Erdal Sağlam

Faiz indiriminde aşırıya kaçılmamalı

30 Ağustos 2003
<B>UZUN</B> zamandır beklenen faiz düşüşü, 5. gözden geçirmenin onaylanması ve ABD'nin 8.5 milyar dolarlık kredisinde ilke kararının çıkmasıyla, bariz bir hal almaya başladı. Ağustos ayı enflasyon rakamlarının da düşük çıkma ihtimali hayli yüksek. Bu nedenle de piyasalar, Merkez Bankası'ndan yeni bir faiz indirimi beklentisine girdi. Faizlerdeki düşüş elbette sevindirici ama bu konuda fazla ihtiraslı olmamak gerekiyor. Geçmiş deneyimler gösteriyor ki; faiz indiriminde aşırıya kaçılmamalı. Unutulmamalı ki; faiz indirimi çok hızlı ve hazmetmeden olursa, faizdeki artış da o kadar sert ve hızlı olur.

Yani faiz indirimleri öyle olmalı ki; bir daha faiz artışlarına imkan vermesin. Çünkü piyasaların yeni faiz artışına tahammülü yok...

Bilindiği gibi; bankalar uzun süredir öyle kayda değer bir kredi kullanımı yapmıyorlar. Topladıkları bütün paraları Hazine kağıdında değerlendiriyorlar. Yani tıka basa kağıda boğulmuş durumdalar.

İşte tehlike de burada... Bankalar bu yıl, bilindiği gibi olumsuz haberleri gözardı edip, sürekli olarak iyi haberleri satın alma eğiliminde oldular. Bu eğilimleri devam ediyor. Bütün amaç da mümkün olabildiğince fazla kár yazmak. Bu nedenle faiz indirimleri, yıl sonunda daha fazla kár yazabilmek için, doğal olarak bankaların işine geliyor. Elbette ekonominin de işine geliyor. Faiz indikçe borçlanma maliyeti azalıyor...

Ancak yeni faiz artışlarının, hele hele sert faiz artışlarının, hem bankaların hem de ülkenin aleyhine olacağı, böyle bir tehlike halinde getirdiğinden çok götüreceği de unutulmamalı...

Peki, bu aşamada niye böyle bir uyarıya gerek duydum?

Çok açık, faiz indirimi oldukça, bazılarının gözünü hırs bürüyor, ‘‘daha fazla, daha fazla’’ diyorlar. İşe bu nedenle ‘‘Temkinli olmak gerek’’ diyorum.

Bu hırsa Hazine'nin de kapılmaması gerekir. Önümüzdeki aylarda nisbeten düşük geri ödemeleri olan Hazine'nin, şu anda ‘‘tek piyasa yapıcısı’’ olduğunu unutmaması lazım. Yani bankaların zaman zaman portföy değiştirmeleri gerekir ve bunu gerçekleştirecekleri, piyasa yapıcısı konumunda önemli bir oyuncu piyasada yok. Bankalar bu ihtiyaçlarını ancak Hazine'nin ihalelerine girip, karşılayabiliyorlar.

HAZİNE HIRS YAPMASIN

Bu nedenle Hazine'nin geliri olup itfaları az olsa bile, hırslı davranıp birden piyasadan çekilmemesi lazım. Sürekli olarak piyasayı takip edip, değişim taleplerini iyi inceleyip, gerektiğinde piyasanın ihtiyacına göre kendi ihtiyacı olmasa da piyasada olması gerek. Daha önce Hazine'nin birden piyasadan çekilmesinin getirdiği maliyeti, çok çarpıcı biçimde ödedik.

Bu arada yabancı bankaların portföy tutmaktan çok piyasadaki alışverişle para kazandıkları, yabancı bankaların kár için giriştikleri harekete yerli büyük bankaların takıldığı da unutulmamalı. Yani ‘‘büyük bankalar nasıl olsa piyasayı tutar, yükseltmez’’ rehavetinde olunmamalı.

Öte yandan reel faiz konusunda da bir sürü yanlış anlaşılma var. Hazine faizine bakılıp, yanlış biçimde bundan enflasyon oranı düşülerek reel faiz hesabı yapılıyor. Bu yanlış hesabın yanısıra, bankaların portföyünde yüklü döviz kağıtları bulunduğu, bu kağıtlardan uzun süredir zarar edildiği, yani paçal edildiğinde reel faizlerin bu kadar yüksek olmadığı unutulmamalı.

Ayrıca enflasyonun bütün ülkelerde yüzde 20'ye indikten sonra, düşüşün devamının çok daha zor olduğu, dolayısıyla önümüzdeki döneme ilişkin reel faiz hesaplarında bunun gözününde tutulması gereği de ortada...

Kısacası faizlerin düşmesi olumlu, devam da etmesi lazım ama öyle devam etmeli ki; yeni bir faiz artışına meydan vermemeli.

Asıl tehlikenin yeniden faiz artışında olduğu hiç unutulmamalı...

Faizlerin yeniden artışa geçmemesi için ise bütün iş Hükümete düşüyor. Piyasaya güven vermek, şimdi her zamankinden daha önemli hale geldi. Güven vermek için de piyasanın ekonomik programa uyum konusunda hiç bir endişe taşımaması gerek. Yani Temmuz ayındaki tehlikeli bütçe rakamları tekrarlanmamalı. Tekrarlandığı takdirde ise hemen, bunu kapatacak önlemler alınıp, açıklanmalı. Mali disiplin kaçtığı takdirde, ABD ve IMF ne kadar destek verirse versin, yeni bir tedirginlik doğacak, bu da faizlerin yeniden artmasına, hem de hızla artmasına neden olacaktır.

Yani faiz indirimi konusunda, şimdi her zamankinden daha dikkatli olunmak zorunda. Hükümet, hata payının çok azaldığının farkında olmalı.
Yazının Devamını Oku

8.5 milyar dolar için tek şart asker değil

28 Ağustos 2003
<B>ABD</B>'nin 1 milyar dolarlık hibe karşılığı 8.5 milyar dolarlık kredi imkanına, artık kesin gözüyle bakılıyor. Piyasalar bu imkanı bir süredir zaten satın aldı. Ancak ABD Hazine Bakan Yardımcısı John Taylor'ın kredi kullanımının Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine bağlı olacağını söylemesinin ardından Başbakan'ın konuyu görüşmek için TBMM'nin erken toplanmayacağını belirtmesi, piyasaların kafasını karıştırdı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın farklı konuşması da, kafa karışıklığını artırdı.

Türkiye'nin gönderdiği teknik heyet, kredi kullanımını ‘‘ilke olarak’’ bağlayarak döndü. Yani bu kredinin kullanımı konusunda genel olarak uzlaşma sağlandı.

Ancak Hükümet bu krediyi istediği gibi kullanma imkanına sahip olamayacak.

Taylor'un ‘‘Ayrıntıya girmem ama askeri ve ekonomik işbirliği daima bu kredi anlaşmasının parçası oldu’’ sözleri, kredi kullanımının kolay olmayacağının kanıtı.

Her şeyden önce, kullanımın Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine bağlı olacağı böylece kesinleşti. Anlaşmaya bu şart hangi sözlerle girecek bilmiyoruz ama büyük ihtimalle, kredinin her bir parçasının kullanımında ABD Hazine'si veya Dışişleri Bakanlığı'nın onayının aranacağı maddesinin konması, kimse için sürpriz olmamalı.

Taylor'ın sözünü ettiği ‘‘ekonomik işbirliği’’ ise, malum ‘‘Türkiye'nin IMF'yle anlaşmasının aksamadan sürmesi’’ şartı. Yani 8.5 milyar dolarlık uygun koşullu kredinin kullanımı için Türkiye'nin IMF anlaşmasını aksamadan sürdürmesi, bunun göstergesi olarak da bütün gözden geçirmeleri kazasız belasız atlatması gerekiyor. IMF programının neleri öngördüğü ise açık: Seçime rağmen temel gösterge olan faiz dışı fazla rakamına ulaşılacak, acı da olsa, gerekli önlemler alınacak...

IMF'YE DE BAĞLAR

ABD, kendisinin vereceği para için, Avrupa'nın da karar mekanizmasında bulunduğu IMF'yi anlaşmaya hangi sözcüklerle koyar bilmiyoruz. Yani direkt olarak ‘‘IMF şartı’’ olarak anlaşma metnine girmeyebilir ama ABD Hazine Bakanlığı'nın Türkiye'yi çok yakın takip ettiği, IMF yönetimiyle sıkı temasını bildiğimize göre, açık açık metinde yer almasa bile, ABD'nin sunduğu bu imkanın kullanımını, fiilen ‘‘IMF programının devamına’’ bağlayacağını, rahatlıkla söyleyebiliriz.

Türkiye'nin 8.5 milyar dolarlık kredi imkanından faydalanması, sadece bu şartlara da bağlı değil. Daha önce de söylendiği gibi, bu kredi iç ve dışborç yükünün azaltılmasında kullanılacak. Bunun için ise yoğun iç ve dış borç dönemlerinin saptanması, kredinin parça parça bu dönemler itibariyle çekilmesi sözkonusu. İç ve dış borç yükünün azaltılmasında kullanılacağına göre, belki de faizlerin belirlenecek tablodaki sınırların üstüne çıkması halinde bu kredinin çekilmesine imkan verilecek. Yani ‘‘Siz kendi imkanlarınızla içerde ve dışarıda programa uygun faizlerle borçlandığınız takdirde borçlanın, faiz yukarı çıkarsa bunu kullanın’’ denebilir.

Büyük ihtimalle ABD Hazinesi bu 8.5 milyar doları Merkez Bankası'nın hesabında bloke edecek. Çerçeve anlaşmanın yanı sıra çok detaylı teknik şartname de hazırlanıp, kredi bu detay şartlar yerine geldikçe, parça parça kullanılacak. Kullanıldıkça da Merkez Bankası'ndan o kullanılan kısım çıkarılıp, Hazine hesaplarına girecek. Tabi ki hibe değil, ‘‘borçlanma’’ kalemine girecek. Yani finansmana girecek ve bu nedenle faiz dışı fazla hesabında yer almayacak.

Bu kredinin faizlerinin ‘‘ne kadar uygun’’ olduğu, teknik hesaplara göre değişiyor. Kredinin aslında piyasa şartlarına göre ucuz olmadığını söyleyenler de var.

Bu kredi ucuz da sayılabilir ama en büyük etkisi ‘‘psikolojik etki’’dir. Bu imkanın psikolojik olarak zaten piyasalar üzerinde etkisini gösterdiğini söyleyebiliriz.

Hükümetin unutmaması gereken şey şu: Siyasi olarak bedeli olduğu gibi, ekonomik olarak da, son dönem alarm veren açıkları kapatmazsa, bu imkan kullanılamaz...
Yazının Devamını Oku

Hükümet IMF Heyet Raporu’nu yine yayınlatmadı

25 Ağustos 2003
<B>FARKINDA</B> mısınız; 5. Gözden Geçirme için hazırlmanan , ‘‘<B>Staff Report</B>’’ olarak bilinen, IMF Türkiye masasının hazırlayıp, IMF yönetimine sunduğu rapor yayınlanmadı. AKP hükümeti, IMF'le ilk deniyimi olan 4. Gözden Geçirme için hazırlanan heyet raporunu da yayınlatmamıştı. O zaman raporun yayınlatılmaması çok tepki görmüş, yayınlanması için yazılar yazılmış, yorumlar yapılmıştı ama şimdi unutuldu, gitti...

Peki bu rapor çok mu önemli ya da bu karar hükümete mi ait?

2000 yılında uygulamaya giren ekonomik programın ilk aşamalarında bu rapor yayınlanmamış ama Kemal Derviş'in bakanlığı ile birlikte, Türkiye'nin isteği üzerine, IMF yönetiminin kararlarından sonra, niyet mektupları ile birlikte heyet raporları da yayınlanmaya başlamıştı. Bu karar IMF yönetimine değil, ilgili ülkelerin yönetimlerine ait. O dönemde şeffaflığın artırılması adına, böyle bir karar verildi ve AKP hükümetine kadar devam etti.

Bu raporlar elbette çok önemli. Niyet mektupları Hazineden Sorumlu Bakan ve Merkez Bankası başkanının imzasını taşısalar da IMF heyeti ile birlikte hazırlanan daha doğrusu heyetin olurunu alan metinlerdir. Ancak heyet ayrıca IMF yönetimine, yaptığı gözden geçirmeler sonucunda neler gördüğünü, aksayan yönlerin neler olduğunu, siyasi durumu, ileride ne tür tehlikeler doğabiliceğini niyet mektubuyla birlikte ayrıntılı bir raporla sunuyor. IMF yönetimi karar alırken, heyetin bu raporunu baz alıyor. Ancak IMF yönetiminin heyetin eliştirileri fazla olsa bile, örneğin ABD'nin baskısı gibi kaygılarla, niyet mektuplarını onayladıkları da görülebiliyor. İşte IMF heyetinin teknik olarak programın gidişatına bakışını ancak bu rapor yayınlanınca görebiliyoruz.

NEDEN ÖNEMLİ?

Bu raporlar, ekonomideki karar alıcıların önlerini daha net görmelerini sağlıyor. İttifakçıların, piyasadaki profesyonel oyuncuların sadece niyet mektuplarına değil, bu raporlarıda gözönüne alan analizleri, yatırımcıların daha sağlıklı kararlar vermelerini de beraberinde getiriyor.

Bu aslında hükümetler için de, yapılıcak eleştirilerin doğrultusunda daha iyi analiz yapıp, daha sağlıklı kararlar vermelerini sağlayacağı için, tercih edilen bir yol olmalı. Ancak AKP hükümeti, kendisinden önceki dönemde başlatılan ve gelenek haline gelen bu yolu bilinçli olarak tıkamaya çalışıyor. O zaman da insanın aklına çeşitli sorular geliyor. Bu soruların ilki de; ‘‘Hükümet acaba, heyet raporlarında yer alan eleştirilerin kamuoyuna yansımasından mı korkuyor?’’ oluyor.

Hatırlıyorum da; emisyon rakamını öğrenip haber yapmak, bir zamanlar bizim için gazetecilik başarısı idi. Rüşdü Saraçoğlu'nun başkanlığı döneminde Merkez Bankası, emisyon rakamlarını bir telefonla erişilen bir rakam haline getirdi ve emisyon haber niteliğini kaybetti. Daha sonraki aşamada emisyonun ekonomideki önemini tartışır olduk. Bu süreçte, aşama aşama ekonomik göstergeler halka açılmaya başladı. Böyle oluncada yapılan ekonomik analizler, yorumlar daha detaylı olmaya başladı, piyasalar gelişti ve daha fazla detay rakam talep edilir oldu.

Şeffaflık piyasalar için, ‘‘olmazzsa olmaz’’ koşullardan biridir. Şeffaflığın olmadığı bir ülkede, piyasaların istenildiği gibi gelişmesi söz konusu olamaz. Sırlar ve belirsizliklerle dolu bir ekonomiye, kimse gelip yatırım yapmaz.

Aynı şekilde eleştirinin olmadığı bir ülkede ne ekonomi, ne de demokrasi gelişir...

Şeffaflık adına elde edilen kazanımların geriye gitmemesi, aksine hep daha ileri adımlar atılması gerekir ki; hem dekomrasi hem de piyasalar gelişebilsin.

Piyasalar bu tür temel sorunlara kayıtsız görünüyor ama ileride bu sorunların ne kadar büyüyebileceğini, başımıza neler açabileceğini şimdiden görmek gerek. O aşamaya gelindiğinde çok geç olabilir, en çok da piyasalar bundan zarar görür.

Herkesin, şeffaflık adına çok daha hassas olması gereken bir dönemden geçiyoruz...
Yazının Devamını Oku

Mali disiplinin kaybolması sorunları tetikler

23 Ağustos 2003
<B>İLK</B> 7 ayın bütçe sonuçları, hiç de içaçıcı değil. Bu tablonun tehlikeli olduğunu, aynı kelimelerle söylemeseler de artık hükümet üyeleri de kabul ediyor. IMF öncesi, hatta gittiğinde bile göstergelerde sapma olmadığını söyleyenler, şimdi ağızlarında geveleseler de bir sapma olduğunu, önlem alınmadığı takdirde yıl sonunda işleri karıştıracak göstergelerin ortaya çıkacağını kabul ediyorlar.

Bütçenin birçok kaleminde sapma olacağı, 7 aylık rakamlarla ortaya çıktı. Eğer IMF ile 5'inci gözden geçirmenin zamanında tamamlanması başta olmak üzere; o zaman uyarılara kulak asılsaydı şimdi bütün bunlar olmayacaktı. Örneğin IMF'e daha önce söylenen ve bütçeye konulan faiz rakamı haziran sonu yüzde 45 varsayımı ile hesaplanmıştı. Eğer gerekenler zamanında yapılsaydı, faiz rakamı o tarihte yüzde 45'e iner, faiz harcamalarında da sapma olmazdı. Aynı şekilde o dönemde vergi iadelerinin hızlı gittiği uyarısında bulunuldu, ‘‘Ne yapalım adam ihracatı yapmış getirmiş vermeyecek miyiz’’ yanıtı alındı. Sosyal güvenlik açıkları için ‘‘Af lafını ortadan kaldırın tahsilat yapılsın’’ denildi, afta diretildi. Tarımsal desteklemede, başta fındık olmak üzere çok uyarı yapıldı ama bürokratlar bile sonunda ‘‘Ne olacak toparlarız’’ deyip ipin ucunu bıraktılar. Personel harcamaları için ‘‘İleriye endeksleme bitmezse program zorar girer’’ denildi, ipin ucu yine biraz bırakıldı ama bürokratlar bu kez biraz direttiler. Buradaki sapma sınırlı kaldı ama yine de hedefin üstüne çıkıldı.

‘‘Yapılacaklar belli, bu işleri gerektiği gibi, zamanında yapın bu şekilde güven kazanırsınız’’ denildi. Bütün bu sözler teknik uyarılar, ‘‘İdeolojik saldırı’’ olarak algılanıp, dinlenmedi. Üstüne üstlük bu sorunlar yokmuş gibi demeçler verildi, yaratılan güvensizlik iyice körüklendi. Hükümet hálá güveni oluşturabilmiş değil.

Her şeyin başı mali disiplin...

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, bu konuda en dürüst davranan bakanlardan biri. Yaptığı açıklamada, ‘‘sapma’’yı kabul edip, ‘‘Artık rehavete kapılmayacağız. Sıkı maliye politikalarını sürdüreceğiz ve yıl sonu için belirlenen yüzde 6.5'luk faiz dışı hedefini yakalayacağız’’ diyor.

YÜZDE 6.5 ZOR

Şahsen yüzde 6.5'un yakalanması ihtimalini çok zor görüyorum. Daha önce gerek vergi affı rakamında, gerek ‘‘yeni vergi, mevcut vergilerin artırılması’’ gibi konularda Sayın Unakıtan ile görüş ayrılığımız oldu ve ne yazık ki haklı çıktık. Umarım yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla konusunda, Maliye Bakanı'mız haklı çıkar...

Aslında Sayın Unakıtan da bu rakamın altında kalınacağını biliyor ama‘‘Yakalayacağız’’ demek zorunda. Aksi takdirde gerek partisinden, gerek başbakan dahil hükümet üyelerinden, gerek iş kesiminden, gerekse de çalışanlardan gelen harcama talepleri artacak. Bence doğruyu yapıyor ve faiz dışı fazla gerçekleşmesi yıl sonunda hedefe ne kadar yaklaşırsa ülke için o kadar iyi olacak.

Faiz dışı fazlada küçük sapmalar olması; hele ki IMF'in hiç olmadğı kadar tölaranslı olduğu bu dönemde, o kadar önemli değil ama mali disiplinin kaybolduğu imajının verilmesi, çok büyük tehlike doğurur. Sadece bütçe hedefleri için değil, ekonomide aksayan diğer sorunları açığa çıkarıp, buradaki sapmaların sonuçlarını ağırlaştırması, telaşa yol açacak olması nedeniyle tehlikeli olur. Örneğin, ödemeler dengesinde sorun olduğunu herkes görüyor ama şimdilik çoğu kimse bunu tehlike olarak görmüyor. Ancak mali disiplin bozulursa herkesin gözü ödemeler dengesine dikilecek, burada sorun oluşmaya başlayacak. Bu sorunun geçmiş deneyimlere bakarak, hiç de küçük bir sorun olmayacağını söyleyebiliriz.

Şimdi herkesin gözü ağustos ayı bütçe performansında olacak. Eğer sapmalar devam eder, bozulma daha bariz hale gelirse; o zaman sıkıntı başlar. İmar Bankası ödemeleri, seçim yatırımları, referandum, siyasi tablo derken işler karışabilir..
Yazının Devamını Oku

Seçim yatırımları ve borç senaryoları

21 Ağustos 2003
<B>BUNDAN</B> birkaç ay önce bir bakana belediyelerin çok büyük yatırımlara giriştiğini hatırlatıp; <B>‘‘Maliye'nin belediye kesintilerini özellikle de AKP'li belediyelerin kesintilerini durdurduğu ve böylece belediyelerin seçim öncesi kaynak yaratıp büyük yatırımlar yaptığı söyleniyor, doğru mu?’’ </B>diye sormuştum. Aldığım yanıt; <B>‘‘Maliye normal belediye kesintilerine devam ediyor’’</B> oldu. Son aylarda belediyelerin normal gelirleri ile böylesine büyük yatırımlara girişemeyecekleri açıkça ortaya çıktı. Özellikle büyük şehirler birer şantiye alanı oldu. Bu yatırımlardan bazılarının ileride ödenmek üzere yapıldığı belirtilirken, hepsinin borçla yapılamayacağı da açık. Başarılı görülen belediye başkanlarının AKP'ye geçişide, bu işlerin sadece borçla dönmediğini açıkça ortaya koyuyor.

Daha sonra Devlet Bakanı Ali Babacan'ın Milliyet gazetesindeki demeci ortaya çıktı. Babacan, kamunun kamuya borcunu ödemekte isteksiz davrandığını hatırlatıp, buna disiplin getirmeleri gerektiğini ve bununla ilgili çalışma başlattıklarını söylüyor. Bunun yeni bir ‘‘Tahkim’’ olup olmadığı sorulduğunda ise, ‘‘Çok daha farklı ve akılcı bir model’’ diyerek, yeni bir mahsuplaşma sistemi düşündüklerini kaydediyor. Ama bunun için hangi kamu kuruluşun kimden alacağı, kime borcu olduğunu netleşmesi gerektiğini söylüyor.

Babacan, ‘‘Tahkim değil’’ diyor ama kamu kuruluşlarının birbirlerine olan borç ve alacakların mahsubu nasıl olabilir ki?

Bir kere her kamu kuruluşunun eşit düzeyde borcu ve alacağı yok. Yani kimileri daha fazla alacaklı, kimileri daha fazla borçlu. Böyle olunca ortaya bir artık kalıyor. Yani, sonuçta birbirini götürmüyor. Dolayısıyla temizlenmesi gereken bir miktar ortaya çıkıyor. Bu miktarın da şimdilik en az 7-8 katrilyon lira olacağı varsayılıyor. Eskiden özellikle seçim öncesinde bu tür borç ödememe eğilimi artar, sonuçta bu iş bir noktaya gelir tıkanırdı. Demekki aynı tıkanmaya doğru gidiyoruz. Kamu kuruluşlarının birbirlerine olan borçlarının temizlenmesi işine, ‘‘Tahkim’’ denir. Sonuçta bir artık ortaya çıkar ve bunun için Hazine ‘‘Tahkim kağıtları’’ çıkarır. Yapılan her tahkimin ekonomide durumu daha da ağırlaştırdığı, pislikleri halı altına temizlemek anlamına geldiği ve sonuçta mevcut borç yükünün büyümesinde tahkimlerin çok büyük payı olduğu artık herkez tarafından kabul ediliyor. Bu durum zaten Hazine'nin borçlanma raporlarınada açıkça girmiş durumda.

YÜK HAZİNE'YE KALACAK

Şimdi belediyeler doğalgaz kullanımı için halktan para topluyor, Botaş'a borcunu ödemiyor. Garantili borçlarını Hazine onların yerine ödeyip, Hazine ile anlaşma yapıp borçlarına karşılık vergiden aldıkları pay belli miktarlarda kesiliyordu. Şimdi bu paralar kesilmediği için Hazine'nin açığı da giderek büyüyor.

Bütün bunlar seçim nedeniyle yapılan işlemler ve resmen popülist seçim yatırımları.

Peki şimdi ne olacak? Eskiden tahkim yapıldığında Hazine, Merkez Bankası'na kağıt verir, yani yükü bu iki kurum paylaşırdı. Şimdi Merkez Bankası, yeni yasası uyarınca artık bu işe giremeyecek ve bütün yük Hazine'nin üzerine kalacak. Peki yükü tümüyle omuzlayacak Hazine kime borçlu derseniz; piyasaya ve halka....

Dolayısıyla bu işlemin mutlaka faizler üzerinde etkisi olacak. Bu açığı ya kağıt vererek karşılayacaksınız, ya da bir yerden para verip koyacaksınız. Gökten zembille inecek en az 7-8 katrilyon olmadığına göre demek ki kağıt verilecek.

İmar Bankası nedeniyle önümüzdeki dönemde 4-5 katrilyon liralık bir yük geleceği açık. Bunu yapabilmek için ek bütçe beklenecek. Zaten piyasadaki faiz oranları üzerinde baskı oluşturacak bu operasyona ek olarak bir da tahkim kağıtları gelirse faizler ne olacak?

Babacan bir bombanın pimini çekti ortaya bıraktı. Neler olacağını hep birlikte göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Piyasa dostu olmak

18 Ağustos 2003
FARKINDA mısınız; Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer orman arazileriyle ilgili veto kararını, Cuma günü, piyasalar kapandıktan sonra açıkladı. Yani piyasalara, hafta sonunu bu kararı hazmetmekle geçirip, Pazartesi sabahı işlemler yeniden başladığında daha sağlıklı biçimde hareket etme imkanı tanıdı. Sezer'in vetosunu Hükümetin beğenmediği kesin. İktidara yakın gazeteler bu haberi devletin 25 milyar dolarlık gelirden mahrum olması diye değerlendirip, faizlerin artacağını kaydetmiş ve bunu da 'rantiyenin ekmeğine yağ sürme' olarak yorumlamış. Bence baştan sona yanlış bir değerlendirme. Bir kere 25 milyar dolar gibi bir gelirin hayal olduğunu hala anlamadılar. Ayrıca, bence piyasalar zaten bu kararı büyük ölçüde satın aldı ve faizlerde büyük bir artış olmaz. Her şeyden önce de, 'rantiye'nin ne demek olduğunu hala öğrenememişler...Karar tartışılabilir ama açıklanma biçimi, Sezer'in, piyasaların davranışını artık gözettiğini, hatta 'piyasa dostu' davrandığını açıkca ortaya koydu.Bu Hükümet kurulduğundan beri, sürekli tersini gördüğümüz için, piyasalara verilecek önemi, piyasalara göre davranmanın yetmeyeceğini, 'piyasa dostu' olmak ve bunu içine sindirmek gerektiğini anlatıyoruz. 'Piyasa dostu' olmak, 'piyasa yalakası' olmayı gerektirmez. Piyasayı içine sindirmek, nabız tutup kararlarda onu gözetmek demektir. Piyasanın tüm istediklerini yapmak anlamına da gelmez.Bu görüşlere, Başbakanın danışmanı gibi, 'ekonomi önemli değildir, tek önemli şey siyasettir' diye yaklaşan, sağdan ve soldan bazı aydınlar, yine, 'O zaman bırakalım ülkeyi piyasa yönetsin' gibi, sığ itirazlarını tekrarlayabilirler. Hatta çıkıp, 'Bu Hükümet AB'ye uyum için iyi adım atıyor, gerisini boş ver' diyen de olabilir.Ama kim ne derse desin, kurallar işlemeye devam edecek, önümüzdeki dönemde de yine piyasaların davranışları ön planda olacak. Şimdi piyasalar, havaları olumlu diye övgüler alıyor ve o nedenle iktidar piyasayı çok seviyor ama önümüzdeki dönemde Hükümetin istemediği davranışları olursa, yine yaylım ateşine tutulabilir.Hükümet, piyasalarla ilgili biraz ders almış gibi duruyor. Özellikle Bakan Ali Babacan, 'piyasa dostu' bir görüntü veriyor. Ancak daha önce ABD yardımında, sabah söyledikleri öğleden sonra aksi çıkınca, yani bakana güvendikleri, için zor duruma düşen piyasalar, bu görüntüye rağmen temkinli davranmayı tercih ediyorlar. Gazetelerde görmüşsünüzdür; bankacılar, 'faizler düştü karlarımızı artırdık' diyor, düşüşün devamını istiyorlar. Yani ilk 6 ayda yüksek kar yazmak için olumsuz haberleri satın almaya yanaşmayan piyasaların bu tavrı, yine devam ediyor.Piyasaların bu tavrı nedeniyle, Hükümetin işinin kolay olduğunu düşünebiliriz. REHAVET OLURSA Ancak bu rahatlık Hükümeti rehavete sevkederse, işlerin birdenbire tersine dönme ihtimali de, hayli yüksek. Çünkü hala, o kadar tehlikeli noktalar var ki...Yani; Irak'a asker gönderme konusunda çıkacak bir pürüz, IMF'le gözden geçirmenin yeniden aksaması, seçim var diye Hükümetin ekonomide gerekli acı tedbirleri almaya yanaşmaması, YÖK'te çıkacak bir çatışma, orman arazileri ile ilgili referandumun zorlanıp, siyasi ortamın gerginleşmesi, İmar Bankası, hepsi tek başına piyasaları yakından ilgilendiren, havayı bozabilecek sorunlu konular.Bu süreçte Hükümet üyelerinin kesinlikle piyasaları geçiştirme, aldatma gibi davranışlardan kaçınmaları, her şeyi açık açık kamuoyuna anlatmaları gerekecek. Piyasa dostu olmak için şeffaflığın şart olduğu, beklentilerin ancak yalan söylemeden, açık davranılarak yönetilebileceğinin de, artık Hükümet tarafından anlaşılması, daha doğrusu 'laf ' olmaktan çıkıp kavranması gerekiyor. Piyasaların ilk yarıdaki, 'Biz gerekeni yapacaklar gibi davranalım, Hükümet arkadan gelir' tavrı, devam edeceğe benziyor. Sonuçları ise hep birlikte göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

BDDK bu ülkeye herkese lazım

16 Ağustos 2003
<B>ADALET</B> Bakanı <B>Cemil Çiçek</B>'in İmar Bankası olayıyla ilgili, <B>‘‘bağımsız kurumlar’’</B> adı altında BDDK'ya yüklenen demecini hayretle okudum. Devlet adamlığı, uyum içinde çalışması gereken kurumlar arasında çatışma yaratabilecek beyanlardan kaçınmayı gerektirir. Çiçek'i de deneyimli ve sağduyulu bir devlet adamı olarak biliyorum. Ayrıca Çiçek'in bu iki kurum arasında uyumu sağlamak için çaba sarfettiğini, toplantılar düzenlediğini, bu toplantılara bizzat katıldığını da biliyorum. Bu nedenle Çiçek'in bu demecinin, mealen başka anlama gelecek sözlerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum.

Bu demeci doğru kabul ettiğimiz takdirde ya Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) hukukçularının suç duyurusunun nasıl yapıldığını bile bilmediklerini düşünmemiz lazım, ya da savcılık teşkilatının bankacılık tekniği, kayıt dışı muhasebe gibi teknik unsurları bilmediğini. BDDK ve TMSF hukukçuları, yüzlerce benzer suç duyurusunda bulundular...

Yani bu iki kurumun birlikte ve uyumlu çalışması şart. Olayı çözmek için bu iki kurumun çatışmasını değil, birlikte çalışmasını körüklemek gerekiyor.

Bu arada Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in İmar Bankası'ndaki bonoların ödenmesi konusunda BDDK'nın karar alacağını söylediğini duydum. Sizce böyle bir yetki BDDK'nın kararına bağlı olabilir mi? Hazine bonolarının ödenmesi için yasa gerektiğini artık herkes bilmiyor mu? Yasa gerektiğini, bunun siyasi bir karar olduğunu, Hükümetin buna karar vermesi gerektiğini, sizce şimdiye kadar BDDK yönetimi Hükümete, Abdüllatif Şener'e anlatmamış olabilir mi?

Kamuoyunda tam bir ‘‘BDDK cinneti’’ yaşanıyor. İmar Bankası olayı şimdiye kadar görülmemiş ölçüde yolsuzluklar yaşanabileceğini ortaya çıkardı. Herkes şaşkın. Ancak bu şaşkınlık içinde herkes bir ‘‘günah keçisi’’ buldu, ona yükleniyor. BDDK'ya yüklenmek ‘‘moda’’ oldu. Yasadan haberi olmayan, BDDK'nın yetkisinin nereye kadar, nasıl olduğundan bihaber, bankacılık sisteminin geçirdiği aşamaları, BDDK'nın nelerle uğraştığını bilmeyenler bile bir şeyler söylüyor. Sağduyulu olması gereken, ‘‘ilgili’’ bakanların bile bu tür demeçleri, umarız kamuoyunun hoşuna gitsin diye söylenmiş sözler değildir. Çünkü bakanların görevi o değil.

TEHLİKELİ OYUN

BDDK yönetimine yüklenenlerin başında, Uzan Grubu geliyor. Sanki dünyanın hiçbir yerinde olmayan fiktif işlemleri yapan kendileri değilmiş gibi...

Hükümet de BDDK'ya yükleniyor. Sanki olayla hiç ilgisi yokmuş gibi davranıp, her şeyi BDDK'nın üstüne yıkıyor. AKP'nin bağımsız kurumları içine sindiremediğini, bu işleri yeniden siyasi otoriteye bağlamak istediğini, bağımsız kurumların yönetimine partilileri atamak için çaba sarfettiğini artık bilmeyen yok.

Bu arada ‘‘yönetime gelmek için her yolu mübah sayan’’ kişilerin dolduruşuna gelen ve yakındığı ‘‘popülizm’’e sarılıp olaya basit ve yüzeysel yaklaşan medya da cabası.

Kimse unutmasın ki; bu ekonomi bankaların siyasi kararlarla kurulup, işlemesi ve bazı banka sahiplerinin bakanlarla ilişki kurup götürdüğü trilyonlarla bu noktaya geldi. Halk, bu ilişkinin getirdiği yolsuzluklarla fakirleşti, perişan oldu. BDDK'nın kuruluşunu bankaları her türlü işleri için kullanan politikacılar önledi, geciktirdi.

Şimdi tehlikeli bir oyun oynanıyor. Daha yeni kurulan, kurulduğu günden bu yana geçmişin pisliğini temizlemeye çalışan BDDK yönetimi, yine de eleştirilebilir ama şu anda yaşanan olay, özenle korunması gereken bu kurumun yıpratılması...

Enflasyondan şikayetçi olan, yolsuzluk istemeyen tüm vatandaşların BDDK'nın kurumsal kimliğinin korunması için çaba göstermesi lazım. Eğer yine ‘‘salma’’ ile soyulmak istemeyip, eşit rekabet koşullarında çalışmak istiyorlarsa, en başta da bankaların, Kurum'a, Kurum'u temsil eden BDDK yönetimine sahip çıkması gerek.
Yazının Devamını Oku

Babacan'ın 6.5'lik faiz dışı fazla savunması

14 Ağustos 2003
<B>DEVLET</B> Bakanı <B>Ali Babacan</B>, bir süredir <B>‘‘popülizmin bittiği’’</B> mesajını verip, bunun altını her toplantıda çiziyor. <B>Babacan</B> geçen gün birlikte olduğu, banka genel müdürlerine de aynı mesajı vermiş. Bankacılar, Babacan'ın performansından memnun kalmışlar. Babacan'ın ekonomik programla ilgili doğru mesajları verdiğini söylüyorlar. Tabii ki geçmiş deneyimleri nedeniyle, Babacan'ın söylediklerinin tümüyle gerçekleşmesi konusunda, hálá tedirginlikleri var ama genel olarak ‘‘iyimser’’ olduklarının söyleyebiliriz.

Bence; Babacan'ın bu toplantıda verdiği en önemli mesajlardan biri, yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla konusunda olmuş. Bir bankacının ‘‘3 yıl üst üste yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla vermek siyaseten sizi zorlamaz mı, bu rakam aşağı ya da yukarı doğru tartışılamaz bir rakam mı?’’ şeklindeki bir anlamda ‘‘rakam düşürülür mü’’ meailindeki sorusuna karşılık Babacan, yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla rakamını savunmuş. Babacan sosyal dengeleri gözeten bir hükümet olduklarını, bu nedenle 3 yıl üstüste faiz dışı fazla rakamı gerçekleştirmenin zor olarak görülebileceğini söylemiş. Ancak ardından ekledikleri bence, 6.5'luk faiz dışı fazla rakamını bir türlü anlamayanlara verilmiş çok iyi bir yanıt olmuş. Babacan, ‘‘Ama’’ diye başlayarak, 6.5'luk faiz dışı fazlanın programın kilit noktası olduğunu, bu rakamın gerçekleştirilmesinin mali dengelerin sağlanması açısından sembol olduğunu, bununla birlikte reel faizlerin düşeceğini söylemiş. Ardından da 6.5'luk faiz dışı fazlanın gerçekleştirilmesiyle sosyal dengelerin daha sağlıklı kurulabileceğine inandıklarını, yabancı sermayenin gelişi ve işsizliğin azaltılması için 6.5'luk faiz dışı fazla rakamın gerçekleştirilmesiyle verilecek güvenin çok önemli katkı yapacağını kaydetmiş.

Bence, ‘‘popülizm döneminin’’ bittiği sözleriyle bütünleşen bir söylem.

IMF ANLAŞMASI AÇIKLANMALI MI?

Babacan
'ın İmar Bankası ile ilgili soruya karşılık, ‘‘BDDK koordinasyonunda çalışmaların sürdüğü ve bu çalışmalara göre karar alınacağını’’ söylemesi de bankacıların hoşuna giden bir yanıt olmuş.

Bu güzel yanıtlara karşılık bankacıların kafasında kalan önemli bir soru var: ‘‘Acaba Babacan'ın söyledikleri sadece kamuoyunun duymak istediği yanıtları vermek için söylenmiş sözler mi, yoksa bürokrasi ile birlikte hazırlanan hükümetin katıldığı genel bir bakış açısının parçası uzantısı olarak söylenmiş sözler mi?’’

Hükümetin ve Babacan'ın iktidarlarının ilk günlerinde söylediklerini, yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla rakamıyla ilgili değerlendirmelerini unutamayan bankacıların kafasında hala soru işaretleri bulunması çok doğal. Bankacıların soru işaretlerine rağmen, Babacan'ın söylediklerini doğru kabul etmek eğiliminde oldukları da kesin.

Bu arada Babacan'a aynı toplantıda, ‘‘IMF ile anlaşmanın devamı’’ konusunda da soru yöneltilmiş. Babacan, henüz bu konuyu detaylarıyla tartışmadıklarını belirtmiş ve ‘‘O dönem geldiğinde Türkiye'nin ehine olacak en iyi kararı alacağımızıdan emin olabilirsiniz’’ demiş. Kimi bankacılar için bu yanıt yeterli olurken, bazı bankacılar ise bunun Babacan'ın ‘‘artık yok’’ dediği popülizm tanımı içine girdiği görüşünde. Hükümetin 2004 sonunda bitecek anlaşmayı, TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan'ın geçenlerde tekrarladığı gibi 2 yıl daha uzatacağını veya literatüre soktuğumuz, ‘‘yakın izleme anlaşması’’ yapmak zorunda kalacağımızı belirten bir banrkacı, hükümetin bunu şimdiden açıklaması gerektiğini söylüyor. ‘‘Tek çıpa’’nın IMF olduğunun altını çizen bankacı, öyle bir açıklamanın şimdi gelmesi halinde, faizlerin en azından 3-5 puan daha düşeceği görüşünde. ‘‘Buna rağmen seçim beklenip açıklanmaması popülizm değil mi’’ diye soruyor. Sizce de bu haklı bir soru değil mi?
Yazının Devamını Oku