Erdal Sağlam

Anayasa değişikliği yeni gerilimler yaratır

3 Mayıs 2007
PİYASALAR hükümetin aldığı erken seçim kararıyla rahatladı. Ancak, AKP Hükümeti bu kez de cumhurbaşkanını halkın seçmesi, anayasa değişiklikleri gibi, her biri yeni gerilim kaynağı olabilecek, çatışmalar yaratabilecek yeni önerilerle birlikte bu erken seçim kararını gündeme getirdi.

Eğer AKP Hükümeti erken seçimle birlikte diğer değişikliklerde ısrar ederse, çıkacak tartışmaların da etkisiyle, piyasalar bir kez daha gerilip, yeni dalgalara sahne olabilir.

Bizce 25 yaşın üzerindeki gençlerin seçilmesine imkan verecek anayasa değişikliklerinin dışındaki tüm anayasa değişiklik önerileri, bu kadar kısa sürede yapılamayacak önerilerdir. Hatta yapıldığı takdirde çok daha büyük sıkıntılar yaratacak önerilerdir.

ANAVATAN’ın da bu tür değişikliklere önceden vereceğini söylediği desteği, ek önerilerin yerine getirilmediğini gerekçe göstererek, geri çekeceğini tahmin ediyoruz. Çünkü bu değişiklikler gündeme gelirse, siyasi atmosferin daha da gerilmesi ve zaten varolan bloklaşmanın iyice keskinleşmesi kaçınılmaz olabilir.

Zaten AKP’nin de bu değişikleri bir seçim malzemesi olarak gündeme getirdiğini, aslında bu tür köklü değişiklerin yapılamayacağını partinin de bildiğini, tahmin ediyoruz. Yani seçimlerde "Biz Cumhurbaşkanını halkın seçmesini istedik, bunu de engellediler" demek ve özellikle ANAVATAN’ı zor durumda bırakmak için, bu atağı yaptığını düşünüyoruz.

Bizce ya Yüksek Seçim Kurulu kararıyla, ya da siyasilerin alacağı tavırla, bu anayasa değişikliklerinin biran önce gündemden çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde seçime gidilirken, zaten gerilecek siyasi havanın, bir de bu tartışmalarla gerilmesine kimsenin tahammülü yoktur.

Piyasalar da gerilecek, siyasi atmosferden ister istemez etkilenecektir. Bu nedenle piyasaların daha fazla gerilmemesini, yeni dalgaların gelmemesini sağlamanın yolu, biran önce diğer değişiklikleri gündemden indirip, sadece erken seçim havasıyla bu dönemin geçirilmesidir.

Eğer AKP Hükümeti ve Başbakan Tayyip Erdoğan, dilinden hiç düşürmediği piyasaları gerçekten dikkate alıyorsa, gerçekten piyasaları durup dururken bozmamak gibi samimi bir niyeti varsa, sadece bu nedenle bile yeni gerilimler yaratacak anayasa değişikliklerinden bir an önce vazgeçmelidir.

GERGİNLİK AZALTILMALI

Bunun da ötesinde Başbakan Tayyip Erdoğan artık, yaratılan gerilimde büyük payı olduğunu kabul etmeli ve gerilim yaratan bir parti ve kişinin oy kaybına uğrayacağı gerçeğini göz ardı etmemelidir. Yani yaratılan gerilimin bu yolla düşürülemeyeceğini, Cumhurbaşkanını halkın seçmesi gibi yeni anayasa değişikliklerinde diretmenin yeni gerilimler yaratmak anlamına geleceğini ve faturanın kendisine çıkarılacağını, biran önce görmelidir.

Özetle AKP Hükümeti, bu yeni önerileriyle gerilim politikasını sürdürüyor imajı vermektedir. Böyle deneyimli bir politikacı niye böyle bir hata yapıyor derseniz. Ankara’daki gazetecilerin genel kanısı da "ezberin bozulduğu ve AKP’de tam bir telaş havası başladığı" yönünde.

Bizce hem Tayyip Erdoğan hem de Abdullah Gül’de, çok sakin durmaya özen göstermelerine rağmen, bir telaş ve panik havasının hakim olduğu göze çarpıyor. Bizce bu havadan biran önce kurtulmaları gerekiyor.

Çünkü bırakın bu havanın ve psikolojinin kendilerine zarar vermesini, bu hava içerisinde hata yapılması riski, tüm Türkiye’yi olumsuz etkileyecektir.

Sadece AKP’nin değil, başta CHP olmak üzere tüm partilerin görevi, artık mümkün olduğunca ortalığı germeden işi seçime kadar götürmektir. Siyasetin doğası gereği bir gerginlik mutlaka olacaktır ama bu gerginliği daha da artırmak, herkese zarar verir.

Erken seçim ekonominin gidişatı açısından, özellikle orta dönem için yararlı olacaktır. Artık sağlanacak bu yararı zarara çevirmekten herkesin kaçınması gerekir. Bunun da yolu, siyaseti daha fazla germemekten, yeni hatalardan kaçınmaktan geçer.
Yazının Devamını Oku

Panik havası kimsenin işine gelmiyor

1 Mayıs 2007
DÜN siyasi krizin etkisinin görüleceği ilk piyasa günüydü. Piyasadaki hareketler, daha önceden tahmin edildiği gibi, nispeten sakin bir seyir izledi. Yani Borsada panik satışlarıyla önemli düşüşler görüldü ama daha sonra gün içinde biraz toparlandı. Dövizde ve faizde ise büyük artışlar, Borsadaki panik havası kadar olumsuz bir hava izlenmedi.

Şimdi herkes gözlerini dikti bugün, en geç yarın çıkacak, Anayasa Mahkemesi kararını bekliyor. Piyasalar Anayasa Mahkemesi’nin kararının CHP talebini kabul yönünde çıkması halinde, AKP’nin işi daha fazla germeyip, erken seçim kararı alacağını tahmin ediyor.

Böyle olduğu takdirde, biraz da kendiliğinden, gerilim yumuşamış ve bir seçim havasına girilmiş olacak.

Bu takdirde bir tek sakıncanın AB ile ilişkilerde çıkabileceği kaydediliyor. AB’deki zaten Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olan Almanya, Fransa gibi ülkelerin bu kararı, "Ordunun müdahalesi" biçiminde yorumlayıp, demokratik standartlar açısından Türkiye’nin AB üyeliğine hazır olmadığını söyleyecekleri tahmin ediliyor.Hatta bu ülkelerin "imtiyazlı üyelik daha uygun olur" savlarını güçlendirmesinden korkuluyor.

Ancak bizce Tandoğan ve ardından Çağlayan Mitingi AB yetkililerinin de, "Türkiye’deki korkunun büyüklüğü" konusundaki görüşlerini biraz değiştirebileceği kanısındayız. Yani AKP iktidarının halkı nasıl gerdiği, laiklik konusunda nasıl büyük bir tepkiye neden olduğu, dolayısıyla TSK’nın itirazlarının halk nezdinde tabanının bulunduğunu göstermesi açısından bu mitinglerin yararlı olduğu kanısındayız.

Artı olarak mitinglerdeki mesajın "hem irticaya, hem de darbeye karşı" olduğunun altının çizilmesi, bizce korkunun, "hastalıklı bir korku" olmadığını da ortaya koymuş bulunuyor. Yani AB yetkililerinin de bu çatışmanın sorumlusunun aynı zamanda iktidar olduğunu ve barışçı toplantılarla halkın tepkisini göstermesinin demokrasi göstergesi olduğunu, eğer önyargılı değillerse, anlamaları gerekir. Ki bu gösteriler aynı zamanda, bizce, Türkiye’nin demokratik olgunluğunu göstermesi açısından da sonsuz yararlar sağlamıştır.

ASIL İŞ AKP VE CHP’YE DÜŞÜYOR

Piyasalarda, TSK’nin bildirisinden sonra nispeten sakin bir seyir izlenmesinde, bizce Çağlayan’da, en küçük tahminle 700 bin kişiyi bulan mitingin yarattığı hava da etkili olmuştur diye düşünüyoruz. Yani, hükümete ve seçilecek Cumhurbaşkanına tepki sadece TSK ile sınırlı kalsaydı, piyasalardaki hareket daha büyük olabilirdi.

Tabii ki piyasalardaki paniğin önlenmesinde mitingin etkisini ölçme imkanımız yok.

Ancak yurtdışındaki havanın, küresel likiditedeki durumun ve risk iştahının devam etmesinin, piyasaların sakin seyretmesinde çok olumlu etki yaptığını, kesinlikle söyleyebiliriz.

Aslında piyasalarda panik havası yaşanmasında, kimsenin yararı bulunmuyor.

Yurtdışındaki yatırımcılar şimdiye kadar büyük risk aldılar ve bir panik havası zarara uğramalarına neden olur. Bunun yanısıra özellikle Türk özel sektörü, yüklü dış krediler kullandı ve dövizdeki aşırı hareket özel sektörün de işine gelmiyor.

Bankacılık kesimi yine aynı kaygılara sahip. Bunların yanısıra Merkez Bankası’nın, enflasyon hedefinden daha fazla uzaklaşmamak için, Hazine’nin borç stokunun artmaması için, mevcut seyrin devamından yana olduğunu,u bu seyri korumaya çalışacaklarını da herkes biliyor.

Özetle; herkes gözünü dikmiş biran önce erken seçim yapılmasını ve oluşan siyasi krizin biran önce yumuşatılmasını istiyor.

Bunu yapacak olan ise siyasetçiler. Bizce en büyük sorumluluk AKP Hükümetine ve Başbakan’a düşüyor. Ama sadece AKP değil, dün yine çıkıp, "Anayasa Mahkemesinden red kararı çıkarsa çatışma çıkar" deme hatasında bulunan CHP’ye ve Lideri Deniz Baykal’a da büyük sorumluluk düşüyor. Artık Baykal’ın işi germeyi bırakması gerekiyor.

Piyasa sakin ama ilelebet böyle gidecek sanılmasın. Demokrasiye karşı bir hareket veya krizin iyice derinleşmesi, uzlaşmanın sağlanmaması, ekonomideki ihtiyatlı havayı değiştirecektir.
Yazının Devamını Oku

Piyasa siyasi krizi ucuz atlatabilir

30 Nisan 2007
ŞU anda siyasetin içinde bulunduğu durum tam bir kriz havasını gösteriyor. Bu hafta siyasette kırılmaların yaşanabileceği kritik bir hafta. Şu kadarını söyleyelim ki; bu krizin mutlaka demokrasi içinde çözülme şartı var ve bunun için kim, ne yapması gerekiyorsa, mutlaka hemen yapması lazım. "Demokrasi içinde kalmak" deyince bunu herkes kendi görüşünde yorumlayıp, ona göre çözümler önerecek, bunu biliyoruz. Örneğin şimdiden bir taraf " Gül Cumhurbaşkanı olmasın demokrasi içinde kalınması için hemen seçime gidilsin"derken, diğer taraf ise "Gül’ü seçelim demokrasi çalışsın, daha sonra erken seçimi yapalım" diyor.

Göründüğü gibi; ne yazık ki, herkes "iki taraf" olarak siyasete bakıyor ve birbirinin penceresinden bakmaya yanaşmıyor. Maalesef iş buraya getirildi ve bunda iktidarı, muhalefeti herkesin suçu var.

Ama artık yeni bir diyalog ortamının mutlaka kurulması, bir orta yolun mutlaka bulunması ve krizin çatışmalara dönüşmeden çözülmesi gerekiyor. Bizce Başbakan Erdoğan da, Ana Muhalefet lideri Baykal da bir süredir devam ettirdikleri "gerilim politikası"nda sona geldiklerini görmeliler. Yoksa medet umdukları, oylarını artırmak için kullandıkları gerilim politikası dönüp başta onları,ama sonuçta bütün halkı batıracak...

Eğer Başbakan Tayyip Erdoğan, yerli-yersiz her zaman kullandığı, "Bakın piyasa de bizi teyit ediyor" sözlerinde samimiyse, şimdi zamanı geldi. Eğer o çok sığındığı piyasayı gerçekten düşünüyorsa, biran önce harekete geçip uzlaşma arayan taraf olmalı.

Bizce piyasaların bugün kötü açılma ihtimali bir hayli yüksek. Ama yerli ve yabancı bankacılar "Kanlı bir Pazartesi olmayacaktır" diyorlar. Yani o kadar kötü bir hava da beklenmiyor. Borsanın yüzde 3-5 düşeceğini, doların ve faizin yükseleceğini söylüyorlar ama öyle büyük bir kriz havası da beklemiyorlar. Yani piyasalarda yeni bir dalga dönemi geliyor ve bu dalga artık tümüyle içerdeki siyaset krizinden kaynaklanacak. Yani dalganın boyutunun ne olacağını, dalga boylarının nereye varacağını, tümüyle siyasetçilerin belirleyeceği bir piyasa ortamıyla karşı karşıyayız.

UZLAŞMA HAVASI

Dışarıdaki risk iştahı yani gelişmekte olan ülkelere likidite akışının çok uygun olduğu bir ortamda böyle bir siyasi krize yakalandığımız için şanslı sayılabiliriz. Yani dışarda geri dönüş havası yok ve bu iyi kullanılırsa, bu siyasi dalganın piyasaya etkisi hala çok ucuz atlatılabilir.

Yurt dışından görüşlerine başvurduğumuz bankacılar, Avrupa’da tedirgin bir ortamın doğduğunu, yaşananları, özellikle Fransa ve Almanya’nın "imtiyazlı üyelik" savları için kullanabileceklerini söylerken, ancak hala bu tehlikenin de ucuz atlatılma imkanının bulunduğunu söylediler. Demokrasi içinde bir çözüm bulunduğu takdirde AB yolunda oluşacak tahribatların onarılabileceğini kaydeden bankacılar, bütün uzlaşma çabalarının piyasaya da aynen yansıyacağını söylediler. Şu anda büyük bir dalga beklemediklerini ama demokrasi daha fazla etkilendiği takdirde, den çıkışın kaçınılmaz olacağını söylediler.

Bir ortayolun bulunması halinde piyasalardaki dalganın ucuz atlatılabileceğini kaydeden yabancıların, biraz da "şimdiye kadar içerdeki siyasi ortamı iyi okuyamadıkları ve yabancı yatırımcıları daha fazla uyarmadıkları"nın telaşını yaşadıklarını görüyoruz.

Buna karşılık şimdiye kadar ihtiyatlı tutumunu sürdüren yerli bankacıların, daha temkinli olarak olaya baktıkları ve demokrasi içinde kalındığı takdirde bunun piyasaya fazla zarar vermeden atlatılabileceği görüşünde olduklarını görüyoruz. Yerli bankacılar, yabancıların krizin büyümesinden çok korktuklarını, çünkü önemli zararlar yazmak zorunda kalacaklarını kaydederken, "o nedenle de yabancıların da içerdeki havanın biran önce yumuşaması taraftarı olduklarını, paniğe kapılmanın yabancıların işine gelmediğini" söylüyorlar.

Özetle; yerli ya da yabancı yatırımcıların da baktığı ama piyasanın da ötesinde Türkiye’nin geleceği için demokrasi içinde kalınarak çözüm bulunması hayati önem taşıyor.

Kimse mağdur, kimse zalim değil, herkesin işin tırmanmasında büyük sorumluluğu var.
Yazının Devamını Oku

Siyaset kızışıyor enflasyon yükseliyor

28 Nisan 2007
AKP’nin Cumhurbaşkanı adayının belli olmasından sonra bu tartışmaların yeni bir boyut kazanması bekleniyordu. Dün TBMM’nin seçim için yaptığı ilk oturumda 367 sayısının bulunamaması, bizce siyasetin iyice kızışmasına yol açacak.

Şimdi herkes Anayasa Mahkemesi’ne CHP’nin yaptığı itirazın sonucunu bekleyecek. Bu arada her ne kadar küresel likiditedeki risk iştahının sürmesi nedeniyle, piyasaların fazla etkilenmeyeceği söylense de, belli ki piyasalar yeni bir yön kazanmak için de Anayasa Mahkemesi’nden gelecek bu kararı bekleyecek.

Anayasa Mahkemesi’nden CHP’nin itirazını kabul kararı çıkması büyük bir ihtimal gözüküyor. Aslında AKP’nin son anda ANAVATAN’ın istediği anayasa değişikliklerini bile gündeme getirmeye kalkışması, AKP’nin de bu yönde korkusu olduğunu gösteriyor. Böyle bir karar halinde büyük ihtimalle erken bir seçime gidilecek ve belli ki AKP yine seçim meydanlarında "mağdur konumda kaldığını" malzeme olarak kullanacak. Bunun doğru olmadığını, aslında Gül’ün bile, eğer CHP ile doğru dürüst konuşulması, uzlaşma çabası halinde seçilebileceğini, muhalefet anlatabilecek mi, bilemiyoruz.

Siyaset kızışırken, buna bağlı olarak ekonomik verilerin de giderek kötüleşmeye başladığını da görüyoruz. Bu nedenle yani "kriz çıkardı" diye topu muhalefete atmak, yine AKP’nin argümanlarından biri olacak, o belli. Ancak siyasetin de o kadar piyasa odaklı yapılması, bizce piyasa dostu olmayı değil, işine gelince piyasayı kullanmakla açıklanabilir.

Ekonomik veriler giderek bozuluyor ve yaşadığımız siyasi kaos, verilerin daha da bozulmasına neden olabilir.

Dün Enflasyon Raporu’nu açıklayan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın söyledikleri, bu bozulmanın da önemli ipuçlarını veriyordu. Enflasyon Raporu’nda, Ocak ayındaki rapora göre 2007 yılı enflasyon tahmininin yüzde 5.1’den yüzde 5.8’e yukarı revize edildiğine şahit olduk. İlk çeyrekteki görünümün beklenenden biraz daha olumsuz seyretmesi nedeniyle, Merkez Bankası para politikasının temkinli duruşunun kısa vadede güçlendirilmesine karar verildiği belirtiliyor. Bu duruş sonucunda da, 2008 yılının ilk yarısında yıllık enflasyonun yüzde 4’lük hedefe yakınsaması, yıl sonunda ise yüzde 3.2 ile hedefin hafif altına gerilemesinin beklendiği de, Enflasyon Raporu’nda ifade edildi.

EKONOMİNİN BOZULMASI

2007 yıl sonu enflasyon tahmini, hiç de küçümsenmeyecek bir oran artışıyla, 0.7 puan artırılıp yüzde 5.8’e çıkartılırken, bunu gerekçelerinden biri "2006 yılı büyümesinin yukarı revize edilmesi ile talep koşullarının enflasyona desteğinin biraz daha az olabileceği düşüncesi" olarak sıralandı. Seçime girilirken, uygulanacak seçim ekonomisinin talep artışını hızlandırması da, kimse için sürpriz olmamalı.

İşlenmemiş gıda, hizmet ve enerji fiyatlarının beklenenden daha yüksek seyretmesi, petrol fiyatlarına ilişkin varsayımın 55 dolardan 60 dolara çıkarılması ve bu tahmin değişikliğinin tek başına yıl sonu enflasyon tahminini 0.3 puan artırması da dikkat çekici unsurlardı.

Bu doğrultuda da Merkez Bankası, para politikasındaki temkinli duruşun güçlendirilmesine karar verdiğini açıkladı. Bu da, yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde faizlerin sabit tutulması, son çeyrekten itibaren ise indirileceği yönündeki varsayımın korunması, ancak yapılacak indirim miktarının azaltılması olarak dile getirildi.

Daha sıkılaşan bu parasal duruş altında, büyüme ve çıktı açığına yönelik tahminlerin de revize edildiği gözlendi. Ocak ayındaki raporda 2007 sonunda yüzde 5 olarak öngörülen çıktı açığı, yeni raporda 6’ya çıktı. Böylece 2007’nin son çeyreğinde başlayan toparlanma ise, yeni raporda bir çeyrek ileri alınmış oldu.

Belki küresel ekonomi oyuncuları, şimdiye kadar yerli oyuncuların baktığı kadar siyasete bakmadı ama bu, ekonomideki bozulmaya da bakmayacaklar anlamına gelmiyor...

Siyasi çatışmanın giderek artması, artık bu açıdan da yakın takibe alınmak zorunda.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan aday olmayarak iyi yaptı ama...

26 Nisan 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan aday olmayarak, bizce çok yerinde bir karar aldı. Bu kararı kendisi mi aldı, yoksa böyle bir karar almak zorunda mı kaldı, şu anda net olarak bilmek mümkün değil. Bu sorunun yanıtını tarih bize verecek ama bildiğimiz bir şey var ki; Erdoğan, birkaç hafta öncesine kadar kesinlikle Cumhurbaşkanı olmak istiyordu...

Erdoğan kendisi aday olmayarak iyi yaptı ama Abdullah Gül’ü aday göstererek iyi mi yaptı, bunu da şimdiden bilemeyiz, yaşayıp göreceğiz. Bu noktada bildiğimiz şey ise, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı için ilk, hatta ikinci tercihinin Abdullah Gül olmadığı...

Bülent Arınç’ın bir başkasının adaylığına karşı çıktığı ve Erdoğan ya da Gül’den başka aday çıktığı takdirde, kendi adaylığını koyacağını söylediği konuşuluyor. Öğrendiğimiz kadarıyla Erdoğan ve Gül dışında, AKP’ye göre daha düşük profilli bir adayın çıkmasına, sadece Arınç değil partinin üst düzey yöneticilerinin bir bölümü de kesinlikle karşı çıkmış. Yani Erdoğan, kendisi olmama kararı verdikten sonra, muhalefetin daha az tepkisini çekecek, Partiye "düşük profilli" gelse de, parti dışından daha az tepki çekecek başka bir isim önermek istedi. Ama Parti; böyle bir karar izin vermemiş görünüyor.

Burada aklımıza Refah Partisi’nin koalisyon ortağı olduğu dönemde Erbakan merkeze doğru kaymaya çalışırken, partisinin radikal kalmaya nasıl zorladığına ilişkin örnekler geliyor...

Erdoğan, Gül’ü neden ilk aday olarak göstermedi, kişisel ve ailesel hesapları var mıydı bilmiyoruz. Ancak Erdoğan öyle sanıyoruz ki; eşinin başı açık, ya da başı açık bir kadın milletvekili seçtirerek, daha önce söylediği "makam için değil hizmet için geldiğimizi aldığımız kararla göstereceğiz" sözünü yerine getirmek istiyordu. Başka deyişle, herkese laiklik başta olmak üzere, cumhuriyetin temel ilkelerine "sözde değil özde bağlı" olduğu izlenimini verecek bir adayı göstererek, uzlaşma aradığını göstermek istiyordu.

Ama belli ki; böyle bir aday çıkarıldığı takdirde, 1 Mart tezkeresi gibi bir olaydan korkuldu ve partinin desteğini alacak, dolayısıyla Erdoğan’ın açıklayacağı aday yerine başka bir adaya oy verilmesini önleyecek böyle bir formül bulundu.

Gelinen noktada, güçlü bir güç odağı otomatik olarak devreden çıkacağı için Tayyip Erdoğan’ın rahatladığı ve yeni seçimde partiye tümüyle kendi damgasını vuracağı söylenebilir. Ancak seçim sürecinde yaşanacak olanlar, belirli bir siyasi dengenin bozulmasının yaratacağı tepki, Erdoğan’ın özellikle merkezden oy almasını engelleyebilir.

EKONOMİ YÖNETİMİ BABACAN’DA KALMALI

Bizce Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına çıkması, AKP iktidarında siyasi ve ekonomik açıdan güçlü bir sağduyu odağının devreden çıkması anlamına da geliyor. Hepimiz biliyoruz ki; ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, ekonominin önemli çapası olan IMF’le ilişkileri sıkıntısız götürdü. Ama Babacan, gerekenlerin yapılması konusunda Başbakana çok ısrarcı olamayan bir kişi. Bu nedenle de alınması gereken kararlar için, özellikle kritik konularda, hep Abdullah Gül’ü devreye sokarak, Gül kanalıyla Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ikna edebildi. Yapılacak önemli hataların bu yolla önlendiği de çok oldu.

İşte bu nedenle, yani ekonomik ve siyasi konularda yapılacak hataları açıkca Erdoğan’ın yüzüne karşı söyleyip, yanlışlardan dönülmesini sağlayan bir kişi, artık AKP’de olmayacak.

Bu arada Dışişleri Bakanı’nın kim olacağı da şimdiden yoğun olarak konuşulmaya başladı. Bakan Babacan’ın Dışişlerine kaydırılıp, yerine getirileceği söylenen bazı AKP’li isimler, çok açık söylüyoruz; ne kadar kısa süre için bu görevi götürecek olsalar da, işi felakete götürebilirler. Ekonominin hala çok kritik bir konumda olduğu kesinlikle unutulmamalı.

Babacan’ın eleştirdiğimiz yönleri, eksikleri, yanlışları olabilir ama ekonomide elde edilen istikrarın simgelerinden biri haline geldiği de açık. İşte bu nedenle Babacan, kesinlikle ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan alınmamalıdır.

Genel seçimler zamanında yapılsa da erkene alınsa da, önümüzdeki dönem ekonomik gidişat açısından çok temkinli olunması gereken bir dönem. Bu risk gözardı edilecek bir risk değil.
Yazının Devamını Oku

Cinsiyeti değil halka vereceği güven önemli

24 Nisan 2007
TÜRKİYE’nin yeni cumhurbaşkanı bugün, en geç yarın gece 24.00’e kadar belli olacak. Aylardır yapılan tartışmalar da böylece sona erecek. Aslında sona erecek demek pek doğru değil, çünkü tartışmalar aday olacak kişiye göre yeni bir aşamaya gelecek ama bitmeyecek. Bizce hálá Tayyip Erdoğan’ın adaylık ihtimali yüksek. Erdoğan’ın kendisi ya da başka bir kişi için yapacağı tercih, bütün halkın cumhurbaşkanını belirleyecek.

Son günlerde Erdoğan’ın aday olmayacağını söyleyenlerin sayısı bir hayli arttı. Bunun nedeni de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in rejime ve seçilecek cumhurbaşkanına ilişkin sözleri ve 14 Nisan mitingi...

İşte "Kadın Cumhurbaşkanı" formülü de bu konuşmalardan sonra ortaya çıktı.

Elbette kadın cumhurbaşkanı, başı açık olacağı için, şekil olarak yapılacak yoğun rejim tartışmalarının da önemli ölçüde bastırılmasına neden olacaktır.

Ancak bizce seçilecek, daha doğrusu Tayyip Erdoğan tarafından aday gösterilecek kişinin cinsiyeti değil, topluma vereceği güven önemli. Unutmayalım ki; Başbakan Erdoğan’a bu kadar yoğun karşı çıkışın nedeni, iktidarı döneminde rejim konusunda gerekli güveni sağlayamamasıdır. Yani, hükümetin yanı sıra, Cumhurbaşkanlığı makamı da aynı anlayışa, hem de radikallik şüphesi devam eden bir ideolojik anlayışa geçerse, Cumhuriyetin başından beri varolan toplumsal dengenin bozulacağı endişesi giderek büyüyecektir...

İşte bu nedenle, cumhurbaşkanı olacak kişinin cinsiyeti değil topluma, "denge kuracağı" konusunda güven vermesi her şeyden önemlidir.

Eğer siz kadın ya da erkek, dediğinizi aynen yapacak, kendi inisiyatifini koyamayacak bir kişiyi aday gösterirseniz, toplumda büyüyen gerilimi devam ettirmiş olursunuz. Eğer siz, hem hükümet hem de perde arkasından cumhurbaşkanlığı yapacaksanız, o zaman topluma denge kurulacağı konusunda güven vermeniz mümkün değil....

Bizce hükümetin, Başbakan’ın veya yakınlarının her dediğini yapacak bir kişi, kadın da olsa, Cumhurbaşkanı yapılırsa toplumdaki "denge huzursuzluğu" kaybolmayacaktır. İşte o zaman "emanetçi" lafı çıkacak, ileride belki de başkanlık sistemine geçiş için geçici bir kişinin o makama getirildiği yorumları yapılacaktır.

Topluma bu kötülüğü yapmaya, bizce kimsenin hakkı olmamalıdır.

TBMM’DEKİ 23 NİSAN GERGİNLİĞİ

O nedenle diyoruz ki; ya AKP’li olmayan, tarafsızlığı, rejime bağlılığı tartışma götürmeyen TBMM dışından, kadın ya da erkek bir kişi aday gösterilmeli, ya da AKP içinden "kişiliği ve kendi düşüncesi olduğunu kanıtlamış" bir kişi, bu makama aday gösterilmelidir. CHP’nin de onay vereceğini söylediği, bu vasıflara uyan AKP’li bakan ve üst düzey yöneticilerinin, az da olsa, bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Eğer toplumdaki gerilim düşürülmek isteniyorsa, eğer aday gösterildikten sonra Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının daha da sertleşmesi istenmiyorsa, Başbakan Tayyip Erdoğan mutlaka tartışmaları önleyecek bir kişiyi aday göstermelidir.

Aksi takdirde açıklanacak adayın, kadın ya da erkek, sadece AKP’nin ve Erdoğan’ın dediklerini yapacak bir kişi olması, tartışmaları çok daha sertleştirebilir.

Dün, 23 Nisan 1920 yani TBMM’nin açılışının 87’nci yıldönümüydü. Her yıl olduğu gibi yine TBMM’de özel bir oturum yapıldı. Biz, ilk kez bir 23 Nisan özel oturumunda bu kadar sert ve gergin bir oturum izledik. Dün TBMM çatısı altında söylenenler, karşılıklı ağır suçlamalar, cumhurbaşkanlığı adayı yapılacak kişinin yaratabileceği muhtemel tartışmaların ne kadar sertleşebileceğinin de bir göstergesi idi.

Türkiye, bu sertleşmeyi, giderek keskinleşen kamplaşmayı, ancak ve ancak, herkesin kabul edebileceği, dengeyi kurabilecek bir kişinin aday gösterilmesiyle aşabilir. Aksi takdirde belli ki, seçimleri de içine alacak yeni bir çatışma ortamının içine girmiş olacağız.

Bizce burada en önemli rol AKP’ye, daha doğru bir deyişle Başbakan Tayyip Erdoğan’a düşüyor. Geri dönüşü çok zor olacak tehlikeli bir yola girişi ancak Erdoğan önleyebilir...
Yazının Devamını Oku

Piyasadaki siyasi yorumlar

23 Nisan 2007
CUMHURBAŞKANLIĞI seçimlerine ilişkin tartışmalar için "artık kabak tadı verdi"deniyor ama hiç kimse de "kimin cumhurbaşkanı olacağı" tartışmalarından kendisini alamıyor. Biz dahil olayı izlemeye çalışan bir çok kişi, son günlerde "ortada kalmayı" tercih etmeye başladı. Son olarak da "Kadın cumhurbaşkanı formülü" ortaya çıktı ve Edibe Sözen, Nimet Çubukçu ve Tülay Tuğcu’nun isimleri geçmeye başladı... Piyasalar çok uzun zamandır, "Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına adaylığını koymayacağı" senaryosuna oynuyordu. Piyasaların bu tahminine dayanak oluşturan argüman ise "Erdoğan’ın makul olanı yapıp, aday olmayacağı" düşüncesiydi. Bizce son günlerde ihtimal düşmüş gözükse de, hala Erdoğan’ın adaylığını koyma ihtimali var. Ancak adaylığını koymadığı takdirde, "adaylığını koymadı" yerine, "adaylıktan vaçgeçti" demek daha doğru olacak. Demek istediğimiz o ki; "makul olanı yapmak için adaylıktan vazgeçti"yerine, "sonu kötü olacağı anlatıldığı için adaylıktan vazgeçti" denmeli.... Bir ara eski senaryosundan şüpheye düşen piyasa oyuncuları, Erdoğan’ın adaylığını koymayıp, bir kadın cumhurbaşkanı ya da eşinin başı açık bir AKP’liyi yukarı çıkaracağı konusunda, son günlerde yine yüksek sesle tahminlerini dillendirir oldular. Piyasalar bununla da kalmıyor, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yapılacak genel seçimlere ilişkin senaryolarını de çeşitlendirmeye başladılar. Şimdiden bazı piyasa oyuncularının çıkıp, "Eğer Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymazsa, AKP yine çoğunluğa sahip olacak oy oranına ulaşır" dediklerini gözlüyoruz. Bizce de Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olacağı formüle kıyasla, Erdoğan’ın AKP’nin başında kalacağı bir formülle, Partisi genel seçimlerde daha fazla oy alacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına göre, sonradan bunu ölçme olanağımız olacağını sanmıyoruz ama liderlik açısından daha avantajlı bir seçim yaşayacağı da kesin. Ancak biz bu piyasa oyuncuları gibi düşünmüyoruz. Daha doğrusu Erdoğan Cumhurbaşkanlığına çıkmasa da, genel seçimlerde daha fazla oy alabilmesi için, seçimlere ancak kadro ve vitrin değişikliği ile gitmesi gerekecektir. Yani daha merkez sağa yakın duran adaylarla seçime girerse, daha fazla oy alabilir. Çünkü ANAP-DYP birlikteliği tüm kaşımalara rağmen, seçimlere kadar bir şekilde olacak gibi gözüküyor. Dolayısıyla AKP’nin merkez sağdan oy alabilmesi, biraz da göstereceği adaylara bağlı olacak.

KOALİSYONDAN KORKULMAMALI

Piyasa oyuncularından bazıları, AKP’nin Erdoğan’ın liderliğinde seçime girmesi halinde yüzde 40’a yaklaşan oy oranına sahip olacaklarını söylüyorlar. Peki, kaç parti TBMM’ye giriyor diye sorduğumuzda ise AKP, CHP ve MHP’yi sayıp, ANAP-DYP bütünleşmesinin bile yüzde 10’lik barajı aşmayacağı, dolayısıyla 3 partinin gireceğini tahmin ediyorlar.

ANAP-DYP bütünleşmesi, özellikle merkez sağda yeniden toparlanma görüntüsü vereceği için, bizce barajı aşacaktır. Yanısıra buna DSP, Genç Parti gibi eklemlenmeler de dahil olursa, bizce AKP’nin oylarında büyük erozyon yaratıp, bu birliktelik epeyce oy alabilir. Yani birleşme TBMM’de en az 4 parti demektir ve yüzde 35- 40 oy bile çoğunluğa yetmeyebilir. Piyasaların iyimser siyasi yorumunun ardında "AKP’nin iktidarda devam edip, ekonomideki olumlu gidişatın sürmesi niyeti" yatıyor. Bazı AKP’ye yakın veya, "AKP’deki ekonomi yöneticilerine her istediğini yaptıran" Avrupa’da mukim piyasa oyuncularının bu şekilde düşünmeleri, daha doğrusu niyetlerinin bu şekilde oluşması doğal sayılmalı. Ancak iş aleminin büyük çoğunluğu, ekonomi yönetimi AKP’de kalsa dahi, bundan sonra kritik, devlette kadrolaşmanın tehlikeli olabileceği kurumların başka partiye geçmesini istiyorlar. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, bunun olması gerektiği görüşündeler. Bizce piyasalar diğer partilerin hükümet olma ihtimali konusunda aşırı tedirginlik içinde. Ekonomi politikalarının devamı konusunda koalisyondan korkulmaması lazım. Partilerin de seçimlerden önce bu konuda turlar yapıp, iç ve dış piyasalara güven vermeleri gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

SPK ve İMKB’de yaratılan zafiyet

21 Nisan 2007
AKP Hükümeti’nin yarattığı tahribatın belki de en yoğun yaşandığı alan bağımsız kurumlar. AKP Hükümeti geldiğinden buyana, aslında ekonomik programın çok önemli ayaklarından biri olan, regülasyon kurumlarını etkisiz kılmak için elinden geleni yaptı. Halbuki bu kurumlar, başta ekonomide olmak üzere, Türkiye’nin küreselleşmeye uyumu, AB dahil gelişmiş dünyaya eklemlenmesi için sağlıklı çalışmaları şart olan kurumlardı. Ama tek parti iktidarının kendilerine verdiği "aşırı kendine güven" nedeniyle, her alanda siyasetin, politikacının elinin olmasını istediler ve yetkilerini alabilecekleri kurumların yetkilerini budayıp, alamadıklarına ise çeşitli yöntemlerle, teknisyenliği değil kendi partilerine yakınlığı kıstas alarak atama yaptılar.

Sonuç olarak bağımsız kurumlar bu Hükümet döneminde ciddi erozyona uğradı.

Şimdi koalisyon hükümeti tartışmaya açıldı ama koalisyon dönemlerinde devletin aksamadan çalışması için gereken kurumların başında bu bağımsız kurumların geldiği unutuluyor. Aynı şekilde bürokrasinin siyasi kadrolaşmayla yıpratıldığı da açık.

İşte bu nedenle önümüzdeki dönem bağımsız kurumların etkinliğini artırılması, siyasi kadrolaşmaların önüne geçecek, kurul üyesi atama sisteminin düzeltilmesi gerek.

Bu dönemde zaafiyet yaratılan alanların başında sermaye piyasası geliyor. Halbuki enflasyonun düşmeye başladığı ortamda sermaye piyasaları hem sermayenin tabana yayılması, hem ucuz fon temini için, gerek geniş halk kesimleri gerekse de iş alemi için vazgeçilmez bir piyasadır. Bir sermaye piyasası düşünün ki; düzenlemeleri yapan kurumun başı yok. Bununla da kalmıyor, sermaye piyasasının en önemli kurumlarından İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) yapılan idari düzenlemelerle, tümüyle zaafiyet yaratan bir ortam oluşturuldu.

Sohbet ettiğimiz bankacılar, işadamları, sermaye piyasasında yapılan yanlışların artık ayyuka çıktığını, ekonomi açısından tahribata yol açan bir düzeye geldiğini söylüyorlar. SPK’nın Başkanı üç aydır atanamıyor. İlgili Bakan Abdüllatif Şener önerisini yaptı, Başbakanlık işleme koymadı ve atama kararnamesini cumhurbaşkanlığına göndermedi. Şimdi yeni Cumhurbaşkanı seçilince ne olacak? Gelecek kişi, baştan şaibeli, "AKP’ye yakın kişi" damgasını, olmasa bile, yemeyecek mi? Böyle bir kişi sermaye piyasasına nasıl güven verecek? Yani yanlışlar devam ediyor...

KİK DE ÇALIŞAMAZ

HALDE

Sermaye piyasasının ikinci önemli kurumu, hem de uygulamacı olan, İMKB’de ise durum, belki daha da içler acısı. Emekli Sandığına tabi olmamalarına ,emeklilik başta olmak üzere devlet memurları ayrıcalıklarına tabi olmamalarına rağmen İMKB’nin başkan ve başkan yardımcıları, birdenbire devlet memuru muamelesi görüp, maaşlarının yarısı ellerinden alındı. Özellikle başkan yardımcıları aylardır maaş alamıyor bir anlamda "siz fazla maaş almışsınız şimdi almayın" deniyor. İşleri asıl götüren teknisyenler olan başkan yardımcılarının düştüğü durumu görebiliyor musunuz?. Altlarındaki kişiler kendilerinin iki katı maaş alırken, bu başkan yardımcıları nasıl talimat versin, nasıl dikkat gereken işlerini yürütebilsinler?

Duyduğumuza göre Bakan Şener, SPK’ye bu durumu düzeltin diye talimat vermiş ama bir aydır yapılan bir şey yok. Başı olmayan bir kurum böylesine kritik bir konuda nasıl karar alacak?

Bu düzenlemeyi Bakanın yapmadığı söyleniyor ve bu durumda ve sanki biraz da "Başkan maaşı inecek diye yardımcılarının maaşını indirmiş" görünümü ortaya çıkıyor.

Sermaye piyasasının içine düşürüldüğü durumu bilmem biraz anlatabildim mi?

Enflasyon düştü, özel sektörün önemli finans kaynaklarından tahvil ihraçları nihayet başlıyor derken, SPK ve İMKB’nin içine düşürüldüğü bu durumla sağlıklı sermaye piyasası olabilir mi?

Bu arada diğer kritik düzenleme kurumu Kamu İhale Kurumu’unda KİK) görev süresi dolan üyelerin yerine atama yapılmadığı için 8 üyelik boşaldı ve çalışamaz hale geldi. Şimdi bunun için de Cumhurbaşkanlığı beklenecek herhalde. Devlet idaresi bu mantıkla götürülebilir mi?
Yazının Devamını Oku