Erdal Sağlam

Programda geri dönüş sinyalleri bitmiyor

24 Temmuz 2003
<B>HÜKÜMET</B> ekonomik programın uygulanması konusunda iç ve dış piyasalara bir türlü güven veremiyor. Buna <B>‘‘Irak'a asker gönderme’’</B> gibi beceriksizce yönetim ve ek vergi iptali gibi hukuki pürüzler eklendiğinde, piyasalar yaz rehavetine giremiyor. 5. gözden geçirme konusunda da bir yandan ‘‘artık sorun olmaz, geçer’’ denilirken, öte yandan ‘‘acaba mı?’’ sorusu da akıllardan çıkamıyor. Hükümet şimdiye kadar eğer ekonomik program konusunda güven verebilseydi, bütün bunlar piyasayı o kadar etkilemez, ‘‘Nasıl olsa Hükümet gerekeni yapar’’ denilirdi. Halbuki şimdi en ufak pürüzde bile, Hükümetin ne yapacağına güvenilemediği için tedirgin olunuyor.

Hükümet de güvensizliği pekiştirecek kararlar almaya devam ediyor. 2000 yılında uygulamaya giren programın en önemli ayağı yapısal tedbirler idi. Belirli bir felsefe doğrultusunda, kamu açıklarını sürekli azdıran delikler kapanmaya çalışılmış, her türlü yolsuzluğun temeli olan enflasyonla mücadele, yapısal tedbirler hayata geçirilip, ekonomi dışı kararlar engellenerek, kalıcı hale getirilmeye çalışılmıştı. Bu aynı zamanda yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, kayırmaların önüne geçmek idi.

Ancak AKP Hükümeti, gün geçmiyor ki; şimdiye kadar yoğun çabalar ile hayata geçirilen yapısal tedbirlerde geri adım atmasın. ‘‘Nasıl oy alırız’’ kaygısı tek kaygı olduğu için, geri dönüşler umursanmıyor. Bu da, ‘‘tek çapa’’ olan ekonomik program konusunda Hükümete dönük ciddi endişeler doğmasına neden oluyor.

Örneğin Türk-İş'le bağıtlanan son protokol, ekonomik programın ilkelerine ters unsurlar taşıyor ama Hükümet umursamıyor. Verilen zam elbette ki bütçeye olan yükü artıracak, belki 2.3 katrilyonluk ek önlem gereğini de büyütecek. Ama daha önemlisi belirli ilkelere ters olması. Atıl istihdam konusunda verilen sözlerden geri adımlar atıldığı kesin. Ancak asıl tehlike ‘‘gelirler politikası’’ ile ilgili. Cari işlemler açığının tehlikeli boyutlara gittiği, bu nedenle talep yönetiminin çok daha ciddiye alınması gerektiği bilinirken, yeniden ‘‘geriye doğru endeksleme’’ ye geçiliyor. Halbuki enflasyonla mücadelenin en önemli unsurlardan biri ‘‘ücretlerde ileriye endeksleme’’nin yerleştirilmiş olmasıydı. Şimdi 2004'de yüzde 5 zam ve enflasyon farkı ilkesinin getirilmesi, tümüyle bu ilkelere ters. IMF'ye hálá niyet mektubu gönderilemedi ve yine gecikme tehlikesi var. Bu yöntem, rakamlar IMF'ye verildi mi bilmiyoruz ama şimdi olmasa da 2004 için bunların gündeme gelmesi kaçınılmaz.

İHALE YASASI'NDA ÖNEMLİ GERİLEME

Yapısal tedbirlerin, yolsuzlukları, usulsüzlükleri bitirecek en önemlilerinden biri kamu ihale yasası idi. Hükümet ne yaptı etti, eski ihale sistemine dönmek için yasayı değiştirmeyi kabul ettirdi. Çeşitli bahaneler buldu, sözde eskiye dönülmedi ama ‘‘istenildiği gibi ihale’’ yapmak için bir sürü imkan aldığını biliyoruz.

Teknisyenler, ihale kanununda yapılması planlanan değişikliklerle KİT'ler kapsamda gösterilmekle birlikte, esas itibariyle kanun kapsamı dışına çıkartıldığını, tüm alımları ve yapım işleri için eski mevzuatlar kendiliğinden yürürlüğe girmeyeceğinden, tamamen başıboş kalacağını belirtiyorlar. Sadece bu değil, emanet usulünün yeniden canlandırıldığı, idarelerin kendi kurdukları şirketlerin kendi ihalelerine katılabilmesine imkan tanındığı, vakıf üniversitelerinin muaf tutulduğu, danışmanlık hizmeti alanının kısıtlandığı, doğrudan teminin bir ihale usulü olmaktan çıkarılıp genişletildiği, kanundan istisna tutulan alımların kapsamının genişletildiği görülüyor. Hani bu yasayla yolsuzluklar önlenecekti.

Yani ihale yasası gibi önemli bir kazanımda bile geriye dönüş yaşanıyor.

Sadece bunlarla da sınırlı değil, Hükümet her fırsatını bulduğunda, günlük ekonomiyi tümüyle siyasi kararlarla yönetmenin yolunu yeniden açıyor.

Peki, bu geri adımlar sizce nereye kadar sürebilir?
Yazının Devamını Oku

Babacan'dan tutulması zor sözler

21 Temmuz 2003
DEVLET Bakanı Ali Babacan, dün Hazine Müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı ve IMF Türkiye Masası Şefi ile birlikte bir basın toplantısı yaparak, 5. gözden geçirme çalışmalarının mutabakatla sonuçlandığını söyledi.Toplantının içeriğine geçmeden önce, Babacan'ın yanlış basın toplantısı yöntemini konu etmek gerekiyor. Güneş Taner'den buyana, Hazine'den sorumlu bakanların, IMF'in memurlarıyla aynı masaya oturup ortak basın toplantısı görüntüsü verdikleri pek görünmedi. Bu durumu Cumartesi akşamı Babacan'ın kendisine de ilettim ve 'Ne olacak, birlikte çalışma yaptık' yanıtını aldım. Bu 'şekilsel' görünen unsurların simgesel nitelikleri olduğunu anlatmaya çalıştım ama bu basın toplantısı böyle anons edilmişti. Bizce, deneyimli, uluslararası kuralları bilen, işin felsefesine ve geleneğine hakim kişilerin bulunmaması, Babacan'ın hata yapmasına neden oluyor.Toplantının içeriğine gelince...Bir kere, önce 'olmaz' dedikleri ama IMF gelince kabul ettikleri, daha sonra Maliye'nin 1.9 katrilyon diye ısrar ettiği ek önlemler paketinin, yani faiz dışı fazlayı gerçekleştirmek için gereken harcama tasarrufu ve gelir ihtiyacı toplamının 2.3 katrilyon olduğu kesinleşti. Bu rakam aynı zamanda, Hükümetin programda sapmaya neden olan davranışlarının faturası olarak da görülebilir...Bunun yanı sıra 2. vergi paketi, mali kontrol yasası, kamu bankalarının özelleştirilmesi, KİT yönetişiminin geliştirilmesi gibi yapısal tedbirler için IMF'den ek süre alınmasını bekliyorduk, bu kesinleşti ve TBMM'nin yeni dönemine bırakıldı. Yine SSK prim affı konusunda bir orta yol bulunması bekleniyordu, sanıyoruz o da gerçekleşiyor Prim affında, ilkeler üzerinde anlaştıklarını, bir af olmayacaklarını söylediler ama belli ki detaylar e-mail ve faks kanalıyla müzakereye devam edilecek.NE OLUR NE OLMAZ Bu arada Ali Babacan'ın 5. gözden geçirmenin karara bağlanacağı IMF İcra Kurulu Toplantısının tarihi konusunda esnek olmaya çalıştığı gözlendi. Babacan 'ne olur ne olmaz, önlemler geç kalabilir' kaygısıyla, Toplantının Kurul tatile girmeden önce ya da 4-15 Ağustos arasındaki tatilin hemen sonrasında yapılacağını söyledi. Babacan, konuşmasının son bölümünde ise ekonominin önündeki belirsizliklerin tek tek ortadan kaldırıldığını kaydetti. Herkesin merak ettiği, Eylül ayından itibaren piyasaların tedirginliğine yol açması beklenen 2004 bütçesi konusunda ise Babacan'dan iddialı sözler geldi. Babacan, 'Önümüzdeki aylarda başlayacağımız 2004 bütçesine yönelik çalışmalar ve yapısal reformlar, kararlılığımızı ve orta vadeli perspektifimizi net bir şekilde ortaya koyacak ve ekonominin önündeki tüm belirsizlikleri ortadan kaldırarak, istikrarlı büyümeyi kalıcı hale getirecektir' dedi.Bilinen o ki; AKP'nin bazı bürokratları 2004'de yüzde 6.5'luk faiz dışı fazlanın gerçekleşemeyeceğini, bu nedenle IMF'den daha düşük bir oran talep edilmesini istiyorlar. Ancak IMF'in buna yanaşmayacağı kesin gibi. İşte zorluk da burada başlıyor, çünkü şu andaki hesaplara göre 2004'de ancak yüzde 2,5'luk faiz dışı fazlaya imkan var. Yani çok yüklü önlemler alınması gerekiyor. Babacan'ın sözleri, bu nedenle çok iddialı. Hükümeti ikna edebilecek mi, hep birlikte göreceğiz.Babacan konuşmasının son bölümüde ayrıca, 'Ekonomik programımızın uygulanmasında ya da öngördüğümüz hedeflerde bir sapma asla söz konusu olmayacaktır', 'Her ne sebeple olursa olsun popülist politikalar dönemi artık kapanmıştır' gibi, slogan türü piyasaların hoşuna gidebilecek mesajlara yer verdi. Dediğimiz gibi; bu sözler çok iddialı sözler. Hükümetin program konusunda biraz ders aldığı gözleniyor ama hala mantalitenin değişmediği de ortada. Bu nedenle Babacan'ın verdiği bu sözleri, 'güzel ama tutulması zor sözler' olarak görüyoruz.
Yazının Devamını Oku

İmarzede’ye ‘iadeli-taahhütlü’ ödeme

20 Temmuz 2003
HÜRRİYET yazarı Erdal Sağlam, önceki gün yaptığı açıklama ile İmar Bankası'ndaki ‘Yüzyılın hayali hesap oyununu’ ortaya koyan BDDK Başkanı Engin Akçakoca ile özel bir görüşme yaptı. Akçakoca, Sağlam'a, İmarzede mevduat sahiplerinin paralarını, ‘Sorun çıkarsa, geri öderim’ taahhütnamesini imzalatarak vereceklerini açıkladı. BDDK Başkanı Engin Akçakoca, Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra, Kurul üyeleri ve Kurum yöneticilerini arkasına alarak, İmar Bankası ile ilgili, uzun zamandır beklenen açıklamayı yaptı.

Belli ki bu açıklama için, uzun süredir devam eden araştırmaların sonuçlanmasını, kesin sonucu alamasa da, sağlam verilere ulaşmayı bekliyordu. Çünkü ilk bulgular korkutucu idi ve bundan emin olana kadar, Kurul beklemeyi tercih etti.

Bu sert açıklamasının ardından BDDK Başkanı Engin Akçakoca ile konuşma fırsatı bulduk. Açıkladığı bulguların korkunç olduğunu, bunun mevduat sahipleri tarafından ‘ödemeler’ konusunda kaygıyla karşılanabileceğini hatırlattığımızda Akçakoca, ‘‘Gerçekten hak sahibi olanlara mutlaka ödemelerin yapılacağını’’ söyledi. Böyle karmaşık bir durumda incelemelerin ister istemez zaman aldığını kaydeden Akçakoca, gerçek hak sahiplerine ödeme yapılması için titiz davrandıklarını, devleti zarara uğratmamaya çalıştıklarını, hak sahibi olmayanlara yapılacak ödemelerin gerçek hak sahiplerine de haksızlık olacağını belirtti.

Gerçek hak sahiplerinin bulunup, ona göre ödeme yapılmasında yöntem ve zamanlamaya Kurul'un karar vereceğini kaydeden Akçakoca, hak sahibi olmak için gerekenlerin bazılarını ise, mevduat cüzdanı gibi belgelerle bankada hesabı olduğunun ispat edilmesi, seri numarası olan belgelerin ibrazı, banka kayıtlarında şubede tasarrufunun bulunduğunun, bir süredir burada işlem yapıldığının yine belgelerle ispat edilmesi olarak sıraladı.

Ödemelerin zamanlamasına ve nasıl yapılacağına ise Kurul karar verecek. Bu nedenle Akçakoca, bu konudaki sorularımıza net yanıtlar veremiyor.

Ancak edindiğimiz bilgilere göre, İmar Bankası'ndaki tasarruf sahiplerinin, Kurul'un belirleyeceği tarihten itibaren, saptanacak banka şubelerine gidip ellerindeki belgelerin fotokopilerini teslim etmeleri gerekecek. Bankadan Hazine kağıdı alanlar da aynı şekilde ellerindeki belgelerle başvuru yapacaklar.

Bundan sonra alınan belgelerin, mümkün olduğunca kısa bir süre içinde, ilk incelemesi yapılarak doğruluğuna bakılacak. Bu ilk incelemede ödenmesinde sakınca görülmeyenlere ödeme yapılacak ama yine de bir ‘taahhütname’ alınacak. Bu taahhütnamede ‘sonradan belgenin sahte olduğu veya baska bin sorun çıktığı anlaşılırsa alınan para geri ödenecek’ türünde bir ibarenin yer alacağı tahmin ediliyor. Bankacılık çevreleri, Kurul'un daha sonra ayrıntılı incelemelerde, ödenen hesapların sahte çıkması tehlikesine karşı, bir garanti olarak böyle bir taahhütname almasının doğal sayılacağını söylüyorlar.

Akçakoca, off-shore hesaplarına, geçmiş valörlü veya valörsüz işlemlere, kayıtlı olmayan mevduatlara ve grup tarafından açıldığı belirlenen fiktif hesaplara ödeme yapılmasının ise sözkonusu olamayacağının altını çizdi.


‘Garantisi var’ diye, ‘fahiş faize’ gidene, Akçakoca sitemi


BDDK Başkanı Engin Akçakoca'nın ‘fahiş faiz’ konusunda gerekli duyarlılığı göstermeyen tasarruf sahiplerine biraz sitemli olduğunu görüyoruz. Mevduatın tümüne verilen garantinin aslında sağlıklı olmadığını, ancak ekonomik koşullar nedeniyle zorunlu bu uygulamanın bir süre daha devam edeceğini anlatan Akçakoca, ‘‘Devlet garantisi var diye’’ böyle davranılmasını ise pek hoş karşılamıyor. Akçakoca, sitemini şöyle belirtiyor:

‘‘Sistemin ortalamasından çok farklı bir faiz verildiği zaman, tasarruf sahiplerinin mutlaka yüksek getirinin yüksek risk anlamına geldiğini hatırlarında tutarak karar vermeleri gerek. Geçmişte bunun kötü örneklerini çok görmüş olduğumuz, hep hatırlanmalı.’’


‘Olmayan belge’ incelenemez bunu ihbarsız göremezdik


BDDK
Başkanı Engin Akçakoca, ‘‘Bu zamana kadar bunca ağır suçlamaya neden olan unsurların önceden belirlenmemiş olması çok eleştiriliyor’’ dediğimizde, ‘‘Mevcut mevzuata göre, bu tür işlemlerin önceden, belgeli bir ihbar olmadan araştırılıp bulunması mümkün değil. Şimdiye kadar ne banka içinden, ne de dışarıdan böyle belgeli bir ihbar gelmemiş. Doğal olarak bankada mevcut olmayan kayıtların incelenmesi de zaten fiilen söz konusu olamaz’’ yanıtını verdi.


Başka bankada böyle sorun olmaz


İMAR
Bankası'nda ortaya çıkan usulsüzlüklerle ilgili olarak kendileri tarafından yapılan açıklamaların çok ağır olduğunu, tasarruf sahiplerinin bu açıklamalardan kaygılanabileceğini hatırlattığımızda ise Akçakoca'nın, bu tür işlemlerin yaygınlığını düşünmediğini öğreniyoruz. Akçakoca'nın verdiği bilgilere göre, zaten bundan sonrasında her türlü işlemin saptanması için Kurumun daha hazırlıklı bir konuma getirileceğinin işaretlerini de aldık.] Yani sistemin tümüne dönük bir kaygı, Kurum'da kesinlikle yok.


Kadro genişletildi, İmar'da inceleme 24 saate çıktı


TASARRUF
sahiplerinin mağdur olmaması için elden gelen gayretin gösterildiğine herkesin inanmasını isteyen BDDK Başkanı Engin Akçakoca, ‘bütün murakıpların, Pamukbank’tan alınan destek elemanlarının, BDDK ve TMSF kurumlarından görevlendirilen çok sayıda elemanın, normal mesai biçiminde değil, 24 saat İmar Bankası merkez ve şubelerinde kayıtlar üzerinde çalıştığını' söyledi.

Akçakoca, üzerlerinde zaman baskısı olduğunu bildiklerini, bu nedenle mümkün olduğunca kısa sürede ödeme yapılacak

duruma gelinmesi için çalıştıklarını ifade ederek, ödemeler için bir zaman veremediğini ama ‘en kısa sürede ödeme yapacak duruma gelmek için çalıştıklarını’ tekrarladı.

Akçakoca, burada önemli olan unsurun, ‘hem gerçek hak sahiplerine mümkün olduğunca kısa sürede ödeme yapmak, hem de kamunun yani halkın çıkarlarını korumak amaçları arasında dengenin kurulması’ olduğunu söyledi.
Yazının Devamını Oku

Ulusal programla söz verilenler

19 Temmuz 2003
<B>ULUSAL</B> program için uzun süredir devam eden çalışmalar tamamlandı ve nihai metin Başbakanlığa sunuldu. Bu metnin en önemli özelliği sivil toplum örgütlerinin yoğun katılımıyla, hazırlanmış olması. Bakanlar Kurulu'nun bu metni yakında görüşecek. 'Türkiye'nin AB yolunda atacağı adımlar, vatandaşlarımızın doğrudan doğruya daha gelişmiş demokrasi ve hukuk değerleri içinde yaşamlarını sürdürmeleri ve daha iyi ekonomik ve toplumsal şartlara sahip olmalarının hızlandırılmasına yönelik adımlardır. Bu nedenledir ki; Türkiye tam üyelik müzakerelerine biran önce başlayabilmek ve AB'nin genişleme dinamiğinde yeralmak için üzerine düşen yükümlülükleri, Cumhuriyetimizin temel ilkelerive Atatürk'ün mirasına sahip çıkacak bir anlayışla, süratle yerine getirmek azminde ve kararlılığındadır. Ulusal programla ortaya konan yükümlülüklerimiz, Türk halkının benimsediği bu yaklaşımı yansıtmaktadır'

Bu paragraf, toplam 870 sayfalık programın Giriş bölümünün son paragrafı. Türk halkının ne kadarı destekler bilmiyoruz ama bu sözleri Hükümet veriyor.

Ulusal programın siyasi bölümü çok konuşuldu. Programın ağırlığı ekonomide. Ekonomik sözler ise IMF'le uygulanan ekonomik programın devamı niteliğinde. Hatta buna açıkca atıfta bulunularak, '2002-2004 dönemini kapsayan ve IMF ve Dünya Bankası ile birlikte yürütülen ekonomik reform programı güçlendirilerek kararlı bir şekilde uygulanmaya devam edilecektir. Bu programda öngörülen politikalar, sekizinci 5. yıllık kalkınma planı, Ulusal program ve katılım öncesi ekonomik program ile uyumlu olup Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde gerekli dönüşümlerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunacaktır' deniliyor.

BAĞIMSIZ KURUL SÖZÜ

Yani, başta Başbakan olmak üzere bakanların, 'hemen kurtulmak istediklerini' söyledikleri, 2004 yılı sonuna kadar sürecek IMF programının, 'güçlendirilerek ve kararlı bir biçimde sürdürüleceği' konusunda AB'ye de söz veriliyor.

Ekonomik sözler içinde, AKP'nin şimdiye kadar uygulanmasına karşı çıktığı, ya da kerhen uyguladıklarını açıkca gösterdikleri bir çok ilke var. Bunlardan biri Merkez Bankası bağımsızlığı. Yasal bağımsızlığın, giderek güçlendirileceği yazıyor.

Mali disiplininin sürmesi,özelleştirme ile kamunun rolünün azaltılması, dalgalı kura devam edilmesi, yapısal reformların sürdürülmesi gibi, mevcut programın devamını öngören bir çok unsur var. Önemli gördüklerimden biri de metinde şöyle yeralıyor:

'Orta vadede düzenleyici kurumlar vasıtasıyla verimliliğin, ürün çeşitliliğinin, hizmet kalitesinin, rekabet gücünün ve yeniliklerin artırılması hedeflerinin yanısıra, tekelci piyasa yapısının kırılmasıyla fiyat oluşumunun piyasa dinamiklerine bırakılması, pazara girişin ve ortak tüketimin düzenlenmesi ve yasaklanmış davranışların kontrolü amaçlanmaktadır. Önümüzdeki dönemde uluslar arası normlara uygun bir şekilde düzenleyici kurumların bağımsızlıkları korunarak şeffaflık ve hesap verebilirlikleri artırılacaktır'

Şimdi, AKP iktidarı, bu ilkeleri benimsemiş bir parti mi.?

Eğer öyleyse AKP yönetimi, Başbakan, bağımsız kurumlar çerçeve yasası TBMM'den geçirilirken son anda, tüm bağımsız kurum yönetimlerinin değişeceği maddesinin yasaya ekleneceği söylentilerinin hemen yalanlaması gerekmez mi?

Eğer gerçekten bu ilkeler benimseniyorsa, daha dün Başbakan Erdoğan, bağımsız enerji kurumunun aldığı enerji kaybı nedeniyle illere farklı fiyat uygulaması için, nasıl oluyor da 'Sözünü veriyorum. Kesinlikle böyle bir şey olmayacaktır. Bakanlar Kurulumuzdan böyle bir şey geçmez' diyebiliyor. Peki bunu kim ödeyecek?

Siz AB'ye verilen sözler konusunda AKP'nin samimiyetine inanıyor musunuz?
Yazının Devamını Oku

Kaçınılmaz ek önlemler geliyor

17 Temmuz 2003
<B>UMARIZ</B> Hükümet; popülizme dalıp, harcamaları hesapsız artırdığında, bedelini ödeyeceğini, sonunda bir yerden mutlaka bunun çıkacağını artık anlamıştır. Bir süredir ek önlem gerekeceğini söylüyor, bunu söylediğimiz için de hem hükümetten, hem de piyasalardan tepki alıyoruz. IMF gelirken de ek önlem isteyeceğini söylemiş ve 'piyasaları bozan kişi' olmuştuk...

Şimdi IMF geldi hesaplar masaya yatırıldı ve 2-2,5 katrrilyon liralık ek önlem gereği ortaya çıktı. Şimdi bu önlemler alınmaya çalışılıyor.

Yine ek önlem denildiğinde bakanların demeçlerini hatırlatıp, 'sadece tasarruf ile karşılanabilecek açığı geçtik, yeni vergiler gelebilir, bakanlar ek vergi olmayacağını söylemesin' demiştik. Şimdi hem tasarruf tedbirleri hem de yeni vergi geliyor.

Peki ek önlem gereği, sırf piyasalar bozulmasın diye, yazıp söylenmese ne olacaktı? Bu soruyu bir büyük işadamına sordum ve 'Piyasa aniden ek önlem ile karşılaşsa ne olurdu?' dedim Aldığım yanıt 'faizler en azından 4-5 puan yukarı çıkardı' oldu.

İşte, 'sansür' uygulayarak beklenti yönettiğini sananlara, bu çok çarpıcı bir örnek. Piyasalardan bilgi saklamak, piyasaların da kafasını kuma gömmesiyle ekonomide düzelme olmaz. Ekonomide düzelme olması için her şeyden önce, IMF Şefi Moghadam'ın da dediği gibi, zigzagların bırakılması,yapılması gerekenlerin zamanında yapılması gerekiyor. Bununla birlikte aksayan yönlerin, ek gelir ihtiyacı gibi, açıkca kamuoyuyla paylaşılması ve bunla birlikte karar alıcıları sapmalara karşı uyarmak gerekiyor.Eğer Hükümet, ekonomi yönetimi ve piyasalar ekonominin gerçekten düzelmesini istiyorlarsa, kararların zamanında alınması için, ya da popülist kararların alınmaması için, Hükümet üzerinde baskı kurmalılar...

IMF YUMUŞAK

IMF'yle 5. gözden geçirme konusunda epey yol alındı. IMF'nin yumuşak olduğu gözlendi. Ancak bu gözden geçirme elbette ki sadece IMF'nin çabasıyla olmuyor. Hükümet de bu hafta başından itibaren gerekli olan kararların alınması konusunda adım atmaya başladı. Hala SSK prim affının yöntemi gibi, üzerinde mutabakata varılamayan konular olduğunu duyuyoruz ama bu aşamadan sonra 5. gözden geçirmenin artık tamamlanacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

Bence Hükümet gerekli olan kararların alınmasıyla işlerin düzeleceğini, artık anlaması gerek. Merkez Bankası'na o kadar yüklendiler ama dün görüldü ki; işler düzelince zaten gerekli olan faiz indirimi yapılıyor. Başbakan ve özellikle Maliye Bakanı da umarız bunu artık anlamışlardır. İki hafta önce bu planlanmaya başladı ama Süleymaniye krizi, IMF'le 5. gözden geçirme derken bu gecikti. Ama işler yoluna girince 3 puanlık indirimi yaptı. İşler yolunda gider, gözden geçirme onaylanır, yanlış karar alınmazsa yeni faiz indirimleri de gündeme gelecektir.

Üzerinde anlaşılan bazı tasarruf kalemlerinde dikkatli olunması gerektiğinin de altını çizelim. Örneğin özel gelir ve fonlardan ikinci yarı için 650 trilyon tasarruf amaçlanıyor. Eğer fonlara aktarma yapmaz ama ödenmeyen harcama biriktirirseniz burada sıkıntı olur. Aynı şekilde yatırım ödeneklerinden sağlanması planlanan 700-800 trilyonluk tasarrufta da 'parası harcanmasa bile bu rakamın aşılmamasına' dikkat edilmeli. Eğer emanetler birikir, yani bütçe ile nakit açığı farkı doğarsa bunun borçlanmasının gerekeceği ve 2004 yılına yük bineceği unutulmamalı.

Bu arada Başbakan Erdoğan'ın ek önlemlere itiraz ettiği ama Dışışleri Bakanı Abdullah Gül'ün, 'Eğer gerekiyorsa bu önlemler alınacak, başka çaremiz yok' diyerek ikna ettiği söyleniyor. Umarız, böyle değildir de Başbakan işin ciddiyetini kavramış durumdadır.

Unutulmasın her hatanın ve gecikmenin bedelini bu ülke hazine faizlerinin yüksekliği ile ödüyor. Yani halk ödüyor...
Yazının Devamını Oku

İşadamlarından Moghadam’a: Kayığı sallama

14 Temmuz 2003
<B>IMF</B> Türkiye Masası Şefi <B>Rıza Moghadam </B>Türkiye'ye gelir gelmez sürprizlerle karşılaştı. Resmi ziyaretinde ilk temaslarını İstanbul'da işadamlarıyla yapan Moghadam'ın, gördüğü tavır değişikliği karşısında çok şaşırdığı anlaşılıyor. Daha önce IMF Başkan yardımcısı Anne Krueger ile birlikte aynı işadamlarıyla görüşen Moghadam, Hükümete karşı eleştirel bir tavır görmüşken,bu kez tam tersi 'Hükümeti fazlasıyla destekleyen bir özel sektör' ile karşılaştı.

MÜSİAD ve TİM'in herkesce malum, yanlı görüşlerine şaşırmayan Moghadam için asıl sürpriz TÜSİAD görüşmesi olmuş. Yenilen akşam yemeğinde işadamlarının Moghadam'a verdikleri mesaj 'Kayığı sallamayın' olmuş.Yani Türkiye'de olumlu hava olduğunu, piyasaların iyi gittiğini, IMF'in bu gidişe çomak sokmaması gerektiğini söylemişler. Geçen kez programı savunup Hükümeti gerekli olanları yapmamakla eleştiren kişilerden, bu kez tam tersi 'Hükümet ağzından bir konuşma' ile karşılaşması, Moghadam için tam anlamıyla süpriz olmuş.

Aynı toplantıda işadamları faizlerin yüksekliğinden yakınırken, Moghadam onlara yüzde 30 reel faize rağmen bir ülkeye yabancı sermayenin gelmemesinin yüksek risk primi göstergesi olduğunu söylemiş. Yani Hükümetin gerekli adımları atmaması nedeniyle güven sağlanamadığını, bu nedenle faizlerin yüksek olduğunu söylemiş.

Faizlerin düşüp ekonomide daha fazla canlanma istediklerini açıkca dile getiren işadamlarının, IMF'i asıl şaşırtan görüşü ise '6,5 faiz dışı fazla yerine daha düşük oranlar saptanamaz mı?' olmuş. Asıl canlanmanın kalıcı, istikrarlı bir büyümeden geçtiğini, buna da ancak faiz dışı fazla oranlarıyla ulaşılabileceğini daha önceden bildiklerini varsaydığı işadamlarından bile böyle görüşler gelmesi, Moghadam'ı çok şaşırtmış. Tabi oturup, yeniden asıl kalıcı büyümenin nasıl sağlanacağını anlatmış ama karşılaştığı söylem Moghadam'a 'Hükümetin söylemini' hatırlatmış.

İşalemi ve piyasaların, bizce yanlış bir tavırla, bir süredir 'Hükümeti destekleyerek gerekli olanları yaptırmak' düşüncesinde olduklarını biliyoruz, ama bu kadarı...

BEKLENTİLERİ YÖNETMEK

Ankara'da, özellikle bürokratlardan gördüğü politik tavır ve karşılaştığı rakamlar da yeni Şefi şaşırtmış durumda. Moghadam şaşkınlığını 'İstikrar programı uygulanırken bu kadar çok harcama kararı alındığını görmek çok şaşırtıcı' olarak dile getiriyor.

Gerçekten de daha Mayıs ayında bütçe açığındaki sapma 'yaklaşık 1,5 katrilyon' olarak hesaplanırken, şimdi masaya oturulduğunda 'En iyimser sapma 4 katrilyon' oldu. Bu rakamın, işçi ve memura bütçe içinde zam yapılması halinde geçerli olduğu, sapmanın iyimser tahminle 4,5 katrilyona çıkacağı da ortaya çıktı. Daha sonra rakamlar üzerinde tartışılmaya başladı ve şimdi bu rakam indirilmeye çalışılıyor.

Yani en iyimser tahminle 4 katrilyonluk blokajın çözülmeyip, buna dokunulmaması gerekiyor. Ancak Kıbrıs ödeneği, gelir desteği gibi zorunlu harcamalar da bu blokajın içinde. Bu nedenle blokajın bir bölümünün bozulması, buna karşılık yeni gelir kalemlerinin yaratılması gerekecek. Biz biliyoruz ki; Başbakan ve Devlet Bakanı Ali Babacan işadamlarına, 'ek gelir tedbirine gerek yok' dediler. Bakalım ne olacak?

Özetle; ekonomide beklentileri yönetmek çok önemlidir, ancak beklenti yönetimi gerekli olanları yapıp, güven vererek olur. Gerekenleri yapmayıp, her gün açıkları büyütüp bunları gizleyerek, 'beklenti yönetimi' yapmaya çalışmak, olsa olsa 'boş yere hava basmak'tır. İşadamları, mesnetsiz, boş yere basılan havaların, şişirilen balonların ne olduğunu, 'mızrağın çuvala sığmadığını', aslında çok iyi bilirler. Bizce Hükümete bunları anlatarak doğru olanların yapılmasını sağlayabilirler. 'Başbakan eleştiriye kızıyor' diyerek bir şey söylememek, IMF'e de dönüp 'Sakın ha bozmayın, fatura size çıkar' sopası göstermek, çağdaş bildiğimiz işadamlarına yakışmıyor.
Yazının Devamını Oku

Hükümet neden güven sağlayamıyor?

12 Temmuz 2003
<B>IMF </B>Heyeti yine Ankara'da ve yine <B>'ekonomide yapılması gereken, söz verilen ama yerine getirilmeyen tedbirler'</B> konuşuluyor. 'Çivili fıçı'nın içine resmen giren IMF Türkiye Masası Şefi Moghadam, 'faizlerin düşmemesinden' yakınan özel sektör temsilcilerine 'Yüzde 30 reel faiz veren bir ülkeye eğer yabancı sermaye gelmiyorsa bunun sebebi güvensizliktir' deyip, Hükümetin yaptığı zigzaglara dikkat çekti.

Hükümetin gerek iç, gerekse de dış piyasalara güven veremediği açıkca ortada. Bunun en önemli göstergesi de faizler. Özellikle de Hazine faizleri...

Peki Hükümet neden güven sağlayamıyor? Herkesin ortak kanısı olan 'güvensizliği' dile getirenlere kızacağına, biran önce bu hatalarına bakıp düzeltse, iyi olacak...

Hükümet güven sağlayamıyor, çünkü; tezkere olayında ve IMF'le bütün gözden geçirmelerde görüldüğü gibi, verdiği sözleri zamanında ve tam olarak yerine getirmeye çalışacağına, her şeyi bir koyun pazarlığına çeviriyor, savsaklıyor.

Güven sağlayamıyor çünkü; IMF için gereken yasaları TBMM'den ne yapıp edip zamanında çıkaracağına, milletvekillerinin ferdi tavırlarına boyun eğip, ya da öyle görünüp, bunun da adına 'Demokrasi var, TBMM'den böyle geçiyor' diyebiliyor.

Çünkü; 'Biz tek parti çoğunluk iktidarıyız, artık ekonomide gerekli kararlar zamanında alınacak' derken, tam aksine sürekli gecikmeler oluyor ve bu nedenle Başbakan 'partisine hakim olmayan lider(!)' görüntüsü veriyor.

Güven sağlayamıyor çünkü; IMF'e verdiği taahhütlerini yerine getirip ekonomiyi düzlüğe çıkaracağı yerde, 'IMF'le işi bitireceğiz' gibi ucuz bir söyleme giriyor.

Güven sağlayamıyor çünkü; teknik bir iş olan ekonomi bürokrasisinde toplu tasfiye yapıp, yerlerine atayacak doğru dürüst birilerini bile bulamıyor.

Çünkü; zorla düzeltilen ve artık piyasa koşullarında rasyonel çalışmaları sağlanan kamu bankalarına bile toplu, partizanca olduğu açık atamalar yapıyor ve çok kritik bu alanda 'geri dönüş' sinyalleri veriyor.

POPÜLİST SÖYLEM

Çünkü; sürekli bir popülist söylem içinde, her isteyene vergi indirimi, yüksek destekleme alımı, akaryakıt bayi payı artışını ÖTV'den karşılamak, gibi popülist kararlar verip, sürekli harcama eğilimine giriyor.

Güven sağlayamıyor çünkü; her alanda af getirip, 'anayasaya bir daha olmayacağı maddesi koyacağız' deyip, sözünü yerine getirmiyor. Her alanda af getirdiği için, SSK, Bağ-Kur'da prim ödemeleri kesiliyor, bunların bütçeye yükü sürekli artıyor.

Güven sağlayamıyor çünkü; 'tütün alımının sınırlandırılması'gibi çok kritik bir alanda sağlanan rasyonel gelişmelerde geri adım atmaya çalışan milletvekillerine sahip olamayıp, programı baltalayacak hareketlere açıkca göz yumuyor.

Güven sağlayamıyor çünkü; normal hazine bonosunu, güven sağlayıp ucuz faizle satacağı yerde, yerine 'islami bono' gibi hukuken tartışmalı yan yollara sapıyor.

Hazine arazilerini satmak, orman arazilerini gaspedenlere vermek gibi yolları 'kaynak' gibi gösterip, Refahyol dönemindeki hayali yöntemleri hortlatıyor. İşçilere dönüp, 'baskı yapın ormanları satıp size zam verelim' diyebiliyor.

Güven veremiyor çünkü; bağımsız bütün kurumlara müdahale etme niyetinde, buralara ya gerekli atamaları yapmıyor, ya da 'partiye yakın' adamlar getiriyor.

Çünkü; Merkez Bankası bağımsızlığını hiçe sayıp faize müdahale ediyor, bu da yetmiyor, işadamlarından 'baskı yapın da faizler indirsin' gibi, bürokratlar üzerinde 'devlet yöneticisine yakışmayan üslup'la baskı kuruyor.

Güven veremiyor çünkü eleştiriye tahammülü yok. Yanındaki birkaç kişi dışında kimsenin sözüne itibar etmiyor, 'bizden olmayanlar' diye ayırıp, akıllı sözleri duymuyor.. Eleştiriyi 'düşmanca 'görüp, her türlü yöntemle susturmaya çalışıyor.

Yani 'yapacağız' demekle olmaz, güven vermek 'gerekeni yapmak'la olur...
Yazının Devamını Oku

Bürokrasi artık toptan görevden alınıyor

10 Temmuz 2003
<B>AKP</B> iktidarı ekonomi bürokrasisindeki tasfiyeyi hızlandırma kararı aldı. Hazine'de 3 müsteşar yardımcısının birden görevden alınmasının hemen ardından, <B>Ziraat Bankası</B>'nın yeni yönetimi, şimdiye kadar banka tarihinde görülmedik ölçüde büyük bir tasfiyeye girişti. Salı günü toplanan Ziraat Bankası olağanüstü yönetim kurulu toplantısında 3 genel müdür yardımcısı ile 16 daire başkanı birden görevden alındı. Gelecek haftaki olağan toplantı beklenmeden, olağanüstü toplantı ile görevden almalar dikkat çekerken, bu hareket 'Partiden gelen emirle hızlandı' yorumlarına neden oldu. Banka kaynakları önümüzdeki hafta yapılacak olağan yönetim kurulu toplantısında da yeni görevden alma ve atama kararlarının da çıkmasını bekliyorlar.

Böylece Ziraat Bankası'nda 2000 yılı programıyla başlayan 'rehabilitasyon süreci'nin de kesildiği kaydediliyor. Vural Akışık'ın ortak yönetim kurulu başkanlığına getirilmesiyle başlayan harekette, Halk Bankası ile birlikte Ziraat Bankası'nın biriken görev zararları temizlenmiş, Banka'ya yeni 'zarar görevi' verilmemesi hükme bağlanmış, Bankalar gerek şube gerekse de personel azaltılarak, rasyonel çalışacak birer kurum haline getirilmişti. AKP'nin bu bankaların yönetim kurullarına yaptığı atamalar iktidarın bu bankaları yeniden 'siyasi birer organ' haline getireceğinin işareti idi. Görevden alınan kişilerin 'bankacılık deneyimleri' nedeniyle bu görevlere getirilen kişiler olduğu biliniyor.

Yerlerine atanan kişiler konusunda ise çok vahim iddialar var. Ortada olan gerçek şu ki; bu kişilerin atanması için kararname gerekmemesi, tarikat bağlantısı gibi güvenlik soruşturmalarından muaf olmalarını sağlıyor. Yapılan atamalara, banka kaynakları 'partizan ve ideolojik atamalar olduğu kesin' diyorlar.

Hazine'deki atamalar da yine Hazine tarihinde görülmedik toptan bir harekete dönüşüyor. 3 müsteşar yardımcısının yanı sıra en azından 4-5 genel müdür ve bir o kadar yardımcısının daha görevden alınacağı, ya da istifaya zorlanacakları kesin.

STATÜKOYU DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?

AKP Hükümeti'nin atamalar konusunda son günlerde giriştiği toplu hareket dikkat çekmeye başladı. Bu hareket, şimdiye kadar hep şüphe konusu olan 'gizli gündem''kafalarının arkasında başka şeyler var' söyleminin de, gerçek olmaya başladığını gösteriyor ki, bu geniş kesimler tarafından kaygıyla karşılanıyor.

Aslında sadece bu toplu kıyım noktasına gelen atamalar değil, AKP'nın son dönem Milli Güvenlik Kurumu ile, Yüksek Öğretim Kurumu ile ilgili karar ve söylemlerine de dikkat çekilerek 'AKP önceleri gerginlik yaratmamaya çalışıyordu ama şimdi açıktan, pervasızca hareketlerine başladı' yorumları daha sık yapılmaya başlandı.

Ankara bürokrasisinde ve iş çevrelerinde giderek daha fazla kişi bu hareketleri, 'AKP artık sistemle çatışmaktan korkmuyor' diye yorumlamaya da başladı.

Bu hareketler aynı zamanda 'mevcut statükonun değişip değişmemesi gerektiği', 'askeri ve sivil bürokrasinin değişimi' tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Benim kanım o ki; uygulanan program ve AB hedefleri bu değişimi zaten zorunlu kılıyor. Zaten taraflar da kendilerinin değişmeleri gerektiğinin farkında. Ancak asıl mesele AKP'nin bu değişimi sağlayıp, sağlayamayacağı noktasında yoğunlaşıyor. Bizce AKP'nin, 'AKP olduğu için' bu değişimi gerçekleştirmesi çok zor. Artı olarak hangi iktidar bu değişimi, AKP'nin üslubu ile getirse de tepki çekerdi...

Ayrıca, AKP'nin bu, çağdaş dünya ile bütünleşecek değişimleri bilinçli biçimde yapmadığı kanısındayım. Sadece kendi tabanını tatmin için, sonucunu bilmediği kafa tutmalara ve adına değişim dediği popülist hareketlere giriştiğini düşünüyorum. Çünkü bu atamaları yapan kafanın, bu değişimi bilinçli yapması mümkün değil...

Kısacası; gerekli değişimler AKP'nin çıkaracağı çatışma nedeniyle tehlikede...
Yazının Devamını Oku