14 Şubat 2009
ÖNCEKİ gün TÜSİAD’ın yeni yönetim kurulu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etti. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın toplantı sonrası yaptığı açıklama, sanki Başbakan IMF’yle ilgili Hükümetin takındığı tutum için TÜSİAD’ı ikna etmiş gibi algılandı. Başbakan Erdoğan, "gizli kalmak şartıyla" IMF’nin taleplerini anlattığı için toplantıya katılanlardan bilgi almak mümkün olamıyor. Çünkü bir anlamda töhmet altında bırakmış.
Başkan Yalçındağ toplantı sonrası yaptığı açıklamada, "IMF ile anlaşılamayan konular hakkında Başbakan bilgi verdi mi?" diye sorulduğunda "Evet oldukça aydınlatıcı bir toplantıydı. Burada hepsini paylaşamam ama karşılıklı birbirimizi anlamamız açısından çok faydalı oldu" yanıtını verdi.
Ben bu sözlerden TÜSİAD Başkanı ya da yönetim kurulu üyelerinin IMF ile neden anlaşmadığı konusunda Başbakana hak verdikleri sonucu çıkarmıyorum. Daha çok "Neden hükümetin anlaşma yapmaya yanaşmadığını anladık" anlamını çıkarıyorum.
TÜSİAD’ın genel çizgisini bildiğim için; Başbakan’a hak vermelerinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Olsa olsa Başbakan, kendisine destek almak için, işalemine ters gelecek bazı IMF taleplerini abartarak yansıtmış olabilir diye tahmin ediyorum.
TÜSİAD’ın IMF ile anlaşmama için ileri sürülen gerekçelere inanıp da, ne olursa olsun ekonominin istikrarsızlığa sürüklenmesine göz yumacağını zannetmiyorum.
Baktığınız zaman, IMF’in talepleri ne olabilir ki?..
Olsa olsa, şimdiye kadar değinildiği gibi mali kural uygulaması, vergi reformu, belediye yatırımlarının şeffaflaşması ve kısılması gibi şartlar olabilir. Ancak Başbakan bunların birkaç detayını "bak niye anlaşmıyorum görün" diye anlatmış olabilir.
Başbakan "ülke menfaatine olmayan talepler var" diyerek imzalamadığını söylüyor. Halbuki aklı selim düşünen, ekonomiden anlayan herkes, bu taleplerin ülke menfaatine ters olmadığını görür. Daha önce de söylediğimiz gibi IMF’in bu şartları ancak ve ancak parti menfaatine aykırıdır ki, AKP’nin menfaati demek ülke menfaati anlamına gelmez.
HER ALANDA KURUMSALLAŞMA
Olsa olsa mahalli idare harcamalarının kısılması istenmiştir, bu da AKP’nin işine gelmez. Ama bu ülkenin lehinedir. Çünkü öyle abarttılar ki, bunun acısını hep birlikte çekeceğiz.
İstenen mali kural da ülkenin menfaatinedir ama AKP’nin menfaatine aykırı olabilir. Çünkü mali kural demek, politikacıların harcama iştahını sınırlamak, ekonomik dengeleri bozacak kadar harcama artışına set vurmak, borçlanmayı sınırlandırmak demektir...
Vergi reformu istemiş olabilir, bu reform şart değil mi? Gelir dağılımını iyice bozan bir sistem, Maliye’nin istediği zaman istediği kişiye vergi salıp sanki mali disiplin varmış gibi gösterdiği, mali disiplinin sürdürülebilirliliği, kurumsallaşması ve kalitesi adına bir şey yapılmayan, uzun bir dönemden gelmiyor muyuz?
Maliye’nin şimdiye kadar hep parti yandaşlarına kıyak çekip, parti karşıtlarına karşı vergiyi kullandığını konuşmadık mı? Hep böyleydi ama son dönem iyice artmadı mı?
O zaman özellikle Gelir İdaresi’nin mutlaka bağımsız kılınması gerekiyor. Eğer vergi adaleti isteniyorsa, kurumsallaşmış mali disiplin isteniyorsa bağımsız bir vergi idaresi artık şart. IMF’e yıllarca bunu anlatamadık, bastırmadılar. Umarım şimdi IMF bu konuda bastırıyordur. Bunun için gereken vergi reformu düzenlemelerinin bazı kalemlerine işalemi, kurumsallaşma, kayırmacılığın önlenmesi ve mali disiplinin kaliteli olması için razı olmak zorundadır...
Bir düşünün; Hükümetin kayıtsızlığı ortada iken, son 6 ayda bağımsız bir Merkez Bankası, bağımsız bir BDDK olmasaydı, krizin etkilerini daha çok yaşamaz mıydık?
Görüldüğü gibi; IMF’nin ileri sürdüğünü düşündüğümüz şartlar ülke menfaatine. Ancak belli ki oy kaygısı nedeniyle AKP’nin menfaatine ters düşüyor ki; IMF anlaşması imzalanmıyor...
Yazının Devamını Oku 
12 Şubat 2009
OCAK ayı bütçe rakamları çok kötü geldi.
Bu rakamlar hem küresel kriz nedeniyle ekonominin iyice yavaşladığını, hem de uygulanan seçim ekonomisiyle bütçe disiplininin kalmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bütçe açığında geçen yıla göre kaydedilen 6 kat artışın, bundan sonraki aylarda da devam etmesi beklenirken, mutlaka önlem alınması gereği de çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor.
Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, bu rakamlar karşısında acil olarak revizyona ihtiyaç olduğunu söylemiş. Aklı başında herkes artık 2009 için yapılan bütçe rakamlarının hiçbir geçerliliğinin kalmadığını, yeni hedeflere ihtiyaç olduğunu zaten görüyor.
Bu revizyonun yapılması için ise IMF ile üzerinde uzlaşmaya varılacak bir bütçe dengesine dolayısıyla mali disiplini yeniden sağlamak için alınacak ek önlemlere ihtiyaç duyuluyor.
Ya da hükümet biran önce çıkıp, "IMF ile anlaşma yapmıyorum" deyip, kendi revize ettiği yeni bütçe rakamlarını açıklamak zorunda.
Yazının Devamını Oku 
10 Şubat 2009
BU ülke, ekonomi, cidden kötü yönetiliyor... Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)nun dün sanayi üretimiyle ilgili yaptığı hata, hiç bir çağdaş istatistik kurumunun yapmayacağı bir hatadır. Çünkü bu verilerin hem toplanırken, hem de hesaplanırken, birkaç kez, değişik kişiler ve kademeler tarafından kontrol edilmesi lazım. Dün TV programlarına, özür dilemek için çıkan TÜİK yetkililerinden dinlediğimde, hata için araştırma yapıldığını, vergi girişlerinde zincirleme hata olabileceğini, sorunun bilgisayardan kaynaklandığını filan söylüyorlardı.
Böyle bir hatanın hiç bir mazereti olamaz. TÜİK’in işi sadece bu. Suçu bilgisayara yükleyip de kimse kendini kurtaramaz. Aynı bilgisayar programı daha önce hata yapmıyordu da şimdi mi hata yaptı?
TÜİK sabah saatlerinde aralık ayında sanayi üretiminin eksi 11.9 olduğunu açıkladı. Daha sonra Referans Gazetesi muhabirlerinin sorusu üzerine yeniden hesap yaptılar ve öğleden sonra aralık ayında sanayi üretimindeki gerilemenin eksi 17.6 olduğunu açıkladılar.
Biliyorsunuz bu rakamlar, piyasalar için hayati öneme sahip olabiliyor. Piyasanın beklentisi aralık ayında sanayi üretiminin yüzde 15.3 daralacağı yönündeydi. Sabah 11.9 rakamı açıklanınca piyasa oyuncuları beklenenin altında gelen, iyimser rakamlara göre alışveriş yaptılar. Dövizde, faizde, buna göre fiyat verdiler. Ancak öğleden sonra aslında daralmanın yüzde 17.6 olduğu, yani piyasa beklentilerinin epey üzerinde çıktığı anlaşıldı.
Şimdi bir piyasa oyuncusu TÜİK hakkında, kendisini yanıltıldığını, örneğin buna göre işlem yaptığı için zarara uğradığını ileri sürerek dava açsa ne olacak?
Piyasanın hiçbir şeye tepki vermeye niyeti yok, bu büyük düzeltmeden sonra bile tepki vermedi ama sağlıklı piyasalar bu verilere göre kendilerine yön bulurlar. Zaten TÜİK gibi kurumların önemi de buradan gelir. Karar alıcılar TÜİK gibi kurumların verilerine göre karar alırlar. Piyasa oyuncuları ona göre işlem yapar, siyasiler bu verilere göre politika belirlerler.
Şimdiye kadar istatistik kurumunda bu kadar bariz bir hata, hiç yapılmamıştı. Bu hatanın kasıtlı olduğunu düşünenlerden değilim. Bence bunun adı beceriksizlik.
Her yerdeki kötü yönetim TÜİK’e sıçramış durumda ve güvensizliği büyüten bir hata oldu.
BÜYÜMEDEKİ DÜŞÜŞ KESKİNLEŞİYOR
TÜİK’in sabah saatlerinde yaptığı hatalı açıklamada yer alan Aralık ayında tekstil üretiminin yüzde 40 arttığı yönündeki veri çok dikkat çekmişti. Yapılan düzeltme ile tekstil üretiminin aralıkta aslında yüzde 24 oranında düştüğü ortaya çıktı.
Böylece 2008’in son çeyreğinde sanayi üretiminin yıllık bazda yüzde 12.5 oranında, 2008’in tümünde de sanayi üretiminin yüzde 0.9 oranında daraldığı ortaya çıktı.
Özetle; ekonomideki gerileme piyasa beklentilerinin bile üzerinde çıktı. Ocak ayındaki ihracat tahminlerine bakan hemen herkes daralmanın daha da büyüyeceği görüşünde.
Mart ayında açıklanacak büyüme rakamları için bu sanayi üretim rakamı büyük ölçüde gösterge olacak. 2008 yılındaki büyüme rakamı, bu yıla ilişkin tahminlerin revize edilmesi açısından da çok önemli.
Yani Hükümetin bu yıl için açıkladığı yüzde 4 büyüme rakamı şimdiden hayal oldu.
Hükümet ekonomide hemen hemen hiçbir şey yapmadı. Hala esen küresel rüzgarın önünde bir o yana bir bu yana sallanıp duruyor. Sallanıp durdukça ekonomideki daralmanın keskinleşeceği de, dünkü rakamlarla birlikte bir kez daha ortaya çıktı.
Başbakan hala çıkıp, IMF ile anlaşma yapmayabileceğimizi, kendi kaynaklarımızla gidebileceğimizi söylüyor.
Kimsenin şüphesi olmasın; bu gidişle ekonomi daha çok daralır, işsizlik daha çok artar.
Yazının Devamını Oku 
9 Şubat 2009
BELEDİYE hesapları altüst olmuş durumda. 29 Mart seçimlerinde görevi devralacak yeni belediye başkanları, bence, enkaz devraldıklarını görecekler ve Nisan başından itibaren bu yönde demeçler vermeye başlayacaklar. Yeniden seçilenler ise, bu hasarı düzeltmek için en azından ilk iki yıl önemli bir hizmet veremeyecekler. Tabi ki Hükümet bu kez de genel seçimi düşünüp, kesenin ağzını 2010’da açmazsa...
Belediye hesapları, bir türlü sistem kurulmadığı için, çok geç yayımlanıyor. Ancak bu bile büyüyen hasarı göstermeye yetiyor. 2008’in ilk 9 aylık verilerine göre yapılan hesaplamalar ve şu anda yaşananlar, 2008 sonunda belediye hesaplarının çok daha fazla bozulacağını, 2009 Mart sonunda ise iyice kötüleşeceğini gösteriyor.
İşte bu nedenle, IMF de yeni stand-by anlaşmasında önemli bir şart olarak belediye hesaplarını gündeme getiriyor ve bu hesapların daha çabuk görülmesi, daha şeffaf olması ve bu yıl çıkan yasayla, bütçeden yapılan kaynak artırımının geri alınmasını istiyor.
2008 Temmuz ayında çıkarılan yasa ile bütçeden aldıkları pay önemli ölçüde artan belediyelere, bu da yetmedi. 9 aylık veriler belediyelerin emanet hesaplarının ciddi ölçüde büyüdüğünü yani ödemedikleri yükümlülüklerinin arttığını gösteriyor. Bu da yetmiyor belediyeler ciddi biçimde bankalardan borç almaya başladılar.
Belediye bütçe emanetleri 2008 Eylül sonu itibariyle, son bir yılda, 2,7 milyar TL’den yüzde 39 artışla 3,7 milyar TL’ye çıkmış. Mali varlıklar tablosunda ise takipteki alacakları yüzde 62 oranında artarak 2,5 milyar TL’den 4,1 milyar TL’ye çıkmış.
Yükümlülüklerini emanet hesabıyla artırdıkları yetmemiş, belediyelerin uzun vadeli banka borçları yüzde 133 oranında artışla 1.2 milyar TL’den 2.7 milyar TL’ye çıkmış.
Bence bu borç rakamı seçim geldiğinde çok düşük kalacak. Çünkü bildiğim kadarıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin son çeyrekte Ziraat Bankası’ndan kullandığı yüklü miktarda krediler var. Hem de Hazine’nin Belediye’ye 2009’da yapacağı ödemelere mahsuben verilen yani bir tür Hazine garantili kamu bankası kredisi...
Özetle; seçim için yine, hem belediye hem de kamu bankaları hesapları hızla bozuluyor.
Hep denir ya; IMF istediği için değil, ülke çıkarları için belediye hesaplarına el atmak şart.
ARTIK KAYNAK DA YARATMIYORLAR
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bütçe hesapları gibi belediye hesaplarını da yakından izliyor ve mali sapmaları tespit etmeye çalışıyor. Saydıklarımızın yanı sıra TEPAV’ın geçen ay yayımladığı belediye hesaplarından size bazı başlıklar:
2008 Eylül son itibariyle harcamalar enflasyon ve büyümenin çok üstünde arttı, bu kapsamda personel giderleri yüzde 23, mal ve hizmet alımları yüzde 22 artmış. Merkezi bütçeden sağlık harcamaları ayıklandığında, belediyelerin mal ve hizmet alımları kaleminden harcadığı para hemen hemen bütçe harcamalarına eşit düzeye gelmiş.
Sermaye giderleri ise son 4-5 yıllık dönemde zaten çok büyümüştü, son bir yılda yüzde 30 büyümüş. Yerel yönetimlerin 11.2 milyar TL düzeyindeki sermaye giderleri aynı dönemdeki 9.8 milyar TL’lik merkezi yönetim bütçe yatırımlarının üzerine çıkmış. Bunun da yarısı İstanbul ve Ankara belediyesi harcamaları, yarısı ise toplam 79 ile ait...
Harcamalardaki cari transfer kalemi, özellikle sosyal nitelikli hane halkına yapılan harcamalar nedeniyle, yüzde 28 oranında artmış, faiz harcamaları yüzde 63 büyümüş.
Bütçe gelirleri ancak yüzde 12.4 oranında artmış. Belediyeler kendi kaynak yaratmamış, merkezi bütçeden aktarılan kaynaklara çok bağımlı hale gelmiş. Bütçeden belediyelere aktarılan kaynak 2002 yılında 4.8 milyar TL iken 2008’de 22.2 milyar TL’ye çıkacak.
2008 Eylül sonu itibariyle belediye hesaplarında görülen bu bozulma, yılsonunda belki de katlanacak, bütçe ve kamu dengesini de daha fazla bozan boyutlara ulaşacak.
Yazının Devamını Oku 
7 Şubat 2009
IMF’nin G-20 toplantıları için hazırladığı bir tahmin dün gazetelerde yer aldı. IMF’nin yeni tahminine göre Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 1.5 küçülmesi, gelecek yıl ise yüzde 3.5 oranında büyümesi öngörülüyor. 2008 yılındaki büyüme rakamı ise yüzde 1 olarak alınıyor. Bence 2008 hariç, diğer tahminler iyimser kalabilir. Aslında şöyle söylemek daha doğru ki; bu tahminler Türkiye’nin IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapacağı varsayımıyla hazırlanmış. Bence, IMF ile anlaşma imzalanmazsa, bu yılki küçüme tahmini iyimser kalır yani küçülme daha büyük boyutlara ulaşabilir. Aynı şekilde anlaşma olmazsa gelecek yılki yüzde 3.5 büyüme de hayal olur.
Tahminin IMF anlaşmasına bağlı olduğunu düşünmemin nedeni, pazarlıklarda 2009 için esnek, 2010 için yeniden mali disiplini sağlayıcı önlemlerin gündemde olduğunu bilmem. Hükümetin asıl kabul etmediği de, gelecek yıla ilişkin disiplin önlemleri. Bu önlemler alınmadığı takdirde hem güvensizlik nedeniyle, hem de bozulan dengeler onarılamayacağı için 2010 yılında yeniden büyümeye geçmemiz çok zor görünüyor.
IMF’nin ileri sürdüğü şartlar ekonominin geleceğini grantiye almak için alınması gereken önlemleri, yapılması gereken, çoğu yarım kalmış reformları kapsıyor. Hükümet ise ekonominin geleceğini de değil kendi geleceğini düşündüğü için bunları kabul etmiyor.
Bu önlemler arasında belediye hesaplarının disipline edilmesi de var, gelir idaresine ilişkin tedbirler de. IMF, gelir idaresiyle ilgili tam olarak ne istedi bilemiyorum ama bence her şeyden önce Gelir İdaresi’nin siyasi otoriteden bağımsız kılınması gerekiyor.
Ancak bu takdirde ilkeli, sistemli ve rasyonel bir gelir yönetimi yapılabilir ve böylece mali disiplinin kalıcı ve kaliteli olarak sağlanması mümkün olabilir. Aksi takdirde "istediğinden istediği zaman salma yöntemiyle vergi alan" bu siyasi tavrın güven vermesi mümkün değil. Siyasi ayrıcalıklar ya da siyasi cezalandırmalar üzerine kurulu bir gelir idaresinin ülkenin altına konmuş, ekonominin geleceğini tehdit eden bir büyük dinamit olduğu ortada.
BTK BAĞIMSIZ OLMADIĞI İÇİN
Bağımsız kurumların önemi Merkez Bankası ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) bu kriz dönemindeki başarılı yönetimiyle ortaya çıktı. Açıkçası bu kurumların önlemleri olmasa, iş sadece Hükümete kalsa, işimiz çok daha zor olacaktı.
Buna karşılık Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) geldiği durum ortada. Siyasi demeçleriyle bilinen "hükümetin istediğini yapan" bir kurum oldu. Yönetimi yüzünden eleştirilen SPK’ya şimdi yeniden atama yapılacak ve Başbakan devreye girip aynı kişinin atanmasını istemiş...
Geçen gün Telekomünikasyon Üst Kurumu olarak bildiğimiz, yeni adı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) olan kurum hakkında uluslar arası bir rapor çıktı. Bu konuda dünyadaki tüm düzenleyici kurumlar için bir araştırma yapıldı ve düzenleyici çerçevenin etkinliği performans ına göre Türkiye listenin en sonunda yer alıyor .
Bu performans düşüklüğünde en önemli faktörlerden birinin bağımsızlık olduğu ortaya çıkıyor. BTK’nın üzerinde Ulaştırma Bakanlığı kanalıyla hükümetin önemli ölçüde etkisi olduğu ortada. Başka ülkelerde de aynı sorun var ama güçleri sınırlandırılmış , en sorunlu ülkelerin Polonya, Finlandiya, Almanya, Avusturya ve Türkiye olduğu görülüyor.
Türkiye bu alanda başvuru prosedürünün etkinliği, düzenleyici kurumun kaynakları ve çerçevenin yerini değiştirme gibi maddeleri içeren Kurumsal Çerçeve dışındaki, örneğin pazara giriş, regülatörün etkinliği, regülatörün mevzuatı uygulaması ve ekonomik pazar durumu gibi, neredeyse tüm kriterler açısından, en düşük performansı gösteriyor.
Bu arada düzenleyici kurumun daha aktif olduğu ülkelerde, rekabet ve tüketici refahının açık arayla çok daha iyi sonuçlar verdiği de araştırma sonuçlarında ortaya çıkmış.
Ülkenin, ekonominin geleceği siyasi etkiden uzak, bağımsız kurumlarla çok ilişkili.
Yazının Devamını Oku 
5 Şubat 2009
PİYASALAR yavaş yavaş, IMF ile anlaşmanın 29 Mart seçimlerinden sonrasına kalabileceğini düşünmeye başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek verdikleri çelişkili demeçlerle kafa karıştırmaya devam ederlerken, bir yandan da bu yeni beklentiyi körüklüyorlar.
Piyasalar, hükümetin verdiği izlenim nedeniyle, seçimden önce IMF anlaşması yapılacağını epey süre önce satın aldılar. Şimdi anlaşmanın seçim sonrasına kalacağı kesinleşirse, bir miktar moraller bozulacaktır. Ancak piyasalar bir yandan da "Seçimden sonrasına kalsa da çok önemli olmayabilir" diye düşünmeye başladılar. Çünkü "iyi haber satın alma" eğilimleri devam ediyor, morallerini bozmak istemiyorlar.
Ancak benim anlayamadığım şu ki; seçimden önce IMF ile anlaşma yapmayan siyasi otoritenin, neden seçimden sonra anlaşma yapacağına inanılıyor?
Başbakan’ın "esrarengiz talep" havasına soktuğu, "kabul edilemez iki şart" dediği unsurların piyasalar için kabul edilemez ya da esrarengiz olmadığını biliyoruz. Tam bir netlik yok ama belli ki IMF 2009 yılında mali açıdan esnek olmayı kabul ediyor ama ertesinde, yani 2010’dan itibaren ise mali disiplini temin edecek önlemlerin hayata geçirilmesini istiyor.
Bunlar yeni istekler de değil, ülkenin çıkarı için orta vadeli, uzun vadeli mali açıdan sıkıntı yaşanmaması için alınması istenen tedbirler. Aynıları başka ülkelerden de istendi.
Ama sorun işte burada. Hükümet kısa vadede kendisini rahatlatacak olsa da, seçim sonrasında, özellikle önümüzdeki yıldan itibaren kendini disipline etmesi gerektiğini görüyor ama bunu istemiyor.
IMF de mali performansın sürdürülmesi için, bu yılı esnek geçirdikten sonra yeniden disiplini sağlamaya dönük tedbirlere dönme gereğini ortaya koyuyor, aksi takdirde mali performansın sürdürülemez olacağını söylüyor.
Yani bence IMF anlaşmasını kabul etmezken Hükümetin asıl düşündüğü unsur yerel seçimlerden sonra da harcamalara istediği gibi devam etmesi, normal zamanı 2011 olan genel seçimlere kadar istediği harcamaları yapıp, yine oyları toplamak.
2011 GENEL SEÇİM YILI
Ekonomi bürokratlarının IMF ile üzerinde varılan mutabakatı kabul etmelerinin en önemli nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. Bürokratlar da zaten bütçe dengelerinin bozulduğunu, bu yıl daha da bozulacağını ama önümüzdeki yılla birlikte köklü tedbirler alınmadığı takdirde, orta vadede ekonominin yeniden sıkıntılar yaşayacağını görüyorlar.
Ama gördüğümüz kadarıyla orta vade hükümetin, Başbakan’ın umurunda değil. Hükümet sadece günü kurtarma peşinde, genel seçimi kazanmak istiyor, gerisine bakmıyor.
Bu nedenle IMF anlaşmasını savunduğumuz için bize kızanlar, oturup, "ülkeyi, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini bu dar siyasi anlayışa bırakmanın doğru olup olmadığını, şimdiki ağır gelen şartların geleceği kurtarıp kurtarmadığını" düşünsünler.
İşte bu noktada da, baştan söylediğimiz "neden seçime kadar anlaşma yapmayan hükümet seçimden sonrasında anlaşma yapsın?" sorusuna geliyoruz.
Bence bu görüş hükümetin piyasaları oyalamak, halkı oyalamak için ortaya attığı bir görüş. Bir düşünün; IMF anlaşması seçimden sonraya kalırsa, mali tablo daha da ağırlaşmış, dolayısıyla alınması gereken tedbirler daha da ağırlaşmış olacak. Belki de durumu kurtarmak için anlaşmanın süresinin uzatılması bile gerekecek. 2009 Haziran’da anlaşma olsa, 2 yıllık bir süreyi kapsasa bile seçim zamanını, yani 2011 Haziran’ında bulmaz mı?
Peki, 2009 yılını rahat bırakacak bir anlaşmayı bile kabul etmeyen hükümet, tam genel seçime gidilirken IMF programını, hem de en sıkı tedbirlerin uygulanacağı bir program dönemiyle seçime gitmeyi kabul eder mi? Bence bu imkansız.
Ya anlaşma yapıp 6 ay sonra bitirirler ya da hiç yapmazlar. İkisi de çok kötü.
Bence seçime kadar yapmazsa, Hükümet hiç anlaşma yapmak istemez.
Yazının Devamını Oku 
3 Şubat 2009
BU kriz dönemini başarı ile yöneten iki bağımsız kuruluş Merkez Bankası ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) oldu. Aslında Hazine ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) da bu sürece çok olumlu katkılar yaptığını, ama onların yaptığının Hükümet tarafından bir şey yapılmadığı için, şimdilik gözükmediğini biliyoruz. Maliye Bakanlığı’nın ise özellikle IMF ile son görüşmeler sırasında, teknisyen kimliğinden çok, Bakanın etkisiyle, politik kimliğinin yine ortaya çıktığı görülüyor.
Geçen hafta sonunda, Referans Gazetesi için, Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can ile birlikte, BDDK Başkanı Tevfik Bilgin ile bu süreçte yapılanları konuştuk. Her şeyden önce, BDDK uygulamalarını en çok eleştirmiş gazetecilerden biri olarak söylemeliyim ki; BDDK doğru yola girmiş, hatta epeyce yol almış durumda. Başkan Tevfik Bilgin geçmişteki hatalarından ders aldığını kendisi de söylüyor. Bu arada kendilerinden önceki yönetim döneminde yapılanları övüyor ve bu dönemki sağlam yapıya yaptığı büyük katkının hakkını veriyor.
Benim şahsi düşüncem; BDDK’nın, olması gereken fonksiyona, bir tür "bankaların ağbisi" rolüne talip olması gerekiyordu ve bu kriz döneminde gördük ki, bu konuda epey yol aldı.
Krizin hissedilmeye başladığı son 4 ay içerisinde bazı banka şubelerinde münferit olaylar yaşandığını, bunların milyonlarca kredi işlemi içinde çok küçük yer tuttuğunu kaydeden Tevfik Bilgin, kendilerinin banka ile müşteri arasına giremeyeceğini, ancak haksız olduğunu gördükleri işlemler için özel uyarılarda bulunduklarını söyledi.
Bu süreçte bazı reel sektör firmalarının sesinin haksız biçimde çok çıkabildiğini, bankaların gerçekten mali durumu kötü olan şirketleri kendilerinin bileceğini kaydeden Başkan Bilgin, "Bir eski müşteriyi kaybetmenin maliyeti, 20 tane yeni müşteri kazanmaya bedel. Bankacılar bunu çok iyi biliyor" şeklinde konuştu.
Bankacılarımızın geçmiş krizlere kıyasla şimdiki duruşlarının çok daha sakin olduğunu hatırlatan Bilgin, "Dikkat edin, doğru düzgün açıklama yapmıyorlar, yeri geldiğinde konuşuyorlar. Birbirleri ile çok fazla rekabete girmediler, bu da çok hoş. Eskiden mailler dolaşırdı biliyorsunuz. Dolayısıyla her birine ayrı ayrı altın madalya vermek lazım" dedi.
BİLGİN: BANKALAR KÁR ETMEK ZORUNDA
Bu yıl bankaların önünde birçok risk bulunduğunu, bunların en önemlilerinden birinin batık kredi sorunu olduğunu kaydeden BDDK Başkanı, "Bu nedenle bankalarımız haklı olarak likit kalmak istiyorlar" dedi. Çünkü pasifte anında mevduatını çekmek isteyecek bir grup bulunduğunu kaydeden Bilgin, en önemli sorunun 25’e güne düşen ortalama mevduat vadesi olduğunu, krediler için de bu kaynak vadesinin uzatılmasının şart olduğunu kaydetti.
Mevzuat çıkarma ve yönlendirme yetkisi olan otoriteler in, iyi günlerde sıkma sı yani rezerv artırması gerektiğine, kötü günlerde ise biraz gevşetmesi gerektiğine inandıklarını kaydeden Tevfik Bilgin, BDDK olarak aldıkları kararlarda bu ilkeyi gözettiklerini kaydetti. Hazine ve Merkez Bankası’nın bu süreçte birer kahraman gibi çalıştıklarını, kendilerinin de krediler ve likidite konusunda kolaylıklar sağladıklarını kaydeden Bilgin, "Kendi kurumum için söylüyorum; ne gerekiyorsa sonuna kadar yaparız. Ama bizim de yapacağımız şeylerin sınırı var. Bir noktaya kadar yaparız. Elimizdeki enstrümanlar belli , bunların çoğunu da şu ana kadar yaptık. Ama gerekiyorsa bazı şeyleri de ileride yaparız" şeklinde konuştu.
Kriz etkilerini hissetmeye başladığımız sıcak günlerde bile reel sektör temsilcilerinin "Bankalarımıza ihtimam göstermemiz lazım" dediğini, bundan gurur duyduğunu kaydeden Bilgin, yabancı bankaların da bu süreçte çok iyi sınav verdiklerini, ana merkezlerinde sıkıntı yaşasa da gerektiği zaman sermaye koyan bankalar olduğunu söyledi.
Bilgin, "Bankalar çok kar elde ediyor o zaman durumları iyi" gibi bir anlayışın yanlış olduğunu, bankaların zaten kar etmek üzerine kurulduğunu ve kar etmezlerse durumlarının kötü sayılacağını da kaydetti.
Bence BDDK doğru yolda ve piyasalar için artık bir güvence oluşturuyor.
Yazının Devamını Oku 
2 Şubat 2009
FARKINDA mısınız, 2007 yılı sonundan bu yana IMF ile yeni bir anlaşmayı konuşuyoruz ama hálá anlaşma yapıp yapmayacağımız bile belli değil. O dönemde ihtiyati stand-by bile yapmayan siyasi irade, şimdi de gereken normal stand-by’a karşı çıkıyor. Aslında, "karşı çıkıyor, yapmayacak" dese rahatlayacağız. Ama ne yapacağım, ne de yapmayacağım demiyor, süründürüyor. Bir başka deyişle piyasaları oyalıyor. Öyle ya da böyle bir netlik olmadığı için de ekonomideki karar alıcılar ne yapacaklarını bilemiyor, ancak "nasıl olsa zorunlu kalınca yapacaklar" iyimserliğine sarılıyorlar.
Zaten puslu küresel piyasalar yüzünden önünü göremeyen Türkiye’deki ekonomi aktörleri, hükümetin bu belirsizliği iyice artırması nedeniyle hiç hareket edemez oldular.
EKONOMİ KÖTÜ YÖNETİLİYOR
Böyle bir dönemde tüketicinin önünü görüp, yeniden harcamaya başlaması mümkün mü? Basına bu kez de "krizi abartıyorsunuz" diye çıkışanlar, aslında yayılan karamsarlıktan, belirsizliği artırdıkları için kendilerinin sorumlu olduğunu görmüyorlar mı?
Özetle; ekonomi çok kötü yönetiliyor. Hem de en derin küresel kriz sırasında... Aslında ekonomi kötü yönetiliyor derken, ekonomi bürokrasisini daha doğrusu bürokrasinin genelini ayırmak lazım. Bir de teknisyen gibi çalışan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’i... Tüm bürokrasi, sevse de sevmese de, Hazine Müsteşarlığı’nın bu dönemki performasına şapka çıkartıyor. Diğer ekonomik birimlerdeki bürokratlar da, başta Müsteşar İbrahim Çanakçı olmak üzere, bu dönemde Hazine’nin çok başarılı çalışmalar yaptığını söylüyorlar. Özellikle IMF ile yapılan müzakerelerde,sabahın kör saatinden gece yarılarına kadar zorlu pazarlıklar yapıldığı ve anlaşma için olumlu bir noktaya gelindiğini belirtiyorlar.
Ama sonuçta ne oluyor; hükümet daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan, çıkıp anlaşmayı baltalıyor. Son bir kaç gündür, Başbakan’la birlikte anlaşma sağlanmamasında bence en önemli paya sahip olan Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, "IMF’nin katlanılamaz iki yeni şart ileri sürdüğünü, bunların detay olmadığını" söylüyor.
Şu kadarını söyleyelim; bürokrasi ekonominin geleceği için IMF’nin söylediklerini uygun buluyor. Bu da, siyasi olarak bu kararın alınamadığını, halbuki üzerinde teknik olarak mutabık kalınan metnin aslında ülkenin geleceği için yararlı olduğunu gösteriyor.
İyi ki Merkez bağımsız
BUGÜN Bakanlar Kurulu’ndan krize dönük bir kaç karar daha çıkmasını bekleyenler var. Ama bunların ekonomiyi rahatlatacak, önümüzü görmemizi sağlayacak kararlar olmayacağını, şimdiden rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Önümüzü görmek için herşeyden önce IMF anlaşması gerekliliği çok açık...
Bu arada, hükümetin "krize karşı önlem almadınız" denildiğinde, "hayır aldık" diye, öne sürdüğü çoğu tedbirin Merkez Bankası ya da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kararları olduğunun farkında mısınız? Yani hükümet işine geldiğinde iş alemine şikayet ettiğini, "bizden bağımsız" diye topu bu kurumlara attığını unutmuş gibi, şimdi bu bağımsız kurumların icraatlarını üstleniyor. Milletvekillerine özellikle bu fikri yaymışlar, gittikleri heryerde AKP’liler "bu kararları biz aldık" diyor.
Şurası kesin ki; Merkez Bankası ve BDDK bu dönemde genelde başarılı bir yönetim sergiliyor. Piyasayı yakından izleyip makro ekonomiyi tehlikeye atmadan gerekli tedbirleri alıp, piyasalara güven verdiler. Piyasaya danışıp görüş aldılar ama kamu menfaati gözeterek kendi kararlarını kendileri aldılar, niye aldıklarını da piyasaya anlattılar.
Ne diyelim; iyi ki Merkez Bankası ve BDDK zamanında bağımsız kılınmış. Başbakan’a kalsa bunları bağımsız kılmazdı ama iyi ki yapılmış... Bu kargaşa ve kötü yönetim içinde bir de bu iki kritik kurumun Başbakan’a doğrudan bağlı olarak karar aldığını bir düşünsenize...
Yazının Devamını Oku 