“Çok kadınla birlikte olmuş erkekleri tercih ediyorum. Ne yaptığını bilmesini istiyorum her anlamda.
Bu saatten sonra utandığım biriyle beraber olmayacağım.
Bir tık yaşlı tercih ediyorum.
Bu saatten sonra çalışan erkekle birlikte olacağım sadece, çalışmayan erkek kadar hiçbir işe yaramayan bir varlık yok; hayata karşı tüm sinirini sizden çıkarırlar.”
Neresinden tutsan dökülüyor.
Eğitimli, genç, güzel bir hanım Derin.
Gündüz programlarında “Mayışın kaç” diye koca arayan kadınlar gibi davranmasına mı şaşarsınız...
Erkek kardeşi Ercan Deniz’le aralarındaki kavga, kara para aklama, yurtdışına para kaçırma, uyuşturucu kullanma suçlamalarına kadar vardı artık.
Kim, kime, en fazla ne kadar zarar verecek şeklinde ilerleyen bir kan davası izliyoruz aslında: “Kendimi de onları da yakmaya hazırım!” diyor abisi.
Öyle ki, bir aşamada Özcan Deniz’e yine eski eşi Feyza Hanım destek çıktı, Özcan Deniz’den şiddet görmediğini açıklamak zorunda kaldı.
Açıklamayı yapıp Özcan Deniz’i kurtardı ama...
Hani derler ya: Öncesinde ne beddua etmişti acaba?
En çok da iki oğlu birbirini yok etmeye ahdetmiş annenin halini düşünüyorum...
“Hav Hav Hav”ın intikamı
Bu “halk işi” halleri çok hoşuma gitmiş, şöyle demiştim Bade Hanım için:
“İnsanın, kendine tükettikleriyle kıymet biçmemesi ne güzel bir şey. Yani başkaları için, gösteriş için değil; kendine yettiği gibi yaşaması. Kendine yeten şeyden eksiklik, eziklik duymaması...”
Bu hareketinin yadırganması üzerine bir açıklama daha yaptı İşçil:
“Toplu taşıma kullanmam veya herkesin alışveriş yapabileceği bir yerden alışveriş yapmam neden hakir veya tuhaf görüldü, anlayamadım...”
Neden hakir görelim Bade Hanım?
Yakın zaman önce de 12 yıl önce aldığı ve tabanı yırtıldığı halde hâlâ kullanmaya devam ettiği spor ayakkabılarını paylaşmıştı.
İki durak gitmiş otobüsle, taksiye binecek parası mı yok İşçil’in? Yeni bir çift ayakkabıya bütçesi mi yetmiyor?
Öyle değil elbette.
Ama insanın kendine tükettikleriyle kıymet biçmemesi ne güzel bir şey.
Yani başkaları için, gösteriş için değil; kendine yettiği gibi yaşaması. Kendine yeten şeyden eksiklik, eziklik duymaması.
Bade İşçil aşırı tüketimden şu sıra çalışmadığı için uzak durduğunu söylüyor ya... Bu mütevazı, bu “halktan” hareketler çok yakışıyor kendisine, umarım gönlüne göre bir iş bulduğunda da sürdürür tavrını.
80’lerden soğudum
Bir elinde telefon.
“Neredesin” diye şoförle konuşuyor muhtemelen.
Etrafında “Merhaba” diyenler, görüntü almaya çalışanlar...
Yaşlanıyoruz hepimiz.
Çok sempatik geldi Cem Yılmaz’ın o tedirgin halleri.
Tam aracı buldu, kendini atacak içine; bu kez de bir dilenci musallat oldu. Adam sadaka istiyor ama Cem’de bırak sadakayı, cüzdanı bulacak hâl yok.
O sırada aracın otomatik kapısı kapanıyor, yaşlı dilenci arkadan patlatıyor:
Hepsine çocuk ve gençlerin karar verdiği, sekiz kategoride dağıtılan ödüller “İnatçı Hayal Gücü”, “Oyunbozan Hayal Gücü” gibi ilginç başlıklara sahip.
Mesela “İlham Veren Hayal Gücü” ödülünün sahibi, görme engellilere yönelik hazırladığı periyodik tabloyla bilime erişilebilirliği sağladığı için 15 yaşındaki Ada Tomruk oldu. Chicago Fermilab ve NASA’da eğitimler alan Tomruk, NASA’nın düzenlediği Space APP yarışlarının Türkiye ayağında üç kez derece aldı.
“Hayal Gücü Saygı Ödülü”yse Türkiye’nin ilk oyun yapımcıları derneği Oyunder’in yönetim kurulu üyesi ve Women in Games Türkiye’nin kurucusu Simay Dinç’in oldu.
2015’ten bu yana 40’tan fazla üniversitede 5 bin kadına ücretsiz eğitim düzenledi ve kadınların oyun sektöründeki yerini güçlendirdi.
Ayvalık Küçükköy’deki KıraARThane’de geleceğin yaratıcı zihinlerini destekliyor.
Bu çalışmalarıyla Cambridge Üniversitesi tarafından “Sürdürülebilir Liderlik” programına davet edildi.
Kıvanç Tatlıço...
Nuri Alço, bir gün hayatı filmi yapılırsa gençliğini Kıvanç Tatlıtuğ’un oynamasını istemiş. Şöyle bir düşündüm; tamam biraz benziyorlar ama fazla yakışıklı kaçmaz mı Kıvanç?
Bırakın dansözlüğü, kadın olmanın bile zor olduğu bir ülkede...
Önce “Survivor” olacaksın, kolay değil. Hayatta kalacaksın.
Mafyasından, hırbosundan yırtacak, kendini kurtaracaksın.
Paran ödenmeyecek ya da yevmiyene el konulacak, sesini çıkartamazsın. Zaten kimi, kime şikâyet edeceksin...
Hemşire, öğretmen değilsin ki sen. Toplumun burun kıvırdığı bir işi yapıyorsun: Dansözsün.
İki dünyaya da tam ait değilsin çünkü sanatçısı bile “tam sanatçı” saymaz seni. “Oryantalsin” işte.
Kendi seçmedi, doğduğu yer kaderiydi: Yakın akraba evliliği.
İkinci bir açıklamayla kendini savundu Aksum:
“Cenazeyle katılsam 150 kişi para kazanamayacaktı. Aileleriyle birlikte 500’ü buluyor sayı. Biz bölüm başı kazanıyoruz, bu olmayacaktı...”
Kimsenin yası ya da üzüntüsü, cenazeye katılıp katılmamakla ölçülemez elbette. İlker Aksum’un set çalışanları ve ailelerini hesaba katarak hareket etmesi de güzel, düşünceli bir davranış.
Ama ölüm de başka bir anilik ve o da hayata dair. Set iptal edilmeden, başka bir ara formül bulunabilir miydi diye düşünüyorum. Demek mümkün değilmiş...
Bu ölümle ilgili insanın en canını yakan ayrıntılardan biri de Şinasi Yurtsever’in Doğa Rutkay’ın programında söyledikleri.