Dolandırıcılık suçundan girdiği hapisten, “yeme bozukluğu” nedeniyle tahliye edilen fenomen Nihal Candan’dan bahsediyoruz.
Mesele kişiyi sevip sevmemek, yaptıklarını onaylayıp onaylamamak değil. Burada artık insaniyet söz konusu.
Ve ortaya çıktı ki anoreksiya gibi psikolojik hastalıklar konusunda hiç de bilinçli bir toplum değiliz.
Yapılan yorumları görseniz: Dalga geçenler mi ararsınız... Şu andaki meme, kalça, vücut ölçülerini tahmin edenler mi...
Hasta hakları konusunda en başta aile bilinçsiz tabii. Odasına giden herkes paylaşım yapıyor, hasta hakları hiçe sayılıyor.
Ben paraları var zannediyordum bu Nihal-Candan kardeşlerin. Anlaşılan durum pek öyle değil. Devlet hastanesine yerleştirilmesine bile Hande Yener’in önayak olduğu söyleniyor.
Yazık, daha 30’uncu doğum gününü yeni kutladı hastanede. Yani yaptığı hataları telafi edebileceği koca bir ömür var önünde. Allah sevenlerine bağışlasın.
Bunlar genellikle bir eğlence mekânında “çığırtkan-dansçı-garson” olarak çalışan sezonluk elemanlar.
Bu tür işletmelerin ülkemizi kötü tanıttığı, turizme zarar verdiği söyleniyor haklı olarak.
Marmaris Belediyesi de denetime çıkmış, mekânlara çeşitli sebeplerden cezalar yazılmış.
İnsanlar yeni uyanmış olabilir ama bu iş yeni değil maalesef. Hatta Marmaris’in adı niye bu kadar çıktı bilmiyorum, bu işin bir başkenti varsa orası Marmaris, Fethiye falan değil, Bodrum Gümbet’tir.
Çoğu mekânda rastlarsınız bu arkadaşlara. Ayırt etmesi kolay: Hemen hepsi aynı berberin elinden çıkmış gibi takke tıraşlıdır. İstisnasız hepsi kafasının üzerinde dönebilir. Çoğunun İngilizcesi Türkçesinden iyidir.
Uçak seferlerinin iptal olmasıyla bombardıman altında kalan şarkıcı yaptığı paylaşımla takipçilerinden dua istedi:
“Burada durum çok kritik. Çok zor girdim sosyal medyaya. Ne telefonumuz çalışıyor ne internete girebiliyoruz. Lütfen dualarınızı esirgemeyin. Allah’ım onurlu İran halkının yanında olsun...”
Benzer bir şey bundan beş yıl önce oyuncu İlayda Akdoğan’ın başına gelmişti.
O da İranlı basketbolcu aşkı Roham Kabir’i görmek için bu ülkeye gitmiş ama koronavirüs nedeniyle sınırlar kapanınca İran’da mahsur kalmıştı.
Kadın haklı. Asıl bizim isyan etmediğimiz hata. Yani “Bali’deki villa fiyatlarına”!
Koyun gibi milletiz arkadaş. Ne yapılsa yapılsın, asla çıtımız çıkmıyor.
Artık Bali’de villa da tutamayacaksak... Niye yaşıyoruz ki? Niye geldik ki bu hayata?
Allah, Burcu Hanım’a başka sıkıntı vermesin diyor; Bali hükümetini derhal göreve davet ediyoruz.
Paralel evren gibi.
Hâlâ gülüyorum.
Siccin’e pabucunu ters giydirirler
İnsan gülümsemeden edemiyor: Burak, jandarma tarafından 5 gün arandıktan sonra arkadaşının evinde, giysi dolabının içinde bulundu.
Evlerinde kaldığı ailenin de haberi yok. İki kafadar planlamışlar bunu.
Ev sahibi olan kafadar, giysi dolabında ağırladığı misafir kafadara 5 gün boyunca yiyecek-içecek taşımış. Disney filmi gibi.
Ailesinin aklı çıkmıştır herhalde korkudan.
Çok geçmiş olsun.
Şarkıcı, “Peruk şov” diyerek Coşkun Sabah’ın yaşını eleştirmişti. Çocukken annesiyle yaşadığı bir olayı anlatarak o yaş grubunun tümünü sarkıntılıkla suçlamıştı.
Bu yersiz çıkış üzerine ben de İrem Derici’yi eleştirmiş ve Coşkun Sabah’tan özür dilemesi gerektiğini yazmıştım.
O özür geldi İrem Derici’den. Hem de kelimesi kelimesine olması gerektiği gibi bir özür:
“O benim büyüğüm, abim. Birazcık üstüne alındı. Benim denyoluklarım olabiliyor. Büyüğümden ve üstadımdan özür dilerim.” Budur ya! Ne bir artı, ne bir eksik.
Bu sözleri söyleyerek küçülmedi, büyüdü İrem. Yanlışını kabul etme özgüvenini gösterdi, ki bu çok zor bir şey.
“Denyoluk” falan diyerek bunu sempatikçe yaptı.
Ama hakkını verelim, “peruk şov” hakikaten komikti...
Kanından içse doymayacak
Ne yalan söyleyeyim, ben üzüldüm açıkçası ayrılmalarına. Hem birbirlerine çok yakışıyorlar hem de kızlarıyla güzel bir aile kurmuşlardı.
En çok, sosyal medya üzerinden atışmalarını seviyordum. Mesela Anıl dışarıda arabayı yıkıyor, köpükler içinde seksi bir fotoğrafını çekip paylaşıyor. Pelin mutfaktan altına yorum yazıyor: “Yakışıyor mu sana, babasın sen baba. Derhal içeri gir!”
Tabii bize laf düşmez, herkesten iyi yine kendileri bilir neyin daha doğru, neyin güzel olduğunu.
Her ayrılık süreci gibi, daha doğrusu her ünlü ayrılığı gibi biraz sancılı geçti bu süreç.
Aralarında bir şeyler olduğu biliniyor ama onlar sürekli geçiştiriyor ya da yalanlıyordu ayrılık haberlerini.
Doğal olarak, halihazırdaki reklam anlaşmaları nedeniyle açıklama yapmadıkları yazılıp çizildi. Kısmen de haklıydı bu eleştiriler.
Ama dedim ya ayrılık zor, ünlü ayrılığı daha zor, hele de işin içinde çocuklar varsa “
◊ Nevra Hanım, dedeniz Amasya valisiymiş. Büyük dayınız, Sultan V. Murat’ın kızıyla evliymiş. Anne tarafından saraylı, yalıda büyümüş bir kızsınız. Ailenizde var mı kuşaktan kuşağa aktarılan saray hatıraları
- Tabii çok küçüktüm, aktarıldıysa da bilmiyorum. Fakat hayatımızda çok kural vardı. Bahsettiğin yalının her katında aileden bir fert otururdu; annemin büyük halası, teyze, onun çocuğu filan... Büyük bir yemek salonu vardı. Yemek zamanı hep beraber oradaki masaya otururduk. İlkokul çağlarımdan bahsediyorum. Büyükler yemeye başlamadan da hayatta bir şey yiyemezdin. Ben hep patates kızartmasına uzandığımı ve annemin elime vurduğunu hatırlıyorum “Büyükler başlamadı, yiyemezsin” diye. Evimiz büyük bir bahçe içindeydi...
◊ Neredeydi tam olarak?
- Bebek’te. Şimdi de bir yalı apartmanı var orada ama bizimle ilgisi yok artık.
◊ O büyük bahçede çok zaman geçirir miydiniz?
- Annemin teyzesinin iki tane köpeği vardı. Onlar bahçedeyken bize orada oynamak yasaktı. Köpekler rahatsız olmasın diye! Benden 6 yaş küçük bir kız kardeşim var, biz bu duruma çok bozulurduk.
◊ Neden köpekler çocuklardan rahatsız olsun? Birlikte oynasaydınız işte...
- İşte kaide... Sonradan ben şunu dedim Zehra’ya; biz ne kadar kuvvetli şahsiyetlermişiz ki, hayvanlardan nefret etmedik. O duruma bir tepki olabilirdi çünkü ileriki yaşlarda. Aksine köpekleri çok severim ben. 17 sene köpeğimiz oldu Metin’le hatta.