4 Aralık 2008
As we wrote before; Turkey's economic administration looks confident of signing a deal with the International Monetary Fund. In addition, rumors continue to circulate regarding the type of agreement and the amount of aid funding. In other words, these issues have still not been clarified.
In the past it appeared that the government was closer to signing a precautionary stand-by deal. However, of late, we have been hearing that they are closer to signing a regular stand-by agreement. I also think that a standard agreement is the most appropriate choice; in addition, a "pre-feeding" agreement should be signed. As far as we been able to learn, the agreement would be 18-months long, but the amount of funds obtained would be very important for the success of the agreement.
According to what we are hearing, the economic administration has calculated the funds needed for 2009 are as much as $30 billion. In other words, the agreement talks continue with this figure in mind.
What is more, it is also said that the amount of IMF funding is between $15-20 billion. Clarification of "how much of this fund would be pre-paid", in other words, how much cash funding will be obtained at the beginning of the IMF program and where it would be spent, is also needed.
Efforts to obtain a $10 billion "credit line" from a Gulf Fund, in addition to the IMF fund, are also being spoken behind the scenes. According to these rumors - the funds would be used by gradually if Turkey meets the pre-determined conditions.
Yazının Devamını Oku 
4 Aralık 2008
DAHA önce de yazdığımız gibi; ekonomi bürokrasisi IMF ile bir anlaşma yapılacağı konusunda emin gözüküyor. Bununla birlikte anlaşmanın türü ve gelecek kaynak miktarı konusunda hálá çeşitli söylentiler dolaşıyor. Yani bu konular henüz netlik kazanmış değil. Daha önce hükümet içinde ihtiyati stand-by anlaşmasının ağırlık kazandığını görüyorduk. Ancak son günlerde ağırlığın normal bir stand-by’a döndüğünü duyuyoruz. Bence de normal stand-by anlaşması en uygun yol ve üstüne üstlük "önden beslemeli" bir anlaşma yapılması gerekiyor. Aldığımız bilgilere göre, 18 aylık bir anlaşma olacak ama alınacak kaynak, yapılacak anlaşmanın başarılı olması açısından önemli rol oynayacak.
Duyduğumuz kadarıyla ekonomi yönetimi 2009 yılında ihtiyaç duyulacak kaynak miktarını 30 milyar dolar civarında hesaplamışlar. Yani anlaşma müzakereleri bu rakam üzerinden yapılıyormuş.
Aldığım bilgilere göre, IMF’den gelecek kaynak miktarı 15 ile 20 milyar dolar arasında değişiyormuş. Bunun "ne kadarı önden beslemeli olacak", yani programın başında ne kadarlık bir peşin kredi gelecek ve kaynak nerelere harcanacak konularına açıklık getirmek gerekiyor.
Bu arada IMF’den alınacak bu kaynağın yanı sıra bir körfez fonundan 10 milyar dolarlık bir "kredi hattı" alınmaya çalışıldığı da kulislerde konuşuluyor. Bu fon Türkiye’nin kullanımına açık olacakmış ve belirlenecek koşullar gerçekleştiği takdirde peyder pey, bu limit içinde kullanım yapılacakmış. Türkiye’ye açılan bir kredi hattı yani...
Bir başka deyişle IMF ile normal stand-by anlaşması yapıp, işin ihtiyari kısmı için bir Körfez fonu ile anlaşılacak..
Hep "mış" diyorum çünkü, durum netleştirilmediği için söylenti çok. Daha geçen hafta bir bakana danıştığımda "herhalde ihtiyati anlaşma olur" diyordu, ama şimdi hava değişti.
Duyduğum kadarıyla daha önce söylemlerinde ihtiyati stand-by’a ağırlık veren Devlet Bakanı Mehmet Şimşek de şimdi normal stand-by diyormuş. Bakanın havasının "anlaşma olacak ama çok kısa süre içinde açıklanması zor" yönündeymiş.
Anlaşma yapılacaksa, niye bu iş bu kadar uzatılıp, piyasada boş yere gerginlik yaratılıyor, hasar neden durup dururken artırılıyor, onu da anlamış değilim ya...
Önlem paketi IMF’ye takılmış olabilir
BU arada piyasaların IMF ile anlaşma ile birlikte beklediği krize karşı önlem paketi konusu da iyice savsaklanmış durumda. Daha önce paket açıklanacağını söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, geçen hafta sonu Kızılcahamam’da "ambajlanmış paket mi istiyorsunuz, önlemleri açıkladık ya, siz görmüyorsanız ne yapayım" diye konuştu.
Yani bir önlem paketi konusundaki piyasaların beklentisini kırmaya çalıştığını gözlemledik. Bunun nedeni ne olabilir diye düşündüğümde aklımıza gelen ilk unsur, "IMF’in hükümetin önlem paketi içinde getirdiği önlemlerin çoğunu kabul etmeyişi" oluyor.
Daha önce sanayinin kullandığı doğalgazda yüzde 15 vergi indirimi, tüketimi azalan bazı mallarda KDV ve ÖTV oranlarının düşürülmesi gibi önerilerin hükümet içerisinde tartışıldığını, bunların kamuoyuna yansıdığı da biliyoruz.
Demek ki; IMF bu tür gelir azaltıcı önlemleri kesinlikle kabul etmiyor ki; hükümet de yavaş yavaş önlem paketi beklentilerini kırmaya çalışıyor.
Aksi takdirde başbakanın bir seçim öncesi vergi indirimi gibi popülist kararları açıklamak istemeyeceğini kimse söylemesin. Çünkü inandırıcı olamaz...
Bu tahminim doğru ise aslında IMF ile anlaşma konusunda artık umutlu olabiliriz. Bence hükümet hem IMF ile anlaşmayı yapıp, hem de beklenti yarattığı önlem paketini açıklayabilirdi. Ama son dönemde birçok konuda olduğu gibi bu konuyu da kötü yönetti. Beklentileri olumsuz etkilemeye hala devam ediyor.
Yazının Devamını Oku 
2 Aralık 2008
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz dün Bakanlar Kurulu’na küresel kriz ve Türkiye’ye etkileri konusunda bir sunum yaptı. Sunumun genelde olumlu bir tablo çizdiği söylenebilir. Bakanlar da bu sunumdan memnun kalmış olacaklar ki; Hükümet Sözcüsü Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, toplantıdan sonra yaptığı açıklamada "Merkez Bankası başkanımız bize yaptığı sunumu kamuoyuna da yapacak, durumu anlatacak" dedi.
Bu arada Çiçek’e "Başbakanın krizin tepe noktasına ulaşıp inişe geçtiği" yolundaki sözleri hatırlatılıp, "Merkez Bankası Başkanı ne düşünüyor" diye soruldu. Çiçek önce soruyu "finansal kriz" diye düzeltti, ardından "finansal kriz başka ekonomik kriz başka" diye açıklama yaptı ve Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın da aynı fikirde olduğunu söyledi. Anladığımız kadarıyla Bakanlar Kurulu, Merkez Bankası’nın daha itibarlı olduğu gerçeğini kabul edip, çizdiği olumlu tabloyu halka da anlatmasını istemiş.
Şu anda Merkez Bankası’nın itibarı olması gereken düzeyde değil ama özellikle kriz konusunda Bakanlar Kurulu’ndan daha itibarlı olduğu da kesin...
Çünkü Merkez Bankası kriz döneminde piyasalara güven verecek biçimde davrandı. Baştan beri önlemlerini aldı ve piyasalar Merkez Bankası’nın arkalarında olduğunu, gerektiği takdirde Merkez Bankası’na başvurabileceklerini gördüler.
Merkez Bankası dünkü bakanlar kurulu sunumunda aldığı önlemleri sayıp, "fiyat istikrarını sağlama temel amacı ile çelişmemek kaydıyla, önümüzdeki dönemde piyasada YTL likidite sıkışıklığı arttığı takdirde" yapacaklarını da sıralamış. Bu takdirde teknik faiz indirimini erkene alıp operasyonel yapıyı değiştirebileceğini, likidite sıkışıklığının gelişimine bağlı olarak repo işlemleri ile fonlama vadesini uzatabileceğini, ikinci el piyasadan doğrudan devlet tahvili-hazine bonosu alımları yapabileceğini, likidite sıkışıklığının kalıcı olarak artması ve diğer önlemlerin yeterli olmaması halinde, YTL zorunlu karşılıkların sınırlı ölçüde indirilmesini gündeme alabileceğini söylemiş.
Fonlama oyununu daha önce de yaşadık
YANİ Merkez Bankası krizin etkilerini azaltmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Ancak Merkez Bankası’nın krizi, krizin etkilerini tek başına önleyemeyeceğini unutmamak gerek. Daha doğrusu parasal tedbirlerle krizin etkilerini gidermek ancak bir ölçüde mümkün. Bununla birlikte mutlaka siyasi kararlara, mali disipline, daha köklü politika tedbirlerine ihtiyaç var. Merkez Bankası Başkanı sunumunda hangi ülkenin ne önlem aldığını anlatmış. Bakanlar ve Başbakan umarız bu ülkeleri, ne önlem aldıklarını iyi dinlemişlerdir.
Biz sadece parasal tedbirlerle "durumu kurtarma oyunu"nu daha önce gördük. 1997’den sonra Rusya ve Asya krizlerinin ardından dış kaynak kesilince, "el çaka-yer çaka" denilen oyunu uzun süre oynadık. Yani şimdi olduğu gibi Merkez Bankası bankalara ucuz fon verdi, o fonla bankalar kamu kağıdı aldı, kárlı biçimde saadet zinciri sürdü, gitti. Ta ki, bu oyun iyice sıkışıp, 2000 yılı programına gerek kalana, ardından 2001 krizi yaşanana kadar. O yüksek kamu kağıdı stokları nedeniyle batan bankalar hala tartışılıyor, unutmayalım...
O dönemle farklar var ama bu saadet zincirinin uzun süre devam etmesi de imkansız.
Bankalar şimdi bu oyundan memnun ama ülke ekonomisi oyun uzarsa yine zarar görür.
İşte bu nedenle parasal politikalar, Merkez Bankası’nın tek başına çabası krizin etkilerini gidermeye yetmez. Mutlaka IMF’le anlaşma dahil, köklü politik kararlar lazım.
Zaten Merkez Bankası sunumdan sonra yayımladığı son Para Politikası Toplantı özetinde "Uluslararası finans piyasalarındaki sorunlara karşı ekonomimizin direncini koruması için basiretli bir para politikası gereklidir fakat bu tek başına yeterli değildir. Mevcut şokların ekonomiye etkisinin sınırlı kalması için, mali disiplinin sürdürülmesi ve yapısal reform sürecinin güçlendirilmesi de en az para politikası kadar önem taşımaktadır. AB’ ye uyum ve yakınsama sürecinin devam etmesi ve programda öngörülen yapısal reformların hayata geçirilmesi konusundaki çabaların sürekliliği önemini korumaktadır " deniyor. Haksız mı?
Yazının Devamını Oku 
1 Aralık 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın geçen Cumartesi günü Kızılcahamam’da parti toplantısında yaptığı konuşmayı okuyunca, ekonominin ve ülkenin geleceği için bir kez daha korktum. Küresel krize karşı aslında önlem aldıklarını, IMF’yle "ilkelerimiz" nedeniyle hala anlaşılamadığını, bankalara karayolu müteahhitlerine kredi vermiyorlar diye bakanları kanalıyla nasıl baskı yaptığını anlatmış. Bunları okuyup karamsar olmamak mümkün değil.
Öyle anlaşılıyor ki; Başbakanın IMF’yle anlaşamamasının nedeni, müteahhitlerine yaptırdığı karayolu inşaatlarının seçim öncesinde yavaşlaması...
İyi de, ekonomi batarsa o yapılan karayollarını ne yapacağız?
Zaten dünya kadar duble yol yapmış, bu yolları böle böle yaparak, çok sayıda yeni müteahhit yaratmışsınız, daha ne istiyorsunuz? Eğer hala onları koruyup, üç beş daha fazla oy alacağım diye geç kalmaya devam eder de ülke ekonomisini iyice zora sokarsanız, bu ülkeye, işsiz kalacak onbinlerce vatandaşa, varlıklarının değeri azalacak veya tümüyle varlıklarını kaybedecek girişimcilere, iyice fakirleşecek dar gelirli halka yazık değil mi?
Birçok ülkenin krizden etkilendiğini söyleyen Erdoğan, "Yağmurda yürüyüp ıslanmamak mümkün değil. Bugün artık dışa açık dünyaya entegre olmuş bir ekonomi haline gelen Türkiye de hiç kuşkusuz bu süreçten etkilenecektir ve nitekim etkileniyor" demiş. Zaten söylediğimiz de bu; yağmur var yanımıza şemsiye alalım ya da doğru dürüst bir yağmurluk giyelim de ıslanmayalım diyoruz. Bu yağmura delikanlılık sökmez, bağrını açıp bu yağmurda yürüyemezsin, zatürree olur yataklara düşersin....
Küresel krizin ilk sinyalleri alınmaya başladığından itibaren çok büyük bir dikkat ve ihtiyatla izlediklerini söyleyen Erdoğan, "Zaman zaman medyada köşe yazarları, zaman zaman da bazı sivil toplum örgütünün başındakiler. ’Efendim niçin hükümet reform paketini açıklamıyor?’ İlla bunun adı ambalajlı bir paket mi olacak? Biz uygulamaya başladık bile, ama kendin farkında değilsin ben ne yapayım" diye konuşmuş.
Şahsen ben de üstüme alındım; gerçekten açılan paketin farkında değilim çünkü.. Ambalaj istemiyorum da ambalajın içine girecek bir şey de göremiyorum.
IMF’YE SUNULAN İLKELER...
Aslında Başbakan ambalajlanmamış olduğu için farkına varamadığımız, kendisine göre küresel krize karşı aldığı önlemleri saymış. Kendisi bile, "ne geleceğini bilemem" dediği varlık barışını, iki yılda bir yaptığı vergi affının süresinin uzatılmasını önlem olarak saymış. Bu arada belli ki almadığı önlemler nedeniyle ülkenin krize doğru sürüklendiğini de yavaş yavaş görüyor. Çünkü aynı konuşmada, "Kriz, Türkiye kaynaklı değildir. Bu kriz ABD, Avrupa kaynaklıdır. Dolayısıyla kimse bu krizin faturasını AK Parti iktidarına çıkaramaz" demiş. Küresel krizi böyle yorumlayan, krizi çıkarmayan ama önlem alan 38 ülkeyi görmeyip, üç kuruşluk KOBİ kredi artışına önlem paketi diyen bir yönetimden de başkası beklenemez.
Kendi bakanlarınız bile iki yıldır zaten ekonomide sıkıntıların başladığını, küresel krizin bunun üzerine geldiğini söylerken, iki yıldır yeni program istenirken, krizin geleceği belli olunca geçen Mayıs’ta IMF’yle yeniden anlaşma yapmanız istenirken, küresel krize karşı, "hamdolsun", "teğet geçecek" gibi bilimsel çözümler getirirken, bunları düşünmediniz mi?
Bütün bunlar konusunda uyarılacaksınız, ülkenin Başbakanı olarak krize karşı böyle yanıtlar vereceksiniz, ardından da "Bizim krizimiz değil, AKP Hükümeti sorumlu tutulamaz" diyeceksiniz... Şaka yapıyorsunuz, herhalde...
IMF’ye ilkelerinizi belirtip, "Bu ilkelerden taviz vermemiz mümkün değil" demişsiniz. Bu ilkelerinizi kimse bilmiyor ama. Umarım duble yol yapımına, seçim öncesi mahalli idarelere harcama için kaynak aktarmaya "ilke" demiyorsunuzdur...
Bilin ki; ülke ekonomisini üç-beş kuruşluk popülist harcama için feda etmek ilke değildir. Bunun adı olsa olsa kötü yönetimdir, yani krizden etkilenmemiz kötü yönetimden olacak.
Yazının Devamını Oku 
29 Kasım 2008
MERKEZ Bankası dün Finansal İstikrar Raporu yayımladı. Bence bu raporu başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm AKP’liler okumalı. Bu rapor bence iyimser bir tonda hazırlanmış ama buna rağmen önümüzdeki tehlikelere dikkat çekmekten kendini alamamış.
Başta okuması gereken kişi ise Başbakan, çünkü Merkez Bankası bu raporunda bankacılık kesimine ilişkin, önümüzdeki dönem tehlikelere dikkat çekmiş. Bu tehlikelerin başında da banka karlılıklarının azalması ve tahsili gecikmiş alacaklarının artacak olması geliyor.
Gerçi banka genel müdürleri Başbakan kendilerine haksız yere kızsa da seslerini çıkarmayıp, hatta üzerine "Başbakan haklı" gibi demeçler veriyorlar ama, onlar söylemese de biz söyleyelim ki; Başbakan kredilerin geri çağrılması ve banka kárlarının yüksek olması nedeniyle bunu yapmamalarını istemekte, bence çok haksız...
Başbakan’ın neden haksız olduğu, Merkez Bankası’nın finansal istikrar raporunda açıkça yazıyor.
Raporda, "2008 yılının ikinci yarısında YTL’nin değer kaybetmesi, ABD Doları’nın Euro karşısında değer kazanması ve finansman maliyetlerindeki artışlara paralel olarak önümüzdeki dönemde, başta açık pozisyon taşıyanlar olmak üzere, reel sektör firmalarının mali bünyelerinde bozulma ve buna bağlı olarak borç geri ödeme kapasitelerinde gerileme beklenmektedir. Bu durum, Türk bankacılık sektörünün tahsili gecikmiş alacaklarında bir miktar artışa neden olabilecektir" deniliyor.
Banka kárlılıklarının azalacağı belirtilen raporda, küresel kriz nedeniyle dış finansman imkanlarının azalması ve sermaye çıkışlarının artmasının, bir yandan cari açığın finansmanı açısından sıkıntı yarattığı ama öte yandan enerji fiyatlarındaki düşüş, iç talepteki yavaşlama ile YTL’de gözlenen değer kaybının cari açığın hızlı bir şekilde daralmasına ve dolayısıyla dış finansman ihtiyacının azalmasına yol açacağı belirtiliyor.
Raporda bu yılki bütçe rakamlarının genelde olumlu seyretmesine karşılık, gelirlerin büyük bölümü tek defalık gelirler olduğu için, IMF tanımlı faiz dışı fazlada hedefin altında kalınmasının beklendiğine işaret ediliyor. Buradan yola çıkılarak, "Önümüzdeki dönemde, mali disiplinin korunması ve kalitesinin artırılması ekonomik istikrar açısından önem arz etmeye devam etmektedir" deniliyor.
KREDİ KARTIYLA VURULABİLİR
Raporda hem tüketicileri ilgilendiren hem de yine bu nedenle bankaların etkileneceği bir başka tehlikeye de dikkat çekiliyor.
Bankaların tüketici kredisi verme koşullarını sıkılaştırmalarına bağlı olarak önümüzdeki dönemde, bireylerin, kredi kartlarını bir kredi aracı olarak kullanmaya daha fazla yönelmelerinin muhtemel olduğu kaydedilen Raporda, "Tüketicilerin kredi ihtiyaçlarını, faizi tüketici kredilerine göre daha yüksek olan kredi kartlarıyla karşılamaları ise borcunu ödeyemeyenlerin sayısında artışa yol açabilecektir. Esas itibariyle bir ödeme aracı olan kredi kartlarının amacına uygun olarak kullanılmasına özen gösterilmesi, finansal piyasaların sağlığının korunması açısından önem arz etmektedir" deniliyor.
Bankacılık sektörünün kur riski taşımama eğilimini sürdüğü kaydedilen Merkez Bankası’nın Finansal İstikrar Raporu’nda bankacılık sektörünün bilanço içindeki açık ve bilanço dışındaki fazla pozisyonunun seviyesinin uluslararası piyasalardaki likidite koşullarına bağlı olarak azaldığı belirtildi ama buna karşılık sermaye yeterlilik rasyosunun yüksek olduğu, kötü senaryolarda bile sermaye yeterliliğinin devam edeceğinin hesaplandığı belirtildi.
Bence Merkez Bankası raporunda iyimser olan yön de zaten bu. Yani reel sektör çok zora girerse, şu anda yeterli görünen sektörün sermaye yeterliliği de tartışmaya açılabilir.
Başbakan Erdoğan eğer bankaların mali yapılarının bozulmasını istemiyorsa, artık bankaların üzerine bu kadar yüklenmeyi bırakmalı...
Yazının Devamını Oku 
27 Kasım 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan yaklaşık iki ay önce "IMF’yle anlaşma" isteyenlere, "Büyümenin yüzde 2-3’lere düşürülmesine izin veremeyiz" diye yanıt veriyordu. Türkiye’nin genç bir ülke olduğunu, büyümesi gerektiğini, IMF’nin bu yöndeki dayatmalarına pabuç bırakmayacağını, "bedeli ne olursa olsun" IMF’nin harcamaların azaltılmasını istemesine karşı çıkacaklarını söylemişti... Daha sonra krizin hiç de ucuz söylemlerle geçiştirilemeyeceğini görünce, gitti IMF ile anlaşma istedi, ABD ve Almanya liderlerine "IMF’ye söyleyin bize iyi davransınlar, anlaşma yapalım" dedi ve bunun üzerine görüşmeler başladı.
Başbakan’ın bu kadar direnmesinin, geç kalarak ülke ekonomisini bu kadar tehlikeye atmasının sebebi yüzde 2 yıllık büyümeye razı olmamasıydı... Bütün bu hesaplar 2009 için yapılıyordu. 2008’de yüzde 4-5 büyüme sağlanması sanki garantiymiş gibi davranılıyordu.
Son rakamlara ve tahminlere baktınız mı? Bu yılki büyümenin, bu gidişle yüzde 2 civarında olacağını söylediğimiz zaman bunu abartılı ve karamsar bulan bankacılar bile, artık son tahminlerinde bu yılki büyümenin yüzde 2’de kalacağını söylemeye başladılar.
Yani daha IMF gelmeden Türkiye’nin yıllık büyümesi yüzde 2’ye düşüyor. Yani Başbakan’ın 2009 yılı için dayanamayacağını söylediği yüzde 2’lik büyüme, bu yıl başımıza geliyor.
2009’DA YÜZDE 2 HAYAL
Yani son iki çeyrek nedeniyle, büyüme 2008’de yüzde 2’ye düşüyorsa, 2009 yılı için bu rakamı bulmanın bile hayal olduğu artık bir gerçek...
Tekrar hatırlatalım; bütün bunlar henüz IMF gelmeden başımıza geliyor.
Henüz IMF ile masaya oturulup 2009 bütçesi için yazılan gelirlerin ne kadar abartılı olduğu, buna göre saptanan harcama kalemlerinin bu seviyede kalamayacağı, özellikle yatırım harcamalarında büyük kısıntıya gidilmesi gerektiği ortaya çıkmadan önce bunlar oluyor.
Peki, o zaman Başbakan IMF ile anlaşma yaparak, o kabul etmediği yüzde 2’lik büyüme rakamının çok daha altına inileceğini bilmiyor mu? Resmi rakam daha yüksek olsa da gerçekleşme daha düşük olacak. Bu kadar düşük büyüme IMF’in suçu mu olacak?
BÜTÜN VERİLER KÖTÜLEŞTİ
Bütün suç geç kalan, güvensizliği had safhaya ulaştıran, krizin yönetilmesi konusunda büyük bir tedirginlik yaratan AKP Hükümetine, Başbakanın kendisine ait değil mi?
İç talebin büyümeye katkısı ikinci çeyrekte yüzde 1.1’e inmişti. Piyasaları yakından izlemeye alan bankacılar, ekim ayı geçici verileri ve Kasım ayına ilişkin ilk verilere bakarak, ekonominin ciddi biçimde daraldığını, üçüncü çeyrekte içtalebin büyümeye katkısının bu kadar da olmayacağını söylüyorlar.
Otomotivde ekim ihracat ve iç satışlarda yüzde 30’ları aşan daralma var, giyim sektöründe ihracat ve üretimde eylül ayında bir miktar toparlanma var. Ancak geçen yıla göre halen negatif performans görülüyor. Çimento iç satışlarında düşüş hızlandı, ihracat hacmi yetersiz, stok seviyesi giderek artıyor.
SADECE TURİZMDE ARTIŞ VAR
Elektrik üretim ve tüketiminde daralma giderek belirginleşiyor, bir tek turizmde turist sayısında artış var, bir de tarıma ilişkin iyi haberler gelme ihtimali.
Havayolu taşımacılığında iç hat yolcu trafiğinde daralma, dış hat yolcu trafiğinde yavaşlama bile saptanmaya başladı.
Bu öncü verilerin dışında, Anadolu’dan işadamlarıyla konuştuğunuzda ciddi biçimde feryat ettiklerini görüyorsunuz. AKP’ye kendini yakın hisseden işadamları bile artık çok geç kalındığını, güvensizlik oluştuğunu bu nedenle harcamaların kesildiğini, bu durumun doğrudan üretimlerine de yansıdığını söylüyorlar.
Adını koyalım; AKP Hükümeti ekonomik krizin hasarını gidermekte geç kaldı, fatura giderek büyüyor, hálá ayak sürünüyor.
Yazının Devamını Oku 
25 Kasım 2008
MEVDUAT güvencesinde yapılan hatalara devam ediliyor. Bundan yaklaşık iki ay önce tüm Avrupa ülkeleri mevduata verdikleri güvenceyi ya artırdılar ya mevduatın tümünü güvence verdiler. Bunu yapmalarının en önemli nedeni ise ülkeler arasındaki farklı uygulamalar nedeniyle mevduat kayışlarının yaşanmasını engellemek idi.
Türkiye’nin de o dönemde mevduatın tümünü güvence vermesi gerekiyordu ama hükümet bunu yapmadı. O dönem yoğun olarak tartışıldığını biliyoruz ama Başbakanın kararı mevduata tam güvence vermemek oldu.
Mevduata tam güvence verilmemesi konusunda, büyük ihtimalle birileri Başbakana ve bakanlara 1994 yılı deneyimini anlattılar. Şahsen ben de, bu deneyimin mevduat güvencesi konusunda uluslar arası literatüre geçecek kadar çarpıcı bir "ahlaki riziko" örneği olduğunu düşünüyorum. Ancak o dönemi yakından yaşamış bir gazeteci olarak, yaşanan kriz üzerine geçici olarak konulması planlanan mevduata tam güvencenin kalıcı hale gelmesinin hatalı olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra o dönem bankacılık üzerinde siyasi kararlar çok etkili idi ve doğru dürüst denetim ve gözetim yapılamıyordu. Yani bu güvencenin yarattığı sıkıntıların çoğu, o dönemki denetimsizlik ve siyasi etkiden kaynaklanıyordu.
Dolayısıyla hükümet bundan yaklaşık 2 ay önce, diğer Avrupa ülkeleri ile birlikte mevduata belirli bir süre için tam güvence verebilirdi. Vermediği için büyük hata yaptı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Hindistan’da verdiği demeçlerden birinde, mevduata tam güvence gelmeyeceğini, güvence miktarının artırılacağını söyledi. Bence hata yapılmaya devam ediliyor. 50 milyar YTL’lık güvence 100 milyar YTL’ye çevrilince fazla bir şey değişmeyecektir.
Yazının Devamını Oku 
24 Kasım 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, siyasetten sonra ekonomide de ’ötekiler’i net olarak belirledi ve giderek daha sert bir biçimde üstlerine gidiyor. Başbakanın ekonomideki ötekilerini sayacak olursak; başta bankalar, TÜSİAD’da temsil edilen büyük işadamları ve bürokrasi.
Bunlar evvelden beri biliniyordu ama kriz ortamı derinleştikçe, Başbakan’ın bu kesimlere karşı tavrı da sertleşmeye başladı. Gün geçmiyor ki; bankalara yüklenmesin ve bankaları reel kesimin adeta düşmanıymış gibi ilan etmesin. Bunu da daha çok orta ve küçük boy işletme sahiplerine yapıp, işi adeta bir sınıf mücadelesi gibi gösterip, bu kesimlerden destek istiyor.
Son olarak Hindistan’da kendisiyle birlikte geziye katılan işadamlarıyla yaptığı toplantıda da bunu açıkca göstermiş. Toplantıya katılan bir işadamı ile görüştüğümde "Başbakan finansal oligarşi ve bürokratik oligarşiye savaş açmış gibiydi" dedi. İşadamlarının yakınması üzerine bürokratik oligarşiye karşı birlikte mücadele etme çağrısı yaptığını, "Siz Başbakana söyleyince oldu diyorsunuz ama bürokrasiye iş yaptıramıyoruz" diye anlatan Başbakan, mücadeleye devam edeceklerini işadamlarının da yanında olması gerektiğini söylemiş.
Bankalara karşı tavrını bu toplantıda iyice sertleştiren Başbakan, işadamlarına bankaların bu krizi fırsata çevirme niyetinde olduklarını, buna izin vermeyeceğini belirtip, gerektiği takdirde kamu bankalarını devreye sokacağını söylemiş. Başta Ziraat Bankası olmak üzere kamu bankalarının ’piyasaları düzeltmek için pozisyon alacağını’ söylemiş...
Ankara’ya dönüşünde toplantılar yapacağını TOBB, TÜSİAD gibi kuruluşları da çağıracağını hatırlatan Erdoğan, bu arada TÜSİAD’a da yine taş atmadan geçemeyip, "Onlarla da görüşeceğim ama onlar bazen değişik davranıyor. Onların içinde banka sahipleri de olduğu için bankalara karşı pek bize destek olmazlar. Ama yine de konuşacağım" demiş.
Toplantıya katılan işadamlarına krize karşı Eximbank kaynaklarının güçlendirileceğini, Ziraat Bankası’nın daha fazla devreye sokulacağını söylemiş, bu arada mevduata tam güvence verilmeyeceğini de tekrarlamış. Toplantıda sık sık, bürokrasiye ve bankalara karşı mücadelesinde, reel kesimin yanında durmasını istemiş.
Bu anlayışla sağlıklı tedbir alınamaz
ÖZETLE; Başbakan bankaları ve bürokrasiyi reel kesimin düşmanı gibi göstermiş. Bu arada büyük sermayeye olan kızgınlığını da, yine açığa vurmuş.
Şimdi soruyorum; bu psikoloji ve anlayış içinde krize karşı sağlıklı tedbirler alınabilir mi?
Toplantıya katılan bir işadamı, bankaların da fırsat bilip kredi faizlerini artırdığını yani Başbakan’a hak verdiğini söyleyince, kendisine "Sen tüccarsın, bırak her şeyi, malına olan talep çok artarsa, ya da malı sattığın adamın durumunun iyi olmadığını görüyorsan, malının fiyatını yükseltmez misin?" diye sordum. Aldığım yanıt "Tabi ki artırırım" oldu. Bankaların da ticaret yaptığını, satacak malı azaldığı için daha sıkı davranmasının doğal olup olmadığını sorduğumda da "Evet" yanıtı aldım. Ama tabii ki, kendine özgü koşulları olduğunu da söyledi.
Başbakan reel kesime ’duymak istediklerini’ söylüyor, başkasının durumunu anlatmadan onların zorluklarını, bence istismar ediyor. Bir politikacı, elbette hata yaptığını söylemez. Örneğin tedbirler konusunda ne kadar geç kaldığını, zamanında tedbir alsaydı reel kesimi bu kadar zor duruma düşüren şartları engellemiş olacağını itiraf etmez ama oturup da suçu tümüyle bankalara atması da, kendi deyimiyle ’insafsız’lıktan başka bir şey değil.
Üstüne üstlük çok tehlikeli, kesimleri birbirine düşüren, ötekileştiren bir tavır...
Başbakan kamu bankalarını siyasetin doğrultusunda kullanma niyetini de açık etmiş. Kamu ya da özel bankaların uyacağı kurallar belli, BDDK’nın denetimi aynı, para maliyetleri aynı, o zaman ne yapacak da kamu bankalarını kullanacak? Bu da çok tehlikeli bir anlayış.
Bu anlayışla bence sağlıklı tedbir alınması mümkün değil. Zaten çok geç kalındı. Örneğin mevduata tam güvence 2-3 ay önce alınsaydı kamunun maliyeti, reel kesimin maliyeti bu kadar artmayacaktı. Gecikmenin reel kesime maliyetini, yani kendi suçunu bankalara yüklüyor. Reel kesim de bu oyunu göremiyorsa, ne diyelim bilmiyorum ki...
Yazının Devamını Oku 