28 Şubat 2009
DÜNYA Bankası Türkiye Temsilcisi’nin neredeyse ilk kez bu kadar karamsar konuştuğunu görüyorum. Aslında bana göre karamsar değil asıl tanımlaması "gerçekçi" ama, genellikle gerçekçi tahminler bu dönemde karamsar bulunduğu için öyle süylüyorum.
Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau, "2001’deki krizden daha büyük bir kriz yaşanacağını" söylemiş. Bununla birlikte ekonominin daralacağını, işsizliğin özellikle genç işsizliğin çok artacağının altını çizmiş. "Bunlar artık risk değil gerçek" diyen Zachau, işsizliğin 2010 yılında yani gelecek yıl daha da artacağını kaydetmiş.
IMF’in kaynaklarının küresel kriz karşısındaki durumunu araştıran bölümün başına getirilen eski Türkiye Temsilcisi Rıza Moghadam da Washington’da bir toplantı yapıp, Türkiye’ye ilişkin olarak, derinleşecek krize karşı uyum önlemlerinin tartışıldığını, orta vadeli mali reformların tartışma konusu olduğunu kaydetmiş.
ANLAŞMAZLIKLAR SÜRÜYOR
Şimdi bir durum saptaması yapalım; küresel kriz derinleşiyor, IMF derinleşecek krizde ülkelerin ihtiyaç duydukları kaynakları nasıl bulacağını araştırıyor. Bu arada Türkiye ile anlaşmanın imzalanmamasının nedeni olarak da derinleşecek krize uyum için alınacak önlemler ile orta vadeli reformlar konusunda anlaşamadıklarını söylüyor.
Bu arada bazı ülkelerin rating notları, IMF ile anlaşamadı diye kırılmaya başlıyor.
Özetle; kriz derinleşiyor herkes ne önlem alırımın gayreti içinde, ama Türkiye olarak bizi de etkileyen derinleşeceği artık kesin olan krize sadece bakıp, seyretmeye devam ediyoruz.
Seyretmediğimizin en somut göstergesi olarak IMF ile anlaşma imzalamamız gerekiyordu ama bir yıldır bu anlaşmayı konuşuyoruz ama hala imzalayamadık.
Bırakın anlaşmayı, bu yıla ilişkin olarak açıklanan tüm mali hedefler ilk aydan kadük oldu ama biz bu imkansız hale gelen rakamları bile hala revize etmedik. Yani ekonomideki karar alıcılara, "bakın bu yıl şöyle şöyle olabilir, buna göre hesaplarınızı yapın" bile diyemiyoruz. Sonra da zaten zor durumda olan reel sektörün, krizin etkilerini de yumuşatacak biçimde üretimlerine devam etmelerini bekliyoruz. Olacak iş mi?
KRİZİ SEYRETMEK HALKA KÖTÜLÜK
IMF makro krize uyum reformlarından söz ediyor, buna karşılık Başbakanımız anlaşmazlık nedeni olarak vergi idaresi bağımsızlığından söz ediyor.
Dert açık; vergi işlemlerini Başbakan yakın çalıştığı Maliye Bakanı ve onun atadığı her kademedeki partili vergiciler ile kendisi yürütmeye, hasımlara karşı bunu kullanmaya devam etmek, biat etmeyen sermayedarlara ceza vererek kendi sermaye gruplarını bu yolla özendirmek, palazlandırmak istiyor.
Yani küresel kriz derinleşiyor, ekonomi elden gidiyor, üretim azalıyor, işsizlik artıyor, önlem almadıkça bunun artacağı biliniyor ama hükümet ülkenin geleceğinin değil kendi derdinin peşine düşmüş, bile bile bu felaketi seyrediyor.
Seçime odaklanmış, elindeki siyasi silahları kaybetmemeye çalışmakla günü geçirip, halkı yoksulluğa sürükleyecek olan krizin etkilerini azaltmak için mesai bile harcamıyor.
Sonra da çıkmış, meydanlarda "bu küresel kriz herkesi etkiliyor, bizi de etkiliyor, bir şey yapamayız" diyerek, krize karşı bir şey yapmamasının sözde gerekçelerini oluşturuyor.
Halbuki tablo açık; küresel kriz derinleşiyor bizi de ciddi etkiliyor, ileride daha da etkileyecek ama her ülke bu krizden kendisini korumak için önlem almaya çalışırken, biz ciddi adımları henüz atmadık.
IMF’nin son raporunda vardı; 38 ülke kriz önlemi almış; bizde bir adım görünmüyor.
Neden böyle bir yola gidildi diye sorduğumuzda iki tahmin karşımıza çıkıyor. Ya, "kadercilik" ile, işi bir şey yapmadan oluruna bırakma yolunu seçtiler, ya da alınacak önlemler çok can acıtıcı olacak, seçimlerin geçmesini bekliyorlar. İkisi de vahim değil mi?
Yazının Devamını Oku 
26 Şubat 2009
BU köşede IMF ile anlaşmaya, Başbakan’ın kabul etmediği şartlara ilişkin çok yazı okudunuz. Son dönemde, henüz Doğan Yayın Holding’e fahiş vergi cezası çıkmadan önce de, IMF’nin istediği Bağımsız Gelir İdaresi’nin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu da tekrarladım. Aslında bu konu ülke gündemine geldiğinden beri, Gelir İdaresi’nin aynen Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) gibi özerk olmasını, siyasi otoriteden bağımsız olarak çalışması gerektiğini savunuyorum. Bunun da ötesinde, şahsen "Borç idaresi"nin de bağımsız bir yapıya kavuşturulması gerektiğine inanıyorum.
Bu nedenle daha önceki anlaşmalar için bu şartı ileri sürüp, zaman içinde yumuşatılmasına izin veren IMF’nin, artık bu şarttan vazgeçmemesi gerektiğinin de son dönemde altını çizdim.
Doğan Grubu’na kesilen son vergi cezası ve onun da ötesinde "kaçakçılık" suçlaması, her kesimden tepki gördü, ulusal ve uluslararası meslek kuruluşlarının hemen hepsi, AKP hükümetinin "haber yazdığı için" bu grubu cezalandırdığını belirttiler.
Başbakan ise meydanlarda çıkıp, "rutin inceleme, bizle ilgisi yok" demeye çalıştı.
Ancak dün Başbakan Sabah Gazetesi’ne yaptığı IMF’nin şartlarına ilişkin açıklama ile kesilen vergi cezasında bir etkisinin bulunmadığı sözlerini de, bence tekzip etmiş oldu.
Başbakan, "Gelir İdaresi’ni özerk kurum haline getirmemizi istiyorlar. Böyle bir şey mümkün değil" diyor.
Çünkü Başbakan, Doğan Grubu gibi, kendisine biat etmeyen özel sektör kuruluşlarına karşı, vergi silahını elinde bulundurup, zamanı geldiğinde kullanmak, daha doğrusu zaten kullandığı bu silahı elinden bırakmak istemiyor.
Çünkü özerk bir gelir idaresi olursa, kendisinden ya da bakanından talimat almayacak. İllerdeki Vergi Dairesi Başkanlarını, partinin il başkanları atayamayacak. İl başkanlarından talimat alarak, siyaseten hedef gösterilen yerlerde yoğunlaşamayacaklar.
BU ŞARTLAR HALKIN LEHİNE
Dolayısıyla özerk bir Gelir İdaresi olursa, herkese adil davranan, siyasi olarak birilerini kayırmayan ya da siyasi ceza kesmeye çalışmayan, tamamen teknik kaygılarla hareket eden bir idare olacak. Hükümetin değil ülkenin, ekonominin menfaatine çalışacak.
Özetle; daha önce söylediğimiz şeyi tekrarlayalım; IMF’nin ileri sürdüğü şartlar, Başbakan’ın dediği gibi ülke menfaatlerine aykırı değil, tersine ülkenin menfaatinedir.
Bu şartlar olsa olsa, piyasa ekonomisinin kurumsallaşmasını istemeyen, ülkeyi padişah gibi yönetme amacı olan, kurallı piyasa ekonomisini dolayısıyla demokrasiyi içine sindirememiş, dogmatik iktidar partilerinin aleyhine olan şartlardır.
Başbakan IMF’nin şartlarını açıklayarak kamuoyunu ne kadar yanılttığını, aslında bu konuda söylediklerinin ne kadar yanlış olduğunu da, kendisi ortaya çıkarmış oldu.
Birincisi; bu şartlar kendisinin ileri sürdüğü gibi "son anda karşımıza çıkarılan" ya da ülke menfaatine aykırı şartlar değil. Söylediği üç şart da daha önce gündeme geldi, bir kısmı daha önce niyet mektuplarına da girdi. Örneğin belediyelere kaynak aktarımını artıran yasa, başından beri IMF’nin tepkisini çekiyor. 2008 Mayıs ayında stand-by anlaşması bitti, bu yasayı gündeme getirdiler, temmuz başında çıkardılar ve bu süreçte IMF hep karşı çıktı, iptal istedi.
Bu arada "bir öcü" olarak sunulan "nereden buldun" yasası da çarpıtılarak kamuoyuna yansıtılıyor. Bu yasanın ille bu isimde çıkarılması gerekmiyor ama kapsamlı bir gelir vergisi reformu isteniyor ve bu madde, reformun olmazsa olmaz ayaklarından biri. Başbakan’ın varlık barışı ile nereden buldun’un çeliştiği yönündeki açıklaması ise tümüyle yanlış. Mali milat gibi varlık barışı da, bu kapsamda kullanılacak argümanlardan biridir. Bir yerde çizgi çekip, gelir ve harcamaların sorgulanacağı, kayıtdışını samimi olarak kayda geçirecek reform lazım.
Bu şartlar halkın lehine, daha adil bir vergi sistemi ve idari yapı için şart olan unsurlar.
Yazının Devamını Oku 
24 Şubat 2009
MERKEZ Bankası geçen hafta çok riskli bir karar aldı. Küresel krizde yaşanan bir büyük dalga daha etkisini sürdürürken, Merkez Bankası yine sürpriz yaptı, 1.5 puanlık faiz indirimine gitti. Bu indirimin çok riskli bir karar olduğu, bence gün geçtikçe daha iyi anlaşılacak.
Merkez Bankası’nın kurlarla ilgili bir kaygısı bulunmadığı söylenebilir. Ancak kurlardaki aşırı artışın, sonunda ne kadar talep yetersiz olursa olsun, gelip enflasyonu vuracağının, bunun da ötesinde şirketleri çok zor durumda bırakacağının unutulmaması gerekir.
Şirketler kesimi zor duruma düştüğü zaman, bankaların batık kredileri artacak ve sonunda sağlamlığı ile övündüğümüz bankacılık sektörünü zora sokacak. Peki bu hemen mi olur derseniz, tabi ki değil. Ama ekonomi böyle bir şey, yavaş yavaş, birike birike sonunda belirli bir sıçramaya dönüşüveriyor. Bunu daha önce çok yaşadık...
Dövizdeki hareketin halkın tasarruf eğilimlerini değiştirme ihtimali, Merkez Bankası’nın son faiz kararıyla iyice artmış durumda. Son yüksek faiz indirimleriyle birlikte TL mevduat faizi şu anda yüzde 10.5’e inmiş durumda. Bu oran halkın TL mevduatta kalmasını caydıracak bir oran ve kurlardaki artış sürdüğü takdirde kimsenin şüphesi olmasın, insanlar yeniden dövize doğru kayacaklardır. İşte o zaman kurları tutmak sanıldığından çok daha zor olacak...
Bankacılar da, bu ihtimalden korkmaya başladılar. Bu indirim için bankacılar, Hazine kağıtları nedeniyle daha fazla kár yazdıkları için olumlu demeçler veriyorlar ama sonunda aklı başında bankacılar bu indirimin gelip kendilerini vuracağını biliyor.
Fortisbank’ın son raporunda şirketlerin döviz açık pozisyonunun 2007 yılında 27.5 milyar dolar arttıktan sonra, 2008 yılında da hız kesmediği ve 16.6 milyar dolar daha artarak 83.1 milyar dolara ulaştığı belirtiliyor. Gerçek kişilerin ise 2007 yılında kurların daha düşük seviyelerde seyretmesi ile döviz pozisyon fazlalarını 13 milyar dolar artırdıkları, 2008 yılında ise özellikle yılın ikinci yarısında pozisyon fazlalarını belirgin olarak azalttıkları belirtiliyor.
ŞİRKETLERİN RİSKİ BÜYÜYOR
Sonuç olarak, bireylerin ve şirketlerin döviz pozisyonlarının toplamı, 2007 yılında 14.4 milyar dolarlık gerilemeyle 1.5 milyar dolarlık, son derece düşük bir döviz fazlasına işaret ediliyor. 2008 yılının tamamında 26.4 milyar dolar daha gerilediği ve yılsonunda 24.8 milyar dolarlık son derece yüksek bir açığa işaret ettiğinin altı çiziliyor.
Bunların üzerine, Merkez Bankası ve bankaların (ÖFK dahil) döviz pozisyonları eklendiğinde Türkiye’nin toplam döviz pozisyon fazlasının, Ekim 2008’de 6.3 milyar dolara gerilediği belirtiliyor. Bu da toplam döviz fazlasının 2001 yılından beri en düşük seviyesine geldiğine işaret ediyor. ’Şirketlerin açık pozisyonu, artık bireylerin ve kamunun döviz fazlası ile ucu ucuna kapatılıyor’ saptaması yapılıyor.
Bankanın iktisatçıları, "son dönemde kamunun da dahil olduğu bütün sistemdeki döviz fazlasının belirgin bir düşüş eğilimine girmesinin, son çeyrekte bir miktar toparlanma olsa da, kurlardaki hareketlerin ekonomi üzerindeki etkisinin önceki yıllara göre çok daha keskin olabileceğini düşündürmektedir" değerlendirmesinde bulunuyorlar. "Bizce esas sorun, kısa vadede döviz likiditesine yönelik bir ödemeler dengesi probleminden çok, global likidite sorunlarının uzun süre zayıf seyretmesi ile reel sektörün orta-uzun vadeli görünümüne yönelik beklentilerin bozulmasıdır" denilen raporda, ekonomideki zayıflamayı, faizlerde agresif düşüşle dengeleme çabalarının da, kurlarda yükseliş yaşanması riskini artırdığı için, şirketler kesimi üzerinde ayrıca risk oluşturduğu belirtiliyor.
Görüldüğü gibi, belki bankaların Hazine bölümleri fazla kár yazdıkları için seviniyor ama iktisatçıları ileride yaşanacak tehlikelere, bu kararın tehlikeyi artırdığına işaret ediyor.
Özetle; Merkez Bankası çok riskli bir karar aldı, sonuçlarını hep birlikte yaşayacağız...
Yazının Devamını Oku 
23 Şubat 2009
IMF’nin şimdiye kadar Türkiye ile ilgili yaptığı hatalardan birini Vergi İdaresi ve vergi reformu oluşturuyor. IMF stand-by anlaşması yürütülen, küresel ekonominin en güzel günlerini yaşadığı dönemlerde, yani birkaç yıl önce, bu konulara yeterli özeni göstermedi. Her şey iyi gidiyordu, IMF’nin başarılı Türkiye örneği vardı ve gelen bu günler düşünülmedi. IMF en başında, vergi reformu yapılmasını, Gelir İdaresi’nin bağımsız kılınmasını istedi ama AKP Hükümeti bir şekilde bu talepleri savsakladı. Orasından burasından sanki reform yapıyormuş gibi gözüktüler ve sonunda sistemi daha da kötü hale getirdiler. IMF de hükümete ses çıkarmayarak bence en büyük hatalarından birini yaptı.
AKP Hükümeti meğerse bugünleri düşünerek Gelir İdaresi’ni bağımsız hale getirmemiş.
Halbuki o günlerde, Maliye Bakanlığı yönetiminde yapılan atamalar, küçük küçük başlayan uygulamalar zaten bugünün habercisi idi.
Bırakın IMF’yi, bizim işadamlarımız bile bu uygulamaları gördüler ama "Her derdimizi anlıyor" dedikleri Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın telkinleriyle, bunu önemsemediler.
Maliye Bakanı ve bürokratları, IMF’yi kandırmanın yolunu sihirli ’mali disiplin’ sözcüğünde bulup, hedefleri tutturup ’her şey iyi gidiyor’ havasını verdiler ve sistem kurulmasına dönük bu önlemleri savsaklatmayı, unutturmayı başardılar.
O dönem de söylüyorduk; mali disiplin kaliteli ve sistemli bir biçimde sağlanmıyordu. Maliye gelir eksiği olunca birilerini salma yapıyor hedefi tutturuyor, böylece bütçe rakamlarını tutturuyor gözüküyor, herkes aldanıyordu.
Şimdi yaşanan belediye harcamalarının devasa boyutlara ulaşması, KİT’lerin uzun süre yapılmayan zamlarla batık hale getirilmesi, kamu bankalarının kullanılması, kalem oyunlarıyla bütçe açıklarının gizlenmesi, o dönemde başlamıştı. Ama şimdi artık mızrak çuvala sığmaz hale geldi ve görünmeye başladı.
Vergi sisteminin adil olmadığını, dolaylı-dolaysız vergi sisteminin çarpıklığını görmeyen maliyeci var mı? Maliye’de siyasi baskı uygulandığını, denetimlere pekala siyasi kaygıların karıştığını, birilerinin yerinde kalabilmek ya da atanabilmek için politikacıların dediklerini, meslek namusuna aykırı da olsa yaptığını sanki Maliyeciler bilmiyorlar mı?
Kimse birbirini kandırmasın.
İŞADAMLARININ TÜMÜ GÖRÜYOR, BİLİYOR
Anlayış "günü kurtarmak" ve "hasımları ne yapıp edip altetmek" olunca tüm yollar mübah sayıldı. Aynı siyasette olduğu gibi ekonomide de "bizden olan" "onlardan" ayrımı yapıldı ve yerleşik sermayeye karşı savaşın bir aracı olarak, vergi kullanıldı.
Şimdi üzerine gidilmeyen, çeşitli yöntemlerle Hükümetle arasını iyi tutan sermaye de çok iyi biliyor ki; hiçbir zaman bu yönetim onları da kendilerinden saymayacak ve vakti geldiğinde vergiyi de kullanarak, kendisine de saldırılacak...
İdeolojik olarak AKP’ye yakın olmayıp, şu anda yönetimle bir yolla kurduğu dengenin ilelebet böyle süreceğini sanan saf bir işadamı var mı, bilmiyorum.
Ya da bu yönetimle ilkeli, adil bir vergi sistemi ve vergi işlemi yapılabileceğinin sanan.
Maliye yönetimindeki bazı kişiler Doğan Yayın Holding’e kesilen ceza için "Ne olacak haksızsa yargıdan döner" diyorlarmış. Bence haksız olduğunu çok iyi biliyorlar. Çünkü kendisine vergi uzmanı diyen kişi, böyle bir ceza ve yafta konulamayacağını çok iyi biliyor.
Benim de içinde bulunduğum grubun mali yöneticisi de zaten, "7 yıl başımızda demoklesin kılıcı gibi sallamak için" yaptıklarını açıkça söyledi.
Demokles’in kılıcı neden sallanır? Sürekli baskı altında tutmak için.
Bekir Abi’nin dediği gibi bu ceza patrona değil, bize, gazetecilere, bu mesleğe kesildi.
Onun da ötesinde demokrasiye, insanların özgür iradelerine karşı kesildi.
Yazının Devamını Oku 
21 Şubat 2009
PİYASA ekonomisi ile demokrasi arasındaki bağlantıya, ikisinin birbirinden ayrılmaz olduğuna ilişkin bu köşede sık sık görüşlerimi aktarma imkanı buldum. Piyasa ekonomisinde odak noktada olan birey ile demokraside odak noktada olan vatandaşın aynı kişi olduğunu, kurallı, kimseye ayrıcalık tanımayan, adil bir piyasa ekonomisi sisteminin kurulması gerektiğini, bunun aynı zamanda demokrasiye hizmet anlamına geleceğini çok yazdım.
Bu temel anlayış doğrultusunda yazdığım haber ve yorumlar nedeniyle, çok sayıda Başbakan ve bakanın yanısıra, siyasi davranan ya da yolsuzluğa bulaşmış bürokratlarla da sık sık karşı karşıya kaldım. Bunların çoğu kızdıkları, temel anlayış ve ilkeler çerçevesinde yazdığım bu yazılara; muhalefete düştüklerinde hak verdiklerini söylediler.
Aslında bu temel anlayış nedeniyle AB hedefini, daha doğrusu bu çağdaş AB standartlarını ve Hükümetler doğru yoldan saptıkları zamanlarda, IMF ile anlaşma yapılmasını savundum.
BÖYLE HÜKÜMET GÖRMEDİM
Belki daha önce de söyledim ama bu dönemde altını çizerek tekrar söylemek istiyorum ki; 25 yıllık gazetecilik hayatım boyunca bugünkü iktidar kadar piyasa ekonomisine aykırı işlem yapıp, demokrasiye bu kadar zarar vermiş bir Hükümet görmedim...
Benim de bir çalışanı olduğum Doğan Grubu’na şimdiye kadar çok sayıda haksızlık yapıldı, çok üstüne gelindi ama son "vergi salması" artık tüy dikti.
Tüy dikilen şey sadece Doğan Grubu’na haber ve yorum yazan gazetelere sahip olduğu için yapılan saldırının dozu değil, aynı zamanda piyasa ekonomisi, aynı zamanda demokrasi...
"Vergi salması" diyorum çünkü bunun normal bir vergi işlemi ya da denetimi olmadığı artık çok açık. Bu kararı savunmak için kameraların karşısına çıkan, Maliye Bakanlığı’nda gözü olan, eski Maliyeci Nurettin Canikli’nin bile açıklama yaparken dili sürçtü, "salınan vergi" dedi. Yani kendileri de bunun normal bir vergi işlemi olmadığını, "salma" olduğunu kabul ediyorlar. Nasıl kabul etmesinler ki; bu konuda tek bir uzman bile, böyle bir vergi işlemi olabileceğini, bunun normal vergi ahlakına uygun bir ceza olduğunu söyleyemiyor.
Medya üzerindeki baskının anlamı
AKP Hükümeti başından beri yerleşik sermaye üzerinde baskı uygularken, bir yandan da kendi sermayesini yaratmaya çalışıyor. Mevcut sermayeden sadece kendisine biat edenlerle, o da geçici süre olmak üzere, çalışırken, sadece kendisine bağlı sermaye oluşturmak istiyor.
Bu köşede daha önce yerel bazda, 300-500 adet satan yerel gazetelerin takip edildiğini, orada eleştirel sözleri çıkan yerel işadamlarına bile ertesi gün vergi memurlarının gittiğini, bu yönde yıllardır şikayet geldiğini yazmıştık. Bu nedenle küçük ve orta boy işletme sahipleri kesinlikle seslerini kıstılar, şikayetçi olmalarına rağmen bu korku nedeniyle seslerini çıkaramıyorlar.
Büyük sermaye de aynı şekilde "Hükümete eleştiri yapmak zorunda kalırım, başım belaya girer" diye, sadece ekonomik konulardaki sorulara bile yanıt vermediklerine çok şahit olduk.
Dünkü Referans Gazetesi’nde Doğan Grubu’na son vergi salma işine tepki veren işadamlarının tepkilerini gördünüz. Ama hiç biri isim veremiyor. O nedenle başlık, haklı olarak "korku cumhuriyeti" olarak konmuş. İsmini saklayarak konuşan işadamlarının kimliklerini bilseniz, AKP’ye ideolojik olarak yakın-uzak ayrımı olmadan, tepkinin nasıl yayıldığını bilirsiniz.
Çünkü aklı başında kimse Maliye’nin bu eyleminin "siyasi olmadığını" söyleyemiyor.
Normal işadamına siyasi olarak yapılan "vergi baskısı" piyasa ekonomisine de demokrasiye de aykırıdır. En hafifinden adil rekabete aykırıdır. Ancak gazete ve TV sahiplerine siyasi olarak "vergi baskısı" yapılıyorsa, durum çok daha vahim demektir.
Çünkü son örnekte gördüğümüz gibi; AKP Hükümeti, ayrımsız herkese karşı "kamuoyu denetimi" görevini yerine getirmeye çalışan gazetecileri susturmak istiyor.
Haber ve özgür yorum demokrasi için olmazsa olmaz şarttır. Çünkü bu haber ve yorumlar kanalıyla iktidarlar başta olmak üzere, toplumu, bireyleri etkileyen kesimlerin doğru ya da yanlış yaptıkları ortaya çıkar, halk karar verir, bir dahaki seçimde tercihini ona göre yapar.
O zaman neden açık; foyalar ortaya çıkmasın diye piyasa da demokrasi de hiçe sayılıyor...
Yazının Devamını Oku 
19 Şubat 2009
DOĞU Avrupa bankaları çöküyormuş, bu kriz Avusturya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine sıçramış, ABD’de yeni paketler açıklanıyor ama bir türlü piyasaları ikna edemiyormuş, tüm bunlar Türkiye’de de piyasaları altüst etmiş, ne gam... Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, bir haftalığına yanına eşini de alarak, yarın Avustralya’ya gidiyormuş...
Küresel krizde yaşanan yeni dalga bir süre daha devam edeceğe benziyor. Bu kez sadece hisse senedi borsalarındaki kötüleşme ile sınırlı kalmadı, kurların ciddi biçimde yükseldiğini, faizlerin etkilendiğini gördük. Bu eğilim belli ki bir süre daha devam edecek...
Ama olsun... Böylesine bir dönemde uzun bir Avustralya seyahati, çok çalışan ve sorunlardan bunalmış olan Mehmet Şimşek’e ve eşine, mutlaka iyi gelecektir.
BELİRLEYİCİ KONUMDA DEĞİL
Keşke "IMF ile anlaşmadan da sorumlu olan Bakan Şimşek, iyi bir anlaşma yapıp piyasaları da rahatlattı, artık bir tatili hak etmişti" diyebilseydik...
Aslında Şimşek’in belli ki IMF ile anlaşma konusunda belirleyici bir konumu da bulunmuyor. Belli ki IMF kararını bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan belirliyor. Ama olsun Başbakan Tayyip Erdoğan da iktisat okumuş, nasıl olsa...
Şimşek’in asıl görevi IMF ile anlaşma yapmak değil de, IMF konusunda dönem dönem, nabza göre demeç vermek gibi geliyor bana.
Farkında mısınız; piyasalar karışık değilse, kurlar düşük, hisse senetleri fiyatları artışta ise o zaman IMF’e karşı en sert demeçler veriliyor. Bir yandan Şimşek, zehir zemberek sözler ederken, öte yandan Başbakan sık sık çıkıp, "Biz eski hükümetler gibi değiliz, ne olursa olsun anlaşma imzalayacak değiliz, işimize gelmezse imzalamayız" diyor.
Ama piyasalar kötüleştiyse, kurlar yukarı gidiyor, hisse senedi piyasaları çökmeye başlamışsa o zaman Başbakan "görüşmeler fena değil" demeci veriyor. Ardından da Şimşek devreye girip, aslında IMF’in ne kadar önemli bir kuruluş olduğunu, bizim üyesi bulunduğumuz bir kuruluş olduğunu, ilişkilerimizin her zaman iyi olduğunu söyleyiveriyor.
PİYASA DOSTU HÜKÜMET(!)
Dün de yine böyle bir gündü. Piyasalar çok kötüydü, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’ten beklediğimiz gibi bir açıklama geldi.
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, dün "OECD Sağlık Sistemleri İncelemesi-Türkiye" tanıtım toplantısına girişi sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlamış. IMF ile ilişkiler konusunda gelinen noktaya ilişkin bilgi verirken, "Biz, IMF tarafından daha önce gündeme getirdiğimiz hususlar konusunda yeni bir perspektif bekliyoruz" demiş.
IMF ile anlaşmanın seçimlerden sonraya mı kalacağına ilişkin soru üzerine Şimşek, "Biz IMF tarafından daha önce gündeme getirdiğimiz hususlar konusunda yeni bir perspektif bekliyoruz. Bize en azından görüşlerini ifade etmelerini bekliyoruz. O da muhtemelen birkaç gün içinde görüşülür" karşılığını vermiş.
Gördüğünüz gibi, bu iş artık komik bir hál aldı...
Hazine’den sorumlu bir Bakanın işlevi ne hale geldi, gördünüz mü?
Bence Bakan Şimşek’in sözleri zaten artık o kadar önemli olmayabilir ama açıkçası, Bakan nedeniyle, yıllarca verilen emekle ekonomi bürokrasisinin en kaliteli kuruluşlarından biri haline getirilen Hazine Müsteşarlığı’nın düşürüldüğü bu durum içimi acıtıyor...
Başta Müsteşar İbrahim Çanakçı olmak üzere, bu kurumda hálá canla başla çalışan yetkin uzmanlar, bence, bu durumu hiç hak etmiyorlar.
Bırakın IMF ile anlaşma imzalamayı, yılbaşında uygulamaya giren ama ilk ayda komik hale gelen ekonomik hedefleri bile revize etmeyi beceremeyen bir siyasi irade ile karşı karşıyayız. Kimse bu hükümetin piyasa dostu olduğunu söylemesin. Dost böyleyse düşman nasıl olur?
Yazının Devamını Oku 
17 Şubat 2009
DÜN, uluslararası piyasada Türkiye’nin risk algılamasının diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha hızlı arttığını yazmıştım. Bunun nedeninin de hükümetin uzun süredir görüşmesine rağmen IMF ile bir türlü anlaşma yapmaması, bunun dışında somut bir önlem almaması ve Başbakan’ın kısa sürede küresel krizin biteceğini sanması olduğunu anlatmıştım. Aynı şekilde düşük büyümenin sorumlusunun da bu süreci iyi yönetemeyen hükümet olduğunu artık herkesin görmesi gerek...
Dün açıklanan işsizlik verileri, hükümetin başından beri sandığının aksine, küresel krizin Türkiye’ye etkisinin ne kadar büyük olduğunun açık bir kanıtı. Artış bekleniyordu ama bu kadarını kimse beklemiyordu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) açıklamasına göre işsizlik oranı, kasım ayında geçen yılın aynı ayına göre 2.2 puan artış göstererek, yüzde 12.3’e yükseldi. Bu oran 2003 yılı birinci çeyrek sonrası görülen en yüksek rakam anlamına geliyor. Yani 2001 krizinin etkisinin en derin hissedildiği dönemden sonraki en yüksek oran.
Geçen yıla göre işsiz sayısı 645 bin kişi artarak 2008 Kasım ayı itibariyle 3 milyon kişiye yükseldi. Yani işsiz kalan kişi sayısı yüzde 27.4 artmış oldu.
İşsizlik oranı ve tarım dışı işsizlik oranları, mevsimsel etkilerden arındırıldığında, 2005 yılından itibaren en hızlı bozulmanın ortaya çıktığını gösteriyor. Sanayi sektöründe istihdam edilenlerin sayısı kasım ayında da azalırken; düşüşün iyice hız kazandığı görülüyor. Yanı sıra kasım ayında inşaat sektöründe istihdam sayısındaki azalmanın yavaşladığı ama devam ettiği gözlenirken, mali kurumların içinde olduğu grupta istihdamın yüzde 10.1 ile yüksek artış göstermesi, hizmet sektöründe istihdamı artıran itici güç olmaya devam etti.
Görüldüğü gibi; 2001 krizinin etkilerinin görüldüğü döneme geri döndük. İşin kötüsü; henüz bu kötü gidişin en iyimser tahminle ortasında bulunuyoruz. Yani üretimdeki gerileme de işsizlik oranlarındaki artış da önümüzdeki dönemde hız kazanarak devam edecek.
Buna karşılık hükümet ne yapıyor derseniz; hiç... Sadece seyrediyor...
AKP’Lİ İŞADAMLARI DA İSYANDA
Hükümetin harekete geçmemesi, krizi ve etkilerini sadece seyretmesi, sonunda AKP’li olarak bilinen, muhafazakar kimlikleriyle öne çıkan işadamlarını da isyan ettirdi. Dünkü Referans Gazetesi’nde Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak’ın Jale Özgentürk’le söyleşisi yayımlandı. Boydak, hükümetin krizi algılamakta yetersiz kaldığını, iş dünyası olarak iç siyasetteki sert tartışmalardan rahatsız olduklarını söylüyor. Boydak’ın 38 ülkenin kriz için önlem almasına rağmen hükümetin önlem almadığını; Türkiye’nin öngörülebilir olmaktan çıktığını, Arap ülkelerinde para filan olmadığını, ama yine de kaynak gelecekse bile Türkiye’nin istikrarı ve öngörülebilir bir ülke olması gerektiğini ifade etmesi çok çarpıcı.
Bu sözleri artık "kendilerinden" saydıkları işadamları da söylüyor ama hálá hareket yok.
Özetle; hükümet maalesef, küresel krizi başından beri hiç anlamadı, etkilerini de çok küçümsedi ve bu nedenle hiçbir şey yapmadı. Elinde olan, artık hazır hale gelmiş IMF anlaşmasını bile heba etti. Yani bir yönetimin en başta becermesi gereken unsuru, güveni sağlayabilmiş değil. Aksine gün geçtikçe, tavırlarıyla güvensizliği artırmaya devam ediyor.
Hálá Başbakan çıkmış, "Ülkenin aleyhine olan anlaşmaya imza atmayız" diyor.
IMF’nin ileri sürdüğü şartlar artık sır da değil; ülkenin menfaatine de aykırı değil. Aynı zamanda geniş halk kesimlerinin, üretim sektörünün, finans sektörünün menfaatlerine de aykırı değil. Ekonomik istikrarı kalıcı biçimde sağlamak için ileri sürülen şartlar, bunlar.
Çok açık görülüyor ki; Başbakan’ın söylediği ülke menfaati aslında AKP’nin menfaati...
Vergi reformu da, gelir idaresinin bağımsız olması da yolsuzlukları önlemek, kayıtdışını kayıt altına almak, vergi toplarken siyasi baskıları önlemek için bir temel şart. Böyle bir şart, ancak ekonomik çıkar güden tarikat örgütlenmesinin menfaatlerine aykırı olabilir...
Yazının Devamını Oku 
16 Şubat 2009
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz hafta da, IMF’yle ilgili çelişkili açıklamalarını devam ettirdi. Bir açıklamasında epeyce ileri gidip, "IMF’yle ekimde anlaşma yapsaydık şimdi çok daha kötü durumda olurduk" dedi. Yani "İyi ki zamanında IMF ile anlaşma yapmamışız" demeye getiriyor.
Hafta sonunda yayımlanan bir bankanın iktisat raporundan bir bölümü size de aynen aktarıyorum, bakın işler nasıl değişiyor:
"Hafta içinde Fitch Ukrayna’nın kredi notunu B+’dan B seviyesine düşürdü. Fitch açıklamasında finansal sistemde artan stres kaynaklı olarak bankacılık ve kur krizi riskine değinirken; IMF programının uygulamasındaki başarıya ilişkin risklerden de bahsetti. Ayrıca Güney Afrika’nın kredi notunun düşürülebileceğine ilişkin haberler gelişmekte olan ülke kurlarının değer kaybetmesine neden oldu. Yükselen piyasa ekonomileri para birimlerindeki oynaklık, G7 ülkeleri para birimlerinden daha çok artış gösterdi.
Bir ay öncesine göre Şubat ayı ortasında ABD para tabanı 218 milyar dolar azaldı.
Türkiye’de sermaye piyasası endeksinin geçen haftaya göre düşüş göstermesine rağmen, yükselen piyasa ekonomilerinde sermaye piyasaları sınırlı yükselmeye devam etti. Tüm dünya sermaye piyasalarındaki kayıp ise sürüyor.
Gelişmekte olan ülkelerin risk primi (EMBI+ spread) artmaya devam ediyor. Genel EMBI+ spread 5 Şubat’a göre 12 Şubat itibariyle yüzde 5.1 artış gösterdi. Bu dönemde takip ettiğimiz ülkeler içinde en hızlı risk primi artışı yüzde 13.1 ile Türkiye’de gerçekleşti. En sınırlı artış ise yüzde 3.6 ile Güney Afrika’da oldu."
Özetle denilmek istenen şu ki; tüm gelişmekte olan ülkelerin paraları değer yitiriyor, çıkardığı kağıtların değeri azalıyor, riskleri büyüyor. Ancak Türkiye diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla artık krizden daha fazla etkileniyor, riski diğerlerinden daha hızlı yükseliyor.
Bu da gelişmekte olan ülkelerin ihtiyacı olan yabancı sermayeyi çekmekte Türkiye’nin alt sıralara düşmesi, daha az kaynak bulması anlamına geliyor.
BAŞBAKAN KRİZİN BİRKAÇ AYA BİTECEĞİNİ SANIYOR
Peki, Türkiye’nin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha kötü görünmesinin nedeni ne?
Herhalde, başta IMF anlaşmasının gecikmesi olduğunu, artık herkes kabul ediyordur.
Yani Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in dediği gibi, "Ekim’de IMF ile anlaşma imzalasaydık şimdi daha kötü durumda olurduk" sözü tümüyle yanlış. Tersine, eğer şimdiye kadar IMF anlaşması imzalanmış olsaydı, Türkiye’nin riski diğerlerine oranla daha fazla büyümeyecekti.
Zaten hep dediğimiz de buydu; Türkiye IMF anlaşması yapınca işleri tümüyle halletmiş olmuyor ama en azından diğer gelişmekte olan ülkelerin arkasında kalmaz, ihtiyaç duyduğu yabancı kaynağı, en azından rakipleri kadar çekme imkanı olur. Bu da büyümenizin daha yüksek, işsizliğinizin daha az olması anlamına gelir...
Başbakanın da, Bakanın da arada söylediği gibi, bizim kendi yağımızla kavrulabileceğimiz, dışarıdan kaynak gelmese de belirli bir büyümeyle yolumuza devam edebileceğimiz, kendi tasarruflarımızla ülkeyi düze çıkaracağımız gibi sözler, içi boş, hamasi sözler..
Durumun böyle olmadığını, IMF ile anlaşma imzalayıp yabancı kaynağı ülkeye çekmedikten sonra 2009 yılında ekonominin en az yüzde 4-5 küçüleceğini onlar da çok iyi biliyorlar..
Siz bakmayın IMF’ye karşı da "Hamas edebiyatı" yaptıklarına... Bu iş hamasi sözlerle, delikanlılıkla politika yapmaya benzemez, "en azından aritmetik bilmek" gerekir..
Son TÜSİAD toplantısından sonra anlıyoruz ki; Başbakanın seçime kadar anlaşmaya niyeti olmadığı gibi, birkaç aya kadar da krizin biteceğini sanıyor. Yani bir süredir söylediğimiz gibi; seçimden sonra da büyük bir kaza olmazsa, anlaşma imzalamaya niyeti yok.
"Bana 6 ay sürer dediler, bunun iki ayı geçti, en fazla 4 ay kaldı, sıkın dişinizi" diyormuş...
Küresel kriz bittiğinde, hiçbir şey yapmazsak, bizde kriz etkisinin süreceğini de görmüyorlar.
Dişler nereye kadar dayanacak, dişlerle sınırlı kalacak mı, hep birlikte göreceğiz...
Yazının Devamını Oku 