Erdal Sağlam

İş dünyası AKP'yi neden beğeniyor?

11 Ağustos 2003
<B>DÜN Hürriyet</B>'in ekonomi sayfalarında <B>Güler Sabancı</B> ve <B>Cem Boyner</B>'in AKP iktidarını öven demeçlerini okuduk. Daha önce TOBB ve TÜSİAD temsilcileri de AKP iktidarının olumlu eylemlerini öne çıkaran yoğun destek mesajları vermişlerdi. TÜSİAD'ın genç kanadından Boyner ile Sabancı'nın gerektiğinde işaleminin resmi söyleminden farklı demeçler verdiği hatırlanırsa, bu demeçlerin önemi ortaya çıkar.

Peki işalemi AKP iktidarını neden beğeniyor ve bu beğeni neden hızla artıyor?

Boyner, bu Hükümeti beğenmesinin en büyük nedenini 'Özal'dan beri Türkiye'nin berbat yönetilmesi'ne bağlıyor. Yani bir anlamda şimdiki Hükümetin 'eskilerle kıyaslayınca iyi' olduğunu söylemeye çalışıyor. Güler Sabancı ise Hükümetin şu ana kadar dengeleri iyi götürdüğünü, bunun devam etmesi gerektiğini belirtiyor.

İşalemindeki gözlemim o ki; Hükümeti AB hedefleri ve IMF başta olmak üzere 'gerekenleri yapması nedeniyle' beğeniyorlar. AKP iktidarı geldiğinde 'Acil eylem planı' gibi Refahyol'un kaynak paketlerini andıran ekonomik planları, IMF ve AB ile restleşen tavırları görünce korkmuşlardı. Daha sonra AKP iktidarının koşullar ve imkanları iyi okuyup buna göre davrandığını gördükleri için, şimdi seviniyorlar.

Peki AKP iktidarına bundan sonrası için de güveniyorlar mı?

Bence henüz o güven oluşmuş değil. O nedenle övgü mesajları verirken aynı zamanda 'bundan sonrası' için uyarılar yapmaktan da kendilerini alamıyorlar.

Aslında TOBB ve TÜSİAD için de durum farklı değil. TÜSİAD, genç kuşağın etkisiyle Türkiye'nin yerinin Avrupa olduğunu çok önceden görmüş, buna göre Kıbrıs, Irak meselesi, Yunanistan ilişkileri, siyasi özgürlüklerin artırılması, enflasyonun düşürülmesi ve yapısal tedbirlerle bunun kalıcılığının sağlanması konusunda her Hükümete benzer mesajlar vermişlerdi. Yeni yönetimiyle birlikte TOBB da benzer, çağdaş ilkeleri savunmaya başladı ve işalemi şimdi Hükümetlerin karşısında ekonomik ve siyasi anlamda AB ile bütünleşmeyi tek ağızdan savunuyor.

DESTEK SÜRER Mİ?

İşalemi AKP Hükümetine de gelir gelmez aynı mesajları verdi. Önceleri Hükümet daha çok tabana dönük popülist politika üretmeye kalkışınca işalemi tedirgin oldu ve 'Hükümetle daha sık temas kurarak bu mesajlarını anlatma' yolunu seçtiler.

Şimdi Hükümet işalemini daha fazla dinler oldu. IMF ilişkileri, AB'yle bütünleşme konusunda işalemi, kendi görüşlerinin şimdi daha fazla hayata geçirildiğini düşünüyor. Buna karşılık da işalemi Hükümetin yanlış yaptığı işleri kamuoyuna açıklamadan, kapalı kapılar ardında anlatıyor ve bu nedenle Hükümetin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan'ın tepkisini çekmeden diyaloğu koruyabiliyor.

Bu yöntemin doğru olup olmadığını önümüzdeki günlerde daha iyi görebileceğiz ama görünen o ki; TOBB ve TÜSİAD'ın ortak tavırları daha fazla sonuç alıyor...

Peki bu destek daha ne kadar sürer, hep böyle mi gider?

Bizce bu destek sonbahar aylarında bir-kaç kez test edilecek ama asıl test 2004 Nisan seçimlerinden sonra Hükümetin takınacağı tutumla yapılacak.

Bir kere işalemi AKP'nin 'mevcut hayat tarzını değiştirecek radikal eğilimlere kapılıp kapılmayacağı' konusunda hala tedirginliğini koruyor. AB konusunda AKP'yi destekliyor ama samimi mi yoksa, sadece askerin gücünü kırmak için mi böyle davranıyor, hala emin değil. Örneğin YÖK konusunda AKP ile aynı düşünmüyor ve yeni bir çatışma yaratılmasını istemiyor. Irak bir başka test konusu.

En çok da yerel seçimlerden sonra AKP'nin 'onlar' diye sözettiği kendilerine karşı, 'kendi zenginini yaratma' harekatı başlatıp başlatmayacağını, ciddi merak ediyor.

Yani destekliyor ama 'takiyye olup almadığını' da kontrol ederek gidiyor. Bu arada Erdoğan'ın 'eleştirilere aşırı tepkisi' ise ilişkileri gerebilecek başka bir tehlike.
Yazının Devamını Oku

İmarzede'ye özel bono geliyor

9 Ağustos 2003
<B>İMAR</B> Bankası tasfiye edilmek üzere Fon'a alındığında tüm mevduatların ve Hazine Bonosu karşılıklarının ödenmesi planlanıyordu. Bu rakam resmi verilere göre en fazla 1 katrilyon lira olarak tahmin ediliyordu. Bunun üzerine yaklaşık 500 trilyon lirası bulunan Fon yönetimi, Hazine'den 1 katrilyon lira daha isteme kararı aldı. Bu talep üzerine toplanıldı ve 1 katrilyon lira destek verilmesi karara bağlandı.

Ancak planlar birden bozuldu. Bankanın sahiplerinin Ankara'ya gelip ‘‘Bu işi bizsiz çözemezsiniz’’ demesinin arkasında ne olduğu ortaya çıktı. Kayıtlara girilmeye başlayınca birdenbire rakam devasa boyutlara ulaştı, 5-6 katrilyonluk rakamlardan sözedilir oldu. Şimdi talepler alınmaya başlandı ve bir yandan da hálá gerçek fatura çıkarılmaya çalışılıyor. En olumlu ihtimalle 4 katrilyonluk bir yükten sözediyoruz.

İmar Bankası'nın bu hale gelmesinde bizce herkesin payı var. Bir türlü harekete geçmeyen hukuk sistemi, hiç olmazsa İmar Bankası fırsat bilinerek ele alınmalı. Ancak öyle görünüyor ki; diğer partiler gibi AKP de hukuk sistemine dokunamayacak. Belki de ‘‘Bir bulaşırsa nereye bulaşacağı belli olmadığı’’ için...

İmar Bankası'nda hiçbir şey yapmayan, BDDK yönetimine hesap vermediklerini göğüslerini gere gere söyleyen murakıpların, murakıplık sisteminin, daha doğrusu tümüyle teftiş sisteminin bu olay fırsat bilinip silbaştan ele alınıp, çağdaş, politik etki ve maddi imkana pabuç bırakmayacak yeni bir sisteme geçmek gerekiyor.

Yani İmar Bankası olayından ileriye dönük dersler çıkarmak, ilerlemenin önünde engel oluşturan yeni reform alanlarını, bu olay ışığında düzenlemek gerekiyor.

Bunlara bir an önce başlanmalı ama sonuç almak biraz süre alabilir. Halbuki çok kısa sürede yaklaşık 4-5 katrilyon liralık bu yükü temizlemek gerekecek. Nereden bakarsanız bakın emisyonun neredeyse yarısı olan bir miktardan söz ediyoruz.

Hazine'nin bu miktarın tümünü Fon'a veremeyeceği göz önüne alınarak, yeni yasa düzenlemesi ile tasarruf sahiplerine hazine bonosu ve tahvil verme imkanı getirildi. Hazine'nin yeni Müsteşarı İbrahim Çanakcı yaptığı söyleşide Zülfikar Doğan'a İmar Bankası'nın faturası konusunda net bir rakam vermeyip, bütçeye oranlı rakamlar saymış, verilecek desteğin 1-1.5 katrilyon lira düzeyinde kalacağını söylemeye çalışmış. Gerisinin ne olacağı ise belli değil... Zaten daha önce kararlaştırılan destek de çoğu kağıt olarak verilecek destekti.

IMF'NİN ÖNERİSİ

Kısacası; tasarruf sahiplerine kağıt verilmesi kaçınılmaz. Zaten bildiğimiz kadarıyla IMF benzer durumları yaşayan başka ülkelere de, aynı şeyi önermiş...

Şimdi bu kağıtlar ne olacak derseniz; ne olursa olsun mevcut faiz oranlarına olumsuz etki yapacağı kesin. Burada kritik nokta ilk kez karşılaşılan bu durum karşısında ne yapılacağı, nasıl idare edileceği. Makul yollardan biri tasarrufların başka bir bankaya, Pamukbank ya da Ziraat Bankası'na aktarılması. Bunların karşılığında o bankaya Hazine kağıdı verilmesi... Peki tasarruf sahipleri o bankadaki hesaplarının tümünü hemen mi çekecekler, yoksa normal bir bankada olacağı için, güven duyup tasarruflarını o bankada tutmaya mı devam edecekler. Yani; yükün büyüklüğünü, biraz da tasarrufçunun eğilimi belirleyecek. Ancak ne olursa olsun piyasada işlem görecek kağıtlar verileceği için, çekilecek mevduatlar kadar kağıt arzı olacağı için, dolayısıyla faizlerde yükseliş kaçınılmaz olacak. O bankaya Merkez Bankası'nın da yardım edip, açık piyasa işlemleri ile hem bankayı hem de sistemi zora sokmayacak, tolere edici bir tavır alması tabi ki kaçınılmaz olacak.

AKP nisandaki seçim öncesi İmar Bankası mağdurlarına bizce mutlaka ödeme yapacaktır. Yani ödemeler, hem de hiç hesapta olmayan miktarlarda yüksek ödemeler kaçınılmaz görülüyor. Dediğimiz gibi ekonomi yönetiminin tasarrufçulara verilecek güven başta olmak üzere, ‘‘yönetme becerisi’’ni de hep beraber göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Artan mutsuzluk ve toplumsal etki

7 Ağustos 2003
<B>ÖNCE</B> sadece kendi çevremden mi kaynaklanıyor diye şüphelenmiştim ama gözlediğim kadarıyla; hiç de azımsanmayacak kadar geniş bir kesimi kapsıyor.<br> Çok genel tanımıyla, mutsuzluktan sözediyorum...

Yine de bunun belli bir gelir grubu ya da eğitime sahip ‘‘birey’’lerle, dolayısıyla belli hayat görüşünü paylaşan kişilerle sınırlı olabileceği sınırını da koymak gerekiyor.

Siz de aynı şeyi gözlüyor musunuz bilmiyorum ama son dönemde insanlarda tatminsizlik, isteksizlik, içe kapanma yani mutsuzluk eğiliminin giderek arttığını gözlüyoruz. İstatistiği var mı bilmiyorum ama, psikiyatristlere, psikologlara başvuranların sayısında hayli artış var. Ancak asıl olarak, daha önce bu tür yoğun sıkıntılar hissetmemiş ya da daha önce kendi başlarına sıkıntılarının üstesinden gelip, şimdi baş edemediklerini hisseden insanların sayısında büyük artış var.

Ayrılmalar, boşanmalar, kavgalar hızla artıyor, doğru ya da yanlış kullanımıyla ‘‘depresyon’’ sözüyle her yerde karşılaşıyoruz. Kısa süre önce birbirlerini çok sevdiklerini söyleyen, bütün hayatı paylaşmaya karar vermiş ya da buna hazırlanan çiftler aniden kopuveriyor. İnsanlar çevrelerine kalın duvarlar örüp, o duvarı kaldırınca ne kadar mutlu olabileceklerini görseler bile surlarını savunup, içlerine hapsolmayı seçebiliyorlar. Sanki bilerek kapanıyor, mutsuzluğu seçiyorlar...

Savunma mekanizması çalışıyor; kimileri kendini yemeğe, kimi spora, kimi zevk almadığı hobilere verip, ‘‘yalnızlığından sıkılmadığını’’ ispatlamaya çalışıyor... Etrafınıza bir baksanıza; insanlar birbirlerine daha çok yalan söylüyor, daha çok kırıyor, ağır hakaretlerde bulunabiliyor. Hatalı olduklarını görmüyor, görünce de artık bunu tamir etme yolunu seçmek istemiyorlar. Çünkü bu ruh halinde, bırakın karşıdaki insanı veya insanları, bütün dünya kendileri oluyor, karşı tarafın, samimi ısrarlarını bile ‘‘birey olarak kendisine yapılmış zorlama’’ olarak görebiliyorlar.

Dediğimiz gibi iyi bir işi olan, ortalamanın üstünde gelire sahip, özenilen iyi bir statü, iş ve arkadaşlık çevresindeki insanlarda bile böyle bir eğilim hızla büyüyor. İyi de hızla büyüyen bu eğilimin nedeni ne?

İKLİM İYİ AMA...

İşte nedeni konusunda ancak yeterli olmadığını bildiğim, kaba tahminlerde bulunabiliyorum. Bence önemli nedenlerden biri; bireysel ve toplumsal hedeflerin azalması ya da yok olması. Daha önce konulan hedeflerin gerçekleşemeyeceğinin anlaşılması. Tabi ki daha karmaşık nedenleri vardır ama geleceğe olan, gelecekteki özel durumuna ilişkin güvensizliğin artması, bence bu durumu körükleyen unsur.

İşte böyle durumlarda içe dönülüyor, ‘‘sevgi’’ye, çevreye ve topluma kapanılıyor.

Belki bazılarına zorlama gibi gelecek ama insanların, özellikle de belli hayat görüşünü sahip insanların bu duruma gelmelerinde mevcut siyasi iklimin çok önemli rol oynadığını düşünüyorum. AB'ye daha fazla yaklaşılıyor, özgürlüklerin korunmasına ilişkin daha fazla kanun çıkıyor, enflasyon ve faiz düşüyor, IMF'le anlaşıldı, yani aslında 6 ay öncesine kıyasla belki daha iyi bir iklim var. Ancak bütün bunlara rağmen, güvensizlik ve mutsuzluk artmaya devam ediyor.

Bizce bu eğilimin artmasında ABD gibi tek etkili gücün insani olmayan yöntemlere daha yoğun başvurmasının yarattığı, dünyanın geleceğine ilişkin umutsuzluğun da, ülkedeki mevcut ve potansiyel çatışmaların da etkisi var. İnsanlar hem askere, hem AKP'ye, hem de tek muhalefet partisi olan CHP'ye kızıyor. Genç Parti ve AKP ikileminde bırakılmaktan nefret ediyor. Daha da kötüsü ‘‘halk’’a bu durumu yarattığı gerekçesiyle kızıp, toplumsal hedeflere katılımdan, giderek daha da uzaklaşıyor.

Kendi ve çocuklarının geleceği için katlanmaya razı olduğu zorunluluklara daha fazla kızıp, ‘‘çaresizlik’’ kılıfına sığınıyor, pasifleşiyor... Yaşanan mutsuzlukta en büyük sorumluluk tabi ki bireyin kendisinde ama toplumsal etki de yadsınmamalı.
Yazının Devamını Oku

ABD ile iyi ilişki ve IMF ile anlaşma kaçınılmaz

4 Ağustos 2003
<B>IMF</B>'ye verilen niyet mektubu ve vadesi gelecek borçların 2 yerine 3 yıla yayılması, Türkiye'nin stand-by anlaşmasının bittiği 2004 yılından sonra da, IMF'le kaçınılmaz olarak yeni bir anlaşmaya gideceğini açıkca ortaya çıkardı. Gerçi bu borçlar, anlaşmaya göre 1 yıl, hem de tümüyle ertelenebilecekti ama...

Keşke Hükümet kendiliğinden yeni bir orta vadeli program yapmayı kabul etseydi de, zorunlu olarak bu yola gidilmeseydi. Başbakan ve bakanların verdikleri 'IMF'yle hemen anlaşmayı keseceklermiş' havası veren demeçleri, şimdi ne olacak?

Şimdi çıkıp, yeni bir anlaşma yapmayacaklarını da söyleyebilirler. Ancak 'ek önlem ihtiyacı yok' ya da 'yeni vergi yok' açıklamalarında olduğu gibi, ne kadar tersini iddia etseler de, bu kaçınılmaz olarak başımıza gelecek. Çünkü 2006 yılı sonuna kadar bu kadar yüklü geri ödemeleri taahhüt ediyorsanız, IMF'in en azından 'yakın izleme anlaşması' gibi, sürekli gözetim altında tutma isteklerini de kabul etmek zorundasınız. Yani 2004 sonrasında IMF gözetimi, başka ad altında devam edecek.

Bu aslında kötü bir şey de değil... Piyasalar böyle bir anlaşmanın yapılmasına kesin olarak iyi gözle, olumlu bakacaklardır. Yeter ki Hükümet, yine tersini söylemesin...

IMF Heyeti gelmeden önce ABD'nin etkisiyle, bu kez ılımlı olacaklarını tahmin etmiştik. Niyet mektubu ile bu tahminimiz doğrulandı. Irak'a asker gönderme başta olmak üzere, Hükümetin ABD'nin istediklerini yapma gerekliliği, şimdi eskisinden daha fazla. Duyduğumuza göre IMF'in Türkiye'yi görüştüğü Yönetim toplantısı, şimdiye kadar ki toplantılara kıyasla, epeyce uzun sürmüş. ABD temsilcisi bu toplantıda diğer Board üyelerini, 'AB reformları nedeniyle TBMM çok yoğundu, o nedenle yapısal tedbirleri geciktirdiler. Şimdi onları yapacaklar' diye ikna etmiş. Aslında niyet mektubuna bakarsanız gerçekten de bütün yapısal tedbirlerin Ekim ayındaki gözden geçirmeye ertelendiğini görürsünüz. Yine Aralık sonu için de bir süre yapılacak önlem sıralanmış. Yani ABD'nin IMF'yi her seferinde ikna etmesi, dolayısıyla da Hükümetin ABD ile her seferinde iyi geçinmesi gerekecek. Zaten 8,5 milyar dolarlık kredinin Abdullah Gül'ün son ziyaretinde Irak'a asker gönderme ile birlikte masaya yatırılması ve kredinin serbest bırakılmasının parça parça ve gözden geçirme sonlarına alınacağı yolundaki beklenti de, her şeyi açıkca ortaya koyuyor.

ABD'nin IMF'de Türkiye'ye verdiği destek artık çok açık. IMF'in şimdiye kadar göstermediği toleransı gösterdiği de ortada. Ancak buna rağmen 6. ve7. gözden geçirmelerin sıkıntılı olacağı da gözüküyor. Niyet mektubuna göre tam seçim öncesinde Hükümetin örneğin KİT'lerden yüklü işçi çıkarması gerekecek. Ki; Türk-iş'e zorunlu emeklilik olmayacağı, özelleştirme kapsamındaki KİT'lerden çıkarılan işçilerin yasa ile başka yerlere yerleştirileceği sözü verilmişken... Yine gelirler politikası yani işçi ve memura yapılacak zamlar enflasyonla uyumlu olacak deniyor, halbuki gelecek yıl için 'enflasyon farkı' sözü verildi. Yine seçim öncesi şeker fabrikalarının özelleştirmeleri, borcunu ödemeyene Ziraat Bankası'nın kredi vermeyeceği (yoğun kredi ihtiyacı Ocak-Nisan'dır) maddeleri yeralıyor. Başbakanın sözünün aksine illere bol keseden teşvikler, SSK-Bağ-Kur'da herkese prim affı imkanları da, bu niyet mektubuyla ortadan kaldırılmış durumda.

Bu arada Cumartesi günkü yazımıza Devlet Bakanı Ali Babacan'dan itiraz geldi. Haziran sonu itibariyle faiz dışı fazlanın ellerinde olmadığını, tek başına bütçe dengesinin buna imkan vermediğini söyledi. Kendisine KİT dengesini almadığımız için eksiklik yaptığımızı söyledik ama'Haziran sonu faiz dışı fazla belli değil' derken, 'Haziran bütçe açığındaki gelişmelerden' sözetmesinin daha güven verici olacağını tekrarladık. Kendisinden 'Zaten o rakamlar internette var' yanıtını aldık.

Baktık; niyet mektubunda 'Faiz dışı fazlada Haziran sonu sapma olacağı' yazıyor...
Yazının Devamını Oku

Ek önlem ihtiyacında büyüme tehlikesi

2 Ağustos 2003
<B>DEVLET </B>Bakanı <B>Ali Babacan</B>, ellerinde en son mayıs ayı verileri bulunduğunu, bu verilere göre ek önlem ihtiyacı olmadığını, ancak yıl sonunda ihtiyaç olabilir diye ek önlemler aldıklarını söylüyor. Halbuki durum farklı. Mayıs sonu rakamlarıyla Babacan'ın da dediği gibi ek önlem ihtiyacı ortaya çıkmıyor gibi gözükebilir, ama rakamlar bu ayla sınırlı değil. Ekonomi yönetiminin elinde son olarak mayıs rakamları değil, haziran ayı sonu itibariyle rakamlar var. Zaten IMF ile yapılan müzakereler de haziran sonu rakamları üzerinden yapıldı. Yani Babacan, elindeki son veriyi ‘‘yok’’ diye kullanmayıp, bir önceki veriyi vererek, belki yalan söylemiyor ama, eksik söyleyerek kamuoyuna yanlış mesaj veriyor. Halbuki bu tür küçük kurnazlıklar ekonomi yönetimine bir şey kazandırmadığı gibi, güven kaybettirir...

Zaten bu rakamları saklamanız mümkün değil. Maliye Bakanlığı bu rakamları açıkladı. Haziran sonu itibariyle IMF standartlarına göre bütçenin 10.1 katrilyon faiz dışı fazla vermesi gerekirdi. Halbuki faiz dışı fazla 8.2 katrilyonda kaldı. Yani haziran sonu itibariyle faizi dışı fazla hedefinin yaklaşık 2 katrilyon altındasınız...

Herkes biliyor ki; bu rakamlar üzerinden IMF'yle konuşuldu ve yıl sonuna kadar projeksiyon yapılıp, yıl bitiminde 2.3 katrilyon lira açık olacağı ve bunun için de ek önlem ihtiyacı olduğu üzerinde mutabakata varıldı. Niyet mektubuna eklendi ve bu nedenle IMF yönetimi 5. Gözden Geçirme'yi onayladı.

Bunlarda saklanacak ne olabilir ki...

2.3 katrilyonluk ek önlem ihtiyacını zaten herkes biliyor. Ancak bizce ihtiyaç bununla sınırlı kalmayacak. Yıl sonuna kadar 2.3 katrilyonda kalınabilmesi için hükümet bir sürü harcama hakkında ‘‘zaten yapmayacağım’’ diye söz verdi. Ancak buralarda da sarkmalar bekleniyor. Yani yıl sonuna doğru bu 2.3 katrilyonluk önlem yeterli olmayabilir, yeni ek önlem ihtiyacı ortaya çıkabilir.

MERKEZ KORKUYOR

Zaten Ali Babacan da bu olasılığı gördüğü için kesin bir dille ‘‘Bundan sonra ek önlem ihtiyacı olmayacak’’ diyemiyor da, ‘‘Gerek olursa ekim-kasım gibi yeni önlemler de alırız’’ demeyi tercih ediyor.

Dün para raporunu yayınlayan Merkez Bankası yönetimi de bu ek önlem ihtiyacının büyümesinden korkuyor. 2.3 katrilyonluk ek önlemlerin büyük ölçüde tasarruflardan sağlanması, Merkez Bankası'nı rahatlatmıştı. Enflasyonla mücadelenin sekteye uğramaması için yüklü kamu zamları olmaması gerekiyor. Merkez Bankası dün yayınladığı raporda enflasyonla mücadelenin önündeki riskleri sayarken, ‘‘Mali disiplin ve kamu borçlanmasının sürdürülebilirliği açısından yeni ek tedbirlere ihtiyaç duyulmasının enflasyon açısından risk oluşturduğu’’na dikkat çekiyor.

Raporda gelir artırıcı önlemlerin kamu fiyatları ve dolaylı vergilerde artış öngörme olasılığını enflasyon açısından risk oluşturduğu belirtiliyor. Yani Merkez Bankası 2.3 katrilyonluk önlemin büyük ölçüde tasarruflardan sağlanması nedeniyle artık tasarruflarda yer olmadığını biliyor ve yeni ek ihtiyaçlar için vergi ve KİT zamlarına başvurulmasından korkuyor.

Asıl iş; bir daha ek önlem ihtiyacını doğurmayacak şekilde sıkı bir mali politika uygulamaktan geçiyor. Zaten raporda açık olarak altı çizilen husus da ‘‘Enflasyonda düşüş eğiliminin sürmesi için, güven ortamının orta ve uzun vadede sağlanması ve programın tutarlı ve kararlı biçimde uygulanması’’ olarak belirtiliyor.

Umarız hükümet 5. Gözden Geçirme ile birlikte bu işin bittiğini sanmıyordur, 2.3 katrilyonluk önlem içinde yer alan tasarruflara kesin olarak uyulması gerektiği gibi ‘‘seçim’’ mazeretine de sığınmadan, çok sıkı durulması gerekiyor. Bu, artan iç talebin sınırlanıp, enflasyonda risk oluşturmaması için de şart.
Yazının Devamını Oku

Kurlar artık bir üst basamakta

31 Temmuz 2003
<B>MERKEZ</B> Bankası'nın kurların düşük seviyesine müdahale etmesi hep isteniyordu. Son yapılan yaklaşık 1 milyar dolarlık müdahaleye işte bu nedenle ses çıkarılmadı. Şimdi kurlar artık bir üst basamakta seyrediyor. 5. gözden geçirmenin tamamlanacağı kesinleşti, uluslararası rating kuruluşları not artırdı ama daha önce bu gelişmelerle aşağı giden kurlar, şimdi 1 milyon 430-440 binlerin altına inmiyor.

Bankacılar Merkez Bankası'nın bu operasyonuyla piyasadaki döviz fazlasını emdiği görüşündeler. ‘‘Bir ay önce örneğin Tüpraş bir ödemesi için piyasaya girdiğinde kurlarda 5 bin liralık bir artış olur, bu ertesi gün geri gelirdi, ama şimdi bu etki daha yüksek oluyor’’ diyorlar. Yani piyasanın yeni bir dengeye girdiğini, küçük döviz alımlarında bile kurların daha yukarı gitmeye başladığını kaydediyorlar.

Aylar itibariyle döviz giriş çıkışlarına baktıklarında belli bir dengenin hatta küçük de olsa döviz fazlalıklarının ekime kadar devam edeceğinin anlaşıldığını bu nedenle, daha önce, kurlarda yukarı gidiş değil, hatta bir miktar aşağı gidişi tahmin ettiklerini söylüyorlar. Ancak 1 milyar dolarlık alımla birlikte bir üst basamakta yeni bir dengenin oluştuğunu kaydederek, hálá döviz girişi ile çıkışı arasında denge olduğunu bu nedenle, şimdi de bu basamakta bir seyir beklediklerini kaydediyorlar.

Bu arada Merkez Bankası'nın 50 milyon dolara çıkardığı döviz alım ihalelerine hálá yüksek talep olduğu ve bu alımların artık yekün tutmaya başladığı da unutulmamalı.

Bir banka iktisatçısına ‘‘Vadeli ithalatta vadenin eylül ayına denk gelme ihtimali var mı?’’ diye sorduğumuzda, vadeli ithalatta resmi verilere göre, aslında geçen yıllara kıyasla fazla bir fark olmadığını, örneğin geçen yıl yüzde 58 gibi olan vadeli ithalatın toplam ithalata oranının şimdilerde bunun 3-4 puan üzerinde olduğunu, bu nedenle bu yıl vadeli ithalat nedeniyle artı bir döviz ihtiyacı olmayacağını söylüyor. Döviz dengesindeki en önemli gelişmelerden biri, her yıl olduğu gibi turizm gelirleri ve işçi dövizi girişlerinin eylülden sonra kesilmesi olacak...

PİYASA OLUMLUYA TEŞNE

Aynı bankacıya artan banka sendikasyonlarının içeride artı döviz girişi yaratıp yaratmayacağını soruyoruz. Bu kredilerin daha çok dışarıda tutulduğunu ve dış ticaretin finansmanında kullanıldığını biliyoruz. Bankacı, bu kredilerin ancak yüzde 10 kadarının içerde döviz girişi yaratabileceğini, örneğin bir bankanın 350 milyon dolarlık kredinin 30-35 milyon dolarını içeride bozdurup, tahvil-bono alabileceğini kaydediyor.

Özetle bankaların beklediği şu ki; önümüzdeki aylarda önemli bir aksilik olmazsa kurlardaki artış, tahvil-bono getirisinden yine fazla olmayacak...

Ancak bütün bunların ekime kadar geçerli senaryo olduğu da unutulmamalı. Örneğin son tezkere olayı gibi, eğer piyasaların sinirini bozacak olaylar olmazsa, tezkere bir kriz haline gelmezse geçerli. Siyaset ve dış politikanın olumlu senaryoyu bozacak aksamaya hep gebe olduğu unutulmamalı.

Bankacılar ekim ayına kadar geçerli bu senaryonun ardından ne geleceği konusunda ise biraz tedirginler. Herkesin ekim ayını beklediğini, bu nedenle daha önce bir hareketin yaşanabileceğini söyleyenler de var, ‘‘Bu yılı tümüyle böyle geçirmemiz gerektiğini herkes kabul ediyor’’ diyenler de. Yani piyasanın bu yıl sonuna kadar da olumluyu satın almaya teşne olacağı kesin... Ama büyük hatalar yapılmazsa...

Bu hataların en büyüğü ise, 6. gözden geçirmeye baz olacak 2004 yılı bütçe dengelerinin IMF'yle anlaşmaya izin vermeyecek biçimde dizaynında ısrar edilmesi olur. Seçimleri bahane edip, Hükümet böyle bir yolda diretirse, işler kötü...

Şu anda göstergelerin, yaşandığı kadar iyiyi göstermediği kesin. Hükümet ve özellikle Başbakan bunu pek göremiyor. En büyük tehlike de burada...
Yazının Devamını Oku

Hazine atamalarına Başbakan bakıyor

28 Temmuz 2003
<B>MALİYE </B>Bakanlığı ve <B>Devlet Planlama Teşkilatı</B> ne kadar yetkilerini budamaya çalışsalar da, Hazine Müsteşarlığı ekonomi yönetiminin hala en kilit teşkilatı. 1980'lerden beri etkin olan Hazine, 2000 yılında uygulamaya giren programla birlikte fonksiyonunu artırdı.Geniş alanlara yayılan reformların çoğu, ilgili kurum yerine Hazine'de şekillendi. Bunun çok sağlıklı bir yol olmadığı açık ama diğer bakanlıklar kendi alanlarında yapılacak reformlara direndikleri için, uluslar arası ağı etkin olan Hazine, teknik destekle, başka alanlardaki reformlarda da etkin oldu.

Kısacası; uygulanan ekonomik program Hazine'de dizayn edilip yürütüldü.

Programın yürütülmesinde bu kadar kritik rol oynayan Hazine Müsteşarlığı şu anda felç durumda... Başından beri programda söz sahibi olan Müsteşar görevden alındı, yerine 2-3 kademe altından bir kişi atandı. O da yetmedi en deneyimli 3 müsteşar yardımcısı birden görevden alındı. Bitmedi; bu görevlere atama da yapılamıyor..

Aslında fiilen Bakan Ali Babacan müsteşarlık, Müsteşar İbrahim Çanakçı da Müsteşar yardımcılığı yapıyor... İkisi de aslında canla başla, samimi olarak görev yapmaya, programı sürdürmeye çalışıyorlar ama hem siyasi kadrolar, hem de bürokrasi kadroları içinde sözlerini dinletmek açısından, 'genç' kaldılar.

Atamanın yapılamaması da, sözlerini fazla dinletemediklerinin bir kanıtı.

Ankara kulislerinde atamaların yapılamamasının nedeni olarak, 'bizzat Başbakanın işe karışmış olması' gösteriliyor. Başbakanın Hazine Müsteşarlığı'na getirmek istediği ama yapamadığı, İstanbul Belediyesi'nden yakın arkadaşı Mesut Pektaş'ı şimdi de Müsteşar Yardımcılığına, hem de kamu finansmanı ve KİT'den sorumlu Müsteşar yardımcılığına getirmekte ısrar ettiği konuşuluyor. Buna karşılık Bakan ve Müsteşar'ın bu görev için, eski DPT'ci Cavit Dağdaş'ı düşündüğü, bu nedenle atamaların kilitlendiği söyleniyor. Peki Pektaş bu kritik göreve gelirse ne olacak derseniz, yanıt açık: O zaman Başbakan KİT ile kamu finansmanı, yani bankalarla ilgili işleri Bakan ya da Müsteşarla değil, Pektaş ile götürecek. Ona talimat verecek. Pektaş'ın 'Başbakanın vücut dilinden en iyi anlayan' kişilerden biri olduğu açık...

Kişisel tahminim o ki; Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül de bu atamaya karşıdır.

PİYASA YAPICILARIYLA TOPLANTI

Durum basit gibi görünüyor ama değil. Bir Başbakan eğer teknik bir iş olan Hazine Müsteşar Yardımcılığına kadar karışıyorsa, burada başka saikler var demektir...

Aslında sadece Başbakan değil, altındakiler de yapmaması gereken işlere karışıyorlar. Hazine'de, Tansu Çiller'in döneminde hep eleştirdiğimiz bir olay daha yaşanmaya başladı. O zaman'Bir Bakan ihalenin nereden kesileceğine karar vermez, bu görev ilgili daire başkanına aittir, çünkü bu teknik bir iştir. Bir bakan ihalenin nereden kesileceğine karar veriyorsa, başka işler vardır' derdik. Şimdi Babacan'ın Çiller'in yaptığı işleri yaptığını kesinlikle düşünmüyoruz ama, Babacan da bu toplantılara katılıyor ve bu şekil olarak bile yanlış anlamalara izin verir...

Babacan geçen Cuma günü Hazine'de yapılan Piyasa Yapıcıları Toplantısı'na da katılmış. İlgili genel müdür yardımcılarına Müsteşar katılacağı söylendiği için bu kez katılım, allahtan, yüksek imiş. Toplantı Hazine'de yapıldığı için Bakanın bir 'merhaba' demesi o kadar yanlış değil. Ancak toplantıya katılan bankacılar 'Program konusunda Bakanın mutlaka uyulacak sözü vermesi bizi biraz huylandırdı' diyorlar. Bankacılar ayrıca, 'IMF'le görüşmeler konusunda Müsteşarın bile her şeyi bilmediğini gördüklerini, ilgili Genel Müdürlerin bile teknik IMF toplantılarına alınmadığını duyduklarını, IMF'le ilişkileri bir tek bakanın bilmesinin ise olağan bir şey olmadığını' söylüyorlar...

'Ekonomi böyle yürümez' diyoruz ya, işte bu yüzden... Bu örnekler o kadar çok ki.

Yazının Devamını Oku

Bu anlayışla ekonomi yönetimi çok zor

26 Temmuz 2003
<B>5.</B> gözden geçirmede artık sorun kalmadı. Sosyal Sigortalar Yasası'nın perşembe gecesi TBMM Genel Kurulu'ndan geçmesi, Cuma günü de niyet mektubunun imzalanıp gönderilmesi planlanıyordu. Ancak yasanın TBMM'de kabulü salı günkü oturuma kaldı. Yine de IMF’ye mektup dün gönderildi. IMF İcra Kurulu tatile gireceği 4 Ağustos'a kadar toplanır mı, yoksa karar tatil sonrası, yani 15 Ağustos sonrasına mı kalır, henüz bilinmiyor.

5. gözden geçirmenin tamamlanacak olması piyasaları rahatlatmış değil. Çünkü; Hükümet siyaset ve ekonomi alanındaki kararlarıyla piyasaların kafasını iyice karıştırdı. Piyasalar özellikle ekonomide büyük hatalar yapılacağından korkuyor.

Çünkü yapılanlar, tek çıkar yol olan ekonomik programın sağlıklı yürütüleceği konusunda korku veriyor. ‘‘5. gözden geçirme şartları gibi alınması gereken tedbirler, geç de olsa alınıyor, niye korkutucu’’ denilebilir. Korkutucu çünkü hükümetin ve AKP'nin ekonomiye bakışı, anlayışı çok yanlış...

Çok geriye gitmeyelim, sadece son bir haftada yaşadıklarımıza bir bakalım...

Toplu sözleşmelerde uzlaşma sağlandı. Açıklanan şartlarla, hem bütçe açığı arttı, bundan da önemlisi, enflasyonla mücadeleye tümüyle ters, ‘‘enflasyon farkı’’ adı altında yeniden geriye doğru endekslemeye dönüldü.

İhale Yasası'ndaki değişiklikler TBMM komisyonlarında yapıldı. Yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin önüne geçmek için getirilen yeni ihale sistemi hükümetin ısrarıyla delik deşik edildi. ‘‘Emanet usulü’’ gibi tümüyle eski düzeni çağrıştıran unsurlar da son dakikada Dünya Bankası'nın ciddi uyarılarıyle engellenebildi.

KARAR SÜRECİ SAĞLIKSIZ

Hükümet aynı yasa değişikliğiyle İhale Kurumu'nun mali özerkliğini büyük ölçüde tırpanladı. Hükümetin İhale Kurumu'nu yeniden siyasete bağımlı bir kurum haline getirmek istediği biliniyor.

Aslında sadece İhale Kurumu değil, programın önemli ayağı olan bütün bağımsız kurumları budamak istiyor. Eskisi gibi, bütün ekonomik kararların siyasi otoriteye bağlanması ve eski rantlar amaçlanıyor. TBMM'nin yeni döneminde bu kurumların tümüyle budanması için hazırlık yapılıyor.

Bunların yanı sıra Hükümet her alanda affa devam ediyor. IMF'yi ikna edip SSK ve Bağ-Kur primlerinde sözde kısmi affa geçti ama atayacağı kişilerin belirleyeceği planlar yoluyla, hiç şüpheniz olmasın, bu aflarda da siyaset önemli rol oynayacak.

Bu arada göze çarpmadan alınan yanlış kararlar var. Çünkü yeni bürokrat kadrolarının çoğu yanlışlığını anlayacak düzeyde değil. Eskiden kalan bürokratlar da ‘‘atama’’, ‘‘görevden alınma’’ kaygısıyla iyice sindirildi, itiraz etmiyor.

Bürokrasinin durumu gerçekten vahim. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, sanki yolsuzluklarla mücadele edilmesin diye, Bülent Ecevit, Hikmet Uluğbay, Devlet Bahçeli gibi namusuyla tanınan kişilere bile soruşturma istediği yetmiyor, bütün bürokrasiyi sindirecek ölçüde pervasız ve her işten habersiz kararlar alabiliyor.

Bunun da ötesinde şu anda ekonomi yönetiminde koordinasyon hiç yok. Bazı bakanlar kendi atadıkları ve kendilerine ‘‘hayır’’ diyemeyecek bürokratlarla işi götürüp, işi bilenlere ise hiç sormuyor, toplantılara bile almıyorlar. Kurumlar arası iletişim tümüyle kopuk, herkes kendi kurumuna rant sağlama peşinde. Üstüne üstlük gelen kişiler yetersiz oldukları için kurumlarını da yönetip, motive edemiyorlar.

Durup dururken, bütün piyasaların sinirini bozacak ‘‘yeni tezkere krizi zemini’’ hazırlayan Hükümet, ekonomide bu yanlış anlayışını de hayata geçirmeye çalışacak.

Hem siyasette, hem ekonomide zor kararlar dönemi geliyor. Çok iyi ‘‘beklenti yönetimi’’ şart. Ama bırakın beklentileri, günlük işler böyle yürüyebilir mi?
Yazının Devamını Oku