Erdal Sağlam

Dünya faiz indirdi ama

9 Ekim 2008
KÜRESEL piyasalar zorladı ve ABD, Avrupa Merkez Bankası, Kanada ve İngiltere merkez bankaları dün ortak karar alıp, faizleri yarımşar puan düşürdüler. Küresel kriz o boyutlara vardı ki; faizler negatif olmasına rağmen, merkez bankaları piyasalar istiyor diye faiz indirmek zorunda kaldılar. 850 milyar dolara çıkan kurtarma paketinin de piyasaya yetmediği görülünce, bu ayın sonunda faiz indirileceği söylenmişti ama piyasalar bunun çok geç olacağı yanıtını verdiler. Piyasalardaki kilitlenme çözülemeyip, zararlar iyice büyüyünce hükümetler buna da razı oldu, ortak karar alıp faizleri indirdiler.

Yani dünyadaki faizler iyice negatife döndü.

Peki, bu faiz indirimi yetecek mi derseniz, öyle bir aşama geldi ki, piyasalar bu radikal kararın bile krizi durduracağı konusunda ciddi endişeler taşıyorlar.

ABD’de faiz indirimlerinin erken başlaması, gelişmiş ülkelerdeki güçlü likidite müdahaleleri, vergi iadeleri, kurtarma paketi, yeni vergi indirimleri, bankalara sermaye desteği, mevduat güvencesinin genişletilmesi gibi önlemlerin ardından bir de toplu faiz indirimi geldi ama...

Bunlar da yetmezse daha ne yapılacak diyebilirsiniz. Haklısınız da ama bunun ötesinde ne yapılacağını bilen de şu an pek gözükmüyor. Ama yapılacak bir şeyler çıkacaktır.

Bu bir güven bunalımı ve henüz aşılamadı. Bankalar hálá birbirlerine borç vermiyor, dünya çapında işlemler durmuş gözüküyor. Bu artık ABD’nin ya da bazılarının iddia ettiği gibi Batı’nın, bir başka deyişle kapitalizmin sorunu olmaktan çoktan çıktı. Asya, Afrika, Çin, Rusya, Arap ülkeleri, şimdi herkes bu geminin içinde, artık herkes zarar görüyor

Piyasa uzmanları alınan tüm bu önlemleri altalta sıralayıp, aslında bu önlemlerin kısa sürede toparlanmaya yaraması gerektiğini belirtiyorlar ama arkasından "Ancak, finans sektöründeki problemlerin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşması sebebiyle bu konuya ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor" demekten kendini alamıyorlar.

Büyüme ve enflasyonda kötü işaretler

KÜRESEL krizin etkileri dalga dalga üzerimize gelirken, hatta iyice gözle görülür hale gelmişken bile, "Bize bir şey olmaz" diyen politikacılar ile varlıklarını "AKP hükümetine yaranacak sözler etmek"te buldukları için bu koroya katılan bazı bürokratlar, herhalde dünkü büyüme verilerinden sonra seslerini çıkaramayacaklardır.

Dün gelen büyüme verisi tüm piyasaların moralini bozdu. Bu verinin hemen ardından tüm piyasalar bu yıl ve gelecek yıla ilişkin büyüme tahminlerini büyük bir hızla aşağı çektiler.

Ağustos ayında sanayi üretim endeksindeki yüzde 4.0’lük yıllık düşüş büyümede çok ciddi bir gerilemenin işareti sayıldı. Yüzde 4-4,5 olan büyüme tahminleri 2’lere kadar çekilirken. 2009 büyüme oranlarının ise çok daha olumsuz etkilenmesi beklenmeye başladı.

Şimdilik abartılı olarak görebilirsiniz ama dün yayımlanan bazı banka raporlarında "Türkiye’nin de resesyon yaşayacak ülkelerin arasına girebileceği" söylenmeye başladı.

Bu revizyonlara bağlı olarak cari açık rakamları da aşağı revize ediliyor.

Küresel piyasalardaki krizin uzaması ve kurlardaki yükselişin, faiz indirimlerini geciktireceği artık gün gibi aşikar. Bazı banka raporlarında sepet bazında kurlarda (1 dolar + 1 euro) son 1 aydaki yükselişin yüzde 15’e ulaştığı hatırlatılırken, talepteki zayıf görünüme rağmen, bu gelişmenin enflasyon üzerindeki kısa vadeli etkisinin kabaca 1 puan civarında olacağı kaydediliyor. Bunun gıda ve enerji fiyatlarındaki düşüşün yaratacağı olumlu etkiyi dengeleyebileceği, yıl sonu enflasyon tahminin değişimine gerek duyulmadığı söyleniyor.

Henüz finans sektöründeki son sorunlar yaşanmadan, yani bu etki reel sektöre yansımadan bile, ağustos ayı sanayi üretiminde yüzde 4 düşüş olması ise manidar bulunuyor.

Bu nedenle bazı öncü göstergelerde yeralan "Türkiye’nin de resesyon yaşayan ülkeler kervanına katılması riski"nin göz ardı edilemeyeceğini görüşü dile getirilmeye başlandı.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası kredibilite peşinde

7 Ekim 2008
MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz dün sabah NTV’ye çıkarak, hükümetin ve piyasaların pek de hoşlanmayacağı sözler etti. "Hoşlanmayacağı sözler" diyoruz çünkü piyasaların bir bölümü, özellikle de bazı banka yöneticileri, hálá "bir şey yokmuş gibi davranma"nın peşindeler. Yani kamuoyunda krizin Türkiye’yi de etkileyeceğinin söylenmesinden, ekonomik yapının kırılganlıklarına dikkat çekilmesinden rahatsız oluyorlar. Özetle yine AKP Hükümeti’yle, bakanlarıyla aynı noktada buluşmuş durumdalar...

Ama artık mızrak çuvala sığmıyor...

Bence ekonomi yönetiminin bu umarsız tavrı ülkeye nasıl zarar verecekse, bu bankacılar da kendi bankalarına, dolayısıyla da sisteme o kadar zarar verme tehlikesi içindeler.

Çünkü küresel krizde gelinen noktada, artık bu tavır "iyimser" tanımını çoktan aşmış durumda. Bu tavır devasa riskleri görmemezlikten gelinmesini beraberinde getireceği, dolayısıyla hükümeti de rehavete iteceği için bence artık zararlı bir tavır halini aldı.

Merkez Bankası Durmuş Yılmaz’ın bu bankacıları hedef aldığını sanmıyorum ama hükümetin bu konudaki rahat tavrını, özellikle de bazı bakanların "bize bir şey olmaz" eğilimlerine, dünkü konuşmasıyla yanıt verdiğini tahmin ediyoruz.

Çünkü Yılmaz dün, açık açık, "Bize bir şey olmaz denmesin, bu krizden az ya da çok herkes etkilenecek" diye konuştu.

Etkileneceğimizi, bunun gerçek olduğunu herkes gibi, iyimserlik dozunu "görmezlik" aşamasına kadar getiren bu bankacılar da biliyor. Gerçeği göre göre bir şey yokmuş gibi davranılmasını istemeleri, önlem alınmasını engelleyeceği için artık ülkeye zarar verebilir.

Umarız bu bankacılar, böyle söyleseler de, kendi hesaplarını gerçeklere göre yapıyorlardır.

IMF için bir an önce karar verilsin

MERKEZ Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, belirsizliğin hálá devam ettiğini, krizin dibinin görülmediğini kaydederek, "Köpük oluşturan varlıkların fiyatları düşmesi gereken seviyeye düşmedi, henüz tabanı görmedi. Bu konuda belirsizlik sürüyor. Özel sektörün kaldıraç oranlarında bir miktar iyileşme sağlandı. Kuruluşların sermaye yapıları güçlendirilmeye çalışıldı ancak henüz yeterli değil" diyor.

Bütün zararların muhasebeleştirilmediğini hatırlatan Başkan, her an için yeni sürprizlerle karşılaşmaya hazır olmamız gerektiğini, sistemin bu sorunu halledemeyeceğinin ortaya çıktığını kaydediyor.

ABD’de resmin henüz net olarak ortaya çıkmadığını, Avrupa’da da bazı tedbirler alındığını ama yeni yeni olaylar ortaya çıktığını, Japonya hakkında fazla bilgi sahibi olmadığımızı kaydeden Yılmaz önümüzdeki günlerde Japon finans sistemine ilişkin sorunları da duymaya başlayacağımızı hatırlatıyor.

Kredi krizinde gelişmekte olan ülkelerde bir ayrışmanın söz konusu olmadığını kaydeden Başkan Yılmaz, bizim mal sattığımız piyasalarda daralmanın yaşanması halinde bundan etkilenmemizin kaçınılmaz olduğunu söyledi.

Yaşanan sorunlardan dolayı likidite miktarında daralma, bankaların ve şirketlerin yurtdışından aldıkları borçlarda azalma olduğu takdirde bunun içeride talep daralması yaratacağını ve büyümeyi olumsuz etkileyeceğini kaydeden Durmuş Yılmaz, bankacılık kesiminin aldığı sendikasyon kredilerinde yenileme sorunu yaşanmadığını, reel kesimin aldığı borçlarda da azalma söz konusu olmadığını söyledi. Yılmaz, şu anda sadece bazı kredilerde maliyetlerin artmasının söz konusu olduğunu ifade etti..

Başkan Yılmaz IMF’yle anlaşma olup olmayacağına bir an önce karar verilmesini de istedi.

Yılmaz’ın hükümeti hedef alan bu sözlerinin Merkez Bankası’nın kredibilitesini yükseltmeye dönük bir adım olduğunu sanıyoruz. Umarız iş işten geçmemiştir de güven sağlayabilir...
Yazının Devamını Oku

Krizin dibi bu kararla da görülmeyecek

6 Ekim 2008
ABD yönetiminden geçen 850 milyar dolarlık kurtarma paketinin bugünden itibaren piyasaları nasıl etkileyeceği, dünya çapında, son dönemlerin yanıtı merak edilen en önemli sorusu. Herkes nefesini tutmuş, bugün piyasaların nasıl açılacağını bekliyor. Piyasalardaki yorumlara bakıldığında, kurtarma paketinin yeteceği konusunda yoğun şüpheler olduğunu görüyoruz. Bu kararın sorunların çözümü için yeterli olamayacağı, uygulamanın takip edilmesi gerektiği ve ek önlemlerin zorunlu olacağı yorumları ağırlık kazanıyor.

Kurtarma paketinin detayları incelenip, yaratacağı sonuçlar analiz edildikçe şüphelerin daha arttığı de bir gerçek. Örneğin "toksik madde" adı verilen varlıkların, ABD Hazinesi tarafından hangi fiyatla alınacağı, nasıl bir mekanizma kurulacağı, ihale yoluyla çok ucuza alınması halinde bunun sorunu çözüp çözemeyeceği, ABD’deki seçimlerden önce bu alımların başlamamasının getireceği etkiler, şimdi daha çok sorgulanıyor.

Bununla birlikte AB’den ortak bir kurtarma fonu kararının çıkmaması, AB liderlerinin ekonominin gevşetilmesi yönünde görüş bildirmeleri, mevduat garantisi konusundaki farklı fikir ve uygulamalar, özellikle borçlar ve bütçe açıkları konusunda AB’de uygulanan mevcut limitlerin artırılması isteği, bence krizin boyutlarının gerçekten çok büyük olduğunu, AB’nin de krizden çok korktuğunu gösteren tartışma konuları.

ABD’de alınan kurtarma paketine ilişkin karar, belli ki henüz krizin dibini görmemizi sağlayamayacak. Ancak en azından krizin dibini görmek açısından atılan en somut adım olduğu da kesin. Yani dibi görme sürecini hızlandıracak bir karar.

Bunu bile, yani sürecin hızlandırılmasını bile çok olumlu bir adım olarak görmek lazım. Çünkü kriz uzadıkça, sorun sürüncemede kaldıkça, krizlerdeki en önemli unsurlardan biri olan güven sorunu da giderek büyüyor. Şu anda kriz konusunda ABD yönetimine kesin bir güvensizlik olduğunu söyleyebiliyoruz. Belki de en kötüsü ABD’nin en önemli değerlerinden biri olan "vergi ödeyenlerin parasının nereye harcandığının bilinmesi" ilkesinin büyük zaafa uğraması. Bu nedenle kurtarma paketi uygulamasının çok büyük bir şeffaflık içinde yürütülmesi gerekiyor. Aksi takdirde güvenin yeniden kazanılıp krizden çıkılması çok zor.

BİZDEKİ EKONOMİ YÖNETİMİNE OLAN GÜVEN

Daha önceki krizlerde de gördük; güven zor kazanılıyor ama çabuk kaybediliyor.

İşte bu nedenle küresel krizin dibini gördükten sonra, halka, tasarruf sahiplerine yeniden güven vermek bir hayli zor olacak. Bu başarıldığı ölçüde krizden çıkılacağı da bir gerçek.

ABD’de ekonomi yönetimine olan güven büyük ölçüde zedelendi de bizdeki durum nasıl?

Açıkcası; piyasaların ekonomi yönetimine olan güveni pek yok. Daha önce siyasilere güven olmasa bile, Merkez Bankası gibi bağımsız kurumların yöneticilerine güvenilir, piyasa oyuncuları onların söylediklerine göre tavır belirleyebilirlerdi. IMF ile anlaşma olduğu dönemlerde ise IMF’in ne olursa olsun fazla sapmaya izin vermeyeceğine inanılır, o nedenle "otomatik bir güven mekanizması" işlerdi.

Şimdi bunların hiçbiri yok. Yani IMF ile bir anlaşma olmadığı gibi, krizi iyi yöneteceğine dair güven duyulan, sözünü güvenilir hiçbir kurum ve kişi maalesef son dönemde kalmadı.

Küresel krize karşı önlem alınması gereği bir yıldır defalarca tekrarlanmasına rağmen, Hükümetin, ekonomi yöneticilerinin "bize bir şey olmaz" havasını sürdürmeleri, böyle bir krize mali disiplini artırarak girilmesi gerekirken, son dönemde atılan popülist adımlar güvenin yitirilmesinde önemli rol oynadı. Bazı yatırım hedeflerinin bu dönemde iki katına çıkarılması, işsizlik fonunun kullanımı, özelleştirme gelirlerinin hesapsız harcanması destekleme alım kapsamının genişletilmesi gibi hükümet kararları, küresel krizden etkileneceğimiz aşikar olduğu halde alınan kararlardı. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) ın bütçe uzmanlarının yaptığı değerlendirmede bazı gelirlerin iki kez yazılıp kalem oyunlarıyla bütçenin iyi gösterildiği, 8 ayda gösterilen 4 milyar YTL fazla yerine 7 milyar YTL açık olduğu belirlendi. Böyle bir anlayışa nasıl güvenilir?
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın kriz tespitleri

4 Ekim 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, yılbaşında tedavüle girecek TL’leri tanıtmak için yapılan toplantıya katılıp, küresel krizle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki; Başbakan’ın tanıtım toplantısına katılırken, ekonomiyle ilgili bakanları da yanına alması bence doğru değildi. TL’lerin tanıtımı için yapılan toplantı esas olarak Merkez Bankası’nın işidir. Böyle bir olayda rol çalma olmamalıydı.

Başbakan Erdoğan’ın siyasi olarak böyle bir ortamı kullanması, hükümetin işi havasını vermesi, Merkez Bankası bağımsızlığı açısından sakıncalı bir davranıştır.

Erdoğan’ın enflasyonla mücadeleyi başka hiç bir hükümetin beceremediğini ama kendilerinin başardığını söylemesi de doğru değil. Eğer Başbakan gönlünden geçtiği gibi davranıp, eski programın yerine kendi programını uygulamaya kalkışsaydı enflasyonla mücadele diye bir şey kalmazdı.

O dönem IMF için söylediklerini, eski program için söylediklerini biliyoruz.

Yazının Devamını Oku

ABD yüksek ateşi indirmek zorunda

2 Ekim 2008
ABD yönetimi, gece-gündüz çalışarak yaşanan krize dur diyecek, daha doğrusu yüksek ateşi düşürecek önlemleri bulmaya çalışıyor. Başkan Bush herhalde göreve geldiğinden bu yana en zor günlerini yaşıyordur. Hem de görevi bırakmasına birkaç ay kala...

Temsilciler Meclisi’nde reddedilen 700 milyar dolarlık kurtarma paketinin yeni bir ambalajla tekrar gündeme getirilmesi söz konusu. Aslında bu paketin ilk halinin çıkmaması, Bush yönetimi kadar piyasalar açısından da şok bir gelişmeydi. Tarihinde görülmedik düşüşleri reddin ardından bir günde yaşayan piyasalar, yeni çözüm arayışlarına ilişkin söylentilerin çıkması üzerine yeniden yükseldi.

Özetle, kurtarma çözümü ortaya çıkmadıkça, bu gel-git’ler devam edecek, kelimenin tam anlamıyla dev dalgaları yaşamaya devam edeceğiz. İşte bu nedenle ABD yönetimi de ABD yasama organları da biran önce çözüm bulmak zorunda.

Bu gel-git’leri yüksek ve istikrasız ateşe benzetmek mümkün. Ateş bir gün içinde yüzde 35 ile 41 arasında oynayıp duruyor. Belki yüzde 39-40’la uzun süre devam edebilecek olan yüksek ateş, aynı zamanda bu kadar sık iniş çıkışlı yaşandığında, ölümcül olabiliyor. Ölümcüllüğü de hayatiyeti sağlayan organların gel-git’ler nedeniyle iflas etmesi tehlikesinden kaynaklanıyor.

İşte bu nedenle, yani ekonomi tümüyle çökmeden, ABD yönetimi bu yüksek ve istikrarsız ateşe çözüm bulmak zorunda. Belki Temsilciler Meclisi’nin bir kereliğine önüne gelen kurtarma paketini reddetme lüksü vardı ama artık böyle bir lüksü yok. Çünkü cumhuriyetçisi, demokratı herkes aynı gemide, çünkü yüksek ateş ABD vatandaşlarının tümünü, bunun da ötesinde tüm dünya haklarını vuracak.

İşte bu nedenle kurtarma paketi için yeni bir metin hazırlandı. Yeni paket içinde Temsilciler Meclisi’den onay alabilmek için, çeşitli iş kollarına vergi indirimi sağlanması, ferdi vergide vatandaşlara kolaylık getirilmesi ve federal mevduat sigorta limitinin artırılması gibi önlemler in yer aldığı belirtiliyor.

Yeni paket, siz bu satırları okuduğunuzda belki de Senato’dan geçmiş olacak. Bunun ardından Temsilciler Meclisi’nin hemen toplanması istenecek.

Yani önümüzdeki haftaya kadar ateşi söndürecek çözümün bulunmasına çalışılacak.

"PANİK YOK" DEYİP PANİKLETTİRİYORLAR

ABD’de önce yüksek ateş indirilip ardından, yüksek ateşe neden olan hastalık tümüyle masaya yatırılıp bakılacak. Hastalığın tekrarını önlemeye dönük önlemler o zaman alınacak.

Bu hastalığın bulaşıcı olup olmadığı konusunda ise fazla bir şüphe yok. Daha ateş devam ederken, hastalık başka ülkelere sıçradı bile. İlk sıçradığı ülkeler de, yine gelişmiş ülke statüsündeki Avrupa ülkeleri ve Japonya oldu.

Bu da hastalığın diğer ülkelere de, yani gelişmekte olan ülkeler, daha sonra da geri kalmış ülkelere yansıyacağının bir kanıtı. Onun için bu ülkelerin yapması gereken şey, hastalığı yakından takip edip, yüksek ateşe yakalanmadan bu hastalığı yenmenin yollarını aramak. Bunun için de bünyeyi güçlendirecek, hastalığı ucuz atlatmayı sağlayacak ilaç takviyesini şimdiden yapmaya başlamaktır.

Peki, AKP Hükümeti ne yapıyor derseniz; seyretmeye devam ediyor. Herhangi ek bir ilaç almadan, "paniğe gerek yok" diyerek kuru kuruya hastaya moral vermek yolunu seçiyor.

Bu umarsız tavır görüldüğü için de güven veremiyor. Bu hastalığı yenmenin, yüksek ateşe yakalanmayı önlemenin en önemli ilacı "yönetime olan güven" dir, o da sağlanamıyor.

Geçen yılın sonlarından beri, önlem alın, IMF’le anlaşmayı yenileyin güveni tazeleyin, mali disiplini bozmayın deniyor ama hiç birşey yapılmadı, hala da yapılmıyor...

Hiçbir şey yapılmadan, bakanlar çıkıp, "bize bir şey olmaz" dedikçe, Başbakan çıkıp "Krizi fırsat haline getiririz" diye konuştukça, piyasaların korkusu giderek artıyor...

Bayram tatili bizim piyasalar için şans oldu ama tatil sonrasına birikim oluşuyor.
Yazının Devamını Oku

Pasta küçülünce siyasetin karışması kaçınılmaz

30 Eylül 2008
ABD Başkanı Bush dün Beyaz Saray’ın önünde basın açıklaması yaptı. Daha doğrusu, mahzun bir tavırla, eline tutuşturulan metni okudu. Özetle söylediği şuydu ki; kurtarma paketi üzerinde anlaşmaya varıldı, buna rağmen kongredeki görüşmeler zorlu geçecek ama ne olursa olsun yeniden güven kazanılması için bu paketin geçmesi şart... Bush, paketin geçmesiyle sıkıntıların bitmeyeceğini, sancılı dönemin bir süre daha devam edeceğini söylerken, yeniden ekonominin büyümeye başlaması için bunların yapıldığını söyledi. Bush bu açıklamayı yaparken, küresel piyasa Avrupa’dan gelen banka batışları, kamulaştırmalar nedeniyle yeni moral bozuklukları yaşıyordu.

Özetle; kriz adım adım yayılmaya devam ediyor, bize doğru geliyor...

Krizin yarattığı en önemli sonuçlardan biri olan "ekonomideki büyümenin yavaşlaması"nı zaten hissetmeye başladık. Hem ABD, hem Avrupa, büyümedeki yavaşlamayı, hatta ekonomik küçülmeyi önümüzdeki dönemde çok daha bariz biçimde yaşayacak. Dolayısıyla bizde de krizin en önemli sonuçlarından biri ekonomideki yavaşlama olacak. Umarız sadece yavaşlama ile yetinir, üstüne bir de küçülme yaşamayız...

Türkiye’nin enflasyonla mücadelesinde kötü bir dönem yaşadığını biliyoruz. Bu nedenle yüksek enflasyonla birlikte ekonomik küçülmenin yaratacağı sonuç çok daha vahim olabilir.

Bizim gibi ülkelerde ekonomik istikrarın korunması için siyasi istikrarın önemi de çok büyük.

İşte bu noktada, yine bizim gibi ülkelerde ekonomideki büyümenin yavaşladığı dönemlerde aynı zamanda siyasi çatışmaların arttığını, siyasi istikrarın yaralandığını hatırlamamız gerek. Aslında tüm ülkelerde, yani gelişmiş ülkelerde de, büyüme oranlarının düşük olması doğrudan refahı etkilediği için ülke iktidarlarının işini zorlaştırır. Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde sermaye birikimi güdük kaldığı için, çatışmalar daha yoğun yaşanıyor.

YANDAŞLAR PAY İSTER

Her dönemde mevcut sermaye grupları büyüyen pastadan pay almaya devam ederken, aynı zamanda yeni sermayedarların pastaya ortak olmaları söz konusu oluyor. Büyümenin yüksek olması, bu dengenin kavga yaşanmadan sürdürülmesini de sağlıyor.

İşte ekonomideki büyüme yavaşladığı zaman, yani pasta büyümediği zaman, paylaşıma dönük kavgalar da artıyor. Pasta küçülürse bu kavgalar daha da sertleşiyor.

Türkiye bu tür kavgaları geçmişte çok yaşadı. "Vahşi kapitalizm" uygulamaları, yani kurallı piyasa ekonomisi olmamasının, bu kavgaların daha sert yaşanmasına neden olduğu da açık.

Bir de bunun üzerine, mevcut iktidarın sermaye grupları arasında zaten önemli ayrıcalıklar yaptığını, kendi sermayedarlarını büyütme konusunda ne kadar agresif bir tutum içinde olduğunu eklerseniz, bu dönemde yaşanacak pasta kavgası için fikir sahibi de olursunuz.

İşte önümüzdeki dönemde sadece bir ekonomik sıkıntı bizi beklemiyor, aynı zamanda ekonomideki sıkıntıların getireceği siyasi sıkıntıları yaşamamız da kaçınılmaz.

Böyle bir dönemde krizin Türkiye’ye etkilerinin ne olacağı, ne tür önlemler almaları gerektiği konusunda gece gündüz kafa yorması gereken bir hükümet, bütün bu işleri bırakıp medya ile kavgaya tutuşur, kendisine yakın kesimlerin yolsuzluk dosyalarını görmezden gelmeye çalışır da, tüm muhalif kesimleri açtığı bir çete davası içine sokmaya, tüm bu operasyonlarla herkesi susturmaya çalışırsa, yaşayacağımız siyasi sıkıntıların büyük olması da kaçınılmaz oluyor.

Şeker Bayramı kutlu olsun

PASTA deyince, bugün başlayacak bayram aklıma geldi.

Şimdiye kadar bu bayramdan, özellikle Şeker Bayramı diye söz etmek aklıma gelmemişti.

Başbakan’ın bayramın ismini, tüm sorunların önüne geçirip birinci gündem maddesi yapması ve bu bayrama herkesin "Ramazan Bayramı" demesini istemesi, kriz konusundaki kaygılarımı artırdı...

Şeker Bayramınız kutlu olsun...
Yazının Devamını Oku

Hükümet ekonomik gerçekleri kabul etmek zorunda

29 Eylül 2008
PİYASALAR bugün açık olacak ama fazla bir hareket olması beklenmiyor. Belki bazı dealarlar bilgisayarlarının başında olacak ama asıl karar alıcıların hemen hepsi tatile çıktı. Bayram tatili bence tam zamanında yetişti. Özellikle ABD’deki gelişmelerin yoğun olacağı bir hafta yaşanacak ama bizde haftanın büyük bölümünde piyasalar kapalı olacak.

Yani ABD’deki 700 milyar dolarlık kurtarma paketi Kongre’den geçecek mi, bu yeterli olacak mı, diğer banka batışlarına piyasalar ne tepki verecek, bütün bu gelişmeler önümüzdeki hafta boyunca biraz netleşmiş olacak.

Bu haftanın ardından, bayram sonrasında dışarıdaki tüm bu gelişmeler iç piyasalara yansıyacak. Yani piyasa oyuncularının bu hafta iyi dinlenmeleri gerek, önümüzdeki hafta işleri çok zor...

Geçen hafta yine kabus gibi bir haftaydı. ABD’deki kurtarma paketinin Kongredeki tartışmaları, ABD’nin en büyük bankasının fona alınması, ABD’de piyasa ekonomisi kalıp kalmadığı, ABD’ye ve dünyaya ağır gelen tartışmalardı...

Geçen hafta gözlerin üzerinde olduğu finans gelişmelerinin yanı sıra, özellikle Avrupa’dan gelen veriler durgunluğun da hızla yayılmaya başladığını gösterdi.

Bence işin yönü belli olmaya başladı... ABD ve Avrupa’da hem enflasyonun yüksek olduğu hem de büyüme oranlarının çok düştüğü hatta gerilediği bir dönem yaşayacağız. Bu dönem de öyle kısa sürecek bir dönem gibi gözükmüyor.

Bu gelişmelerin bize de aynen yansıması kaçınılmaz. Zaten Ağustos ayı dış ticaret verileri, Avrupa’ya ihracatımızdaki duraklamanın artık iyice belirginleşmeye başladığını gösterdi. Önümüzdeki aylar bu eğilimin iyice güçleneceği hemen hemen kesin gibi...

Türkiye Avrupa dışındaki diğer ülkelere ihracatı artırıyor gibi gözüküyor ama bu artış üretim düzeyinin korunmasında ne kadar rol oynar ki... Örneğin Avrupa’ya sattığınız otomobilleri olmadı Afrika’ya satalım diyebilir misiniz?

Onun için ihracatçı kuruluşlarının temsilcileri ve bakanlar, "Avrupa’ya ihracatımız son yıllar azaldı o nedenle Avrupa’daki durgunluktan etkilenmeyiz" dediklerinde biraz komik oluyorlar.

Düşük büyümeyi içimize sindirmeliyiz

TÜRKİYE’nin küresel ekonomiden etkilenmeye başladığını artık görüyoruz. Önümüzdeki dönem bunu iyice hissedeceğimiz için aklı başında özel sektör kuruluşları şimdiden planlarını revize etmeye başladılar. Özellikle 2009 yılı için yapılacak planların da, revize edilecek bu yılki planlar üzerine kurulacağı,ı yani katmerli bir beklenti düşüşü kaçınılmaz. .

Hükümetin ise "Biz Avrupa’daki durgunluktan o kadar etkilenmeyiz" örneğinde olduğu gibi, piyasalara "kuru kuruya umut vermek"ten başka bir şey yapmadığını görüyoruz.

Önümüzdeki günlerde bizi bekleyen çok önemli bir Hükümet tercihi bulunuyor.

Hükümet ihracat nedeniyle meydana gelecek üretim düşüşünü sineye çekip kabul edecek ve ona göre mi önlem alacak, yoksa "ihracattaki gerilemeyi iç taleple karşılama" yolunu mu seçecek? Hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Açıkcası Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı vergi paketi, gelir projeksiyonlarını henüz bilmemekle beraber, bana biraz popülist bir düzenleme gibi geliyor.

Kısacası AKP Hükümeti 2009 yerel seçimlerinin de etkisiyle, içtalebi artırmak, bu yolla büyümedeki yaşanacak düşüşün bir kısmını absorbe etmek yolunu seçebilir.

Olur mu demeyin, "Yüksek faiz enflasyonun artmasına neden oluyor" diyen bir mantık, çok rahatlıkla böyle bir tercihte bulunabilir.

Bu tercih mali disiplinin kaybolması, enflasyonun iyice azması, güvensizliğin büyümesi, bu nedenle de büyümede beklenen canlanmanın gerçekleşmemesi anlamına gelir..

Buna rağmen böyle bir yol tercih edilir mi derseniz, burası Türkiye belli mi olur.Yıllarca imkanlarının ötesinde büyüyen Türkiye şimdi de düşük büyümeyi içine sindirmek zorunda.
Yazının Devamını Oku

Nükleer santral ihalesinin simgesel önemi

27 Eylül 2008
NÜKLEER santral ihalesi, bir çok yönden, Enerji Bakanlığı’nın ve Hükümetin başını ağrıtacak.<br><br>Herşeyden önce, en azından bir gün öncesinden sadece Ruslar’ın ihaleye gireceği belli olmuşken, ihalenin neden ertelenmediği sorusu, daha uzun süre tartışılmaya devam edecek. Sadece Ruslar’ın ihaleye geçerli teklif vermiş olması, birçok yönden sıkıntı yaratmış durumda.

Birincisi; zaten enerjide Rusya’ya olan bağımlılık, bu ihalenin tek alıcı ile sonuçlandırılması halinde, tam bir bağımlılığa dönüşecek. Dolayısıyla Türkiye’nin Rusya’ya enerji açısından bağımlığı, siyasi olarak da bağımlı olmasını beraberinde getirecek.

"Bir Nato ülkesi olan Türkiye böyle bir sonucu bile bile neden ihaleyi ertelemez?" sorusu sadece bizde değil, asıl müttefikimiz bildiğimiz ABD ve Avrupa’da da sorulmaya başladı.

Yani bu ihale simgesel bir önem kazanıyor. Türkiye ihaleyi iptal etmez de sonuna kadar götürür, nükleer santral yapım işini Rusya’ya verirse, büyük siyasi sonuçlar doğacak.

Teknik olarak bakıldığında ise, öğrendiğimiz kadarıyla, bu nükleer santralde kullanılacak olan zenginleştirilmiş uranyum tabletlerinin sadece Rusya’dan alınma şartı bulunuyor. Yani Rusya’nın teknolojisi ve şartları arasında tabletlerin kendisinden alınma zorunluluğu bulunuyormuş. Bu da bağımlılığı çok artıran yani Rusya’nın tablet vermediği takdirde elektriksiz kalacağımız, tabletlerin fiyatını istediği gibi ayarlayacağı anlamına geliyor. Özetle; katlanılacak, kabul edilebilecek bir şart değil.

Rusya’nın nükleer teknolojisini yenilediği söyleniyor ama Batı teknolojilerine kıyasla nükleer santral ömrünün daha kısa olduğu; bunun da maliyeti artıran önemli bir unsur olduğu kaydediliyor. Fransızların, ABD’lilerin, hatta Batı teknolojisi sayılan Güney Kore’nin nükleer santrallerinin ömrü Rus nükleer santrallerinden uzunmuş. Elektrik alım garantisi bu kadar uzun süreyi kapsamıyor ama fiyat tekliflerinde maliyet hesabını etkileyen bir unsurmuş.

Tüm bu nedenlerle Türkiye’nin bu ekonomik ve siyasi bağımlılığı göze alamayacağı, Enerji Bakanlığı’nın bu nedenle ihaleyi iptal etmesinin büyük ihtimal olduğu ifade ediliyor. Ancak iptal de artık o kadar kolay değil. Çünkü ihaleyi iptal ettiniz zaman yeni bir yasa gerekiyor.

Enerji Bakanlığı’nın tüm bu sıkıntıları görüp ihaleyi ertelemesi gerekiyordu ama ertelemedi. Bu da "Acaba maddi, manevi Hükümetin başka hesapları mı var?" sorusuna neden oluyor.

Finansman sıkıntısı yaşamaya başladık

NÜKLEER santral ihalesi bize Türkiye’nin artık dış finansman bulmakta zorlanacağının ilk somut işaretini de vermiş oldu. Öğrendiğimiz kadarıyla, ihaleye katılmak isteyen, buna göre hesaplarını yapan konsorsiyumlar, yeniden maliyet hesabı yaptıklarında, altından kalkılamaz tablolarla karşı karşıya kaldıklarını görmüşler.

İnşaat başta olmak üzere santral yapım maliyetlerinin, emtia fiyatlarındaki artışla çok yükseldiği, ayrıca finansman maliyetlerinin de aşırı büyüdüğü sonucu ortaya çıkmış.

Bu da alım garantisi kapsamında devlete satılacak elektriğin fiyatını neredeyse iki katına çıkarmış. Teklifi maliyete göre hazırlar verirsiniz ama, maliyetler iki katına çıktığında, bunun altından kalkmak için de yeni organizasyonlar, konsorsiyumlar da gerekiyor.

Kısacası; maliyetler çok yükseldiği için, küresel piyasadaki aktörler önlerini göremedikleri için, yeni hesaplamalar ve işbirlikleri için, ihalenin bir süreliğine ertelenmesi istenmişti.

Ötekilerin maliyet hesabı var da, Rusya’nın maliyet hesabı yok mu, o nasıl teklif verdi? Rusya’nın teklifinin ne olduğunu bilmiyoruz ama enerji piyasasındaki söylenti, "Rusya’nın olaya siyasi olarak baktığı ve maliyeti ikinci planda tuttuğu" yönünde.

Rusya’nın siyasi hesapları var da, ABD’nin, Avrupa’nın siyasi hesapları yok mu?

Elbette var ve Türkiye’yi yönetenlerin görevi, ülkenin siyasi hesaplarını iyi saptayıp, sağlam bir politika izlemektir. Her şeyden önce de kimseye bağımlığı bu kadar artırmamak gerekiyor.

Nükleerde olayın bu noktaya gelmesi, Hükümetin bir hesabı olduğunu gösteriyor. Umarım, bu hesaplar, "ülkeyi feda etme pahasına" yapılan kişisel veya grupsal hesaplar değildir...
Yazının Devamını Oku