Paylaş
Çevre günü bütün dünyada kutlandı ve bitti.
Peki dünyaya ne oldu?
*
“Dünyaya ne oldu?” sorusuna cevap için,
Uzun zamandır içimde biriken,
Ne kadar bağırsam duvarlara çarpıp geri dönen,
Ve şimdi acıtarak kopan bir şikâyeti sizinle paylaşmak istiyorum.
Buyrun...
*
Biz daha bu gezegene gelmeden önce...
O, sularda büyük bir saygıyla yüzüyordu...
Atlantik, Pasifik, Kızıldeniz, Cebelitarık, Akdeniz daha yoktu.
Henüz isimleri konulmamıştı suların.
Sanki zaman da yoktu.
Ama o kaplumbağalar yüzüyordu.
Bizim hesaplarımıza göre binlerce yıl geçti.
Ve güneşe doğru yükseldiği bir gün, koca bir pervane geçti üzerinden.
Bir başkası ağa takıldı. Sonra sert bir cisim kafasına indi.
Anlamadı. Çözemedi.
Binlerce yıldır yüzdüğü bu sularda neydi bu olan?
Bir yunus geçti yanından.
Belki de o söyledi.
İnsanoğlu gelmiş gezegene.
Tüketip öldürüyor.
Kuruyan nehirler, kaçan kuşlar, bir virüs gibi ve en saygısız haliyle, çökmüş gezegene.
Denizin derinlerinde patlayan nükleer bombalar.
Atmosferi delen füzeler.
Açgözlülüğün, tüketim çılgınlığının sınırı var mıdır?
*
Her yazdığım yazıda. Her kuruyan nehirde, gölde. Kesilen her ağaçta.
Can yakan yazılar çıktı kalemimden.
Onların özetidir bu yazdıklarım.
O kadar yazdım. O kadar konuştum ki...
O kadar çok “Yapmayın kardeşler” dedim ki...
Dinletemedim.
Dinletemiyorum.
Oysa muhteşem törenler düzenliyoruz. Çevre zirveleri yapıyoruz. Sözler veriyoruz. Birleşmiş Milletler toplantılarında “iklim değişikliği” diye kararlar alıyoruz.
“Eyvah buzullar eriyor” diye devasa bütçeli belgeseller yapıyoruz.
Ama o yine gidiyor, denizin kenarına bir kaçak ev kondurup başlıyor kirletmeye.
Başlıyor betondan bloklar dikmeye.
Binlerce yıllık ağaçları, kuşların ötüşlerini çiğneyip geçiyor.
Ne kanalizasyon, ne altyapı umurunda değil.
Zaten imar diye bir şey de yok.
İmar gelmeyince önüne gelen döküyor betonu.
Hadi mimari estetiği olan bir şeyler yapsa anlayacağız.
Ama hayır...
Biraz daha kazanacak.
Hepsi bu.
*
O kadar çok yazdım ki...
O kadar çok “Yapmayın kardeşlerim” dedim ki...
Dinletemedim.
Dinletemiyorum.
Dünyayı kuşatan bu saldırı karşısında;
Martıları, yunusları, çamları, meşeleri, tilkileri, sincapları kurtaramıyorum.
“Nesilleri tüketen” bu “toplu ve seri cinayeti” durduramıyorum.
Bu yolda mücadele veren bürokratları, doğaseverleri biliyorum.
Onların mücadelelerini yazıyorum. Alkışlıyorum. Teşvik ediyorum.
Bir nebze olsun, bir nehiri, bir kıyıyı, bir ağacı kurtarabildiysek “ne mutlu” diyorum.
Amazon ormanları, buzullar diyorum.
Ama yetmiyor, yetemiyoruz...
Çok üzgünüm arkadaşlar.
*
5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde;
Artık ne yağan yağmur, o eski yağmur.
Ne zirvelerdeki kar, o eski kar.
O yüzden artık;
Suya, havaya ve toprağa yetmiyor dilim.
Doğa desem; iğnesini kaybetmiş bir arının kanatları ıslanmış bir halde
Denizin üzerinde ölümüne çırpınışı geliyor.
Kurtaramıyorum.
Mesela;
En yüksek sesimle, avazım çıktığı kadar soruyorum:
“Kuş cıvıltısının alfabesi var mıdır?”
Bu kirlenmenin. Bu yok oluşun, bu kuruyan göllerin. Plastiğe boğduğumuz denizlerin, buzulların, kaçan kuşların dili, hukuku var mıdır?.
Bir kuş cıvıltısını çevirebilir mi yapay zekâ?
Kardeşlerim;
Ben bu azgınlık karşısında,
Alfabemi kaybettim. Anlatamıyorum.
“Betondan tanrılara tapan” bu azgınlık yüzünden;
Bu 5 Haziran Dünya Çevre Günü,
Üzgünüm. Üzgünüm. Çok üzgünüm...
Ama yine de bir umutla;
Allah’ın bize tertemiz bahşettiği bu gezegende,
Ve annemin babamın bana bıraktığı mirasın terbiyesiyle,
“Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim.
Doğaya ve insana saygının yükseleceği nice bayramlar dilerim.”
Paylaş