HÜKÜMET ekonomik programın uygulanması konusunda iç ve dış piyasalara bir türlü güven veremiyor. Buna ‘‘Irak'a asker gönderme’’ gibi beceriksizce yönetim ve ek vergi iptali gibi hukuki pürüzler eklendiğinde, piyasalar yaz rehavetine giremiyor.
5. gözden geçirme konusunda da bir yandan ‘‘artık sorun olmaz, geçer’’ denilirken, öte yandan ‘‘acaba mı?’’ sorusu da akıllardan çıkamıyor. Hükümet şimdiye kadar eğer ekonomik program konusunda güven verebilseydi, bütün bunlar piyasayı o kadar etkilemez, ‘‘Nasıl olsa Hükümet gerekeni yapar’’ denilirdi. Halbuki şimdi en ufak pürüzde bile, Hükümetin ne yapacağına güvenilemediği için tedirgin olunuyor.
Hükümet de güvensizliği pekiştirecek kararlar almaya devam ediyor. 2000 yılında uygulamaya giren programın en önemli ayağı yapısal tedbirler idi. Belirli bir felsefe doğrultusunda, kamu açıklarını sürekli azdıran delikler kapanmaya çalışılmış, her türlü yolsuzluğun temeli olan enflasyonla mücadele, yapısal tedbirler hayata geçirilip, ekonomi dışı kararlar engellenerek, kalıcı hale getirilmeye çalışılmıştı. Bu aynı zamanda yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, kayırmaların önüne geçmek idi.
Ancak AKP Hükümeti, gün geçmiyor ki; şimdiye kadar yoğun çabalar ile hayata geçirilen yapısal tedbirlerde geri adım atmasın. ‘‘Nasıl oy alırız’’ kaygısı tek kaygı olduğu için, geri dönüşler umursanmıyor. Bu da, ‘‘tek çapa’’ olan ekonomik program konusunda Hükümete dönük ciddi endişeler doğmasına neden oluyor.
Örneğin Türk-İş'le bağıtlanan son protokol, ekonomik programın ilkelerine ters unsurlar taşıyor ama Hükümet umursamıyor. Verilen zam elbette ki bütçeye olan yükü artıracak, belki 2.3 katrilyonluk ek önlem gereğini de büyütecek. Ama daha önemlisi belirli ilkelere ters olması. Atıl istihdam konusunda verilen sözlerden geri adımlar atıldığı kesin. Ancak asıl tehlike ‘‘gelirler politikası’’ ile ilgili. Cari işlemler açığının tehlikeli boyutlara gittiği, bu nedenle talep yönetiminin çok daha ciddiye alınması gerektiği bilinirken, yeniden ‘‘geriye doğru endeksleme’’ ye geçiliyor. Halbuki enflasyonla mücadelenin en önemli unsurlardan biri ‘‘ücretlerde ileriye endeksleme’’nin yerleştirilmiş olmasıydı. Şimdi 2004'de yüzde 5 zam ve enflasyon farkı ilkesinin getirilmesi, tümüyle bu ilkelere ters. IMF'ye hálá niyet mektubu gönderilemedi ve yine gecikme tehlikesi var. Bu yöntem, rakamlar IMF'ye verildi mi bilmiyoruz ama şimdi olmasa da 2004 için bunların gündeme gelmesi kaçınılmaz.
İHALE YASASI'NDA ÖNEMLİ GERİLEME
Yapısal tedbirlerin, yolsuzlukları, usulsüzlükleri bitirecek en önemlilerinden biri kamu ihale yasası idi. Hükümet ne yaptı etti, eski ihale sistemine dönmek için yasayı değiştirmeyi kabul ettirdi. Çeşitli bahaneler buldu, sözde eskiye dönülmedi ama ‘‘istenildiği gibi ihale’’ yapmak için bir sürü imkan aldığını biliyoruz.
Teknisyenler, ihale kanununda yapılması planlanan değişikliklerle KİT'ler kapsamda gösterilmekle birlikte, esas itibariyle kanun kapsamı dışına çıkartıldığını, tüm alımları ve yapım işleri için eski mevzuatlar kendiliğinden yürürlüğe girmeyeceğinden, tamamen başıboş kalacağını belirtiyorlar. Sadece bu değil, emanet usulünün yeniden canlandırıldığı, idarelerin kendi kurdukları şirketlerin kendi ihalelerine katılabilmesine imkan tanındığı, vakıf üniversitelerinin muaf tutulduğu, danışmanlık hizmeti alanının kısıtlandığı, doğrudan teminin bir ihale usulü olmaktan çıkarılıp genişletildiği, kanundan istisna tutulan alımların kapsamının genişletildiği görülüyor. Hani bu yasayla yolsuzluklar önlenecekti.
Yani ihale yasası gibi önemli bir kazanımda bile geriye dönüş yaşanıyor.
Sadece bunlarla da sınırlı değil, Hükümet her fırsatını bulduğunda, günlük ekonomiyi tümüyle siyasi kararlarla yönetmenin yolunu yeniden açıyor.
Peki, bu geri adımlar sizce nereye kadar sürebilir?