Menajer meselesi ülkenin en popüler simalarının dahil olmasıyla büyümeye devam ediyor.
Ve söz konusu olan, milyar dolarların döndüğü söylenen bir sektör.
Önce Farah Zeynep Abdullah, Onur Tuna, Elçin Sangu, Ezgi Mola, Nedim Saban, Devrim Özkan, Burcu Biricik, Hazal Kaya, Gani Müjde, Işın Karaca, Nihal Yalçın gibi isimler girdi tartışmaya...
Dün itibariyle de Hülya Avşar, Nadide Sultan, Seray Sever, Halit Ergenç...
Devamı gelecek, çünkü ülkenin en büyük “ünlü anketi” yapılıyor sanki.
Sokakta kim görülse mikrofon uzatılıp bu konudaki görüşü alınıyor.
Fikri eksik kalan da video çekip yayınlıyor. Bazısı yine ciddi ama konuyla alakasız:
Mesela oyuncu
Serenay Sarıkaya ve Mert Demir için ifadelerinin alınması kararının ardından, menajer Ayşe Barım’a da yurtdışına çıkış yasağı getirildi.
Ünlüler dünyası da birbirine girmiş durumda.
Mesela Işın Karaca kendi sektörüne de el atılmasını talep etti: “Bildiklerimi seve seve anlatırım...”
Buna karşın tiyatrocu Nedim Saban bu yapının tiyatroya da bulaşmasından korkuyor:
“Beni asıl kaygılandıran, Ayşe Barım taifesinin son yıllarda ağzının tiyatroya da sulanması...”
Sadece sanatçılar değil, bu işin mağduru olduğunu söyleyenlerle gazeteciler de kapışmış halde.
Magazin yazarı Birsen Altuntaş önce Farah Zeynep Abdullah ve Onur Tuna ile, sonra da Elçin Sangu ile sert polemik içine girdi. Rasim Ozan Kütahyalı, Elçin Sangu’ya destek verirken Sangu, Kütahyalı’ya “Lütfen siz bana arka çıkmayın” dedi.
Mevzuyla ilgili-ilgisiz herkes konuşuyor.
Yusuf Güney’in “Magazin D”ye yaptığı açıklamalara dalıp gitmişim...
Bildiğimiz şeyler: Astral seyahatleri, uzaylı istilası, yeraltında yaşayan yaratık aşiretleri... Böyle televizyonda izlemesi eğlenceli tabii. Spielberg filmi izler gibi, sıkıldığınızda zaplayabiliyorsunuz.
Ama evde olsa yani ev halkından biri olsa insanın ciddi ciddi sinirini bozar.
Devamlı uzaylılar falan, lafa karışıyor, olmaz yani. Mesela kardeşim, kuzenim falan olsa bir süre sonra yalnız kalmaya da korkarım ben. Bir tedavi görmesi en makul çözümmüş gibi gelmeye başlar.
İnsan, hakikaten kendini kaptırıp bu tür bir şeye inanabilir.
Adımını bile astrolojiye göre atandan tutun, birini kendine rehber belleyip dediğinden çıkmayan falan çok. Yusuf Güney’in patladığı nokta şu: Bu konu ne zaman açılsa alıyor sazı eline. Kendi inandığı yetmiyor, bizleri de ikna etmeye kalkıyor.
Halbuki hiç zorunda değil:
Vedat Milor’un Yunanistan hakkındaki bu son tespitini görünce, insan gülümsemeden, “Şimdi Yunanlar düşünsün” demeden geçemiyor tabii.
Vedat Bey notu kıt bir hoca. Yıllar yılı Türkiye’deki gastronomi dünyasını “fiyat-kalite” diye inletti.
Anlaşılan o ki bu kırbaçtan şimdi “suyun öte yanı” da nasibini alacak.
Döviz kurlarında bizim paramız kıymetliyken Yunanistan’da yemek yemek “dönüp de anlatılacak” bir meseleydi:
“Abi şu kadar kişi gittik, şu kadar yedik içtik, ödediğimiz para şu...”
Çalışma masası için internetten bir lamba beğenen Cem Yılmaz, hayli yüklü bir miktar (43 bin lira) ödeyerek sipariş verdi. Fakat geldiğinde kırık olan lambayı değiştirmek istemesine rağmen 20 gün boyunca sonuç alamadı. Çareyi en sonunda bir paylaşım yaparak markayı ifşa etmekte buldu:
“Neredeyse 20 gün önce bu kırık lamba eve geldi. Fiziken geri gönderdim, ‘Yok’ dedi, ‘Online’dan kayıt oluşturun’... Ok dedik. App’inden kayıt oluşturdum, arayan soran yok. Dedim ya sabır.
Mail attım, dediler ‘Yok, biz kontrol edip kutuya koyuyoruz’. Yani diyor ki, ‘Cem Efendi, lambayı kırmışsın, bırak şimdi iade ayaklarını’. Ben de huzurunuzda 43 bin liralık lamba için markasına 43 milyonluk zarar veren bu arkadaşları kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Markalar bedavacı hashtag’çilere o kadar alışmış ki parasıyla ürün alana hizmeti unutmuş...”
Söz konusu markalar; tedarikçi Bakara Collection ile satıcı Beymen.
Alkışlanacak bir hareket.
Çünkü Cem Yılmaz gibi bir isim, asistanına aratıp, bu lambayı beğendiğini söyletse, zaten alay-ı vala ile evine kadar gelir.
Artık karşı taraftaki nasıl bir şuursuzluksa Cem Yılmaz’ı sallamışlar resmen.
Belki de “
Seda Üren yeni yıl temizliği yapmış, kim var, kim yok; bir sürü insanı takipten çıkmış. Söz konusu sosyal medya, özellikle de Instagram olunca, ünlülerin durup durup böyle dellenmeleri oluyor.
Uraz Kaygılaroğlu’nun bir kalemde Engin Öztürk, Aras Bulut İynemli, Kaan Yıldırım, Demet Özdemir gibi arkadaşlarını...
Seda Sayan’ın, kankası Safiye Soyman dahil birçok kişiyi takipten çıktığı gibi vakalar çok.
Bir ünlü, artık bir noktadan sonra sosyal medya hesabını “mahalledeki abla” gibi kullanmaktan vazgeçebilir.
Ona buna laf yetiştiren, “amcamın kızı”, “komşumun gelini” gibi lüzumsuz takipler yapan, ota kuşa like atan amatör gibi kullanmayı bırakabilir.
Ferdi Baba kızının Tayfur soyadını bile kullanmasını istemiyordu. Defaatle yazdım, “Bu adam zaten hasta, bunlar yüzünden bir şey olacak” diye. Ömrü bu kadarmış.
Fakat “küs olmadıkları” halde hastaneye bile gitmeyen bu insanlar şimdi açıklama üzerine açıklama yapıyor. Yok efendim, hastaneye gitselermiş, hayranları orada da kendilerine kötü davranırlarmış. Yahu ölünün arkasından atmayın bari! Baştan aşağı bahane. Ferdi Baba sizinle barışsa hangi hayranı onu çiğneyip de size fiske vurabilirdi?
Marmaris Manşet gazetesinin haberine göre Ferdi Tayfur’un Adana, İstanbul ve Marmaris’te onlarca evi, villası hatta yarımadası varmış.
Anladınız mı şimdi o cenaze başında küfürleşmenin asıl nedenini?
Çıkın deyin ki:
“Mirastan zerre kadar pay istemiyoruz, hiçbir zaman da istemeyeceğiz.”
O zaman inanalım samimiyetinize, kaybedilmiş baba üzüntünüze.
KARAKTER
Büyüklük taslamayacaksın
Her zaman şükrederim. Bazıları en ufak bir rahatsızlık yaşayınca isyan eder Tanrı’ya. Bende isyan yok. Olacak olur, onun önüne geçemezsin. İyiyim ben, iyiyim. Asla ummayacağım güzel şeyler geldi başıma. Mutlu oldum ben bu hayatta. Açık konuşmak lazımsa bu kadarını ben de beklemiyordum. Çünkü huyum güzel. Büyüklük taslamadım... Bir de çok çalıştım ben, çok. Albüm, sinema, çok eser verdim. Hep amatör ruhla. Kilyos yolunda çöl sahneleri çektiğimiz bir kumsal vardı. Albümler, filmler rekorlar kırıyor... İnanır mısın, aküleri taşırdım. E bir de o zamanlar yakışıklı gençtim tabii. Demem o ki farkına varılıyorsun güzel insan doğunca...
REKABET
Örnek alacaksın
Müzik değil, sinemaydı benim asıl hayat amacım. Ama tanıdık yok, bildik yok, torpil lazım. Nereden bulacağım, fakir çocuğusun... Zeki Müren’in filmini gördüm: “Beklenen Şarkı”. Baktım hem şarkı söylüyor hem sinemada oynuyor. Zeki Müren! Haa demek ben de yapabilirim bu işi... Örnek aldım. Öyle girdim sinemaya. Sinemanın dört yapraklı yoncası gibi arabeskte de bak, dört: Orhan Abi (Gencebay), Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve Ferdi Tayfur... Bu kadar! Çünkü arkadan yenisi gelmiyor. Ama rekabete zamanım yoktu. Yani rakip seçip rekabet etmeye. Bir de dikkat ettiysen bu dört kişi de ayrı ayrı şeylerdi. Sesler, tavırlar farklı... Birbirimize benzemezdik.