Erdal Sağlam

Piyasa ekonomisi ve demokrasi

11 Eylül 2008
BU köşede piyasa ekonomisi ve demokrasi ilişkisi hakkında herhalde çok sayıda yazı okumuşsunuzdur. İkisinin ayrılmaz bütün olduğunu, biri olmadan diğerinin olamayacağını, çeşitli vesilelerle yazmaya çalıştım. En fazla vesilenin AKP Hükümeti döneminde çıktığını da söylememiz gerekiyor, çünkü anlayış aslında baştan beri aynı anlayış ve devam ediyor. Bence Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bizim de içinde bulunduğumuz medya grubu hakkında söyledikleri, sürekli olarak "Bak konuşurum ha..." diye demokles kılıcı sallaması, artık çekilmez boyutlara ulaştı.

Başbakan’ın bu tavrı belirli bir anlayışı gösteriyor, artık bunu herkes gördü. Başbakan kesinlikle; ne yaparsa yapsın kimsenin kendisini eleştirmemesini, kimsenin yaptıklarına bir şey söylememesini, hatta yakınlarına bile laf edilmemesini istiyor. Bu da demokrasi oluyor.

Özetle söylemek istediğimiz şu ki; Başbakanın bu anlayışı sadece Doğan Grubu’nu bağlayan ya da ekmeğini "demokrasi"den kazanan gazetecileri ilgilendirmiyor. Başbakan’ın bu anlayışı birey olmaya çalışan, yani sürüden olmadığını düşünen herkesi ilgilendiriyor.

Bu nedenle de en çok kendisine aydın diyenler ve kendisini girişimci gören işadamlarını ilgilendirmesi gerekiyor. Çünkü bu anlayış tahakkümcü, bireyi tümüyle yok sayan, herkesi otoritenin her sözünü dinleyip, her dediğini yapan sürünün birer parçası yapmayı amaçlayan bir anlayış. Böyle bir anlayışın demokrasi ile ilgisi olabilir mi?

Bu anlayışın piyasa ekonomisi ile de hiçbir bağlantısı olamaz. Piyasacılar günlük işlerle uğraştıkları için, sadece iktidarların piyasaya uygun davranıp davranmadığına bakıyorlar.

Halbuki bu daha geniş bakılması gereken, ilkesel bir sorun. Yani siz kamu kuruluşlarına atama yaparken sadece eşi türbanlı kişileri atıyorsanız, politikacıların elini günlük ekonomik kararlardan çekmesini getiren düzenlemelerde geri adım atıyor, politikacıları her işe karışan bir hale getiriyorsanız da, demokrasiden ve piyasadan geri adım atıyorsunuz demektir.

Yani günlük politikalar yolunda gidiyor, kar ediyorum diye olayın tümünü görmezseniz, ileride günlük politikalarla, günlük karlarla ilgilenemez noktalara gelirsiniz...

Maalesef AKP Hükümeti başından beri böyle davranıyor ama çok görülmüyordu. Şimdi Başbakanın bu son tavrı, demokrasi ve piyasa ekonomisi ile hiç ilgisi olmayan temel anlayışı açıkca ortaya sermiş oldu. Bu tavır herkesi ilgilendiriyor...

İhracatçılar bitti, sıra kimde acaba

TÜRKİYE İhracatçılar Meclisi (TİM) seçimlerinin çok önemli olduğunu, ihracatçıların AKP iktidarının istediği doğrultuda oy kullanıp kullanmayacağını göreceğimizi söylemiştim.

Çıkan sonuç ortada; ihracatçılar AKP Hükümetinin dediğini yaptı...

Bence ihracatçılar iyi bir sınav vermedi. Adaylardan biri Rusya krizi nedeniyle "çifte fatura" iddiasını ortaya attı ama farkında mısınız, kimse üzerine gitmedi. Acaba "çifte fatura" iktidar doğrultusunda oy kullanma silahı mı oldu diye, insan düşünmeden edemiyor.

Öyle ya da böyle, baskı oldu ya da olmadı, sonuç ortada; ihracatçılar bağımsız yönetim adına, sadece mesleki kaygılarla hareket etme adına, bence iyi bir sınav vermediler.

Aslında TİM seçimleri bile tek başına ülkede demokrasinin nasıl işlediğini, insanların baskı altında kalmadan özgür iradeleriyle seçim yapmalarının bile zora girdiğini ortaya koyuyor.

Kendi örgütlerine, baskısız özgürce yönetim atayamama durumunda kalmak, işadamlarına "yahu bu nasıl serbest piyasa, nasıl özgür irade,artık yeter" dedirtmiyor mu, anlamıyorum.

Aslında herkes bu noktaya nasıl geldiğimizi, başta "maliye teftişi"nin sübjektif ve keyfi kullanımı olmak üzere, kimsenin sesini çıkarmaması için her yöntemin denendiğini biliyor.

TİM seçimleri tamam, sırada İstanbul Sanayi Odası (İSO) seçimleri olduğunu da söylemiştik. İktidar gazetelerinde zaten İSO için belli isimlerin parlatılmaya çalışıldığını görüyoruz.
Yazının Devamını Oku

Bu hızla AB’ye üyeliğimiz 25 yılı bulur

9 Eylül 2008
BAŞLIKTAKİ bu sözler bize değil, bu konuda en yetkin isimlerden birine ait... Ulusal Program hikayesini biliyorsunuz. Bu köşede daha önce yazmış Bakanlar Kurulu’nda Ulusal Programa büyük eleştiriler geldiğini ve işin savsaklanmaya çalışıldığını yazmıştım. Bu yazıya Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten itiraz gelmiş, kendisinin AB düşmanı gibi gösterilmesine tepki vermiş, bir gecikme olmadığını söylemiş, biz de bunu köşeye taşımıştık.

Bunun üzerine geçen hafta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında konu tekrar gündeme gelmiş ve Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, son toplantıdan sonra yaptığı açıklamada "sivil toplum kuruluşlarına ulusal program metninin gönderildiğini, partilerle görüşmeye de 8 Eylül’den itibaren başlanacağını" söylemişti.

Bence birileri Sayın Çiçek’i yine yanıltmış olmalı. Çünkü geçtiğimiz Pazartesi günü yani yaklaşık 10 gün önce bu açıklamayı yapıp, sivil toplum örgütlerine gönderildiğini söylemişti ya, hem gönderenlere sorduk hem alması gerekenlere; durum hiç de öyle değil.

Ulusal Program metni, Bakan Çiçek’in "gönderdik" demesinden tam iki gün sonra gönderilmeye başladı ve ilgili sivil toplum kuruluşları geçtiğimiz hafta perşembe-cuma günü bu metinleri alabildiler.

Bir şey daha; bir önceki Ulusal Program’ın tartışıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında, programda yazılı olan düzenlemelere ilişkin, bizim yazdığımızdan daha sert eleştiriler gelmiş, özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan epeyce karşı çıkmış. Gerçi Bakan Çiçek, bu konuda daha önce yazdıklarımızın doğru olmadığı söylemiş, sadece TBMM’nin yoğun gündemi nedeniyle bazı düzenlemelerin yetiştirilemeyeceğinin belirtildiğini söylemişti ama öğrendiğimiz kadarıyla sadece düzenleme takvimine değil düzenlemelerin kendilerine de epeyce eleştiriler getirilmiş. Bunların çoğu da Başbakan’dan gelmiş.

Özetle; AKP hükümeti parti kapatma sürecinde yoğun destek aldığı ve övücü sözlerle sadık kalacağını söylediği AB’ye tam üyelik hedefinde, hiç de söylediği kadar kararlı gözükmüyor. İşte bu nedenle, AB sürecini iyi bilen uzmanlar, bu hızla yani Hükümetin bugünkü iradesiyle AB’ye tam üyelik sürecinin 25 yılı bulabileceğini söylüyorlar.

Sözlerin ancak yüzde 40’ı gerçekleştirildi

FRANSA’nın dönem başkanlığı sırasında sermayenin serbest dolaşımı ile bilgi toplumu ve medya başlıklarının açılacağını kaydeden yetkililer, "Hükümet gereken düzenlemeleri yapsaydı, Fransa’nın dönem başkanlığı döneminde başka fasıllar da açılabilirdi" diyorlar.

Fransa’dan sonra, yani yılbaşından sonra Çek Cumhuriyetinin dönem başkanlığının geleceğini ve mevcut haliyle bu dönemde açılacak fasıl bulunmadığını kaydeden yetkililer, bu nedenle 3. Ulusal Programın kabul edilip, başka fasılların başlaması için gereken düzenlemelerin hemen yapılması gerektiğini söylüyorlar.

"2. Ulusal Programda verdiğimiz sözlerin ancak yüzde 40’ı yapıldı" diyen yetkililer, bu gecikmeyi bilmesine rağmen Hükümetin Ulusal Program ve gerekli düzenlemelerin yapılması konusunda harekete geçmediğinden yakınıyorlar.

Çek Cumhuriyeti döneminde vergileme başlığının açılabileceği ama bunun için bile adım atılamadığını, çünkü alkollü içkilerle ilgili vergi düzenlemesinin yapılamadığı görülüyor.

Hatta bazı fasılların açılması için geçmişte yapılan düzenlemelerde bile geri dönüş olduğunu belirten yetkililer, Kamu alımları başlığının geriye gidişin olduğu fasıllardan biri olduğunu TBMM’deki mevcut yasa taslağının da işi iyice karıştıracağını belirtiyorlar.

Bizimle aynı zamanda müzakerelere başlayan Hırvatistan’ın neredeyse başlıkların yarısını tamamladığını kaydeden yetkililer, son iki yıldır Türkiye’de AB hedefi yolunda önemli bir şey yapılamadığından yakınıyorlar ve o nedenle "Üyelik 25 yılı bulur" diyorlar.

AKP Hükümeti şimdiye kadar AB hedefinde kararlı görünerek, başta aydın kesim nezdinde epeyce prim yaptı. Şimdi ise samimiyet sınavı başladı...
Yazının Devamını Oku

Türkiye’den 2 milyar dolar çıktı

8 Eylül 2008
PİYASALAR geçtiğimiz hafta sonuna doğru iyice karıştı. Tümüyle dış piyasalardan kaynaklanan panik, içeriye de yansıdı. Ancak bankacılar, içeriye yansımanın, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha az olduğunu söylüyorlar. ABD ve Avrupa piyasalarında çok daha önemli düşüşler yaşandığı, diğer gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da yine bizden yüksek oranlı düşüşler yaşandığı görülüyor.

VERGİ DÖNEMİ ETKİSİ

Konuştuğumuz bankacılar, dış piyasalardaki paniğin, vergi dönemi olduğu için içeride döviz bozdurmanın en yoğun olduğu günlere denk geldiğini söylediler. Buna rağmen uzun zamandır döviz kurlarının ilk kez bu kadar yükseldiğini kaydeden bankacılar, dışarıdaki hareketin birkaç hafta sürebileceğini tahmin ediyorlar. Dışarıdaki piyasalardan gelen dalgaların sürmesinin ise bundan sonrasında iç piyasayı çok daha fazla etkilemesini bekliyorlar.

Bankacılar geçtiğimiz hafta, özellikle haftanın son günlerinde yoğunlaşan hareketlerin, Avrupa’da başlayan ciddi durgunluğa artık kanaat getirilmesi nedeniyle, sermayenin gelişmekte olan ülkelerden geri çekilmesinden kaynaklandığı görüşündeler.

Bu nedenle bozdurulup kendi ülkesine dönen kısa vadeli sermaye, yani sıcak para miktarı konusunda kesin bir rakam verilemiyor. Konuştuğumuz bankacılar, veriler çıkmadığı için kesin çıkış rakamının henüz bilinemeyeceğini ama piyasalardaki tahminin, Türkiye’den yaklaşık 2 milyar dolar düzeyinde çıkış olduğunu gösterdiğini söylüyorlar.

Bu konuda bankacılar, "Eğer içeride yoğun bir döviz bozdurma dönemine denk gelmeseydi, hem kurlardaki hareket hem diğer piyasalardaki düşüşler daha yoğun yaşanabilirdi" diyorlar.

GERİ DÖNER Mİ

Bankacılar bu hareketin durulmasından sonra kurların geleceği düzey hakkında ise şimdiden bir tahminde bulunamıyorlar. Kurların, dışarıdaki yeni dalganın durulmasıyla yeniden düşüşe geçebileceğini kaydeden bankacılar, şimdilik bunu geçici bir hareket gibi görüyorlar.

Ancak bu dalgadan sonra küresel krizin alacağı şekil bilinemediği için, kesin olarak "kurlar geri döner" de diyemiyorlar.

Kredibilitesi olmayan Merkez beklentileri yönetemez

İŞTE böylesine karışık bir dönemde, ekonomi yönetiminin çok daha hassas götürülmesi gereken bir dönemde, bir aylık enflasyon rakamı eksi çıktı diye, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, çıkıp, "faiz indirimlerinin yeniden başlayabileceği" sinyalini veriyor.

Hem de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ankaralı sanayicileri kabul edip, onlara "ben yüksek faizin aslında enflasyonu körüklediği görüşündeyim ama Merkez Bankası böyle düşünmüyor" demesinin hemen ardından bunu yapıyor.

Yani birileri kanıtlanmış ekonomik gerçekleri tam tersi gibi görüyor ve o kişi Başbakan diye, Merkez Bankası yönetimi de O’na uyuyor, faiz indireceğini söylüyor.

Faiz indireceğini söylediği toplantıda, Merkez Bankası’nın taşınması konusunda ağır sözler söylemiş Başkan, bir de çıkıp sanki dünden taşınma gönüllüsü gibi davranmaya kalkışıyor.

NEDEN YAPILIR?

Hadi diyelim ki; faiz indirimi Başbakan Tayyip Erdoğan, istedi diye başlamıyor. En safiyane düşünceyle "teknik olarak böyle bir karar" aldığını düşünelim. Bu işi neden yapabilir; kötü olan beklentileri düzeltebilmek için, faiz indirimi yoluyla yeni beklenti yaratmak amacıyla diyelim.

Geçen yıl da yine bu zamanlarda Merkez Bankası kötü olan beklentileri düzelteceğim diye faizleri indirmeye kalkışmış, daha sonra bir ay enflasyon oranı yüksek çıkınca da faiz indiriminden geri çark etmişti. Daha sonra da bildiğimiz gibi faiz artırımları birbirine ardına geldi.

Şimdi yine bunu deneyecek desek bile, yanlış bir işe soyunmuş sayılmıyor mu?

Unutmayalım; kredibilitesi olmayan bir Kurumun açıkça söyledikleri bile piyasalarda oluşan bir beklentiyi değiştiremez ki, el altından verdiği sinyaller beklentileri değiştirebilsin...

Her şeyden önce saygınlık gerekiyor. Hükümetin Başbakanın dediğini yapan, teknik olarak yaptıkları sorgulanan Merkez Bankası, kredibilitesi olmayacağı için beklentileri düzeltemez.
Yazının Devamını Oku

TÜSİAD: Faiz-kur birer sonuç

6 Eylül 2008
GEÇMİŞ yılları, o yıllarda işaleminin Hükümetlerin uyguladığı ekonomik politikalara olan direncini hatırlıyorum da, AKP Hükümeti o kadar şanslı ki... Bence AKP, işaleminden gelen eleştirilere o kadar yüksek sesle tepki verip, her türlü yöntemle eleştirileri susturmaya çalışmak yerine, mevcut işalemi sözcülerini baş tacı etmeli...

İşalemi eskiden çıkarına dokunduğu zaman, uygulanan politikalara yoğun tepki verir, kendi lehine düzenlemeler için yoğun baskı yaparlardı. Halbuki şimdi kısa dönemde aleyhlerine olsa dahi, ülkenin genel ekonomik ve siyasi istikrarını düşünüp, ona göre hareket ediyorlar.

Geçen gün TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın İstanbul’da basın mensuplarıyla yaptığı sohbet toplantısındaydım. Yalçındağ, ekonomik istikrar için o kadar sağduyu dolu mesajlar veriyor ki, ekonomi bürokratlarından bile daha duyarlı olduğunu bile söyleyebiliriz. Yüksek faizden iş insanları olarak çok rahatsız olduklarının altını çizen Yalçındağ, "Ancak, yüksek faizin bir ’sonuç’ olduğunu da unutmayalım" diyor.

ENFLASYON HİSSETTİRİYOR

Dünyadaki olumsuz gelişmeler in, Türkiye’de son iki yılda yaşanan seçim ve siyasi gelişmelerin, faizleri de yüksek düzeyde tuttuğunu, üstüne üstlük "eski düşmanımız enflasyonun da yeniden iki haneye çıkıp kendini yeniden gösterdiğini" kaydeden TÜSİAD Başkanı "Bu nedenle, ’faiz insin, kur yükselsin, YTL biraz güç kaybetsin’ gibi isteklerde bulunmak yerine, yüksek faizi yaratan nedenlere odaklanmalıyız" şeklinde konuştu.

Bence enflasyonun düşürülmesinden belki de en fazla yararlanan kişi olan, ekonomik istikrar nedeniyle oyları tavan yapan Başbakan Tayyip Erdoğan, bu sözleri çok iyi okumalı. Hala kendisini ziyaret eden işadamlarına Merkez Bankası’nın faiz indirmemesinden yakınmak yerine, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın, aynı duyarlılığı gösteren TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun yani işaleminin bu sağduyulu, kısa vadeli çıkarları yerine uzun vadeli ekonomik istikrardan yana koydukları tavırlardan örnek alsa çok daha iyi olmaz mı?...

Yeni program iradesi yok, bari mevcudu koruyalım

TÜRKİYE’nin yepyeni bir ekonomik programı gündeme almasını beklemiyoruz. Böyle bir irade ve hazırlık görmüyoruz" şeklinde konuşan Arzuhan Doğan Yalçındağ, istihdam paketi, GAP yatırımlarının hızlandırılması gibi olumlu adımlara devam edilip, mevcut programın güçlendirilmesini istiyor. "Ayrıca IMF’le ihtiyati stand-by gibi bir program üzerinde anlaşıp yolumuza devam etmenin yarar lı olacağını" kaydeden Yalçındağ, özetle, "Yeni program yok bari mevcudu korumaya çalışalım" demeye getiriyor.

Aynı kapsamda AB konusunda yavaş hareket eden Hükümetin uyum programına dört elle sarılması gerektiğini belirten TÜSİAD Başkanı, "Böyle bir adım, Türkiye’ye iyi gelir, dünyadaki türbülansa karşı nispeten rahatlarız" dedi.

Yani TÜSİAD ekonominin eski çıpalarını, haklı olarak, geri istiyor.

Ekonomik olarak Hükümetin yapması gerekenleri özetleyen Arzuhan Doğan Yalçındağ, siyasi olarak da AKP Hükümetine büyük iş düştüğü görüşünde. Günümüz Türkiye’sinde kimsenin gönlünden bir partinin kapatılmasının geçemeyeceğini kaydeden Yalçındağ, "Çıkan karar bence çok önemli bir fırsat penceresi açtı. AKP, bu fırsat penceresini uzlaşma kültürünü oturtmak açısından iyi kullanmalı. Davanın sonucuyla birlikte Türkiye, üzerindeki gerginliği atmış oldu" dedi.

Arzuhan Doğan Yalçındağ bir soru üzerine de, her seçimin ekonomi açısından riskler taşıdığına dikkat çekerek, "Yerel seçimler konusunda bazı endişelerimiz var. Hükümetin önceliğini yerel seçimler yerine ekonomiye vermesi gerekir. Her seçim dönemi bir risktir. Hükümetin yerel seçimlerde kamu maliyesi dengelerini bozmamaya özen göstermesi gerekir" dedi.

Hükümet, bu iyi niyetli havayı çok iyi kullanmak zorunda...
Yazının Devamını Oku

Yeni enerji zamları kur tartışmalarını alevlendirir

4 Eylül 2008
DÜN ajanslar, ekim ayında elektriğe yeniden yüksek oranlı zam geleceğini duyurdular. Petrol fiyatlarına bağlı olarak yüzde 50 oranında artan doğalgaz fiyatlarının, otomatik fiyatlandırma kapsamında TETAŞ’ın zam yapma gereğini doğurduğu, EPDK’nın onaylaması durumunda bunun nihai tüketiciye yüzde 10-15 arasında zam olarak yansıyacağı belirtildi. Ajanslardan geçen haberlere göre yetkililer, EPDK’nın TETAŞ’ın tarifesini onaylamasının ardından 1 Ekim’den itibaren kilowattsaat (KWh) başına elektrik fiyatı nın 10.74 YKr’den, 14.39 YKr’ye yükselece ğini belirtmişler.

1 Temmuz’da geçilen otomatik zam sistemiyle birlikte yüklü zam yapılmış ama o dönem de gerekli zammın hepsinin yapılmadığı, bir kısmının otomatik zamma bırakıldığı belirtilmişti. İşte 1 Ekim’de otomatik zam sisteminin ilk uygulaması devreye girecek, yani Hükümetin yapmadığı zam da, otomatik fiyat uygulamasına yedirilmiş olacak

Hükümet çok uzun süre elektriğe zam yapmamış, geçen yıl yapılan seçimlere kadar Başbakanın "zam yapmayın" talimatı uygulanmıştı. Ancak biriken zam gereği çok büyümüş ve yılbaşında yüklü zamlarla elektrik fiyat artışları başlamıştı.

Otomatik fiyatlandırmaya geçilirken yapılan zamla birlikte yılbaşından bu yana elektriğe yapılan zamlar yüzde 44.6, sanayide ise toplam yüzde 36.6 oranını buldu.

Ekim başında yapılacak zamla birlikte konutlara yapılan elektrik zammı yüzde 65’e ulaşırken, sanayide ise yüzde 50’yi aşması bekleniyor.

Sadece elektriğe değil, doğalgaz gibi, sanayinin ve halkın yoğun olarak kullandığı tüm enerji girdilerine büyük zam yapılmış olacak.

İşte son dönemde tekstil sektörünün içine girdiği sıkıntı ve AB’de başlayan durgunluk nedeniyle tetiklenen, ihracatçıların yoğun şikayetlerine konu olan "değerli YTL" tartışmasının yeni elektrik zamlarıyla birlikte iyice alevlenmesi bekleniyor. Çünkü ihracatçılar zaten düşük kur nedeniyle rekabet güçlerinin çok gerilediğini, enerji gibi temel girdi maliyetlerinin bu kadar çok artmasıyla, rekabet güçlerinin iyice kaybedeceklerini söylüyorlar.

Özetle; elektrik zammı geldikçe şikayetlerin artması çok doğal.

KİT’ler bankalardan borçlanamaz duruma geldi

ÖNCEKİ gün NTV’de, Hazine’nin 2007 kamu işletmeleri raporuna dayanılarak verilen haberde, Hükümetin bedava kömür dağıtması nedeniyle, Türkiye Kömür işletmelerinin çok zor durumda kaldığı belirtiliyordu.

Geçen yıl yaklaşık 1,5 milyon ton bedava kömür dağıttırılan işletmenin, gerekli ödemeler bütçeden kendisine yapılmadığı için, bankalardan kısa vadeli kredi kullanmak zorunda kaldığı bu nedenle şirketin banka borcu nun, aktif toplamının üçte birine ulaşarak , 529 milyon YTL ’ye ulaştığı kaydediliyor. Kredi borcundaki artış yüzde 69 ol an Kurumun, mali açıdan zor duruma düşmesi nedeniyle, artık bankalardan borç alamaz hale geldiği belirtiliyor.

Sadece Kömür işletmeleri için değil, birçok KİT için benzer tabloyu görmeye başladık.

Örneğin fındık alımlarıyla görevlendirilen Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO) daha geçen yıl aldığı rehinli fındığı satmadan bu yıl yeniden borç aramak zorunda kalıyor.

TMO yetkilileri daha önce nabız yoklayıp olumlu yanıt alamadıkları bankalara bir daha gideceklerini ve fındık alım finansmanı için yeni kredi arayacaklarını söylüyorlar.

TMO yetkilileri, "Bulamazsak mecburen Hazine’den isteyeceğiz" diyorlar ama bütçede böyle bir ödenek de yok, Hazine’nin artı olarak bunu ödeyecek durumu da...

Hazine Hükümet zorunlu kılar da fındık alımı için görev zararı öderse, bunu tabi ki borçlanma yoluyla bulacak. Bu da zaten yüksek olan faizlerin daha da yükselmesi anlamına gelecek.

Yani; KİT’lerin durumu popülizm nedeniyle kötüleşiyor, batak büyüyor, faiz yükseliyor.

"Faiz çok yüksek" diye Merkez Bankası’nı suçlayanlar, dönüp bunlara baksınlar artık..

Merkez Bankası da faizin neden yüksek olduğunu, artık halka, korkmadan, anlatmalı.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası daha açık konuşmalı

2 Eylül 2008
BİR süredir kur tartışmalarının giderek alevleneceğini bekliyorduk. Özellikle tekstil sektörünün içine girdiği sıkıntılar nedeniyle bu tartışmalar yeniden başlarken, diğer üretici sektörler ve ihracatçıların devreye girmesiyle, giderek alevlendiğini görüyoruz. YTL’nin aşırı değerlendiği, özellikle üretim açısından büyük bir sıkıntı olduğu, elektrik ve doğalgaz maliyetlerindeki artıştan sonra bu sıkıntının iyice hissedildiği açık. Ancak kurla ilgili şikayetleri olanlar, yanlış biçimde, tepkilerini Merkez Bankası’na yöneltiyorlar.

Uygulanan programın hükümetin programı olduğunu, hükümetin makro dengeleri düşük kurlar üzerine kurduğunu söylediğimizde ise sanayici ve ihracatçıların değişik tepkiler verdiklerini gözlüyoruz. İhracatçı örgütleri gibi bazı örgütler, bilinçli bir şekilde hükümeti suçlamayıp, bunun yerine Merkez Bankası yönetimini günah keçisi yapıyorlar. Hükümetin kendilerine baskı uygulamasından çekiniyorlar ki, önümüzdeki TİM seçimleri hükümetten ne kadar çekinseler de, "kendilerinden olmadıkları" için devre dışı bırakıldıklarını gösteriyor.

Buna karşılık bazı sanayici ve ihracatçılar ise daha samimi. Yani bu ayrımı yapamadıkları için herkes öyle yapıyor diye, hükümet yerine Merkez Bankası yönetimini suçluyorlar.

Geçen gün bütün bunları anlattığımızda bir sanayici dayanamadı "O zaman bunu anlatacak olan Merkez Bankası’dır. Eğer bu konuda tepkilerin kendisine gelmesinden rahatsız ise daha açık konuşmalı, bunun nedenini net biçimde ortaya koymalı" dedi.

Aslında bu sanayicinin haklılık payı yüksek. Merkez Bankası bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilere karşı çok üstü kapalı, silik açıklamalar yapıyor.

Kur tartışmaları önümüzdeki dönem daha da alevlenecek. O zaman Merkez Bankası’nın oturup bu konuyu düşünmesi ve bence kamuoyuna çok daha net açıklamalar yapmaya artık başlaması gerekiyor.

Yani kurun neden düşük seyrettiğini, faizlerin neden düşürülemediğini, yüksek reel faize neden olan siyasi ve teknik koşulları kamuoyuna daha açık biçimde anlatmalı. Hükümetten korkmadan, işin ucunun siyasete gitmesinden çekinmeden bu açıklamaları yapmak zorunda.

Çünkü Merkez Bankası’nın saygınlığı, bağımsızlığı bu ülkeye lazım. Şimdiki yöneticiler yarın gidecekler ama Merkez Bankası’nın yıpranmaması lazım. Merkez Bankası saygınlığı, ekonomik istikrar için bize hükümetin saygınlığından çok daha fazla gerekli.

Çiçek, AB konusundaki imajından rahatsız

DÜNKÜ yazımız üzerine Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ile dünkü Bakanlar Kurulu toplantısına girmeden önce bir telefon sohbeti yaptık. Çiçek, geçen toplantıda Ulusal Program taslağının ele alındığını, kendisi dahil hiçbir bakanın programda yazılı olan önlemlerin içeriğine ilişkin itiraz etmediğini söyledi.

Bu toplantıda TBMM’nin gündeminin çok yoğun olduğu hatırlatılarak, sıralanan önlemlerin söz verildiği tarihe yetiştirilmesinin zorluğuna değinildiğini, bu nedenle zamanlama açısından müzakere edildiğini, bunun da doğal olduğunu söyledi.

Çiçek’in dünkü Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası yaptığı açıklamada liderlerle görüşme için bir takvim vermesi, 15 Eylül’e kadar 84 kuruluşa gönderilen Ulusal Program taslağı için yapılan eleştirilerin alınacağını söylemesi, bizce yararlı oldu. En azından AB hedefleri konusunda bir gecikmeyi önlemeye dönük önlemlerin alınmaya çalışıldığını öğrenmiş olduk.

Bu arada önemli sivil toplum kuruluşlarına geçen hafta sonu itibariyle henüz Ulusal Program taslağının gönderilmediğini biliyordum. Herhalde bu hafta artık taslaklar ulaştırılır...

Öte yandan yazımızda yeralan bazı ibarelerden Bakan Çiçek’in rahatsız olduğunu gördüm. AB karşıtı olarak adının çıkmasından, sanki AB düzenlemelerine hep karşı olduğu gibi bir imajın yaratılmasından rahatsız. Uyum yasalarının kendi bakanlığı döneminde çıktığını hatırlatıp, "Bu kadar eziyetini çekip, bu kadar yanlış bir kareye oturtulmaktan rahatsızım" diyor. Haklılık payı da var bence...
Yazının Devamını Oku

Hükümetin AB konusunda acelesi yok

1 Eylül 2008
AKP Hükümeti’nin en önemli özelliklerinden biri; destek aldığı kendi tabanı olan muhafazakar kesimdeki desteğini sürdürürken, aynı zamanda liberal kesimlerden destek görmesi. Kendilerine ’liberal’ diyen bu aydın kesimin oy potansiyeli düşük ama entelektüel bir destek sağlıyorlar. AKP’nin kendi tabanı dışında oy sağlamasının en önemli nedeni ise AB hedefi doğrultusunda kararlı bir tutum sergilemesi. AKP’ye karşı olan aydın kesimler ise AKP’nin AB hedefi doğrultusunda samimi olmadığını, bu hedefi konjonktürel olarak benimser göründüğünü, dolayısıyla AB hedefini iktidarına meşruiyet kazandırmak için kullandığını düşünüyorlar.

Yani AKP’nin turnusol kağıdı bir anlamda AB hedefi doğrultusunda ne yaptığı oluyor.

İşte bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir gelişme yaşandı. Bundan iki hafta önce yapılan son Bakanlar Kurulu toplantısında, AB’ye verilecek, yani hükümetin vereceği 3. Ulusal Program konusunda müzakereler yapıldığını biliyoruz.

İşte bu toplantıda Ulusal Program konusunda hem içerik hem de zamanlama olarak Başbakan başta olmak üzere, birçok bakanın itirazları olduğunu öğrendik.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, bu toplantıdan sonra yaptığı resmi açıklamada "Ulusal programı kabul ettik" demek yerine "Üçüncü ulusal program üzerinde çalışıldığını" söylemiş ve gerekli yasal düzenlemeler için çeşitli rakamlar vermişti.

İşte bu toplantıda Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Ulusal Program için bir sunum yaptığı ve bunların "asgari koşullar" olduğunu çünkü birçok belge ve görüşmelere dayanılarak bu yasal düzenlemeler için AB organlarına taahhütler verildiğini söylemiş. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan’ın bu düzenlemelerin hükümet programında olmadığını, bunların yetiştirilemeyeceğini söylediğini hatta "Nasıl olur da böyle müzakere edersiniz" türü bir çıkış yaptığını öğrendik.

Memura sendika hakkına itiraz

BUNUN üzerine başta Cemil Çiçek olmak üzere bir çok bakan bu düzenlemelerin bazılarının yanlış olduğunu bile söyleyip yoğun eleştiri getirmişler. Başbakandan böyle bir çıkışı fırsat bilen birçok bakan Babacan’ı epeyce hırpalarken, tek destek İçişleri Bakanı Atalay’dan gelmiş.

Babacan ve Atalay, AB’yi destekleyen Cumhurbaşkanı Gül’e yakınlıklarıyla biliniyorlar.

Başbakan ve bakanların özellikle 2008 yıl sonuna kadar yapılacaklar listesine kızdıklarını öğrendik. Babacan’ın sunduğu listede TBMM’de bulunup, ulusal program gereği yıl sonuna kadar çıkarılması gereken yasalar dışında, bu yıl sonuna kadar TBMM’ye getirip yine çıkması gereken yasalar ve yıl sonuna kadar oluşturulması gereken strateji belgeleri bulunuyor.

Örneğin Başbakan ve bazı bakanların "yetiştirilmesi imkansız" diyerek itiraz ettikleri düzenlemelerin başında memurlara sendi hakkı verilmesine ilişkin "4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" bulunuyor ki, Babacan’ın sunduğu listede bunun sosyal politika ve İstihdam Faslı açılış kriteri olduğu da belirtiliyor.

Bu yasanın çıkarılmasının mümkün olmadığı Bakanlar Kurulu’nda kesin bir dille söylenmiş.

Sonuç olarak; Ulusal Program metni üzerinde anlaşma olmamış daha doğrusu, tabii ki böyle söylenmemiş ama, programın sürüncemede bırakılması benimsenmiş.

Bunun için de Babacan’ın ulusal programı muhalefet partilerini götürüp anlatması, daha sonra bunlardan görüş alınması, ayrıca sivil toplum kuruluşlarına gönderip yine buralardan görüş beklenmesi görüşü benimsenmiş. Yani suni olarak "zaman ihtiyacı" yaratılmış.

Halbuki bütün bu yasal düzenlemelerin yıl sonuna kadar çıkarılması lazım ve bu gidişle çıkması mümkün değil. Halbuki bunlar için AB’ye söz verilmiş durumda.

AKP Hükümeti belli ki Anayasa Mahkemesi Kararı’na kadar yoğun samimiyet gösterdiği AB’ye artık o kadar muhabbetle yaklaşma ihtiyacı duymuyor.

Bakanlar Kurulu müzakereleri sizce hükümetin AB konusundaki samimiyetini gösterir mi?
Yazının Devamını Oku

Sanayicinin kur isyanı büyüyor

30 Ağustos 2008
GEÇEN gün 200 TL’nin piyasaya çıkarılması kararını yorumlarken "Önemli olanın paranın değerini korumak" olduğunu söylemiştik. Bu yazımız üzerine Petkim Genel Müdürü Kenan Yavuz’dan bir tepki maili aldım. Daha sonra kendisiyle telefonla sohbet ve daha detaylı tartışma imkanı bulduğumuzda mailindeki "Ülkemizin tüm sanayi kollarına ara malı üreten tek tesisinin başındaki kişi olarak, yaptığınız tespitin hiçbir noktasına katılmadığımı söylemek istiyorum" sözlerini biraz yumuşatma ihtiyacı doğdu.

Sadece Petkim değil, son dönemde sanayi üretimi yapan birçok kuruluşun çok ciddi ve haklı şikayetleri var. Şikayetlerinin altında yatan temel neden ise değerli TL, yani kur sorunu.

İstanbul Sanayi Odası’nın son yayınladığı ikinci 500 firma incelemesinde kárların arttığı ama bunun faaliyet kárı olmadığı, açık pozisyondan kár elde edildiği belirtiliyordu.

Yani bakanlar, ekonomi bürokratları, "dikkat edin açık pozisyon tutmayın" dediler ama tersini yapanlar iyi para kazandı, devletin sözünü dinleyenler cezalandırıldı.

Petkim Genel Müdürü Yavuz da işte bundan şikayetçi. Ancak kendisine söylediğim gibi "suçu yanlış yerde arıyor" Hükümet yerine Merkez Bankası’nı suçluyor. Yavuz şöyle diyor:

"Merkez Bankası’nın enflasyonu düşük tutacağım diye uyguladığı politikalar, gerçek refahın tek yolu olan üretimin önündeki en büyük engel durumuna gelmiştir. Enflasyonu düşük tutmayı toplumun refahı için vazgeçilmez tek argüman olarak sunuyorsunuz. Bu son derece eksik bir tespittir. Refahı sadece bugünkü kuşağın refahı olarak algılıyor iseniz, daha düşük kur ve daha yüksek faiz vererek sanal refahı artırır, enflasyonu da düşük tutmayı başarırsınız, ancak gelecek kuşakların hakkını ve hukukunu gaspetmiş olursunuz."

Merkez Bankası’nın enflasyonu düşük tutmayı tek amaç olarak algılayan bir kurum haline geldiğini belirten Genel Müdür, "Makro politikaları belirleyen en önemli kurum, oluşturduğu düşük kur yüksek faiz çıpası nedeniyle ülkemiz sıcak para cenneti oldu. Dışarıdan gelen yoğun döviz sayesinde TL aşırı değerlendi,söyler misiniz üretici olarak oluşan bu YTL değeri beni neden bağlıyor. Ekonomik mantığın dışında oluşmuş bir para değeri üreticiyi neden bağlasın?"

Eleştirilen aslında hükümetin politikası

YÜKSEK faiz düşük kur politikasını, "Ülkemizin kılcal damarlarında dolaşan kanın şırınga ile çekilip, yurt dışına boşaltılmasından ibaret basit ve kolay bir yol" olarak nitelendiren Petkim Genel Müdürü Kenan Yavuz, "Sonuçta verip kurtuluyorsunuz ve böylece ekonominiz stabil kalıyor!" diyor.

Yavuz, son söz olarak şöyle diyor: "Parayı değerli kılan üretim gücüdür, üretim gücü ile desteklenmemiş bir para değeri ile övünmek, gelecekte dövüneceğimiz günlerin habercisidir."

Kendisine de söylediğim gibi; TL öyle ya da böyle, çok büyük baskı altında ve önemli bir şişkinlik oluşmuş durumda. Korkum; küresel durgunluğun da etkisiyle ihracatçının şikayetinin çok artıp, yaklaşan yerel seçim ve popülizm etkisiyle, olmayacak bir şey yapılması ve bu şişkinliğin iyi yönetilememesi. Bu durumda kurlarda yüksek oranlı artışlar meydana gelir ve bu ekonominin tümüyle tehlikeye girmesi demektir.

Petkim Genel Müdürü Kenan Yavuz’a, Merkez Bankası’nın son dönemdeki genel tavrını benimsemediğimi ama "günah keçisi" yapılmasının da haksızlık olduğu söyledim.

Kendisinin ve tüm sanayicilerin bu politikanın hükümet politikası olduğunu görmeleri, Merkez Bankası’nın Hükümetin belirlediği hedef doğrultusunda iş yapmaya, yasada yazılı olan görevi olan enflasyonla mücadele etmeye çalıştığını söyledim. Merkez Bankası’nın başarısı bu görevini ne kadar yerine getirmiştir, buna göre değerlendirilir. O da ortada zaten...

Yani sanayici kolay yolu seçip, Hükümetten korktuğu için, Merkez Bankası’nı tek suçlu gibi göstereceğine, açık açık eleştirisini ilgili yere yöneltmeli. Politikayı da merkez bankası’na verilmiş göreve ilişkin yasayı değiştirecek olan da hükümet. İstese değiştirir değil mi?

Sanayicinin yolu bedelsiz, kolay yol ama sonuç alınamaz. Ancak havanda su döverler...
Yazının Devamını Oku