok kötü yönetti. Daha doğrusu yönetemedi. Övüne övüne "Cumhurbaşkanlığı adayını son güne saklamanın ne kadar dahice" olduğunu söyleyen AKP’liler, acaba şimdi geriye bakıp, "Biz bu işi neden yaptık?" demiyorlar mı?

Artık siyasi çatışmanın bitmesi gerekiyor. Umarız bu hafta Anayasa değişiklikleri dahil, tüm çatışma konuları devreden çıkar ve artık seçim süreci fiilen başlar.

AB VE IMF ÇAPALARI DEVAM ETMELİ.

Eğer tekrar değişmezse, 22 Temmuz’da erken genel seçim yapılacak. Yani seçime yaklaşık 2,5 ay kaldı sayılır. Biran önce erken seçim havasına girilmeli ki; piyasalar artık önünü görebilsin. Bununla birlikte tabi ki siyasi partilerin ekonomik programları yakından izlenecek.

Bu kadar kısa sürede siyasi partiler ne tür vaadleri biraraya getirecekler, bilmiyoruz.

Ama siyasi partiler, Hükümet oldukları takdirde ülkeyi iyi yöneteceklerine dair güvence vermek istiyorlarsa, "son bir aya kadar sağlanılan ekonomik istikrarda AB ve IMF çapalarının çok önemli rol oynadığı" gerçeğini gözardı etmemelidirler.

Seçim öncesi, özellikle CHP ve MHP’nin, IMF’e ve AB’ye karşı şimdiye kadar verdikleri "kesinlikle karşı" izlenimlerini, düzeltmeleri gerekecek. Belki seçim öncesi programlarında, çok ani tavır değişiklikleri yer almayabilir. Ancak bu süreçte belli olacak partilerin ekonomi kurmaylarının, iç ve dış piyasalara güven verecek açıklamalar yapmaları, daha çağdaş bir ekonomi anlayışı ortaya koymalar gerekecek. Resmi programda olmasa bile, birebir ilişkilerle, gerekirse yurt içi ve dışı toplantılar yapılarak güven verilmeye çalışılmalı.

Aslında, bizce partilerin seçim programları ve ekonomi kadroları da artık o kadar belirleyici değil. Yani hangi parti olursa olsun bu çapalara önem vermek, şimdiye kadar sağlanan kazanımları, AKP’nin yaptığı gibi, devam ettirmek zorundalar. Hükümet olduklarında programlarında yoksa bile programlarına alıp, yeterli kadroları yoksa gerekli kadroları devşirmek zorunda kalacaklar. Bizce bu gerçeği görüp, şimdiden önlem almaları gerekir.
Yazının Devamını Oku

Piyasa referandumun yaratacağı gerilimden korkuyor

5 Mayıs 2007
YAŞADIĞIMIZ siyasi krizi, ekonomik açıdan ucuz atlattığımızı düşünenlerin sayısı bir hayli fazla. Ucuz atlatmamızın en önemli nedeni ise şüphesiz ki; uluslar arası likiditedeki canlı seyir ve risk iştahının devam etmesi. Daha önce de, yabancılar başta olmak üzere, piyasaların bozulmasından kimsenin yararı olmayacağını, bu gerçeğin piyasaların siyasi krizi sakin atlatmasında çok önemli bir faktör olacağını söylemiştik. Gerçekten de siyasi krizi ucuz atlattık ama krizi daha fazla zorlamanın artık hiçbir anlamı da kalmadı.

Yani, şimdiye kadar piyasaların siyasi krizden etkilenmediğini söylemek ayrı, siyasi krizin devam etmesi halinde piyasaların bundan etkilenmeyeceğini söylemek ayrı.

Uluslar arası likiditedeki iştahın ne olacağı, ne zaman nerede kırılacağı belli değil. Bırakın bu uygun trendin değişimini, aynen şimdiki gibi yüksek risk iştahı devam etse bile, siyasi krizin devamı halinde, büyük bir tehlike bizi bekliyor.

Şu anda alınan seçim kararı var ve bu kararın aslında tüm piyasaları rahatlatması bekleniyordu. Ancak AKP Hükümetinin bununla birlikte gündeme getirdiği "Cumhurbaşkanını Halkın seçmesini öngören anayasa değişikliği" önerisi, piyasaların tam olarak rahatlamasını engelledi. Bu önerinin TBMM’de görüşülmeye başlaması bile, tek başına, yumuşayan siyasi tansiyonun yeniden yükselmesine neden olacaktır. Çünkü böyle bir kararın TBMM’de kabul edilmesi, sonucu referandumla gelecek yeni bir siyasi tartışma ortamı yaratacak. Referandumun seçimden önce ya da sonra yapılması bile işi değiştirmez, başlı başına referandum ortamı siyasi tansiyonun yükselmesi anlamına gelir.

Zaten adına kutuplaşma, bloklaşma denen, toplumun iki ayrı kampa doğru itilmesi için Hükümet ve ana muhalefet yeterince sorumsuz davrandı. Şu anda seçim kararıyla birlikte bu hava biraz yumuşadı gibi gözüküyor. Ancak yeniden kutuplaşma yaratacak referandum süreci, sonucu ne olursa olsun, siyasi krizin daha derinleşmesine yol açacaktır. Bırakın bu süreci, bunun ardından halkın cumhurbaşkanını seçmesi,hem de mevcut yetkileri korunarak seçmesi, referandum sonrasında da yeni siyasi krizlere gebe bir karar olacak.Üstüne üstlük, "seçelim ondan sonra yetkilerini budarız" anlayışının ne kadar sakat bir anlayış olduğu açık.

DEĞİŞİKLİK ÇEKİLSE PİYASA COŞAR

Siyasi rejimi kökten değiştirecek böyle bir değişikliğin sakıncalarının ne olacağı bile tartışılmadan, böyle köklü bir değişiklik yapılmasının hangi siyasi mantığa sığdığını düşünmekte, herkes gibi piyasa oyuncuları da zorlanıyor. Bu köklü değişikliğin hiç hazırlıksız yapılması, yaşanacak referandum süreci, rasyonel bakan kafalarda, "Durup dururken niye yeni bir gerilim kaynağı yaratılır" sorusuna yol açıyor. Bizce AKP, yapılacak genel seçimler öncesi bu önerisinde diretirse, "gerilim politikasını devam ettiriyor" diye algılanacaktır. Yani bu tavrı bizce, kendisine oy kaybettirecek bir tavırdır.

İşte son günlerde piyasalarda da yoğun olarak bu konu ve çeşitli senaryolar tartışılıyor. Banka ve aracı kurum raporlarının hemen hepsinde, "AKP’nin direttiği bu yeni sürecin ek gerginlik kaynağı yaratacak bir süreç olduğu" vurgusu yapılıyor.

Bunun piyasaları ilgilendiren asıl yönü ise, yeni siyasi gerilimlerin bundan sonra piyasayı derinden etkileyecek olması. Son yaşanan siyasi krizden sonra Türkiye’nin artık "daha riskli ülke" olarak algılanmaya başladığını hatırlatan piyasa yetkilileri, "Bu tür algılanan bir ülkenin beklentiler hızla kötüleşmeye gitmesi halinde, artık olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır" diyorlar. Bu nedenle bütün piyasa raporları, "siyasilerin bundan sonra daha akılcı, daha sağduyulu davranmaları gerekiyor" umuduyla bitiyor.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; AKP Hükümeti Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönündeki talebini geri çekerse, piyasa çok rahatlayacaktır. Başka deyişle AKP Hükümeti, seçime giderken ekonomik göstergelerde çok daha iyi bir tabloyu halkın önüne koyabilecektir.

Artık seçim süreci başladı, sadece partilerin ekonomik programlarına bakma zamanı.
Yazının Devamını Oku