Erdal Sağlam

Ekonomi küçülürken enflasyon ve faiz güzel görünüyor

5 Ocak 2009
GEÇTİĞİMİZ Cuma günü açıklanan enflasyon verileri, Merkez Bankası’nın enflasyondaki trendi iyi okuduğunu gösteriyor. Dolayısıyla yapılan son iki faiz indirimi artık piyasalar tarafından daha iyi algılandı ve Merkez Bankası’na bu konuda oluşan güven pekişti.

Bu enflasyon rakamları aynı zamanda önümüzdeki aylarda faiz indirimlerinin, hem de küçük olmayan oranlarda, devam edeceğinin de artık somut bir göstergesi sayılmalı. Artık yüksek oranlı örneğin 1’er puanlık 2-3 indirim yapsa dahi, Merkez Bankası yönetimine bir şey diyemeyecek noktaya geldi. Ancak şahsen, hala temkinli olmak gerektiği düşüncesindeyim.

Enflasyondaki hızlı düşüş tescillenirken, buna bağlı olarak özellikle işaleminin yakındığı yüksek faizler de, artık düşmeye başlıyor...

Kurlar da artık o kadar değerli değil, dolar kuru 1.5 seviyesinde, küçük hareketler gösteriyor.

Yani şimdiye kadar ekonomiyle ilgili yakınmaların büyük bir kısmı giderilmiş gibi gözüküyor, değil mi?

Halbuki kazın ayağı hiç de öyle değil...

Çünkü ekonomi giderek, hem de hızla küçülüyor... Yani ekonomi küçülürken, kurlarınız artık normalse, enflasyon hızla düşüyorsa, faizler inmeye devam ediyorsa, bir anlamı yok.

Yani bu şikayetlerin giderilmesi, sizin veya yönetim becerinizin eseri değil.

Özellikle ihracatçılar ve kendine iktisatçı diyen, halbuki "at gözlüğü takmış, çağdışı kalmış maliyeci"den başkası olmayan AKP’li yöneticiler, bakalım bunlara ne diyecek? AKP’ye yakın gazetelere yazdırdıkları "faiz indirmeyen düşman Merkez Bankası " öyleminden bakalım nasıl çark edecekler. Gerçi, şimdiden "Merkez Bankası gerçeği görmeye başladı" gibi başlıklar atmaya başladılar zaten...

Utanmasalar, "AKP Hükümetinin iyi yönetimiyle enflasyon ve faizlerin düştüğünü, kurların artık eskisi kadar değerli olmadığını" bile söyleyebilirler. Tabi büyümeden söz etmeden...

Özetle; ekonomi küçülürken doğal olarak hem iç, hem de dış talep azaldığı için üretim geriliyor, ekonomi küçülüyor. Ekonomi küçülürken enflasyon ve faiz de iyi görünüyor...

Bu tablo aslında, "ekonominin yönetilmediği"nin, gelişmelerin sadece seyredildiğinin kanıtı.

Sadece seyredeyim derseniz yönetmek kolay

BÖYLE ortamda, ekonomi yönetiminin çok daha zorlaşacağı kesin.

Ancak sadece seyretmeyi seçer, küresel krizin size etkilerini pasif ve kaderci biçimde izlemekle yetinirseniz, o zaman ekonomiyi yönetmek o kadar da zor değil, tabi ki...

Bu kolay yolu seçtiğinizde, halkın daha da yoksullaşmasına göz yumacaksınız demektir.

Bir süre "kültürümüzde olan sadaka"yı vererek, insanları çalışmadan para almaya alıştırır, yoksulluğu kader haline getirir, belki bu sayede oylarınızı koruyup, bir süre daha gidersiniz.

Ama bu ülkeye, bu ülkenin, çocuklarının geleceğine, çok büyük kötülük etmiş olursunuz.

Küresel kriz de olsa, bu dönemi iyi yönetmek zorundasınız. Sıkıştınız mı, hep küfür ettiğiniz IMF’i çağırır, yine ekonomiyi otomatiğe bağlayıp götürürüm diye düşünürseniz, yanılırsınız.

Sizin bir planınızın olması gerekir. IMF olsa dahi, bu ülkenin geleceğini, ekonominin önceliklerini düşünüp, şimdiden bunun önlemlerini hazırlamanız gerekir.

Çünkü, önünüze gelene "doğurun" demekle bu iş yürümez. Övündüğünüz bu genç nüfus sürekli eğitim, iş istiyor, istemeye devam edecek. Eğitimsiz, işsiz nüfus çoğaldıkça bu toplumun temellerine dinamit koyanların sayısı artıyor, bunu düşünmüyor musunuz?

Ülke ekonomisi, 2001 krizinden sonra ilk kez 2008’in son çeyreğinde küçülecek. Ekonomideki küçülme önümüzdeki yıl da devam edecek...

Siz IMF’le otomatiğe bağlayıp, sadece seyretmeye devam ederseniz, başımıza çok iş gelecek.
Yazının Devamını Oku

Hükümet doğalgaza gizli zam yapmış oldu

3 Ocak 2009
HÜKÜMETİN enerji politikasındaki fiyasko devam ediyor. Son olarak Enerji Bakanlığı’nın ocak ayı başında doğalgaza indirim yapma teklifinin hükümet tarafından kabul edilmediği ortaya çıktı. Bu öyle basit bir olay değil. Hükümetin bu kararı doğalgaza "gizli zam" anlamı taşıyor.

Daha önce doğalgaza yüzde 20’nin üzerinde zam yapılırken söylenen gerekçe; dünya fiyatlarının yükselmesi, bununla birlikte kurların yükselmesi ve otomatik fiyatlandırma gereği doğalgaza zam yapılmasının gereği idi.

O dönemde doğalgaz fiyatlarının bu fiyatlandırma sistemi gereği artabileceğini ama hükümetin vergi yükünü azaltarak bu zammın bir bölümünü yansıtmayabileceğini, bunun siyasi bir karar olduğunu, zaten üretim düşerken piyasalar çok kötü hale gelmişken hükümetin böyle bir karar alıp zammı daha az yansıtmasının doğru olacağını söylemiştik.

Ama hükümet vergide fedakarlık yapmadı, tam kış ayları başlamışken doğalgazda vergi indirimi yapmadı. Dünya fiyatlarındaki artışı aynen sanayiciye ve halka yansıttı.

Sonuç ne oldu; yılbaşından buyana doğalgaza yapılan zamların toplamı yüzde 80’i aştı, zaten işsizlik çığ gibi büyürken üretim maliyetleri arttı, insanlar doğalgaz pahalı diye, ısınmak için kömüre yöneldiler, büyük şehirlerde bariz biçimde hava kirliliği yeniden artmaya başladı.

O dönemde zam yapılırken, dünya fiyatlarında, petrol fiyatlarının 6 ay civarı gecikmeli etkisi nedeniyle, yılbaşından itibaren fiyatların düşeceği, bu indirimlerin aynen doğalgaz satış fiyatlarına yansıtılacağı söylenmişti.

Bir ara doğalgazdaki fiyatlandırma sistemi nedeniyle, şubat ayında bu indirimin yapılabileceği, daha önce resmi olarak indirim yapılamayacağı söylenmişti.

Daha sonra gördük ki; doğalgazda istenildiği zaman, daha doğrusu her ay başında geçerli olacak biçimde fiyat ayarlaması yapılıyormuş...

Enerji Bakanlığı geçtiğimiz hafta bu çerçevede ocak ayı başında doğalgaz fiyatlarına, dünya fiyatları ve kurları hesaplayarak yüzde 15 indirim yapılması gerektiğini belirledi. Bu hesaplamalara göre mevcut seyir ve kurlar devam ettiği sürece, buna ek olarak şubatta yüzde 7, martta yüzde 7 daha indirim yapılacağı belirlendi. Eğer kurlar daha aşağı gelirse, özellikle mart ayındaki indirim oranı daha da büyüyebilecekti.

KÖTÜ YÖNETİM AÇIĞA ÇIKTI

Ancak Enerji Bakanlığı’nın bu isteğinin ekonomi bakanlarından geri döndüğü ortaya çıktı ve ocak ayı başında planlanan indirim yapılmadı.

Eğer ocak ayında bir indirim gerekmiyorsa Enerji Bakanlığı neden indirim talep eder, eğer teknik olarak indirim gerekiyorsa, o zaman niye indirim yapılmaz?

Bu olay da yaşanan fiyaskoyu ortaya koyuyor. Zam gerektiği zaman, vergiden fedakarlık etmeyip bu zammı aynen yansıtıyorsanız, indirim gerektiği zaman da yapmak zorundasınız.

Bu indirimin gerektiği halde yapılmaması, vatandaşı ve sanayiciyi bu kriz ortamında, bilerek, daha da zora sokmak demektir, başka bir anlamı olamaz...

Ekonomiden sorumlu bakanlar indirim gereğine rağmen bu kararı önledilerse o zaman bunun tek sebebi olabilir; o da Botaş’ın, enerji KİT’lerinin yani toplam KİT dengesinin yüksek açığıdır. Botaş’ın mali açıdan zor durumda olması her ödemesinde sıkıntı çekmesi tüm ekonomi yönetimini zor durumda bıraktığı için, "madem öyle indirimi yapmayıp bir miktar kaynak sağlayın" demiş olabilirler. Bu kararı veren de tabi ki Başbakan’ın kendisidir...

Eğer bunu söyledilerse, bunun bir anlamı şudur ki; "Biz iyi yönetemedik, Botaş’ı bu kadar zor durumda bıraktık, o zaman kötü yönetimin faturasını halka ve sanayiciye ödetelim..."

Ekonomi kötü yönetiliyor, kriz döneminde bu kötü yönetim iyice ortaya çıkmaya başladı...
Yazının Devamını Oku

Yeniden umutlanacağımız bir yıl olması dileğiyle

1 Ocak 2009
UMUT, öyle sihirli bir kelime ki; ne kadar zor durumda olursanız olun, sizi bu zorlukların içinden çekip düze çıkaracak gücü veren duyguyu tanımlıyor. O nedenle, insanın başına gelebilecek en kötü şeylerin başında umutsuzluk gelir.

Yeni yıl yazısı yazmak için oturduğumda ilk aklıma gelen "umut" oldu... Nedeni açık; özellikle son aylarda toplumun tüm kesimlerinde büyük bir umutsuzluk yayılmaya başladı, herkesi etkiler hale geldi. Haberlere baktığınızda, umutsuzluğun nasıl hızla yayıldığını, nedenleriyle birlikte, açıkca görüyorsunuz.

İnsanlar nasıl umutsuz olmasınlar ki...

Türkiye uzun süredir halkı ortasından ikiye bölen sert kamplaşma içinde yaşıyor, hálá çağdışı bir dünya görüşüne, yönetim anlayışına sahip yöneticiler işbaşında olabiliyor, devlet kurumları arasındaki ahenk bozuldu, bir türlü yeniden kurulamıyor.

"Başbakanın doktoru" diye rektör ataması yapan bir Cumhurbaşkanımız var, dağbaşındaki çobanın bile "dinleniyorum" kaygısıyla telefonda rahat konuşamadığı, "Akşam sarhoş olup telefonda kızdığımız birilerine küfretme hakkımızın" bile elimizden alındığı bir ortam yaratıldı, devletin her kademesinde görülmedik kadrolaşma tam gaz devam ediyor, devletin güvenlik kurumlarında bile tarikat bağlantılı "hakimiyet savaşı" yaşanabiliyor, tüm işalemi üzerinde, eleştiri gelen, gelebilecek olan tüm işadamları ve meslek kuruluşları üzerinde cumhuriyet tarihinde görülmedik "maliye baskısı" uygulayan bir ekonomi yönetimi, buna alet olabilecek bürokratlar bulunabiliyor.

Bu tehlikeyi göremeyen, sadece "varlıklarımızın değeri yükseldi" diye olaya bakan, ülkenin geleceğini karartacağını bildiği çağdışı yönetimleri alkışlayabilen, ancak kriz anında beceriksiz yönetimi ve AB hedefinin samimi olmadığını gören işalemimiz var. "Dogmadan demokrasi çıkarmış" gibi davranabilen, demokrasiye karşı en sert hareketlere göz yumabilen, demokrasi anlayışını türban sorununa endeksleyen, "tek tip basın" yaratma gayretlerini yok sayan aydınlarımız var. Tutuculuğu sol sayan, halkı dışlayan, çağdışı düşüncelerde direnen cumhuriyetçilerimiz, sorunlara somut projeler üretemeyen, bir türlü alternatif olamayan muhalefet partilerimiz var.

YEŞERTMEYE ÇALIŞMAK

Tüm bunların üzerine giderek derinleşen küresel kriz, krizi göremeyen, güven veremeyen, sorunu "dışarısının krizi" diye atlatmaya çalışan bir Hükümet eklenmiş durumda.

Son günlerdeki Filistin katliamı, oradan gelen görüntüler de işin tuzu biberi oldu, tabi ki...

Her gün yanı başınızda, çevrenizde birileri işten çıkarılıyor, işten çıkarılmayanların da "ne zaman atılacağım" diye sabah işe gittiği bir dönemi yaşıyoruz...

Bütün bu saydıklarımız, son dönemde giderek koyulaşan umutsuzluk ortamını oluşturan örneklerden, sadece birkaçı. Nasıl umutsuz olunmasın ki...

Başbakanımızın eleştirinin en küçüğüne bile tahammülü yok. "Sorunları bakanlara iletin, düzeltilmezse haber yapın" diyecek kadar basına düşman bir tutum içinde. Bir sonraki aşamada "haber yazılmasına, halkın bilgi almasına gerek yoktur" demesini bekliyoruz artık.

Başbakanımızın tüm aksi yöndeki çabalarına rağmen, bu somut gerçekler yazılıyor, çiziliyor.

Gelişmeleri izleyenler, sorunları yaşayanlar giderek koyulaşan bir umutsuzluk içinde.

Bu nedenle 2009 yılının "yeniden umutların yeşerdiği bir yıl olması"nı diliyorum.

Bunun zor olduğunu biliyorum ama mutlaka bir çıkış yolu bulunacağı da açık. Ülke olarak da kişisel olarak da bu çıkış yolunu bulmak, umudu yeniden yeşertmek için çalışmak zorundayız. Zaten hayat da, bir yanıyla da güzel olan, bu mücadeleyle geçmiyor mu?

Hepinize sağlıklı, mutlu ama her şeyden önce umutlu bir yıl diliyorum.
Yazının Devamını Oku

2009 harcamalarındaki kısıntı 13 milyar YTL’yi buluyor

30 Aralık 2008
GEÇEN hafta sonunda 2009 bütçesinden 3 milyar YTL’lik kesinti yapıldığı haberi geldi. IMF ile bütçede fazla yazılan gelirler nedeniyle 8-9 milyar YTL’lik kısıntı üzerinde konuşulduğunu biliyorduk ve kısıntının 3 milyar YTL ile sınırlı kalmasına şaşırmıştık. Ancak dünkü Referans Gazetesi’nde yeralan haberden öğrendik ki; kısıntı bakanlık bütçelerinden yapılan 3 milyar YTL’yle sınırlı değil. Önergelerde, basının çoğunun atladığı bir önlem yeralıyor ve böylece kısıntı 13 milyar YTL’ye ulaşıyor.

Hükümet özelleştirme gelirleriyle ilgili olarak, daha önce bütçe kanunun 29. maddesinde yaptığı değişiklikle bu gelirlerin bütçenin herhangi bir kaleminde kullanılmasının önünü açmıştı. Bu yolla, 12 milyar YTL’lik özelleştirme gelirinin bütçeye kaydedilmesi ve bu gelirlerin SSK prim indiriminden, belediye gelirlerinin artırılmasına kadar, altyapı yatırımları da dahil birçok kalemde kullanılmasının önü açılmıştı.

Bu maddeye, özelleştirme gelirlerinin şimdiye kadar olduğu gibi sadece borç azaltmakta kullanılması gerektiği yönünde eleştiri getirilmiş ancak Ulaştırma Bakanı’nın başını çektiği kabine üyeleri, yeni yollar ve barajlar için bu gelirleri bütçeye almakta ısrar etmiş ve sonunda bu sakıncalı madde bütçeye konulmuştu.

TBMM’de son dakika değişikliklerinin bir ayağının da, özelleştirme gelirlerinin sadece 2.5 milyar YTL’lik kısmının GAP ve diğer bölgesel yatırımlar için kullanılmasıyla sınırlanması olduğu ortaya çıktı. Kalan tutar ise, cari harcamalar ve diğer yatırımlar için kullanılamayacak. Böylece özelleştirme gelirleri yoluyla 9.5 milyar YTL’lik tasarruf da sağlanmış olacak.

MALİ GEVŞEME YOK

Bütçede son dakikada yapılan diğer değişikliklerle de, harcama kısıcı tedbirler genişletildi, halen belediyelerin topladığı elektrik ve hava gazı tüketim vergilerinin 2009’da bütçeye gelir kaydedilmesi benimsendi. Ayrıca, TCDD’ye ait limanların özelleştirilmesinden elde edilecek gelirin demiryolu ve karayolu yatırımlarında kullanılması düzenlemesinden de 2009 yılı için vazgeçildi.

Referans’ın haberiyle, kısıntıların Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in söylediği gibi, 3 milyar YTL ile sınırlı kalmadığı ortaya çıktı. Başta yatırımlar olmak üzere belli kalemlerde yapılan kesintiler ve belediyelere devredilen personelin ücretlerinin üçte birinin il özel idareleri tarafından karşılanması da eklenince, geçtiğimiz hafta bütçede harcamalar kaleminde aslında 3 milyar 500 milyon YTL düzeyinde kesinti sağlandığı belirtildi.

Dolayısıyla özelleştirme gelirlerinin harcanmasından yapılan 9.5 milyar YTL’lik kısıntı ile birlikte, bütçeden yapılan toplam kısıntı miktarı da 13 milyar YTL’ye çıkmış oluyor.

Geçen hafta sonunda Fortisbank Araştırma Biriminin yaptığı araştırmada, 2009 bütçesinde yüzde 4 büyüme varsayımıyla vergi gelirlerinde yüzde 16’ya yakın artış öngörüldüğü belirtiliyordu. Aynı kapsamda büyüme beklentilerindeki düşüşle birlikte, vergi gelirinin de hedeflenen büyüklüğe ulaşmasının zor göründüğü kaydedilerek, "Vergi gelirlerinin sadece fiyat artışı kadar (2009 programında deflatör yüzde 7.5 varsayılıyor) artacağı varsayılırsa, vergi gelirlerinin ilk hedeflenen rakamdan yaklaşık 15 milyar YTL (GSYH’nin yüzde 1.4’ü) kadar düşük gerçekleşebileceğini hesaplıyoruz" deniliyordu.

Fortisbank değerlendirmesinde, IMF’nin bu kadar kısıntı gereğine rağmen kısıntıyı az tutmasının mali açıdan gevşekliği gösterdiğine işaret ediliyordu.

Gerçekten de görünen oydu, ben de IMF’nin işi çok gevşek tuttuğunu zannediyordum. Ancak bu haberle birlikte IMF’nin o kadar da gevşek davranmadığı ortaya çıkıyor. 15 milyar YTL’lik az gelir hesabıyla, zaten dengelemek için küçük bir rakam kalmış oluyor.

Sağlık harcamalarında kısıntı gibi tedbirlerle zaten bu 15 milyar YTL’yi bulmuş olacağız...
Yazının Devamını Oku

Sicil affı yarardan çok zarar getirir

29 Aralık 2008
HATIRLIYORUM da, benzer bir yazıyı 2003 yılında da yazmıştım... Çünkü AKP Hükümeti, iktidara geldikten sonra diğer aflar gibi sicil affı da yapmıştı ve şimdi yeniden gündemine aldı; işletmelere sicil affı çıkarmaya hazırlanıyor.

İşin başını bu kez Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan çekiyor. Çağlayan da zaten bu düzenlemeyi neden çıkarmak istediğiyle ilgili "Sicil affı na ilişkin düzenlemenin 2003 yılında yapıldığını ancak bankaların düzenlemeyi uygulamaktan çeşitli nedenlerle kaçındığını" belirtmiş. Herhangi bir sebeple çek veya senedini ödeyemeyen, bankaya kredi kartı dahil her türlü nakdi ve gayri nakdi kredi borcunu ödeyemeyen; ancak daha sonra borcunu tamamen ödeyen sanayici, tüccar, esnaf-sanatkar ve vatandaşların kayıtlarının kara listeden silinmediğini anlatan Çağlayan, bu konudan musdarip olanların talep ve beklentisinin yoğunlaştığını söylemiş. Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla bakanlık olarak yeni bir sicil affı düzenlemesi yapılmasına ilişkin çalışma başlattıklarını belirten Çağlayan, "Yeni düzenlemeyle, sicil kayıtları nedeniyle finans kaynaklarına ulaşımı kısıtlanan, sanayici, tüccar, KOBİ’ler, esnaf-sanatkar ve vatandaşların önündeki engeller kaldırılmış olacak. Sicil affına ilişkin düzenlemeyi tamamladık ve Bakanlar Kurulu’na getiriyoruz" demiş.

O zaman da yazmıştık şimdi de tekrarlayalım; sicil affı çıkarın ya da çıkarmayın, bankalar kendi uygun buldukları işletmelere kredi verirler, bu da en doğal haklarıdır. Yani yasal olarak kara listeden çıktı diye, kimse zor durumda olduğunu bildiği bir işletmeye kredi vermez.

Hele ki şu anda herkes kredi için sıradayken, nice çok iyi durumdaki işletme bile kredi bulamazken, bankanın riskli şirkete kredi vermesi imkansızdır. Zorla mı verdireceksiniz?

Kredi kartı konusunda vatandaşın durumu da aynı. Bankalar yasa çıktı, kara listeden silindi diye daha önce kredi kartında sıkıntı çektiği kişiye yeni kredi kartı vermez. O vermediği gibi, benzer bir durumda kalacağını düşündüğü için diğer bankalar da vermez.

Bankaları "şu kişiye kredi kartı" ver diye zorlayabilir misiniz?

Ne olacağını söyleyeyim; geçen seferki gibi sadece kamu bankaları, siyasilerin istediği kişi ve şirketlere kredi vermek için, kara listeye bakmaz, normal bankalar silinse bile kara listeye göre davranır. Yani pratikte, sadece kamu bankaları ve yandaşlara kredi vermek için bir yasa.

KONSOLİDASYON VESİCİLAFFI

Şimdi bir düşünün; bu listeden silinecek olanların büyük bölümü, ister istemez daha önce 2003 yılında listeden silinip de geçen 5 yıl içinde yeniden kara listeye alınan kişi ve şirketler olacak. Yani 2003’de kara listede olup affedilen, yeniden af kapsamına alınacak. Yani her zaman batak olanlar, yine halkın parası harcanıp zorla yüzdürülmeye çalışılacak...

Bakan Çağlayan herhalde yasa çıkardı diye, 2003’de bankaların sicil affına rağmen kredi vermedikleri işletmelere, şimdi kredi vereceklerini düşünmüyordur.

Diyelim ki; 2003’te zor durumda olmayan bazı işletmeler şimdi zor durumda kaldı da sicil affına ihtiyaçları var. O zaman şu soru yanıtlanmalı: "2003’den bu yana geçen en güzel yıllarda batık durumuna düşenler, bu dünyanın en zor döneminde nasıl ayakta duracaklar?"

Sicil affından kasıt çok açık; seçim öncesi yandaşlar için yapılan bir popülizm örneği....

Halbuki ne konuşuyorduk? "2001’de bankacılık sektörü konsolide oldu, sağlam yapıya kavuştu, şimdi bu krizi fırsata çevirmenin tek yolu IMF’den gelecek kaynağı da kullanıp reel sektörde bir konsolidasyon yapmak olmalı" diyorduk. Teşvik sistemini de bu fırsatla değiştirip, cari açığı uzun süreli düşürecek, geleceğin rekabet edilebilecek sektörlerine, dünya şirketi olabilecek, teknolojisi yüksek alanlara üretimi kaydırmalıyız diyorduk.

Ülkenin böyle bir vizyon ihtiyacı olduğu açık ama buna karşılık hükümet ne yapıyor?

Yine batıklar, batacağı belli olanlara kıyak çekiliyor. Böylece düzgün ve namuslu çalışan işletmeler cezalandırılacak, yani kamu kaynakları, yine birkaç yandaş işletme için çar-çur edilecek, yine kamu bankaları batıklara sürüklenecek. Sonunda faturayı da halk ödeyecek.
Yazının Devamını Oku

Popülizm KİT’leri mahvetti

27 Aralık 2008
SADECE bütçe rakamlarına bakıp, mali disiplinin korunduğunu söylemenin, artık hiçbir önemi kalmadı. Zaten bütçede yazılı olan rakamlara değil de ödenek olmadan yapılan harcamalara, harcanıp da yazılmayan kalemlere baktığınızda bile, hiç de öyle görünen kadar iyi bir tablo olmadığını zaten görüyorsunuz. Yanı sıra, mali disiplinin "sıkıştığı anda özel olarak hedef seçilmiş, çoğu zaman da muhalif bilinen şirketlere vergi salarak" sağlanamayacağını, bağımsız, rasyonel, siyasi etkiden uzak bir vergi sistemi kurmanın zorunluluk olduğunu artık herkesin anlaması lazım. Bu konuda Türkiye’nin gerçeğini göremeyen IMF de dahil...

Bütün bunları bir yana koysanız bile, son yıllarda KİT’ler ve belediyelerde yaşananların toplam kamu dengesini ciddi biçimde bozacak ölçülere geldiğini de görebilirsiniz.

Bununla birlikte kamu hesaplarında şeffaflıktan da giderek uzaklaşılıyor. Çünkü belediye ve KİT’lere ilişkin veriler, bütçe rakamları gibi çabuk alınabilse, kamu mali dengesindeki bozulma çok daha erken su yüzüne çıkacak. Bu nedenle çeşitli programlar yapılmasına rağmen KİT ve belediye hesapları bir türlü şeffaflaştırılmıyor.

Bir düşünsenize; her adımda yeni bir belediye yatırımı görüyoruz ama bunların nasıl finanse edildiğini bilemiyoruz. Büyük ihtimalle parası sonra ödenmek üzere, yani gelecek yıllardaki ödeneklerden yenilerek bu yatırımlar yapılıyor, harcamalar sürdürülüyor.

Yine her yanımız dağıtılan kömürlerle dolu ama bunun parasının nasıl ödendiğini bilmiyoruz. Fak-fuk-fon’dan dağıtılan kömürler nedeniyle, şehirlerin havaları nefes alınamayacak kadar kötüleşti. Belediyelerin dağıttığı kömürlerin parasının nasıl ödendiğini de bilmiyoruz.

KİT’lerdeki popülizm tahribatı, Türkiye kömür işletmeleri ile sınırlı değil.

Asıl tahribat, hükümetin popülist kararları sonucu, hemen ortaya çıkmayıp, biriktiğinde tüm kamuyu etkileyecek boyutlara gelen KİT zararlarında. 2001 krizinden sonra, bir daha böyle açıklar olmasın diye, tarımsal alımlarda görev zararları kaldırıldı. Kamu bankalarına sübvansiyonlu ödeme yaptığı zaman, bir daha zarar etmesinler diye, oluşan görev zararlarının bütçeden hemen ödenmesi ilkesi getirildi. Ancak AKP hükümeti, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da geriye gidiş sergiledi ve şimdi bunların biriken tahribatını görmeye başladık.

TMO ve enerji KİT’leri

ÖRNEĞİN Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) normal hububat alımları nedeniyle oluşan kendi zararları yetmiyormuş gibi, bir de fındık alımıyla görevlendirildi. Başbakan seçim nedeniyle fındık paralarının, sonradan çıkan mısır paralarının hemen ödenmesini istiyor. TMO ne içeriden ne dışarıdan normal bankalardan kredi bile alamaz hale getirildi. Şimdi kamu bankaları devreye sokuluyor, Hazine’nin gelecek yıl yapacağı ödemelere mahsuben şimdi Ziraat Bankası’ndan kredi alınıp bu paralar ödenmeye çalışılıyor. Gelinen duruma bakın...

Enerjide ise durum çok daha vahim, tahribatın boyutlara çok daha yüksek.

5 yıl elektriğe zam yapmayacağız diye enerji sektörünü mahvettiler. Enerjideki tüm KİT’lerin birbirine borçları var ama toplam olarak bakıldığında açık çok büyük. "Dünya artık enerji dünyası oluyor, Türkiye burada etkin rol almak zorunda" diyoruz ama gaz oyununu oynaması gereken Botaş, iğdiş edilmiş durumda. Botaş’ın bu haliyle gidip dışarıda gaz çıkarmaya, gaz dağıtımı yapmaya talip olması yani Türkiye’nin aktif bir rol alması, artık mümkün değil.

İnsanın aklına "acaba birileriyle anlaştılar, örneğin sıkı fıkı oldukları bazı Rusya yöneticileri ile anlaştılar da bilerek Botaş’ı zor durumda mı bırakıyorlar" fikri bile geliyor...

Sonunda enerji KİT’leri arasında tahkim yapılacak, artık orası belli oldu. Her tahkim sonucu kamuya bir yük biner, her tahkim sonucu Hazine bunu bir şekilde ödemek zorunda kalır.

Hazine’ye yük binmesi, faturayı halkın ödemesi anlamına gelir. Tarım, enerji, belediye derken popülizmin faturası yine halka çıkacak, kimsenin şüphesi olmasın.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın kriz için yeni tanımı: Psikolojik

25 Aralık 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın küresel kriz ve Türkiye’ye etkileri hakkındaki tanımlamaları bitmek bilmiyor. Başbakan, dün yaptığı bir konuşmada bu kez kriz için "psikolojik" tanımını getirdi. Bununla birlikte, sürekli sözünü ettiği, "kasıtlı olarak kriz abartılıyor" sözünü de yine ihmal etmedi. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun açılışında konuşan Erdoğan, yine krizi fırsata çevirmekten söz edip, buna mecbur olduklarını kaydetmiş. Böylesine bir kriz ortamında Türkiye’nin bunu başaracağına inanmayanlar olabileceğini ama hükümet olarak bunu yapabileceklerine inandıklarını söylemiş. Erdoğan, "Çünkü son 6 yılda eski o sağlıksız yapıyı, 10 yıllar boyunca çözüm yerine sürekli sorun üreten köhne zihniyetlerini bir daha geri dönmemek üzere geride bıraktık. Hiç şüphemiz yok ki Türkiye olarak bu kriz döneminde de hedeflerimize yürüme başarısını göstermeye devam edeceğiz. Çünkü Türkiye’deki olay psikolojiktir ve Türkiye’de kasıtlı olarak psikolojik olarak, bu krizi körükleme gayreti içerisinde olanlar var" demiş.

"Öncelikle bu psikolojik havayı hep birlikte yıkmamız lazım
" diyen Başbakan Erdoğan,

"İmkan var mı? Var. Finans var mı? Var. Ama finansın düne kadar açıldığı özellikle reel sektöre şimdi kapılarını kapatılması olayı var
" şeklinde konuşmuş.

Aslında Başbakan’ın kriz ve krizin etkilerinin azaltılması, hatta krizin fırsata dönüştürülmesi konusundaki düşünceleri, bu açıdan bakıldığında fazla bir değişiklik göstermiyor. Başbakan dışarıdan bir etki geldi, bankalar gereksiz biçimde bunu abartıp reel sektöre verdikleri kredileri geri çağırıyor, durup dururken piyasaları kötü etkiliyor diye düşünüyor.

Başbakan, eskiden ihracat yaptığımız pazarlara artık ihracat yapamadığımızı, bu nedenle yani ihracat için yapılan üretimin mecburen durduğunu, bankalar kredi vermeye devam etse dahi satılacak yer olmadığını unutuyor.

Yanısıra içeride de talebin durduğunu, yani insanların ileriye dönük güven duymadıkları için alışverişi kestiklerini, bu nedenle de yani iç talebi karşılamak için yapılan üretimin de durduğunu, yani banka krediyi vermeye normal devam etse dahi, satın alacak olmadığı için üretimin duracağını görmüyor.

Bu psikolojiyi yaratan güvensizlik

BELKİ Başbakan gerçekleri görmüyor, belki de yakın çevresi söylemiyor, ya da söyleyemiyor.

Böyle bir şey varsa bile, yani kimse söylemiyorsa bunun suçu, o kişileri atayanda, yani Başbakandadır. Yok, çevresindekiler biliyor da söyleyemiyorlarsa, o zaman da hem korkak-yetersiz kişileri atadığı için, hem de herkesi yıldırdığı için suç yine Başbakandadır.

Başbakan sanki aslında bir şey yokmuş da, tüm sorunu bankalar çıkarıyormuş gibi davranarak, belki bilinçli olarak, "yeni bir düşman" yaratıp onunla uğraşmış oluyor. Ama ne olursa olsun, ekonomide yaşananlar için yanlış saptamalar yapması sonunda gelip kendisini vuruyor. Sadece kendisini ya da partisini vursa neyse de, ülkeyi yöneten parti oldukları için tüm ülkeyi, tüm ekonomiyi yani hepimizi de vuruyor.

Başbakan artık sürekli olarak krize yeni tanımlama getirme çabalarını bir yana bırakıp, sorunun kendisinde ve yönetim anlayışında olduğunu görmeli.

Şu anda yaşanan sorunun genel adı güvensizliktir...

Halk yönetime güvenmediği için başına gelebileceklerden korkuyor, alışverişi kesiyor.

Halkın morali Başbakan böyle konuştukça, yeni ve mesnetsiz tanımlamalar getirdikçe, iyice bozuluyor, güvensizlik daha da artıyor.

Yani kasıtlı olarak bu psikolojiyi yaratan varsa, bu başkası değil, bu tür demeçleri veren ve kriz karşısında tavırsız kalan, böylece güvensizliği artıran AKP hükümetinin ta kendisidir.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar yeni yılın ilk çeyreği için karamsar

23 Aralık 2008
ARALIK ayında piyasada yaşanan olumlu gelişmelerin, yılbaşından itibaren tersine dönmesi bekleniyor. Piyasalar özellikle 2009’un ilk çeyreği konusunda oldukça karamsar görünüyor. Yani Başbakanımızın yaklaşık bir ay önce söylediği, "Krizin dibini gördük, çıkış başladı" sözü de, küresel kriz ve bize etkileri konusunda diğer söyledikleri gibi, doğru çıkmayacak...

Yeni yılın ilk çeyreğinde yeni bir dalganın geleceğini, bu dalganın eskisinden bile güçlü olabileceğini söyleyen biz değiliz. Bunu söyleyen yurtdışındaki küresel kriz konusundaki uzmanlar ve buna bağlı olarak içeride yorum yapan analistler.

Başbakanımız belki de bu gelişmeler üzerine, içeride kriz için konuşanları değil de, artık yurt dışında bu tür yorumlar yapanları da fırçalama yolunu seçer, kimbilir... Bu kapsamda tabii ki ABD’nin yeni başkanına, IMF Başkanı’na da "moral bozmayın" diye kızması gerekecek...

Yurtdışında gelen veriler, eskilerine kıyasla daha kötü ve krizin dibini gördüğümüz yolunda herhangi bir ipucu alınmış değil. Verilerin olumsuz gelmeye devam etmesi halinde yeni yılın ilk çeyreğinde çok büyük dalgalar yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Dışarıda yaşanan bu olumsuzlukların bizi de vurması kaçınılmaz. Küresel risk iştahında bu nedenle daha da kötüye gidiş görülebilir ve bu eğilim Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler grubunda ciddi kaynak sıkıntıları yaratabilir.

Bunun doğal sonucu olarak da yeni yılın ilk çeyreğinde kurlarda yeniden bir artış trendi yaşanması sürpriz olmamalı.

Tabii ki, bununla birlikte faizlerde de son dönemdeki olumlu seyir artık izlenemeyecektir.

Faizler için iç talepteki gelişmeler, enflasyon beklentileri elbette kritik önem taşıyor ama şahsen, kurların enflasyona şimdiye kadar hemen hemen hiç etki etmediği, ancak kurlardaki artışın sürmesi halinde bunun artık kaçınılmaz olacağını düşünüyorum.

Yani kurlardaki yeni bir artış enflasyon eğilimini yükseltecek, bu da bundan sonrasında yeni faiz indirimlerini güçleştirecektir.

Bankacılar da küresel krizin yeni yılın ilk çeyreğinde yeni bir boyut kazanmasını bekledikleri için, faizler konusunda bundan sonrası için iyimser olamıyorlar...

Yolsuzlukla mücadeleden vazgeçildi

KAMU İhale Kurumu (KİK) Başkanı Hasan Gül’ün, Kamu İhale Yasası’nda yapılan son değişiklikler hakkında "Yolsuzluk kapıma bile gelse bakmayacağım" yorumunu yaptığını, dünkü gazetelerde okumuşsunuzdur. Gül, ellerindeki yetkilerle yolsuzlukları ortaya çıkarmanın Kurumun misyonu olamayacağını belirtmiş, bunun üzerine gazetecilerin "Son yasayla yolsuzluk kapınıza bile gelse bakmayacak mısınız" sorusuna "Hayır bakmayacağım" yanıtını vermiş. Gazeteciler bu durumun yolsuzlukları artırıp artırmayacağını sorunca da, Gül, "Yolsuzluklar artmaz. Yolsuzluğun olmasını engelleyici sistem kurmak idealdir. Yolsuzluğu önlemenin yolu şeffaflıktır" demiş.

Kamu alımlarının yolsuzluğa en açık alan olduğunu kabul eden Gül, buna karşın yolsuzlukla mücadelenin KİK’in görevi olmadığını, kurumun ana görevinin uzlaşmazlıklar durumunda arabuluculuk yapmak olduğu görüşünü savunmuş.

Bence KİK Başkanı Gül’ün bu itirafı, aynı zamanda hükümetin yolsuzlukla mücadele gibi bir niyeti bulunmadığını gösteriyor. Sadece yolsuzlukla mücadeleden vazgeçilmesi değil, son yasa aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) hedefinden vazgeçildiği anlamına da geliyor. Çünkü AB organlarının ciddi uyarılarına, AB Genel Sekreterliğ’inin "yapmayın" demesine rağmen, AB normlarına tümüyle ters bir yasa çıkarıldı. İşin tuhafı bu yasayı, şu anda devlet içinde, "Tek AB yanlısı" gibi kalan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, hiç bekletmeden onayladı...

Bu yasa en büyük yolsuzlukların olduğu kamu ihalelerine çekidüzen vermek, şeffaflığı getirip yolsuzlukları önlemek için çıkarılmıştı. İhaleler siyasi etkiden uzaklaştırılacaktı. AKP iktidarı geldiğinden buyana sürekli olarak bu yasayı geri götüren uygulamalar yaptı. Karar sizin...
Yazının Devamını Oku