Tayland’daki Miss Grand International güzellik yarışmasında birinci olamayan Myanmar temsilcisi ortalığı birbirine kattı. 18 yaşındaki Thae Su Nyein sahnede ağlama krizine girince tacı alınarak sahneden indirildi ve “uygunsuz davranış ve eylemler” gerekçesiyle üçüncülük unvanı resmen iptal edildi.
Bundan sonra ülkesi Myanmar da bir daha yarışmalara katılamayacak.
Yarışmanın aldığı bu sert kararı ilk bakışta acımasız bulabilirsiniz.
Ama üçüncü güzelin sergilediği bu tavır, “hevesli bir genç kadının” üzüntüsünün, hayal kırıklığının çok ötesinde.
Çünkü orada sadece birinciler, ikinciler belirlenmiyor.
Atatürk’e benzerliğiyle tanınan Serdar Görel isimli vatandaş Cumhuriyet Bayramı’nda TikTok’ta açtığı canlı yayın yine binlerce insan tarafından takip edildi.
Bu tür yayınlar sırasında hesap sahibine maddi kazanç sağlayabilecek hediyeler göndermek mümkün.
Görel’in özel günlerde açtığı bu yayınlardan para kazanması tartışılıyor.
Peki bu olay karşısında nasıl tutum takınmalıyız?
Fiziksel görünümünün avantajını paraya çeviren bir “Atatürk istismarıyla” mı karşı karşıyayız?
Yalı Çapkını dizisinde İfakat karakterini oynayan oyuncu Gülçin Santırcıoğlu, hanım arkadaşlarıyla Harbiye Açıkhava’daki Sıla konserine gitmiş. Belli ki konserden önce de birkaç kadeh içmişler kız kıza... Halinde tavrında bir anormallik, bir taşkınlık, bir dengesizlik var mı? Yok.
Ama “keyfinin” çakır olduğu da ziyadesiyle belli.
Sadece kendisi değil, “ekip” olarak güzeller, çünkü bu yaşananlar olurken diğer iki kız da kıkır kıkır...
Paparazzilerden biri Gülçin Hanım’ı yakalamış, diziyle, karakteriyle ilgili sorular soruyor.
Santırcıoğlu da “Bana ne ağğbii” diyerek biraz yayvanlaştıra yayvanlaştıra cevap veriyor.
Oyuncu Macit Taştan, dijital platforma iş yapan bir yapım firmasının setinde oyuncular arasında ayrımcılık yapıldığı iddiasıyla gündemde.
Kendilerine verilen börek ve meyve suyunun fotoğrafını paylaşan set emekçisi, ana kadrodaki oyunculara açık büfe kahvaltı verilmesini eleştirdi:
“Dijital platforma dizi yapıyorsun ama yardımcı oyuncu diye çağırdığın insanlara ayakta, soğumuş börek yedirip, ekibine açık büfe kahvaltı vererek ayrımcılık yapıyorsun. Ama sakın, ‘Hiçbir canlıya zarar verilmemiştir’ diye yazmayı unutmayın.”
Bütün oyuncuların şikâyet ettiği üzere dizi setleri zor yerler. Çok kısa zaman içinde uzun bölümler çekilmesi, onlarca, yüzlerce çalışanın ip gibi organize edilmesi, sete getirilip götürülmesi, yeri gelir soğukla, yeri gelir sıcakla mücadele edilmesi, herkesin yemesi, içmesi, dinlenmesi, tuvaleti...
Yerli ve yabancı birçok sette bunlara çok şahit oldum.
En son verdiği “tahliye partisi”nde kız kardeşi Sıla Doğu ile uzun uzun dudaktan öpüştüğü için hayasızca hareketten gözaltına alınıp adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Sonrasında da açıklama yaptı:
“Dün kısmi felç geçirdim. Üç kere bayılmışım. Unutulmak istiyorum. Tek istediğim bu. Lütfen artık normal hayatımı yaşayabileyim...”
Dilan neresini anlamıyorsun?
Biz de seni unutmak istiyoruz ama bir türlü düşmüyorsun gündemimizden.
Aslında tam öyle dememiş Somer Şef. Biraz Avşar Kızı’nın tufasına düşmüş. Hülya Avşar “Asgari ücretliler senin restoranına gelemezler” diye sorunca şöyle cevap vermiş:
“Bizim öyle çok yüksek değil fiyatlarımız. Özellikle bistro seviyesinde tutmaya çalıştım. Lüks denecek bir restoran değil. Ama tabii ki kişi başı 2-3 bin lira tutar...”
Hülya Avşar bunu yapmayı seviyor.
Eğer gazeteci olsaydı, “dişli” bir röportajcı olurdu.
Daha çok kısa süre önce “laf ebesi” Kerimcan Durmaz da Avşar’ın programında manipüle edildiğini ve rahatsız olduğunu açıklamıştı.
Çünkü bir şeyi söylemek var, bir de “başka türlü” söylemek var.
Şu manada: “Asgari ücret”, adı üstünde asgari yani kazanılabilecek en düşük ücret.
Toplumun en az kazanan kesiminin de ülkenin en ünlü birkaç şefinden birinin restoranına müdavim olması da beklenmez zaten. Restoran Etiler’de, sadece tek öğün açık, kullanılan ürünlerin biri Hanya’dan öbürü “Kenya”dan...
O anda canciğer olduğunuz insanlar gibi, dargın ya da küs olduklarınız, hatta hayatınızdan çıkardığınız insanlar olabiliyor.
Ve an geliyor, O kişi ölüyor.
Bir daha asla barışamayacak olduğunuz, artık hiç söz hakkınız kalmadığı için “keşke”ler birbirini kovalıyor.
Tıpkı Gülse Birsel’in kalp krizinden vakitsiz şekilde hayatını kaybeden çalışma arkadaşı Vural Çelik’in ardından söylediği gibi:
“Ücret, saatler, senaryodaki yeri gibi şikâyetleri vardı. Belki ısrar etmemi, yapımcıyı arayıp ‘Onsuz olmaz’ dememi bekledi. Keşke ‘Avrupa Yakası’nın son sezonunda da beraber olsaydık. Ve keşke birkaç ay sonra bir televizyon programında benimle ilgili mana verilemez, yakışıksız cümleler etmeseydi...”
Gülse, kaybettiği çalışma arkadaşının ardından bu cümlelerle bir veda yazısı kaleme aldı sosyal medyada.
Hani birbirimize diyoruz ya:
“Aman trafikte falan kimseyle tartışma, kimin ne olduğu belli değil, karşı taraf beyzbol sopasıyla, hatta silahla bile inebilir arabadan...”
Bu son olay, ülkede engellilerin bile artık nevrinin tepesinde gezdiğinin resmidir.
Bu kızgın vatandaşla röportaj yapmışlar sonradan.
Yaptığının doğru olmadığını kabul ediyor. Ama artık isyan noktasına gelmiş.
Çünkü usulsüz park etmiş otomobilin etrafından dolaşacağım diye hayati tehlike de atlatmış.