Erdal Sağlam

IMF anlaşmasındaki karmaşa

14 Mart 2009
SON iki gündür IMF ile anlaşma konusunda yeniden bir hareketlilik yaşıyoruz. Önceki gün Devlet Bakanı Mehmet Şimşek CNN Türk’te Yavuz Oğhan’ın konuğu oldu ve IMF’nin, özellikle Gelir İdaresi’yle ilgili eski isteğine yeni bir esneklik getirdiğini söyledi. Şimşek, çapraz sorgulama denilen, nereden buldun diye kamuoyuna malolan vergi reformuyla ilgili istekte ise bir değişiklik olmadığını söyledi.

Daha sonra IMF sözcüsü Washington’daki rutin toplantısında, Türkiye’ye yeni bir öneriyle gidildiğini, yakından görüşmelerin yeniden başlayabileceğini, görüşmelerin yeniden başlaması için Türkiye’den davet beklediklerini söyledi.

IMF İLE NE OLUYOR

Bunun üzerine piyasalarda müthiş bir canlılık yaşandı.

Piyasalar, ölmüş gibi gözüken IMF anlaşmasının yeniden alevlenmesine çok sevindi. Bu canlılık dün de devam etti, uluslararası piyasadaki olumlu gelişme ile birleşince, içeride müthiş bir hava yakalandı ve son iki günde kurlar hızla aşağı geldi, borsa yeniden yükselişe geçti, hacim çok büyüdü, faizler önemli oranlarda düştü.

Peki, IMF ile ne oluyor, anlaşma için ciddi bir umut besleyebilir miyiz?

Dün Başbakan Tayyip Erdoğan, hızlı trenle Eskişehir’e giderken gazetecilerin sorularını yanıtladı ve "kendisine ve arkadaşlarına IMF’nin yeni teklifinin ulaşmadığını" söyledi.

Bu arada Başbakan, yatırımları durdurmayacaklarını, olağanüstü bir durum olmadıktan sonra vergi artışına gitmeyeceklerini de söylemiş.

Önceki gün CNN Türk’teki sohbetinden sonra bir grup gazeteciyle birlikte olan Mehmet Şimşek’in görüşlerini ise dünkü Referans Gazetesi’nde Eyüp Can’dan öğrendik. Eyüp Can, IMF ile anlaşma konusunda, kendisinin izleniminin öyle umutlu olunmasını gerektirmediğini söylüyor. Yani hükümetin bu konuya sıcak baktığının söylenemeyeceğini kaydediyor.

UMUTLANMAK İÇİN ERKEN

Benim de yapılan bu açıklamalardan ve Ankara’da özellikle siyasilerle yaptığım temaslardan edindiğim izlenim o ki; hükümet, IMF ile anlaşma konusunda, hálá çok da niyetli gözükmüyor. Daha doğrusu bakanlar, bürokratlar bu anlaşmanın biran önce yapılmasını istiyorlar. Aslında bir süredir görüşleri bu yönde ama Başbakan Tayyip Erdoğan’dan bir türlü olur alamıyorlar.

Yine, IMF ile anlaşmanın olması gerektiğini, seçimden sonra hemen imzalamak gerektiğini, aksi takdirde özellikle ekonomideki küçülmenin önemli boyutlara ulaşacağını düşünüyorlar. Ancak yine de başbakanın tavrını kestiremedikleri için, "anlaşma yapılacak" diyemiyorlar.

İşte başbakanın bu tavrı nedeniyle, onlar da anlaşma konusunda çok umutlu görünmüyorlar.

Buna karşılık sanki IMF’in bu işi çok istermiş havası vermekten çekinmeden, yeni teklifler yaptığı gözleniyor. Hatta IMF’in bu girişimi AKP’ye yakın medya tarafından "Başbakan bastırdı, IMF taviz verdi" diye nitelendirilebiliyor.

G-20 Mİ BASTIRIYOR

Bir bankacı ile konuştuğumda IMF’nin bu tavrını da hatırlatarak. "Acaba hükümet istemiyor ama özellikle G-20 mi, anlaşma konusunda bastırıyor?" diye soruyordu.

Aslında olabilir. Artık küresel bir sistemde, Türkiye’nin zora girmesi demek önce diğer gelişmekte olan ülkelere, sonuçta da tüm sisteme olumsuz etki yapması demek...

İşte bu nedenle G-20 toplantılarında böyle bir istek Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e iletilebilir.

Bence, IMF’in bu iki yapısal tedbirde anlaşma olsa bile, son üç ayda çok bozulan makro dengelerin düzeltilmesi için, mutlaka ek mali tedbir talebi olacaktır. İşte bu taleplerin, sürekli seçim düşünen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın itirazlarına takılma ihtimali yüksek.

"Davos Fatihi" Başbakanımızın, G-20’den de talep gelse, yine reddetme ihtimali, bence var..

Özetle IMF ile anlaşma konusunda umutlanmak için henüz erken...
Yazının Devamını Oku

Kısa çalışma ödeneği uygulaması çalışmıyor

12 Mart 2009
DAHA geçen hafta işletmelerinden birini kapatmak zorunda kalan bir işadamı ile konuştuğumda, hükümetin getirdiği kısa çalışma ödeneği uygulamasının pratikte pek çalışmadığını öğrendim. İşadamı işçilerine kısa çalışma ödeneğinden faydalanmayı önerdiğini, bir-kaç ay sonra işler düzelirse bir kayıplarının olmayacağını söylediğini anlatırken, işçilerden hiçbirisinin bu öneriyi kabul etmediğini söyledi.

Her şeyden önce kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için başvuru yaptıktan sonra, bu ödeneğin uygulamaya sokulmasının 2 ay civarında bir süre aldığını hatırlatan işadamı, hiçbir işçinin bu kadar beklemeye tahammülü olmadığını söyledi.

İşçilerin bunun yerine "Siz bizim kıdem tazminatımızı verin, biz de borçlarımızı kapatalım" dediğini kaydeden işadamı, "Dolayısıyla borçlarını ödemek için birikmiş kıdem tazminatlarını alıp hemen ardından işsizlik ödeneği başvurusunda bulunmayı tercih ediyorlar" şeklinde konuştu. Böylece işten çıkarılacak işçilerin kıdem tazminatının ardından en az 6 ay daha işsizlik ödeneği alarak, zaman kazanmayı tercih ettikleri ortaya çıkıyor.

Aynı işadamı, bulunduğu bölgede yılbaşından buyana onbinlerce kişinin işten çıkarıldığını ama kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için başvuru yapan işletme olduğunu bilmediğini, en azından kendisinin böyle bir işletme duymadığını söyledi.

Bu sıkıntıyı bir bakana ilettiğimde ise, kendilerinin işlemlerin 2 ay gibi uzun bir süre aldığını bilmediklerini, ayrıca yapılan değişiklikle kısa çalışma ödeneği ardından işletme kapatılırsa aynı işçinin işsizlik ödeneğinden faydalanma yolunun da açıldığını kaydetti.

Belli ki işlemler uzun sürdüğü için, belki de uygulama iyi anlatılamadığı için kısa çalışma ödeneği uygulaması yeterince işlemiyor. Tabii ki, bu avantajlar bilinse bile, işçilerin krizi de düşünüp bir an önce borçlarını ödemek için hemen çıkarılmak istedikleri ortada...

Dün ajanslardan gelen bir haberde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in, 18 Şubat 2009 tarihine kadar kısa çalışma ödeneğinden 5 bin 614 kişinin yararlandığını söylediği yazıyordu. MHP Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in yazılı soru önergesini yanıtlayan Çelik, 18 Şubat’ta kadar, 1101 işverenin kısa çalışma ödeneği için başvuruda bulunduğunu, bu kapsamda 5 bin 614 kişinin kısa çalışma ödeneğinden yararlandığını ifade eden Çelik bu kapsamda 909 bin 479 lira ödendiğini söylemiş.

Aslında bakanın bu açıklaması bile, kısa çalışma ödeneğinin uygulamada pek rağbet görmediğinin, bence açık bir kanıtı. Çünkü bu uygulamanın başlamasından sonra 18 Şubat’a kadar geçen sürede, işsiz kalan sayısı bu rakamın kat be kat üstünde olduğunu biliniyor.

Paketler güven veremiyor

BAŞINDAN beri, hükümetin ne yapacaksa bir an önce yapması gerektiğini, sunumun önemli olduğunu, kapsamlı, herkese güven verecek bir paket açıklanması gerektiğini söylüyoruz.

Dün Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren NTV’ye yaptığı açıklamada, bir paketin yakında açıklanacağını, başka bir paket üzerinde de çalışıldığını söylemiş. Bence bu parça parça alınan tedbirlerin, zaman içinde yapılan açıklamaların piyasalarda olumlu etkisi çok az oluyor.

Aslında şunu tekrarlamakta yarar var: Artık bu tür tedbir açıklamalarının piyasalara etki etmesi çok zor. Bundan sonra güven vermenin tek yolu, bence IMF ile anlaşma yapılıp, bunun kamuoyuna açıklanması.

Unutmayalım ki; geciktikçe fatura büyüyor, dolayısıyla Türkiye’nin duyduğu kaynak ihtiyacı da büyüyor. 3 ay önce 25-30 milyar dolarlık kaynak öngören bir anlaşma ekonomide güven sağlamak için yeterliydi. Ancak şimdi aynı güveni sağlamak için bence en azından 50 milyar dolarlık kaynak gerekiyor.

Ekonomideki tahribatın, duyulan kaynak ihtiyacının zaman geçtikçe büyüdüğü ortada.

Acaba hükümet, seçim için ülkeye insanlara neler kaybettirdiğinin farkında mı?
Yazının Devamını Oku

Merkez, ’döviz satacağım’ dedi, piyasa pek takmadı

10 Mart 2009
BEKLEDİĞİMİZ oldu ve kurlar yükseldikçe Merkez Bankası’na "kura müdahale et" baskısı artmaya başladı. Merkez Bankası da bu baskılar karşısında, çabuk pes edip, bugünden itibaren günde 50 milyon dolarlık döviz satış ihalelerine başlayacağını açıkladı. Merkez Bankası, ihale açıklamasının yanısıra gerek gördüğü takdirde "dövize doğrudan müdahale" edeceğini de açıkladı. Bence ihale açıklaması yaparken, açıklama etkisini artırmak için, doğrudan müdahale için de bu sözü etmesi gerekiyordu ama bu doğrudan müdahalelere hemen başlayacağı anlamına gelmemeli.

Peki, Merkez Bankası ihaleyle döviz satışına başlayacağını açıkladıktan sonra piyasaların tavrı ne oldu?

Açıkca söylemek gerekir ki; piyasa bu açıklamayı pek takmadı.

Yani döviz talebi o kadar büyük ve kurların yukarı doğru gideceği beklentisi o kadar yüksek ki; Merkez Bankası’nın açıklaması önemli bir etki yaratmadı.

"Böyle bir ortamda Merkez Bankası kura doğrudan müdahale ederse ne olur?" sorusunun yanıtı da piyasaların bu tepkisinde yatıyor. Piyasa bu tavrıyla Merkez Bankası kura müdahale etse bile yukarı seyrin devam edeceğini gösterdi. Başka bir deyişle piyasalar bu tavırlarıyla Merkez Bankası’na "boşuna müdahale edip rezervleri eritme, müdahale etsen de bu trendi geri çeviremezsin" demeye çalışıyor.

Çünkü yabancılar çıkışa devam ediyor. Borsada uzun zamandır ilk kez yerli yatırımcıların payı yabancıları geçti, hazine kağıtlarında da çözülme var. Kısacası yabancılar çıkmakta kararlı ve zararına bakmadan çıkıp gidecekler, o belli oldu. Buna karşılık yerli yatırımcılar da ilk kez bu seviyelere gelinmesine rağmen elindeki dövizi satmıyor.

Tam tersine, döviz borcu olanlar, çok daha yükseleceği beklentisiyle, bu seviyelerden de olsa dövizi alıp kenara koymak istiyor, yani yerliler de bu fiyatlardan döviz talep ediyor.

Şu sıralar devletin önemli bir döviz ödemesi de bulunmuyor. Düşünsenize, ayın 20’si gibi, örneğin bir de Botaş’ın döviz talebi geldiğinde ne olacak?

KÖTÜ YÖNETİM = KUR YUKARI, ÜRETİM DİBE

Demek istediğim o ki; küresel kriz sürdüğü müddetçe, tüm gelişmekte olan ülkelerden yabancı sermaye çekildikçe, kurlar doğrudan müdahale ile de pek durdurulamaz.

Tüm para cinsleri dolara karşı değer kaybediyor ama TL’nin değer kaybı daha fazla.

Bu da gösteriyor ki; kurları durdurmanın, doların TL karşısındaki aşırı değer kazancını önlemenin tek yolu, ekonominin yeni bir çıpaya kavuşması. Yani IMF ile yarın anlaşma imzalanacağını söylerseniz, kurların aşırı yükselişini ancak önleyebilirsiniz. Aksi takdirde güven vermek, dolayısıyla kuru durdurmak çok zor.

Kurları yukarı doğru giderken, üretim de dibe iniyor...

Türkiye’nin sanayi üretimi Ocak ayında, 2008 yılının aynı ayına kıyasla yüzde 21.3 oranında azaldı. Verilere bakıp sanayicileri dinlediğinizde, üretimdeki daralmanın daha da keskinleşeceği beklentisinin çok yüksek olduğunu görüyorsunuz..

Tek başına enerji tüketimindeki daralmayı izlediğinizde bile, Şubat ayında Ocak ayına göre üretim daralmasının çok daha hızlanacağını da açıkca gözüküyor.

Üretimdeki bu kadar yüksek oranlardaki daralmanın nedeni de Türkiye ekonomisinin çıpadan yoksun olması, yöneticilere olan güvenin kaybolması. Yani eğer IMF ile bir anlaşma yapılmış olsa idi, küresel krizin bu yeni safhasına IMF anlaşması ile birlikte girilmiş olsaydı, ne kurlar bu kadar aşırı hızlı artacaktı, ne de üretim bu kadar yüksek oranlarda gerileyecekti.

Bugünlerde yaşadığımız bu gelişmelerin, güvenin iyice kaybolup, karamsarlığın artmasının, bu kadar çok insanın işsiz kalmasının nedeni belli: Kötü yönetim.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası’na döviz müdahalesi baskısı artacak

9 Mart 2009
DOLAR kuru geçen hafta 1.80 sınırına dayandı, geri döndü. Aslında geri döndüğünü söylemek için bence henüz erken. Bu hafta piyasalardaki dalgalanmanın devam etmesi beklenirken, kurların tekrar yukarı doğru gitmeyeceğinin garantisi de yok. Hafta sonunda kurların bu kadar yükselmesi üzerine Merkez Bankası’nın kurlara müdahalesi konuşulmaya başladı. "Bu dalgalı kurdur yukarı da gider, aşağı da." diyenlerin kurlar biraz daha çıkmaya başladığında ne diyeceğini merak ediyorum.

Daha önce, Merkez Bankası’nın faiz kararları için, bazı piyasa oyuncularının da dillendirdiği ama asıl olarak Hükümetten gelen bir baskı vardı. Bir seçim öncesinde Merkez Bankası’nın faizleri indirmesi için yoğun bir baskı uyguladılar.Merkez Bankası son aylarda ciddi faiz indirimlerine gidince, Merkez Bankası’nı alkışlayıp "Geç oldu ama anladı" demeye başladılar.

Şimdi aynı kişilerin kurlardaki yukarı gidişi önlemek için Merkez Bankası’nın kurlara müdahale etmesi gerektiğini söyleyeceklerinden eminim. Yurtdışından kaynaklanan bir hareket olduğunu bile bile, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin bazılarının yüksek döviz rezervlerini eritmelerine rağmen kurlardaki artışı engelleyemediklerini, yani rezerv kaybetmekle kalındığını bile bile, bu koroya katılanlar da olacaktır.

Bizim de içinde bulunduğumuz bazı kişiler, "Faiz indirimleri hızlı oluyor, dışarısı kötü, bunun kurlar üzerinde ciddi artış etkisi olacaktır" dediklerinde, bizim faiz indirimlerine karşı olduğumuz, ranta dayalı ekonomik düzeni devam ettirmek istediğimiz söylendi. Halbuki bankaların, yani rantı asıl alacak kesimin bu faiz indirimlerini istediğini ama buna rağmen bu kadar hızlı gidilmemesini savunmuştuk ama yine onlar ranta karşı, bizler de yine rantcı olduk.

Şimdi de döviz satışları yaparak Merkez Bankası’ndan kura müdahale etmesi istenecek. Hem de bunların bir bölümü, yıllardır ihracatçı için kurların artmasını isteyenler olacak. Kurlarda önemli olanın istikrar olduğunu, dalgalı kurda istikrar için mali disiplinin korunması, gerekli tedbirlerin zamanında alınması gerektiğini, IMF ile anlaşma yapmakta çok geç kaldığımızı, her anlamda faturanın büyüdüğünü söylemiştik ama.

Olduk olmadık her yerde "millet iradesi" diyenler, bunu popülizm ve ucuzculukları için bahane edenler, kötü yönetimleri sonucu büyüyen fatura millete çıktığında ne diyecekler?

Babacan’ın Clinton’a ’kriz önlemi’ yanıtı neydi acaba

ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, çok az bir süre Ankara’da kaldı ama yaptıkları, söyledikleri epey bir süre daha konuşulacak kadar önemli bir ziyaret yaptı diyebiliriz.

Bence ABD’nin "ılımlı İslam" söyleminden vazgeçmesi, Başbakana "özgür basın demokrasi için şart" yanıtı verilmesi, ziyaretin önemli yanlarından bazıları idi.

Bu arada Clinton’n Dışışleri Bakanı Ali Babacan’la ekonomik kriz sohbeti yaptığını da duyduk. Ancak Babacan "Biz iyiyiz" dediğinde, Clinton’un "aldığımız önlemleri" sorması üzerine Babacan’ın ne yanıt verdiğini gazetelerden okuyamadık.

Büyük ihtimalle bizimkiler Babacan’ın bu yanıtını gazetelere sızdırmayacaklardır.

Bir düşünsenize; Babacan ne yanıt verebilir ki.

"Biz seçime kitlendik, IMF ile uzun zamandır her şey hazırdı ama onunla anlaşma bile imzalamadık, sadece seyrediyoruz" diyecek hali yok herhalde.

Ya da "Sadece Merkez Bankası 2 puan karşılık indirdi, BDDK kredi şartlarını biraz yumuşattı, bunlar bize yetti, krizi bu önlemlerle hallettik" diyebilir mi?

Ya da gerçekçi olup, "Bizim krizden az etkilenmemizin tek nedeni 2001 krizinden sonra bankacılık sektörünü konsolide edip, mali yapılarını sağlamlaştırmak" diyebilir. Ama bunun hemen ardından "Bunu da biz yapmadık bizden önceki koalisyon hükümeti döneminde bu zor kararlar alındı, adamlar ülke için gereken bu kararları aldılar ve seçim sandığına gömüldüler, biz de o zaman yapılanların nemasını yiyoruz" demesi gerekir ki, herhalde en azından Başbakandan fırça yemeyi göze alamayacağı için, bunları da söylememiştir.

Gerçekten, Babacan’ın "kriz için aldığımız önlemler" yanıtını çok merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Vatandaş 1.80’den dolar satmıyorsa

7 Mart 2009
HERKES birbirine "bu kurlar nereye kadar gider" diye soruyor. Televizyonlarda, gazetelerde bir çok uzman da bu sorunun yanıtını bulmaya çalışıyor. Herkesin kendine göre bir tahmini olabiliyor ama tahmin yapanlar da bu işin tam olarak kestirilemeyeceğini iyi biliyorlar. Dün bu soruyu yönelttiğim bankacılardan biri, bence en iyi yanıtlardan birini verdi. Bankacı, "Halkımız 1.80’den dolar satmıyor, gerisini sen düşün" dedi.

Dün dolar kuru 1.80 civarında dolaşırken, halkın döviz bozdurma konusunda çok çekimser davrandığı yani çok az sayıda vatandaşın dolar bozdurduğu belirtiliyor. Halbuki bundan önce yapılan yorumlarda dolar kuru 1.75’lere geldiğinde halkın döviz bozduracağı, dolayısıyla yukarı çıkışın bu yolla dengelenebileceği söyleniyordu.

Ama beklenti o kadar yüksek ki, 1.80’e çıkmış fiyatlara rağmen insanlar ellerindeki doları bozdurmuyorlar. Niye diye sorduğumda aynı bankacı "Sen, ben kurların çıkmaya devam edeceğini biliyoruz da halk bilmiyor mu" diye başka bir soruyla yanıt verdi.

Özetle; kurlardaki artış beklentisi bu seviyelere gelmiş olmasına rağmen devam ediyor, halk daha da yükseleceğini tahmin ettiği için elindeki dövizi bozdurmuyor.

Bu yazı yazılırken, ABD’de beklenen işsizlik rakamları geldi ve ilk haberler beklentiler doğrultusunda rakamlar geldiği için piyasaların sakinleşmeye başladığı yönünde idi.

Bence piyasalar ne kadar sakinleşse de, genel trend aşağı yönlü. ABD piyasalarından kaynaklanan bir sıkıntı yeniden tüm dünyayı sararken, bence doların güçlenmeye devam etmesi ilginç. Avrupa’daki gelişmeler, şu anda ABD piyasası ne kadar belirleyici olsa da, bir sonraki aşamada yine piyasaları kötüleştirici bir rol oynayacaktır.

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki durum hiç iyi değil, buradaki sıkıntıların merkezi Avrupa ülkelerine sıçraması kaçınılmaz. ABD’de iflas ve kamulaştırma tartışmaları bir süre daha devam edecek gibi gözüküyor. ABD piyasalarında güven yeniden oluşsa da, bu kez Avrupa piyasalarından kaynaklanan hareketleri görebiliriz. Özetle; krizin yeni dip hareketi devam ediyor. Bu son dip hareketi mi, yoksa yıl içinde yenileri gelecek mi, bilinmiyor.

Bilinen; küresel krize bağlı iç piyasada da sıkıntıların bir süre daha devam edeceği...

BAKAN ŞİMŞEK’İN  KUR YANITI

Hazine’den, dolayısıyla IMF’le ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, epeydir ortalıkta görünmüyordu. Bir haftalık Avustralya ziyaretinin ardından Türkiye’ye döndüğünü biliyorduk ama bir süredir gözükmüyordu.

Kimbilir, belki de, Başbakan’ın IMF’yle görüşmek için, Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’i Washington’a göndermiş olması moralini bozmuştur...

Bakan Şimşek dün Gaziantep’te seçim temaslarıyla yeniden kamuoyunun önüne çıktı. Gaziantep’de bir toplantı sırasında gazeteciler Bakan Şimşek’i görünce, ister istemez, son günlerde rekorlar kıran kurlar hakkındaki görüşünü sormuşlar. Bakan bu sorulara kızmış ve gazetecilere "Ben her gün size ekonomik değerlendirme yapmak zorunda değilim" diyerek tepki göstermiş.

Ben anlamadım, bu işlerden sorumlu bakana gazeteciler ne sorabilirdi, acaba...

Bakan Şimşek bununla da yetinmemiş, bakanın korumaları tarafından fotoğraf ve görüntü almalarına izin verilmeyen ulusal medya mensupları salondan çıkarılmış, toplantıya sadece yerel medya mensuplarının katılımı uygun görülmüş.

Şimşek, toplantı sonrası yine aynı sorularla karşılaşınca bu kez, "Türkiye’de tabii ki dalgalı bir kur sistemi var ve uluslararası piyasalardaki gelişmeler Türkiye’ye de yansıyor. Dolayısıyla, bu gelişmeleri de o çerçevede yorumlamakta fayda var" demiş.

Piyasadaki oyuncuların bu yanıt üzerine, ne kadar güvenli ellerde olduğunu düşünerek, yönetime olan güvenleri artmıştır diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası’nın işsizlik uyarısı

5 Mart 2009
MERKEZ Bankası, tahmin ettiğimiz gibi, faiz indirimlerine devam edeceğini açıkladı. Ancak bir yandan bunu söylerken bu kez Hükümete ciddi uyarılar içeren de bir açıklama yaptı. Örneğin faiz indirimlerinin ticari kredi faiz oranları üzerindeki etkisi nin sınırlı kaldı ğını kabul ederek, gerek iktisadi faaliyete ilişkin içerdiği bilgi açısından, gerek se de para politikasının etkinliği bakımından, bu durumun dikkatle takip edildiğini belirtti.

Merkez Bankası’nın enflasyon ve para politikasının genel görünümü için "mali duruşta geçtiğimiz dönemlere kıyasla yapısal anlamda önemli bir farklılaşma olmadığı" varsayımını esas aldığını belirtmesi de dikkat çekici idi. Bu varsayımlardan belirgin sapmalar olduğu takdirde enflasyon ve para politikasının görünümünün değişeceğini söylemesi, bence, Merkez Bankası’nın, aynen piyasanın görüşü doğrultusunda, Hükümete yaptığı "mali disiplin ayrılmayın" uyarısı olarak değerlendirilebilir.

2009 yılında kamu kesimi borçlanma gereksiniminin belirgin olarak artacağı ve bu durumun orta vadeli piyasa faizlerindeki düşüşü sınırlayarak para politikasının etkinliğini azaltabileceği belirtilen Merkez Bankası açıklamasında, "Orta vadeli program’da öngörülen yapısal düzenlemelerin güncellenerek bir an önce hayata geçirilmesi"ne özel vurgu yapılması da bence IMF programının biran önce yapılması, en azından bütçe ve program rakamlarının artık revize edilmesi yönündeki piyasa isteği ile paralellik taşıyordu.

Merkez Bankası’nın açıklamasında yeralan uyarılar bunlarla da sınırlı değil. Açıklamada önümüzdeki dönemde işsizlikte tarihte görülmemiş rakamlara çıkılacağını söyledi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 16 Mart’ta aralık ayı (kasım-aralık-ocak hareketli ortalaması) işsizlik oranlarını açıklayacak. Türkiye’de sanayi ve hizmetler sektöründeki işsizlik oranlarının ne yönde geliştiğinin göstergesi olan tarım dışı işsizlik oranı, eylül ayından beri tırmanışa geçmişti. 2007 yılını yüzde 12.6’lık rakamla kapatan tarım dışı işsizlik oranı, geçen yıl eylül ayında yüzde 13.3, ekim’de yüzde 14 ve kasımda da yüzde 15.4 olmuştu. Tarım dışı işsizlik oranı, daha çok ihracat azalmasından doğrudan etkilenen sektörler nedeniyle yükseliş teydi. Merkez Bankası’nın tarihi zirvelerden bahsetmesi, aralık ve izleyen aylarda tarım dışı işsizlik oranlarının yüzde 20’lere yaklaşacağı beklentisine işaret ediyor.

TÜSİAD’IN DERDİ DE AYNI

Aslında bakıldığında, Hükümet dışında, herkesin aynı kaygıları taşıdığını görüyoruz. Piyasadaki bu taleplerin Merkez Bankası tarafından artık zorunlu olarak dile getirilmesinin ardından, dün Ankara’da temaslarda bulunan TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ da aynı doğrultuda konuştu. Her şeyden önce, Yalçındağ’ın, "Başbakanla görüşmelerinden çıkarken söylediklerinin IMF’le anlaşma imzalamadı diye Başbakana hak verdikleri" şeklinde algılanmasından rahatsız olduğunu gördük. Yalçındağ, "bize söyledikleri şartlar kabul edilemeyecek şartlar değil, o nedenle umutlanmıştık" dedi. Zaten dün CHP’ye yaptığı ziyaretten sonra yaptığı açıklamada da gelir idaresinin özerkliği ve vergi reformu için IMF ile neden anlaşma imzalanmadığını anlamadığını, açık açık söyledi.

Bu şartların ülke menfaatlerine aykırı olmadığı zaten açık...

Yalçındağ, "Gerek özel sektör olarak gerek vatandaş olarak bizim önceliğimiz ekonomi" diyerek, siyasi tartışmaların bu kadar artmasından duydukları rahatsızlığı dile getirdi.

"Çok kötü bir dönemden geçildiğini" ifade eden Yalçındağ, son rakamlara göre her 4 gençten birinin işsiz olduğunu, yüzde 12’nin üzerine çıkan işsizlik oranının 2000 yılından bu yana en yüksek düzeye ulaştığını kaydetti. Yalçındağ, imalat sanayindeki kapasite kullanım oranının yüzde 63’e gerilediğini ve bunun 1991 yılından beri en geri nokta olduğunu hatırlattı.

Herkes gibi TÜSİAD da daha fazla üretim kaybı, yani ekonomik gerileme ve daha yoğun işsizlik yaşanmasın diye önlem istiyor ama hükümetten hálá ses çıkmıyor...
Yazının Devamını Oku

Merkez, faizi indirerek riski artırabilir

3 Mart 2009
BUGÜN açıklanacak enflasyon verilerinin ardından gözler yeniden Merkez Bankası’nın vereceği faiz kararında olacak. Piyasa oyuncuları son günlerde yaşananlara rağmen, Merkez Bankası’nın yine faiz indirimine gidebileceğini düşünüyor. Ancak, Merkez Bankası’nın faiz kararı artık hiç de kolay verilemeyecek.

Dün itibariyle, piyasadaki faiz oranlarının, Merkez Bankası’nın şubat ayındaki faiz indiriminden önceki düzeylere yükseldiğini söylememiz lazım. Yani Merkez Bankası’nın faiz indirimleri, artık eskisi kadar piyasadaki faiz oranlarını etkileyemiyor. Merkez Bankası’nın "gösterge faiz" uygulamasının asıl nedeninin, piyasadaki faiz oranlarını belirlemek olduğu düşünülünce, normal olarak bakıldığında, artık Merkez Bankası’nın faiz indirimlerini durduracağını söylemek mümkün.

Merkez Bankası’nın karar vereceği tarihe kadar bu trend devam ederse, yani 19 Mart’taki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına kadar piyasa faizleri bu düzeyini korursa, tekrar faiz indirimine gitmek zorlaşacak.

Ancak piyasadaki beklenti, indirim kararındaki bu engele rağmen, "Merkez Bankası’nın bu kez Hazine’nin borçlanmasına yardım etmek için faizleri tekrar indirebileceği" yönünde.

Yani Hazine, seçimin etkisiyle, tam gaz harcamalara devam ederken, gelirler çok azaldığı için bütçe açığı büyüyor, dışarıdan da kaynak gelmediği için, bütçenin finansmanı için içborçlanmaya ağırlık verilmesi kaçınılmaz oluyor. Merkez Bankası da Hazine’nin artacak maliyetini azaltmak için gösterge faiz oranlarını indirmeye devam edecek gibi gözüküyor...

Bu bankaların işine gelen bir gelişme çünkü fonlama maliyetleri düşerken, sağlam ve kárlı bir plasman kalemi bulmuş olacaklar. Ancak bankalar karlarını artırırken, bu durum aynı zamanda tasarruf sahiplerini vuracak. Yani yüzde 10’luk faizle TL mevduatı yapanlar yandı.

Dış kaynak gelmeyince kurlar artar ve bu trend sürerse, zaten getirisi kalmayan TL mevduatları çözülüp, dövize olan talep yeniden artışa geçebilir. Bu ise kurları tekrar azdırır.

TASARRUFÇU KAYBEDİYOR

Bu oyun planı devam ettiği takdirde, kredi faiz oranlarının düşmesi ise beklenmemeli.

Bu gerçeklere rağmen hükümetin bankalara "kredi faiz oranlarını indirin" baskısı yapması sürpriz olmasın. Çünkü siyasette olduğu gibi ekonomide de piyasayı zorla bir yerlere getirme eğilimi gözleniyor. Dün AKP’ye yakın bir gazetede, bu doğrultuda manşet atılmıştı. Genellikle ekonomideki baskı, zaten bu gazete kanalıyla başlatılıyor...

Daha önce de sık sık yaşadığımız gibi; piyasanın gerçekleri, ne kadar siyasi baskı yaparsanız yapın kendi yolunu çizer. Afişe kredi faiz oranları, kamu bankaları kullanılarak düşürülebilir ama uygulamada "bir bankaya, batacağını göre göre birilerine ucuz kredi vermeye" ne kadar zorlayabilirsiniz? Zaten uygulamada sağlam müşteriye gerekli faiz indirimleri yapılıyor. Kaldı ki böyle bir krediyi veren banka yönetimi, hukuki olarak da suçlu duruma düşecektir.

Bu arada son ihracat rakamları da açıkça gösteriyor ki; ekonomideki daralma çok hızlı biçimde kendini göstermeye başladı. Yani üretimini daraltan, bırakın kárı hayatını sürdürmek için bile zorlanan reel sektör firmalarının sayısı, işsiz sayısı her geçen gün artıyor.

Yani Merkez Bankası’nın faizleri indirmeye devam etmesi, ne kadar baskı yapılırsa yapılsın, kredi faiz oranlarının düşmesini, reel sektöre daha fazla kaynak aktarımını beraberinde getirmeyecektir. Bu işten faydalanan sadece Hazine ve bankalar olur. Ancak onların kárı da günü kurtarmak adına olur çünkü Hazine’nin borç düzeyi yeniden artacak, bankaların vade riski de ileriye dönük olarak büyüyecek demektir...

Tüm bu sıkıntıları yaratan, ekonomiyi kilitleyen temel unsur ise hükümetin IMF ile anlaşma yapmayıp, dış kaynak açısından piyasalara güven verememiş olması.

Bence IMF ile anlaşma yapılmayışının sıkıntılarını daha yeni yaşamaya başladık...
Yazının Devamını Oku

Cari açığın azalması sorunları çözmüyor

2 Mart 2009
KRİZLE birlikte tüm veriler kötüleşirken, dış ticaret açığı ve cari açık neredeyse tek olumlu gösterge. Krize girilmeden Türkiye ekonomisinin en kırılgan noktası olarak gösterilen cari açık, artık bir sorun olmaktan çıktı sayılır.

Geçen hafta açıklanan ocak ayına ilişkin dış ticaret rakamları, 2001 krizinden sonraki en keskin daralmayı gösterdi. 2009’un ilk ayında ihracat yüzde 25.7 oranında azaldı ve piyasa beklentilerinin 600 milyon dolar üzerinde 7.9 milyar dolar oldu. İthalat ise aynı ayda yüzde 43.3 daraldı ve piyasa beklentisinin 500 milyon dolar altında 9.3 milyar olarak açıklandı.

Bu rakamlara göre dış ticaret tahminleri revize edilirken, 2008 yılında 132 milyar dolar olan ihracatın bu yıl 105-110 milyar dolar arasında bir seviyeye inmesi, 2008 yılındaki 202 milyar dolarlık ithalatın ise 150-155 milyar dolar arasında gerçekleşeceği tahmin ediliyor.

Buna bağlı olarak 20 milyar dolara inmesi beklenen bu yılki cari açık rakamının, bu rakamın bile altına ineceği beklenmeye başladı. Dolayısıyla cari açıkta keskin düşüş artık kesin.

Ancak hiç unutmayalım ki; dış ticaret açığı azalırken, turizm gelirlerinde de düşüş yaşanması kaçınılmaz. Ocakta Rusya’ya yapılan ihracat yüzde 46, Avrupa’ya yapılan ihracat yüzde 37 daralmış. Bu pazarlardan gelen turist sayısında bizim için önemli ve düşüş yaşanması kaçınılmaz. Artık cari açık sorunu olmayacak ama bu, Türkiye’nin ekonomik sorunları için önemli bir çıkış noktası olmayacak. O nedenle cari açığın azalmasına, fazlaca bel bağlamak yanlış.

Çünkü; piyasa oyuncuları cari açığın azalmasına rağmen, Türkiye’nin 2009 yılında yurtdışından bulması gereken taze kaynağı yine 30 milyar dolar civarında tahmin ediyorlar. Unutmayalım ki, cari açığı azaltan unsurlar, yani gelişmiş ülkelerdeki ekonomik gerileme bu ülkelerin bizden mal taleplerini kısarken, aynı zamanda sermaye akışını da çok daraltacak.

Bu da cari açığın azalmasından çok daha büyük sorunların doğmasına yol açabilecek.

Merkez indirse de kredi faizi yükselir

BANKACILAR son dönemde dövizdeki arz-talep dengesizliği yaşanıp kurların yukarı çıkmasının yanında, dış finansman bulunamayınca iç kaynaklara yüklenilmesinden çok korkuyorlar.

Dış finansman açığını kapatmak için iç kaynaklara dönülmesinin zorunlu hale geleceğini bekleyen bankacılar, dolayısıyla Hazine’nin iç borçlanma düzeyinin artmasından korkuyorlar.

Bunun anlamı ise açık; Hazine iç kaynakları daha fazla emerse, krediye yani reel sektöre aktarılacak kaynaklar o ölçüde azalacak demektir.

Bankacılar için bu aşamada fazla sorun yok gibi gözükebilir, yani onlar topladıkları paraları daha sağlam ve Hazine faizleri artıracağı için iyice kárlı olacak kağıtlara yatırıp, günlerini gün edebilirler. Ancak göründüğü kadar basit değil; bankacılar da bu aşamada şimdiye kadar kullandırdıkları kredilerin geri dönüşünden, yani batık kredilerinin artıp kendilerini vurmasından endişe ediyorlar. O nedenle borçlanma piyasasının işlemesi, yani kredi vermeye devam etmeleri onlar için de gerekiyor. Bu nedenle kredi vermeye devam etmek istiyorlar.

Ama dış finansman gelmezse, içerideki kaynakları Hazine emeceği için, hem kredi faizleri yükselecek hem reel sektöre akacak kaynak azalacak, başka çaresi yok...

Bu da daha fazla ekonomik daralma, daha fazla işsizlik demek.

İşte bankacılar başta olmak üzere işalemi IMF’yle biran önce anlaşma istiyor. İşte bu nedenle IMF anlaşması sadece işaleminin değil halkın da lehine, aksi takdirde büyüme yokÖ

Şimdi IMF anlaşmasına karşı çıkanlar, Merkez Bankası’nın yüklü faiz indirimlerini destekleyenler, ülkeyi neyin beklediğini acaba görüyorlar mı? IMF anlaşması olmazsa, dış finansman iyice azalacak. Bu da daha az kredi, daha az üretim, daha fazla işsizlik demek.

Ama başta AKP olmak üzere ekonomiden anlamayıp, siyasi olaylara olduğu gibi ekonomiye de sığ ve basit bakanlar, popülizmi körükleyenler, krizin derinleşmesini sağlayacaklar.

Kriz derinleşince halk daha fakirleşecek ve bunun sorumlusu mevcut yönetim olacak...
Yazının Devamını Oku