Paylaş
◊ Nevra Hanım, dedeniz Amasya valisiymiş. Büyük dayınız, Sultan V. Murat’ın kızıyla evliymiş. Anne tarafından saraylı, yalıda büyümüş bir kızsınız. Ailenizde var mı kuşaktan kuşağa aktarılan saray hatıraları
- Tabii çok küçüktüm, aktarıldıysa da bilmiyorum. Fakat hayatımızda çok kural vardı. Bahsettiğin yalının her katında aileden bir fert otururdu; annemin büyük halası, teyze, onun çocuğu filan... Büyük bir yemek salonu vardı. Yemek zamanı hep beraber oradaki masaya otururduk. İlkokul çağlarımdan bahsediyorum. Büyükler yemeye başlamadan da hayatta bir şey yiyemezdin. Ben hep patates kızartmasına uzandığımı ve annemin elime vurduğunu hatırlıyorum “Büyükler başlamadı, yiyemezsin” diye. Evimiz büyük bir bahçe içindeydi...
◊ Neredeydi tam olarak?
- Bebek’te. Şimdi de bir yalı apartmanı var orada ama bizimle ilgisi yok artık.
◊ O büyük bahçede çok zaman geçirir miydiniz?
- Annemin teyzesinin iki tane köpeği vardı. Onlar bahçedeyken bize orada oynamak yasaktı. Köpekler rahatsız olmasın diye! Benden 6 yaş küçük bir kız kardeşim var, biz bu duruma çok bozulurduk.
◊ Neden köpekler çocuklardan rahatsız olsun? Birlikte oynasaydınız işte...
- İşte kaide... Sonradan ben şunu dedim Zehra’ya; biz ne kadar kuvvetli şahsiyetlermişiz ki, hayvanlardan nefret etmedik. O duruma bir tepki olabilirdi çünkü ileriki yaşlarda. Aksine köpekleri çok severim ben. 17 sene köpeğimiz oldu Metin’le hatta.
◊ Çocuk korkar, rahatsız olur diye köpekler uzaklaştırılır aslında...
- Bizde tam tersiydi. Yine de çok oyun oynadık o bahçede; işte dekmancılık, Pecos Bill’cilik, ağaçlara tırmanma... Evimizin girişinde nefis bir manolya ağacı vardı. Kaç sene geçti, o mis gibi kokusunu unutamıyorum.
◊ Paşa dedenizden kalma kıymetli hatıralar var mı elinizde?
- Tabaklar var. Onları deprem korkusuyla indirdim. Önceden yalının salonunda sergilenen, şimdi evimin duvarımda bulunan eski yazılar var bir de. Ben çok severim eski yazıyı. Onlara baktığımda büyük birer sanat eseri görüyorum, bana o devirleri anımsatıyorlar...
YARIN NE YİYECEĞİMİZİN HESABINI YAPARDIK
◊ Bu güzellik nereden Nevra Hanım, annenizden mi?
- Annem çok güzel kadındı. Biz kardeşimle onun yarısı bile olamamışız. Çok da iyi kalpliydi. Ama biraz pasifti. Biz çocukken “Niye benim çocuklarımı bahçeden alıyorsunuz?” diyebilir, elini masaya vurabilirdi. Hiç vurmadı. “Aman susun, aman ses çıkarmayın. Dayınız kızar, teyzeniz kızar, yengeniz kızar”... Hep böyle büyüklere saygılı ve kontrollü bir çocukluk geçirdik. Ama onun dışında bizi aşırı serbest bıraktı annemle babam. “Gezin, tozun, sinemaya gidin. Tabii ki erkek arkadaşınız olabilir, beraber yürüyüşe çıkabilirsiniz” derlerdi.
◊ Babanız Sorbonne Üniversitesi mezunu, beş dil bilen bir tüccar. Bolluk bereket içinde mi büyüdünüz?
- Hayır, tam tersi. Hatta hep esprisini yapıyorum; şahane züğürtlerdik biz. Varak koltukta oturur, pembe çini sobalar yakardık. Bir yandan da yarın ne yiyeceğimizin hesabını yapardık.
◊ Neden?
- Çünkü dedelerden kalmış o varlık öylece duruyor. Tamam saraydan gelme akrabalıklar var ama saray sana para dağıtmamış ki. Ev var, konak var, antikalar var etrafta. Ama kimsede “Parasızız, şu antikayı, şu vazoyu satalım” düşüncesi yok. Ben çocukluğumda koleje gittim, şunu çok iyi hatırlıyorum; o zaman modern akım başlamıştı. Herkesin evinde minimalist, modern koltuklar vardı. Bizde ise saraydan kalma varaklı koltuklar. Ben nasıl utanıyorum! Arkadaşlarımı eve çağırmak istemiyordum. Şimdiki aklım olsa, onların değerini nasıl bilirdim. Annem ala ala birkaç parça tabak almış, apartman çocuğu olduğumuz zamana kadar onları taşımış.
◊ Diğer eşyalara ne oldu?
- Eskicilere satıldı. Annemin bir çini sobayı öyle sattığını hatırlıyorum.
◊ Antika değeri neydi kim bilir...
- Şimdiki aklım olsa “Anne satma bunu” derdim tabii ki. Büyüdükten sonra eskiden kalmış, yıllanmış eşyalara kıymet veren bir insan oldum. Anıları olan eşyalara ama. Yoksa gidip de bir yerden eski bir yazıyı alıp asmam duvarıma. Onun benim çocukluğumdan kalmış olması lazım.
KIRMIZI PERDE AŞKIM O YALIDA BAŞLADI
◊ 1960’ların, 70’lerin Türkiye’sinde, o yalı disiplini içinde ailenize oyunculuğu nasıl izah ettiniz?
- O yalıda bazı kapıların bordo renkte kadife perdeleri vardı. İşte benim kırmızı perde aşkım orada başladı. Kendimi balerin zannedip o perdenin önünde poz verdiğim fotoğraflarım var. Hep balerin olmak istedim. Bale okulu Beşiktaş’taydı, gitmesi gelmesi zordu, o yüzden baleden vazgeçildi. Piyano istedim, fakat çok kabiliyetsiz çıktım. Ama hep oyun oynadım, hep bir karaktere büründüm. Bütün ailenin taklidini yapardım. Koleje başladıktan sonra da tiyatroya devam ettim.
◊ Babanız nasıl izin verdi?
- “Bir tek şartla” dedi babam; “Derslerinde en iyi notları alırsan tiyatrona devam edebilirsin”. Ben bu sözü aldıktan sonra hiçbir şey önümde engel olmadı, çünkü çalışkan bir talebeydim.
◊ Sonra okumak için Amerika’ya mı gittiniz?
- Burslu talebe olarak seçildim lise 1’de. AFS (American Field Service) programı ile gittim. Hayatımın en güzel tecrübesiydi.
◊ Hangi şehre gittiniz?
- Palo Alto’ya. Stanford Üniversitesi’nin olduğu şehir. Hayalim o üniversiteye gitmekti. Fakat o daha çok hukukla ilgili bir okuldu. Bütün Amerika’daki üniversitelere müracaat ettim, burs alamadım. En büyük pişmanlığım, başka bir bölümü yazmayı akıl edememiş olmam. İşin kötü tarafı, o sırada konservatuvar giriş sınavını da kaçırmış oldum. O yüksek notlarla ortada kalakaldım. Sonra baktım LCC’nin tiyatro kursları var, oraya yazıldım. Ve bir gittim baktım ki; Haldun Dormen, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter falan herkes orada! İşte o benim hayatımın dönüm noktası oldu.
MADDİ DURUMUMUZ SIKINTILIYDI, O BANA YETİNMEYİ ÖĞRETTİ
◊ Hatırladığınız en eski bayram hangisi?
- Bebek’te geçen çocukluğumdaki bayramlar... Herkesin hayatında vardır kırmızı rugan pabucun başucuna konulması hikâyesi. Bizim evde de maddi durumlar hep sıkıntılıydı. Her dakika bir şey alınmazdı. Ki ben bununla iftihar ederim. Çünkü o bana yetinmeyi, paranın kıymetini bilmeyi öğretti.
◊ Peki aradan geçen yıllarda ne gibi farklar gözlemliyorsunuz?
- En basitinden saygılar, “merhaba”, “günaydın” demeler, erkeğin hanıma kapıyı açması; böyle basit şeyler değişti. Yeni taşınan birine bir tabak yemek götürüp, “Hoş geldiniz, hayırlı uğurlu olsun” demeler... O devirde Bebek’te herkes aile gibiydi. Sokakta herkes sizi tanıyor, herkes annenize, babanıza selam söylüyor. Köy gibi bir hayat vardı Bebek’te, o kadar güzel bir çocukluk geçirdim ki. 12-13 yaşındaki kardeşimle tramvaya binip Beşiktaş’taki sinemaya giderdik hafta sonları. Annemle babam merak bile etmezdi. Artık yürürken arkandan birinin gelip seni durup dururken bıçaklamayacağı ne malum? Olacak iş değil... Artık herkes sinirli.Biz en güzel devirleri yaşadık. Artık en yakınını bile tanıyamıyorsun.
ŞİMDİ BAYRAMDA EL ÖPME YOK WHATSAPP’TAN EMOJİ YOLLUYORLAR
◊ Şimdiki bayramlar nasıl geçiyor?
- Bayramın farkında bile olmuyorsun ki... Çünkü herkes seyahatte oluyor. Bizim evde bayram sabahları Metinciğim muhakkak tıraşını olur, şık giyinirdi. Beni de şık giyimli, makyajlı isterdi. Çocuklara el öptürürdü. Herkese, bana dahi bayram harçlığı verirdi.Biz küçükken mendilin arasında verilirdi harçlıklar. Mendil biriktirirdik. Bunlar hep bayram neşesi olarak kaldı.Şimdi öyle neşeler yok. Büyüklerin evine gidip el öpme derdi kalmadı. WhatsApp’tan mesaj çekiyorlar şimdi. Hatta emoji yolluyorlar! Ben ona çok kızıyorum.Çocuklarıma da, torunlarıma da söylüyorum; “Sakın ha bana WhatsApp’tan yazmayın. En azından telefon etmenize de razıyım” diyorum.
◊ Kaç torununuz var?
- Beş torunum var Murat’la Selim’den. En büyükleri 14 yaşında. Torunlara da devamlı şunu aşılamaya çalışıyorum; “Bayram önemlidir. Büyüklerinizin kıymetini bilin, hatırını sorun.” Şimdiki çocuklar o kadar materyalist oldu ki, eline bakıyorlar bayramda kaç lira vereceksin diye.
ANTHONY HOPKINS YAŞIMA UYGUN, ONUNLA OYNAMAK MÜTHİŞ OLUR
◊ “Şu isimle bir filmde oynasaydım” dediğiniz biri var mı dünya sinemasından?
- Şimdi bu yaşımda Anthony Hopkins’le oynamak istiyorum. (Gülüyor) Kolej yıllarımda Rock Hudson, Richard Chamberlain falan vardı çok beğendiğimiz. Onlarla oynamayı çok isterdim. Sonra George Clooney’ler, Brad Pitt’ler falan girdi devreye. Ama Anthony Hopkins yaşıma da uygun, yani müthiş olur.
GENÇ NEVRA’YA “HAYATI DAHA CESUR YAŞA” DERDİM
◊ Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz? Sık sık hayat muhasebesi yapar mısınız?
- Artık bu yaştan sonra yapmıyorum.
◊ Neden?
- Metin’den sonra yapmıyorum artık. Niye yapayım ki? Hayatı akışına bırakıyorum. O akışın içinde güzel şeyler oluyor, mutlu oluyorum. Kötü, can sıkıcı şeyler olunca da “Bu da bir imtihan” diye düşünmeye çalışıyorum.Çocuklarım, torunlarım, gelinlerim var, ailem etrafımda. Ve mesleğim var. Seyirci karşısına çıkıp onlardan alkış alınca, ne kadar şanslıyım ki bu yaşımda hâlâ sahnedeyim ve alkışlanabiliyorum diye düşünüyorum.Allah’tan bizim mesleğimizde emeklilik yok. Allah’a bin şükür şimdi de kendi yaşımdaki iki kadını oynuyorum “Veda”da ve “Ağaçlar Ayakta Ölür”de. Ve de ayaktayım. Sahneye çıkabiliyorum. Kafam çalışıyor. Buna şükretmek lazım. Her dakika şükrediyorum.
◊ Hayatının başındaki genç kız Nevra’ya bir şeyler söyleme şansınız olsa, ona neler söylemek isterdiniz?
- “Nevra, daha cesur yaşa hayatını” derdim...
◊ Cesurdan kastınız mı?
- Şöyle; birçok teklif almıştım. Yeşilçam için, şarkıcılık için, gazino için, fotoğraf mankenliği için... Hep çekindim, korktum, bazı şeyleri öteledim. Çok cesur davranmadım. Risk almadım hiç. Genç Nevra’ya daha çok risk almasını söylerdim. Gazinodan çok teklif geldi, çok büyük paralar kazanabilirdim. “Ay yapamam, olmaz” dedim, kabul etmedim. İlk Yeşilçam teklifi tiyatrodan bile evvel geldi, “Ay Yeşilçam çok zor” dedim. Biraz korkak, risk almayan bir tipim. Halbuki atak olmak gerekir gençlikte. Bu yaştan sonra risk alsam ne olacak? Genç yaşta alınır risk.
“SİHİRLİ ANNEM”İ İLK TEKLİF ETTİKLERİNDE İSTEMEDİM
◊ Dormen Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Hisseli Harikalar Kumpanyası, Ankara Sanat, Tiyatro İstanbul Topluluğu gibi birçok önemli tiyatro ekolünde yer aldınız. Aralarından sizin için daha özel olan hangisi?
- Ankara Sanat tabii ki. “Durdurun Dünyayı İnecek Var”, Genco Erkal’la birlikte oynadığım, beni tanıtan, “Bir yıldız doğuyor” dedirten bir oyun. Hisseli Harikalar da beni çok meşhur etti. Devekuşu’nun skeçlerini hâlâ oynarlar. Hepsinin özel bir yeri var. Ve hepsi şans oldu benim için. Yani Zeki Alasya ve Metin Akpınar’la Devekuşu Kabare’yi yapacağım aklımın köşesinden bile geçmezdi. Onlardan ilk teklif geldiğinde, Metin’e (Serezli) sordum, “Yapabilir miyim?” diye. “Tabii ya, sen komedi oyuncususun, altından kalkarsın” dedi. Beni destekledi.
◊ Eskiden kasetleri satılırdı onların, bütün bir kuşak hepsini ezberledik biz...
- Hâlâ sokakta arkamdan replikleri söyleyenler var. (Gülüyor)
◊ Televizyona da çok iş yaptınız. Şimdi “Sihirli Annem” filmiyle tekrar gündemdesiniz.
- Gerçekten heyecanlı hissediyorum. Kaç sene önce başlamış bir iş.
◊ Dizi için ilk teklif geldiğinde olumsuz bakmışsınız galiba...
- Tekst olarak değil, fikir olarak geldi bana ilk. “Çok çocuksu bir iş. Benlik değil” dedim. Bir şekilde beni ikna ettiler. “Ne olacak canım, başlayayım, uzun sürmez zaten” dedim kendi kendime. Beş sezon sürdü! Çok güzel günler geçirdik. Nefis bir dönemdi. Sonrasında herkesin aklına geldi “Sihirli Annem”i yeniden yapmak ama kimse el atmadı. 4-5 sene önce de birileri yine düşündü. Hatta provalara girdik. Sonra sponsorlarla aksilik oldu, proje yattı. Ve hevesimiz kursağımızda kaldı. Bak kaç sene sonra hayata geçti yeniden. Mustafa Kotan rejisörümüz, dizide de çalışmıştı, onun mu aklına geldi, Polat Yağcı’nın mı tam bilmiyorum. Ama kimden çıktıysa helal olsun.
◊ Belki de doğru zaman geldi...
- Belki de... Sinema şu an durağan bir dönemde. Çocuklara yönelik işler daha çok tutabilir şimdi. İnşallah sinemaya da faydası olur.
DEFNE’Yİ ÇOK ÖZLÜYORUM
◊ Defne Joy Foster, “Sihirli Annem”in unutulmaz oyuncularındandı. Çok genç yaşta kaybettik. Özlüyor musunuz onu?
- Çok özlüyorum. Film çekiminde de onun adının geçmediği bir sohbetimiz olmadı. “Ay gelirdi şimdi, kahkaha atardı, dans ederdi.” Dans ede ede girerdi sete. Resmen setin neşesiydi. O geldiği zaman makyaj odası hareketlenirdi. Nasıl unutulur?
METİN BENİ İSTEMEYE GOFRET VE GÜLLE GELDİ
◊ Sizin bir gofret hikâyeniz var. Rahmetli Metin Serezli sizi babanızdan istemeye gelirken bir kırmızı gül ve gofret getirmiş...
- Evet, gerçekten elinde gofret ve bir kırmızı gülle geldi. Ve biz bununla çok eğlendik. Şimdilerde herkes “İlle şurada düğün olsun, burada şu olsun” diyor. Ben de diyorum ki; “Yapmayın çocuklar. Düğün salonuydu, gümüştü, pırlantaydı, tek taştı, bunlar o kadar önemli değil.”
◊ O gofreti kim yedi, merak ettim...
- (Gülüyor) Babam yemiştir kesin. Çok severdi tatlıyı.
OYUNCULARIMIZ HARİKA ELEŞTİRİ KABUL ETMEM
◊ Ev haliniz nasıldır?
- Çok anaç... Çocuklarıma, torunlarıma her şeyimi feda edebilirim. “Nene” dedirtiyorum zaten. “Nene gel” dedikleri anda fırlarım. Okula götürürüm, okuldan alırım.
◊ Spor yapıyor musunuz?
- Yürüyüş yapıyorum. Abartırsam dizlerim ağrıyor. 35-40 dakika benim limitim. Bodrum’dayken sıcaktan dolayı daha az yürüyebiliyorum.
◊ Senenin ne kadarı Bodrum’dasınız?
- 3 ay kalıyorum. Bu sene de haziranın ilk haftası gideceğim, eylül sonu döneceğim. Her gün yüzerim bu arada. Ve iyi yüzerim. Çünkü Bebek çocuğuyum.
◊ Tatil deyince aklınıza Bodrum mu geliyor?
- Bodrum ve Yunan Adaları. Yunan Adaları’na her sene iki-üç kere gidiyorum. “Turkish star” diyorlar bana orada. Tanıyan Türkler gelip fotoğraf çektiriyor çünkü.
◊ 2 yıl evvel sizinle Altın Kelebek’te jüri üyesi olmuştuk. Orada fark etmiştim ki neredeyse bütün dizileri izliyorsunuz. Televizyondaki her işi takip ediyor musunuz?
- Evet. Bizim dizilerimizin çoğu harika. Oyuncular açısından en ufak bir eleştiriyi kabul etmem, herkes harika oynuyor. Yeni başlayan dizilerin ilk bölümünü mutlaka seyrederim. Bak bu konuda da iddialıyım; “Bu dizi iş yapar” derim mesela, o proje tutar.
◊ Reyting makinesi gibisiniz yani...
- Şuur altım böyle çalışıyor. Bugüne kadar şaşmadı diyebilirim.
◊ Genç kuşaktan beğendiğiniz oyuncular var mı?
- Çok var. Mert Yazıcıoğlu’nu, Afra Saraçoğlu’nu, Aras Bulut İynemli’yi çok beğeniyorum. “Uzak Şehir” dizisindeki delikanlıları, gençleri de.
Paylaş