10 Kasım 2008
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün küresel krize karşı alınacak önlemler konusunda hükümetten ayrı düşündüğü ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Gül’ün, küresel krizin boyutları ve Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı riskleri bankacılardan dinledikten sonra, acil önlem ihtiyacını dile getirdiğini öğrendik.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen hafta Salı günü İstanbul’da Türkiye Bankalar Birliği’ni (TBB) ziyaret ederek yönetim kurulu üyesi banka genel müdürleriyle bir süre sohbet etti, ardından da TBB’nin kuruluş yıldönümü için düzenlenen resepsiyona katıldı. Bankacılar krizin boyutlarının görülmedik kadar büyük olduğunu, içeride ciddi sıkıntıların bizi beklediğini, önlem almakta gecikildiğini, en önemli adımın IMF ile biran önce anlaşma imzalamak olacağını ama hükümetin yerel seçimlere ilişkin planlarının yol açtığı bir gecikmenin yaşandığını söylediler.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bunun üzerine, "Hükümetin böyle bir konjonktürde yerel seçimleri düşünerek hareket etmemesi gerektiğini" söylediğini öğrendik.
IMF ile anlaşmanın politik olarak sakıncası olmayacağını, bunu daha önce yaşadıklarını kaydeden Gül’ün, kriz yaşanırken hükümetin yerel seçimi düşünmemesi gerektiğini belirtmesi bankacılardan tarafından memnuniyetle karşılandı. Gül’ün, aynı söylemini devam ettirerek, "Hükümetler için asıl olan genel seçimlerde aldığı sonuçlardır" dediği ve yerel seçimlerin alınacak önlemleri bu arada IMF ile anlaşmayı engellememesi gerektiğini belirttiği öğrenildi. Cumhurbaşkanı Gül böylesine bir dönemde kısa vadeli düşünülemeyeceğini, orta vadeli ülke çıkarlarını düşünerek hareket etmek gerektiğini de söylemiş.
Cumhurbaşkanı Gül, küresel krizin boyutlarını, Türkiye’ye olası etkilerini bankacılardan dinledikten sonra, "Bütün bunları hükümete de, bürokratlara da çok iyi anlatın" demiş. Kendisinin de bürokratlar ve bakanlarla ara ara küresel krizi görüştüğünü, bundan sonra görüşmeye devam edeceğini kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, "Kimse sizin kadar yakından bu olayları takip edemez. O nedenle tüm gelişmeleri sık sık hükümete ve bürokratlara anlatmanız gerekir" demiş.
Siz de gelseniz...
CUMHURBAŞKANI Gül, bankacılara "Başbakandan randevu alıp biran önce bunları anlatın" demiş. Bunun üzerine bankacılar zaten randevu alındığını, cuma günü Başbakanla görüşeceklerini söylemişler.
Hatta bir genel müdürün, biraz da şakayla "Efendim sayın Başbakanla yapacağımız görüşmeye siz de gelseniz, daha iyi anlatırdık" dediğini, Cumhurbaşkanı Gül’ün ise bu sözlere sadece gülerek karşılık verdiğini öğrendik.
Daha sonra TBB kuruluş yıldönümü resepsiyonuna katılan Cumhurbaşkanı Gül, burada da bir konuşma yapmıştı. Krizle ilgili olarak, "Bu kürenin içinde yaşayan herkes öyle veya böyle bundan etkilenecektir. Önemli olan bunu iyi bir şekilde atlatabilmektir" diyen Cumhurbaşkanı Gül, bankacılık sektörünün bu problemi sağlam bir şekilde karşılamasından mutlu olduklarını söylemişti. Bunun krizden etkilenmediğimiz anlamına gelmediğini kaydeden Gül, ekonomiye bir bütün olarak bakmak gerektiğini belirterek, "Tasarruf edenler, bankalar, sanayiciler ve ticaret erbabı... Hepsine bakmamız gerekiyor. Böyle kriz dönemlerinde hepsi dayanışma içinde olursa zor durumdan çıkılabilir" diye konuşmuştu.
Cumhurbaşkanı Gül, bu tür dönemde en çok ihtiyaç duyulan şeyin hükümet, bankalar, iş aleminin temsilcileri ve her kesimin çok yakın diyalog ve işbirliği içinde bulunması olduğunu kaydetmiş ve "Birkaç yıl sonra büyük fırsatlar doğacak, bunun için de bugün yapılacak işlerin vaktinde yapılması gerekiyor" demişti.
Bankacıların da dediği gibi; Cumhurbaşkanlığı makamına gelenler, hükümette olanlara kıyasla, olaylara daha rasyonel ve daha geniş açıdan bakabiliyorlar, herhalde...
Yazının Devamını Oku 
8 Kasım 2008
TÜRKİYE’nin IMF ile bir anlaşma yapıp yapmayacağına ilişkin gelişmeler, yaratılan beklentiler, her geçen gün değişiyor. İnsanların kafası karışmış durumda. Özetleyecek olursak; başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere, Hükümet üyeleri yaptıkları açıklamalar ve kapalı kapılar ardında özel sektör ve bankacılara söyledikleriyle, "Biz IMF’yle pazarlık yapıyoruz, büyüme ve yatırımları kabul ettirmeye çalışıyoruz ama siz merak etmeyin, sonunda anlaşmayı yaparız" havasını veriyorlar. Açıkca böyle söylemiyorlar ama verdikleri izlenim bu.
Buna karşılık IMF ise bu hafta başında açık açık Hükümet ile müzakere yapılmadığını söyledi. Kapalı kapılar ardında da kendisine bu konuyu soranlara, "Hükümetin bizden bir talebi yok, bekliyoruz" diyorlar.
Bu konudaki son gelişmeleri önceki gün Başbakan’la bir araya gelen, Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu üyesi banka genel müdürlerinden sordum. Genel Müdürler, Başbakan’ın, yine, "Belli ki hükümet bu anlaşmayı yapacak, Başbakan da kendi şartlarını kabul ettirmeye zorladıklarını, yani pazarlık yaptıkları izlenimi verdiğini" söylediler. Bunu açık açık söylemediğini ama toplantıya katılan herkesin bu izlenimi aldığını öğrendik.
Aynı bankacılardan bir bölümünün IMF yetkilileri ile de görüştüklerini biliyorum. Buna rağmen yani IMF’in dediklerini bildikleri halde, yine de Başbakan’la yapılan toplantıdan çıktıktan sonra iyimser bir hava içinde olduklarını gördüm.
Gerçi her krizde olduğu gibi bu krizde de, insanların umut ettikleri gelişmelere inanmak için kendilerini epeyce zorladıklarına, küçücük olumlu gelişmelere bile bağlanmak eğiliminde olduklarına yine şahit oluyorum. O nedenle gelen fırtınanın büyüklüğünü en iyi gören kesim olan banka genel müdürlerinin iyimser izlenimlerine artık temkinli yaklaşıyorum.
Bütün bu kargaşa içinde benim anlamadığım şu ki; müzakere dediğiniz şey, bir masaya oturulur, taraflar bellidir ve karşılıklı isteklerini masaya koyarlar ve bu istekler üzerinden müzakere yapılır. Şu anda IMF’yle masada değiliz ki, müzakere yapılıyor olsun...
Yani müzakere aşamasına gelinmesi için, Hükümetin resmi olarak IMF’ye "Gelin sizle bir anlaşma yapalım" demesi lazım. Böyle bir aşamaya henüz gelmedik ki...
Yani Hükümetin IMF’ye yaptığı resmi bir görüşme çağrısı henüz yok...
Halit Narin bile bankacıları anlıyor
GEÇTİĞİMİZ iki gün içinde Ankara’daki yaşanan görüşme trafiği çok yoğundu.
Özet olarak söylemek gerekirse, başbakanla olan görüşmelerinde daha çok bankacılar konuşup yaşanan sıkıntıları anlatmışlar. Kendilerinin birer aracı olduklarını, kaynak olmadığı takdirde reel sektöre kredi veremeyeceklerini, azalan kaynaklar oranında kredileri azaltmaları gerektiğini, şu anda yaşanan sıkıntının döviz likiditesi olduğunu, sendikasyon kredilerinde dışarıdan kaynaklanan sıkıntılar bulunduğunu, bu nedenle dışarıdan kaynak akışının sağlanmasının şart olduğunu, bunun için de IMF’le anlaşma gerektiğini anlatmaya çalışmışlar.
Türkiye Odalar ve Borsalara Birliği’nde (TOBB) yapılan toplantının da çok olumlu geçtiği, Başbakana anlatılan mevcut sıkıntılı durumun reel sektör temsilcilerine de anlatıldığını öğrendik. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da "aynı gemide bulundukları" yönünde toparlayıcı konuşmalar yaptığını, Tuncay Özilhan, Hasan Çolakoğlu, Abdulkadir Konukoğlu ve Mustafa Boydak’ın bankalarla ilgili olumlu görüşler belirttiklerini öğrendim.
Şimdiye kadar bankalara karşı demeçleriyle ünlenen, hatta "banka düşmanı" olarak bilinen Halit Narin’in bile "bugünü tarihe geçin, bankalar için ilk kez olumlu konuşacağım" diyerek söze girdiğini ve bankaların sıkıntısını anladığını söylediğini duydum.
Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince’nin "bankaların da TOBB üyesi, dolayısıyla Hisarcıklıoğlu’nun kendi başkanları olduğunu" da hatırlattığı, yani karşılıklı anlayışın had safhada olduğu söyleniyor. Bu nedenla ortak olarak hazırlanıp gelecek hafta Hükümete sunulması kararlaştırılan ortak metin, bence büyük önem taşıyor.
Yazının Devamını Oku 
6 Kasım 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın G-20 toplantısı için ABD’ye yapacağı seyahat, IMF’yle anlaşma konusunda da piyasaların umut tarihi olmaya başladı. Bu gezi sırasında Başbakan’ın IMF Başkanı ve yetkilileri ile de görüşmeler yapması bekleniyor. Aslında bunun da ötesinde toplantılar sırasında, "Türkiye ile IMF’nin yeni bir anlaşma konusunda mutabakata vardıkları" türünden bir açıklama yapılması da beklenmeye başladı. Gerçekten durum böyle mi, hükümetin böyle bir niyeti gerçekten var mı yoksa piyasalar durulursa böyle bir anlamdan vazgeçer mi, IMF’nin böyle bir anlaşmaya nasıl baktığı, kırmızı çizgilerinin ne olacağı konuları ise bence hálá belirsizliğini koruyor.
Bu yönde önceki gün bir televizyon kanalında çıkan haber Washington’da, IMF kaynakları tarafından doğru olmadığı açıklandı. Gerçi çıkan haber "Başbakan’ın bürokratlarına IMF ile anlaşma talimatı verdiği" gibi, çok ileri bir aşamaya işaret eden bir haberdi ama IMF böyle bir açıklama yaparak, bence Türkiye’nin sözlü olarak kendisine ilettiği şartları kabul etmediğini de göstermiş oldu.
Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren dün CNN Türk’te soruları yanıtlarken, kesin bir şey söylemekten özellikle kaçındı. Ancak, IMF ile anlaşma konusunda ve bunun ABD seyahati sırasında açıklanabileceği konusunda, bu beklentilere ters düşen bir açıklama da yapmadı. Bunun tersine müzakerelerin sürdüğünü tekrarladı.
Şimdi piyasalarda "Hükümetin IMF konusunda bir sürpriz yapabileceği" konuşuluyor. Piyasa uzmanları, biraz da umutları o yönde olduğu için, "IMF konusunda Başbakan ters demeçler veriyor ama el altından pazarlık yapılıyor. ABD’de böyle bir anlaşma açıklanıp, bize sürpriz yapabilir" denilmeye başladı. Hatta bu senaryoya "yüksek bir fonla birlikte böyle bir anlaşma açıklanabilir" boyutu da ekleniyor.
Özetle; piyasalar gözünü dikmiş IMF ile yapılacak anlaşmayı bekliyor. Bu konuda her türlü umut kırıntısını satın alma eğilimindeler. Biraz da bu nedenle kasım ayı ortasında yapılacak Başbakan’ın ABD seyahatine IMF ile anlaşma konusunda da bel bağlamış durumdalar. Bu beklentiyi körükleyen de, açıkca bunları söylemeseler de, hükümet üyeleri...
Bu aşamada bir uyarıda bulunalım; eğer kasım ortasında böyle bir açıklama gelmezse, piyasalardaki hayal kırıklığı büyük olacaktır...
Toplantılar yeter artık bir şey yapılsın
PİYASALARDA, özellikle bankacılar arasında "toplantılardan bıktık, artık bir şey yapılsın" havası hakim olmaya başladı.
İşadamları, bankacılar, son 15 gündür sürekli toplantı halindeler. Bugün de Bankalar Birliği yönetim kurulu üyesi banka genel müdürleri Ankara’ya gelecek, Başbakan Tayyip Erdoğan’la bir toplantı yapacaklar. Yanı sıra Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu ziyaret edecekler. Bankacılar, "sürekli toplantı yapıldığından ama önemli bir adım atılmadığından" yakınıyorlar. Özellikle Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in toplantılarının verimli geçtiğini, her kesimi dinlediğini, tarafların taleplerini ilettikleri belirtilerek, "Toplantıların daha fazla uzamasına bir neden yok. Artık alınacak kararların belli olması lazım" diyorlar. Bence de artık uygulama zamanı. Yapılan toplantılarda sektörlerin talepleri yeterince dinlendi. Elbette sektörlerin ve tarafların birbirlerine zarar verecek, birbirlerinin menfaatine ters gelecek talepleri olmuştur, bunun olması da doğaldır. Zaten hükümet de bunun için vardır. Herkesi dinler ama kamu yararı gözeterek belli bir kararı verir. Aksi takdirde işaleminde ve bankacılıkta "toplantıların somut bir şey yapmak için değil de, sadece sıkıntının havasını almak için yapıldığı" görüşü hakim olmaya başlar. Artık o aşamaya geldik sayılır. Yani artık somut adımlar bekleniyor.
Yazının Devamını Oku 
4 Kasım 2008
ENERJİ ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler dün Botaş’ta basın toplantısı yapıp son zammı teknik olarak savundu. İyi de, Botaş’ın, yani teknisyenlerin bu işte sorumluluğu olduğunu kimse söylemedi ki... Söylenen, eleştirilen bu kadar yüksek zammın geçmişten gelen yanlışların etkisiyle bu kadar yüksek tutulduğu ve bunun siyasi bir karar olduğu... Bakan Güler, teknik zam hesaplamalarında Botaş’ın belediyeden ya da başka yerden alacaklarının yer almadığını, bunların nakit akım tablosunda yer aldığını söylüyor.
Zaten doğrudan bir etki söz konusu değil. Ancak 5 yıl öncesine kadar en karlı KİT olan Botaş’ın şimdi bu karı etmeyişinin sebebi, Hükümetin uyguladığı politikalar değil mi?
Diyoruz ki; Botaş teknik olarak otomatik hale gelen, gerekli zammı yapsın ama bunun tüketiciye aynı oranda yansımaması için geçici olarak vergi oranlarıyla oynansın. Maliye daha önce akaryakıtta, sigarada yaptığını burada da yapsın, belirli süreler için vergi oranlarını düşürüp artırarak Botaş’ın zamlarının aynen tüketiciye, sanayiciye yansımasını engellesin..
Maliye diyor ki; benim gelir kaybına tahammülüm yok, vergiyi düşüremem, yapılan zammı aynen mevcut vergi oranlarını da uygulayıp, tüketiciye ve sanayiciye yansıtırım...
Şimdi soruyorum; eğer popülist politikalarla, siyasi yatırımlar ve kararlar nedeniyle Botaş bu kadar kötü duruma düşürülmese, yine eskisi gibi en karlı KİT olsa, bu karını temettü olarak Hazine’ye vermeyecek miydi? Hazine bu paraları aldığı zaman çok daha rahat bir konuma gelir, o zaman da Maliye’nin belirli süreler için vergi kaybına tahammülü olmaz mıydı?
İşte Maliye o zaman bu vergi indirimlerine razı olmak zorunda kalmaz mıydı?
Ekonomi bir bütündür ve bir yerden fiyatlara müdahale edip, sübvansiyonlara başladığınız zaman, trilyonlarca liralık kar elde eden KİT’lerin tüm dengesini bozduğunuz zaman, bunun sonu gelmez. Bileşik kaplar örneği bu hata ekonominin her yerini etkiler, bozar....
Hep halının altına süpürerek saklamaya çalıştığınız pislikler, işte böyle zor dönemlerde, gün yüzüne çıkar... Bunun adı da popülizmdir, bunun adı kötü yönetimdir.
Elektrik zammı şart, enflasyon azacak
ÖĞRENDİĞİM kadarıyla Botaş’ın maliyetleri yansıtmamamsı halinde üstleneceği yükün toplamı 700 milyon dolarmış. Botaş’ı o kadar zor duruma düşürdünüz ki, Botaş’ın bu yükü üstlenmesi artık imkansız. Adamlar işi gücü bıraktı mesailerinin büyük bölümünü o kastettiğiniz nakit akımına harcıyor, günü çevirmek için oradan buradan borç alıp ödemekle, günleri geçiyor.
Bunun yerine formül belliydi; Maliye Bakanlığı bu yükün en azından bir bölümünü vergi indirimiyle absorbe edebilir, daha sonra fiyatlar ineceği için eski gelirine, hatta daha fazlasına zam yapılmadan yine ulaşabilirdi.
Şimdi en kaba hesapla, yani elektriğin yüzde 50’sinin doğalgazdan elde edildiği varsayımıyla, elektriğe yüzde 12 civarında zam gerekecek. Doğalgazın üretim maliyetlerini çok etkileyeceği büyümeye olumsuz etki yapacağı kesin. IMF’e "büyümemizi kısıtlıyor" diye karşı çıkan Başbakan, işin bu yönünü hiç mi düşünmüyor?
Doğal olarak hem ihracat yapan hem iç tüketime çalışan sanayicinin maliyetleri çok yükselecek. Ne kadar iç talep kısıtlı da olsa, ürettiği mala zam yapmak zorunda kalacaklar başta türlü faaliyetlerini sürdürmeleri mümkün olamaz, başka türlü üretim yapamazlar...
Öyle olunca da, zaten artış eğilimindeki enflasyon daha da azacak.
Ama vergi indirimi yoluyla bir süreliğine tüketiciye yansıtmadan, ya da daha az yansıtarak bu iş götürülseydi, hem sanayici hem halk, kış aylarında bu kadar zor durumda kalmayacak, hem de enflasyon bu kadar azdırılmayacaktı. Mart geldiğinde, hemen seçim öncesinde bu kez indirim yapacaksınız ama tüm malların fiyatlarına yapılan zamlar artık geri gelmeyecek...
Bu işin sorumlusu bizzat Başbakandır. Yıllarca önüne gelen zam kararlarını geri çevirip, indirimleri kameraların karşısına çıkıp bizzat açıklayan Başbakan, şimdi bu zamma onay verdi, bürokratlarını bakanlarını kameraların önüne atıp, "zammı anlatın" diyor...
Kastım en tepesi için; bunun adı kötü yönetim değildir de, nedir?
Yazının Devamını Oku 
3 Kasım 2008
BU köşeyi okuyanlar, KİT zamlarına ilişkin olarak mutlaka maliyetlerin fiyata yansıtılması gerektiğini, sübvansiyonların fiyatları çarpıtıp verimsizliği körüklediğini ve ekonomik dengelere hasar verdiği görüşünde olduğumu iyi bilirler. Hatta zamlarla ilgili olarak "yapılmalı, geciktirilmemeli" dediğimde, çok da tepki almışımdır.
Bunları şunun için hatırlatıyorum ki; hafta sonunda yapılan yüzde 22’lik doğalgaz zammının savunulacak hiçbir yeri yoktur. Çünkü bu zam, geçmişte yapılan ve hala devam eden hataların bir sonucu olarak halka ve üreticiye çıkarılmış çok büyük bir faturadır.
Yapılan bu yüksek zammın, tümüyle dünyada artan doğalgaz fiyatlarına bağlı olarak yapılan bir zam olduğunu söylüyorlar ama doğru değil. Bu zam aynı zamanda Botaş’ın kötü yönetilmesi nedeniyle artan maliyetlerin sonucu çıkan yüksek oranlı bir zamdır.
Botaş kötü yönetildi çünkü hükümet popülizm yapacağım diye yanlış kararlar aldı, Botaş yönetimi de sesini çıkarmayıp, bu yanlış kararları uyguladı.
Botaş doğalgazı dışarıdan alıp içeride satan bir kuruluştur ve doğalgazın iletildiği boru hatlarının da sahibidir. Ticaret yapıp kar yapması beklenen Botaş buna rağmen büyük bir batık içindedir ve açıklarını kapatmak için bankalardan kredi bile alamaz hale gelmiştir.
Bunun nedeni açık: Hükümet 5 yıl boyunca elektriğe zam yaptırmadığı için, Botaş elektrik üreten kuruluşlara sattığı doğalgazın bedelini alamamıştır. Ayrıca yine hükümet Ankara Büyükşehir belediyesi başta olmak üzere, Botaş’ın gazı satıp da alacağını tahsil edemediği belediyelere "kıyak" çektiği için Botaş’ın açığı daha da büyümüştür.
Yani doğalgaz zammının bu kadar yüksek olmasının nedeni; hükümetin popülist uygulamaları sonucu biriken yüktür ve sonunda bu fatura halka ve üreticiye çıkmıştır.
Elektrik zammı için onlarca karar hazırlanmış hepsi Başbakan’dan geri dönmüştür. O dönemde "bunun faturası çok kötü çıkacak" dediğimizde Başbakan yine kızmıştı.
Şimdi "ekonomide gerekenin zamanında yapılması"nın önemini anlıyor mu acaba?
Vergiyle oynanıp zam dengelenebilirdi
BAŞBAKAN IMF ile anlaşma konusunda sürekli olarak "Bizi yüzde 2-3 büyümeye kimse mahkum edemez", "altyapı yatırımlarını da üstyapı yatırımlarını engelleyemezler" diyor. Siz yüzde 60-70 doğalgaz zammı, elektrik zammı yaparsanız, üretiminin en önemli girdisi enerjiyi bu kadar pahalandırırsanız, sanayicilerin üretim gücünü elinden alırsınız. O zaman da zaten büyümeyi kendi elinizle baltalamış olursunuz. Yani bir yandan IMF’e büyümemizi engellemek istiyor o nedenle anlaşamam deyip, öte yandan bu kadar yüksek zam yapılmaz.
Peki, bu kadar yüksek zam yapılmayabilir miydi, bunun teknik bir açıklaması var mı?
Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; dünya doğalgaz fiyatları, dünya petrol fiyatlarının peşinden gelir ve petrol fiyatlarındaki artış 6- 9 ay sonra doğalgaz fiyatlarına yansır. Yani şu anda dünya doğalgaz fiyatları yüksek seviyesinde ama Ocak-Şubat gibi düşecek. Bence hükümetin amacı, tam seçim öncesinde doğalgaz fiyatlarını indirip halka şirin görünmek.
Hem dünya fiyatları yüksek, hem kurlar yükseldi, hem alacaklarını tahsil edemeyip
mali yapısı bozuk, o nedenle Botaş’ın zam gereği yüzde 22’yi buluyor.
Halbuki hükümetin bu zam gereğine rağmen vergiyle onayarak bu kadar zam yapılmasını engelleme imkanı vardı. Daha önce elektrikte çok yaptılar; elektrik maliyeti yükselmesine rağmen geçici olarak vergiyi düşürüp zam yapmadan sıkıntılı dönemi geçtiler.
Şimdi aynısını doğalgaz için yapabilirler, vergiyle oynayarak hem dünya fiyatlarının düşeceği dönemi, hem kurların düşebileceği ortamı bekleyip, zammı daha az tutabilirlerdi.
Ama bunun yerine, üretimi durdurmak pahasına yüksek zam yapıp, seçim öncesi indirim yaparak oy toplamayı tercih ettiler. Yani fiyatlarda istikrarı bilerek bozdular...
Küresel kriz döneminde alınacak önlemler asıl böyle önlemlerdir, bazı ülkeler bunu yapıyor.
Bizdekinin adı ise kötü yönetimdir. Daha önce elektriğe, doğalgaza yıllarca zam yapmayıp sonra böyle bir dönemde bu kadar fahiş zamlar yapmanın adı başka bir şey değildir...
Yazının Devamını Oku 
1 Kasım 2008
HÜKÜMETİN IMF ile bir anlaşma imzalayıp imzalamayacağı sorusunun yanıtı için neredeyse toto oynanır hale geldi. Bu konuda hükümetten her gün değişen sinyaller geliyor ve piyasaların kafası iyice karışmış durumda.
Zaten pek niyeti yokken, bir de piyasalardaki görece iyilik havasından etkilenip, Başbakan’ın bu işten vazgeçebileceğinden korkuyorduk. Herhalde korktuğumuz başımıza geliyor.
Dün Başbakan Erdoğan’ın söylediklerinden öyle anlıyoruz ki; Başbakan sanki küresel bir kriz yaşamıyormuşuz, bize hiçbir etkisi yokmuş ve olmayacakmış gibi yoluna devam etmek istiyor. IMF’ye mesajı da "Ben böyle yürürüm, sen istersen destek verirsin" şeklinde oluyor.
Başbakan Erdoğan’ın her gün değişik yanıt verdiği, "IMF ile anlaşma olup olmayacağı" sorusuna dün verdiği yanıt, aynen şöyle idi:
"Bizim büyümede hedeflerimiz var, biz bunun altına inemeyiz dedik. Bunun yanında yatırımlardan bu çerçeve içerisinde zaten vazgeçemeyiz. Yatırımlarımıza da devam edeceğiz. Çünkü Türkiye büyüyen kalkınan bir ülke. Biz bu makas açığını bir defa kapatmaya çalışan bir ülkeyiz. Yani sen kalkıp da ’karayolları inşaatlarını durdur’ diyecek olursan, ’kusura bakma’ deriz. Böyle bir şeye de mecbur değiliz. Biz kendi yağımızla kavrulmasını biliriz. Bu altyapı çalışmalarını da sürdüreceğiz. Üstyapıya yönelik çalışmalarımızı da sürdüreceğiz. Bu konuyla ilgili olarak da IMF bize bu sıkıntılı dönemde ’ben sizlere borç vermiyorum’ derse vermeyebilir, vermek zorunda da değil. Çok da ihtiyacımız yok. Bunu da özellikle söylemek istiyorum. Geçenlerde Merkez Bankası Başkanımız da bununla ilgili açıklamasını zaten yaptı."
Sondan başlayalım; Merkez Bankası Başkanı "kaynak ihtiyacımız yok" derken, "şimdilik" kaydıyla söyledi ve IMF ile anlaşmanın buna rağmen iyi olabileceğini, itibar kazandıracağını da söyledi. Bence Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz bu açıklamayı yaparken daha dikkatli davranmalı ve politikacıların söylediklerini çarpıtarak sunmasını engelleyecek bir üslup kullanmalıydı. Başbakan bu konuşmayı kullanıp, haklı olduğunu sanıyor...
KENDİ YAĞIMIZLA YÜZDE KAÇ BÜYÜRÜZ
Başbakan’ın konuşmasında o kadar çelişkili unsurlar birbirinin içine girmiş durumda ki... Bir kere yüzde 4 olarak belirlediği 2009 hedefinden vazgeçemeyeceğini söylüyor. Geçen gün söylediği gibi "yüzde 2-3’lere bizi kimse mahkum edemez" tavrını devam ettiriyor. Ardından da çıkıp "biz kendi yağımızla kavruluruz" diyor.
Siz kendi yağınızla kavrulduğunuz zaman yüzde kaç büyüyeceğinizi sanıyorsunuz?
Son 5-6 yılda bu kadar yüksek büyüme rakamlarlarına kendi yağınızla mı kavuştunuz?
O zaman büyümeyi sağlayan reel sektörün bu kadar dış borcu nereden oluştu?
Siz bu büyüme sayesinde yüzde 47 oy almayı, kendi yağınızla kavrularak mı sağladınız?
Yaptığınız özelleştirmelere yabancı sermaye gelmeseydi, şimdi sağlam diye övündüğünüz ve bu konuda hiçbir katkınızın olmadığı, "sağlam bankacılık" için gerçekleştirilen konsolidasyonu ve sermaye yeterliliğini kendi yağınızla mı sağladınız?
Bu ülkenin kaynaklarının sınırlı olduğunu, büyüme ihtiyacının büyük olduğunu, bu nedenle yabancı sermayeye ihtiyacımız olduğunu herkes biliyor, Siz mi yoksa IMF mi bilmiyor?
Son 5-6 yılda IMF size iyi davrandı ama o zaman "başarı hikayesi" için kullanacağı tek ülke sizdiniz. Şimdi onlarcası kapısında sıraya girdi. Yani kendi başarısı için size ihtiyacı kalmadı, bu durumu görmüyor musunuz?
Peki, Obama ABD Başkanı olur da, Ermeni tasarısı başta olmak üzere siyasi ilişkiler iyice gerilirse, IMF’yi ikna için şimdiye kadar kullandığınız ABD yönetiminin desteği ortadan kalkmaz mı, bunu düşündünüz mü?
Yani geç kalır da blöfünüz de tutmazsa, IMF de "bu kadar da esnek olursam kredibilitem kalmaz" diye düşünüp anlaşmayı kabul etmezse, ülkeyi içine sokacağınız durumu hiç düşünüyor musunuz? O zaman yüzde kaç küçülürsünüz, hiç düşündünüz mü?
Bunlar boş sözler, gerçekler ise farklı...
Yazının Devamını Oku 
30 Ekim 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın IMF ile anlaşma zemini yaratmak için, çark etmeye başladığını gözlüyoruz. Yavaş yavaş yönünü IMF’e döndürürken, bunun ilk işaretini "Biz IMF düşmanı değiliz", "IMF bize anlayışlı davranmalı" gibi sözlerle vermeye başladı. "Bizi yüzde 2-3’lük büyümelere kimse mahkum edemez" derken, önceki günkü konuşmasında anlaşmayı engelleyecek tavrı "bizim büyüme oranımızı çok çok düşürmeye kalkarsa" ve "yatırımlarımızı tamamen engellemeye kalkarsa" diye yumuşatmaya başladı.
Bence artık bunun sonu belli, Hükümet IMF ile bir anlaşmaya doğru gidiyor...
Hepsi bir hafta içinde gerçekleşti; Başbakanımız "ümüğümüzü sıktırmayız" diye halka ve tabanına mesajı verdi, sonra çark edip anlaşmaya doğru, yani asıl yolunda ilerlemeye başladı.
IMF’in zaten "yatırımları tümüyle durdurun" ya da "büyümeyi çok çok indirin" dediği yoktu. IMF sadece aşırı harcamaların böyle bir dönemde kısılmasını, böylece getirilecek esneklikleri tolere etmeyi istiyor. Bununla birlikte, ileride altından kalkılamayacak yüklerin bugünden alınmamasını, enflasyonla mücadeleden tümüyle vazgeçilmemesini, belediye hesapları başta olmak üzere şeffaflığın artırılmasını, seçim var diye gerekli zamların önlenmemesini istiyor.
Şimdi ne olacak derseniz, bence açık... Bundan önce ne olduysa, yine aynısı olacak.
Yani belki bütçede büyüme oranı yüzde 2-3 olarak gösterilmeyecek, örneğin yüzde 3,5-4 olarak yer alacak ama herkes bilecek ki, bu büyüme oranına ulaşılmayacak.
Türkiye 2009 yılı büyümesini yüzde 2’de tutabilse, bence büyük başarı olur.
Resmi olarak bu rakam açıklanmayacağı için Başbakan da çıkıp, "iyi müzakere ettik, büyüme yüzde 2 oranına düşmeyecek" diyebilecek. Ama gerçek tabi ki başka olacak...
Daha önceki iktidarlar da benzer yöntemleri denediler, IMF’e kafa tutar gibi görünüp sonunda sıkışıp anlaşmayı yaptılar. Ama Başbakan Tayyip Erdoğan bu oyunu kendisinden önceki herkesten çok daha iyi oynadı ki, daha büyük çark hareketlerine rağmen oylarını artırdı.
SADECE IMF ANLAŞMASI ARTIK YETMEZ
IMF’le anlaşma yapılması her şeyi çözecek mi derseniz, bence o aşamayı geçtik...
IMF anlaşması belki artık bir önkoşul haline geldi ama istikrar için tümüyle yeterli değil.
Bu yargıya varmak için tabi ki IMF’den alınacak kredinin miktarına ve kullanılacağı yerlere bakmak gerekecek ama bence Hükümetin bunun da üzerine koyacağı şeyler olmak zorunda.
Hatırlar mısınız, bundan iki yıl önce "güçlendirilmiş program"ın mimarı Kemal Derviş bile artık kendi programının süresinin dolduğunu söylemiş, işalemi yeni ve ileriye dönük perspektif verecek, mikro önlemlerin yeralacağı, büyümeci bir program hazırlanmasını istemiş, "IMF sonrası Türkiye vizyonu" oluşturulup uygulamaya konulmasını istemişlerdi.
Ama Hükümet saçma sapan teşvik politikalarını sürdürüp, bu arada olayı siyasi çatışmalara yönlendirip, geleneksel ideallerini uygulamaya koyma yolunu seçmişti. Son iki yıldır reformların aksadığını, ekonominin gündemden düşürüldüğünü söyledik ama AKP Hükümeti harekete geçmedi. Daha sonra krizin geleceği belli oldu, bu yıl Mayıs ayında bitecek IMF anlaşması daha bitmeden, "ya kendi programınızı yapın ya da IMF’le yeni anlaşma yapın, kriz gelirken ekonomiyi çıpasız bırakmayın" dedik, yine dinletemedik.
Şimdi Hükümet hatasını telafi için IMF’le anlaşıyor, siyasi sonuçlarını azaltmaya çalışıyor.
Hükümetin gecikmesinin bedeli ağırlaştı ve şimdi tüm halk bunu ödemeye hazırlanıyor.
Hükümet madem pazarlık yapıyor; 20 milyar doların altında verilecek bir kaynağı kabul etmemeli, bu da reel sektör için kullanılmalı. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun dediği gibi, son 5-6 yıllık yüksek büyümeyi, aldığı dışborçlar yatırım yaparak, özel sektör sağladı...
1-2 yıl önce uyarıldığı zaman yeni program yapsa IMF’e ihtiyaç yoktu, 6 ay önce krizin geldiği belliyken IMF anlaşması yeterdi, ama şimdi tek başına IMF anlaşması da yetmeyecek.
Yazının Devamını Oku 
28 Ekim 2008
İnsanların kendilerine özgü kişisel düşünceleri vardır, hayata bakış açıları farklıdır, öncelikleri, yapacakları ya da yapamayacaklarının sınırı vardır. Bununla birlikte siyasi görüşler farklıdır, bu fikirlerin bazısı kendilerini yakın hissettikleri partilere uyar, bazısı yine farklıdır, ülkenin yönetimine geçseler yapacaklarını söyledikleri de, öncelikleri de değişiktir. Bu kişisel düşüncelerin farklılığı da çok olağan hatta olması gereken bir durumdur.
Ancak insanlar ülke yönetimine geçtikleri zaman, kişisel düşünceleri ile ülke menfaatlerini birbiriyle örtüştürmek durumundadırlar. Çünkü milyonlarca kişinin sorumluluğu artık onların sırtındadır. Politika halkın refahını ve özgürlüğünü artırmak için yapılması gereken bir iştir. Bu nedenle de, ülke içindeki ve ülkeler arası dengeleri hep halkınızın çıkarı doğrultusunda değerlendirip ona göre karar almanız gerekir. Yapamazsanız, bu işe soyunmamanız gerekir.
GERÇEKLER DEĞİŞMEZ
Bütün bunları şunun için söylüyorum ki; bir Başbakan kişisel olarak IMF’ye kızıyor ya da çok seviyor olabilir. IMF’nin dünya çapında halklara düşman olduğunu düşünüyor ya da IMF’nin halklar için olmazsa olmaz bir kurum olduğunu düşünüyor bile olabilirsiniz.
Her iki uçtan hangisinde olursanız olun, IMF’ye sempati ya da antipati beslemeniz gerçekleri değiştirmez. Halkın refahını düşünüyorsanız, IMF ile ilişkinizi de bu çerçevede değerlendirip, ülkenizin, halkınızın zenginleşmesi için ne yapmanız gerekiyorsa ona göre davranmanız gerekir. Devlet işleri kızıp, bağırıp çağırmakla yönetilmez. Aklın sağduyunun sesiyle, uzun vadeli ülke ve halkın çıkarları ne doğrultudaysa, o doğrultuda davranmak zorundasınız.
Kişisel olarak karşı çıktığınız bir şey, ülke çıkarına, yani halkınızın çıkarına ise kişisel düşüncelerinizi bir tarafa bırakmanız, duygusallığı kenara koymanız gerekir.
Bütün bunları şunun için söylüyorum ki; IMF’yle anlaşma konusuna ülkenin uzun vadeli çıkarları doğrultusunda bakmak gerekiyor. Yani bir yandan IMF’yle yaptığınız anlaşma sayesinde ekonomide istikrar sağlayıp yüzde 47 oy alan bir iktidarsanız, öte yandan çıkıp "ümüğümüzü sıkmak istiyor" diyemezsiniz. Karşınıza geçmişte IMF’ye karşı verdiğiniz demeçleri ve ardından IMF’yle nasıl anlaşma yaptığınızı çıkarıp koyuverirler...
Bütün sorun yerel seçimler
HALKIN hafızasının kısa olduğundan hep söz edilir, yakınılır. Ancak halkın hafızasının bu kadar da kısa olduğunu sanmıyorum. Yani bugün bu sözleri söyler örneğin kasım ayında oturup IMF ile anlaşma yaparsanız, delikanlı tavrınıza ne olacak?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın IMF’yle ilgili son söylediklerine bakılırsa, belli ki IMF ile anlaşma kafaya koyulmuş ama pazarlık yapılmaya çalışılıyor. Pazarlığın konusu ise bence mahalli seçimler. Belli ki yakın çevresi Başbakan’a yerel seçimlerde yüksek oy almaları gerektiğini, bunun için harcamaları artırmak zorunda olduklarını, bu çerçevede de IMF ile anlaşmanın parti çıkarına ters olduğunu söylemişler. Yani Başbakan yerel seçimler için kendisine harcama imkanı verip, bütçenin bu harcamalara göre yapılmasını kabul ettiği takdirde IMF ile anlaşmak istiyor.
Tüm işalemi, piyasalar hükümetin IMF ile anlaşma yapmasını bekliyor, bu anlaşma olmadığı takdirde ekonomide yeniden istikrar sağlanamayacağını söylüyor. Başbakan belli ki kendi planını bozduğu için, bu yönde istek belirtenlere de kızıyor, köpürüyor...
Başbakanın bu inadı yüzünden krizin Türkiye’ye maliyeti ise büyüyor. Her geçen gün yeni işten çıkarma haberleri, KOBİ’lere ilişkin batık haberleri geliyor. Sendikasyon kredilerinin vadesi geliyor, burada bir sıkıntı çıkarsa, kurların bugünkü seviyesini bile arayabiliriz.
Kurlar yükseldikçe, dolar bazında petrol fiyatları düşmesine rağmen akaryakıt fiyatlarına zam yapıldığını, herkes görüyor, Başbakan görmüyor mu? Bu sorun "biraz da ihracatçılar sevinsin" diyerek kurtarılacak gibi değil ki ihracatçılar zaten ağlamaya başladılar.
İş uzadıkça maliyet büyüyecek, halkın fakirleşmesi artacak. "Bedeli ne olursa olsun" diyorsunuz ama nasıl olsa imzalayacaksanız, niye ülkeye bu bedeli ödetiyorsunuz?
Gecikmenin bedeli halka çıkıyor, fakirleşme artıyor, halk bunu görmeyecek mi?
Yazının Devamını Oku 