KRİZLE birlikte tüm veriler kötüleşirken, dış ticaret açığı ve cari açık neredeyse tek olumlu gösterge.
Krize girilmeden Türkiye ekonomisinin en kırılgan noktası olarak gösterilen cari açık, artık bir sorun olmaktan çıktı sayılır.
Geçen hafta açıklanan ocak ayına ilişkin dış ticaret rakamları, 2001 krizinden sonraki en keskin daralmayı gösterdi. 2009’un ilk ayında ihracat yüzde 25.7 oranında azaldı ve piyasa beklentilerinin 600 milyon dolar üzerinde 7.9 milyar dolar oldu. İthalat ise aynı ayda yüzde 43.3 daraldı ve piyasa beklentisinin 500 milyon dolar altında 9.3 milyar olarak açıklandı.
Bu rakamlara göre dış ticaret tahminleri revize edilirken, 2008 yılında 132 milyar dolar olan ihracatın bu yıl 105-110 milyar dolar arasında bir seviyeye inmesi, 2008 yılındaki 202 milyar dolarlık ithalatın ise 150-155 milyar dolar arasında gerçekleşeceği tahmin ediliyor.
Buna bağlı olarak 20 milyar dolara inmesi beklenen bu yılki cari açık rakamının, bu rakamın bile altına ineceği beklenmeye başladı. Dolayısıyla cari açıkta keskin düşüş artık kesin.
Ancak hiç unutmayalım ki; dış ticaret açığı azalırken, turizm gelirlerinde de düşüş yaşanması kaçınılmaz. Ocakta Rusya’ya yapılan ihracat yüzde 46, Avrupa’ya yapılan ihracat yüzde 37 daralmış. Bu pazarlardan gelen turist sayısında bizim için önemli ve düşüş yaşanması kaçınılmaz. Artık cari açık sorunu olmayacak ama bu, Türkiye’nin ekonomik sorunları için önemli bir çıkış noktası olmayacak. O nedenle cari açığın azalmasına, fazlaca bel bağlamak yanlış.
Çünkü; piyasa oyuncuları cari açığın azalmasına rağmen, Türkiye’nin 2009 yılında yurtdışından bulması gereken taze kaynağı yine 30 milyar dolar civarında tahmin ediyorlar. Unutmayalım ki, cari açığı azaltan unsurlar, yani gelişmiş ülkelerdeki ekonomik gerileme bu ülkelerin bizden mal taleplerini kısarken, aynı zamanda sermaye akışını da çok daraltacak.
Bu da cari açığın azalmasından çok daha büyük sorunların doğmasına yol açabilecek.
Merkez indirse de kredi faizi yükselir
BANKACILAR son dönemde dövizdeki arz-talep dengesizliği yaşanıp kurların yukarı çıkmasının yanında, dış finansman bulunamayınca iç kaynaklara yüklenilmesinden çok korkuyorlar.
Dış finansman açığını kapatmak için iç kaynaklara dönülmesinin zorunlu hale geleceğini bekleyen bankacılar, dolayısıyla Hazine’nin iç borçlanma düzeyinin artmasından korkuyorlar.
Bunun anlamı ise açık; Hazine iç kaynakları daha fazla emerse, krediye yani reel sektöre aktarılacak kaynaklar o ölçüde azalacak demektir.
Bankacılar için bu aşamada fazla sorun yok gibi gözükebilir, yani onlar topladıkları paraları daha sağlam ve Hazine faizleri artıracağı için iyice kárlı olacak kağıtlara yatırıp, günlerini gün edebilirler. Ancak göründüğü kadar basit değil; bankacılar da bu aşamada şimdiye kadar kullandırdıkları kredilerin geri dönüşünden, yani batık kredilerinin artıp kendilerini vurmasından endişe ediyorlar. O nedenle borçlanma piyasasının işlemesi, yani kredi vermeye devam etmeleri onlar için de gerekiyor. Bu nedenle kredi vermeye devam etmek istiyorlar.
Ama dış finansman gelmezse, içerideki kaynakları Hazine emeceği için, hem kredi faizleri yükselecek hem reel sektöre akacak kaynak azalacak, başka çaresi yok...
Bu da daha fazla ekonomik daralma, daha fazla işsizlik demek.
İşte bankacılar başta olmak üzere işalemi IMF’yle biran önce anlaşma istiyor. İşte bu nedenle IMF anlaşması sadece işaleminin değil halkın da lehine, aksi takdirde büyüme yokÖ
Şimdi IMF anlaşmasına karşı çıkanlar, Merkez Bankası’nın yüklü faiz indirimlerini destekleyenler, ülkeyi neyin beklediğini acaba görüyorlar mı? IMF anlaşması olmazsa, dış finansman iyice azalacak. Bu da daha az kredi, daha az üretim, daha fazla işsizlik demek.
Ama başta AKP olmak üzere ekonomiden anlamayıp, siyasi olaylara olduğu gibi ekonomiye de sığ ve basit bakanlar, popülizmi körükleyenler, krizin derinleşmesini sağlayacaklar.
Kriz derinleşince halk daha fakirleşecek ve bunun sorumlusu mevcut yönetim olacak...