Neşe Karaböcek ile kardeşi Gülden Karaböcek arasındaki asırlık “enişte” kavgası, Neşe Hanım’ın hayatını yazdığı “İşte Benim Masalım” kitabıyla tekrar su yüzüne çıktı.
Biliyorsunuz, ablasının eşiyle evlenen Gülden Hanım, kamuoyunun gözünde uzun yıllardır mahkûm edilmiş vaziyette.
Hatta vasat bir mekânda sahne aldığı haberler üzerine Demet Akalın bile “Bütün eniştecilerin sonu böyle olsun” demişti. Öyle lanetli/mühürlü bir konu bu.
Neşe Karaböcek’in kitabı üzerine, çok ağır yorumlar aldıklarını anlatan yeğeni, yani Gülden Karaböcek’in kızı Nur Düzgit hem teyzesini yalanladı hem de bir çağrıda bulundu:
“Kötü yorumlar alıyoruz günlerdir. Gülden Hanım kesinlikle açıklama yapmak istemiyor. İki tarafın da yaşamış olduğu üzüntüler, sıkıntılar ve acılar vardır, eminim. Ama iki tarafın da çocukları var ve artık kimse zarar görsün istemiyorum.
Hepimiz yaşını başını almış insanlarız. Neşe Hanım’ın çocukları da öyle.
Umarım bu kitap bir başlangıç olur. Belki iki tarafın da barışma sebebi olur.
◊ Tam olarak neyi bildin Can? Ne öngörüp ne söyledin?
- Türkiye’nin astroloji haritasında toprağı temsil eden Satürn çok belirgin konumda. O yüzden Satürn her sıfır dereceye geldiğinde, yani burç değiştirirken deprem oluyor. Bütün depremlerde bu böyle. Satürn 30 Mart’ta ev değiştiriyordu.
Bir de 29 Mart’ta tutulma olacaktı. Türkiye’nin toprak evini ilgilendiren bir tutulma. O yüzden 29 Mart itibarıyla “25 gün içinde deprem olacak” dedim.
◊ Yüzlerce astrolog var. Her biri bir hafta seçip söylese, birinden biri mutlaka tutacak...
- Şimdiye kadar sayısız öngörüm gerçekleşti. Hatta sizin gazetenizde “Her şeyi bilen adam Can Aydoğmuş” başlığıyla haberim bile çıktı.
Aleyna Hanım köpeğiyle taksiye biniyor.
Tahminim, küçük cins bir süs köpeği olduğu.
Şoför, “Köpeğini alamam, in” diyor.
Aleyna inmiyor. Karakola çekmesini söylüyor. Adam da onu o şekilde karakola götürüyor...
Aleyna da durumu sosyal medyadan herkese duyuruyor.
İyi de...
Burada taksici haklı.
Bakın, İstanbul’da bu çok nadir rastlanan bir durum, es geçmeyip tadını çıkaralım.
Yakın arkadaşı Alişan, sabah saatlerinde bir kavurmacıya gidip, Çağla’ya mesaj paylaştı:
“Geçen gün bir kahvaltı paylaşmıştın. Sakarya, Adapazarı’ndayım. Saat 9 şu anda. Kahvaltımı kavurmayla yapıyorum. Ne dersin; sağlıklı mı?”
Sosyal medyayı da aldı bir tartışma: “Kahvaltı hafif ve hızlı olur” diyen de var, “Hızlı kahvaltı eden boşuna yaşıyor” diyen de var.
Bir tarafta da benim gibi üç öğün kahvaltı etse asla sıkılmayacaklar... Türkiye gibi bir kahvaltı cennetinde doğduğu için çok şanslı olanlar.
İsraf falan tamam ama serpmeye, açık büfeye karşı çıkıyorlar ya...
O zaman ben de nasıl yakalandığımdan başlayayım: Evde, bir görüntülü konuşma sırasında. Önce karşılıklı bir teyitleşme zorunluluğu hissediyorsunuz: “Deprem oluyor!” “Evet, deprem oluyor...”
Sonra karşınızdakinden utandığınız için sakin ve bilinçli görünmeye çalışıyorsunuz. Sonra da kendimi Fransız balkonun tutamacında buldum. Bir bacağım içeride. Bir bacağım dışarıda. Bizim bina yıkılırsa yan binaya atlayacağım, o yıkılırsa bizim katta kalacağım...
O anda aklıma geldi bu balkon çözümü. Daha önce hiç düşünmemiştim. Çünkü bir kez daha kanıtlandı ki deprem sırasında telefon kap, anahtar kap, kendini merdivenlere at, o panikte, kalabalıkta çarpa çarpa katları in, binadan uzaklaş... Ohoo o enkaz altındasın.
O sırada sokakta...
Deprem gündüz gözüyle olduğu için genel olarak ikiye ayrılıyoruz: Bina içinde yakalananlar ve sokakta yakalananlar. Sokaktakiler daha az hissetmiş, daha az travmalı. Asıl sarsılanlar benim gibi bina içinde olanlar. Vapurdakiler hiç duymamış.
Tek iyi yanı: Küsler barıştı.
14 yaşında, kuzu gibi bir çocuktu Mattia Ahmet Minguzzi. Hatta bir gözünde kuzu gibi bir karası vardı. Hayat doluydu. Kadıköy salı pazarına kaykay malzemesi almaya gitmişti. Durduk yere, hiç tanımadığı başka çocuklar tarafından bıçaklanıp tekmelenerek, korkunç şekilde öldürüldü.
Daha da korkuncu şu: Birileri katilleri koruyordu. Cinayeti kınayan bir başka genç darp edildi. Anne-babaya olayın peşini bırakması için tehditler geldi.
Duruşma günü Mattia Ahmet’in mezarı tahrip edildi. Aileyi televizyona çıkarmak isteyen gazetecilere tehditler gitti.
Anne Türk, baba İtalyan. Onların yerine kendimi koyuyorum da...
Nasıl büyük bir çaresizlik!
Hem evladınız katlediliyor hem de hakkını aramamanız için çeşitli tehditlerle karşılaşıyorsunuz.
Neyse ki kamuoyu duyarlılık gösterdi. Destek için duruşmaya katılan sanatçılar oldu.
Hadise, jüri üyeliği yaptığı “O Ses Türkiye”de yarışmacılardan birini eski sevgilisi Kaan Yıldırım’ın eşi Pınar Deniz’e benzetti:
“Çok güzelsin. Ayrıca kime benziyorsun biliyor musun? Kendisini de çok beğenirim, Pınar Deniz’i andırıyorsun...”
Hadise ve Kaan Yıldırım 2020’de 10 ay süren bir aşk yaşayıp ayrılmışlardı.
Çiftin bu ayrılığı, Hadise’nin Reza Zarrab ile yasak aşk iddialarının ardından gelmişti.
Hadise’nin bu çıkışı, kimine göre Pınar&Kaan çiftine komplekssiz bir şekilde zeytin dalı uzatmak anlamına geliyor. Bir nevi, “Geçmiş bitmiş bu ilişkiyle ilgili benim bir derdim, problemim yok” mesajı...
Kimine göreyse yarışmacı hiçbir şekilde Pınar Deniz’e benzememesine rağmen durduk yere yapılan bir özgüven şovu.
Bana kalırsa da yarışmacı Pınar Deniz’i andırıyor. Benzer gözler, benzer gülüş, benzer yuvarlak yüz hatları...
Hadise’ye hakikaten de Pınar Deniz’i çağrıştırmış olabilir.
Ünlüler ve takıntılı hayranları
Bu işin dünyadaki zirvesi, takıntılı bir hayranı tarafından sokak ortasında öldürülen John Lennon’dı. Beatles grubunun kurucusu öldürülmeden birkaç saat önce bu hayranına bilmeden imza da vermişti.
Takıntılı hayran meselesi bizde de çok. Serenay Sarıkaya’nın arabasını tekmeleyen mi ararsın, Teoman’ın soyadını bile alıp “Cumartesi evde ol, geleceğim” diye mesaj atan mı... En son Sibel Can’a bıçak gönderen biri ortaya çıktı. Can’ın evine gönderilen bıçaklı kolide kendisi için paçalı don, kızı için elbise ve lokum bile varmış. Düşünsenize, takıntılı bir adam var ve kızınızın lokum sevdiğine kadar biliyor. Mektubunda “Lütfen çocuklarıma iyi bak karıcığım. Az kaldı, geleceğim. Melisa lokumu çok seviyor diye ona lokum aldım” falan diyor.
Verebileceği huzursuzluğu düşünsenize.
Bir başka örnek de 6 yıldır takıntılı hayranıyla uğraşan Tan Taşçı. En son yine bir ay uzaklaştırma kararı aldırmak zorunda kaldı.
Teoman haklı, bunlara “takıntılı hayran” dememek lazım. Bildiğimiz “sapık” işte. Zaten ruhsal sorunları var, TV’de birini görüyor, kafayı ona takıyor. Ünlüler bu anlamda “manyak mıknatısı” gibi çalışıyor.
Ünlüler ve kendi takıntıları
Hayranları takıntılı da, ünlüler sütten çıkmış ak kaşık mı?